Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1) - ༻AĞIR YARALI KARADENİZ ༺

@dilekkoc6789

Keyifli okumalar... 🥀

 

 

 

"Karadeniz gibi ol.

Karadeniz gibi asi...

Karadeniz gibi durulmaz. "

 

Derler ki; Karadeniz'in umudu bitince inadı başlar.

 

 

KARADENİZ

ORDU

 

(Şimdiki zamandan bir hafta önce...)

 

KUZEY DEMİR KARAHANLI.

 

Yılların hırsını alamamış gibi şimdi ise derin acılı bir sancı çekiyordu. Göz yaşları görünmemesi için taktığı güneş gözlüğü bile ona ağır gelirken iki adım atarak küreği eline aldı.

 

Dik durmaya çalıştı. Göğüsünü derinden bir nefes alarak kabarttı. İçi içine sığmıyordu. Aldığı nefes az geliyordu. İkinci kez sevdiği birini kaybetmek ona çok ağır geliyordu. Şehitleri hariç. Çünkü onlar ağırlık değildi, onlar ölü bile değildi. Onlar yiğit gibi vatanı için şerefle can verenlerdi.

 

Elindeki kürek bir an ağır geldi. Küreği oynatarak toprak atmaya başladı. Her toprak atışında bir kez daha çöktü, artık bir abisi yoktu.

 

Tıpkı sevdiğinin artık olmaması gibi...

 

Abisiyle olan anıları bir bir gözünün önüne gelirken bir damla yaş daha gözünden aktı.

 

♦︎

"Abi sende oynasana ya bizle? " dedi Burak topu ayağında sektirerek. Daha sonra ikizi Furkan'a paslayarak, Fatih abisine baktı.

 

Furkan gelen pasla güldü. "Yook, olmaz. Oynarsa yengem abimi fena benzetir. Valla bizim çaylıklar gibi kıbırdayamaz olduğu yerde. " diyerek gülecekken kafasına yediği şamarla sustu. Kuzey abisine paslayarak Fatih abisinden uzaklaştı.

 

"Kuzey, at ha şu topu da çakayım şunun sıfatına bi tane. " dedi Fatih öfkeyle.

 

Kuzey gülerek abisine pasladı topu. Fatih gelen topa öyle bir vurdu ki, top ilk önce Furkan'ın yüzüne ordanda yan taraftaki sehbanın üzerindeki vazoya çarparak kırdı.

 

Öfkeyle vurduğu için çok sert vurmuştu. Kuzey alt dudağını dişlerinin arasına alarak abisine baktı. "Ha şimdi sıçtuk işte."

 

Furkan yüzüne beklemediği topla yere yapışırken Ayşe söylenerek merdivenlerden aşağı inmeye başladı. İnerken de, "Ula ne oldii, ne ettunuz?! " diyerek karşısında duran dört uşağa baktı.

 

Fatih diken üstünde bir karısına bir Kuzey'e baktı. Burak ise küçük adımlarla olay yerini terk etme taraftarıydı ki Fatih ensesindeki kıyafetten yakaladı. "Nereye kaçaysun ula! Size ben kaç kere söyledum evin içinde top oynamayacasunuz diye? "

 

Sızlanarak yerde burnunu tutan Furkan ise tam, "Abi... " demişti ki Fatih gözlerini belerterek karısını işaret etti. "Başlatma abine! Abisi fıyar! "

 

Kuzey kahkaha atarak kardeşini yerden kaldırıp yengesine döndü. "Toz mu alaysun yenge? " diyerek Ayşe'nin kucağındaki kovayı gösterdi.

 

"Hee! Toz alayrum. Alayrum da, alamadan gitti güzelum vazo. " diyerek kocasına baktı. Fatih ise gözlerini kaçırarak, "Hee." dedi.

 

"Ulan ben şimdi sizi! " diyerek kovayı yere bırakmış dördüne birden ayağındaki terliklerle mutfağa kovalamıştı. Mutfakta fasulye ayıklayan Asiye anasının ayaklarındaki terlikleri de alarak birini Furkan'ın diğerini de Fatih'in kafasına atmıştı. Herkes ise kahkahalarla gülüyor küçük Ege ise ellerini çırparak, "Babam yine anadam çekeyi. " diye geziyordu.

 

♦︎

"Abi, baa bırak. " dedi ikiz kardeşlerinden biri olan Furkan. Elindeki küreği ona vererek bir iki adım geri çıktı. O esnada da bir yanına diğer ikiz kardeşi Burak ve diğer yanına da babası Osman Bey gelmişti.

 

Kardeşinin yüzüne baktı. Gözleri kıpkırmızıydı. Yüzü çökmüş ellerini ise önünde birleştirmişti. Başını eğmiş abisinin mezarına bakıyordu. Sonra babasına baktı. İçi acıdı. Önüne dönerek kendisi de başını eğdi. Göz yaşları dur durak bilmeden aktı her iki yanağındanda.

 

İnsanın sevdiğini kaybetmesini o kadar iyi biliyordu ki...

 

Dışardan kim görse sert duruşundan ödün vermeyen dağ gibi yıkılmaz bir delikanlı diyebilirdi. Ancak hikayenin aslı o değildi. Hikayenin aslı çok başkaydı. Kimse içinin ne denli yandığını, silah tutmaktan nasırlaşmış parmanlarının ucunun uyuşup buz kestiğini his edemezdi.

 

Bu ne anlatılırdı ne de dinlenilirdi. Yaşamadan kimse bilemezdi.

 

"Baba." dedi öfkeli sesiyle Kuzey. "Nasıl?"

 

Anlam veremiyordu. Aniden gelen ölüm haberini bir türlü aklı almıyordu. Yüreği kaldırmıyordu.

 

Osman Bey saklamadan sildiği göz yaşlarıyla oğlunun toprağa verilmesini izledi bir süre. Yan taraftaki ikinci oğluna ise eğilerek,"Konuşacağuz evlat, sabret. Bırak da, bu ihtiyar acusunu yaşasun az. " dedi.

 

"Baba." diye direnecekti ancak vazgeçerek nefesini verip yerinde dikleşti. Gözlerini bir kaç saniyeliğine yumdu. Daha fazla zorlamanın bir anlamı yoktu. Er yada geç nasıl olduğunu abisinin ölümünün arkasında kim olduğunu öğrenecekti.

 

Basit bir trafik kazası mı yoksa arkasında biri olup suikast mıydı, öğrenecekti.

 

"Abi." dedi hemen yanındaki Furkan. Bu seferde Burak kürekle abisinin toprağını atıyordu. Hem hüngür hüngür ağlıyor hemde toprağını atarak bişeyler mırıldanıyordu. "Anam telef oldi. "

 

Kuzey'in bakışları toprağı avuçlayıp sıkan anasına kaydı. Olsaydı eğer toprağı kendine saklayacaktı. Hem ağlıyor hemde toprağı sıkıp oğlum diye feryat ediyordu.

 

Gözlerini yumdu bir kaç dakika. Neden herşey böyle üst üste geliyordu... Öncesinde de kendi şehadet haberi gelmişti. Gerçek değildi belki ama gelmişti. Şimdi gerçeği olacak diye anası ondan yana korkup diken üstündeyken hiç beklemediği büyük oğlundan gelmişti ölüm haberi.

 

Yıllar önce de Kuzey'in ölüm haberini aldığında böyle olmuştu. Ama o bir umuttur geri dönmüştü. Peki ya Fatih?

