Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.YEŞİL AĞ

@dilanzclk

Bölüm 8: Yeşil Ağ

"Annem burada mı saklanıyor baba?" demiştim ardı ardına düşen göz yaşlarımı annem görürde üzülür diye hemen silmek için acele ederken. Babam suskunluğunu korurken başını sallamakla yetindi. "Ama burası çok soğuk, ya üşürse annem?" küçük adımlarımla babamın başını yasladığı mermere yaklaştım. "Burada kalmasın baba, bizimle gelsin. Kar yağarsa hasta olur, o hep kar yağmaya başladığında hasta olur." Titreyen ellerimi mermere değdirdim. Buz gibiydi taş, babamın bu soğuğa nasıl sarılabildiğini aklım almadı o an. Parmaklarım toprağın üzerine düşerken dudaklarımı büktüm. "Toprak ısıtır mı seni anne, korur mu seni babam gibi."

"Koruyamadım." Rüzgarın uğultusu kulaklarıma dokundu. "Ben Güneş'i mi koruyamadım." Dağ gibi duran babamın üzerine çığ düşmüştü sanki. Buğulu gözlerimi gözlerine kaldırdığımda yemin içtiğini duydum. "Bize bunu yapandan intikamını almadan bana gün yüzü yok Güneş'im, o güne kadar bir daha yanına gelmeye de yüzüm yok." Kan çanağı olmuş gözleri acıyla yüzüme düştü. "Ona iyi bakacağım. Senin kadar olmasa da..." Bana bakmaya gücü yetmiyormuş gibi gözlerini sımsıkı yumdu, daha sıkı sardı soğuk mermeri. Yanına yürüyüp bacağına tırmandım. "Babam." Dizlerinin üzerine oturduğumda, sardığı mermere yeniden dokundum. "Bende sana çok iyi bakacağım. Merek etme annemi üzmem ben. Kıyamam ona." Eğilip mermeri öptüm, yanaklarının yerine. Torağına dokundum saçlarının yerine. Son kez baktığımı bilmeyerek izledim girdiği çukurun üzerini örten toprağı, bu kez de mavi gözlerinin yerine. "Seni özleyebilirim değil mi anneciğim?"

Bir şarkının ağır melodisi acıyla tutuşan notalarını basıyordu o an. Çaresizlik haykırıyordu parmak uçları. Bir kaybedişin öyküsünü yazmıştı yazarı. Bestecisi ağlaya ağlaya dokunuyordu o notalara ama kimse duymuyordu notalara eşlik eden hıçkırıkları. İçindeki ağlayan çocuğa sağır olan herkes gibi.

Sıçrayarak gözlerimi kurtardım daldığı yerden. Anıların boğulduğu yer bir deniz değil, lavlarla kaplı bir okyanustu. Gözlerimi yakan acı, yüreğimde yanan ateşten sıçramıştı. Çöktüğüm duvar dibinde sadece ben değil, geçmişimde ağlıyordu. Yabancı değildi hiçbir şey. Sadece büyümüştüm ama zaten bu acı her zaman çok büyüktü.

Koridorun sonunda üniformalı polislerin yanı sıra başımda bekleyen bir orduda sivil polis vardı. Hepsi kapının ardından gelecek kişiden iyi haber bekliyordu. Ameliyathane kapısı bir duvar gibi aramızdaydı. Yutkunarak başımı kaldırdım. İçimde konuşan milyonlarca ses vardı. Ağlayan birçok yaşım tırnaklarını bastırmıştı tabutlarına, sekiz yaşındaki beni teselli eden on yaşındaki ben, onun için ağlayan on beş yaşım ve hepsinin yanında çığlık çığlıya bağıran on sekiz yaşına girmekte olan asıl ben. İçimdeki gürültünün aksine sessizdim. Belki o ses beni bastırıyordu. İçimde bas bas bağıran kızın aksine sessizlik yemini etmiştim sanki, oysa sadece konuşmaya bile gücüm yoktu.

