Yeni bir bölüm ile karşınızdaydım.
Bu bölüm de Evren ve Sena'yı biraz daha tanıyacağız.
Umarım beğenirsiniz.
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın.
İyi okumalar.
14 YIL ÖNCE
13/04/2010
Günlerden Salı aylardan Nisan. Evren uzun zaman Sena'nın yanına gelmedi. Oysa Sena Evren'i kardeşleri ile tanıştıracaktı. Sena fazla ayakta durduğu için uyuşan ayaklarını bir kez daha ovaladı. "Off, Evren yeter ya. Gel artık nolur."
Tabii Evren'in Sena'nın bu isteklerinden haberi vardı ama dedesi bırakmıyordu. Dedesi Adnan Demir ise bu küçücük istekleri gözü görmeyecek kadar kör olmuştu.
Adnan Demir namıdiger; Demir Adnan
Bu lakabı tabii ki kolay almadı bir çok insanın canına kıyarak yer altı dünyasının en üst mertebesine ulaşan Adnan Demir. Bu yolda gözü kendi kanından olan kimseyi görmedi. Hatta o kadar gözleri kör oldu ki bu yolda intikam uğruna kendi oğlunu dahi torunlarının gözü önünde öldürdü. Evren'in babası ve annesi, Ender ve Çiğdem çifti kurtulmak istemişti. Çocuklarını da alıp şehri terk etmek istemişlerdi. Ta ki Adnan onları öldürene kadar.
Aslında onlar da ölümden kaçıyorlardı. Bir ölümden kaçarken bir ölüme tutulmuşlardı. Ecel onları bulmuştu. Adnan sadece Çiğdem'i öldürmek istemişti ama Ender karısını ve çocuklarını korumak için Çiğdem'in önüne geçti. Adnan'ın silahından çıkan kurşun kendi oğlunu bulmuştu. Daha sonra tekrar Çiğdem'e doğrulttu ve Çiğdem'i vurdu. Bütün bu olanlara şahit olan iki kardeşten biri olan Evren bu anları asla unutmadı. Ama daha üç yaşında olan kız kardeşi bu olanları hiç hatırlamadı. Evren ise kardeşinin hatırlamaması için elinden geleni yaptı.
Sena bu olanları daha öğrenememişti. Sena gerçekten büyüdüğü zaman öğrenecekti. Evren'i beklemekte ne kadar aptallık yaptığını, Evren'in çok büyük bedeller ödediğini sonradan öğrenecekti. Ama Evren bugün Sena'ın yanına gelecekti. Çünkü söz vermişti 'Geleceğim ve kardeşlerin ile tanışacağım' demişti.
Sena utandığı için kimse ile tanıştırmamıştı. Ama abisi hariç herkes biliyordu. Sena'nın ortalardan kaybolup nereye gittiğini biliyorlardı. Ama Sena onlara açıklayana kadar susma kararı almışlardı. Bir tek Alev'e anlatmıştı. Bir kaç sefer Alev'de Evren'i izlemişti. Ama Sena kadar mutlu olmamıştı. 'Ben gidiyorum. Sen istediğini yap canım.' diyerek bırakmıştı Sena'yı.
Şimdi ise sekiz yaşında ki Sena ÇocukSev yetimhanesinin bahçesinde bankta oturmuş Evren'i bekliyordu. Yetimhanenin Müdür Yardımcısı Sevgi Hanım'ın birçok uyarısına rağmen orada oturup bekledi Evren'i. Hafiften rüzgar esmeye başlamıştı. Öğlen vakti olsa da esen rüzgar ile Sena üşümeye başlamıştı. "Off.. Evren yeter ya. Donuyorum burada gel art-" cümlesini tamamlıyamadan Evren yetimhanenin kapısında görünmüştü.
Başını utanç ile yere eğmiş olan Evren aslında geç kaldığı için değil, elinde tuttuğu papatyayı Sena'ya nasıl vereceğini düşünüyordu. Çünkü Sena abisinden biraz bahsetmişti. Göğüsünü kabartarak 'Benim abim çok güçlü. Kocaman elleri var. Herkes ondan korkuyor' demişti. Tabii ki abartmıştı, Serdar o kadar güçlü değildi. Diğer çocuklara göre sadece birazcık büyüktü o kadar.
Evren ne kadar yavaş gelse de Sena artık daha fazla bekleyemiyecekti. Koşar adım Evren'in yanına geldi. "Sen neredesin ya? Beklemekten ağaç oldum. Bu kadar geç geleceksen söz verme bir da-."
Sena'nın çirkefleşmesi Evren tarafından burnuna dayanan papatya ile son buldu. Ama yine de burnundan kıl aldırmayan bir eda ile bir adım geri çekildi. Kollarını göğsünde bağladı.
"Bu ne?"
"Papatya."
Oysa biliyordu. Bal gibi de biliyordu. Çünkü saatlerce Evren'e papatya sevdiğini anlatmıştı. Hem de bir kere değil defalarca anlatmıştı. Evren ise hiç sıkılmadan dinlemişti.
"Niye aldın peki?"
