Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. “ACI”

@dilaray

"Bu hayatta neyi çok istediysem hep imtihanım oldu."

Sonu olmayan bir ormanda yürüyorum. Etrafıma bakınıyorum ama benden başka hiç kimse yok. Güneşin şiddeti gözlerimi kör edecek kadar yüksek. Ayaklarım çıplak ve her toprağa bastığımda toprak kor bir alev gibi ayaklarımı yakıyor. Sanki cehennemde yürüyorum.Yürüdükçe yollar daha çok uzuyor ve bitmek bilmiyor. Neden hiç kimse yok? Sevdiğim insanlar nerede? Susuzluktan boğazım kurumuş bir şekilde etrafıma bakınıyorum. Kuşların cıvıltısı ben yürüdükçe artıyor ve yakınlardan duyulan bir şelale sesi...

Seslere doğru ilerlediğimde yürüdüğüm yollar güzelleşiyor ve rengarenk çiçekler açıyor. Daha önce gördüğüm hiçbir yere benzemeyen bu yer beni büyülüyor. Masmavi gökyüzü ama daha önce gördüğüm gökyüzünden daha canlı.Gördüklerim karşısında gözlerim kamaşıyor. Bembeyaz kuşlar gökyüzünde sevinçle kanat çırpıyor. Karşımda ki dev şelalenin güzelliği gözlerimi dolduruyor. Bir anda büyük bir ağaç dikkatimi çekiyor ve ağaca yaslanan beyaz elbiseli bir kadın. Ağaca yaklaştıkça gözlerim netleşiyor. Bu kadın…

"Suna," diyerek beni kollarının arasına alıyor.

Hasret dolu gözlerle bana uzun uzun bakıyor. Sıkıca sarılıyorum ve ağlamama engel olamıyorum. Kokusunu içime çekiyorum. Dünyanın en güzel kokusu.

“Anne.”

Rüyada mıydım? Her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi. Bir daha annemi hiç göremeyeceğimi düşünürken, kollarının arasında ve onu izliyordum.

"Suna'm," diyerek ellerini saçlarımda gezdirdi. "Güçlü kal, benim güzel kızım. Yaşadıkların çok zor biliyorum ama ben yanında yokum. Bu yüzden her şeye inat ayakta kalmalısın."

Annemin söyledikleri yaşadıklarımın film şeridi gibi gözümün önünden geçmesine sebep oldu ve nefesim kesildi. Bu olanların üstesinden nasıl geleceğimi bilmiyordum.

"Anne," dedim sesim titreyerek. "Sana ihtiyacım var anne. Bana yardım etmelisin. Ben dayanamıyorum ve ne yapacağımı bilmiyorum. Hiç kimse bana inanmıyor anne."

Başını olumsuz anlamda salladı.

"Ben artık sana istesem de yardım edemem kızım. Güçlü kal ve her zaman kalbinin sesini dinle. Kalbin sana her zaman doğru yolu gösterecektir."

Arkasını döndü ve birkaç dakika sonra gözden kayboldu. Arkasından ne kadar ağlasam da ne kadar bağırsam da asla geri dönmedi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum bir çocuk gibi. Her yer kapkaranlık olmuştu bir anda. Hiçbir şey göremiyordum. Biri bana sesleniyordu. Bu Süleyman'ın sesiydi. Gözlerimi panikle açtım, kalbim bedenimi parçalarcasına atıyordu. Süleyman şaşkınlıkla bana bakıyordu ama gözlerinde hala nefret vardı.

"Ağlamayı kes," diyerek beni tersledi. Gözyaşlarımı silmek istediğimde kollarımın bağlı olduğunu fark ettim. Ona kırgın gözlerle baktım.

"Abi," dedim güçsüz çıkan sesimle. "Bu kadarını da yapmış olamazsın değil mi?"

Bir süre gözlerime baktı. Gözleri hafiften doldu ama bir anda bakışları netleşti.

"Beni buna mecbur bıraktın. Senin yüzünden insan içine çıkamaz oldum,” diyerek duraksadı ve devam etti.

"Bundan sonra bana sakın abi deme. Çünkü benim Suna diye bir kardeşim yok!”

Tek kolumu çözdü ve hemen yatağımın yanı başında duran komodinin üzerine sandviç ile bir bardak su bırakarak odayı terk etti. Odadan çıkar çıkmaz suyu içmeye başladım. Bir yandan da karnımı doyurmaya çalışıyordum. Bu yaşananlardan sonra ağzıma bir lokma bile bir şey sürmemiştim.