"Kim durduracak bu adamı." Dediğini duydum köşedeki polislerden birinin. "Baş komiserim olmadan devam edemeyiz. Allah kahretsin, Ahmet abi yetmedi karısını da aldı şerefsiz, şimdide de adamın kendisine sıktı o kurşunu." yutkunarak başımı adama çevirdim. Ahmet amca, babamın silah arkadaşıydı. Annemden bir yıl önce şehit olmuştu. Aynı adam hem Ahmet amcayı hem de annemi öldürmüştü. Şimdi sıra babama mı gelmişti? Yanı başımda duran kadın polis onları duyduğumu fark edince "Mert, siz bir hava alın gelin." Dedi uyarı dolu bir sesle. Mert denilen polis gözlerini hemen bana çevirirken sersemlemiştim. Babamı vuran adam annemin katiliydi.

Ellerimi yumruk yaptım. Dudaklarım dişlerimin arasında ezilirken yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Kadın polis hemen bana yardımcı olmaya çalışırken dolu dolu gözlerimi kadına diktim. "Benim babam yaşayacak." Dedim diğer tüm ihtimalleri yok sayarak. "Benim babam o ameliyat masasından kalkacak."

Başıyla beni onayladı. "Baş komiserime hiç bir şey olmayacak." Dedi yarım yamalak bir gülümsemeyle. Tam o sırada saatlerdir açılmayan ameliyathane kapısı iki yana açıldı ve yaşlı bir doktor arkasında iki hemşireyle dışarı çıktı.

Zaman iki saniyeliğine durdu. Koridorda bekleyen herkesin arkamda biriktiğini hissettiğimde, herkes gibi bende doktorun iki dudağının arasında çıkacak kelimeleri bekliyordum. Kadın polis sıkıca dirseklerimden tutmuştu. "Ba-bam..." dedim yorgun bir sesle. "Babam iyi değil mi?"

"İyi olacak." Zaman sekti, herkes derin bir oh çektikten sonra birbirlerine sarılırken dolan gözlerimden düşen yaşı hızla sildim ama anında yerini başka bir tanesi aldı. Bu sefer mutluluktan akan yaşlarımı silme gereği duymadım. "Bu gün yoğun bakımda kalacak baban. Eğer bir sorun çıkmazsa yarın normal oda da göreceksin babanı. Hadi bakalım, geçmiş olsun hepinize."

"Teşekkür ederim." Derken içimdeki yangınına yağmur gibi inen rahat bir nefes alıp verdim.

Babam yaşıyordu. Beni bir başıma bırakmamıştı.

O gece sabaha kadar yoğun bakımda kalmıştı babam, bir camın ardından görmemize izin vermişlerdi sadece. Yaşadığını görmek bile yetmişti zaten. Vücuduna bağlı kablolardan, kalp atışlarını izleyen cihazdan bir saniye olsun ayırmamıştım gözlerimi. Yorgun görünüyordu, çok yorgun. Yüzü o kadar solgundu ki, o değil de başka biriydi sanki o yatakta uzanan.

Her karanlık gecenin ardından doğan güneşte bize yüzünü gösterdiğinde babamı normal odaya almışlardı nihayet. Karnını delip geçen kurşun iç organlarına dokunmadığı için çabuk iyileşeceğini söylemişti doktor. Doktorların ardından içeri girdiğimde başındaki hemşire son kontrollerini yaptıktan sonra bizi yalnız bırakmıştı. Ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Daha uyanmadığı için gözleri kapalıydı. Minik adımlarla yanına yürüdüm ama bir şey olur korkusuyla dokunamadım bir süre ona. "Beni bıraksaydın ne yapardım?" derken sertçe yutkundum. "Ben daha büyümedim. Bana şimdi, Omuzlarıma taşıyamayacağım bir yükü koydurtsaydın ben o yükün altında kalkamazdım."