Aslında yolda gelirken görmüştü. Ve Sena'dan nasıl özür dileyeceğini bilmiyordu. Beni affeder diye düşündü ve papatyayı koparmıştı. Ama bunu Sena'dan gizlemeyecekti. O yüzden direk söyledi. "Beni affetmen için."
Sena'nın tribi buraya kadardı. Kollarını çözdü ve papatyayı eline aldı. Elinde ki papatyaya baktı. Papatya annesinin en sevdiği çiçekti. O yüzden hep papatya severdi. Bir tek Evren'e anlatmıştı. Annesini, babasını her şeyini anlatmıştı. Sena papatya da olan bakışlarını Evren'e dikti. Bir an bile düşünmeden kollarını Evren'e sardı. Evren şaşkınlıktan gözlerini kocaman açmıştı. Çünkü bunu beklemiyordu. Ama krizi fırsata çevirdi ve Sena'ya sarıldı. Aralarında ki boy farkını kimse dert etmedi. Sarılmaları yanlarına gelmiş olan Alev, Egemen, Mert ve Yavuz ile bölündü.
"Evren sen misin?" diye sordu Mert.
"Mert sen de biliyorsun." diyerek Mert'e cevabını verdi Alev.
Çoktan ayrılmıştı Sena ve Evren. Sena kimse görmeden elindeki papatyayı yapraklarını incitmeden pantolonun cebine koydu.
"Evren bak bunlar kardeşlerim." Eli ile kardeşlerini gösterdi. Sonra utanarak devam etti. " Bu da Evren." Tekrar Evren'i işaret etmek istedi ama eli kalkmadı,utandı.
Durumu anlamış olan Alev ılılımlı bir ses tonu ile konuştu. "Hadi oturalım. Öyle tanışalım."
Alev, Sena ile aynı yaşta olmasına rağmen daha zeki idi. Mert ile Alev banka oturmuştu. Evren oturacaktı ki Yavuz ondan önce davranarak oturdu. "Aaa. Neyse sen ayakta da durabilirsin degil mi? Dünya."
Yavuz, Evren ile dalga geçmek için ona Dünya demişti. Herkes kıkırdarken Evren utanmıştı. Bunu fark eden Sena hepsine 'siz kötüsünüz' bakışı atıyordu.
"Ben bir lavaboya gideyim. Hemen geliyorum." Diyerek yanlarından ayrıldı. Aslında lavaboya filan gitmiyordu. Evren'in verdiği papatyayı defterine yapıştırmaya gidiyordu. Odasına geldiğinde yatağının yanındaki komodinin alt çekmecesinde sakladığı annesinden kalmış olan defteri çıkardı. Boş bir sayfasını açtı. Diğer sayfalar Sena'nın günlüğü idi. Çiçeği defterin sayfasına yapıştırdı. Yanına küçük bir not düştü.
Evren benden özür diledi.
Hızlı adımlar ile odadan çıktı. Bahçeye çıktığın da ise olan görüntü hiç şaşırtıcı değildi. Herkes Evren'in de dahil olduğu yakalamaç oyunu oynuyorlardı. En sevdikleri oyundu yakalamaç.
Bu günü de böyle bitirdiler. Aslında bir çok günü böyle bitirdiler. Önce kavga ettiler sonra oyunlar oynadılar. Yavuz, Evren'e 'Dünya' diyerek dalga geçti. Evren her geç geldiğinde Sena'ya bir tane papatya getirdi. Evren asla sesli özür dilemedi. Ama Sena her zaman onun özür dilediğini anladı.
GÜNÜMÜZ
SENA DOĞAN
Boş bakışlar ile bakıyorum etrafa. Ne olduğunu algılıyamıyorum. Dakikalardır yaptığım gibi elimdeki küçücük, özenle yazılmış nota bakıyorum. Yanımda Alev vardı. Kolunu bana sarmış yerde oturuyorduk. Ağabeyim ise bilmem kaçıncı sinir krizini geçiriyordu. Ama bu hikâyede yanan Egemen oldu. Çünkü boş boğazlık yapıp saçma sapan savunmalar yapmıştı. Ağabeyim bu saçma cümleler ile artan siniri ile yüzüne attığı sayısız yumruk sonucu dudağı patlamıştı. Sol gözünün ise morarması yakındı. Ağabeyim bütün bunları sadece tek kolu ile yapmıştı. Şu an Allah'a çokça şükür ki diğer kolu sargılıydı. Ben bunun için şu an şükrediyorum.
Ağabeyim sövmeye devam ederken hala elimdeki nota bakıyordum. Arada ise karşımda yaprakları her bir köşeye savrulmuş, Evren'in aldığı papatyalara bakıyordum. Hiç bir isim yoktu. Ama Evren almıştı.
Bir tek Evren bana papatya alırdı. Papatya benim en sevdiğim çiçekti. Herkes bilirdi ama kimse bana papatya almazdı. Ben daha sekiz yaşındayken bile bana Evren papatya alırdı. Bir tek onun bana almasına izin verirdim. Ama her zaman almazdı. Yetimhanenin karşısında bir inşaat vardı. Evren o inşaatta çalışıyordu. Biz o zaman tanışmıştık. Ben her gün Evren'i orada çalışırken izlerdim. Evren ise bazen kaçıp yanıma gelirdi.
