@dilekkoc6789
|
"İLAÇ MERHEM OLSA DA ŞİFASI YARAYI AÇANDIR."
-YAZAR
🥀
KARADENİZ ORDU (Karşılaşmaya altı gün kala... )
Yaşlı kadın, üzerindeki çiçekli elbisesi ve hemen onun üzerindeki kırmızı hırkasıyla kapıdan içeri girdi. Üzerindekiler tam olarak Karadeniz yöresine aitken kafasındaki çiçekli yazmasının da hemen üzerinde buraya ait olduğu belli olan kadınlarının taktığı Keşan Karadeniz örtüsü vardı.
Kuzey ellerini masasına basıp doğrularak ayakalandı. Ancak hala şaşakınlıkla gelen kadına bakıyordu, çünkü gelen kişi Türkan Alkım'dı.
Mira Ahu Alkım'ın Teyzesi Türkan Alkım.
Kuzey dehşetle karşısındaki kadına bakarken Türkan bir kaç adımla masanın önüne gelmiş dolu gözleriyle karşısında dimdik duran adama bakıyordu.
"Çok değişmişsun, koçari." dedi Türkan yazmasıyla akan yaşını silerken. Bir eli keşanını tutarken diğer eli yazmasından ayrılıp kalbine inmişti.
Adamın gelişen yüzüne, kalıplaşan bedenine sert bakan çehresinde gezindi gözleri. Duygulandı. Değişmişti. Tam bir delikanlı olmuştu. Büyümüştü.
Kuzey ise hala olduğu yerden kadına bakarak ne yapacağını düşünüyordu. Doğruldu masadan yavaşça. Kıbıldamadan durdu bir süre. En son boğazını temizleyerek dudağının kenarını kaşıdı. Eliyle koltuğu işaret etti.
"Buyrun oturun teyze, neden gelmiştiniz? " diyerek o da yerine tekrar oturmuştu. İçinde inanılmaz bir his vardı. Acı dolu bir his.
"Ben, Kuzey Demir Karahanlı içun geldum." dedi hala oturmadan. "Bazu gerçekleru bilmesu içun geldum. "
Yutkundu Kuzey. "Beni zaten biliyorsun teyze. " dedi ve tekrardan ard arda iki kez yutkundu.
Türkan yavaşça masanın önündeki tekli deri koltuğa oturdu. "Ben artık bu yükle yaşayamayim. "
Kaşlarını çatarak baktı Kuzey. "Hangi yükle? "
"Temelli gelduğuni söylediler. "
Düşünceli şekilde başıyla onayladı Kuzey.
"Sana çok böyük bir sır verecuğum. " Göz yaşları ondan bağımsız akarken ağızını tekrar araladı konuşmak için. "Bu sır, senden ve Mira'dan çalınan altı yıl. Benden ablamı alan bir sır. "
Kuzey ne hissedeceğini bilemez halde koltuğundan kalkarak kadının yanına ilerledi. Kaşları çatılmış gözleri düşünceliydi. Bir kaç saniye yanında durarak kadına yukardan baktı. Daha sonra ise ilerleyerek karşısındaki tekli koltuğa oturdu.
Hemen yanında masanın üzerindeki şirket telefonunu alarak bir kaç tuşa bastı. Şaşırmış ve merak içindeydi ancak sakin olması gerektiğini de biliyordu. "İki su getirebilir misin? " Aldığı onayla telefonu geri yerine koyup koltukta yerini düzene aldı.
"Ne sırrıymış bu Türkan Teyze? " diye sorarak dirseklerini dizine yasladı. Öne doğru eğilerek kara gözlerini karşısındaki kadının mavi gözlerine odakladı. "Ahu ile ne alakası var? "
Türkan yutkundu. "Ben yillardur bu yükün altında ezildum. Bencillik ettum. Ben sana yalan söyledum Demir... "
Kadın acıyla yüzünü buruştururken Kuzey donmuş gözlerle hala kadına bakıyordu. "Ne yalanı? " diye fısıldadı dudakları. Kalbinde bir kaç kablonun koptuğunu hissetti sanki.
"Mira, isteyerek evlenmedu... " Tam o esnada kapı çalarak içeri asistanı Seren girdi. İki suyuda orta masaya koyarak odadan geri çıktı.
Kuzey ise duyduğu sözlerle sevinse mi ağlasa mı bilemedi. Kalbinin hızlandığını hissetti.
Bu düşündükleri hissettikleri aniden duyduğu şeyler yüzündendi dimi? Bir süre anlam veremedi, beyni idrak edemedi. Ne dedi bu kadın şimdi?
Beyninin idrak ettiği şeylerle nefes alışı hızladı. Bir korku saldı sanki yüreği vücuduna. Boğulduğunu hissetti. "Ne demek evlenmedi? " dedi zar zor. Yutkunamadı.
Yengesinin ona söylediği şeyler geldi aklına. Hemen miydi? Hemen çıkar mıydı? Pişman olur muydu?
"Affet beni oğlum... " dedi kadın ağlamaya devam ederken. Kuzey'in bakışları ne ara yere gitmişti bilmiyordu ancak kadının konuşmasıyla aniden tekrar ona döndü. "Affet... "
Kuzey bir süre kadının yüzüne baktı. Geçmişi hatırladı, ona denileni hatırladı. İkisini karşılaştırınca ise delirecek gibi oldu. Sertçe yutkundu. Sinirle oturduğu koltuktan kalktı ve, "Ne demek evlenmedi?! " diye gürledi. İçindeki hissetiği şey çok garipti.
Başından aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki. Öfke bırakıyordu içinde. Ateş misali yakıyordu yüreğini. "Hani beni bekleyememişti! Hani dayanamayıp başka biriyle evlenmişti! "
Kadın ağlamaya devam ederken yazmasını eliyle ağızına basıp başını iki yana salladı. "Evlenmedu oğlum. Şuan bile evli değil. Değil..." diye fısıldadı.
"Ne diyorsun sen! Ne saçmalıyorsun! Lan ne demek evli değil! Ne demek evlenmedi!" diyerek kadının üzerine yürümemek için zor tuttu kendini. "Hangi biri doğru, hangi dediğin doğru Türkan teyze! Altı yıl önceki mi yoksa yıllar sonra karşıma çıkmış sır dediğin şu siktiğimin yalanı mı?! "
Kuzey o kadar öfkeliydiki artık boynundaki damarlar belirginleşmiş yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Hızla gömleğinin bir kaç düğmesini daha açarak elini boğazına atıp ovaladı. Diğer elinide beline atmış odada anlamsızca volta atmaya başlamıştı.
Ne diyordu bu kadın?
Neyden bahsediyor bu kadın? Diye diye içinde fısıldayarak etrafına bakınmıştı.
Nefes alamıyordu. Çünkü nefesini kesmişlerdi. Ondan atan kalbini alarak nefesini de kesmişlerdi.
Ne demek evli değildi?
Ne demek evlenmedi?
Ne demek?
İçinden geçen her bir cümle yüz kez tekrarlandı. Beyni susmadan bağırıken o yine ard arda yutkundu.
Evli değilse eğer, nasıl? Dedi içten içe.
