Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Ruh Eşini Bulmak

@dilara_yanik

Seninle karşılaşmak bir mucizeydi sevgilim..

O gün o voleybol maçına giderken hayatımın tamamen değişeceğini söyleselerdi asla inanmazdım. Kirlenen ruhumu tazeleyebileceğim o adamla karşılaşmıştım. Ruhumun mutluluğu tattığı o mucizemle..

 

Evde odamı toparlarken aynı zamanda Sıla'yla konuşuyordum.

"Hadi ama kızım, biletleri bile aldık." diyen arkadaşıma gülümseyerek karşılık verdim. Beni ikna etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Odamda her bir tarafına dağılmış kirlileri elime alırken bir yandan da

 

"Ben ne anlarım voleybol maçından falan, tanımıyorsun sanki beni!" diyerek sitem ettim. Bir kaç saniye sustu, kaşlarım merakla havalanırken o, en tatlı sesiyle konuştu.

 

"Ya tamam maç falan izlemiyorsun ama bu maç önemli , efeler Hollanda ile kapışacak."

"Ama.." tam itiraz edecekken Sıla sözlerine devam etti. "Tamam, tamam daha fazla ısrar etmeyeceğim. Ben yalnız giderim. Yapayalnız. Tek başıma.. Diğer bilette yanacak ama.." duygu sömürüsüne de başladığına göre kesinlikle gelmemi istiyordu. Gitmek bana bir kayıp yaşatmayacağı ve arkadaşımı mutlu edeceğim için

 

"Tamam" dedim. Sevinç çığlıkları eşliğinde "Tamam tamam ben hazırlanıyorum şimdi bir saat içinde konum atacağım yere gel." hızlı hızlı konuşması beni istemsizce endişelendirdi. Telefonu kapatmadan hemen önce aceleyle "Ama benim sergi için tablo götürmem gere.." derken telefonu kapattı. Hay Allah'ım yaa.. Şimdi bir an önce çıkmalı ve hem tabloları götürmeli hem de maça yetişmeliydim. Kirlileri banyoya götürerek sepete attım ardından hızlıca gardırobumu araladım.

 

Üzerime geçirdiğim pembe elbisem ferah ferahtı. Maç için uygun muydu bilmiyordum ama günlük elbiseydi işte. Spor tarzı kıyafetimde pek yoktu. Bu durumu daha fazla umursamadan götüreceğim tablolarımı kucağıma alarak arabamın bagajına koydum. Bagajı kapattıktan sonra şoför koltuğuna geçerek oturdum.

 

Artık bu sefer hazır olmak istiyordum.

 

Bedenim, ruhsuz sadece bir cesetken, neden yaşanmışlıkların kokuşmuş kalıntılarını orada yansıtayım ki, değil mi?

 

Kendimi rahatlatma şeklim çok doğruydu, peki cesetleri saklayabilecek cesaret var mıydı bende?

 

Sanırım, yoktu. Ne kendimi ne hayatı, yaktığım hayatlardan fazla sevmiyordum maalesef.

 

Motoru çalıştırıp parmaklarım direksiyonda dolaşırken aklıma gelen anlardan sonra yutkundum. Hepsi tek tek zihnimde yer edindi. Fotoğraf kareleri gibi gözümün önüne geldi. Soğukta üşüyen titrek bir çocuk gibi irkildim. Gözyaşlarım görmemi engellerken yutkundum. Bulanık bakışlarım araba sürmeye hazır olmadığım anlamına geliyordu.

Hazır değildim. Çaldığım hayatların bana bıraktığı miraslardan biriydi bu..

 

Ürkerek yaşamak..

 

Derin ama titrek bir nefes aldım. Evde durduğunu bildiğim kuzenimi aradım. O bana yardımcı olurdu biliyordum.

 

"Alo, Berat!"

 

"Efendim Duru!" sesi endişeliydi. Çıkarken ona haber vermiştim ve yüksek ihtimalle de şuan ki durumu anlamıştı. "Berat, beni sen bırakır mısın? işin yoksa tabi. Normalde metrobüsle giderdim ama tablolara bir şey olsun istemiyorum." dedim kendimi açıklamak için.

 

"Oha! ohaa!" diyerek böğüren Berat'a karşı kaşlarımı çattım ve telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. "Kendini açıklama Damla, ben seni tanıyorum. Az bekle üzerimi değiştirip geliyorum." dedikten hemen sonra telefonu kapattı. Bende yan koltuğa geçerek kemerimi taktım ve Berat'ı beklemeye başladım.