Bir süre sonra, o zamanlar da bile kardeşim dediğim Egemen, Alev, Mert, Yavuz ile tanıştırdım. İlk o zaman almıştı bana papatya. Zaten çok geçmeden Evren dedesini getirmişti. Dedesi ile tanışmıştık. Çok sonradan öğrenmiştim ki, Evren bizimle oturduğu bir kaç saat için aslında çok büyük bedeller ödermiş. Aslında bedel ödemeye çok küçükken başlamış. Bazen ise gelemezdi. Günlerce gelmezdi. Geldiğinde ise elinde papatya olurdu. Aldığı her papatyayı kimsenin bilmediği annemin som hatırası olan defterime yapıştırmıştım.
Evren bana papatya aldığı zaman özür dilerdi. Ama asla sözlü olarak özür dilemezdi.
Şimdi ise aylar öncesi için özür diliyordu. Oysa ben ona hiç kırılmamıştım. Ama notta yazılı olduğu gibi;
Küçük Sena kırılmıştı.
Küçük Sena çok ağlamıştı.
Aslında o zaman büyümüştüm. Küçük Sena'yı içime o zaman hapsetmiştim. Kendime baştan bir karakteri o zaman yazmıştım.
"Sena hadi kalk gidelim. Bak elbisen zaten açık üşütürsün burada."
Alev benimle konuşmaya çalışıyordu. Benim ağzımdan tek bir harf çıkarmaya halim yoktu. Kafam çok karışıktı. Evren beni bulmuştu. Daha çocukken bana verdiği sözü yine tutmuştu. Gözümü karşımda duran, yaprakları kopmuş papatyalardan alamıyordum.
Yavaşça yerden kalktım. Vücudum da güç kalmadığı için topuklu ayakkabı üstünde duramadım. Yere eğilmeden ayağımda ki ayakkabıları çıkardım. Omuzlarım çökmüş bir şekilde ağabeyimin yere fırlatıp daha sonra sağa sola saçtığı papatyaların yanına geldim. Dizlerimin üstüne çöktüğümde gözüme bir tane papatya ilişti. Hemen elime yapraklarının yarısı olmayan papatyayı aldım. Avuç içime bastırdım. Sanki yıllar önce verilmiş gibi bir hissiyatı vardı. Bir elimde yarısı olmayan papatyayı tutarken diğer elimle yerde kalan papatyaları toplamaya başladım.
Toplarken ağabeyimin kırdığı bardağın parçası avuç içime battı. Ama elim acımıyordu. Onun yerine sırtımda izi kalmış kemer izlerinin, piç insanların sırtımda söndürdüğü sigaraların yerleri acıyordu. Ancak bu kadar dayanabilmiştim. Az önce bir damla gözyaşı dökmeyen ben, elime cam battı diye ağlamaya başladım. Sadece ağlıyordum. Haykırarak ağlıyordum. Canımın bütün acısını gözyaşlarımdan çıkarıyordum. Elimde ki papatyayı biraz daha sıktım. Ben bunların hiç birini hak etmemiştim.
"Abiciğim hadi gidelim."
Gitmek istemiyordum. Sadece bu ana hapsolmak istiyordum. Gitmek istemediğimi belli etmek adına kafamı iki yana salladım. "Sena hadi canım. Ne olursun hadi kalk." Alev yalvaran ses tonu ile konuşuyordu.
"Alev beni rahat bırakın. Gitmek istemiyorum."
Ağladığım için sesim çatallı çıkmıştı. Evren'in bana papatya aldığı anda kalmak istiyordum. İstemsiz olarak ileri geri sallanmaya başladım. Bir yandan da Evren'in adını sayıklıyordum. Evren'in adını sayıklarken ölecekmiş gibi hissettim. Sanırım sadece bir his değildi, ben gerçekten ölüyordum. Elimden akan kanı diğer elim ile durdurmaya çalıştım. Ama olmuyordu kan durmuyordu. Elimdeki papatya kan olmuştu. Terliyordum, sanki bir ateş varmış ve hemen sırtımdan bana vuruyormuş gibi hissediyordum. Ama bunun tam tersi olarak üşüyordum. O kadar üşüyordum ki titrememe engel olamıyorum. İstemsiz olarak ileri geri sallanıyordum.
Yaklaşık bir yıl önce yaşananlar çığlıklarım, acılı feryatlarım ve ugradığım ihanet. Hepsi gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Bağırmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Haykırmak istiyordum. Yaşadıklarımın hesabını sormak istiyordum ama kalkacak gücüm yoktu. Yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başlıyordu. Hayır uykum yoktu. Sanırım kriz geçiriyordum. İlk defa duygularımı kontrol edemiyorum. Artık gözlerim kapanırken son kez Egemen'in korku dolu gözlerini ve ağabeyim ile Alev'in panik olmuş seslerini duydum.
"Abiciğim aç gözlerini."
"Duyuyormusun beni. Sena kapatma gözlerini. SENA!"
İLAHİ BAKIŞ AÇISI
Sena panik atak krizi geçirmişti. Yıllarca aldığı duygu kontrol eğitimini burada yapamamıştı. Nasıl yapsın ki ?