"Özür dilerum, " diye konuşarak ayağa kalktı Türkan. Çantasını koltuğa bırakmış hızla arkası dönük Kuzey'in karşısına geçerek af dilemeye başlamıştı. "Yapmak zorundaydum! Yemin ederum yapmak zorundaydum! Defalarca tehtud edildum. "
Kuzey içindeki sinirle dişlerini sıktı. Hiddetle kadının iki kolundan tutarak sarstı. "Sen dedin bana herşeyi, sen! Ben ihtimal bile vermezken ikna edip gönderen sendin beni!" diyerek kadını daha sertçe sarsmamak için zor tuttu kendini. "Özür dileyip durma! Sen bana sevdiğim kadını geri verebilicek misin? Ben bakmaya kıyamazken onu nasıl başkasına verirsiniz lan! " Kadını sarsarak bıraktı.
Türkan içindeki acıyla başını iki yana salladı.
"Kolum kopmuş, açıdayken yoğun bakımdan çıktığım gibi ilk uğradığım evdi orası benim! Çünkü benim evim ordaydı! Ahu'm ordaydı! " Hızını alamıyordu, içinde inanılmaz bir öfke vardı. Öyle ki göğüsü aldığı her nefeste hızla inip kalkıyordu.
Türkan yıkılmış vaziyette başını eğerek ağlamaya devam etti. "Ben ödedum bedelini. "
"Bana isteyerek evlendiğini söyleyen sendin! İnanamazken bile inandıran sendin! ŞİMDİ NE DEĞİŞTİ! " diye öyle bir gürledi ki sesi ofisten dışarı taşmış çalışan bir kaç kişiyi bile ürpertmişti.
Öfkesi Karadeniz'i bile cayır cayır yakacak dereceye gelirken Türkan da aynı öfkeyle, "OĞLUMU KAYBETTUM BEN! " diye bağırdı.
Kuzey'in elleri iki yanına düşerken karşısındaki yıkılmış kadına odaklandı. "Yıllardur tehtud edildiğum oğlumu ben iki ay önce motor kazasunda kaybettum! Hiçbir nedenum kalmadu!"
Kuzey geri geri giderek kalçasını deri koltuğa oturur vaziyette yasladı. Ayakları artık onu taşımıyordu. "Mira'nın babasu, Allah'ın belasu Orhan; beni yillardur tehtud ettu. Ben de saa hiçbişey anlatmayarak bedelini oğlumu kaybederek ödedum. "
Kuzey başını iki yana salladı. İçinde inanılmaz bir yıkılmışlık vardı. Sevdiğini ondan ayıran herkesi bir yere topayıp cayır cayır yakmak istiyordu sonra da küllerini Karadeniz'in hırçın sularına bırakmak...
Bir süre derin derin nefesler aldı. Dünyası resmen başına yıkılmıştı. Ne yani isteyerek bilerek gitmemiş miydi Ahu? Hâlâ onla mıydı?
Öyle miydi gerçekten?
"Düzgün anlat. " Sakin olmaya çalışıyor dişlerini sıkıyordu ama alttan alttan öfke kanına giriyor damarlarından usul usul süzülerek vücuduna ani dalgalarla yayılıyordu.
Burnunu çekti Türkan. "Keşke ablam yerune ben öleydim. " diyerek koltuğa ilerleyip oturdu.
Kuzey ise gözlerini ayırmadan kadının her bir adımını izliyordu. "O zaman böyle olmazdu. O ne konuda tehtud edilurse edulsun saa gelirdu. Oğlum derdu, kızımu bizden aldılar derdu... "
Kıpkırmızı gözlerle baktı Kuzey'e. "Sen askere gittukten iki hafta sonra, haber alamaduk. İki gündur senden haber alamayunca Mira çok korktu. Her gün eli kalbinde bekledu seni. Askeriyeye ulaştığunda ise kaçırılduğunu ve hala kayıp olduğunu öğrendu. O gün baygınlık geçirdu. "
Kalbi durduğunu hissetti Kuzey.
Yutkundu ve anlatmaya devam etti. "Her gün bekladu seni Kuzey. Her gün bekladu. " Türkan tepesinde dikilen adama baktı. "Ölünle yada dirinle, seni hep bekladu... "
Vücudunu ani bir irmilmeyle ürperirken bakışlarını kadından çekerek yere çevirdi ve yıllar önce ona kurulan benzer cümleyi hatırladı. "İki ay oldu, gelmedun o da beklemeyip evlendu. Bekleyemedu, ölunla ya da dirunla seni hiç beklemedu. "
"Bir ay geçti. Cenazen kalktu birden. Mira çok uğraşti seni son bir kere bile görebilmak için. Göstermedular. " Türkan tekrar ağlamaya başlarken eli yine kalbine gitti. "Sabah akşam demedan, kar kış demedan her gece gerçek olmayan mezarunda yattı senun. Korkmadan yattı orda. "
Hızla kadına döndü Kuzey. Kalbinin etrafını bir ateş sarmıştı sanki. Yanıyordu yüreği. Gözleri yandı. O kadar yanıyor ve hızlı atıyordu ki kendi bile şaşakınlıktan ne yapacağını bilemeden karşısındaki kadına yutkunarak bakıyordu. Boğazı düğüm düğümdü.
Duydukları çok ağırdı.
Önüne dönerken başını delirmiş gibi iki yana sağlamaya başladı. "Çok ağır lan, "diye fısıldamaya başladı. "Çok ağır lan, çok ağır... " Elleriyle yüzünü ovuşturdu.
Hızlı hızlı inip kalkan göğüsü yavaşlamıştı, nefes almakta zorlanıyordu artık. Eli tekrar tekrar boğazına gitti.
Nasıl inanıcaktı?
Hangisine?
Söylediği her söz canını yakıyordu. Yüreğine dokunuyordu. Her bir sözde geçmişteki sözlerini de hatılıyordu.
Aynı kadının eski sözleri...
"Gerçek olmayan cenazene bile katılmadu. Umursamadu. Babasunun ona bulduğu zengun adamla evlenmeyi kabul edup dini nikah kıydu."
O zaman nasıl inanmıştı peki?
Gençti, eğitimi yoktu.
Kadın ise o kadar çok inandırıcı konuşmuştu ki sorgulayamamıştı bile.
Zaten ölümden dönmüş, kolu yüzünden asker olamama ihtimali vardı o zamanlar. Psikolojisi harap haldeyken birde o halde Ahu'nun onu bırakıp gittiğine inanmıştı. İki kötü durumu o kadar çok birbirine bağlamıştı ki... Seven gelirdi demişti. Ya yaşadığını bilmiyorsa, nasıl gelsindi...
"İsteyerek evlenmedu. " dedi kadın hıçkırarak ağlamaya devam ederken. "Orhan birden bire eve bir adam getirip Mira'yı çağırttırdı. Mira senin mezarundan kalkıp geldiğunde ise baban bir çöp gibi ona verdu. "
"Resmu nikahlarınu ise İstanbul'da kıymaya karar verduler. Ahu seni kandurdu Demir. Senunle paran için birlikteydu. "
Beyni susmıyordu, kadın konuştukça eskileri yenilerin yanına koyup karşılaştırıyordu.
"Kız istemezken para karşuluğunda Orhan kızıni İstanbul'a sattu. " Kuzey'in eli anında kalbine gitti. Sanki iki el ateş edilmişti kalbine. Kurşun hafif kalır dedi içinden. Kurşun yarasından daha ağrıdı bu yara.
