Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. “İFŞA”

@dilaray

"Hiç kimseye iyilik yapılmaması gerektiğini anladığın o noktadasındır."

Her karanlık gecenin bir sabahı olur ama ben hala dün gece yaşadıklarımın etkisinden çıkamamıştım. Korkuyordum hem de bu hayatta hiçbir şeyden bu kadar korkmamıştım. Dün yaşadıklarımın şokuyla hala titriyor ve ağlamama engel olamıyordum. Salih'in iğrenç dudakları aklıma geldikçe kendimden iğreniyordum. Bu zamana kadar Ali'den başkası öpmemişti beni. Yaşadıklarımı Ali duymadan önce benim ona anlatmam gerekiyordu. Korktuğumun başıma gelmemesi için dua ediyordum. Ayağa kalkmak için ağacın gövdesine tutundum ve yüzümü buruşturarak yürümeye başladım. Tüm bedenim uyuşmuş ve ağrıdan zonkluyordu. Salih’in kötü bir planı vardı ve bu planını gerçekleştirmesine izin vermeden olanları ailem ve Ali ile konuşmam gerekiyordu. Yürüdüğüm yol uzun ve benim iki adım daha atacak halim yoktu. Olduğum yere yığıldım ve kesik bir nefes aldım. Saatlerdir aç ve susuz olduğum için gücümü toparlayamıyordum.
"Allah'ım," dedim sessiz bir ses tonuyla. “Yardımına ihtiyacım var. Evime dönebilmem için bana güç ver.”
Gözlerimde biriken yaşları serbest bıraktım ve yolun ortasında uzanarak gökyüzünü izlemeye başladım.
Neden hiç kimse yoktu?
En önemlisi de Leyla ya ne oldu?
Aklıma bir an Salih’in Leyla için söylediği cümleler geldi.
“Leyla’ya gereğinden fazla güveniyorsun.”
Neden Leyla’ya güvenmemem gerekiyordu? Abim dışında başka kardeşim olmadığı için Leyla kız kardeşim gibiydi ve biz birlikte büyümüştük. İnsan bu hayatta en çok kız kardeşine güvenmez miydi? Annem ölmüştü ve babam ile abimden başka hiç kimsem yoktu. İnsan bazen babasına ve abisine her şeyi anlatamaz. Bir anne veya kız kardeş ister yanında. Leyla annemin boşluğunu bir nebze de olsa dolduruyordu.
İlk regl olduğumda bile Leyla yanımdaydı.
Görüş alanım bulanıklaştı ve midem bulanıyordu. Telefonuma baktığımda hala çekmediğini fark ettim.
Sanırım biraz daha uzun bir süre burada mahsur kalacaktım.
Dakikalar sonra kulaklarımı dolduran o ses ile etrafıma bakındım. Siyah bir araba bana çok yakın bir mesafede durdu. Hala bulanık gördüğüm için ve araba filmli olduğu için kimin olduğunu anlayamadım. Çok geçmeden arabadan inen kişi bana yaklaştı. Miran Bey’i karşımda gördüğümde çok şaşırmıştım ama çok da sevinmiştim.
"Suna, iyi misin?"
"Yardım et bana," dedim fısıldayarak. Gece çok soğuk olduğu için sanırım hastalanmıştım. Konuşacak gücüm yoktu.
Miran beni kucağına aldı ve gözlerime baktı.
"Suna, sen gerçekten iyi değilsin."
Arabasının arka kapısını tek eliyle açtı ve beni arka koltuğa uzandırarak kendisi de hemen ardından ön koltuğa yerleşti. Tekrardan bana döndüğünde gözlerimin içine baktı. Sol elini alnıma koydu ve kaşlarını çattı. "Suna, ateşin de var. Seni hastaneye götürmeliyim."
“Su,” dediğimde başıyla onayladı ve arabanın torpidosundan bir şişe su çıkarıp kapağını açtı ve bana uzattı. Su şişesini elime aldım ve birkaç yudum içtim. Meraklı gözlerle beni izliyordu. Muhtemelen bu saatte beni burada gördüğü için şaşırmış olmalıydı.
"Suna bunların mantıklı bir açıklaması illa ki vardır ama şu an tek istediğim senin iyi olman. Seni hastaneye götürüyorum."
"Hastaneye gitmek istemiyorum," diyerek karşı çıktım. " Beni evime götürür müsün? Babam ve nişanlımla konuşmam gereken çok önemli bir konu var."
Miran'ın bir anda yüz ifadesi değişti. Bana neden acıyormuş gibi bakıyordu?