 

O geri dönecek miydi?

 

Hayır.

 

Çünkü o gözlerinin önünde gömülmüştü. Son kez cesedine sarılıp koklayıp öpmüştü oğlunu.

 

Kuzey sıkkın bir nefes vererek başını eğdi. "Anamın yanında durun ne olur ne olmaz. Yengem de kötü zaten. Nenemi saymıyorum bile. "

 

"Baba? " diyerek anasının yanında durdu küçük Ege. Sonra annesine baktı. Siyahlar içindeki anasına baktı. Ağlamıyordu Ayşe. Artık o kadar ağlamıştı ki donmuş gözlerle kocasının mezarına bakıyordu. Sorgular gibiydi. Hayatını, yaşadıklarını ve kocasının ölümünü sorgular gibiydi. Altı yaşındaki Ege küçük yumruklarını sıkmış gözleri dolu bir şekilde hâlâ annesine bakıyordu. "Ana? "

 

Ayşe oralı olamadı. Oğlunun sesini bile duymadı. Elektronik tekerlekli sandalyesi ile gelen Nazlı nene tam da Ayşe'nin yanında durmasıyla elini uzatarak kızın siyah yazmalı başını okşadı.

 

"Ah benum cüzel kizum. " diye fısıldadı. "Ah benum merhametlu bahsız kizum. "

 

Ayşe'nin bakışları Ninesine kaydı. Gözleri hızla dolmuştu.

 

"Nene! " diyerek tekrar ağlamaya başladı Ayşe. "Neden gitti? Beni bırakup gitti. " Hıçkırarak ağlamaya başlamasıyla Kuzey'in annesi Asiye Hanım'da daha şiddetli ağlamaya başladı. İkisininde kayıbı büyüktü.

 

"O seni bırakmadu kizum. O kanitladu. Sevdasinu kanitladu." diyerek başını okşamaya devam etti Nazlı Nine. "Gerçek sevdalılar yarum kalırmuş kizum, senin kocan da bunu kanitladu ya. Seni kurtararak seni ne kadar sevdiğunu kanitladu."

 

Kuzey duyduğu sözlerle sertçe yutkunurken başını iki yana salladı. Ona hiç olamayacak bişey hatırlatmıştı. Sonra ise nenesine bakarak olayları anlamaya çalıştı. Abisi yengesini mi kurtarmıştı?

 

Ayşe ise daha çok ağladı. "Keşke, ben olaydım ordaa! " diyerek iki eliyle başını eğip toprağı avuçlarına hapsetti.

 

Nazlı Nine'nin kaşlarını çatıldı. "Saçmalama kizum, "

 

"O yaşasaydı nene, ben ona ciğerimi verirdum! " derken eli kalbine gitmişti sökmek ister gibi. Göz yaşları aktıkça hıçkırıkları şiddetlendi.

 

Ege bu kalabalığa ve babasının mezarının başına çakılan tahtaya son kez baktıktan sonra koşarak arabalara doğru yöneldi. Tüm bu cenaze ve babasının ölümü onun küçük kalbine ağır gelmişti. Hele ki altı yaşında bir çocuğun...

Kuzey'in gözleri küçük yeğenine takılırken o da son kez mezar başındaki tahtaya bakındı.

 

FATİH ALİ KARAHANLI.

 

Derin bir nefes vererek yeğeninin peşine takılarak o da cenazeyi terk etti. Koşar adımlarla ilerleyip arabalara doğru gelmesiyle etrafına bakındı, ağlama sesi duymasıyla sesin geldiği yere yöneldi. Küçük Ege Karahanlı tekerleğe sırtını vermiş oturur bir şekilde hüngür hüngür ağlıyordu.

 

"Ege'm." dedi Kuzey ona yavaşça yaklaşarak.

 

Ege hızla amcasına dönerek kocaman yaşlarla parlayan gözlerle bakındı. "Amca? "

 

"Kalk amcam ordan. " dedi Kuzey üşütmesinden korkarak. Asfalt soğuktur şimdi. Gökyüzünde Güneş de yoktu.

 

Ege küçük omuzlarını oynatarak kalkmayacağına dair bir işaret verirken ağlamaya devam etti.

 

"Peki." dedi Kuzey. O da yaklaşarak Ege'nin yanına oturunca Ege şaşkınlıkla ona baktı. Kuzey ise başını eğerek küçük yeğenine baktı. Gözlüklerini gözlerinden çekerek ne dercesine bakındı.

 

"Neden ağlıyorsun? " diye muhteşem bir soru sordu.

 

"Babamı kaybettum." dedi Ege dudak bükerek. "Hemde sonsuza kadar amca... "

 

Kuzey'in de gözünden bir damla yaş süzüldü. "Sen niye ağlaysun amca? " dedi dudak bükmeyi bırakmış derin derin nefesler verirken.

 

Kuzey de omuz silkerek elindeki siyah gözlüğü katladı. Üzerindeki siyah pantolon dizlerini kırarak oturduğu için gerginleşmişti. Göz yaşını sildi elinin tersiyle çocuk gibi. "Abimi kaybettum daaa! Nasıl ağlamayim! "

 

Ege şaşkınca amcasına baktı. Onu hiç Karadeniz aksanıyla görmemişti. Burnunu çekerek afalamış şekilde, "Amca, sen ne ettun? " dedi dizlerinin üzerine oturarak bu sefer.

 

"Ne etmuşum?" diye sordu bu seferde. Kaşlarını hafif çatmış küçük yeğeniyle uğraşıyordu. Bir umut ağlamasın artık diye çabalıyordu.

 

"Karadenuzce konuşaysun." dedi. İçi kan ağlamasa bir an gülecek gibi oldu Kuzey.

 

"Karadenuzca nedu laa. Erkek adamsun, Lazca deyiceksun. "

 

Ege ise bir süre yüzüne bakmış sonra ise tekrar dudaklarını bükülünce tekerleğe sırtını vererek dizlerini kendine çekmiş kollarını dolamıştı. Yine nefesini verip yüzünü buruşturarak ağlamaya başlamıştı.

 

"Gene noldi?"

 

"Babasuz kaldum amca. " dedi hıçkırarak. "Artık babam yook!" sona doğru sesi kısılmıştı. Sessiz bir çığlık gibiydi.

 

Üzülmesin istiyordu Kuzey. Ben ona baba olurum dedi içten içe. İlk önce sol göğüsündeki abisinin fotoğrafını çıkardı. Bir müddet baktıktan sonra özenle katlayıp cebine koydu. İğneyi de yere atarak hala yerde oturup ağlayan uşağa baktı. Onu tekte kucağına çekerek sarıldı. Belki o fotoğrafı gecenin sonuna kadar çıkarmazdı ama bu çocuğa bişey olma ihtimali bile onu delirtirdi. Bir iğne batığı bile...

 

"Amca? " dedi burnunu çekerek küçük Karahanlı. "Ölüm ne demek?"

 

Yutkundu Kuzey. Bilirdi. Ege biliyordu herşeyi. Altı yaşında olabilirdi ancak daha yedisine bir ay varken bile okula gitmemesine rağmen herşeyi bilme merakıyla yanıp tutuşan bu çocuk ölümün ne olduğunu iyi biliyordu.

 

Sadecee soruyordu, yanlış mı biliyorum acaba diye. Çünkü Ege çok iyi biliyordu ölümün ne olduğunu. Babasını bile bir daha göremeyeceğini o kadar iyi biliyordu ki bu soru karşısında donup kalan Amcasına bakarak hıçkırarak ağladı.