"Mira gitmek istemedu Demir. Orhan zorla verdi kızı. Mira gitmek istemeyince de, senin öldüğünü söyleyip beş parasuz kalmak istemeduğunu söyledi. "
"Gül, ablam. " dedi hıçkırarak. "Kızının gidişiyle kalp krizi geçurdu. Kızını bana emanet ederek gözu açık gitti! Ben ise yemin etmiştum sana herşeyi anlatmak içun, "
"Anlatsaydın o zaman! " diye bağırdı yine Kuzey. Koltuğun kenarından ayrılarak ellerini alnına basıp ardından saçlarına daldırdı. "Anlatsaydın... "
"Allah kahretsin! " dedi nefes nefese. "Nasıl bir Tolga'ya düştüm lan ben! Karım nerde lan benim! " Kadının üzerine gitti. "Konuş! Devam et! "
"İlk zamanlar Mira'yı nasıl kurtaracağumu bilemedum." diye korkuyla konuştu. "Ablamın cenazesinden sonra eve döndüğümde seni gördum. Bunun şaşkınlığıyla sana sarılıp öperken Orhan çağırmıştı beni. Hatırlıyorsun..."
"Yemin etmiştum o zaman... "
Nerden bilebilirdim? Diye geçirdi içinden Kuzey. Nerden bilebilirdim beni evimden ayıranın aslında onlar olduğunu...
Nerden bile bilirdim aç gözlü bir şerefsiz olduğunu...
Nerden bilebilirdim kendi kızına bile kıyan bir piç evladı olduğunu...
Acımasızlıktı...
Deseydi, Vallahi de billahi de bütün varımı yoğumu döşerdim önüne.
Ama onu benden almasaydı...
Hasretinden ölmüştü Kuzey.
...
"Türkan! " demişti Orhan sinirle. "Bir bakar mısın? "
Türkan son kez yanındaki Kuzey'in saçlarını okşayarak, "Bekle hemen geliyorum. " diyerek kalkmıştı.
Geri döndüğünde ise yüzü bembeyazdı. Kapının pervzındaki Orhan'a korku dolu bakışlarını göndere göndere acımadan kurmuştu o cümleleri.
...
"Söyleyeceğum herşeyi dedum Orhan'a. Mira onun nişanlısu dedum. O ise bana sadece eğer herşeyi söylersem oğlumu öldureceğiyle tehtud etmişti. Etma dedum, dinlemedu. Daha on iki yaşındaydı Davut. Hiçbişey yapamadum. Yapamazdum. Kendini savunamayan bir çocuğa ansızın zarar verseydi ben kahrolurdum. "
Kuzey'in de gözleri dolmuş vaziyette koltuğa ilerleyerek bitik bir halle çöktü. "Şu anlattıklarına karşı, isteyerek evlenmesine bile razıyım. Sadece acı çekmeyip isteyerek evlenmesine bile varım. Ben kendimi bile siktir ettim. O iyi olsun yeterdi bana... "
"Ne yaptınız lan bize? "dedi en son ağladı ağlayacak kıvamdayken. Dile kolay altı yıl...
"Değil." dedi Türkan önceki dediklerine karşı. "Gittiğu günden beri hiç görmedum onu. Arayamadum. Çünki telefonu yok. Özgürlüğu kısıtlı."
"Sen nerden biliyorsun? " diye sordu Kuzey kaşlarını çatarak. Başını kaldırmış keskin çehresiyle kadını izliyordu.
"Orhan'u telefonda konuşurken duydum. Kaçmaya çalışmuş bir ara, Orhan'a şikayet edip küfürler ediyordu. "
"Verdiğiniz piç evladı mı?! " Kadının başıyla onaylamasıyla gözlerini yumdu bir kaç saniye.
Sinirle dişlerini sıktı Kuzey. İki ellerinde koltuğun kenarlarında yumruk olmuş etrafa bakıyordu. Hızla eliyle kenara vurup, "Hay ben senin ırzıyetini sikim! " dedi. Yanımda büyüğüm var demeden ettiği küfürle öne eğilerek yüzünü ovuşturdu. Bir günde bu kadar gerçek ağrıdı. Hemde çok ağırdı.
"Ben saa bunlaru anlatsaydum kaybedecektum ama anlatmadum diye de oğlumu kaybettum." dedi artık ağlamayarak. Derin nefesler eşliğinde gözleri yere odaklıydı. "On sekiz yaşındaki oğlumu motor kazasuna kurban verdum ben. "
Başını salladı Kuzey. "Başın sağolsun. " diye fısıkdadı sertçe yutkunurken. Bilirdi Davut'u. Ölmesi onu da üzmüştü ancak üzülüp başını daha da duvara vuracağı çok ayrı, apayrı bir olay vardı.
Ahusu yoktu...
"Sağol." dedi Türkan gözünden yaş süzülürken.
Her günahın bir bedeli vardı işte. Belki analtsaydı zamanın da Kuzey yine korurdu. Eğer bilseydi gizliden gizliye oğlunu korur o adama gerekeni yapardı. Ait olduğu kadını zulmden kurtarır tekrar yanına alabilirdi.
Ama bilipte susmak, Allah katında dilsiz şeytan olarak anılırdı. Elbet susmanın bile vardı cezası...
"Peki Murat. O nerede? Nasıl izin verdi ablasının gitmesine! " diyerek başını hızla kaldırdı Kuzey.
Murat, Mira'nın küçük kardeşiydi. Ondan iki yaş küçük erkek kardeşi. "Tabiki izin vermedu. Çok karşi çıktu. Hatta evden kaçup İstanbul'a gittu. Nasıl oldu bende bilmeyim ama ablasının kaldığı evi bulmuş. Basmış silahla evi. Mira'nın yanındaki adam, öldürecekmiş Murat'ı az kalmış, ama Mira yalvarup bir şekilde gitmesine izin vermiş. Yanında kalmanın karşılığında kardeşine dokunmayacaktu. "
"Murat bu kadar çabuk ikna olmaz? " dedi ihtimal vermeden. Artık delirecekti. O adama yalvarmış mıydı? Yalvarmak zorunda kalmıştı öyle değil mi?
Peki Murat, onu çok iyi tanırdı. Ne olmuştu?
"İkna olmamuş zaten. Adam onu dövdürtmuş. Bir ay yoğun bakumda kalmış uşak. Daha sonrada kimsenin haberi olmadan ortadan toz oldi, ulaşamadum yıllardur. Oğlum, Davut ölmeden önce onunla konuşmuş. Öyle demişti. İlklerde inanamadım bende. Ama bende konuştum Muratla. Şuan, kendisi Özel harekat askeru."
Murat daha ablası götürüldüğü yılda en büyük hayali için çalışıyordu. Üstün yaşanılan olaylarla daha da inat etmiş istediğini sonunda başarmıştı.
Yutkundu Kuzey. "Asker mi?" İstediğini başardı mı? Diye geçirdi içinden Kuzey.
"Evet. Altı yılın sonunda, tam iki yıllık özel harekat askeru. Beni araduğunda ise ona herşeyi anlattum. Herşeyden haberi var. "
"Ve... " dedi Türkan ayağa kalkarak. "Ablasını asla orada bırakmayacağuna da yemin etmuş. "
"Sadece zaman kolli."
Sadece zaman kolli...
Sadece güçlenmeye çalışıyordu değil mi? Rütbe ne kadar yüksek o kadar kolay olacaktı...
🥀
"İkizum," dedi Burak yutkunarak. "Emin miyuz?"
