Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.Bölüm- Ben Kimim ?

@dilefruz

Dik yamacı tırmanırken güneş yine tepeden vuruyordu. Dağın tepesinden esip gelen rüzgar, güneşin yakıcı sıcaklığına rağmen elbisemin eteklerinden içeri girerek serinletiyordu beni.

En son elimle toprağa saplanan taşa tutunup düzlüğe çıktım.

Durup derin bir nefes alıp, soluklandım. Dağın eteklerine kadar uzanan karlar erimiş, az biraz tepeleri beyaz kalmıştı. Köye nazaran yaylada serin bir hava esiyordu hala.

Serin ama üşütmeyen daha çok insanı ferahlatan bir hava. Yaylada öbek öbek çiçekler açmış; bir kısım beyaz dağ papatyaları, bir kısım ise kırmızı gelinciklerle süslenmişti. Aralara serpilen ebegümeci, sarı kantaron , kırkkilit otu ise bana yavaştan göz kırpıyordu.

Az ileride irice gövdesi bulunan iğde ağacından yayılan koku çiçek kokularına karışıp burnuma doluşuyordu.

Yaylanın yukarı kısmında tepede bulunan; küçük, pencereleri maviye, dışı beyaza boyanan taş ev babaannemin genç kızlığında kaldığı evmiş. Hemen önüne açılan düz ayak balkon ve etrafına dikilmiş dört uzun kalasla genişletilmiş.

Babaannemin demesine göre evin ön cephesinde çatı görevi gören asmayı babası ta küçükken dikmiş. Pek bereketli pek lezzetlidir bu asmanın yaprakları. Bir sarma olur tadından yenilmez. Ekşi zar gibidir yaprağın her biri.

O zamanlar kim diktiyse kurutmuş asmasını bir tek babasının diktiği asma kalmış bu zamana kadar. Babaannem rahmetli babasından hep övgüyle söz eder.

" Ağzı dualıydı, abdest almadan eşikten adım atmazdı kızım " der durur hep.

Elini attığı kuru dalı bile yeşertirmiş. Lokman Dedeyi herkes bilir sayar. Ne zaman biri geçmişten bir hastalıktan söz etse Lokman Dedeyi anar. Şifacıymış. Dağ, bayır, kar kış demez nerede ot vesair var toplar, sonra da ilaç hazırlarmış. Bu yörede ismini namını bilmeyen yoktur. Çok insanı bıçak altına yatmaktan kurtardı der babaannem. Bide hazırladığı otlara kurandan şifa ayetleri okurmuş ki insanın hem ruhuna hem bedenine iyi gelirmiş.

Babaannemler dört kardeşler üç abisinden ikisi vefat etmiş. Geriye babaannemle büyük dede dediğimiz hemen bir sokak ötede oturan Hikmet Dede kalmış geriye. Lokman Dede'nin oğulları başka işlerle uğraşmışlar hep. Bir tek babaannem merak salmış babasının yaptığı işe.

Hal böyle olunca bir gün Lokman Dede kızını yanına çağırmış. Konuşmuş ilk önce bu işi sevip sevmediğini sormuş. O zamanlar 13 yaşındaydım der babaannem. Heyecanla cevaplamış babasını başlamış otları saymaya babasının neyi nasıl yaptığını, hangisini ne ölçüde koyduğunu, ne dualar okuduğunu anlatmış dakikalarca.

Anlatırken gözleri dolar babaannemin. " Ben o heyecanla konuştum durdum kızım ama babam sözümü dahi kesmeden dinledi beni. Gözlerinin içindeki parıltı hala gözlerimin önünde capcanlı. Ben sözümü bitirdiğim vakit anlımdan ve iki gözümden öptü beni. Evvela hep söylediği ağzından eksik etmediği duayi okuyup üfledi saçlarıma. " der hep.

