Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.AYNI YER

@dilhun

 

 

Gökyüzü gibidir çocukluk , hiçbir yere gitmiyor. &Edip Cansever

 

Yıl 2008 Çocuk hastanesi

 

Bir mart sabahında çocuk acilin önü tıklım tıklım doluydu. Çocukların bağrış sesleri, molada birbiriyle sohbet eden hastane çalışanları ve hastane önünde balon satan yaşlı adamların işlerden yakınmaları...

Ve en önemlisi her sabah hastanenin karşısında seyyar minibüsüyle ücretsiz çorba dağıtan Kudret Dayı. Herkes ona böyle hitap ederdi. Kızını yıllar önce bu hastanede kanserden kaybetmişti. Bir lokantası vardı , kızını kaybettiğinden beri her sabah burada onun hayrına çorba dağıtıyordu , sonrasında dükkanını açıp rızkını kovalıyordu. Çünkü bilirdi içeride hastan varsa aç olsan bile bir yere gidip bir lokma yemeyi insanın canı istemezdi. Eli ayağı tutmazdı insanın. Yaşamak bile yük olurdu. Böyle zamanlarda bir bardak sıcak çorba ve derdini anlayan birinin olması iyi gelirdi insana.

Oturduğu yerden yolun karşısına park etmiş minibüsü izliyordu Alparslan. Dedesiyle amcasının konuşmasını dinlemekten sıkılmış kendine yeni bir uğraş arıyordu. Etrafı izlemekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Zaten mutsuzdu bir de üstüne onu hiç bilmediği bir yere getirmişlerdi. Mutsuzdu çünkü annesi gitmişti , zaten o yüzden onu Sivas'tan Ankara'ya dedesi ve amcası getirmişti. Gelmeyi hiç istememişti ama mecbur kalmıştı , ona fikrini soran olmamıştı , ya annesi o yokken geri gelirse diye düşünmeden edemiyordu.

Bir an önce eve dönmeleri gerekiyordu. Dedesi ve amcası konuşmaya dalmışken ayrılsa yanlarından Sivas'ı bulabilir miydi acaba? Ama dedesi üzülürdü onu daha fazla üzemezdi. Şu hayatta üzülmesini istemediği tek kişi oydu.

Dedesi Musa son olaydan sonra daha da yaşlanmıştı sanki. Kır saçları artık bembeyazdı, yüzündeki çizgiler yaşadığı acıyı gömmek istercesine daha da derinleşmişti. İlk kalp krizini de haberi alınca geçirmişti. Evleri , ocakları dağılmıştı dik durmak kolay değildi.

Hastaneye gelmelerine ise Alparslan'ın üç aydır hiç konuşmaması sebep olmuştu. Kimse onun ne tek kelime konuştuğuna ne de ağladığına şahit olmuştu. Zaten konuşkan bir çocuk değildi iyice içine kapanmıştı. Üç ay boyunca ruh gibiydi , yemek yemez ve uyumaz olmuştu. Sivas'ta da hastaneye götürmüşlerdi ama bir teşhis konulamamıştı , üniversite hastanesine gitmeleri söylenmişti. Görünürde hiçbir problem yoktu bu yüzden psikiyatriye yönlendirmişlerdi.

Musa da büyük oğlu İlyas'ı yanına alarak Ankara'nın yolunu tutmuştu. Hayat her şeye rağmen devam ediyordu. Oğlunun emanetine daha sıkı sarılmalıydı artık. Oğlundan sonra tutunabileceği tek dalıydı.

On metre ötelerinde ise başka derdi olan bir aile vardı. Kızları kalp hastasıydı ve yakında ikinci ameliyatını olacaktı. Doktorlar ameliyat başarılı geçse bile yaşama şansının düşük olduğunu söylemişti. Ölüm acısını daha önce tadan anne ile baba şimdi de evlatlarıyla belki de onun acısıyla sınanacaktı. Evlat acısının tarifi olmaz derlerdi. Üç çocukları olmuştu , ama Şüheda'ya daha düşkünlerdi onu daha bi farklı severlerdi ne var ki onun için yapacakları hiçbir şey yoktu Allah'a yalvarmak dışında. Doğduğundan beri Şüheda'nın üstüne titremişti tüm aile çünkü yaşadıkları acıdan sonra gelen bir teselliydi.