 

Berat, dedem ve ben hep birlikte yaşıyorduk. İkimizin de ailesi aynı trafik kazasında ölmüştü. Ben o kazanın içindeydim. O kaza benim yüzümden olmuştu. 18 yaşında yeni ehliyetimi almıştım. Arabayı ben sürüyordum ve amcamların arabasına çarpmıştım. Kaza esnasında kimse ölmemişti. Hepimiz ambulanslarla hastanelere götürülmüştük. Fakat hastaneye 6 kişi girerken sadece bir kişi çıkabilmiştik. Ailemi ben öldürmüş, ben parçalamıştım. O günden beri bir daha araba süremedim. İlk günler arabaya bile binemiyordum ama aldığım tedaviler sonunda arabaya binmeye başlamıştım.

Tedavim hala devam ediyordu.. Dedem, ben ve Berat'ı sahiplenerek yanına almış, bebekleri gibi bize bakmıştı. Dedemin maddi durumu bir hayli vardı ama hiç bir zamanda kasıntı bir adam olmamıştı. Ne kadar ciddi bir insan da olsa bize karşı hep yumuşaktı ve her dediğimizi yapıyordu. Ayrıca dünyanın en tonton dedesiydi.

 

Ciddi ama tonton..

 

Berat'a gelirsek, ilk zamanlar biraz birbirimize karşı yabancıydık ama şimdi kardeş gibiyiz. 6 senedir birlikte yaşıyoruz, ilk zamanlar benden nefret ediyordu bunun farkındaydım ama o da tedavi olmuş beni suçlamaktan vazgeçmişti. Aslında içten içe vazgeçtiğini düşünmüyordum, çünkü ben bile kendimi affedememiştim.

 

Berat arabadan içeri girerken minnetle "Teşekkür ederim" diye mırıldandım. Yanağımdan makas alarak "Sen benim ablamsın ablam tabi ki seni her an istediğin yere götüreceğim" dedi. Kocaman gülümsedim. Minnetle baktım.

 

"Ben sana tarif edeceğim ama çok az vaktim kaldı. Voleybol maçına yetişmem gerekiyor ama hız yapma dikkatli ol tamam mı?" bir elim el frenindeyken diğeri kapıyı tutuyordu. Berat beni endişeyle beni baştan aşağıya süzdü, bende ona rahatlaması için bir gülüş attım. Derin bir nefes aldı ve gülümsedi.

 

"Hadiii" dediğim an arabayı çalıştırarak ilerlemeye başladı.

 

Önce tabloları bıraktık ardından beni voleybol maçı için Sıla'nın attığı konuma gittik. Arabayı müsait bir yere çekerken ellerimi arabadan uzaklaştırarak çantamı aldım. Sonunda arabayı durdurduğunda kapıyı açarak kendimi dışarı attım ve Berat'a doğru dönerek "Sen arabayla git ama dikkatli ol tamam mı? Ben Sıla ile dönerim." dedim. Beni başıyla onayladı ardından "Size iyi eğlenceler, ben maçı televizyondan izleyeceğim" gülümsedim. Arabanın kapısını kapatmamla arabayı çalıştırarak ilerledi. Arkasından bakarken derin bir nefes aldım ve parmaklarım kar tanesi kolyemi sardı. Çantamı omzuma geçirerek saate baktım. Tahminimden çok erken gelmiştik. Ne yapacağımı düşünürken telefonu çantamdan çıkararak Sıla'yı aradım.

 

"Efendim Gülümm" gülüm derken ki erilliği fazla komikti. Kıkırdayarak "Ben geldim, sen neredesin?" dedim isyan eder tonda.. "Nee!" bağırmasıyla telefonu ani bir refleksle kulağımdan uzaklaştırdım. Bu kız neden durmadan bağırıyordu..

 

"Ben 10 dakikaya ordayım tamam mı? Bekle beni birlikte gireriz."

 

"Tamam, tamam. Acele etme daha başlamasına var."