 

Ağladığı şey ise doğru bilmesiydi.

 

Gerçekten babasını bir daha göremeyecek olmasıydı.

 

Küçücük kalbi yanıyordu, yüreği göğüs kafesine sığmıyordu.

 

"Ağlama koçum." diye fısıldadı Kuzey. "Ben sana baba olurum. Yeterki sen ağlama. İncitme, ağrıtma o küçük kalbini. "

 

Ege başını amcasının göğüsüne koyup ağlarken bir kaç saniyeliğine kaldırdı. "Sen benum babam olamazsun ki! "

 

Kuzey'in kaşları çatıldı. "Olurum ula! Ben amcan değul muyum? Amca demek baba yarusu demektur. Baba yarunum ben senun, baba yarun. "

 

Tekrar kaldırdı başını Ege. "Valla mı? " dedi.

 

"Valla ya. " dedi Kuzey çocuğun sırtını sıvazlayarak. Yüzü yumuşamış küçük yeğenine bakarken kaşlarının kavisi düzelmişti. "Gerçek baban gibi olamam belki, yerini tutamam ama bir amcan olarak her zaman babalık vazifelerini yerine getireceğim."

 

O esnada Ege çok mutlu olurken Kuzey'in kalbi sızladı.

 

O abisinin çocuğuna babalık etmek isterken aslında kendi kanından birini babasız bıraktığından habersizdi...

 

En acısıda burdaydı.

 

Geç kalmak...

 

🥀

 

"Aha bu Karadenuz'un asi dalgalaru aldu benden kocami. " dedi Ayşe eli alnında Kayınpederinin sözünü keserek. Yüreği kor bir ateşteymiş gibi yanıyordu. Göz yaşları ardı ardına akıp giderken o gözlerini hırçın dalgalardan ayırmıyordu.

 

"Nasıl oldu baba? "

 

Oturdukları büyük salonda herkes gergindi. Nazlı Nine fenalaştığı için odasına alınmıştı. Asiye hanım, Kuzey'in anası ise ilaçlar içmiş salonun yemek masasında oturarak başını ovuşturuyordu. Ayşe ise büyük sürgülü pencereden hırçın dalgarı olan denize bakıyordu olduğu yerden.

 

"Gel oğul. " dedi Osman Bey yerinden kalkarak. Peşinden Kuzey'de yavaşça kalkamasıyla babası çoktan salondan çıkmıştı. Tam o da salondan çıkıcaktı ki gözleri yengesini buldu. Harap olmuştu.

 

Yavaşça yanına ilerleyerek hiç bişey demeden elini omzuna atarak göğüsüne çekti. Ayşe daha şiddetli ağlarken Kuzey'in de gözleri sızladı. "Yengem? "

 

Gözleri denize daldı Kuzey'in, yıllardır uzaktı en sevdiği manzaradan. "Etma yengem, Ege içun... "

 

"Canum yanayi Kuzey. " dedi bağladığı kollarını açarak. Ayşe eşinden ona emanet kardeşine bakarak burnunu çekti. Derin bir nefes vererek, "Seni çok iyi anlıyorum yengem. " dedi Ayşe.

 

Bu söz bile Kuzey'in kalbine otururken içi yandı. "Etma yenge. "

 

"Her ne olursa olsun yengem. Her ne olursa olsun, " başını iki yana sallayarak inci tanesi büyüklüğünde bir kaç göz yaşı daha döktü. Yanlış yapmasından korkuyordu. Pişman olmasından korkuyordu. "Hangi şartlarda ayrılmuş olsanuzda, sakın ha geç kalma. Sakın geç kalma... " diyerek kardeşinin yanından geçerek yavaş adımlarla salondan çıktı.

 

Yengesinin sözleriyle Kuzey nefes alamadı. Kendi yaşamıştı. Kardeşim dediği adamın da sevdalığı kendininki gibi ölümle sonuçlanmasın istiyordu yengesi. Bunun farkındaydı ama çok uzun zaman olmuştu. Yıllar geçmişti üzerinden. Her yıl doğum günlerinde acaba öldü mü yoksa yaşıyor mu diye araştırıp o günün sonunda diken üstünde bir şekilde yaşadığı haberini alarak rahatlıyordu.

 

Ya yengesinin sözleri gerçekleşirse. Ya yüzleşmeden ondan giderse. Tek eliyle sıkıntıyla yüzünü ovuşturdu. Tam arkasını dönmüştü ki karşısında anasını görmesiyle duruldu.

 

"Oğlum." diyerek Kuzey'e sarıldı hızla Asiye Hanım. "Sana yalvarıyorum. "

 

Kuzey'in akmaya direndiği yaşlara bu sefer direnemedi. "Ana, yapma."

 

"Ben korkayim saa bişey olacak diye! " diye ayrıldı Asiye Hanım yavaşça oğlundan. "Senun şahadet habarinimi bekleyelum. "

 

Kuzey üzgün gözlerle anasına bakarken sessiz kaldı.

 

"Ben bir evlat acusu yaşadum zaten. İkincusunu yaşatma. "

 

Kısacası annesi ona kal diyordu artık. Gitmesini istemiyordu. "Benim işim orası. " Annesinin omuzlarını sardı kocaman elleri. "Senin duaların benden eksik olmadığı sürece kurban olduğum yarabbim beni korur evelallah. "

 

"Etma oğlum, kal. Nolur kal. " Annesinin ağlamasına dayanamıyordu. Bir süre annesine sarılarak öylece kaldılar. Yengesi gelip annesini alarak salondan çıkmasıyla iki eliyle yüzünü sıvazladı. Cidden ne yapacağı hakkında en küçük bir fikri yoktu.

 

Tam kapıya ilerliyordu ki salonun ortasında durdu.

 

Yangazlar da ayaklandı.

 

İkiz kardeşleri.

 

"Siz nereye oğlum? " diye sordu arkasına dönerek.

 

"Abi bizde gelelum. " dedi Burak.

 

"Olmaz, bir kaç dakika bizi bir yalnız bırakın. Sonra gelirsiniz."

 

"Peki abi. " dedi Furkan başını eğerek. Çok özlemişti abisini ikiside ama geldiğinden beri bir kere bile sarılamadılar.

 

Kuzey ikisinede bakarak birden kollarını açmış ikisine de kucağını işaret etmişti. İkiside çocuk gibi dudak büker vaziyette ilerleyerek sarıldılar iki yandan abilerine.

 

"Ulan yangazlar. Ben gelirken sizi bir daha görmem demiştim. " dedi Kuzey. Cenazesinin geleceğini düşünmüştü çünkü gelmeden önce çok zor bir operasyondaydı.

 

"Kısmet abimeymiş abi. " diyen Furkan'ın kafasına bir tane yapıştırdı Kuzey.

 

"Deme lan öyle. Bari burda ara ver çirkin espirelerine. "

 

"Hakkatten Furkan ya. " dedi Burak da abisinden ayrılırken. Göz yaşları hala ardı ardına akıyordu. "Bir sus ula. "

 

"Kötü anlamda demedum. " dedi en sonunda o da boynunu bükerek.

 

"E hayydi siz çıkın dışari. Bir hava alun. " dedi Kuzey. Bilerek şivesini değiştirdi ki yangazlar sevinsin tepki göstersin diye. Aynı tahmin ettiği gibi de oldu.