Egemen panik olmuş bir şekilde Serdar'a döndü, "Abi ne yapacağız?"
"Egemen arabayı çalıştır. Sena'yı alıp geliyorum. Alev, Sena'nın eşyalarını al."
Serdar, Alev ve Egemen'e emir yağdırırken Sena'nın üstüne kendi ceketini örtmüştü. Kardeşi için endişelenmişti. Kardeşini kucağına aldığı gibi ayaklandı. O sırada Sena'nın eşyalarını almış olan Alev, Serdar'ın Sena'yı kucağına alırken Sena'nın elinden kayıp düşen kanlı papatyayı da aldı ve hemen peşlerine takıldı. Egemen sürücü koltuğunda onları bekliyordu. Serdar geldiği zaman arabadan indi, arka kapıyı açtı. Serdar kardeşini arka koltuğa bıraktı. Alev de arka koltuğa geçti. Sena'nın kafasını dizlerine yasladı.
"Abi nereye gidelim?"
"Egemen benim eve gidiyoruz."
Serdar Egemen'e gidecekeleri yeri söylediğinde Egemen kafasını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Serdar telefonunu çıkardı. Her başı sıkıştığında aradığı arkadaşı İsmet'i aradı. Dördüncü çalışta açıldı telefon.
"Hayırdır kardeşim gecenin bu saatinde niye aradın. Yoksa o kolunla kavgaya karışmadın değ-"
Arkadaşının boş boğazlığından şikayetçi olan Serdar arkadaşının sözünü kesti. "Çok konuşma doktor. Benim eve gel. Çantaların hepsini al gel."
"Tamam geliyorum. Kurşun ile yaralanma var mı?"
"Hayır bayıldı."
"Kim ve neden."
"Kardeşim İsmet, kardeşim bayıldı. Ne biliyim ben neden bayı-"
Serdar'ın bütün sinirini İsmet'ten çıkarması Alev'in araya girmesi ile son buldu. "Panik atak krizi geçirdi."
Alev'den aldığı bilgi ile tekrar telefona döndü. "Panik atak krizi geçirmiş."
"Tamam abi. Hemen geçiyorum senin eve."
Cevap verme gereksiminde bulunmadan telefonu kapattı. Serdar ile İsmet bir kaç yıl önce tanışmışlardı. İkisine de sorsan ne zaman tanıştıklarını hatırlamazlardı. Ama sıkı dost olmuşlardı. Serdar şimdi oturduğu eve geçen sene taşınmıştı. Önceki evinin altında bir kıraathane vardı. Kıraathane de kavga çıkmıştı. Yaşlı amcaların sözlü tartışması mahalle kavgasına dönmüştü. Eline sopa alan koşmuştu. Kavga büyüdükçe büyümüştü. Kavga sesini duyan Serdar daha fazla dayanamamış o da kavgaya karışmıştı.
Kimse birbirini göremeyecek kadar ortalık karışmıştı. O sırada fark etmişti hunharca dayak yemiş İsmet'i. İsmet'in karşısında en az on yaş büyük olan biri vardı. Ismet'in karşısında ki adamı Serdar ensesinden tuttuğu gibi fırlatmıştı. Daha sonra İsmet'i dövmüş olduğu sopa ile dövmüştü adamı. Serdar sadece o adam ile kalmamış bir çok kişiyi özellikle kendinden küçük kişilere güç gösterisi yapanları dövmüştü. Tabii ki Serdar da yara almıştı. Ama en büyük yarası kolun da idi. Çünkü gerizekalının biri koluna bıçağı takmıştı. Polis sirenleri duyulunca Serdar hızlıca evine çıkmıştı. Ama fark etmediği bir şey vardı o da; peşinden gelen Pratisyen Hekim İsmet.
O gün Serdar'ın yarasına bakmıştı. Daha sonra günlük pansumana gelmişti. Bu şekilde muhabbetleri ilerlemişti. Daha sonra ne zaman başı sıkışsa İsmet'i eve çağırırdı. Hatta şu anda ki yaralarını da İsmet sarmıştı.
Eve gelmişlerdi. Hepsi hızlıca arabadan indiler. Serdar tekrar Sena'yı kucağına aldı. Üçüncü katta olan evine asansör yerine merdivenleri tercih etti. Alev hızlıca peşinden gelirken Egemen arabanın kapısını kilitledi. O da hızlıca peşlerine takıldı. Serdar'ın evinin anahtarını zaten İsmet'e vermişti. İsmet çoktan gelmiş olması lazımdı.
"Alev kapıyı çal."
Alev kapıyı çaldı. İçeriden İsmet'in 'Geldim' diyen sesini duyunca Serdar yanılmadığını anladı. Kapı açılınca İsmet'in kenarı çekilmesini beklemeden içeri adeta daldılar. Serdar'ın evi 2+1 di. Yani
toplam üç odası vardı. Kapıyı açtığın zaman direk salona geçiliyordu. Salon ve mutfak birdi. Evi biraz Amerikan evlerine benziyordu. Salondan ise kalan odalara dağılıyordu. Bir tanesi Serdar'ın yatak odası, diğer odası evine ara sıra geldiklerinde kalması için Mert ve Egemen'e aitti. Son oda ise Sena'ya aitti.