Minik kızları sanki hissetmiş gibi eve gitmek için , kardeşlerini görmek için ağlayıp duruyordu. Belki de onları son kez görmek istiyordu. Ağlamaktan artık gözyaşları tükenen Aynur tüm gücünü toplayarak kızıyla bir kez daha konuşmayı deneyecekti. Allah'tan ümidini kesmiyordu ama dayanmak da çok zordu. Kızı günden güne gözlerinin önünde eriyordu. Vücudu açılan damar yollarından , yapılan iğnelerden dolayı delik deşik ve mosmordu. Onu böyle görmeye dayanamıyordu. Kızı ise yanan canına rağmen neşesini kaybetmiyor o tatlı diliyle herkesle konuşmak için can atıyordu.

Şüheda ameliyat izini banyodayken görmüştü daha önce. Çığlık çığlığa yaygarayı koparmıştı ; bana ne oldu , ne yaptılar diye. Ameliyatı iyi geçip kurtulsa bile ileride onu daha zor günlerin bekleyeceği de bir gerçekti.

Bu da Aynur’u kahrediyordu.

Murat ise ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Aldıkları haber yetmezmiş gibi patronu da ikide birde arayıp duruyordu , işten çıkarılmakla tehdit ediyordu. Evde bekleyen iki çocuğu daha vardı , ödeyemediği muayene ücretleri ve dahası. Elini yüzünü sıvazlayarak bir çıkar yol bulmaya çalışıyordu. Elinde telefon bir sağa bir sola dönüp duruyordu. Kayınpederinden de istemeye yüzü yoktu , aylardır evin market alışverişini o yapıyordu çocukların tüm masraflarıyla da ilgileniyordu.

"Şüheda , test sonuçların çıksın doktor eve gönderecek zaten tamam mı? Şimdi poğaçanı ye , sabahtan beri hiçbir şey yemedin acıkmadın mı annem?" O sırada çam ağaçlarının dibinde dolaşan kediyi izlemekle meşguldü Şüheda. Çimenlerin arasında dolaşan bembeyaz kediden gözlerini alamıyordu.

"Anne kedinin yanına gidebilir miyim? Söz poğaçamı yicem." Şüheda öyle tatlı söylemişti ki izin vermemek mümkün değildi. Annesi poğaçayı kediye vereceğini anlasa da bir şey demedi , en azından ağlamayacaktı , morali biraz olsun yerine gelecekti. Çantasından çıkarıp verdi kızının eline. "Ama çağırınca gel tamam mı?" Kafasını sallayıp kedinin yanına doğru ilerledi.

Dedesi ve amcasının konuşmasını artık dinlemek istemeyen Alparslan amcasının koluna dokundu eliyle kendini ve gideceği yeri işaret ederek izin istedi. Amcası tamam deyince onların yanından yavaşça uzaklaşarak ilerideki bir kızın yanına doğru ilerledi. Hemen normale dönmelerini hazmedemiyordu. Onun anne babası kardeşleri kimsenin umurunda değildi. Oysa onların yürek yangını Alparslan'ınkine eş değerdi.

Kediyle konuşan kızın yanına geldiğinde onu uzun uzun süzdü.
Ağlamaktan gözleri kızarıp şişmişti. Keşke o da ağlayabilseydi. Ama onu avutacak kimsesi yoktu artık. Nazlanabileceği anne babası yoktu. Ağlasa kimse gözyaşlarını silmezdi.
Sabahtan beri açtı , kahvaltı yapmamıştı. Annesi olsaydı aç mısın diye sürekli sorar bir şeyler yedirmeye çalışırdı. Ama artık Annesi yoktu , gitmişti , onu sevseydi gitmezdi ya da onu da götürürdü. Bunları düşünürken bile yumruklarını sıkmaya başlamıştı.

Yanına geldiğini fark eden kız ona doğru dönmüş "Sen kimsin? Seni de buraya zorla mı getirdiler? Senden de kan aldılar mı? Benim kolum çok acıdı seninki de acıdı mı?" diye merakla sorularını art arda sıralamaya başlamıştı. Burada kimseyle konuşamıyordu , gördüğü tüm çocuklar ağlıyordu. Arkadaş edinmeye çok hevesliydi .Tüm sorulara tek kelimeyle cevap verdi çocuk. "Evet" Aylar sonra söylediği ilk kelimeydi.

Kız yeni bir arkadaş bulmanın heyecanıyla yerinde duramıyordu , poğaçasını bölüp yarısını ona uzattı. "Anneme söz verdim yemem lazım ama hepsini yiyemem , yemezsem annem çok üzülüyor , ağlıyor. Bunu sen yer misin?" Gerçekten çok acıkmıştı , kızın uzattığı poğaçayı hemen aldı.