Sonrasında babası el vermiş babaanneme. Lokman Dede yaşlanıncada babaannem köyün şifacısı olma görevini üstlenmiş. Üstelik bende dahil köydeki çoğu çocuğu babaannem doğurtmuş. Ebe Kadın derler ona. Şifacı Zehra der bazısı da.

Ben mi? Ben Şüheda. Aklı deli kendisi zırdeli Alacaların yarım akıllısı Şüheda...

Kimine göre bahtsız, kimine göre uğursuz, kendime göre ise Allah'tan ve babaannesinden başka kimsesi olmayan Şühedayım ben.

Babamla annem severek evlenmişler. Evlendikten 6 ay sonra babam askere gitmiş. Babam askere gittiği vakit annem henüz bir aylık hamileymiş. Babaannemin demesine göre babam haberi aldığında öyle bir sevinmiş ki askere gitmem diye tutturmuş. Dedem çocuk doğunca daha zor olur oğlum diyip zorla göndermiş babamı askere.

Babamlar 3 kardeşler. Allah affetsin şeytanın yeryüzündeki ayağı denecek bir halam; sorumsuz ,meymenetsiz, işsiz ,güçsüzde bir amcam var. Aralarında bir babam çok iyiymiş oda çok yaşamamış zaten. Boşuna demiyorlar Allah sevdiklerini erken alır yanına diye.

Annem yedinci ayına girdiği günlerde babamın şehit olduğu haberi gelmiş. Annem asker alayını muhtarla birlikte kapının önünde görünce birden anlamış kötü haber var. Elindeki süt dolu sitil kayıp düşmüş ellerinden. Komutan babamın şehit olduğu haberini verince bir feryat kopmuş annemin ağzından.

Hamile kadın bir de ozaman. O anın acısıyla herkes feryat ederken annemin kanaması başlamış birden bire. Almışlar annemi içeri babaannem oğlunun ölüm haberine olan üzüntüsünü unutup başlamış doğum hazırlığına.

Ben doğmuşum. Doğmuşum lakin ne kimse sevinebilmiş ne de kucağa alınmışım. Babaannem beni doğurtur doğurtmaz bayılmış annem. Nabzı düşmeye başlamış. Soluk alış verişi yavaşlamış.

Babannnem ne ettiyse durduramamış kanamayı. Bakmış olacak gibi değil koşmuş varmış komutanın yanına.

" Gelinim ölüyor komutan hastaneye yetişmesi lazım " demiş çaresizlikle. Komutan hemen askeri pikabı çağırmış. Annemi sarmışlar battaniyeye koymuşlar pikabın arkasına.

Adı batacısa halam o günü anlatırken hep der ki;

" Sardığımız battaniyeyi pikaba taşıyana kadar battaniye kana bulandı. Kan damlaları damla damla yere düştü hep"

Velhasıl annem beni doğurduğu gün can vermiş. O gece hem yetim hem öksüz kalmışım. Anneannemler sevmez beni. Yıllarca kızımızın ölümüne sen sebep oldun diyip durdular.

O günden sonra adımı Şüheda koymuşlar. Beni bir tek babaannem sever. Birde yakın arkadaşım Züleyha. Amcamın kızı Serpil hiç sevmez mesela beni. Kendimi bildim bileli her şeyin en iyisini ona alır yengem. Bense babaannemin aldığı aylıkla ayda yılda denk gelirse aldığı ya da diktirdiği toplasan 5 i geçmez elbiselerle bir sene geçiririm.

Ama Serpil beni hep hor görür, aşağılar. Sevmez. Hoş bende onu sevmem. Kıskanır. Babaannem der ki " Güzelliğini kıskanıyor kızım. " sonrada dediği şeye kıkırdar durur.

Mahir abim iyidir. Okumuş adam ondan olsa gerek. Halamın birtanecik oğlu. Allahtan anasına değil de babasına çekmiş. Güzel huyludur. Hep sorar beni eskidiğim var mı yok mu yoklar. Ama amcamın oğlu Civan Efe yok mu... Mendebur deyyus. Günahım kadar sevmem. Babası kılıklı. Annesinin kuzusu normalde mangalda kül bırakmaz lakin korkak herifin tekidir. Birde işsiz güçsüz kahvede geceler durur.