 

"Tamam gülümm, kapatıyorum şimdi. Hadi öptüm bay" öpücük seslerinin ardından aynılarını bende ona çıkardım ve

 

"Bay" diyerek telefonu kapattım. Aşırı susamıştım, maç başlamasına daha çok vardı bu yüzden su almak için market aramaya başladım. Bir kaç metre sonra aradığımı bulmuştum. Marketin içine girdiğim gibi kendimi içecek reyonunun oraya attım. Soğuk kahvelerden içkilere kadar her şey vardı. Elime iki adet su aldıktan sonra bir kaç adım atarak en sevdiğim tatlı reyonu karşıma çıktı. Tezgahın arkasında küp şeklinde farklı tatlılar bulunuyordu. Heyecanlanarak hepsine tek tek baktım. Tezgahta duran abla tatlıları bana överken parmağımla enfes görünen altı beyaz, üstü kahverengi ve en üstünde de akışkan kırmızı kreması bulunan küpü gösterdim.

 

"Şu tatlının içeriği ne acaba?" dediğimde kadın gülümseyerek "En altında limon aromalı bir kekimiz var üstünde de Belçika çikolatası, Dünya'nın en lezzetli çikolatasıdır ve en üstün de de orman meyveli bir sos" görünüşü çok güzeldi ama çok karışık bir tat gibi gelmişti bana.

 

"Çok karışık" dedim sessizce. Ama tadını merak etmiştim. "Bir kaç tane ala.." satıcı ablanın yanında ki eleman

 

"Ooo Emre abi, hoş geldin aynılarından mı yaptırıyorum" derken bende satıcı kadına dönüp bir kaç tane istediğimi söyledim. Kadın kutuya bir kaç tane tatlı küplerinden koyarken yanımda ki isminin Emre olduğunu öğrendiğim adamın bakışlarını, üzerimde hissediyordum. Bakışlarımı tezgahtan ayırıp ona baktım. Upuzundu, kemikli yüz hatları ve iri olmasa da kaslı bir vücudu vardı. Bakışları biraz farklıydı ve bu durum utanmama sebep olmuştu. Kadın bana paketi uzatıp

 

"Parayı kasada ödeyeceksiniz" derken benim aklım çoktan başka yerlere göç etmişti bile. Elinde ki kutuyu alarak teşekkür ettim. Ardından aramızda 25 cm olduğuna emin olduğum adama dönüp utançla gülümsedim. Çok yakışıklı bir adamdı. Gözlerimi kaçırıp yanından geçerken arkamdan bir ses duydum. Fısıltı gibiydi.. Bana değil, kendisine söylüyordu sanki.

 

"Ama ben ismini öğrenemedim." gibi bir şey duymuştum ama emin olamadığım için arkama dönemedim bile. Kasaya gidip parayı ödedikten sonra arkamdan gelmesini ve bana ismimi sormasını öyle çok istemiştim ki. Fakat yapmadı.. Bende elimle su ve çikolata kaplarımla öylece marketten çıktım. İçimi garip bir hüzün kaplamıştı. Keşke gelseydi yada keşke ben sorsaydım. Neden sormamıştım ki. Geldiğim yolu geri dönerken olanları düşünüyor, ben ona ismini sorsaydım acaba ne olurdu diye senaryo kurmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Fakat zihnimde ki bin bir senaryoyu telefonumdan gelen melodi sesi bozdu. Hızlıca çantamı karıştırıp telefonu elime alırken karşımda Sıla'yı gördüm. Telefonu kapatıp ona doğru koşar adım giderken Sıla'da telefonu kapatmamın afallamasıyla etrafa şaşkın şaşkın bakıyordu. Yavaşça omzuna vurdum ve bana dönmesini sağladım.

 

"Kızım, neden telefonumu açmıyorsun?"

 

"Direkt arkandaydım o yüzden"

 

"Tamam neyse hadi gidelim" derken beni kolumdan çekiştirmeye başlamıştı.

 

"Dur, dur "diyerek kendimi geri çektim. "Sana anlatmam gereken bir şey var çok önemli lütfen" derken çektiği kolumu kendime çekmeye çalışıyordum. Fakat sanki beni duymuyordu. Bir bağırdım. "Aşık oldum galiba" durdu, durdum. Tamam bu kadar çabuk karar vermem saçmaydı ama öyle gözüküyordu. Başını bana doğru çevirince omuzumda ki çantayı düzelterek "Neee!" diye çığırdı. Kalakaldım, az önce ki bağrışımı kimse duymadıysa bile bunu işte ki dedem bile duymuştu eminim. Elimle ağzını kapatırken sürükleye sürükleye onu insanların olmadığı bir yere doğru çekmeye çalıştım. Aslında pek insanların olmadığı değil de insanlardan uzak bir yere. Kendisini bir banka oturttuktan sonra poşette ki suyu ve çikolatayı çıkardım. Sıla'ya yemesini söylerken bende kuruyan boğazımı rahatlatmak için su içtim. Aşırı heyecanlıydım.