 

"Abim be! " birbirlerine son kez sarılarak salon girişinde ayrıldılar. Yangazlar hava almak için dışarı çıkmıştı. Kuzey ise içten bir nefes vererek yanan ciğerine inat çalışma odasına babasının yanına doğru ilerledi.

 

🥀

 

"Gidecek misun evlat? " diye sordu masasında oturan Osman Bey. Parmaklarını birbirine kenetlemiş masaya koyarak öne doğru eğilmiş şekilde masasının önündeki koltuklardan birinde oturan oğluna bakıyordu.

 

Gözlerinin altı mosmordu. Uyumamıştı belliydi. Yorgunca nefes verdi Osman Bey.

 

Eliyle başını ovuşturan Kuzey bir müddet cevap vermedi. "Nasıl oldu baba? "

 

Soruya soruyla cevap vermek bu hayatta en nefret ettiği şeylerden biriydi. Ancak babası da ona başka bir şans vermiyordu. Kuzey'in askerde olmasını değil yanında şirketin başında olmasını istiyordu.

 

Tabiki oğluyla gurur duyuyordu. Bir Özel Kuvvet askeri olmak kolay değildi ve oğlu yıllardır bunun için çabalayıp tam başarmışken şimdi böyle bişeyle karşılaşması hoş değildi.

 

Yıllardır dil döküyorlardı gelmesi için, sadece Kuzey hiçbir zaman oralı olmamıştı. Şimdi ise ne yapacağı belirsizdi.

 

Sevdasının solduğu yıldan beri kendini dağlara atmıştı.

 

Osman Bey derin bir nefes vererek arkasına yaslandı. İlk önce yutkundu. Sonra ise düşünceli bir şekilde yere bakan oğluna odaklandı. Tatsız bir sesle, "Deniz'de oldu ne olduysa." dedi.

 

Kuzey anında kaşlarını çatarak anlamaya çalışır bir ifadeyle babasına döndü. Dönen koltuğu babasına doğru hafiften çevirerek oturdu. "Nasıl? Hani trafik kazasıydı?"

 

Nasıl yani sevdiği bu deniz, bu Karadeniz ondan abisini mi almıştı?

 

Kuzey'in aklına yarım saat önce Ayşe'nin denize bakarak kurduğu cümle geldi. Aha bu Karadenuz'un asi dalgalaru aldi benden kocami.

 

Nasıl anlamamıştı...

 

Osman Bey yüzündeki huzursuz ifadeyle tekrar masaya dayanarak öne doğru geldi. Oğlunun yüzüne baktı. Öfkeyle kasılıyordu düşündükleriyle, bunu da biliyordu. "Şimdi sana anlatacağum şey sadece ikimizun arasunda kalacak Demur."

 

Babasının baskın sesiyle Kuzey de yerinde dikleşti. Yutkunarak başını salladı.

 

Osman Bey ise sıkıntıyla masaya bakıp anlatmaya koyuldu. "Cemul Karataşu bileysun. Hemi? " sorduğu soruyla tekrar oğluna döndü.

 

Kuzey derinden çattığı kaşlarıyla tekrar başını salladı. İşin sonu nereye gideceğini ve abisiyle ne alakası olduğunu merak ediyordu.

 

"O adam benum ezelden düşmanımdur. " diyerek oğlunun gözlerinin ta içine baktı.

 

"Ne? " dedi Kuzey şaşkınlıkla.

 

"Yıllardur yoktu ortada. Oğlu hep buralardaydu ancak kendi gelemeydi. "

 

"Neden? "

 

"Çünkü sıra bendeydu. "

 

"Ne sırası?! "

 

Osman Bey yutkunarak, "Saldırı sırasu. " dedi.

 

Kuzey ne diyeceğini bilemeden öğrendiği şeylerle öylece bir müddet babasına bakakaldı. "Ne yaptın baba? "

 

"Bişey yapmadum oğul. Ama o tekrar yaptu. Hemde o bilmeden. "

 

"Hiçç bişey anlamıyorum baba! Açık konuş! "

 

Sinirlenmeye başlayan oğluna baktı. "Oğlu Cemşud Karataş, Ayşe'ye hep sevdaluydu." dedi, kurduğu cümleyle oğlunun gözünün içine baktı. Kuzey şaşırdı.

 

"Abim cemiyettin kurbanı mı oldu?! " diye öfkeyle ayağa kalktı Kuzey.

 

Anlamıyordu.

 

Ne boklar dönüyordu anlamıyordu, sinirden saçlarını yolacak kıvamdayken babasına öfkeyle bakıyordu.

 

"Cemiyet değil belki ama bir üyesi tarafından evet. " dedi. "Ayşe, abini seçtu, bileysun. O zamanlar sen nişanlı değildun. O zamanlarda çok çabalamuş Ayşe'yi alabilmek içun. "

 

Ne yani, yer altında oturduğu o masada abisi hergün düşmanıyla yüz yüze mi geliyordu?

 

Kuzey duyduğu sözle duraksadı. Nişanlanmak sözü aklına tek bir isim getiriyordu. Ahu...

 

Durakladı. Nefes alışları birden normale döndü. Adını duymak bile rahatlatıyor, huzura erdiriyordu.

 

Düşündükleri ile acıyla kasılan kalbine inat yutkundu. Bir sevda nasıl yıllardır bitmek bilmez aşka tükenmezdi?

 

Aksine her dakika özlüyordu. Ölüyordu onsuzluktan.

 

Oysa geri döndüğünde onu öldü bilip hemen evlenen bir kadına hala aşıktı. En azından Kuzey böyle düşünüyordu.

 

Gerçekten içi acıdı, gözlerini yumarak derin nefesler verdi. Geri babasına döndüğünde ise ona hüzünle bakan kopyası olan kara gözlere baktı. "Anlat baba. " Yerine tekrar oturdu.

 

"Cemşud yillardur ikna edemeduğu kadını evli olmasina rağmen çocuğu var demadan Fatih'i öldurme pahasına almaya çalıştı bu sefer. "

 

"Son geluşunde gözü kararmuş. Fatih o gün Ayşe'ye bir süpriz kurmuş evlilik yıl dönümleruni kutlamak için gemiyi almıştu."

 

Yıl dönümleri, ölüm tarihi mi olmuştu...

 

"Cemşid de gemide Ayşe var demeden Abimi öldürme pahasına suikast düzenledi. " diye tamamladı Kuzey. Bir teori olarak ortaya atmıştı ancak babasının gözlerine ve suskunluğuna bakılırsa son kırıntısına kadar haklıydı. Başka ne olacaktı zaten!

 

"Geceden gemunun makine dairesune bomba yerleşturmuş."

 

Kuzey duyduklarıyla şaşkınca babasına bakarken öne doğru eğilerek bir elini saçına atarak çekiştirdi. Her şeyi bekliyordu ama bunu beklemiyordu.

 

Kanında inanılmaz bir öfke gezinmeye başladı.

 

"Planu gemiyi batırup Ayşe'yi almaktu. Ancak ters teptu çünki Ayşe asla Fatih'i bırakmadu." derin bir nefes vererek devam etti. "Fatih bir bomba düzeneğinun olduğuni anlayunca Ayşe'yi bir şekulde gemuden uzaklaştımuş feribotla ancak kendu daha uzaklaşamadan bomba patlamuş. " Anlatırken bile kalbi sıkışan Osman Bey elini kalbine atarak derin bir nefes aldı. Arkasına yaslanarak devam etti.