Ben o yükün altında can verirdim. Yaşım kaç olursa olsun ben o yükün altından çıkamazdım. Beni o yükün altında çıkaracak kimsem bile yoktu ki.

Diğer gün gözlerini açmıştı babam. Zorda olsa konuşmayı başarmış, dudaklarından ilk çıkan kelime ismim olmuştu. Eminim ki ölmekten çok beni yalnız bırakmaktan korkmuştu o da. Gözlerimde belirgin bir huzurla kollarının arasına yerleştiğimde özlem dolu bir iç çektiğini duymuştum. "Özür dilerim." Diye fısıldadığını duyduğumda, tüm yelkenlerim alabora oldu, "Sonra konuşacağız Özgür Demir." Dedim iç geçirerek. "Şu an babama kemiklerini kırana kadar sarılmak istiyorum." Kollarımı omuzlarına iyice doladığımda "Ah." Diye bir ses çıkardı. Telaşla geri çekilip alık alık suratına baktım. "Bir yerini mi acıttım?"

Tüm bitkinliğine rağmen yorgun bir gülümse yerleşti dudaklarına. "Eh, yani. Ahtapot gibi sardın her yanımı." Tek kaşımı kaldırırken "Eh" diye taklit ettim onu. "Olsun o kadar."

.....

Dışarıdaki fırtınanın sesi evin içine kadar geliyordu. Havalar birden iyice soğumuştu. Babamı hastaneden taburcu etmelerinin üzerinden beş gün geçmiş olmalıydı ve ben o süre içinde sadece hastaneden eve gelmek dışında hiç dışarı gitmemiş, okula bile uğramamıştım. Dışarıdaki hayattan tamamen kopmuştum o günden sonra. Gamze ve Emir'in aramalarına da hiçbir şekilde cevap vermezken kapıya dayanmasınlar diye iyi olduğumu ama uzun süre okula gelmeyeceğimi yazan bir mesaj atmıştım ikisine de.

Babamın yaralanmadan önce gidip aldığı telefonu ellerimin arasında çevirirken dizlerimi kendime doğru çekip yüzümü dizlerime yasladım. "Bakma bana öyle yaralı yaralı." Nasıl baktığımın farkında değildim ama içimdekileri yüzüme yansıttığıma memnundum. Babama hiçbir söz işlemiyordu. En yakın zamanda kaldığı yerden devam edeceğine o kadar emindim ki. Yatağındayken bile durmadan birileriyle görüşüyordu. O adamı yakalamadan asla pes etmeyeceğine artık kabullenmiştim ama bile bile kendini ölüme atmasına izin veremezdim bir kez daha. "Benim senden başka kimsem yok." Çakır gözleri yüzüme dokunmaktan korktu bir süre. Onu vazgeçirmemi istemiyordu. Annem için bana babandan vazgeç dediğinin farkında değildi ki. Kollarımı bacaklarıma sararak göğüs kafesimde büyüyen o ağrının geçmesini bekledim yeniden konuşabilmek için. "Senin beni babasız bırakmaya hakkın yok." Yüzüne yumruk yemiş gibi sersemleşti çatlak çıkan sesimle. Uzandığı kanepeden yavaşça doğruldu. Gözlerime hala bakamıyordu. Yarasından dolayı kendine doğru bir pozisyon bulmaya çalışırken "Özür dilerim." dedi, derinden gelen boğuk bir sesle.

"Özür dileme." Dedim düz bir sesle. "Özür dilesen de geçmeyecek. Vazgeçmeyeceksin uğruna yıllarımızı harcadığımız savaştan. Bırakmayacaksın değil mi?" Son sözlerim üzerine kaldırdı başını yavaşça, gözlerimin içine bakmaya cesaret edebildiğin de "Vazgeçemem. Bırakamam sonuna gelmişken." Diye fısıldadı. Hayal karıklığıyla başımı sallayarak oturduğum yerden kalktım ve sessizce ayrıldım yanından. "Ada yapma böyle."