 

"Şimdi" dedim bütün vücudumu ona doğru çevirirken "Ben buraya senden erken gelmiştim ya, biraz susamıştım, o yüzden su almaya ileride ki markete gittim. Benim tatlıyı ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, böyle orada minik minik tatlı küpleri vardı" sözümü böldü. "Kızım bırak tatlıyı, çikolatayı. Asıl tatlıya geç. Ne oldu, nasıl biriydi her şeyi söyle çabuk çabuk!" onun heyecanı beni gülümsetirken sesim titreyerek devam ettim. "Sıla, bir dur, dinle! Neyse buraları geçelim, ben tatlı alırken o geldi yanıma, ismi Emre'ymiş. Böyle upuzundu. 1.90 dan fazlaydı galiba. Kemikli yüz hatlarına sahipti. Çok kaslı değildi ama zayıfta denmezdi." tersyüzde ki gıpta gibi büyük bir hayranlıkla onu anlatırken Sıla gülümseyerek bana bakıyordu. "Ama görmen lazım, öyle güzel gülüyordu ki.. ve şey şey şey" diyerek ellerimi pervane yaparak ona doğru salladım. Sıla kahkaha atarak

 

"Ney, ney, ney?" dedi gülerek beni taklidimi yaparken. "Giderken şey gibi bir şey dedi ' Ama ben ismini öğrenemedim.'" Sıla sırıtarak beni süzerken "Valla dedi, acaba ben mi uyduruyorum, demedi mi acaba, ben kafayı mı yiyorum? acaba öyle demesini mi istedim?" diye saydırırken Sıla omuzlarımdan tutup "Kızım sakin ol" diyerek gülmeye başladı. Gülüşlerinin arasından "Seni ilk kez böyle görüyorum, çok komiksin!" onun gülüşüne gülerken elim bileğimde ki saate takıldı. "Hadi girelim artık, maça geç kalıyoruz. Zaten bir daha göremeyeceğim onu.." Sıla ile birlikte ayaklanıp maça giderken Sıla kolunu omzuna atarak beni kendine doğru çekti ve "Bir daha karşılaşmayacağını düşünme, kader bu, belki sizi tekrar bir araya getirir hı" umutla yüzüne baktım. Sahiden karşılaşır mıydık? Ben bu durumu daha fazla düşünmezken Sıla'nın kolu omzumda maça girdik. Yerimize oturmamızın ardından bir kaç dakika sonra maç başlamıştı. Karşı takım ve efeler sahaya girerken telefonuma gelen bildirim sesiyle, telefonuma eğildim. Berat mesaj atmıştı.

 

-Abla ben bu akşam Meral'i yemeğe götüreceğim. Dedem evde tek, geç gitme olur mu?" ailemizi kaybettikten sonra dedemi yalnız bırakmamaya çalışıyorduk. Ama bu çocuk maç izlemeyecek miydi? Bu durumu umursamadım ve cevap yazdım.

 

-Tamam. Dikkatli olun!

 

Yazdıktan sonra telefonumu kapatarak çantama attım ve maça odaklanmak için sahaya baktım fakat bir an da fark ettiğim durumla Sıla'nın bacağını tuttum. Maç çoktan başlamış herkes heyecanla izlerken ben bakışlarımı o adamdan ayıramıyordum. Oydu, Emre'ydi. Bütün çekiciliğiyle karşımda duruyordu. Bakışları o kadar sertti ki sanki karşı takımdan birini eline verseler parçalayacak gibiydi. Maça değil ona odaklanmış durumdaydım. Bakışlarım her zerresinde dolaştı. Zıplayıp her topa vurduğunda bende heyecanlanıyordum. Yine öyle bir andayken Sıla'nın sesini duydum.