 

"Fatih gemunun en uç güvertesinde artık nereye savrulmuşsa Ayşe feribottan suya atalayarak Fatih'in yanına yüzmüş. Bu bölgede de Cemşud devreye giriyor çünki planı tam olarak buydu. "

 

Yüzünü sıvazladı Kuzey. "Abim, yengemi uzaklaştırıcaktı. O oruspu evladıda yengemi alacaktı! " diyerek ellerini yüzünden çekmişti. Gözleri öfkeden daha ne kadar koyulaşabilirdi bilinmezdi ancak boynundaki damar sanki her an patlayacak gibiydi.

 

"Ama alamadu. Üstüne bir de çıkan ani fırtınayla Cemşudun gemisude battu. Bizimkiler çıkan fırtınayla Fatih'i bulmak için açılmışlar. Fatih Ayşe'ye bir zarar gelmesun diye denuzde gemiden kalan bir parçasuna onu tutundurmuş. Kendi ise akıntıya o an kapılmuş. Ayşe patlamanun şiddetiyle o an bayuldu demişti. Bayulunca akuntuya kapulmuş. " Osman Bey'in gözünden bir damla yaş aktı.

 

Sıkıntıyla nefesini verdi. "Sen geleli iki gün oldi. Ve bu iki günde abinin cesedunu buldular. Hırçın denuzde tam iki gün aradular abini. "

 

Gözleri yanıyordu Kuzey'in. Eğer o gemiye bir zarar gelmeseydi belki geri dönebilirlerdi. Sinirle sıktı yumruklarını. "Cemşid piçi yaşıyor mu? "

 

Başını salladı Osman Bey. "Yaşıyor."

 

Kötüye bişey olmaz dedi içinden Kuzey. Ama şuandan itibaren çok kötü şeyler olacaktı. "İyi. Yaşasın, " dedi Kuzey sonra ise fısıldadı. "Ömrümün son demlerinin tadını çıkarsın."

 

Bakışları babasına çevrildi. İkisininde kara gözleri birbirini buldu. "Masaya ben geçicem. Şirketin başına da. İstersen Limandaki ofise de. Kumluğa da... "

 

Osman Bey baktığı kara gözlerdeki hırsı ve öfkeyi gördü. Bu tek bir anlama geliyordu.

 

🥀

 

(Karşılaşmaya altı ün kala... )

 

 

Kuzey oturduğu masada evraklara bakarken başını yavaşça salladı. Toparlamıştı işleri. Üç gündür şirkette işleri toparlayıp gelen yeni projelere ve yapılması gereken yeni çizimleri inceliyordu.

 

Aileden gelen bir işti Mimarlık. Kuzey de sevdiği işlerden biri olduğu için okumuştu. Abisi babasının izinden gitmek için okumuştu. Ama Kuzey'in ki aşktı. Belki mesleği eski Özel kuvvet askeriydi ancak bu hala gerçek okuyarak elde ettiği mesleği sevmediği anlamına getirmiyordu.

 

Ailede sadece iş olarak mimarlık yoktu. Aynı zamanda Amcası'nın Kum şirketi vardı. Limanı vardı. Ailenin her birinin gemisi vardı mesela. En büyük iki gemi anasıyla babasına aitti.

 

Çalan telefonu ile bakışlarını evraklardan çekti. Eline aldığı telefonu yanıtlayarak kulağına dayadı. Arayan kişi adamıydı. "Noldu, buldunuz mu?"

 

"Bulduk abi, piç çok iyi saklanıyor ama bu bizim için zor olmadı. "

 

Kuzey derin bir nefes vererek arkasını yaslanırken bir elini koltuğunun koluna koyarak sağa sola döndü. Yavaş yavaş dönen koltuğunda sallanırken ensesini de yaslayarak, "Nerde? " diye sordu.

 

"Amcanızın limanının karşısında kalan bir cafe var. " dedi. Düşündü bir süre Kuzey. "Sırçaköşk adı. "

 

Hatırladı Kuzey ancak anlam veremedi. "Piç evladı amcamın limanının karşısını yönetiyor?! " diyerek koltuğunda doğruldu.

 

"Onun gibi bişey abi. Üst katı Özgür diye biri yönetiyor, ancak bu cafe'nin birde alt katı var. " diyerek anlatmaya başladı. "İçeri adam sızdırdım. Üst katı Özgür denen herif yönetirken alt katıda geceleri kansız Cemşid yönetiyormuş. "

 

Yasal dışı şeyler olduğunu biliyordu. O herifin boş kalmayacağını da çok iyi biliyordu. "Devam et. " diyerek komut verdi.

 

"İçeri sızdırdığımız adam, alt katın ikiye bölündüğünü söyledi. Bir odayı kumarhane yapmış, sadece kumarhanede değil. Kumarhane adı altında kadın pazarlıyor. Diğer oda ise iddia üzeri girilen kafes var."

 

Kuzey ayağa kalkarak bir odanın boydan boya olan camlı bölgeye doğru yaklaştı. En sevdiği manzaraya baktı. Hırçın dalgalarda gezindi kara gözleri.

 

Bir elini pantolonunun cebine atarken kaşları çatıktı.

 

"İddia dediğim öyle para üzerine kurulanlardan değil. Bu iddia da kadınlar üzerine. Bir kadın üzerine girilen iddia ile kafese giriyorlar. Kim kimi öldürürse o kadını alıyor." Midesinin bukandığını hisseti. Yüzünü buluşturdu.

 

"Boşa kansız demiyorum ben. Pezevenk piç! " diye mırıldandı. "En fazla iki gün Ahmet. İki gün sonra oraya gürültülü bir baskın yapıcaz. Sadece abimin intikamı değil, onca yaktığı masumların canına da karşı alıcam onun canını." Aklına gelen tüm korkutucu fikirlerle bakışları karardıkça karardı. "Ama ilk önce onun bize yaptığı gibi can evinden vurucam. Sonra ise acılı bir ölüm. " diyerek telefonu kapattı.

 

Başını yavaş yavaş sallayarak dikleştirdi. İki gün sonra yer altında gerçekleşecek bir toplantı vardı. Herkes Fatih Ali'den sonra bir de Kuzey Demir ile tanışacaklardı.

 

Bilmedikleri tek şey ise, abisi Fatih afediciydi. Ama Kuzey asla en küçük bir hataya bile gelemezdi.

 

Çok mu kan akacaktı? Aksındı. Akıtacaktı zaten.

 

Masanına ilerleyerek koltuğuna tekrar oturdu. Telefonunu kenara koyarak eline aldığı evraklara bakınmaya başladı.

 

"Ula, ver şekerumu!" diye odaya birden ikizler daldı. Göz ucuyla yangazlara baktı Kuzey.

 

"Vermicem oğlum! Üçüncü yiyişin ben ne yiyeyim!? " diye şekeri diğer tarafına sakladı Burak.

 

"Fışki ye fışki! " diye hidetlendi Furkan.

 

"Şimdi anlıyorum. " dedi Kuzey evraklara geri dönerken.

 

"Bismillaaah! " dedi uzunca kalbini tutup kapıya dayanan Furkan. Gözleri bir kaç saniye kapanıp açılmıştı.

 

"Abi aklumuzu aldın daaa! " dedi Burak da aynı şekilde. Furkan, Burak'tan biraz daha uzun olduğu için birbirlerine bakarken biri aşağı, biri yukarı bakıyordu.

