Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. “HAİN TUZAK”

@dilaray

"Sonuna kadar dibe batmış insanlar, kendilerini hala gökyüzünde zannederler."

Her şey en yakın arkadaşımın bana attığı o mesaj ile başladı. Saatler sonra başıma geleceklerden habersizdim.
Sabahın ilk ışıklarıydı. Her zaman ki gibi sabah erken uyanmış, günlük rutin işlerimi halletmiş ve sahile inmiştim. Derse girmeden önce sahil havası almak zihnimi açıyordu. Kocaeli Karamürsel ilçesinin Dereköy mahallesinde dünyaya gelmiştim. Burası huzurun başkentiydi. Zaten Karamürsel ilçesine girdiğiniz an “Huzurun Başkenti” yazısını görmeniz kaçınılmazdır. Sahilde biraz yürüdükten sonra okula geç kalmamak için ağacın kenarına yasladığım pembe bisikletime atladım ve pedalları hızla çevirmeye başladım.
Karamürsel Merkez'e bağlı olan Denizcilik Fakültesi'nde Edebiyat derslerine giriyordum. Mesleğimin en güzel yanı, öğrencilerimdi. Onlarla sohbet etmek ve onların kalbine dokunmayı seviyordum.
"Günaydın, Suna hocam" diye seslenen tanıdık sesi duydum ve yavaşladım. Arkamı döndüğümde Ali gülümseyerek bana yaklaştı. Onunla iki yıldır nişanlıydım ama birlikte büyüdük diyebilirim. Küçüklüğünden beri balık tutmayı seven Ali'nin tek hayali balık lokantası açmaktı ve hayalini gerçekleştirdi. Benden iki yaş küçük olmasına rağmen oldukça iri yarı ve olgun bir adamdı. Hatta bazen onu abim sananlar bile olurdu. Yirmi sekiz yaşımda olsam da ben her zaman öğrencilerimden daha küçük görünürdüm. Boyum kısa, yüz hatlarım ince ve çocuksu bir neşem vardı. Ne kadar duygusal olsam bile beni kimse kolay kolay ağlarken göremezdi.
"Günaydın," dedim sıcak bir karşılamayla.
"Akşam Aşıklar Tepesi'ne gidelim mi?"
Aşıklar Tepesi, Karamürsel'i kuş bakışı izleyebileceğimiz bir konumdu. Ali ile sık sık buraya gelir ve gün batımını seyrederdik. Çok bekletmeden Ali’ye cevap verdim.
" Harika bir fikir. Akşam aynı saatte almaya gelirsin o halde.”
Ali başını olumlu anlamda salladı ve öpücük attı. Bende aynı şekilde karşılık verdiğimde sırıttı. Geç kalmamak için Ali'nin yanından ayrıldım ve kulaklığımı takıp yola devam ettim. Bisikletle okulun bahçesine girdiğimde birkaç öğrencinin gözleri beni buldu. Ardından Miran Bey'in bana bakışlarını fark ettim. Miran Bey henüz 1 hafta önce bu okula gelmişti ve gelir gelmez tüm genç kızların odağı olmuştu. Beyaz ten rengi, uzun boyu, koyu renk gür saçları ve çekik gözleri ile dikkat çeken bir adamdı.
" Günaydın, Miran Bey."
Beni baştan aşağıya süzdü. Gözlerime uzun uzun baktı ve gülümseyerek karşılık verdi.
"Günaydın."
"Okula alışabildiniz mi? Umarım gençler sizi üzmüyordur,” dediğimde gülerek omuz silkti.
"Okula alıştım fakat Karamürsel'e alışmam biraz zaman alacak gibi görünüyor. İstanbul gibi büyük bir şehirden sonra burası bana fazla küçük geliyor," dedi ve gülümseyerek kravatını sol eliyle düzeltti.
"Alanınız neydi?"
Miran Bey fazla konuşan bir adam değildi. Hatta öğrencileri dışında onu biriyle konuşurken görmeniz zordur.
"Deniz Hukuku."
Bir grup kız öğrenci Miran Bey'in etrafını sardığında içimden güldüm ve onları arkamda bırakarak sınıfa doğru ilerlemeye başladım. İçeriye girdiğimde beni gören öğrencilerimin gözleri parladı.
“Suna Hoca geldi gençler.”
"Çok güzel kadın ya," diyen İrem ile göz göze geldik ve iltifatına gülümseyerek karşılık verdim.