"Suna, bu anlatacaklarım seni çok üzecek ama benden duymasan bile kendin öğreneceksin zaten. Bu yüzden benden öğrenmen daha iyi."
Kalbim bir anda sıkıştı. Anlatacaklarını az çok tahmin edebiliyordum ama Salih'in bu kadar hızlı davranabileceğini hiç düşünmemiştim.
"Anlat," dedim sakinliğimi korumaya çalışarak ama bunu söylerken bile sesim titremişti.
"Suna, fotoğrafların internete düşmüş," diyerek gözlerini benden kaçırdı. Daha sonra telefonundan açtığı sayfayı bana gösterdi. Açtığı sayfa okulun öğrencilerinin kurduğu, anonim bir şekilde paylaşım ve yorum yapabildiği bir Twitter hesabıydı. Üstte ki yazı dikkatimi çekti.
“Suna Hoca’nın İfşaları…”
Salih'in beni zorla öptüğü ve yere iterek üzerime çıktığı kareler vardı ama fotoğrafları çeken her kimse bunu daha farklı yansıtmıştı. Gözlerimden yaşlar süzülürken tüm öfkemle bağırmaya başladım.
Miran'ın gözlerine tekrar baktığımda gözlerini benden kaçırdı ve cebinden sigara paketini çıkardı. İçinden çıkardığı bir dal sigarayı yaktı ve bir duman içine çekti.
"Bak Suna. Seni daha tanımıyorum ama dışarıdan seni gözlemlediğim kadarıyla senin böyle bir şey yapabileceğine inanmıyorum. Bazen gördüklerimiz gerçeği yansıtmaz,” dedi ve boğazını temizleyerek konuşmasına devam etti.
"Benim asıl merak ettiğim konu şu. Gece neden o adamın yanındaydın ve o saatte orada ne işin vardı?”
Kalbimde hissettiğim acı bütün vücudumu alev alev sardı. Okulda böyle bir dedikodumun çıkması ve beni çok iyi tanıdıklarını sandığım öğrencilerimin bu kadar ön yargılı olmaları beni yerle bir etmişti. Bu konu daha fazla uzamadan bir an önce Ali ve babam ile bu konuyu konuşmalıydım. Onlar beni dinlediklerinde eminim ki yanımda olacaklar ve beni içinde bulunduğum bu durumdan kurtaracaklardı.
"Gidelim," dedim hıçkıra hıçkıra ağlayarak. "Lütfen beni buradan götür. Bu konuyu yakınlarımla konuşmalıyım.”
Miran başını olumlu anlamda salladı ve olabildiğince hızlı bir şekilde beni istediğim yere ulaştırdı.
Köye girdiğimizde herkes aralarında fısıl fısıl konuşuyordu. Evin önüne geldiğimde aceleyle arabadan indim. Derin bir nefes aldım ve kapıya iki kere vurdum. Saniyeler sonra kapı açıldı ve babam yaşlı gözlerle bana baktı.
"Suna," diyerek acıyla kalbine dokundu. Sanırım her şeyi biliyordu ama babam bana güvenirdi.
“Kızım o fotoğraflar…”
Cümlenin devamını getiremedi. Babamın kalbi de tıpkı benim kalbim gibi hassastı. Babamın boynuna sıkıca sarıldım ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Sarılmamız çok uzun sürmeden abimin sesiyle irkildim. Bana doğru geliyordu ama onu daha önce hiç bu kadar öfkeli görmemiştim. Saçlarımdan sertçe tuttu ve beni yere fırlattı.
"Sen hala ne yüzle bu eve geliyorsun!"
Bana doğru ateş gibi yanan gözleriyle yaklaşırken Miran sinirle arabadan indi ve Süleyman'ı itti. Süleyman onu baştan aşağı süzdü ve bana aşağılayıcı bir şekilde baktı.
"Bu da yeni sevgilin mi? Kardeşim olduğun için senden iğreniyorum Suna,” diyerek yüzüme tükürdüğünde birkaç saniye tepkisiz kaldım. Ayağa güçlükle kalkmayı başardım ve abimin karşısına geçtim.
"Bilmediğin şeyler var Süleyman. Lütfen sana anlatacaklarımı bir dinle. Hiçbir şey göründüğü gibi değil." Süleyman tam cevap verecekti ki biri kolumdan tuttu ve kendine çekti. Ali karşımda ve bana nefret eder gözlerle bakıyordu. Leyla da yanındaydı ama o bakışları…
Bana neden imalı bir şekilde bakıyordu?