 

"Babamın size işleri neden devretmediğini diyorum. Şimdi anlıyorum. " dedi yine Kuzey.

 

"Abi ayıp edeysun. " dedi gücenmişlikle Furkan.

 

"Neyi ayıbı ulan? " dedi sinirli şekilde ikisini eliyle göstererek. "Şeker için kavga ediyorsunuz, hadi onu geçtim kapıyı bile çalmıyorsunuz. Görgü kuralı görgü!"

 

Furkan, "Abi biz boş herufler muyuz? Gece gündüz kuma çıkayik denize, " diyerek ikizi Burak'a baktı yukarıdan.

 

Burak hemen savunma moduna geçti. "Abi valla senin burda olduğunu bilmiyorduk. " diyerek Furkan'a baktı. "Yani biliyorduk da bu odada olduğuni bilmiyorduk. Biz genelde buraya oyun için maç felan izlemek için geliyorduk. "

 

Kuzey bir kaç yere imza attı. "Biliyorum. Toplattım hepsini. Bir aşa katta. En üst katı ben aldım. "

 

İkisinin de gözleri açıldı birden. Aynı anda yutkundular. "Abi?" dedi heyecanla Burak.

 

Kuzey kendisi olduğuna dair mırıltı çıkardı. Konuşmasını beklerken devreye Furkan girdi. "Kalaysun ha? Sen boşa şirkette oda almazsun kendine! "

 

Derin bir nefes verdi Kuzey. Başını evraklardan kaldırarak iki yangaza da baktı. Arkasına yaslanırken, "Kalıyorum abicim kalıyorum. Bıraktım askerliği. " dedi.

 

Kuzey için hüzünlü bir durumken yangazlar için tam tersiydi. İkiside kollarını kaldırmış, "Allaaaaah!" diyerekten abilerini masanın iki yanından kuşatarak sarılmışlardı. Hatta sulu sulu öpmüşlerdi bile ki Kuzey'in küfürlerinin sesi ofisinden bile taşıyordu.

 

En son kendiside kardeşlerine sarılarak hüzünle konuştu. "Ulan, yangaz geldiniz yangan gideceksiniz, "

 

🥀

 

İSTANBUL

(Üç gün kala...)

 

Yenilmek diye bir kavram var mıydı? Hayata karşı değil ama, kendine karşı. İnsan hiç kendine yenilir miydi?

 

Sanırım yenilebiliyordu. Çünkü ben kalbime yenilmiş beynime tutsak kalmıştım.

 

Kalbimde ağır bir sevda taşıyordum. Eğer kalbimi dinleseydim ölürdüm, eğer dinleseydim kızım arkamda kalırdı. Biterdim.

 

Şuan ise beynimi dinliyordum. Tıpkı şu son altı yıldır yaptığım gibi. Beynimi dinliyor mantığıma göre gidiyordum.

 

Tamam belki aşk beyinde başlar kalp de devam eder derler ama ben hiç öyle olmadım. Bildim bileli kalbimin tek bir sahibi vardı.

 

Şuan ki hayatımda hataya yer yoktu mesela. En küçük bir hatamda kızımdan olurdum. İşte bu yüzden mantığımla ilerliyordum çünkü her gün, her saat başı, her dakika diken üstündeydim.

 

Üstünü değiştirdiğim kızımı elinden tutarak ilerlettim. Beraber merdivenlerden inerken hiç istekli değildi. Daha demin kahkaha atan yüzü şimdi korkuyla kasılıyordu.

 

Bir çocuğun böyle büyümesi ne kadar doğruydu? Ben annesi olarak onu böyle görürken zorlanıyordum. Ama mecburdum. Ona zarar gelmemeliydi.

 

Beraber masaya ulaştığımızda Çolak'ı masanın başında oturmuş elinde tabletiyle bir şeyler bakınırken bulduk. Muhtemelen bizi bekliyordu.

 

Yavaşça ilerleyerek bebeğimi yanımdaki sandalyeye oturttum. Kendimde mecburen Çolak'ın sağına oturdum.

 

"Ahuzarı diğer yanıma oturt Mira. Hayatımdaki tek iki kadını etrafımda görmek istiyorum. " diyerek tableti çalışanlardan birine uzattı.

 

"Ona ben yediriyorum. Biliyorsun." Belki altı yaşında olabilirdi ancak ondan uzak tutmanın da tek yolu buydu. Yapacağım bişey yoktu.

 

Ahuzar'ın da onun yanında oturmak istemediğini bildiğim için kızımla bir anlaşma yapmış ve her masaya oturduğumuz da ona yemeğini benim yedireceğim de kararlaştırmıştık.

 

Baş başayken veya tek olduğu zamanlar da tabiki kendisinin yemesine izin veriyordum. Şuan burdaki amacım tamamen onu tehlikeden uzak tutmaktı.

 

Bunun içinde yapmayacağım tek bir şey bile yoktu.

 

Derin bir nefes verdim. Birazda sakin kalmaya çalışıyordum. Çünkü dün akşam saçmaladığı şeyleri damarına basarak gerçekleştirmesini istemiyordum. Belki altı yıldır bir tek nikahına hayır diyebiliyordum ancak kızım büyüdükçe tehditleri de onun üzerinde artmaya başlıyordu, bu da gittikçe beni zorluyordu. Bu yüzden elimden geldiğince sakin olmalıydım.

 

Aslında fazlasıyla sakindim. Üzerimde bir durgunluk vardı. Tabi buna içtiğim beş ilaç antidepresanın da fazlasıyla etkisi vardı.

 

"Peki karıcım. " diyerek eline çatal bıçağını aldı. Daha sonrada Ahuzar'a bakarak göz krıptı. "Günaydın kızım. Yok mu babaya bir günaydın? "

 

Sertçe yutkundum. Çünkü Ahuzar asla Çolak'la konuşmazdı. Sadece yüzüne düz bakışlarla bakar beden dilini kulanırdı. O da sadece evet hayırlarda geçerliydi. Karşılık alamayan Çolak bu sefer bana dönerek dik dik baktı. "Senin yanında adeta şakıdıyor. Bana gelince ağızını tek kelime açmıyor. Sen mi tembihliyorsun bu çocuğu?"

 

Sinirlerimle oynuyordu. Bu gidişle ilaçlarda etki etmiyecekti. Ters bakışlarımı dik dik bakan gözlerine çevirerek, "Eğer tembihleseydim, emin ol konuşmamasından yana değil yüzüne bakmamasından yana tembihlerdim. Birde öyle düşün! " diyerek ağızıma salatalık attım.

 

Elindeki çatalı sıkarken hala bana baktığını his ediyordum. Ben ise onu umursamadan hem kızıma yediriyor hemde kendim yiyordum. Bir kaç dakikadan sonra derin nefeslerini vererek, "Üç gün sonra misafirimiz var. " dedi.

 

"Senin."

 

Kaşlarını çatarak bana doğru baktı. "Efendim? "

 

"Senin misafirlerin. " dedim oldukça sakin görünmeye çalışarak.

 

"Evet. Benim misafirim ve sende karım olarak yanımda durcaksın. Sonuçta senin memleketinden geliyorlar. "

 

Ne alaka?

 

"Ona bakarsan iş de senin işin? Altı yıldır gitmediğim memeleketimi mi bana bağlıyorsun? "

 

"Ne olursa olsun, " dedi baskın sesiyle. "Yanımda duracaksın!"