 

"Duru, niye avel avel gülümsüyorsun." bakışlarımı Emre'den ayırıp Sıla'ya çevirdim. Gülümsüyor muydum? Farkında bile değildim. Yüzümü toparlayıp Sıla'ya baktım. Ellerimi yanaklarına Kulağına eğilerek "Sana dediğim çocuk şu en önde ki" kaşlarını çatıp sahaya baktı.

 

"Nee!" Allah'tan bu kez bağırmamıştı. "Şu smaçör olan mı?" dedi kaşları çatık bakarken

 

"Evet, evet o"

 

"Kızıımm, inanamıyorumm. Bak gördün mü iyi ki getirmişim seni buraya!" dedi. Fakat benim aklım onunla nasıl tanışacağımdaydı...

 

Maç bittiğinde kazanan Türkiye'ydi. Herkes sevinç çığlıkları atarken benim gözlerim kalbimi esir aldığından bir haber olan adamdan ayrılmıyordu.

 

İlk görüşte aşktı o.

 

Aşkın ne olduğu, bilmekle değil, hissetmekle oluyordu.

 

Bilemezsiniz belki ama hissedersiniz.

 

O his kalbinize geldiğinizde mantığınıza veda edersiniz.

 

Ve ben mantığımı bıraktığım günü bulmuştum.

 

Hissediyordum, hiç hissetmediğim duyguları bana tattıracak adam oydu.

 

Hissediyordum..

 

Emre'nin günlüğü..

 

Manzara olduğundan bir habersiz öylece çıktın karşıma Ahu gözlüm.

 

Bir kaç eksik için gittiğim markette çıktın karşıma, öyle duru, öyle güzeldin ki.. Taşa dönmüş, içine sevgi almaya korkan kalbimi parçaladın. Bütün taşlarını toz edip attın. Sen sadece bana baktın ve kalbimin atmasını sağladın. Bunu nasıl başardın anlatsana bana..

Öylece tatlı reyonun da kendinden tatsız ürünlere bakarken tutuldum ben sana. Lezzetli bir şeyler yemek istiyordun ama beklentini kıracak diye emin olamamış kaşlarını çatmış bekliyordun. Yeni şeyler denemek belki de seni ürkütüyordur hı..

 

Sana baktığım da kızaran yanakların içime işlemişti. Göz göze geldiğimizde tüylerim diken diken olmuştu adeta. Seni sevmeliydim ben, seni çok sevmeliydim.

 

Bakışlarında gördüğüm anlamsız sıcaklığa çekiliyordum. Al beni o sıcaklığa, sakla beni, herkesten, her şeyden. Kalırdım ki seninle .. Hiç gitmezdim..

 

Bana müsaade etsen ömrümü bahşederdim ömrüne..

 

Seni sevmeme izin versen Dünyaları sererdim önüne..

 

Ama etkilenmiştin sende, biliyorum. O kızaran yüzün, kaçırdığın bakışlarının ardında benden bir parça vardı hissediyordum..

 

Sen bana bu hayatın armağan ettiği en mükemmel ayrıntıydın ve ben senin kıymetini bilecek o adamdın. Hiç hesapta yokken gelen, bütün fonksiyonlarımı harekete geçiren en mükemmel şeydin sen..

 

Sen aşktın.

 

Aşk sen..

 

Aşkın bir duygu olduğunu söyleyen kişi her kimse sana rastlamamıştı belli..

 

Sen farklıydın işte..

 

Aşkın tanımı sendin..

 

Ben sendim, sende ben olsaydın ya. Dünya'nın en mutlu adamı ederdin beni..

 

Keşke sorsaydım sana ismini ama şuan karşımda yatan gavat Melih yüzünden soramamıştım. Beni orada aramış hiç bir şey alamadan çıkmamı sağlamıştı. Gelince de şaka yaptığını söylemişti. Yahu 23 yaşındaydık biz. Allah aşkına neydi bu haller.. Şimdi de gelmiş gevşek gevşek konuşuyor. Maçı biz aldık ya ego yapıyor kendince..

 

Neyse güzelliğin tanımı, ben şu gevşeği döveyim.

 

Sana iyi uykular..

 

Rüyalarda buluşalım..

 

Duru'nun anlatımıyla

 

Uyuyamıyordum.

 

U-yu-ya-mı-yor-dum.