"Bilmediğimiz şeyler ne? Akşam seni okuldan almaya geliyorum ve bu yanında ki züppe için bana tavır yapıp ortadan bir anda kayboluyorsun. Seni arıyorum ama sabaha kadar telefonun kapalı. Sabah köyde ki herkes evinin önünde bu zarfın içinden çıkan iğrenç fotoğrafları buluyor."
Fotoğrafları yüzüme fırlattı ve parmağındaki yüzüğünü çıkararak yere fırlattı.
"Hayır," dedim bağırarak. Olduğum yere yığıldım. "Fotoğraflarda ki gördüğün hiçbir şey doğru değil. Ne olursunuz beni bir dinleyin."
Leyla'ya baktım.
O da mı bana inanmıyordu?
Başıma ne geldiyse onu bulmak içindi. Konuşmalıydı, her şeyi anlatmalıydı. Oraya neden gittiğimi sadece o biliyordu.
"Leyla," dedim güçsüz çıkan sesimle. Derin nefes aldım.
"Leyla anlat herkese oraya senin için gittiğimi. Beni dün oraya çağırdığını söyle."
Leyla sinirli bir ses tonuyla cevap verdi.
"Ne saçmalıyorsun sen? Evet dün sana mesaj attım biraz hasta olduğum için." Bana bir adım yaklaştı.
"Daha sonra aradığında beni doktora götür dedim. Sende müsait olmadığını söyledin ve telefonu kapattın."
Leyla şu anda gözlerimin içine bakarak bana yalan söylüyordu. Dün söyledikleri de mi yalandı?
Sinirle bir anda ayağa kalktım ve Leyla'nın yüzüne hiç acımadan sert bir tokat attım.
"Allah belanı versin," dedim boğazım yırtılana kadar. Leyla bir hışımla yerden aldığı taşı bana doğru fırlattığında Miran yıldırım hızıyla araya girdi ve taş Miran'ın kafasına çarptı. Mirana yaklaşarak omzuna dokundum.
"İyi misin, canın çok acıyor mu?"
Başını iyiyim dercesine salladı. Bugünden sonra hayatım asla eskisi gibi olmayacaktı. Hiç kimse bana inanmıyordu ve belki de daha kötü günler beni bekliyordu. Yaşadığım karanlığın içine başkalarını da sürüklemek istemiyordum. Miran’ın buraya gelmesi hataydı.
Benim için yeterince iyilik yapmıştı. Abim tekrardan ellerini saçlarımın arasına geçirdi.
"Hala gelmiş milletin gözünün önünde elin adamına dokunuyorsun," diyerek beni zorla içeri soktu. "Bütün köye rezil ettin bizi. Bunun cezasını çekeceksin!"
Şu anda herkes evin önüne toplanmış bize bakıyordu. Hiçbir suçum günahım olmamasına rağmen çok utanıyordum. Ali'nin gözlerine baktım son kez yalvarırcasına.
"Ali," dedim haykırarak. "Ali ben sana ihanet etmedim. Salih beni zor…" Sözümü tamamlayamadan abim kapıyı kapattı. Yere düştüğümde hala üzerime doğru geliyordu. Pantolonundan kemerini çıkardığında babam abimin önüne geçti engel olmak için. Bu zamana kadar hiç kimseden dayak yememiştim. İki elimi açarak başımı siper ettim.
"Oğlum," dedi babam abime yalvararak. " Suna, sana annenin emaneti. Yapma! O senin kardeşin."
"Baba," dedim ve bacağına sarıldım. "Baba, ben bir şey yapmadım. Yemin olsun ki ben senin yüzünü yere eğecek bir şey yapmadım."
Abim beni babamdan ayırarak yerden kaldırdı ve duvara itti.
O esnada biri kapıya sertçe vurdu.
"İki dakika içinde kapıyı açmazsanız polisi arayacağım. Sakın yanlış bir şey yapmayın,” dedi Miran. " O kızın bir suçu yok."
Süleyman elini yumruk yaptı.
"Kapıyı aç ve o adamı hemen yolla." Başımı olumsuz anlamda salladım. Gitmesini istemiyordum. Süleyman'ın bana ne yapacağı belirsizdi. Çünkü öfkeden gözleri dönmüştü. Korkuyordum!
"Suna," dedi yumruğunu duvara geçirerek. "Yolla dedim sana. Katil olmak istemiyorum.”
Seri bir şekilde kapıyı açtım ve Miran’ın gözlerine çaresizce baktım. Daha sonra gözüm arkaya kaydı. Herkes bana hem acıyarak hem de iğrenerek bakıyordu. Ali'nin gözlerinde ise bana olan aşkından ve güveninden kırıntılar bile yoktu. Gözlerim tekrar Miran’ı buldu. Beni daha tanımadığı halde herkesin aksine bana inanmayı seçmişti. Beni tüm kötülüklerden korumak için elinden geleni yapıyordu ve ben şu anda onu kapıdan kovmak zorundaydım.