 

Hiç bişey demedim.

 

Sessizlik bende kabullenişti. Bu hep böyleydi ki Çolak da bunu anlamıştı.

 

"Ayrıca, " dedi tabağıyla uğraşırken. "Bütün sunumlarla, yemeklerle ve içicekle; bütün herşeyle senin ilgilenmeni istiyorum. "

 

Ağızına bir parça lokma atarak bana baktı. "Malum o güzel ellerin değdiği heryeri yeşertiyor. "

 

Yine sessiz kalmıştım. Kabullenmiştim. Çünkü böyle küçük bir şey için onu başıma salmak istemiyordum.

 

Kahvaltımızı yaptıktan sonra çalışanlara yardım ederek sofrayı topladım. O arada Ahuzar da oturma odasında, orta sehbada resimler çiziyordu.

 

Çolak kahvaltıdan sonra şirkete gittiği için koca villa çok şükür yine bomboştu. Ve kızımda rahatlıkla evin içinde geziyor istediği yerde oyunlar oynayıp boyamalarını yapabiliyordu.

 

Şimdi ise mutfakta oturmuş Gülhan Abla'nın kahvelerinden içiyordum. Gülhan abla çalışanların başı gibiydi. Bütün emirler ondan geçiyordu. Sözü geçen biriydi.

 

"Ah be kızım. İçim gidiyor sana. " dedi karşımdaki sandalyede oturmuş kollarını masaya koymuştu. Otuzlu yaşlarındaydı. Hafif kiloluydu ablam. Balık etli. Ama onu aşırı derece tatlı gösterecek bişeydi bu, ben çok seviyordum onun böyle olmasını. Hatta bazen kanım öyle çok kaynıyordu ki etlerini cimcikliyip seni yerim diye tehtit ediyordum.

 

Güldüğüm tek yer kızımın yanı ve buraydı.

 

Üzerindeki beyaz çalışan kıyafeti ile duruyordu. Başındaki beyaz yazmayı çıkararak sıcaklamış şekilde bana baktı.

 

"Ben alıştım artık. " dedim gözlerimi kaçırarak.

 

"Hiçkimse bu kadar ağır şeylere alışamaz. Bunca zaman yaşadıklarını en iyi senden sonra ben bilirim. " dedi kızarcasına.

 

"Allah razı olsun ablam senden de." dedim tekrar ona bakarak. "Ahuzar'ımdan sonra en büyük dik durma sebebimsin. "

 

Gülümsedi. "Emin ol sende benim burda kalma sebebimsin. " Gülümsemesi hüzünlendi. "İstesemde seni bırakıp gidemem burdan. "

 

İşte tam da bu yüzden Çolak'ın yanında birbirimizle yabancıydık. Gülhan abla ve ben sadece o olmadığı zaman konuşur sohbet ederdik. Yan yana gelirdik. Onun olduğu yerlerde ise yabancı ve resmiyetliydik.

 

"Bilmiyorum abla. İçimdeki boşluk asla dolmuyor. " dedim düşünceli şekilde masaya odaklanarak.

 

"Nasıl dolsun be kızım. Sevdiğin adamın ölümünde bile doğru düzgün toprağına doyamadan apar topar getirdiler seni ha buraya. "

 

Yutkundum sertçe. "Ben, hiç unutmam. " dedim hüzünle. Gözlerim dolmuştu. "Hiç görmedim ölüsünü. İzin vermediler. Asker şehitleri asla gösterilmez dediler. İçeri almadılar beni. Sonra bir baktım cenazesi. Toprağa verdiler. Bir kere görmeyi bile çok gördüler bana. Oysa nelerimi feda ederdim onu bir kere bile görebilmek için..."

 

Bakışlarım Gülhan Ablayı buldu. Onunda gözleri hüzünlüydü. "Sadece sen biliyorsun abla. Saçlarını bile hala saklıyorum. Her baktığımda kalbim ağrıyor. "

 

Sanki şuan ağrımıyormuş gibi...

 

Askere gitmeden önce saçlarını bana kestirtmişti. Traş makinesiyle kazıdığım saçını, her gün özenle dokunduğum, ellerimi daldırdığım o saçları atmaya kıyamadım. Bende saklamıştım.

 

Başımı eğerek burnumu çektim. "Kış soğuğu demeden, sabah akşam yattım ben o mezarlıkta. Hiç korkmadım. Gram korku hissetmedim, ne zihnimde ne de yüreğimde. Çünkü o yanımdaydı."

 

Tekrar burnumu çektim. "Tamam ölmüştü ama ben hala onun yanında kendimi güvende ve huzurlu hissediyordum. " Başım bir çocuk gibi büküldü. Elim göğüsüme gitti. O hiç sönmeyen ateş misali yanan yüreğimi tuttu sıkı sıkıya.

 

Odamı sadece Gülhan abla temizlerdi. Çünkü başka biri odamı temizlerken Kara sevdamın saçlarına raslayıp beni Çolak'a şikayet edebilirdi. Onlar acımadan yapardı. Ama Gülhan abla yapmazdı.

 

Ben hamile kaldığımda daha yirmi iki yaşındaydım. Kara sevdam ise yirmidört.

 

İlk başlarda kızımı Çolak'tan sandım. Çünkü beni apar topar İstanbul'a getirdiği gibi malı bellemiş vaziyette tecavüz etmişti.

 

Hamile olduğumu öğrendiğimde istemedim. Ondan bir parça taşımak istemedim.

 

Onun bir tecavüz çocuğu olduğuna o kadar emindim ki...

 

Çolak gibi birinin bir tecavüz çocuğu olsa bile o an bir evlat vermek istemedim. Hastalıklı olan bu herife eğer onun çocuğunu doğursaydım ölürdüm. Hayatını maf edeceği, babası gibi onu öldürecekse hiç doğmasın istedim.

 

İlerde acı çekecekse şimdiden benimle ölmesini istemiştim.

 

Evet, günahına girmeyi kabul etmiştim. Çünkü kıyamamıştım. Hangi şartlarda karnıma düşmüşse bile ona kıyamadım o an...

 

Daha sonra Gülhan ablayla tanıştım. Günler onunla geçti. İçe kapanık olan ben dolmuş taşmış bir vaziyette bağırarak çağırarak, ağlayarak ona içimi dökmüştüm.

 

Bütün hayatımı öğrenip sarsılan kadın bana tek bir cümle kurdu. DNA testi yaptırmalısın.

 

Kabul etmedim. Çünkü tekte hamile kalabileceğime asla ihtimal dahi vermedim. Daha sonra kaybedecek hiç birşeyim olmadığı yüzüme vuruldu. Kabul ettim.

 

Bendeki saçlarla ve gerekli bir kaç şeyle Gülhan abla benim için giderek testi yapmıştı.

 

O günün ertesi günü ise yaşadığım ağır şiddetten dolayı ayağa kalkamıyordum. Üstüne tekrar tekrar bana dokunmasıyla gerçekten daha fazla dayanamayıp sevdiğim adamın yanına gitmek istedim. Karnımdaki masuma rağmen.

 

O gün evden kaçmış hemen evin arka bahçesinin ardında kalan, denize bakan kayalıklara gitmiştim. Uçurumdu bilhassa. Karadeniz'in ki kadar olmasa da kendimi bırakacağım denizde hırçındı.