Gözünü karşıdaki konaktan ayırmadan konuştu Furkan. "Ulan bir görup çıkacağuz, ne olacak? "
"Ula ne, ne olacak? " diyerek stresle olduğu yerde sekip durdu Burak. "Bak o şefesuzların da şerefsuzu olan Şeref bu sefer bizu yakalarsa sıçaruk ha! "
"Ula bir du ya! "
Kapı açılırken bunlar adeta iki tane yan yana olan ağaca resmen girerek görünmemeye çalıştılar. "Ah! Ulan dal batti götume!.. "
Burak poposunu tutarak ovuştururken Furkan hidetle konuştu. "La sus, yakalatacaksun bizi. "
Anaları Fatma Hanım arabaya binerek evden uzaklaşınca bir kaç korumada gitmişti. "Haah!" dedi Furkan ellerini bir sinek gibi birbirine sürterek. "İşte şimdu gidebiliruz." diye 'u' yu uzattıkça uzattı.
Tam adım atmıştı gidiyordu ki telefonun çalmasıyla durdu. Telefonu açarak kulağına dayadı Furkan. "He buyur ana! "
"Bir tane delumuz vardi onu kaybettuk! Diğeri Allah billur nerde şirketle canla başla çalışi. Baban desen artuk bir ayak torpağında. Ula Amcan desen gemi karaya vurmuş onla uğraşayi, siz de ohhh! Nerdesunuz ula siz?! "
Furkan dinlediği azarla telefonu kulağından az bişeycik uzaklaştırarak konuştu. "Ana bir dur da! Ne gerek vardi ailenin raporini çıkarmaya. Kuma çıkacağuz." dedi dilini dışarı çıkarıp sallayarak. Elini de savurmuştu. Yalan söylemişti.
"Uuu, " dedi Burak yanında kaşlarını çatarak. Sonra ise Furkan'ın omzuna eliyle bir kere vurup, "Oldi o zaman ikizum! Saa anamla iyi mesailer. " dedi. Hızla evin arka tarafına ilerleyerek koşmaya başladı.
"Ana kapatmam lazum, bak tünelden geçeyrum!" diye telefonu heyecanla hemen kulağına yasladı yangaz.
"Uyy! Ne tuneli ula! Hemde burada! Hani kuma çıkaydınuz! "
"Ana duymayrum! Kapatayrum! Geliriz sonra." hızla telefonu kapatıp evin penceresine bakan ikizine baktı. "Ula şefesuz! "
O da koşarak kardeşinin yanına gitti. Ensesine bir sile çakarak pencereye baktı. Ensesini ovalayan Burak, "Buraydı dimi lâ? " diye sordu.
Babaları yüzünden tam üç haftadır gelmediği için hafıza kaybı yaşıyordu, zaten görsel hafızası sıfırdı. Gördüğünü bir daha görse asla tanımıyordu.
"He he, " diyerek yerdeki tahta merdiveni kaptığı gibi kaldırıp pencereye dayadı Furkan. "Ben şimdi içeri gireceğum bir şekilde, hemen onun yanındakide Hazan'ın penceresu. "
Burak onu başıyla onaylamasıyla Furkan yavaşça tırmandı merdiveni. İkiside karşı konağın ikiz kızlarına vurgundu. Kızlar az değildi ancak bir sıkıntı vardı ki iki konak birbirlerine düşmandı. Cemiyette bile karşı masalardaydılar. Asla masaları ortak olmazdı.
Furkan çıkarak pencereden içeriye bakmaya çalıştı. O kadar dikkatli bakmaya çalışıyordu tül perdenin birden çekilmesiyle ödü kopmuştu. Korkmasıyla az daha arka arkaya düşüyordu. Burak hızla merdiveni tutmuş Furkan'da elini kalbine basıp pencereyi açan kıza bakmıştı. "Ulan ödümi kopardun, zalimin kızı! "
Hazal ona dik dik bakmaya devam etmesiyle Furkan'ın gözleri büyüdü. "Ula, bak sakun! Etma! "
Hazal ellerini merdivenin iki yanına koyarak geriye doğru itti. "İkizum! " diye bağırdı düşerken.
Burak merdiveni tutamatınca üzerine doğru gelen adama artık küfürler yağdırıp kaderine razı gelirken artık ikiside şiddetle yeri boylamıştı. "Hay senun ben gelmişini geçmişunu!"
Burak sızlanırken, "Gene olan baa oldi. " diyerek başını kaldırdığı gibi Hazan'ı gördü. Hazal ve Hazan ikiz kız kardeşler odalarının yanyana olan iki pencereden çıkmış ikiside sevdalıklarına bakıyorlardı.
"Ne ettin?! " diye sordu yan tarafındaki pencereye. İkizine sormuştu bu soruyu. Hazal, Hazan'a ters bir bakış attı.
"Ben ne ettiğimi bilırım. Kusura bakma balım seninki arada kaynadi. Ama ben doğru yaptım." diyerek tekrar Furkan'a baktı Hazal.
"Burak." dedi içi kaynayarak Hazan.
"Söyle balım? " diye belini tuta tuta kalktı yerden.
"İyi musun? "
"İyiyum balım. Sen merak etme, seni gördüm bak daha iyi oldum. " diyerek hızla ayaklandı. Sanki hiç düşmemiş misali merdiveni kaptığı gibi Hazan'ın penceresine dayadı.
Furkan ise Hazal'a dönerek, "Lan ne vardu az ikizine çekeydun!" diye söylendi.
Hazal tek kaşını kaldırmış ellerini beline atarak, "Sende ne vardı sanki az ikizuna benzeyip adam olaydın? Bok yiyenin uşa!"
"Hoop! Yavaşş! " dedi Burak merdiven üstünde. "Sağol yenge ama babama laf yok. "
"Hazan at şunu da aşa. "
"Olmaz canı yanar. " dedi Hazan korkuyla. İki eli Burak'ın omuzlarını bulmuştu. "Zaten düştü. "
İşte böyleydi, kızlardan ikisinden biri naif ve romantikse diğeri onun zıttıydı. Kaçık ve sinir yumağıydı.
Yangazlarda ise bir fark yoktu biri yaramazlık peşindeyse diğeri de onun dibinde biter hani nerde hani nerde derdi.
"Hay ben böyle işin! " dedi elini bacağına vuran Furkan.
"Siz ikiniz! Ne işiniz var yine burda?! " diye bir gürleme sesi duyuldu. Etrafta bir kaç kuş sesten dolayı gökyüzüne uçuştu.
İkizler duydukları sesle birbirlerine bakarken Burak da bu sefer itilmemesine rağmen korkudan yeri boylamıştı. "Ananı arıyordum! " diye hidetle fısıldadı acıdan. Yerde kalçasını tutmuş başını kaldırmıştı.
"Siz! " diye sesi bir kez daha duyarlarken kızlar aynı anda, "Baba? " demişlerdi.
Yangazlar ise yerde birbirlerine bakarak, "İşte şimdu kimse Kemal Amcam'ın ve Kuzey abimun elinden alamaz bizi." dedi.
"Fışkiyi yeduk!"
🥀
İSTANBUL (Karşılaşmaya üç gün kala...) Saçlarımda hissettiğim hafif dokunuşlarla irkilerek uyandım. Gözlerimi açtığım gibi ilk yanıma bakarak kızımı kontrol edecektim ancak bir çift kehribarla korkuyla yutkundum.