Bu kadar güçsüz kalmamın sebebi buydu. Bu yaşadıklarımdan sonra ölmek istiyordum ama benim bir günahım yoktu. Rüyamda annemin dediği gibi güçlü kalacaktım. Çünkü ben utanılacak hiçbir şey yapmamıştım. Bunu kimse bilmese de!

***

"Yarın Salih ile nikahın var. Zorluk çıkarırsan sana bu dünyayı dar ederim. Evlenin ve bir an önce terk edin burayı."

Başımı hayır dercesine salladım.

"Asla," dedim sesimi yükselterek. "Asla o şerefsizle evlenmem. Beni öldür daha iyi."

Bana yaklaştı ve saçlarımı eline geçirerek canımı yaktı.

"Sana istiyor musun diye sordum mu? Yarın evleneceksin işte o kadar. Tek kelime daha etme,” diyerek serbest kalan kolumu tekrardan bağladı ve odayı terk etti.

Odadan kapıyı çarparak çıktığında sinirden dişlerimi sıktım. Bir an önce buradan kaçıp kendimi kurtarmalıydım ama elim kolum bağlıyken ne yapacağımı bilmiyordum. Kollarımı çok sıkı bağlamıştı. Saatlerce dişlerimle ipleri çözmeyi denedim ama nafile. Bu ipleri çözmek imkansızdı. Aslında pencereye çok yakındım ama perde çekiliydi. Gerçi köyde ki insanlar beni bu şekilde görse bile asla yardım etmezdi ama yine de son çarem buydu. Kollarım bağlı olduğu için perdeyi ayak parmaklarım ile açmayı denedim ama yetişemiyordum. Kendimi ne kadar zorlasam da perdeyi en fazla 2 ya da 3 cm ilerletebilmiştim. Birinin anca pencereye yaklaşıp dikkatli bir şekilde bakması gerekiyordu ki beni görebilsin. Bende zaten dışarıyı çok ayrıntılı bir şekilde göremiyordum. Sinirle yine gözyaşlarıma hakim olamadım. O şerefsiz ile evleneceğime Süleyman'ın beni öldürmesini tercih ederdim. Nasıl bir çıkmaza düşmüştüm ben böyle? Düşüncelerimden sıyrılıp pencereye odaklandım ama saatlerce kimse geçmiyordu. Saatlerce pencereyi çaresiz bir şekilde izledim. Çünkü yapabileceğim bir şey yoktu. Abimin ellerinden kaçmak zaten imkansızdı. Bir anda görüş alanıma siyah ceketli bir adam düştü ve pencereden dikkatli bir şekilde beni izleyerek telefonla konuşmaya başladı. Kimdi bu adam? Daha önce hiç görmediğim kesindi. Telefonla konuşması bittikten sonra görüş alanımdan uzaklaştı. Güneş batmak üzereydi ve kollarım bağlı bir şekilde saatlerdir bu yatakta kıvranıp duruyordum. Kapıya birinin vurduğunu duyduğumda heyecanla sesleri dinlemeye başladım. Kim gelmişti? Miran'ın gelip beni buradan götürmesi için dua etmeye başladım. Şu anda ondan başka güvenecek hiç kimsem yoktu. Biri kapıya iki kere vurdu ve konuşma seslerinden sonra bir anda kapı sert bir şeklide açıldı ve Süleyman bana telaşla yaklaşarak kollarımda ki ipleri hızlı bir şekilde çözdü.

"Neler oluyor, kim geldi abi?"

"Polisler," dedi sinirli gözlerle. "Hakkında şikayet var. Kim bilir ne yaptın yine?"

"Polisler mi?"

Abim imalı bir bakış attı.

"Sakın, evde olanlar hakkında polislere tek söz etmeyeceksin. Seni evliliğe zorladığımı ve seni burada zorla tuttuğumu," diyerek sinirle burnundan soludu. Babam odadan içeri girdi. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü.

"Suna'm kapıda polisler var. Neler oluyor?"

Gözlerim doldu. Babamı bu halde gördükçe içim kan ağlıyordu ama kendime bile faydam yoktu.

"Çabuk," dedi Süleyman. "Sen polislerle gittiğinde ben arkandan geleceğim.

Dediğim gibi burada olanları da unut. Sakın ağzından tek kelime bile çıkmasın. Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim."

Her fırsatta beni tehdit etmekten çekinmiyordu.