 

Kendimi hırçın serin sulara bıracağım esna Gülhan abla gelmiş arkamda sakince bana, "O masuma kıyabiliceğini sanmıyorum. " demişti.

 

Ben ise, "Ondan bana kalan hiçbişey istemiyorum. " demiştim. Çünkü halim berbattı. Üstüm başım dağınık, yüzüm tanınmaz vaziyetteydi.

 

"Ya ondan değilse. " demişti bana. "Ya sevdandansa. "

 

Yavaşça ona dönmüş gözlerine bakmıştım. "Kendine kıyarsın. " demişti başıyla onaylayarak. "Ama ona asla. " Karnıma bakmış ve bir zarf parçasını bana uzatmıştı.

 

Yutkunmuştum. "Gerçekten mi? " demiştim anladığım şeyle. Umutlanmıştı yüreğim. "Kuzey'den mi? "

 

Gülümsemişti ağlayarak. "Evet."

 

Hızla bana doğru gelerek sarılmış ve kenardan uzaklaştırmıştı. "Diyordun ya hani bana tek bir dalım yok diye. Bak kızım, kurban olduğum yarrabim onca şeye rağmen onca zülme rağmen onu senin karnına filizlendirmiş. "

 

Benden ayrılarak yüzüme bakmıştı. Avuçlarına almıştı yüzümü, saçlarımı okşamıştı. "Onca dayağa hangi bebek dayanır? Ümidini yitirme. O hala sende. Allah izin verirse de ondan kalan tek evladını kucağına alacaksın. "

 

Hıçkırarak ağlayıp başımı göğüsüne yaslamıştım.

 

O günden beri doğumuma kadar sürekli karnımla konuşmuştum. Sanki onun ruhuyla konuşur gibi karnımı okşamış bebeğimle konuşmuştum.

 

Ne kadar acıydı dimi?

 

Kendi kendime burnumdan güldüm. Ama güldüğüm gibide burnumu çekerek gözlerimden akan yaşı sildim.

 

Raporu olan ben, bunca acıya göğüs germiştim.

 

Gün doğumuma geldiğinde ise Çolak erken olduğunu anlamıştı. Ancak ben tam dokuz ayımı doldurmuştum. Allah'tan evde doğum yaptığım için gelen doktor böyle durumlarda erken doğum olabilir diyerek çok göze batırmamıştı.

 

Derin bir nefes vererek mutfaktan orturma odasına, küçük kızıma baktım. "Tek varlığım. " diyerek düşüncelerden ayrılıp derin bir nefes verdim.

 

"Benim dedemin bir vaazı vardır. " Gülhan ablanın sesiyle tekrar ona baktım. Gözleri acıyla bakıyordu. "Allah dua eden kullarına üç şekilde cevap verir derdi. Evet der, istediğini verir. Hayır der, daha iyisini verir. Bekle der, daha daha iyisini verir. Ama verir, derdi. "

 

Masadaki elimi avuçlarına aldı. "Her zülmun bir sonu vardır kardeşim. Bekle. "

 

Gözlerim dolu dolu ona bakarken, "Anne? " diye mutfağa girdi Ahuzar. Gözlerini kaşıyordu. Uykusu gelmişti büyük ihtimalle. "Benim çok uykum var. "

 

Hızla göz yaşlarımı yok ederken oturduğum yerden kalktım. Gülhan ablanın elinin tersini öperek iki kere hafifçe vurdum. "Teşekkür ederim ablam. İyiki varsın. "

 

Gözlerini yumarak bana hala aynı şekilde bakıp başını salladı. Ahuzar'a yönelerek elinden tuttum yavrumun. "Gel bakalım annecim. Uyutalım seni. "

 

Merdivenlere yönelirken başını bana doğru kaldırdı. Boncuk boncuk gözlerini kırpıştırdı. "Bana türkü söyliceksin dimi anne? "

 

Durarak ona baktım. "Bebeğim seninle ne anlaşmıştık. Yürüken veya merdivenleri çıkarken önümüze bakıcağız. Ayrıca evet. Türküsüz uyku olur'mu hiç? " dedim gülümseyerek. Merdivenleri çıkmaya devam ederken bu sefer önüne bakıyordu.

 

"Bişey olmaz anne. Sen yanımdasın, beni korurusun. " Durakladım. Donmuş gözlerle kızıma baktım. Bu cümlesi öyle çok içime işlemişti ki oturup ağlayabilirdim. Tarifi edilmez ama yaşanılır bir duyguydu annelik duygusu.

 

Yutkunarak gülümsedim. "Yanındayım tabi. Korurum seni. Düşmeden tuttarım kollarından. "

 

"O zaman neden bana kızıyorsun?"

 

"Kızmıyorum bebeğim. " dedim önüme dönerek. "Uyarıyorum. Yanında olmadığım zamanlar önüne bak diye uyarıyorum. "

 

Merdivenleri bitirmiş kendi ayrı odama doğru yönelirken güldü. Daha demin uykusu vardı ancak benim yanıma gelince bütün uykusu kaçmış gibiydi. "O zaman ben önüme bakıyorumkine! Sen olmayınca düşüp canım yanmasın diye hep önüme bakıyorum. "

 

Gülümseyerek onu odaya götürdüm. Kapıyı açarak içeri geçmesini bekledim. Kendimde içeri geçerek kapıyı arkamdan kapatmış kızımın üzerini değiştirmiştim. Üzerine geçirdiğim mavi tüylü pjamalarıyla yatağa yatırmış yanına bende yatmıştım.

 

Şimdi ise uzun siyah saçlarımı eline vermiş o benim saçlarımla ilgilenip oynarken ben ona türkü söylüyordum.

 

"Dışım çiçek açmuş belki

İçimde kara yosunlar

Görenler mesut sanıyor

Bilmezler ki ne derdum Var. Oyy ."

 

Diye girdim türküye. Yavaş yavaş naifçe söylemeye koyuldum.

 

"Dışım çiçek açmuş belki

İçimde kara yosunlar

Görenler mesut sanıyor

Bilmezler ki ne derdum Var. Oyy ."

 

İçimi anlatan bu türküyü her söylediğimde kan ağlardı yüreğim.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladum oy."

 

Kızımın gözleri yavaş yavaş giderken bende başımı yastığa koyarak devam ettim.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladum oy."

 

Başına küçük bir buse kondurup kokusunu içime çektim. Derin derin aldığım nefeslerle bir kez daha yaşamı hissettim.

 

"Gün geçer gece olur

Gecem geçmez gün olmaz

Yalvarurum mevlaya

Bir duam kabul olmaz oy."

 

Ben söylemeye devam ederken kızımda iyice bana sokulmuş uykunun kollarına bırakmıştı kendini.

 

"Gün geçer gece olur

Gecem geçmez gün olmaz

Yalvarurum mevlaya

Bir duam kabul olmaz oy."

 

Derin bir nefes verdim.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladım oy."

 

Bu kısım o kadar içime dokunuyordu ki elli kerede söylesem yine içime otururdu.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladım oy."

 

Bir kez daha söyleyerek sonunda bende kızımın yanında uyuyaklmıştım.

 

"Oy beni vurun vurun

Nedur çektuğum zulüm

Bu dünyanun yükini

Bir ben mi omuzladım oy... "

 

🥀

 

 

 

 

 

İnstagram: dilekkoc_pjm

Wattpad: dilekkoc6789

Kitappad: dilekkoc6789

 

 

 

Loading...
0%