Kızım...
Kolumun üzerine doğrularak yanımdaki adama baktım. "Kızım nerde? " Sesim yeni uyandığımdan dolayı hafif kısık ve çatallı çıkarken o bana kalp şekline bürünmüş gözleriyle bakıyordu.
"Odasına yatırdım kızımızı. " diyerek özellikle kızımız kelimesine vurgu yaptı.
Gözlerimi ondan kaçırarak odada gezdirdim. "Bana neden öyle bakıyorsun? "
Burnundan gülerek elini yine saçlarıma attı.
Sevdiğim adamın en sevdiği saçlarıma. Attı, elini...
Başımı geri çekerek dokunmasına engel oldum. O ise bunu sorun etmeden bana hala aynı şekilde bakmaya devam etti.
"Eşsiz bir parça gibi olduğunu artık kabullenmelisin Ahu."
Ahu...
Sen Ahu deme, çünkü hayatımda hiç kimseye yakıştırmadığım kadar yakıştırmıyordum Ahu ismini Çolak'ın ağızına. Bana sadece tek bir kişi Ahu diyebilirdi. O da zaten hayatta değildi...
"Mira." dedim. Sesim benden bağımsız baskın çıkmıştı. Gözlerimi diktiğim yatak örtüsünden çekerek onun korkutucu kehribar gözlerine çevirdim. "Bana sadece Mira de, "
Başını sağ omzuna yatırarak başlığa dayadı. İyice yatağa kuruldu. "Neden Ahu isminden nefret ediyorsun? "
Yutkundum. Nefret etmiyordum, onun ağızından duymayı sevmiyordum.
"Nefret etmiyorum, sadece... "
"Sadece? " diye fısıldadı devam etmemi isteyerek.
"Sadece Mira'yı daha çok kulanıyorum, biliyorsun. " Derin bir nefes verdim, yorganı üzerimden kaldırken, "Ben bir Ahuzar'a bakayım. " diyerek tam kalkacaktım ki belimden yakalayarak yatağın içine sokmuş ve beni iyice kendine çekerek gövdesine hapis etmişti.
Şaşkınca ona bakarken o hafif gülümsemeyle yüzüme bakıyordu. "Nefret edemezsin tabi Mira, yoksa nefret ettiğin bir ismi dolandırıp kızımıza isim diye koymazsın dimi. "
Kaşlarım hafif çatılırken anlık olarak ellerim göğüsünü buldu. O yakınlaştıkça ellerimi bastırarak onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. Söylediği sözlerde çok küçük bir mana vardı sanki.
Düşünceli düşünceli ben bunun ne olduğunu düşünürken o elinin birini kalçama attı. Diğer elinide bel oyuntuma atarak iki elide olduğu yerleri hafif hafif okşamaya başladı.
Midemde hissettiğim kaynama, yaşadığım heyecan istekten ve arzudan çok uzaktı.
Midemdeki kaynama sevginin bahşettiği o sıcacık kaynama değildi. Midemde kelebekler uçuşmuyordu. Aksine midemdeki yediğim iki üç lokma yemek dalgalanıyor bulantıyı daha'da azdırarak kendini yukarı atıyordu.
Kısacası midem aşırı derecede bulanıyordu.
Yaşadığım heyecan ise korku barındırıyordu. Bana bişey yapıcak mı korkusu, kendimi geçtim kızıma bişey yaptı mı korkusu.
"Çolak napıyorsun? " diyerek yüzümü başka tarafa çevirdim.
"Karımı seviyorum. " diyerek yüzünü boynuma yerleştirdi. Ancak burnu uzun ve kemerli olduğu için yüzünü gömmesine pek müsade etmiyordu. O yüzden yüzünü tam koyamayan burnunu açık boynuma yerleştirip gezdirdi. Yapmasındı, nolur yapmasın...
Tam ben senin karın değilim diyecektim ki sustum. Geçen akşam saçmaladığı o sözleri gerçekleştirmek istemiyordum. Bu yüzden yine sustum.
Ve benim suskunluğum bir cevaptı. Evet demekti.
Çolak da bunu anlamış gibi, "Sende bugünler de bir hal var?" diye sordu.
"Sana öyle gelmiştir. " diyerek fısıldadım.
"Seni en son böyle sessiz gördüğümde yeni doğum yapmıştın. "
Çünkü kızımı benden almıştın...
"Neden suskunsun Mira'm?"
"Kendimi iyi hissetmiyorum, " diyerek yalan uydurdum.
Başını kaldırarak yüzüme bakmaya çalıştı. "Neden? " diyerek elini alnıma koydu.
Elini aniden tutarak indirdim. "Merak etme, önemli değil. "
Yüzünü iyice geri çekerek gözlerimin içine baktı. "Seni benden daha iyi kimse tanıyamaz Mira. Boşa kendini benden saklama istersen daha fazla. "
Sertçe yutkunarak gözlerine baktım bu sefer. İşte şimdi söylediği sözlerdeki yattığı anlamı algılayabilmiştim. Ancak anlamamış gibi yaparak çenemi dikleştirdim. "Ne demek istiyorsun Karavir?"
Hergün ona diklenen ben kendi kabuğuma çekilmiştim. Bir kez daha...
Belimi daha sert kavrayarak kendine daha çok yapıştırdı. İki elinide tşörtümün altından geçirerek derimi kavradı. "Seni çok iyi tanıyorum diyorum güzelim. " diyerek kavradığı derimi ilk önce okşayıp daha sonra ise yumrukları arasına alarak sıktı. Ellerine kıstırılan derimle gözlerim büyüdü.
"Sakın bana oynama Ahu. Yakarım! " Başta normal olan sesi bir anda tehtid içerirken gözleri daha'da koyulaşmış bana daha dikkatle bakmaya başlamıştı.
"Anlamıyorum... "
Yanağını yavaşça yanağıma yaslayarak kaçmama izin vermeden fısıldadı. "Anlatayım o zaman. İki hafta sonra tanışmamızın yıl dönümü. Ve ben o yıl dönümüne özel çok güzel bir organizasyon ayarladım. "
Kaşlarım çatık onu dinlerken ellerim üzerindeki gömleği avuçlamıştı. "Ha birde, " diyerek yüzünü geriletti. "Güzel bir yıldırım nikahıyla ismimizi daha çok duyuracağız. Herkes ordayken."
Azıcık rahatladım derken duyduğum cümleyle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Kaçtığım konuyu inkar etmediğim için anlamış ve şimdi gelip yüzüme vurmuştu.
Soğumuş olan bir yemeği ısıtıp önüme sunuyordu...
Şerefsiz.
"Asla! " dedim geriye doğru itirmeye çalışırken kendimi.
"Kaçamazsın Mira."
Başımı iki yana sallayarak dolan gözlerime inat baktım gözlerine. "Seninle ölürüm de evlenmem! "
Avuçlarına kıstırdığı etlerimi dahada sıkarak, "Sen ölmezsin belki, " diyerek imada bulundu.
Kızım...
"Kendi kızına zarar veremezsin. " Kendi babasını öldüren birimi?..
"Unuttun mu sevgilim? " diyerek bir elini kıstırdığı yerden çekti. Yüzüme getirerek saçlarımı sağ yanağımdan çekti.