Kolumdan tuttu ve yürümem için komut gösterdi. Odadan çıktığımızda babam da telaşlı bir şekilde arkamızdan geldi. Kapıda duran iki tane polise dikkatli bir şekilde baktım. Biri bugün beni pencerede izleyen adamdı. Şaşkın bir ifadeyle tam konuşacaktım ki adamlardan biri elindeki kelepçeyi uzattı. Daha yeni özgür kalan kollarım tekrardan mahkum oldu. Beni apar topar polis aracına bindirdiler ve babam elinde çantam ile bana doğru koşturdu. Adamlardan biri çantayı aldı ve babam ile abime ayaküstü bir şeyler söyleyip hızla araca bindiler. Adamlardan birisi şoför koltuğuna diğeri ise yanıma oturdu. Köyde ki herkes kapılara dökülmüştü ve film seyreder gibi bize bakıyordu.Köyden uzaklaşıp sahil yoluna girdiğimizde gördüğüm manzara ile dudaklarımı araladım. Ali ve Leyla sahil kenarında birbirlerine sıkıca sarılmışlar ve Ali Leyla'nın omzuna başını koymuştu. Bu gerçek olamazdı! Ben o kadar zor zamanlar yaşarken onlar banabu kadarını nasıl yapabilmişlerdi?

"Durun," dedim adamlara bağırarak.

Adamlar bir an birbirlerine bakarak afalladı ve şoför koltuğunda ki adam aracı yavaşlattı.

"Dur diyorum sana,” diye tekrarladım. “Dur iki dakika!"

Adam aracı tamamen durdurdu. Kelepçeli kollarıma aldırış etmeden arabanın kapısını sert bir şekilde açtım ve onların yanına ağlayarak koştum. Polisler şaşkın bir şekilde arkamdan beni takip ediyordu.

Ali ve Leyla'ya iyice yaklaştığımda tam önlerinde durdum ve onları acı dolu gözlerle izledim. Ali beni fark etti ve Leyla'dan birkaç adım uzaklaşarak şaşkınlıkla gözlerime baktı. Kollarımda ki kelepçeyi fark etti. Gözleri arkada ki adamlara kaydığında konuşmaya başladı.

"Suna," dedi meraklı gözlerle.

"Bu kelepçe de neyin nesi? Sen…”

Sözünü bitirmesine bile müsaade etmeden tüm içimde ki öfkeyi kusarcasına bağırdım.

"Çok mu umurunda?" Leyla'ya baktım. Gözlerinde ufacık bile merhamet yoktu.Yıllarca koynumda yılan beslemiştim!

"Siz bana bunu nasıl yaparsınız ya? O kadar zor şeyler yaşadım. Süleyman beni eve hapsetti ve…”

Derin bir nefes içime çektim. Kalbim o kadar çok acıyordu ki bunu kelimelerle bile tarif edemeyecek kadar kötüydü.

"Beni zorla Salih'le evlendirecek," dedim ve o an yere yıkıldım. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Şu halimi şu anda kim görse bana acırdı ama yıllardır yanımda olan insanlar hala kılını bile kıpırdatmak istemiyordu.

"Hiç mi acımıyorsunuz ya hiç mi? Neler yaşadığımı görmenize rağmen hiç mi sevmediniz beni?"

Ayağa kalkacak gücüm bile kalmamıştı. Bu son yaşadığım beni iyice doldurmuştu. Kelepçeli kollarıma aldırış etmeden Ali'nin bacaklarına yapıştım ve ağlayan gözlerle kafamı kaldırarak gözlerine baktım.

"Ali," dedim yalvararak. "Kurtar beni. O adamla evlenmek istemiyorum. Ne olur inan bana artık.”

Leyla bana nefretle bakarken Ali’de ondan farksızdı.

Ali elimi sertçe tuttu ve beni itti. Öfkeyle itmesinin ardından kafamı sertçe yere çarptım. Adamlardan biri Ali'ye sert bir yumruk geçirdi. Ali burnuna isabet edenyumrukla sendeledi ve yere düştü. Diğer adam beni yerden kaldırmak için çabaladı ama kafamı sertçe yere vurduğum için kan yüzüme bulaşmıştı ve başım dönüyordu.

Adam kendi gücümle yürüyemeyeceğimi anladığı için beni kucağına aldı ve arabaya uzandırdı. Diğer adam da ön tarafa oturdu ve hızla arabayı sürmeye başladı. Gözlerim istemsizce kapanıyordu. Bugün pencereden beni izleyen adamın yine telefonu çaldı ve konuşmaya başladı.