Biz, halam hariç hepimiz aynı evde kalıyoruz. Halamda hemen karşı evde oturuyor. Sağa dönsem aynı sola dönsem aynı...

Ben ah ben... Ben tüm bu hengâmenin içinde kendimi otlara bitkilere şifalı karışımlara adamış onlarla az da olsa huzuru bulmuş biriyim. Babaannem kadar yetenekliyim. El verdi bana. Her şeyi öğreniyorum. Geçen bizim Sarıkızı ben doğurttum mesela. Onunla doğumlara gidiyorum yardımcı olmak için.

Şu yayla var ya şu yayla şu ileride ki taş ev. Benim huzurum. Nefes aldığım tek yer. Baktım evde bunalıyorum kendimi yaylaya atıyorum hemencecik. Koca gövdeli iğde ağacının atında dinleniyorum. Yeri geliyor aşağıda akarsuyunun yanlarında kök salmış kavak ağaçlarının dibinde serinliyorum.

Bugün buraya gelincik toplamaya geldim. Gelincik böreği yapacağız. Yarın akşam Hıdırellez gecesi. Hıdırellezde tüm köy hazırlık yapar köy meydanında masalar kurulur herkes hazırladığını getirir birlikte yer içer dua eder. Koca bir ateş yakılır sonra. Gençler üstünden geçer.

Derler ki; Hıdırellez günü Hızır A.s ve İlyas peygamber yeryüzünde bir gün buluşur. O gece bereket dağıtılır. Dilekler kabul olur. Evler temizlenir. Yıkanır paklanır herkes. En güzel yemekler yapılır. Köy meydanında kurban kesilir. Ağzı kapalı her şey açık bırakılır ki Hızır A.S. bereketi ile gelsin bereketini bıraksın.

Sene de bir kez meydan da bu vesile ile toplanan köy halkı hem hep birarada olur hemde gençler birbirini görür. Teyzeler genç kızlarını süsler görücü olur diye. Oğlan anneleri ise göz süzer etrafa kısmet arar. Ben ise bu gece babaannemin senede bir yaptığı gelincik böreğini beklerim. Lezzetine doyamadığım bir tattır lakin kimse de babaannem gibi yapamaz. Oda bir tek Hıdırellez zamanı yapar.

Yaylada ki gelincikleri toplayıp öbekler halinde sepetime yerleştirdim. Arada büyümeye yüz tutmuş kantaronları yoklamayı unutmadım elbet. Hasat vakti geldiğinde kantaron yapı yapacağız.

Yanıklara, yaralara pek iyi gelir. Tepemdeki güneş yavaşça yön değiştirdiğinde saatin geçtiğini anlamıştım. Daha fazla oyalanmadan hızla indim bayır aşağı evin yolunu tuttum…

MirAli Kiziroğlu’ın ağzından;

Kapıda ki askere baş selamı vererek çıktım mapushane kapısından dışarı. Tam 10 yıl gençliğimin baharında girdiğim bu dört duvar arasından çıkmam tam 10 yılımı aldı. Ben MirAli. Haksızlığa zerre tahammülü olmayan o zamanlar kanı deli akan şimdilerde yer yer olgunluk çökmüş adamım.

Dışarıya adımladığımda kafamı kaldırıp baktığım gökyüzü sanki daha geniş daha ferahtı. Aynı gökyüzüydü halbuki.

Derin bir nefes aldım ilk önce sonra elimdeki bavulu kavrayarak yola koyuldum. Çıktığımdan kimsenin haberi yok. Dedem Kiziroğlu Mustafa duysa çıktığımı düğün yerine çevirir burayı. Oysa ben sevmem gösterili gürültüyü.