Elini çektiği etim rahatlamıştı ancak vücudum öyle bir şeydi ki en küçük bir şeyde hemen morarıp kızarıyordu. Vücudumda hiçbişey yokmuş gibi birde onun izi çıkıcaktı.
Artık öyle bir psikolojideydim ki bu yaptığı önceki yaptıklarına kıyasen en hafifi bile diye düşünüyordum. Bende uyandırdığı düşünce yapısı buydu. Alıştırdığı hayat buydu.
Ancak böyle bir hayata hiçkimse alışamazdı. Hiçbir kadın, hiçbir insan oğlu... Alışmamalıydı.
Alışamazsın Ahu... Dedi içimden bir ses. Sadece yavrun için kabullenip kendini avutuyorsun.
"Yapma... "
Gözlerini büyülterek kehribarlarını dahada gözüme soktu. "Yaparım." diye fısıldadı.
Benden ayrılarak yataktan ayaklandı. "Benimle uyuyacaksın bugün! " diyerek ayakkabılarını eline alıp gidicekti ki söylediğim sözlerle taş kesildi.
"Sana yemin ederim ki, iki cihan bir araya gelir ama senle ben asla bir araya gelemeyiz. Ben seninle evlenmem Çolak Karavir. Ölürüm. Öldürürüm. Ama asla... "
Aniden arkasını dönmesi ile çoktan ben yataktan kalkmış arkasına geçmiştim. Ancak o döndüğü gibi eliyle şah damarımı kocaman eliyle kavramış ayakkabılarını yere savurarak beni duvara yaslamıştı.
"Bir asırlık boyu ömrün geçecek adamla evlenmemen büyük ayıp Mira. " Nefes alamıyordum.
"Tabiki de benimle evleneceksin." Başımı iki yana sallamaya çalıştım ama beceremedim. Nefes alamıyorum.
"BAŞKA ŞANSIN YOK!! " diyerek beni duvara iki kere çarparak hızını alamayıp bu seferde yere savurdu. Savurduğu gibi tşörtümden tutup yatağa attı.
"Benden başka kimsen yok! " Nefes almaya çalışırken attığı tokatla bu sefer acıdan nefes alamadım. Üzerime çıkıp hareketlerimi kısıtladı. Bende ona vurmaya çalıştım ancak benim bütün çabalarıma daha'da sinirlenerek iki elimi tek eline hapis edip başımın ucuna birleştirdi.
Daha beterlerini yaşadın Ahu...
Daha kötüsünü yaşadın sakin ol, biticek şimdi.
Biticek.
Geçicek...
"Se.. " dedim nefese ihtiyacım vardı. "Evlenmicem... "
Diğer eliyle çenemi sertçe kavrayarak gözlerine odaklandırdı. "Bana mecbursun! Bana, sadece bana mecbursun. ÇÜNKÜ BANA AİTSİN! "
Yaşadığım travma artı nefessizlik ve acıyla tek düşündüğüm şey vardı. Tek bir düşüncem. "Ahuzar duyucak. " dedim. Sesim ne kadar anlaşılmaz çıksada o beni anlamıştı. "Yapma."
Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırarak, "Duysun, banane. " diyerek sert bir tokat daha savurdu yüzüme. Acı inlememle tekrar yüzümü yüzüne tuttu. "Duysun, o sarar zaten senin yaralarını. "
Ona değil de kızıma gülmem acıtıyordu onu. Ahuzar'ın ona değilde bana konuşması acıtıyordu onu.
Ancak o da hergün beni acıtıyordu...
O hiç iyi biri olmadı ki kızı bir kez gülsün, bir kez baba desin...
Gerekte yoktu zaten, çünkü Ahuzar bile biliyordu Çolak'ın onun babası olmadığını!
Allah yukarda bir kere bile duymadım Ahuzar'ın ona baba dediğini. İlk konuşmaya başladığı zamanlar bile almazdı o lafı ağızına.
Sanki o bile biliyordu Çolak'ın onun babası olmadığını. Sanki içten içe gerçek babasını hissediyordu. Demiyordu. Susuyordu.
Kim bilir...
Benim ona gerçekleri anlattığımda bile bana sakince peki benim babam nerde demişti...
Hissetmiş, görmüştü...
Uzakta annecim, çok uzakta...
Bir tokat daha attı. Çığlıkla yana savrulan yüzümü tekrar tuttu. "Hani o bana düşman ettiğin kızım. Bana bir kere bile koşmayan, benimle oynamayan, BANA BABA DEMEYEN KIZIM! "
Sinirli, öfkeli ifadesiyle sanki düşündüğü sözler onun daha da çıldırtır gibi yizüme ardı ardına tokatlar savurmaya başladı. Acı çığlıklarım oda da dolup taşarken sessiz olmaya meyilliydim.
Tek temennim sesimin gitmemesi.
En son yüzüm kapı tarafına düştüğünde o üzerimde soluklanma derdindeydi. Oysa ben nefessiz kalmıştım...
Kaç tokat yedim saymadım ama yüzüm aşırı derecede yanıyordu. İz kalıcaktı hemde fazlasıyla. Yeni düzelen bedenim bir kez daha derbederdi.
Yine şükür dedim. Yine şükür.
Bacaklarımı dahi kıbırdatamıyordum. Çünkü bacaklarıyla beni kitlemiş kendi bileğini dudaklarına dayıyarak pencereye bakmış nefes almaya çalışıyordu.
Aralık kapıdan Gülhan Abla'nın ağlayan yüzünü görmemle halsiz bir vaziyete göz işareti yaptım. O emrimi almış gibi baş işareti yaparak yazmasını ağızına dayayıp uzaklaştı.
İşte bu kadar zordu. Bir kadının bir kadının zulmüne sessiz kalması. Çünkü zorundaydı. Kaç kere beni dayaktan kurtarmıştı Gülhan abla saymadım bile. Kaç defadır önemli diye Çolak'ı çağırmıştı. Üç kez farklı ihbarlardan polis çağırmıştı, hatta bir keresinde Ahuzar'a tebeşir tozu içtirip ağlayarak çocuğun ateşi var hemen hastaneye gitmeliyiz diye bile gelmişti.
Aslında daha bir çok şeyi vardı. Sayamadığım daha bir çok şey. Asla hakkını ödeyemezdim. Şimdi ise ona işaret ettiğim şeyi yapacaktı. Kızımın yanına gidip kulağına kulaklık takacaktı. Ve annesinin en sevdiği Karadeniz türkülerini dinleyerek benim çığlıklarımı duymadan uyuyacaktı.
Ağızımda biriken kanı yuttum. Yapmadığım şey değildi. İnsan kendi kanını yutar mıyıdı? Ben yutuyordum.
Burnumdan da kan gelirken gözlerim bulanıktı. Ancak biliyordum bununla da bitmeyecekti. Saçıma yapştığında da ne kadar doğru tahmin ettiğimi bir kez daha onayladım.
"Ne olsun istiyorsun?"
Hiçbişey. Sadece özgürlük...
"Yıllardır evli olmadan karı kocaydık biz!"
Ben hiçbir zaman senin karın olmadım. Sende hiçbir zaman benim kocam olmadın.
"Bir çocuk büyüttük! "
Ben büyüttüm. Sadece ben büyüttüm. Sen ise onu hep benim elimden alıp sadece ona ölümü tattırmak istedin. Öldürmek istedin.
Öldürmekle tehtid ettin!
