@dilarad070512
|
yıl 62 mart 28 pırağ-berlin tireninde pencerenin yanındayım akşam oluyor dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen ben sürmedim pılatonik biricik sevdam da buymuş meğer meğer ırmağı severmişim ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin doruklarına şatolar kondurulmuş avrupa tepelerinin ister uzasın göz alabildiğine dümdüz bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremiyeceksin bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden bilirim benden önce duyulmuş bu keder benden sonra da duyulacak benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere benden sonra da söylenecek gökyüzünü severmişim meğer kapalı olsun açık olsun borodino savaş alanında andırey’in sırtüstü seyrettiği hapiste türkçeye çevirdim iki cildini savaşla barış’ın kulağıma sesler geliyor gökkubbeden değil meydan yerinden gardiyanlar birini dövüyor yine ağaçları severmişim meğer çırılçıplak kayınlar moskova dolaylarında predelkino’da kayınlar rus sayılıyor kavakları türk saydığımız gibi izmir’in kavakları dökülür yaprakları bize de çakıcı derler yar fidan boylum yakarız konakları ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam ucu işlemeli yolları severmişim meğer asfaltını da vera direksiyonda moskova’dan kırım’a gidiyoruz koktebel’e asıl adı göktepe ili bir kapalı kutuda ikimiz dünya akıyor iki yandan dışarıda dilsiz uzak hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım eşkıyalar çıktı karşıma bolu’dan inerken gerede’ye kırmızı yaylıda canımdan gayrı alacakları eşyam da yok ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır bunu bir kere daha yazdımdı çamurlu karanlık sokakta bata çıka karagöze gidiyorum önde körüklü kaat fener belki böyle bir şey olmadı belki bir yerlerde okudum sekiz yaşında bir oğlanın karagöze dedesi fesli ve entarisinin üstüne samur yakalı kürkünü ve harem ağasının elinde fener ve benim içim içime sığmıyor sevinçten çiçekler geldi aklıma her nedense gelincikler kaktüsler fulyalar istanbul’da kadıköy’de fulya tarlasında öptüm marika’yı ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi kolan vurdu yüreğim salıncak bulutlara girdi çıktı çiçekleri severmişim meğer üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948 yıldızları hatırladım severmişim meğer ister aşağıdan yukarıya seyredip onları şaşıp kalayım ister uçayım yanıbaşlarında kosmos adamlarına sorularım var çok daha iri iri mi gördüler yıldızları kara kadifede koskocaman cevahirler miydiler turuncuda kayısılar mı kibirleniyor mu insan yıldızlara biraz daha yaklaşınca renkli fotoğraflarını gördüm kosmosun ogonyok dergisinde kızmayın ama dostlar non figüratif mi desek soyut mu desek insanın yüreği ağzına geliyor karşılarında sınırsızlığı onlar hasretimizin aklımızın ellerimizin onlara bakıp düşünebildim ölümü bile şu kadarcık keder kosmosu severmişim meğer gözümün önüne kar yağışı geliyor ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de meğer kar yağışını severmişim güneşi severmişim meğer şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile güneş istanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi ama onun resmini sen öyle yapmıyacaksın meğer denizi severmişim hem de nasıl ama ayvazofski’nin denizleri bir yana bulutları severmişim meğer ister altlarında olayım ister üstlerinde ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara ayışığı geliyor aklıma en aygın baygını en yalancısı en severmişim yağmuru severmişim meğer ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yağmuru severmişim meğer ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları pırağ-berlin altıncı cıgaramı yaktığımdan mı bir teki ölümdür benim için moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye saçları saman sarısı kirpikleri mavi zifiri karanlıkta gidiyor tiren zifiri karanlığı severmişim meğer kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften kıvılcımları severmişim meğer meğer ne çok şeyi severmişim de altmışımda farkına vardım pırağ-berlin tireninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez
NAZIM HİKMET
|
0% |