Hele birde senelerce dört duvar arasında kalmış bir adamsanız hiç kaldırmıyor insanın kafası.

Bu on yıllık süre zarfında kendi içine dönen bir adam oldum. Zaman ağır ve çetin geçti. Özlemler dolu içim. Uzak kaldığım köy ailem burnumda tütüyor.

Az ileride bir taksi çevirip bindim. Terminale doğru yola koyulduk. Taksiden inerek köyüme giden minibüslerden birine bindim.

Yaklaşık 10 dakika sonra hareket etmeye başladı araç. Kafamı cama yaslayıp kapattım gözlerimi. İki saat sonra araç mola için durdu. Yaklaşık kırkbeş dakikalık bir yol kalmıştı.

Araçtan inerek bir sigara tüttürdüm. Sonra tuvalet ihtiyacı için lavaboya yöneldim. Lavaboya girdiğimde arkamdan iki adam girdi. Bir terslik olduğu belliydi çünkü kısa olan kapıyı kapatmıştı.

Biraz daha uzun olan arkamda bir tur volta attı. Aynadan adamı izlerken nihayet ellerimi yıkadım ve üstüne sildim.

“ Hayırdır beyler bir sorun mu var?” dedim gür sesimle. Volta atan adam durdu ve gevrek gevrek gülmeye başladı.

“ Remzi Abinin selamını getirdik kardeş. Sana bir hediyesi var “ dedi ve birden belindeki bıçağı çıkararak bana savurdu.

Kendimi geri attım. “ Hapisten çıkmanın şerefine o piç herifi deşin dedi. “

“ O abine söyle benim anamda babamda belli. Asıl piç kendisi”

Adam söylediğim şeyle öfkeyle üstüme atladı. Biz boğuştuğumuz esnada elindeki bıçağı bileğine vurarak uzaklaştırdım. Yumruklarımı ardı ardına savururken karın bölgemde hissettiğim acıyla duraksadım.

Kısa olan adam yerdeki bıçağı alıp yandan karnıma saplamıştı. Bıçağı çekmesiyle gömleğim kana bulandı. O esnada altımdaki adam beni hızla iterek kalktı ve iki adam kapıyı açarak uzaklaştılar.

Karnımda oluşan kanamayı durdurmak için atletimle bastırdım. Kimse görmeden araçtan bavulumu alarak içinde annemin ördüğü atlıyı sıkıca sardım. Tampon görevi görüyordu atkı.

Anons yapılınca elimdeki kanları silerek yıkadım ve dolmuşa bindim. Yaklaşık yarım saat sonra durdu araç.

“ Boztepe Köyünde inecekler burada insin “ dedi şöför.

Gözlerimi aralayarak “ Köye gelmedik ama daha “

“ Buradan sonrasına gitmiyorum in yürü kardeşim. İleride yol çalışması var. “ dedi şöför.

Bavulu alarak indim araçtan. Kan kaybından olsa gerek bitkin ve yorgundum. Önünde durduğum yayla köye 10 dakika uzaklıktaydı.

Hapiste duvarlara sinen rutubet ve sigara kokusundan sonra burası bir cennetten farksızdı. Ciğerlerim iğde ve ıhlamur kokularıyla çoşuyordu. Yarama dokunduğumda üstümü değişmem gerektiğini anladım. Az biraz yürüdükten sonra gözüme ilişen eve doğru adımladım. Bu şekilde eve gitmek olmazdı.

Bizimkiler korkardı. Evvela annem halimi görse dayanamazdı. Eve doğru geldiğimde kapıyı tıklattım lakin açan olmadı. Son bir kez tıklattığımda kapı kendiliğinden açıldı.

Kimseler yoktu belli ki… İçeri girdim ve bavulu köşeye bırakarak soyundum. Yaram yer yer kanıyordu. Temiz bulduğum bezle sardım yarayı ve yanda duran sedire uzandım…

Loading...
0%