"Günaydın," dedim neşeli bir sesle.
En arka sırada oturan Kerem ayaklandı ve elinde ki kahve ile bana yaklaştı.
"Güzeller güzeli, Suna hocama kahve aldım.”
Kerem'in uzattığı kahveyi elime alarak teşekkür ettim. Geçen hafta kaldığım yerden konuyu anlatmaya başladığımda sınıf sessizliğe gömüldü. Ders bittiğinde sınıfa dönüp:
"Bugünlük bu kadar yeterli. Zaten konularda diğer sınıflardan daha öndesiniz. Şimdilik size haftaya kadar okumanız gereken birkaç makale yazıyorum sınıf grubuna."
Sınıftan çıktıktan sonra odama doğru ilerlediğim esnada sert bir şekilde birine çarpmamla sendeledim. Bana çarpan kişi düşmem için belimden tutmuştu. Başımı kaldırdığımda Miran Bey şaşkın bir şekilde gözlerime bakıyordu. Duruşumu düzeltmem için bana yardım etti ve ellerini belimden çekti.
"Ben çok özür dilerim," dedi utanarak. Yanlışlıkla olduğunun farkındaydım elbette ama Miran Bey ile az önce o kadar yakın olmam beni rahatsız etmişti. Bizi o şekilde gören biri yanlış anlayabilirdi. Çünkü az önce elleri belimde ve yüzü yüzüme çok yakındı.
"Sorun değil," dedim geçiştirerek ve yanından hızla geçip yürümeye devam ettim. Bugün diğer derslerimi de itinayla işledikten sonra bahçeye indim. Gün batmak üzereydi ve hava gündüze göre oldukça kasvetliydi. Birazdan Ali beni almaya gelecekti. Bisikletimi bahçe kapısının önüne kadar ilerletip Ali'yi beklemeye başladım.
Beklediğim esnada Miran Bey ile göz göze geldik.
"Suna Hanım," dedi sakin bir ses tonuyla. Bazen bana bakarken sanki gözlerimin derinliklerinde kayboluyor gibi, gözlerini uzun bir süre gözlerimden çekmiyordu.
"Efendim, Miran Bey?"
"Ben bugün böyle olsun istemezdim. Eğer size dokunduğum için rahatsız olduysanız özür dilerim." Üzgün görünüyordu ama onun bir suçu yoktu. O sadece benim düşmeme engel olmaya çalışmıştı. Tam cevap verecektim ki Ali'nin sesiyle irkildim ve arkamı döndüm.
"Suna!"
Bize doğru birkaç adım attı ve sinirle kaşlarını çattı.
"Bu adam sana dokundu ve sen hala onunla sohbet etmeye devam mı ediyorsun?”
Başımı olumsuz anlamda salladım. Konuşmamızın ne kadarını duydu bilmiyorum ama kesin yanlış anlamıştı.
“Düşündüğün gibi bir şey de…”
Sözümü bitirmeme müsaade bile etmeden araya girdi.
"Kes sesini Suna!"
"Kelimelerine dikkat et. Ortada suçlanacak bir şey yok," diye araya girdi Miran Bey. "Suna Hanım’a yanlışlıkla çarpmam dengesini kaybetmesine sebep oldu ve ben sadece düşmemesi için ona yardım ettim."
"Sana mı kaldı lan! Sana mı kaldı Suna'ya yardım etmek?"
Ali’nin ses tonu gittikçe yükseldiğinde kan beynime sıçradı.
"Yeter artık!”
Ali gözlerini devirdiğinde sözüme devam ettim.
“Beni artık dinlemeyi öğrenmen lazım Ali. Yakında evleneceğiz ama sen hala…”
Lafımı yarıda kestim. Neden şu anda ona açıklama yapıyordum ki? Her zaman aynı sorunları yaşıyorduk. Onu çok sevsem de gereksiz kıskançlıkları canımı sıkıyordu.
"İyi akşamlar," diyerek ifadesiz bir şekilde yanlarından ayrıldım. Miran Bey’e karşı Ali’nin yerine ben utanmıştım. Yaptığı gerçekten çocukça bir davranıştı.
Sahil kenarında bir süre yürüyüş yaptıktan sonra sessize aldığım telefonumun ekranına baktım. Ali beni defalarca aramıştı ve Leyla’dan mesaj gelmişti.
"Suna yardım et. Kendimi çok kötü hissediyorum,” yazısını gördüğümde vakit kaybetmeden onu aradım.