Aslında Sena'nın çocukluğuna aitti. Serdar, Sena'nın küçükken istediği ama alamadığı oyuncakları koymuştu o odaya. Sena ara sıra gelir kalırdı o oda da. Ama son bir senedir hiç kalmamıştı. Mert ve Egemen'e ait olan odada kalmıştı. Serdar az çok anlamıştı dönen olayları. Ama Sena anlatana kadar susacaktı. Öyle de yaptı. Sustu. Ama bugün her şeyi bilecekti. Her şey bugün açığa çıkacaktı.
Sena'yı kendi odasına bıraktı. Bir yıl sonra bu odaya baygın bir şekilde girmişti. İsmet, Sena'nın yanına gitmiş kontrollerini yapıyordu. Bu sırada Alev, Egemen'in kulağına eğildi.
"Senin salaklığın yüzünden buradayız."
"Ben ne yaptım ya? Yine günah keçisi ben oldum."
"Ne mi yaptın? O kutuyu ortadan kaldırsaydın bunlar başımıza gelmezdi."
Egemen yaptığı hatanın farkındaydı. Ama hatasını görmezden gelecekti. Çünkü açıklayacak bir kelime yoktu. Nereden bilebilirdi ki işin buraya kadar geleceğini?
"Sena'ya bir şey olmaz değil mi?"
"Salak salak konuşma Egemen! Sena o, tabii ki bir şey olmaz."
"Serdar sıkıntı çıkarmaz umarım."
Egemen oflayarak önüne döndü. Bütün bu konuşmanı şahidi olan Serdar konuşmaya dahil olacaktı ki İsmet, Serdar'a seslendi.
"Abi bu kız içki mi içti?"
Serdar, Alev'e döndü. Sena'nın elinden almak istemişti. Ama Alev 'karışmayın ne gerek var. Bir biradan bir şey olmaz' diyerek engel olmuştu. Serdar'ın imalı bakışına dayanamayan Alev, İsmet'in sorusunu cevapladı. "Bir kaç teneke bira içti."
"Kaç teneke peki?"
"Dört veya beş. Emin değilim."
Alev'in cevabına sinir olan Serdar kapıyı çarparak odadan çıktı. İsmet açıklamasını kafası hafif güzel Alev'e değil, Alev içki içtiği için; içki içmeyen Egemen'e yaptı.
"Tansiyonu çok yükselmiş. Bira içtiği için bayılmaz. Ama anladığım kadarı ile panik atak geçirmiş. Bu yüzden bayılmış. Ben serum veremem. Kendisinin uyanması gerekiyor. Ama yarın kesinlikle doktora gitmesi gerekiyor. Kontrollerini yaptırsın."
Anlatılanı büyük bir ilgi ile dinledi Egemen, Alev ise yav he he modunda idi.
Egemen, "Tamam kardeş, sağol. Sen gidebilirsin."
İsmet kafasını aşağıya yukarıya sallayarak odadan çıktı. Ardından evden çıktı. Egemen, Alev'in koluna girerek salona götürdü. Serdar üçlü koltuğa ayaklarını uzatmış yatıyordu. Alev ve Egemen karşısındaki üçlü koltuğa efendi bir şekilde oturdular. Çünkü bugün hesap günüydü. Serdar daha fazla bekleyemedi. Koltukta ayaklarını yere indirdi. Oturuşunu düzeltti.
"Mert'i ara. On beş dakikaya burada olsun."
"Abi hastaneden buraya gelmesi en az kırk dakika sürer."
"O zaman on beş dakika da gelsin."
Egemen oflayarak Mert'i aradı. İlk çalışta açılan telefona Egemen içinden sövdü. Telefonun açılması demek çok hayırlı olmayan şeyler demekti.
"Alo. Abi on beş dakikaya Serdar'ın evine gel."
"Niye lan?"
"Eeee şey. Şimdi şöyle oldu..."
Arkadaşını çok iyi tanıyan Mert adeta kükredi. "Uzatma lan!"
"Serdar hediyeyi buldu."
"Hassiktir. Peki ondan mı gelmiş?"
"Ondan gelmiş."
Egemen'in cevabından sonra Mert telefonu kapattı. Ayşegül'ün yanından ayrılan Mert hızla buraya gelecekti. Hepsi sessiz bir anlaşma ile bu konuyu açmamışlardı. Ama bugüne kadar bastırılan şeyler artık gün yüzüne çıkacaktı.
SENA DOĞAN
Bir insan gün içinde kaç kere bayılır?
Bir gün de iki kez bayılmış olmanın şokunu yaşıyordum. Uyandığım da üstüme pembe peluş bir gecelik vardı. Ağabeyimin benim için yaptığı ama benim son bir yıldır kapısının önünden bile geçemediğim odadaydım. Her şeyi hatırlıyordum. Keşke düşerken kafamı çarpsaydım da şu an hiç bir şey hatırlamasaydım. Bu fikir çok makuldü. İçeriden Alev ve Ağabeyimin sesi geliyordu. Büyük ihtimalle tartışıyorlardı. Egemen neredeydi? Merak ediyorum ama dışarı çıkacak cesaretim yoktu. Biliyorum ki artık her şeyi anlatma vakti gelmişti.