Cevap vermedim. Babam söyleyecek hiçbir şey bırakmamıştı bana. Merdivenlerin başına geldiğimde kapının çalmasıyla duraksayarak ona baktım. "Birimi gelecekti?" diye sorduğumda babam başını yavaşça iki yana salladı. "Hayır ama belki çocuklar gelmiştir, bazı dosyaları getireceklerdi. Kim olduğunu sormadan açma kapıyı." Evet, çok önemli dosya alışverişlerimiz de başladığına göre babam daha fazla yatakta durmayacaktı. Gözlerimi devirirken kapıya yürüdüm, kapıyı sözünü dinleyerek kim olduğunu sorduktan sonra açmak için bekledim. "Benim Ada, Gamze."

"Gamze?" Kapıyı araladım ve soğukta kıpkırmızı olmuş burnuyla titreyen Gamze'ye burada ne işin var der gibi bakmaya başladım. Üzerinde yeşil şişme bir mont, başında siyah bir bere vardı. Dışarıda çiseleyen yağmur hafiften ıslatmıştı uzun siyah saçlarını. "Şey, ben..." derken ela gözlerini kapatıp açtı. Baya ağır görünen sırt çantası omzunu ağrıtmış olacak ki iki parmağını çantanın koluyla omzunun arasına yerleştirip devam etti. "Biliyorum okula gelmeyeceğini söyledin ama bu akşam parti var ve ben sensiz gitmek istemiyorum. Ayrıca nasıl olduğunu deli gibi merak ettik. Emir de bende günlerdir gelirsin diye bekledik ama bir ses seda çıkmayınca bu saate kadar. Çareyi evine gelmekte buldum."

"Ben iyiyim ve ..." Parti aklımdan uçup gitmişti ve daha babamla konuşmasam da o okula bir daha gitmemeye kararlıydım. "O saçma partiye gitmek istemiyorum. O manyakla daha fazla aynı ortamda bulunamam. Sizi merakta bıraktım, kusura bakmayın ama benden bu kadar. Benim için o okul bitmiştir."

"Anlıyorum, korkuyorsun ondan. Haklısında ama..." Kapının pervazına başımı yasladım. Onu içeri almakla almamak arasında kalmıştım. Üşüyordu ama o okula gitmeyeceksem onunla olan arkadaşlığımı başlamadan bitirmek daha doğruydu. "Aması yok ki Gamze." Diye fısıldadım. Babama ses gitmesin diye uğraşıyordum. "Canımı sokakta bulmadım. Onun saçma sapan fikirlerinin de ve saplantılı düşüncelerinin de kurbanı olmaya niyetim yok."

"Haklısın." Dedi yeniden. "Seni bu konuda nasıl ikna edeceğimi bilmiyorum ama ben sandım ki sen ona boyun eğmezsin. En azından kaçmazsın." Oflayarak bakışlarımı ela gözlerinden kaçırdım. İçimdeki küçük kız Gamze'ye hak vererek beynimin duvarlarını tırmalıyordu. Benim aksime Rüzgar Karahanlı'ya karşı daha güçlü ve savaşçıydı. "Dışarıdan daha güçlü görünüyorsun ama anlaşılan ona karşı çıkacak kadar değilmişsin." Beni kışkırtmaya çalıştığını anladığım an dudaklarımı ısırarak Gamze'ye baygın bir bakış attım. "Ama galiba her zamanki gibi yine Rüzgar Karahanlı kazandı."

"Gamze!" diye yakındım. "Beni kışkırtma!"

"İşe yarıyorsa devam edeceğim." Dedi dudaklarını ısırarak. Yüzüne tatlı olduğuna inandığı bir ifade yerleştirdiğinde kaşlarımı çatarak sert bir bakış attım ona. "Ona istediğini verme ne olursun. Bak artık Emir'de yanımızda, Rüzgar'ın sana zarar vermesine asla izin vermez."