Leyla, kardeşim gibiydi. Ali, Leyla ve ben aynı mahallenin çocuklarıydık ve bu yaşımıza kadar neredeyse hiç ayrılmadık.
Leyla muhtemelen yine regl sancısı çekiyordu ve onu hastaneye götürmemi isteyecekti. Telefonu açtığında hıçkırarak ağlamaya başladı.
"Suna yardım et!”
Neler oluyordu, Leyla’nın başı dertte miydi?
“Neden ağlıyorsun?”
Birkaç saniye sesi çıkmadı.
“Orada mısın? Ses ver lütfen…”
"Sünni Baba'ya gel,” diyerek telefonu yüzüme kapattığında ne yapacağımı bilemedim. Saat epey geç olmuştu ama onu orada yalnız bırakamazdım.
Sünni Baba Karamürsel'e 8 kilometre uzaklıkta ve epey yüksekte bir yerdi. Gündüzleri cennet kadar güzel fakat akşamları oldukça ıssız ve korkunçtu.
Acaba Ali'ye haber vermeli miydim? Boş bir taksi geçtiğinde kendimi taksinin önüne attım. Adam ani bir şeklide frene bastı ve sinirli gözlerle bana baktı.
"Deli misin be kadın!"
Vakit kaybetmeden taksicinin yanına oturdum.
“Lütfen devam edin. Sünni Baba.”
Adam anlamsız gözlerle bana baktı ve arabayı sürmeye devam etti. Mesire alanına yaklaştığımızda içim ürperdi. Yollar bomboş ve zifiri karanlıktı. Arabanın farları bile yolu aydınlatmaya yetmiyordu.
"Bu saatte buralar pek tekin değil, dikkatli olun hanımefendi." Başımı olumlu anlamda salladım ve adama ücreti ödeyip taksiden indim. Taksici gittikten sonra etrafıma bakındım.

Havlayan köpekler ve ben dışında burada hiç kimse yoktu.
"Leyla," diye bağırdım birkaç kez ama hiç ses yoktu. Burada telefon çekmediği için onu arayamıyordum. Nasıl bulacaktım ben şimdi bu kızı? Mesire alanında saatlerce onu görebilmek umuduyla koştum ama Leyla hiçbir yerde yoktu. Nefes nefese kalmıştım ve artık ayakta duracak halim kalmamıştı. Ağaçların arasında olduğum yere yığıldım.
"Leyla neredesin?" Gözlerimden yaşlar döküldü. Leyla yoktu ve ben bu saatte onu nasıl bulacağımı ve eve nasıl döneceğimi bilmiyordum. Dakikalar sonra biri elinde fener ile bana yaklaşmaya başladı. Bana iyice yaklaştığında şaşkınlıktan dudaklarımı araladım.
"Salih," dedim gözlerime inanamayarak.
“Suna,” deyip sırıttı.
Salih iki sene önceye kadar bizim köyde yaşıyordu. Bana saplantılı derecede aşıktı. Ali iki sene önce herkesin içinde Salih'i dövdüğü için, Salih bunu erkeklik gururuna yediremedi ve utancından köyü terk etmek zorunda kaldı. Gözleri öfkeyle bakıyordu.
“Ne işin var burada?”
Bana biraz yaklaştığında yüz hatları netleşti. Görmeyeli epey bir zayıflamıştı ve gözlerinin etrafı koyu bir halkayla çevrelenmişti. Sanki madde kullanıyormuş gibi.
“Senin için geldim.”
“Ne saçmalıyorsun?”
Bakışları beni korkutuyordu. Leyla neredeydi? Bir an önce Leyla’yı bularak buradan gitmek istiyordum.
"O şerefsiz Ali beni mahvetti. Seni hem benden çaldı hem de beni köyde insanların içinde küçük düşürdü."
"Salih, o beni senden çalmadı. Ben zaten hiçbir zaman senin değildim. Sen hep kafanda bir gün benimle olacağının hayalini kurdun hepsi bu kadar."
Hayır," dedi öfkeyle. "O olmasaydı sana evlenme teklifi edecektim. Benim olacaktın Suna.”
"Salih, " dedim sakin olmaya çalışarak. “Biz yakında Ali ile evleneceğiz. Lütfen kendi hayatına bak.”
Bana birkaç adım daha attı ve beni yerden sertçe kaldırdı.
"Fakirim diye mi istemedin beni," dedi ağlayarak. "Ali gibi yakışıklı değilim diye mi ya da?" Canımı yakıyordu.