 

Gözlerimi her kapattığımda farklı senaryolarda görüyordum bizi. İyice deli olmuştum. Hayır nasıl tanışacaktık ki? Yatakta uzanmış ınstagramında dolaşırken ne kadar tatlı olduğunu düşünüyordum. Parmaklarım fotoğrafında dolaşırken kendime gelmek için başımı sağa sola salladım. Bir röportajında ki kesiti izlerken arkadaşlarıyla kahkahalarına, esprilerine bende gülmeye başladım. O ve arkadaşlarını dinlerken nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde uyumuştum...

 

Başımda şiddetli bir ağrıyla uyandım. Kirpiklerimi birbirinden ayırdığımda etraf garip bir şekilde bulanıktı. İlaç almalı ve su içmeliydim. Kurumuş dudaklarımı yalayarak derin derin nefesler aldım. Yine gördüğüm kabuslardan birini görmüştüm. Kırgındım, kızgındım. Bu kadar tedavi sürecine rağmen bu kadar güçsüz olmaktan nefret ediyordum. Bakışlarım netlik kazanınca yorganı üzerimden çekip ayaklandım. Mutfağa giderken sanki biri beni gittiğim yönün tersine çekiştiriyor gibiydi. Üzerimde öyle bir yük vardı ki yürümekte zorlanıyordum. Sonunda bedenimi mutfağa sürükledim ve ilaç dolabından ağrı kesici alarak tezgahın üzerine koydum. Cam şişede ki suyu bardağa boşalttığım sırada dış kapı bir kaç kez tıkırdadı ve ardından açıldı.

 

Meraklı gözlerle kapıya bakarken Berat aşırı hoşnutsuz bir şekilde içeri girdi. Üstü başı dağılmış ve içkili gözüküyordu. Bu çocuk Meral'le yemeğe gitmemiş miydi? Neydi bu haller? Ayaklarımı sürüyerek Berat'a doğru ilerledim. Sarhoştu, kafası bir milyondu şuan. Beni görünce konuşmaya çalıştı fakat elimle ağzını kapatarak odasına doğru sürükledim. Dedem uyanıp onun bu hallerine görürse sarhoş olması umurunda olmaz bir güzel paylardı onu.. Bakışlarımı diktim bakışlarına, gözleri dolu doluydu, acı çekiyordu. Zoraki bir şekilde onu odasına götürüp yatağının üzerine attım. Kollarına açarak uzandı, sadece kalçası ve belden üstü yataktaydı. Dizleri aşağıya doğru, ayakları zemindeydi.

 

"Berat, Berat.." seslenmeme karşılık vermedi. Eğilerek ayakkabılarını çıkardım ve ayak bileğinden tutarak yatağa uzattım. Öküz gibi de ağırdı. Üzerine koltukta duran minik battaniyeyi serdim. Baş ağrım o kadar fazlaydı ki normalde onu ayıltıp bunun sebebini sorardım ama şuan gerçekten uğraşamazdım. İflah olmayan baş ağrım için ilacımı içtim ve tekrar sıcak yatağıma döndüm. Uyumakta ne kadar zorluk çeksem de sonunda başarmıştım.

 

Gece uyandığım anın aksine sabah gayet sağlıklı uyanmıştım. Ağrım falan kalmamıştı. Bugün dersim biraz geç başlayacaktı bu yüzden adam akıllı kahvaltı yapmak istiyorum fakat kahvaltı olmadan önce Berat'a neler olduğunu soracaktım. Sabah rutinlerimi hallettikten sonra üzerime okul için uygun bir kaç parça geçirip, elime düzleştiriciyi kaparak Berat'ın odasına geçtim. Kapıyı açmadan önce bir kaç kez tıklattım fakat hiç ses gelmedi. Yüksek ihtimalle hala uyanmamıştı. Girmek ve girmemek arasında kaldım onunla konuşmalıydım ama uyandırmakta istemiyordum. Kapıyı son kez duyması için tıklattım fakat yine hiç ses gelmemişti. Endişelenmiştim. En azından nasıl olduğuna kapının ucundan bakmalıydım değil mi?

 

Yavaşça kapının kulpunu sardı parmaklarım, emin olmak ve olmamak arasındaydım. Sadece uyuduğunu görmek bile benim için yeterdi şuan. Aşağıya indirerek kapıyı araladım, yatakta uyumasını bekleyen beynim, yatağın boş olmasıyla dumura uğradı. Hızlıca odaya girdim. Yatak dağınıktı banyodan su sesi falan da gelmiyordu. Önce seslendim fakat yine ses gelmedi. Banyo kapısını aralayarak içeri baktım.