Zil çalmıştı. Ardından Alev'in " Ben Sena'ya bakayım. Uyanmış mı?" sesi geldi.
Alev'in buraya geleceğini anladığım da oturduğum yatakta kendimi sırt üstü bıraktım. Eş zamanlı olarak Alev odaya girdi. Üstünde ki bordo elbiseyi çıkartmış bedenlerimiz aynı olmasına rağmen benim gecelik takımlarından değil, Egemen'in sweatshirtlerinden birini giymişti. Odaya girdiği gibi konuşmaya başladı."Kızım kalk artık."
"Kalktım zaten."
"Niye gelmiyorsun o zaman?"
"Sence? Neden geliyim?"
"Abine ben değil sen hesap vereceksin!"
"Yiyorsa sen anlat."
Alev büyük bir göz devirme eşliğinde yatakta yanıma oturdu. Alev'e döndüm. Yavru kedi bakışlarım ile asıl sormam gereken soruyu sordum.
"Alev. Canım kardeşim, en sevdiğim kardeşim. Kızıl saçlım."
Alev yüz buruşturuyordu. Ama onunda bu iltifatları sevdiğini biliyordum. "Söyle Sena lafı uzatma."
"Abim çok mu sinirli?"
"Kızım abine sinirli demek az kalır. Abin şu anda sinirin ilk ve tek bayisi."
Hafifçe kıkırdadım. Gerçekten ağabeyim ve siniri çekilmez bir şeydi. Zaten en son ki sevgilisi ağabeyinden bu yüzden ayrılmışlardı. Sevgili konusunda bana her ne kadar kızsa da ağabeyimin de defteri baya kalabalıktı.
"Alev, sen de yanımda olursun değil mi?"
"Sadece ben değil Egemen Mert'i aradı."
"Yani?"
"Yanisi ben, Egemen ve Mert varız."
Cevabını bildiğim halde Yavuz'u sordum.
"Peki Yavuz. O gelmedi mi?"
"Aynen. Yavuz'u çağıralım bir de kan çıksın. "
"Tamam ya sustum"
Alev elimden tutarak kaldırdı. "Hadi kalk içeriye gidelim." Oflayarak peşine takıldım. Odadan çıktığımız da zaten salona adım atmış bulunuyorduk. Karşılıklı iki tane haki yeşili üçlü koltuk vardı. Üçlü koltukların yanına ise iki tane açık bej rengi tekli koltuk koymuştuk. Abim ve Egemen aynı koltukta oturuyor, Mert ise tekli koltuğa rahat bir tavırla kurulmuştu.
Ağabeyimin karşısına ben, Egemen'in karşısına Alev oturdu. Ağabeyim sinirliydi. Her hâlinden belli. Sağ elini yumruk yapmış ama sol eli ile gizliyordu. Egemen ise sakin görünmeye çalışıyordu. Ama onu da korkutan birşey vardı. Belki de anlatacağım şeyden korkuyorlardı. Alev herkesten çok biliyordu. Hastanede kalırken saatlerce başımda beklemişti. O zaman zorla anlattırmıştı. Mert'de bir çok şeyi biliyordu. Ağabeyimden korkmayan tek kişi Mert'ti. Ağabeyimin ise korkutmadığı tek kişi Mert'ti. Araların da iki yaş vardı ama ikisi hep daha iyi anlaşırdı. Bazen ağabeyim ve Mert'in arasındaki ilişkiyi ben bile kıskanırdım.
"Sena altı metrekare halıyı izlemeyi bırak yüzüme bak!"
Ağabeyimin sesi ile içine girmek istediğim halıdan bakışlarımı ayırdım.
"Sana bakıyorum. Ne oldu?" Sanki karşımda benden yaşça küçük biri varmış gibi, 'hayırdır ne oluyor' dercesine kafa hareketi yaptım.
İşaret parmağını bana dogrultarak konuşuyordu. "Ben de değil sen de bir şeyler oluyor."
"Bende bir şeyler olduğu yok. Olmuş olsa zaten..."
"SENA YETER ARTIK. BENİMLE KELİME OYUNU OYNAMA!"
Ağabeyim bağırması ile herkes irkilerek bana baktı. Benim de onlardan bir farkım yoktu.
"Abi biraz sakin mi olsan?"
Mert, Egemen'i kaldırmış, onun yerine oturmuştu.
"Sakinim ben. Anlat Sena geçen bir yılda neler oldu? Bu gün gelen o papatya ne alaka? Sakın bana abi biz ajanız, yok biz yemin ettik, ondan sonra iş gizliliği felan deme. Güzelce anlat. Hiç kızmayacağım."
Bize daha önce sorduğunda hepimiz iş gizliliği diyerek anlatmamıştık. Ama şimdi anlatacaktım. Anlattıklarımın altından Alev nasıl kalkacaktı? Çözüm basitti; Alev'i üzmemek için bazı yerleri kırparak anlatırdım.
"Abi hiç kızmayacaksın değil mi?"