"Salih," dedim yalvararak. "Lütfen beni bırak. Bak ben buraya Leyla için geldim ve saat çok geç oldu. Onu bir an önce bulup eve gitmek istiyorum."
Önce alaylı bir tonda kahkaha atmaya başladı.
"Leyla'ya gereğinden fazla güveniyorsun," dedi ve bir anda yüz ifadesi dondu. Karakteri kafamı karıştırıyordu. Duygu geçişleri çok aniydi ve buna anlam veremiyordum.
Bir an onun tedavi olması gerektiğini düşündüm. Çünkü eskiden bile tuhaf biriydi ve hiç kimse onunla konuşmak istemiyordu haklı olarak.
"O da ne demek Salih? Biz Leyla ile kardeş gibi büyüdük. Bunu sende çok iyi biliyorsun."
Birkaç saniye gözlerimle baktı ve bir anda bakışları dudaklarıma kaydı. Saçlarımdan sertçe tutarak dudaklarını dudaklarıma bastırdığında neye uğradığımı şaşırmıştım. Onu kendimden uzaklaştırmak için hamle yaptım ve tüm gücümle ittim. Kollarımı sıkıca birbirine kenetledi ve kendine sardı. Beni ağaca yaslayarak ellerini kalçalarıma bastırdı. Onu durduramıyordum çünkü çok güçlüydü. Sinirlendim ve dudaklarını tüm gücümle ısırdığımda acıyla inledi. Daha sonra kahkahayı bastırdığında şok olmuştum. Dudakları hem kanıyor hem de psikopat gibi gülüyordu.
" Ne yapıyorsun sen? Kendine gel.”
Şu anda öfkeden ne yapacağımı bilmiyordum. Kendimi çok kötü hissediyordum.
"Dudaklarımı ısırman beni daha çok tahrik ediyor," dedi tekrardan dudaklarıma yapışarak ve bu sefer beni yere iterek üzerime çıktı. Dudaklarında ki kanın tadını aldığımda iyice midem bulanmıştı. Daha çok ileri gitmesinden korkuyordum. Kollarımı sıkıca tutuyor ve tüm gücünü üzerimde kullanıyordu. Zaten zayıf bir kız olduğum için onu karşı koyamıyordum. Dudaklarımı zor bela dudaklarından çektim ve "Allah belanı versin," diyerek tüm öfkemle yüzüne tükürdüm. Gözlerime sırıtarak baktı ve eliyle yüzünü silerek cebinde titreyen telefonu açarak hoparlöre verdi.
"Fotoğraflar tamamdır, istediğin gibi oldu."
Üzerimden kalktı ve başını olumlu anlamda sallayarak "harika iş çıkardın," dedi. Dudakları hala kanıyordu ve bu görüntü midemi bulandırmıştı. Bu zamana kadar ona acıyordum ama Ali onu dövüp tüm köye rezil etmekle az bile yapmıştı. Buradan bir an önce ayrılıp tüm olanları Leyla ve Ali ile paylaşmalıydım. Leyla'nın ortada olmadığı tekrardan aklıma geldiğinde kalbime bir ağrı girdi. Ya başına kötü bir şey geldiyse?
"Korkma sana yapabileceklerim en fazla buydu," dedi gülerek. "Evlenene kadar daha fazlasını yapmayacağım."
Onu küçümser gözlerle baktım. O bunu hak ediyordu. Ona yaptığı bu rezilliğin bedelini çok kötü ödetecektim!
"Senin gibi iğrenç bir adamla evleneceğimi nasıl düşünürsün? Senden nefret ediyorum. İğrenç pislik!”
Bakışları bir anda değişti. Bana birkaç adım yaklaşıp saçlarımı tekrardan eline doladı.
"Bugünden itibaren seni hiç kimse istemeyecek Suna. Bugünü asla unutma! Bu dediklerin için pişman olacak ve ayaklarıma kendin geleceksin."
Sözleri bittikten sonra beni karanlıkta bıraktı ve çok geçmeden gözden kayboldu. Nasıl bu kadar emin konuşuyordu? Kendini ne sanıyordu ve benim onunla evleneceğimi nasıl düşünebiliyordu? Peki ben bu konuyu Ali'ye açıkladığımda onun tepkisinin ne olacağını düşünürken aklıma telefonda ki adamın söylediği cümleler geldi.
"Fotoğraflar tamamdır, istediğin gibi oldu."

Loading...
0%