"Evlenmeyip napıcaz! "
O saçlarımı çekerek yüzüme yaklaşırken ben tekrar kendi kanımı yutarak baygın gözlerle baktım. "Hani... " Yutkundum. "Hani evlenmeden bile karındım? "
"Hala karımsın! " diye fısıltıyla kükredi.
"Öyleyse neden... "
"Sakın! " diyerek bileklerimi bırakarak işaret parmağını bana doğrultu. Hala saçımı çekerken; savura savura çekmeye devam etti. "Sakın bana oyun oynama. "
Üzerimden kalkarak yan taraftaki ceketini ve yere savurduğu ayakkabılarını alarak son kez baktı. Bir süre bana baktı. Eserine baktı. Sonra arkasını dönerek odadan kapıyı çarparak ayrıldı.
Acıyla yerimde kıbırdarken anında ağlamaya başladım.
"Ben asla affetmicem. " dedim ağızımdaki kana inat. "Allah'ta inşallah asla affetmez. "
Ben acıyla yerimden doğrulamazken içeri birden Gülhan abla daldı. Hızla bana gelerek yüzümü bedenimi kontrol etti. "Kızım." dedi acıyla.
Yataktan aşa kayarak bazanın ayak tarafına yere bıraktım kendimi. Zaten ucuna savurmuştu beni. Saçımı çektiği için bir kaç tutamı toplayarak yanıma oturdu Gülhan abla. "Kızım," diyerek saçlarıma bakarak daha çok ağladı.
"Özür dilerim. Özür dilerim ablacım. " diyerek bana iyice sarıldı.
"Abla, Ahuzar? " Kanlar burnumdan ve ağızımdan çeneme doğru hızla yol alırken başımı güçlükle ona çevirdim bir kaç saniye.
Burnunu çekerek, "Uyuyor." dedi.
Ben ağlamaya devam ederken o saçlarımı okşamaya başladı.
"Sabır ablam. Sabır. " dedi. "Sabrın sonu selamettir derler. "
Başımın tepesine öpücük bırakarak iyice sarıldı bana.
Olmayan ablamın, kayıp olan erkek kardeşimin yerine verdi bütün sevgisini bana. Abla oldu olmayan aile oldu bana...
🥀 İSTANBUL ALTI YIL ÖNCE
Su sesi...
Üç saniyede bir akan damlaların sesi.
Acılar içinde simsiyah bir odadaydım. Sadece tek bir ışık yanıyor odanın geri kalan yerlerini karartıyordu. Pencere bile yoktu. Bana evdeki hastane odası dedikleri aslında bodrum katı olan bir odadaydım.
Yeni doğum yapmış göründüğü kadar tavanın sökülmüş boyalarını sayıyordum. Karnımda çok felaket bir acı avucumda kara sevdamın saçları ve gözümden kayarak akan bir damla yaş...
Doğum yaptığım gibi bebeğimi benden alarak götürmüşlerdi hemşireler. Duymuştum çığlıklarını, ağlamıştı benim güzeller güzeli kızım.
Sol elimi karnımdan kaldırarak yüzüme tuttum. Elim komple yanıktı. Kızarmış ve su toplamış elimin üstüne baktım bir süre. Buna rağmen; tek taşı elimin acısına rağmen zorla takmıştı Çolak. Ve bu daha'da canımı yakıyordu.
Her iki anlamdan da.
Hem var oluşu parmağıma zarardı. Hem de onu takarak kalbime zarardı.
Çok acıyordu.
Sadece çok küçük bir çıkışmaya karşı elimi alarak çaydanlığın su dolu altlığına sokmuştu. Sol elim bileğime kadar yanıkken gözüme sadece yüzük fazlalıktı.
Gözlerim kayıyordu. Elimi yavaşça ağrıyan karnıma koyarak gözlerimi yine tavana dikmiş damlayan suları saymaya başlamıştım.
1 2 3 4 5 6...
Kapının açılmasıyla gözlerim oraya kaydı. içeriye ışık sızmıştı. Hemşire kızımı kucağına almış içeri girerken hızla yerimden kalkmaya çalıştım. Ancak ne kasıklarımdaki ağrı ne de bastırarak kalkmaya çalıştığım elim izin verdi bu duruma.
Hemşire hızla yanıma gelerek durdu. "Mira hanım, " diyerek bana kınıyan bir bakış attı. "Ani hareketler yapmayın lütfen. "
Bakışları kızımı buldu. "Hem, bakın size kimi getirdim. " Bana baktı. "Nolursunuz, uzanın. Ben sizin kucağınıza bırakırım. "
Dediğini yaptım. Uzandım. O ise gülümseyerek bebeğimi başımın yanına koyarak kafasını kafama yaslamış bana bakmasını sağlamıştı.
Hafif uykulu şekilde araladı gözlerini yavrum. Mavi...
Annesi gibi masmavi koyu gözleri vardı.
"Annecim? "
Bir kaç saniye yüzüme baktı. Dudakları kıvrılır gibi oldu, dilini çıkararak dudaklarına kıvırırken bana bakmaya devam etti. Ancak yeni doğduğu için gözlerini daha fazla açık tutamayarak başını bana serbest bırakıp uyuduu. Dudaklarındaki tebessüm kaydı, dili yavaşça içeri girdi.
Sağlıklı bir şekilde doğmasına şükürler ederek mutluluk göz yaşları akıttım. Gözlerimden yer yer yaş gelirken hemşireyle göz göze geldim.
"Hayırlı olsun. " dedi kocaman gülümseyerek. "Allah analı babalı büyütsün. "
Sertçe yutkundum. O belki kötü niyetli söylememişti ama benim içim acıyla kavruldu. Yandı yüreğim.
"Allah analı büyütsün, babası da büyütür. " diyerek fısıldadım. Kuzey olmasa da ben ondan bana kalan tek varisini tek başıma onun için büyütürüm.
Onun yüreğinde, benim ellerimde büyüsün bebeğim.
Kuzey Demir Karahanlı.
Baba oldun...
Kızın oldu, hep istediğin gibi.
...
"Bir bebeğimuz olur iseemm, kız mı olmasunu istersun yoksam erkek mi? " diye sormuştum bir keresinde oyun oynadığımızda.
Getirdiği bir dağ evinde şöminenin önündeki puflara kurulmuş oturuyorduk.
Dahası, doğru düzgün dert tasa olmadan ikimizde en sevdiğimiz Karadeniz'imizin şivesini kulanıyorduk. Asla normal İstanbul ağızı konuşmazdık.
Hiç düşünmedi kara gözlerini gözlerime çevirerek hayran hayran baktı. "Evlat farklıdur. Kutsaldur. Ayırt edulmez ancak ilk çocuğumuzun kız olmasını isterdum. "
Güldüm. O zamanlar daha canlıydı gülüşüm, kahkaham.
"Ha çok olucağk yani. İlk deduğune göre daha yapacağuz? "
Göğsünü kabartarak baktı bana yan yan. "Tabiki hanım. " dedi gülmemeye çalışarak. O sert asabi tavrı benim yanımda yok oluyordu. Gün boyu millete hırlarken bana hep kedi gibi mırlaması şu hayatta en sevdiğim şeydi. Çünkü bende öyleydim. "Bir tane çocuk kime yetar. Boy boy yapacağuz."
İkimizde güldük.