"Sana kızmayacağım. O yüzden şimdi anlat. Başka zaman bu kadar sakin olamam."
Ağabeyimin ılımlı ses tonu ile biraz da olsun cesaretlenmiştim. Vakit kaybetmeden konuşmaya başladım. "2022 yılında yirmi beş gün esir düştüm."
"Bunu biliyorum Sena. O yirmi beş gün de ne oldu?"
"İşkence gördüm." Alev gözlerini kapatmıştı. Benim işkence görmüş olmamdan kendini suçlu buluyordu. Ama en masum kişi Alev'di.
"Abiciğim, canım kardeşim, herşeyim. Bana bilmediğim şeyleri anlat."
"Bana işkence eden Evren'in dedesi Adnan Demir. Ve..."
"Ve ayrıca peşimize suikastçı gönderip Ayşegül'ü vurduran da Adnan Demir." Mert benim cümlemi tamamlamıştı. Ağabeyim ise karşıda apışıp kalmıştı. Benim işkence gördüğümü biliyordu. Ama ayrıntıları bilmiyordu. Kendini biraz da olsa toparlamış olan ağabeyim yüzüme baktı. Madem bir şeyleri öğrenmek istiyordu o zaman tam öğrenecekti. Derin bir nefes alıp devam ettim.
"Benim işkenceye uğramama sebep olan ise Evren..."
Sesli dile getirmiş olmam boğazıma bir yumru oturmasına sebep olmuştu. Zaten bugün beni aradığından itibaren aklımda onun güzel, erkeksi ama bir o kadar da naif sesi dolanıyordu. Oysa sadece dört kelime söylemişti. Bana yetmişti dört kelime. Uzun zaman olmuştu onun sesini duymayalı.
Sahi ne kadar olmuştu?
Cevap basitti. Tam 569 gün olmuştu.
Ve yine iki elin parmağını geçmeyecek kelimeler söylemişti. Duyduğum son sözleriydi onlar. Ama o kelimelerinden sonra büyümüştüm ben. Hayatımın dönüm noktasıydı. Evren beni hiç aramamıştı. Her ne kadar kızıyor olsamda bende aramamıştım. Şu an ne yapıyor diye düşündüğüm her an içim de büyüttüğüm küçük Sena büyük bir çığlık atmıştı.
Peki aramasını istiyormuyum?
Bu sorunun cevabını verebileceğimi sanmıyorum. Çünkü ona söylemek istediğim şeyler var. Ama ağzımı açarsam söyliyeceğim tek şey, ona olan hayal kırıklığım olur.
İhanet nedir?
İhanet ne kadar ağırdı?
İhanet etmek mi ağır, yoksa ihanete uğramak mı?
Bence, şüphesiz en ağırı yapılan ihanete göz yumarak kendini suçlu bulmaktı.
Tam olarak benim yaptığım gibi. Evren'in ihanetine göz yummuştum. Belki de ona olan borcumu ödemiştim. Ne kadar acıydı yaşadıklarım. Hep demiştim ki -ben bunların hiçbirini haketmemiştim- Belki de kendimi kandırıyorum, sanırım dediklerimi şu şekilde değiştirmem gerekiyor -ben bunların hepsini haketmiştim-
O kadar arafta kalmıştım ki neler düşündüğümü bile bilmiyordum. Belki de bir karma yaşamıştım. Ama bunu yaşayacak ne yapmıştım?
"O şerefsizde bir şeyler olduğunu biliyordum ben!"
Ağabeyim siniri ile son hız sövmeye devam ederken sadece yüzüne karmakarışık duygular yaşarken, boş boş bakıyordum. Çünkü biz bunun için eğitilmiştik. Kafamı yan tarafıma çevirdiğimde ise Alev'in gözünden akan bir damla yaşa şahit oldum. Hemen gözlerim dolmaya başlamıştı. Evet gerçekten garip bir özelliğim vardı; Başka birini ağlarken gördüğüm zaman benim de gözlerim dolardı. Alev'den tarafa yaklaştım ve kolumu sırtına doladım. Teselliye ihtiyacı olan belki de bendim ama başkasına teselli vermek en büyük tesellidir. En azından benim için böyle.
Alev'in gözlerinde gördüğüm tek şey minnet duygusuydu.Bir insanın kendini suçlaması ne kadar da kolay degil mi? Hele ki karşımızda ki çok sevdiğimiz biriyse. Asıl suçlu karşımızda ki olsa bile minnet duygumuz gözümüzü kör ediyor, ilk önce kendimizi suçluyorduk. Tıpkı eski sevgilisi Alper'in önce bize daha sonra teşkilata olan ihanetinden Alev'in Özellikle karşısındaki çok sevdiği biriyse. Asıl suçlu karşımızdaki olsa dahi sevdiğimiz için ilk önce kendimizi suçluyorduk. Tıpkı Alev'in eski sevgilisi Alper'in önce bize daha sonra çalıştığımız teşkilata ihanetinden kendini suçlaması gibi.
Yada Evren'in bana ihanetinden kendimi suçlamam gibi. Herkes Evren'i suçluyordu. Ben ise ona olan borcumu ödemiş gibi hissediyordum. Peki Evren ne hissediyordu? Ya da bana tekrar papatya göndererek pişmanlığını mı söylüyordu?