"Miran," dedim sert bir ses tonuyla.
"Ne olursa olsun burası benim evim ve onlar benim ailem.
Lütfen kapının önünden çekil."
Miran'ın gözleri doldu. "Korkma," diyerek sakin bir ses tonuyla devam etti.
"Bu yaşadıklarına katlanmak zorunda değilsin. Tehdit mi ediyor seni," dedi başını kapıdan içeriye doğru uzatarak.
"Miran," dedim tekrardan daha ciddi ve soğuk bir ifadeyle. "Git, yoksa polisi ben çağıracağım."
Kapıyı sertçe yüzüne kapattım ve abimin önünden hızlıca geçerek odama girdim. Arkamdan odaya girmesin diye kapıyı kilitledim. Korkudan zangır zangır titriyordum.
"Aç kapıyı," dedi tehdit ederek. Yatağıma uzandım ve ellerimle kulaklarımı tıkayarak daha da şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım. Bu saatten sonra neler yaşayacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Bu olanlardan sonra yaşayabilecek gücü kendimde bulabilecek miyim? Bilmiyordum. Kendimden çok babama üzülmüştüm. Zaten kalp hastasıydı. Bu olaylar onu çok kötü etkileyecekti. Saatlerce boş gözlerle odanın tavanını izledim. Bu zamana kadar ki yaşadığım güzel anılar geldi aklıma. Belki de bugünden sonra hiçbir zaman öyle mutlu anlarım olmayacaktı! Fotoğrafları gören insanlar kim bilir hakkımda neler düşünmüştü. O şerefsiz bana zorla dokunmaya çalışmıştı ama insanlar…
İnsanlar bunu isteyerek yaptığımı düşünüyorlardı.
Hıçkırıklar boğazımda düğümleniyor ve beni boğuyordu sanki. O gece yaşadıklarım bir gölge gibi peşimden gelmişti ve o gölge benim cehennemim olacaktı. Birinin kapıya vurmasıyla irkildim ve ayağa kalkıp kulağımı kapıya dayadım. Kim gelmişti? Ali miydi? Belki de bana kıyamamıştı ve beni dinlemeye gelmişti. Odadan bağrışma sesleri yükseldiğinde kapının kilidini çevirdim ve odadan çıkıp salona girdim. Salih’i tekrardan görmem ile kan beynime sıçradı adeta.
"Ben Suna'ya aşığım. Onun da gönlü bende herkesin gördüğü gibi," dedi abimi yumuşatmaya çalışarak. Süleyman Salih'e sert bir yumruk attı ve Salih bir anda yere yapıştı. Koşarak mutfağa ilerledim ve çekmeceden büyük keskin bir bıçak çıkararak salona geri döndüm. Döndüğümde Salih hala yüzsüz bir tavırla konuşmaya devam ediyordu.
"Bu saatten sonra Suna'yı kim alır? Bu dedikodulardan sonra o çok sevdiği okulun kapısından bile giremez o. Hem işsiz kalır,” diyerek sinsice güldü. “Hem de başınıza!"
Patlama noktasına gelmiştim. Gözlerim kan çanağına dönmüş bir şekilde hayatımı paramparça yapan o insana yaklaştım. Tam bıçağı kalbine saplayacakken abim bana engel oldu ve babam kendini yere atarak ağlamaya başladı.
"Yeter," diye isyan etti zavallı adam.
Olanlara artık dayanamıyordu. Onu sakinleştirmek için hemen yanına oturdum ve gözlerinin içine baktım. Çaresizdi, tıpkı kızı gibi.
"Sakin ol," dedim başımı omzuna koyarak. "Geçecek. Her şey düzelecek baba."
Süleyman tekli koltuğa oturdu. Bana bakarak düşündü, düşündü, düşündü. Daha sonra Salih'e çaresiz bir şekilde bakarak o korktuğum cümleleri söyledi.
"En kısa zamanda evlenip buralardan kaybolacaksınız. Yoksa yemin ederim ikinizi de öldürürüm!"
Daha fazla canım nasıl yanabilir diye düşünürken abimin ağzından dökülen sözler bardağı taşıran son damlaydı! Gözlerim karardı ve olduğum yere yığıldım. Duyduğum son şey ise babamın yürek yakan sözleriydi.
"Uyan ne olur kızım. Hiç kimse inanmasa da ben sana tüm kalbimle inanıyorum…”

Loading...
0%