Ağacın gölgesine oturup poğaçalarını yemeye başladılar. Bu anın bir fotoğraf karesine sığdırıldığını bilmeden...

O an bütün yaşadıklarını unuttular ve sadece çocuk oldular. Sanki parkta oynarken karşılaşmış gibi oturdular. Hayatın onların omuzlarına yüklediği ağır yükü bir kenara bırakıp birkaç dakika çocuk oldular. Alparslan onunla konuştu.

Konuşabiliyordu , sadece susmak istiyordu. Kendi dünyasına dalmak orada kalmak istiyordu. Bu onun acısını yaşayış şekliydi. Sessizliğe gömülürse her şey daha kolaylaşırdı. O içine içine ağlardı , dışarıya güçsüzlüğünü göstermezdi. Çünkü o artık kimsesizdi , çevren ne kadar geniş olursa olsun anne baban yoksa kimsen yoktur.

Eğer konuşursa herkes ona anne babasını soracaktı , büyükler nasihat verecekti , çoğu ona acıyarak bakacaktı. Belki konuşmazsa , söylemezse artık anne babasının olmadığını gerçek olmazdı. Hem konuşmadığından annesinin haberi olursa kardeşleriyle geri dönerdi. Annesi aslan oğlum diye severdi onu , kıyamazdı hiç ona. Öğrenirse suskunluğunu aslan oğluna geri dönerdi , bir daha bırakmazdı onu.

Oturduklarından beri kız ona sürekli bir şeyler soruyor , çoğuna cevap alamasa da bıkmadan sormaya devam ediyordu. Yine sorularını ardı ardına sıralarken Alparslan parmağıyla gökyüzünü işaret ederek onun susmasını sağladı. Kız gösterilen yere baktığında bir uçağın geçmekte olduğunu gördü. İkisi de uçağın içindekilerin onları gördüğüne inanarak el salladılar.

Geçen ise bir yolcu uçağı değildi. Hakkari'ye askeri personel ve mühimmat taşıyan askeri bir uçaktı. Aralık ayında yapılan saldırının yaraları aylar geçmesine rağmen hala sarılamamıştı. Bölgede her geçen gün daha fazla şehit veriliyordu. Bunları bilmeden çocuk masumluğuyla uçak gözden kaybolana kadar ellerini indirmedi ikisi de.

Sonrasında Şüheda annesinin yanına geri döndü , böylelikle hemen eve gidebilirlerdi. Abisi ve kardeşiyle trencilik oynayabilirdi. Giderken arkasına dönüp baktı , oğlan dolu gözlerle ona bakıyordu. Birazdan ayların acısını gün yüzüne çıkarmanın ilk adımı olacak ilk gözyaşı süzüldü yanağından aşağıya.

Veda etmedi giderken çünkü o çocuğunda hastaneye tekrar geleceğinden emindi. Burada gördüğü çocukları hep tekrar görürdü.

İki çocukta kendi hayatlarına ve yaşayacakları daha kötü günlere geri dönmek üzere birbirlerinden ayrıldılar. Hayat onları tekrar bir araya getirecekti ama acının değirmeninde öğütülmüş iki kırık kalp olarak.

*****

 

2019 Temmuz

 

Hayat pamuk ipliğine bağlıdır derler. O ip her an kopabilir ve her şey bir anda bitebilir ve artık bunun geri dönüşü olmaz. Kalp atmayı bırakır , sahnenin ışıkları söner ve perde kapanır. Şair' in de dediği gibi Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan... Dünya'nın tüm kargaşası , keşmekeşi ve güzellikleri geride kalmıştır artık. Sesler kesilir ve ebediyetin derin , anlamlı boşluğunun hüküm devri başlar. Sonrası derin bilinmezlik çukuru...

Pamuk ipliğine bağlı hayatıma tutunma çabalarıydı benimki. Kalbim defalarca atmayı bırakmıştı ama ben yaşamı bırakmamıştım. Pamuk ipliğine sıkı sıkıya tutunup bırakmamıştım ama artık hepsi anlamsızdı. Yaşama amacını bulamazsan rüzgarın önündeki yaprak misali savururdu hayat. Ben savruluyordum , kimdim ben ve ne yapmak istiyordum? Yapmak istediklerim gerçekten benim isteklerim miydi? Ben bilinmezlik denizinde pusulasız kalmış bir garip balıkçıydım. Bir tarafta vazgeçtiklerim bir tarafta kendi gerçeklerim vardı.