"Rüzgar'ın Emir'den izin alacağını hiç sanmıyorum Gamze ayrıca Emir'in arkasına saklanacakta değilim." Saçlarımı karıştırıp "Lütfen daha fazla ısrar etme." dediğimde yüzünü asıp "En azından partiye gel." dedi. "En azından bunu yapabilirsin bence." Benden bir cevap beklerken yüzümü dikkatlice incelemeye başladı. Gözlerimi yumup kısa bir an düşündükten sonra "Aptal." dedim. "İçeri geç. Okul bırakma konusunda hala aynı fikirdeyim ama o partiye geleceğim."

Gamze aramızdaki iki merdiveni hızlıca tüketip boynuma sarılırken "Ayrıca ben korkak değilim o fazla..."

"Korkunç." Diye tamamladı beni. Boynumu bıraktıktan sonra içeri geçmesi için kapıdan çekildim. O botlarını çıkarırken giymesi için bir çift ev terliğini önüne bıraktım. Montunu çıkardıktan sonra terlikleri giyip beresini başından sıyırdı. "Babam içeride uzanıyor, bir çatışma sırasında yaralandığı için bir haftadır evde ıstırahat ediyor." Diye açıkladım salona yürürken. "Ya, Geçmiş olsun. Sen o yüzden bir haftadır yoksun o zaman."

"Aynen..." diyerek derin bir nefes verdim. Onların düşüncelerinin aksine Rüzgar yüzünden değil babam için gidememiştim. "Teşekkür ederim. Geldi, geçecek inşallah." Odama gitmek için solonun önünden geçmek zorunda kalırken, babam ayak seslerimizle beraber uzandığı yerden hafifçe doğrulup çakır gözlerini Gamze'nin üzerinde dolaştırdı. "Gamze, sınıftan arkadaşım." bu kez de babama açıklama yaparken Gamze babama yaklaşıp geçmiş olsun dileklerini sundu. Bunu yaparken her zamanki gibi çok nazik ve hanımefendi görünüyordu. Babamın bakışlarında aferin çok iyi bir arkadaş edinmişsin ifadesi yer edinmişti sırf bu tavırları sayesinde. Babam belli etmeden Gamze'nin annesi ve babasının ne işle uğraştığını, adlarını sorarken başımı iki yana sallayıp kıza yaptığı sorguyu kesmesi için Gamze'ye belli etmeden kaş göz işareti yapmak zorunda kaldım. Birazdan kızın bütün özgeçmişini inceleyeceğine o kadar emindim ki! Nihayet konuşmaları ya da babamın sorgusu bittiğinde araya girip, babama biraz yaklaştım. "Bu akşam okulun bir partisi vardı ama ben unuttum." Diye başladım dudaklarımı tedirgince ısırırken. Daha önce hiçbir partiye gitmek için izin istememiştim ondan. Tepkisi ne olacaktı, biliyordum açıkçası. "Gamze'ye de söz vermiştim, geleceğime dair elimden geleceğimi yapacağım diye ama işte sen yaralanınca aklımdan uçup gitti. Gidebilir miyim?"

"Partiye mi gitmek istiyorsun?" sesi şaşkındı. Gamze hemen koluma dokunup itiraz etmemem için küçük bir uyarıda bulunmadı. Çünkü aslında gitmek istemediğimi başından beri biliyordu. Kaşlarımı kaldırıp, gözlerimi baydım. Sonra da başımı bir aşağı bir yukarı salladım.

Gamze yüzündeki en masum ifadeyle babama bakarken babam gülümseyerek başını salladı. "On birden önce evde ol." Gamze'yle birimize bakıp gülümserken babam ilk defa sosyalleşme adına attığım adımı idrak etmeye çalışıyordu. "O zaman biz hazırlanıyoruz." Derken Gamze'yi merdivenlere yönlendirdim. Odama geçtiğimde Gamze odamı incelerken bir yandan da sırt çantasına sığdırdığı makyaj malzemelerini, ayakkabılarını ve elbiseni çıkarıyordu. "Emir'e de haber verdim. Bizi kapıdan alacak." Çıkardıklarına hayretle bakarken "Her şeyi düşünmüşsün." Diye mırıldandım. "Evet, hatta belki elbisen yoktur diye sana elbise bile getirdim." Yatağımın üzerine yan yana iki elbise bıraktığında alnına vurup ona inanmayan bir bakış attım. Beni ikna edeceğine emin olarak gelmişti ama ya kabul etmeseydim o zaman ne yapacaktı?