 

Yoktu!

 

Saat 8'di. Bu saatte normal şartlarda asla uyanmazdı ve dün ki hali zaten ortadayken şimdi nerede olabilirdi bu çocuk. Elimde ki düzleştiriciyi bırakarak alt kata kahvaltıya indim belki ordadır diye. Dedem başköşeye kurulmuş Hilal ablanın ona sunduğu kahvaltıyı yiyordu. Beni görünce gülümsedi ve

 

"Günaydın Duru, hadi yemek ye! çırpı gibi kalmışsın." dedi gülerek. Bunu kötülüğünden demiyordu biliyordum iyiliğimi düşünüyordu. Dedeme zoraki bir biçimde gülümsedim. "Yok dede aç değilim benim acil çıkmam lazım da telefonu unuttum yukarda onu alayım çıkacağım."

 

Dedem önce sustu ardından ben merdivenden çıkarken "Dışarıdan bir şeyler al ve ye aç dolaşma" dedi, derin bir nefes alarak gülümsedim. İçimde ki dedeme sarılma isteğimi bastırarak aklımda endişelenmeme sebep olan Berat'ı aramak için yukarı çıktım. Odamda komodinin üzerinde duran telefonumu alarak hızlıca Berat'ı aradım.

 

Çaldı..

 

Çaldı..

 

Çaldı..

 

Ama açan olmadı, kalbimde hissettiğim sızı, endişe midemi bulandırmaya başlamıştı. Göğsüm ve midemin arasına oturan, yutkunmama engel olan bir his.. Dün ruhumda uçuşan kelebekler bugün zamanı dolmuş gibi hareketsiz kalmış üstüne bir de ağırlık yapıyorlardı. Berat'ın tek bir arkadaşının numarası vardı bende, hızlıca onu aradım. Stresten ayağımı sallıyor, bir o yana bir bu yana dönüp duruyordum. Dün ki hali hal değildi. Telefon çaldı, çaldı, çaldı ve en sonunda açtı..

 

"Mert! Berat'a ulaşamıyorum sizinle mi?" dedim içimde ki öfkeyi belli etmemeye çalışarak.

 

"Evet Duru abla, bizimle sen endişelenme biz biraz der.."

 

"Hayır" dedim öfkeyle "Berat'ı görmek istiyorum, onu göreyim. İyi olduğunu bileyim giderim."

 

Bir kaç fısıldamanın ardından "Tamam abla, ben konum atıyorum şimdi gözlerimi yumdum ve sıkıntıyla nefes verdim. O karanlık, kapkaranlık yük gitmişti içimden ama neler oluyordu? Bu çocuk niye benden kaçıyordu?

 

Berat'a ne olmuştu?

 

Ayakkabılarımı dolabımdan çıkararak giyinirken bir yandan da gözüm Mert'in atacağı konumdaydı. Hızlıca çantamı koluma takıp telefonumu alarak dolmuş durağına gittim. Mert ben oraya gidene kadar çoktan konumu atmıştı, konuma bakarak dolmuşa bindim. İndiğim yerden birazcık yürüyünce varmış olacaktım. Yol biraz uzundu ve ben ayakta gidiyordum, üstelik tıklım tıklımdı. Yolun bitmesine az kala sıcaktan başım dönmeye başlamıştı. İnsanların bu kadar fazla olması ve dar alanda kalmanın da payı vardı tabi ki bu baş dönmesinde. Sonunda ineceğim yere geldiğimde

 

"Müsait bir yerde lütfen" zorlukla konuşmuştum. Sonunda dolmuş durmuş ve ben nefes almak için dışarı atmıştım kendimi. Dolmuş ilerlerken bende bir kaç adım atmıştım. Bakışlarımı netlik kazanması için kırpıştırırken onu gördüm yada gördüğümü zannettim. Açlıktan ve sıcaktan kendimi kaybetmek üzereydim. Kemikli yüzü ve en az benim kadar şaşkın olan ifadesiyle karşımdaydı, emin oldum o an..

 

Biz birbirimiz için yaratılmıştık..

 

"Sen, sen o.." cümlemi tamamlayamadan bakışlarım karardı ve bacaklarım işlevini yitirirken yığıldığımı hissettim..

 

Loading...
0%