Sonra ise ciddileşerek baktı yüzüme. "İlk çocuğumuz kız olsa. Saa benzese." En içten bir nefes koyuverdi gözlerime bakarak. "Ha boyle mavi olsa. İkincusu de erkek olsa. Baa benzese. Ne var bu dünyaya ikimuzden de benzerlerimuzu heyduye etsek. Bizden bir tane daha... "
Kahkaha attım.
"Neden ilku kız ki? Erkek olsun saa benzesun işte? "
"Hayır." dedi kaşlarını çatarak. "İlku kızımuz olsun. Adını da Ahu koyalum. Yada Ahuzar. Saa benzesun."
İnat...
"E ama o benum ismum? " diye sormuştum şaşkınlıkla.
"Biliyim yavrum. Evlenicağuz zaten. Evlendukten sonra zaten ben saa hep karıcım derum. " dedikten sonra o kendi kafsında büyük bir isim ve lakap savaşına girerken benim ona hayran bakışlarımın, aşk dolu irislerimin farkında bile değildi. "Hem, Ahu'm desem bile ona Ahuzar ismi koysak, Ahuzar'um desem... Ha yada karucum, Ahu'm.."
Güldüm...
...
Hatırladığım anıyla derin bir nefes verirken dibimde duran yavrumun minicik saçlarından yayılan dalin kokusunu içime çekerek öptüm.
"Ahuzar... " dedim. Yutkundum. "Senin adın Ahuzar. " Gülümsedim. "Senin adın Ahuzar. " Derin bir nefes verdim. "Sen Ahuzar Karahanlısın. "
Gözlerimden akan yaşla göz kapaklarımı birbirine bastırdım. Ne kadar doğruydu evlenemediğim şehit düşen sevdiğim bir adamın soy adını kızımın kulağına fısıldamam?
Ama onundu.
Onun kızıydı...
Kapı açılınca hiç bakmadım. Kızımın kokusuna bıraktım kendimi. Ancak duyduğum cümleyle hızla açmak zorunda kaldım.
"Evet Erdem Bey. Kendisi karım. Delirdi bugünlerde. Çok değişik davranıyordu. Dediğim gibi bir süre kızımı annesinden uzat tutmalıyım. Çünkü kendisine olur olmadık zararlar veriyor. "
Sertçe yutkundum. Nelerden bahsediyordu bu adam?
"Evet, daha dün elini kaynar suya soktu. Evet evet! Birden yaptı. Korkuyorum kızıma da zarar vericek diye. "
Gözlerim yatağın karşısındaki adama döndü. Bir eliyle telefonu tutarken diğer elini takımının cebinden çıkararak demir yatağın ayak kısmındaki kola koydu.
Gözlerim yanarken algılarım kapanmış gibi hissettim. "Dediğim gibi. Bir süre uzak kalsa iyi olacak. " Gözlerimin içine bakarak kurduğu cümlelerle o kadar korkmuştum ki başımı iki yana sallamaya çalıştım ancak alnıma yaslı uyuyan bebeğime kıyıyamadım.
"Peki, çıkardığımız raporu şizofreni teşhisi olarak ayarlarsınız. Psikolojik sorunları olduğunu biliyorum hatta evlenmeden önce, ergenlik dönemlerinde de raporu olduğunu biliyorum ancak karımı seviyorum ve bir kliniğe yatırmayı doğru bulmuyorum. Ben ona ilaç olucağıma inanıyorum. Siz sadece gerekli olanları yapsanız yeterli. "
Karşı taraf bir kaç bişey daha söyledikten sonra, "Hm hm. Tamam. " diyerek kapattı.
Hemşire kaşları çatık şekilde bir bana bir Çolak'a bakarak baş selamı verip odadan çıktı. Büyük ihtimalle ben hangi kabir azabının ortasına düştüm diye düşünüyordu. Haklıydı. Burası bir kabir azabıydı.
Azaptı.
"Evett." diye uzata uzata yanıma gelerek ellerini birbirine vurup sürttü. "Bir süre ayrı kalacaksınız. "
"Hayır." dedim hızla.
"Evet." diyerek kundaklanmış kızımı almaya çalıştı. Ancak ben ağırıyan karnıma sızlayan dikişlerime ve yanık bir ele rağmen onu sımsıkı tutmaya çalışarak izin vermedim.
"Sinan! " diye bağırmasıyla içeri sağ kolu Sinan girdi. "Ali'yi de çağır gel. " diyerek gözlerimin ta içine baktı. Sımsıkı tuttunmuş bırakmıyordum.
İki adamın içeri girmesiyle onlara bakmadan emirde bulundu. "Tutun Mira'yı. "
"Hayır! "
Sinan ve Ali hızla gelerek kollarıma ve bacaklarıma yapışarak ellerimi kızımdan ayırmaya çalıştklar. Sol elim kanamaya başlarken aynı zamanda bağırdığım için dikişleriminde zonkladığını hissettim. "ONU BENDEN ALAMAZSIN! O BENİM KIZIM! BANA İHTİYACI VAR! "
Ali daha çok acıyarak bakarken Sinan ifadesiz suratıyla beni daha sıkı tutmaya meyilliydi. "BIRAKIN! ONUN BANA İHTİYACI VAR! ÇOLAK NOLUR! ONUN BİR ANNEYE İHTİYACI VAR! "
"Bence bir süre daha olmaması daha iyi güzelim. " diyerek kapıya ilerledi.
"ÇOOOLAK! " diyerek haykırdım. "ONU BENDEN ALAMAZSIN!"
Ben yattığım yerden haykırırken Sinan iki bileğimede kelepçe takarak beni demir başlığa mühürledi.
"ONU BENDEN AYIRAMAZSIN! "
İçeri elinde iğneyle giren başka bir hemşire görmemle kapıdan bana bakan Çolak'ı gördüm. Ahuzar kucağında yırtınarcasına ağlarken bende onunla aynı anda haykırarak ağlıyordum.
"ONUN BAŞINA EN KÜÇÜK BİR ŞEY GELİRSE... " Yutkundum ve hemen ardından hıçkırdım. "SENİ ÖLDÜRÜRÜM! SENİ ÖLDÜRÜRÜM ÇOLAK! "
"Biraz dinlen Ahu'm. " diyerek kızımı öptü. "Sakin ol babacım anne iyi olucak. "
Koluma iğne yapılmasına izin vermeyince Ali ve Sinan tekrar beni durdurmak için tuttu. Küçük bir acıyla yapılan iğne yüzünden derin bir nefes verdim. Sankinleştirici anında etkisini gösterirken kapıdan çıkan iki korumaya ve hemşireye baktım.
En son ise bana gülerek bakan Çolak'ın kehribar gözlerine ve kucağındaki pembe kundaklanmış Ahuzar'ıma baktım.
"Ona... " dedim bayılmadan önce. O ise çıkıp kapıyı kapatıp kitlemişti. Sanki ellerimde ve ayakalrımda kelepçe yokmuş gibi birde üstüme kapıyı kitlemişti. "Ona bişey... " Gözlerim kaydıkça kaydı. "Bişey olursa, seni... "
"Yaşatmam... "
Dayanamıyorum Kuzey...
Keşke ölmeseydin, keşke yanımda olsaydın.
O uçurum kenarından daha soğuk burası Kuzey Demir.
Nolur gel.
Üşüyorum...
🥀
İnstagram: dilekkoc6789 Wattpad: dilekkoc6789 Kitappad: dilekkoc6789
|
0% |