"Biliyor musun eğer gelmeseydin bende gitmezdim."

Başımı iki yana sallayıp elbiselerden siyah olanına uzandım. Çok kısa olmasa da mini, sade ve şık bir elbiseydi. "Sana çok yakışacak." Gözlerinin içine bakarak gülümsedim. Gamze telefonundan şarkı açarak masaya bırakırken bende maşanın fişini takıp aynanın karşısına geçtim. Hazırlanmamız çok uzun sürmese de arada durup Gamze'nin saçma sapan dansıyla şarkılara eşlik etmesini izlediğim için Emir gelmeden hemen birkaç dakika öncesine kadar hazır değildik. Aynanın karşısına geçip son kez kendimize baktığımızda "Vay canına" dedi Gamze aynadaki görüntümüz karşısında dudakları aralanırken. "Aslında güzelmişiz de haberimiz yokmuş." Gülerek omzuna vurdum. Buğday renk tenine beyaz elbise çok yakışmıştı. Saçlarını hafiften toplamış, koyu göz makyajıyla yüzünü renklendirmişti. Zaten güzeldi şu an çok daha güzel olmuştu. Omuzları düşük siyah elbisemle bende fena sayılmazdım. Saçlarımın uçlarını maşayla hafiften dalgalandırıp yüzüme pastel tonlarında sadece bir makyaj yapmıştı Gamze. Makyaj yapma konusunda benden daha becerikliydi.

Evden ayrıldığımızda Emir arabasıyla birlikte sokağın başında bekliyordu. Gamze terleyen avuç içlerini elbisene silip heyecanla gözlerimin içine baktı. Koluna girip "Sana bayılacak." Diye fısıldadım kulağına doğru. Emir arabanın içinden çıkıp bizi karşıladığında yüzünde allak bullak bir ifade vardı. "Harika görünüyorsunuz." Derken bir kekelemediği kalmıştı. "Sende öyle." Diye karşılık verdim Gamze heyecandan konuşamadığı için. Siyah bir kumaş pantolon üzerine açık mavi bir gömlek giymişti ve hafiften uzun saçlarını geriye doğru taramıştı ve kesinlikle çok yakışıklı duruyordu. Ona içi boş bir iltifat etmemiştim.

Araba yarım saat sonra lüks bir mekanın önünde durdu. Sokak kalabalık sayılmazdı ama diğer mekanlardan da yükselen sesler birbirine girmişti. İçerideki uğultu dışarıya, gecenin inine karışıyordu. İçeri girmeden önce temiz hava ciğerlerime hediye ettim son kez. Tüm okul içeride olmalıydı. Kalabalık gözlerimin büyümesine neden olurken içeri inen merdivenlerin başında Emir hafifçe koluma dokunarak gülümsedi. Tebessüm ederek önüme döndüm ve ilk merdiveni inmek için hazırlanırken gözlerim kalabalığın ardından bir çift yeşil ağa takıldı. "Ada..." adımım havada kaldı, sanırım Emir kolumu kavramasaydı düşecektim. Gözlerimin takıldığı ağdan kurtarmak için Emir'in sesine döndüm ama aslında dikkatim hala orada, gözleriyle sadece gözlerimi değil ruhumu da yakalayan adamdaydı. "Ben buradayım." Dedi Emir sessizce. Hafifçe başımı sallayıp gülümsedim ve onun desteğiyle merdivenleri inmeye başladım.

 

Loading...
0%