Affetmek, bazen insanın kendine yapacağı en büyük ihanet olur...
Bunu bilerek Evren'i affetmek istiyordum. Ama kendime ihanet etmek istemiyordum. Ben gerçekten arafta kalmıştım.
"Söyle bana Sena, en son ne oldu? Söyle!"
Ağabeyimin adeta böğüren sesi ile irkilerek kendime geldim. Egemen tekli koltuğa oturmuş etrafa anlamaya çalışan gözler ile bakıyordu. Haklıydı aslında, bazen ben bile artık ne oluduğunu anlamıyordum. Yaşadıklarımı tam anlamı ile bilen tek kişi Alev'di. Sonuçta hastanede kalırken günlerce başımda beklemişti. Ne ben, ne Alev yaşadıklarımı kimseye anlatmamıştık. Ama benim ekibimin gözünden kaçacak şeyler değildi. Ekibim dışındakiler bana sormaya cesaret edememişti, belki de tenezzül etmemişlerdi. Çünkü yaşadıklarım herkesin başına gelebilirdi. Esir düşen kim olursa olsun kurtarıldığı gün esir düştüğü unutulurdu. Eminim ki benim esir düşmem teşkilatta bile unutulmuştu ama biz unutmamıştık.
"Abi daha ne anlatacağım. Zaten herşeyi söyledim."
Daha fazla anlatmak istememiştim. Ne diyecektim ki, -geldi hayatımın içinden geçti- mi diyecektim?
"Abi hayde yatalım. Bak saatte geç oldu. Yarın konuşalım." Mert'in ılımlı ses tonu ağabeyimi sakinleştirmeye yetmedi. "Sena hadi kardeşim, anlat bana. Herşeyi."
Ağabeyimin sakin çıkarmaya çalıştığı ses tonunu fark edince sanki koltukta değilde, diken üstünde oturuyormuş gibi rahatsızca kıpırdadım. "Abi ne olur sonra konuşalım. Bak başım da ağrıyor. Daha fazla yorma beni."
"Sena o kadar birayı içmeseydin. Şimdi bana burada siktiğimin geçmişinde ne olduğunu anlatacaksın."
Ağabeyimin gözleri inadından vazgeçmeyeceğini bana bas bas bağırıyordu. Ama bende inadımdan bir adım öteye gitmedim. Sadece birbirimize baktık. Saniyeler süren bakışma bulunduğumuz salona tonlarca gerginlik yüklemişti. Bu bakışmayı bozan Alev'in ağlamaklı çıkan sesiydi. "Sena bencede abine herşeyi anlatmalısın. Ne olursa olsun o senin abin!"
Alev'e baktığımda bütün yükleri omzuna almak istediğini gördüm. Ama biz yemin etmiştik. Birbirimizden asla ayrılmayacağımıza ve birbirimizden hiç bir şeyi saklamayacağımıza dair. Sahi biz yeminimizin ilk kuralı birbirimizden asla ayrılmamaktı, bunu çok şükür yerine getirebilmiştik. Ama ikinci kuralı ne kadar yerine getirmiştik?
Mesela en başında ben, neredeyse hiç bir şey anlatmamıştım. Herkesin herkesten sakladıkları vardı. Ya da sadece bana anlattıkları. Ben kime anlatmıştım? Sadece daha altı yaşındayken tutmaya başladığım günlüğe yazmıştım. Çocuk aklıyla o deftere yazdıklarımı annem okuyor sanıyordum. Çünkü o defter annemden kalmıştı. Daha sonra da alışkanlık haline gelmişti ve o deftere yazmayı hiç bırakmamıştım. Yetimhanede kalırken Evren'in bana aldığı ilk papatyayı dahi yazmıştım o deftere ve yanına masumca düştüğüm bir not var. Evren benden özür diledi. Ne kadar masumduk. Her şeyimiz masumdu. Düşüncelerimiz, hayallerimiz ve hislerimiz ama masum olmayan tek şey yaşadıklarımızdı. Neler neler yaşamıştık. Asla azımsanmayacak kadar büyük şeyler.
Bugün artık herşey ortaya çıkacaktı. Ağabeyimden de artık daha fazla saklamayacaktım. Anlatmaya başlamadan önce etrafa göz gezdirdim. Alev konuşmam için teşvik edercesine bakıyordu. Egemen, Alev'in aksine korku ile bakıyordu. O da haklıydı, ağabeyimin ne tepki vereceğini ben bile kestiremiyordum. Mert herkesin aksine daha sakindi. Ama destek veren bakışlarını esirgemiyordu. Kocaman bir nefes alıp ciğerlerimi bayram ettirdikten sonra konuşmaya başladım.
🌼🌼🌼
Evet bir bölümün sonuna gelmiş bulunuyoruz. Ne hissediyorsunuz ?
Peki bir kaç sorum olacak.
Evren'in böyle bir şey yapmış olmasını kimler tahmin etti?
Karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?
En sevdiğiniz karakter kim?
Peki en nefret ettiğiniz karakter kim?
Son soru kim ile kimi shipliyorsunuz?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.