"Geliyoruz abi."

"Kız hiç iyi değil."

"Başı biraz kanıyor."

Telefonu kapattı ve morali bozulan adam bana baktı.

"İyi misin?"

"Polis olmadığınızı anlamıştım," dedim yorgun çıkan sesimle. Gözlerimi kapattım. Bu adamlar kimdi? Beni nereye götürüyorlardı bilmiyorum ama kendimi güvende hissediyordum. Adamlardan biri kanayan yarama bir bez bastırdı daha sonra yara bandı ile kanayan yaramı kapattı.

"Neyse ki dikiş atılacak kadar kötü değil."

Şu anda biri beni defalarca bıçaklasa bileumurumda değildi. Kalbimde hissettiğim acı bugüne kadar hiç yaşamadığım kadar büyük bir enkaz yaratmıştı bana. Şoför koltuğunda ki adam bir bahçenin kapısından içeri girdi. Bahçede beyaz bir villa bizi karşıladı. Kırmızı zarif güller göz kamaştıracak derecede güzeldi. Büyük bir havuz ve havuzun etrafında ki şezlonglar yaz enerjisi veriyordu. Evin kapısından koşar adımlarla çıkan adama gözlerim kaydı. Gözlerim bir anda parladı ve büyük bir sevinçle gülümsedim.

Arabadan indiğimde bir anlığına gözlerim karardı ama hemen toparladım ve ona doğru birkaç adım yaklaştım.

"Miran…”

Beni kollarının arasına alarak dakikalarca sarıldı. Yüzüme bulaşan kana gözü takıldı. "Suna," dedifısıldayarak.

Konuşmak istiyordu ama konuşsa yer yerinden oynayacak kadar öfkelenmişti. Hem çok öfkeli hem de yıkılmış gibiydi.

"Sana bunu kim yaptı?" Kolumda ki kelepçeye gözü takıldı. Adamlara bir anda tüm öfkesini kusarak bağırdı. Bağırdığında ben bile korkuyla yerimde sıçramıştım.

"Bu kelepçe ne lan! Dalga mı geçiyorsunuz siz?"

Adamlardan biri telaşla cebinden çıkardığı anahtarla bana yaklaştı ve kollarımdaki kelepçeyi çıkardı. Diğer adam gözlerini yere indirerek cevap verdi. Korkudan Miran'ın gözlerine bile bakamıyordu.

"Kusura bakma abi. Telaştan çıkarmayı unuttuk."

Miran göz hareketi yaptığında ikisi de yanımızdan uzaklaştı ve Miran tekrardan gözlerime odaklandı. Konuşmasına fırsat vermeden hemen lafa atladım.

"O gün seni kapıdan kovmak zorunda kaldığım için özür dilerim. Abim sana zarar verir diye korktum. Ben çok pişmanım Miran. Beni affedebilecek misin?"

Sözlerimi art arda sıraladığımda gülümsedi ve gözlerime tatlı bir şekilde gülümseyerek baktı.
"Sence ben böyle bir şey için sana kırılabilir miyim?”
Bana kırgın olmadığını anladığımda derin bir iç çektim.
"Haydi," dedi başıyla evi işaret ederek. "İçeri girelim. Odanı hazırlattım. Geç güzelce duşunu al ve daha sonra güzel bir yemek yiyelim tamam mı?”
Başımı olumlu anlamda salladım ve derin bir nefes aldım.

Şu anda ihtiyacım olan tek şey buydu.

***

Miran bana odayı gösterdikten sonra rahat edebilmem için beni yalnız başıma bırakmıştı. Odaya göz gezdirdiğimde Miran'ın ne kadar zevkli bir adam olduğunu anladım. Odada pudra ve beyaz renkler hakimdi. Giysi dolabını açtığımda ufak çaplı bir şok geçirdim. En ince ayrıntısına kadar düşünüp her şeyi almıştı. Onun hakkını ne yaparsam yapayım asla ödeyemezdim. Dolapta asılı olan bordo renkte ki bornozu çıkardım ve hemen kendimi banyoya atarak suyu açtım. Duşta kaç dakika kaldım bilmiyorum ama çıkasım gelmiyordu. Tüm yorgunluğumu alıp beni gevşeten duştan ayrıldım ve bornozumu üzerime geçirerek odaya geri döndüm. Dolaptan çıkardığım siyah eşofman takımını giydikten sonra aynanın karşısına geçtim. Makyaj masasının önünde ve çekmecelerde bir kızın ihtiyacı olan her şey vardı. Bu kadar şeyi nasıl düşünmüştü hala şaşırıyordum. Gözlerim aynaya daldığında aynada yansıyan solgun görüntüme baktım. Dudaklarım hafif mor renge bürünmüş ve gözlerimin altı ağlamaktan çökmüştü. Fondöten ile solgun görüntümü gizledim. Hafif pembe renkte bir allık ve aynı tonda bir nemlendirici sürdükten sonra saçlarımı taradım. Odanın kenarında duran siyah terlikleri ayağıma geçirdikten sonra aşağıya indim. Miran geniş kahverengi koltuklara yayılmış televizyon izliyordu. Oturma odasıyla birleşik olan mutfağa gözüm kaydı. Siyah uzun saçlı, beyaz tenli ve alımlı bir kadın dikkatimi çekti. Masaya tabakları dizen kadın beni gördüğünde sıcak bir şekilde gülümsedi. Gülüşü o kadar güzeldi ki ben bile büyülenmiştim. Miran bana sevgilisi olduğunu neden söylememişti? Peki bu kadın benim bu evde kalmama nasıl ikna olmuştu? Miran beni gördüğünde ayağa kalkarak yanıma yaklaştı.
" Sana kız kardeşimden bahsetmemiştim," diyerek gülümsedi.
"Kardeşin mi?"
Kız tekrardan gülümsedi ve yanıma yaklaşarak elini uzattı.
"Merhaba Suna,” dedi gülümseyerek. “Ben Mavi.”
Bana uzattığı elini memnun bir şekilde sıktım ve bende onun gibi sıcak bir şekilde gülümseyerek karşılık verdim.
"Teşekkür ederim. Tanıştığıma çok memnun oldum ve şimdiden yemekler için ellerine sağlık."

Gözlerim masada ki yemeklere kaydığında istemsizce yutkundum. Mavi ne kadar acıktığımı gözlerimden anlamış olmalı ki beni hemen masaya davet etti. Normalde yabancı birinin evinde yemek yerken biraz çekinirdim ama o kadar acıkmıştım ki oturur oturmaz utancımı bir kenara bırakarak yemek yemeye başladım.

Miran'a baktığımda üzgün bir şekilde beni izliyordu. Sanırım bu üzüntüsü bu kadar aç kaldığım içindi. Çatalımı masaya bıraktım ve geriye doğru yaslanarak onları izledim.
"Ben her şey için teşekkür ederim. Sizirahatsız ettiğimin farkındayım ama en kısa zamanda kalacak bir yer bulup başımın çaresine bakacağım.”

Miran tam cevap verecekti ki telefonu çaldı. Telefonu açtı ve bir süre sessiz kalarak karşı tarafı dinledi.

"Emin misin?"

Bunu söylediğinde yüz ifadesi tamamen değişti ve gözleri doldu. Kötü bir haber mi almıştı?

Telefonu kapattı ve bana acıyan gözlerle bakarak başını önüne eğdi. Mavi merakla abisine baktı.

Miran sessizliğe gömüldü.

"Kimdi arayan abi? Neden bir anda yüzün düştü?"
Hemen lafa girdim.
"Kötü bir haber mi aldın?"
Miran hala konuşmuyordu. Bu sessizlik beni korkutmuştu. Onu daha önce bu kadar kötü görmemiştim.
"Ne oldu abi?”
Mavi'nin gözlerinde ki korku bana da yansımıştı. Belli ki abisi için endişe ediyordu.
"Suna," dedi Miran gözlerime bakarak. Sıktığı gözyaşlarını serbest bıraktı. Sesi titremişti. Kötü bir şey olmuştu. Yoksa ağlamazdı böyle.
"Baban kalp krizi geçirmiş,"
Bakışlarım dondu. Nefes alışverişlerim hızlandı. Mavi kolumdan destek vererek tuttu. Kendimi artık taşıyamaz hale gelmiştim. Sandalyeden yere düşecektim ki Miran kollarını açtı ve onun kollarına bıraktım kendimi. Bu yaşadığım acı bardağı taşıran son damlaydı.

"Başın sağ olsun.”

Miran'ın ağzından acıyla dökülen son sözler kalbime bir bıçak gibi saplandı ve bilincim kapandı.

 

 

 

 

Loading...
0%