Ben Şüheda , anne ve babamın kayıplarından sonra gelen teselli. Ailenin el üstünde tutulan , yaşaması için mücadele verilen çocuğu. Ömrü hastane köşelerinde geçen , yaşamayı rahat nefes almak bilen ama sadece nefes alan bir ölü. Tüm acısını gözyaşlarına sığdıran ve dik duruşundan ödün vermeyen... Hayatın soğuk yüzüyle anne karnında tanışan , doktorların defalarca öldü demesine rağmen yaşam treninin vagonuna tutunan. Adımın anlamı Şehitler demekti. İnsanların ölü sanmasının aksine diri olan şehitler... Ölüme korkusuzca gülümseyerek gidenler...

Adım çağrılınca daldığım düşünceleri bir kenara bıraktım ve kalkıp içeri yöneldim. Nerede miydim? Yıllardır olduğum yerde. Hastanenin kardiyoloji polikliniğinde. İçeri gireceğim sırada alışkanlıkla dönüp ardıma baktım , babam hemen arkamda olurdu, bir elinde benim çantam diğer elinde dosyalarla peşimden gelirdi hep ama şimdi yanımda değildi. Yetişkin bölümüne ilk defa gelmiştim. Etraftaki yaşlı insanların bakışlarını umursamamaya çalışıyordum ama sanki bana yıllar sonraki halim gösteriliyor gibiydi. Hastaların ben hariç hepsi altmışlı yaşlarda desteksiz yürüyemeyen kişilerdi. Bakışlarındaki acıma ucu ateşli oklar gibi saplanıyordu. Bu bakışlar bir zamanlar acınan kızdan hayranlık duyulan kıza dönüşme isteğimi perçinliyordu.

Kapıyı tıklatıp girdiğimde iki doktor karşıladı beni. Burnuma keskin hastane kokusu gelmeye başlamıştı bile, nedensizce bu koku ağlama isteği uyandırıyordu bende. Yılların geçmeyen psikolojik yansımaları diye düşündüm.

"Şüheda Kuzgun değil mi? Buyurun lütfen." Bana gösterilen yere oturdum. Temmuz ayının ortalarındaydık ve hava aşırı bunaltıcıydı. Oda çok geniş sayılmazdı, bir masa ve sedye vardı sadece ayrıca tavandan da basıktı bu da insanı daraltıyordu. Gözlerim klima aradı, kapının sağ tarafında vardı ama çalışmıyordu. Şimdiden terlemeye başladığımı hissedebiliyordum. Daha yaşlı duran doktor muhtemelen öğrencisi ya da asistanı olan doktora dosyam hakkında bir şeyler sormaya başladı. Hepsine içimden tek tek cevap verdim ,bu soruları kaç defa duyduğumu ben bile saymayı bırakmıştım artık. Soru cevap faslı bittikten sonra yaşlı doktor bana doğru dönüp ezberlediğim rutin soruları sıralamaya başladı. Sorulara bu sefer yanımda çantamı tutacak babam olmadan cevap verecektim genelde babam benden önce davranıp cevap verirdi daha doğrusu ben onun cevaplaması için beklerdim. Nisan ayında on sekiz yaşına girmiştim ve artık tek başıma olma kararı aldım çünkü ailem hayat boyu yanımda olamazdı. Tek başıma olmaktan her ne kadar tedirgin olsam da bunu yapmak zorundaydım bugün yapamazsam bir daha hiç yapamazdım. Bundan sonra da yapabileceğimden emin değildim. Tüm hastalar yaşlı iken ben onların arasında kendimi boğuluyormuş gibi hissediyordum.

"Sigara veya alkol kullanıyor musunuz?" Düz bir sesle sormuştu. Bu soruyu ilk kez duymuyordum ama on sekiz yaşından küçük bir çocuğa sorulması garibime gitmişti. Neden önceleri sorarlardı ki? Bağımlılık yaşı düştüğü için tabi ki. Şu an takılabileceğim en saçma detaya takılmıştım.

"Hayır kullanmıyorum, daha öncede kullanmadım." Hemen arkasından gelecek soruyu tahmin ederek ona da cevap verdim.

"Son hastaneye gelişinizden bu yana hiç çarpıntınız oldu mu , olduysa kaç saniye sürdü?"

"Olmadı."

"Herhangi bir şikayetiniz oldu mu peki?"

"Hayır."

Verdiğim kısa cevapları öğrencisi bilgisayara geçirirken beni efor odasına yönlendirdi. En zor kısım şimdi başlıyordu. Kendimi iyi yönetmem ve heyecanımı kontrol altında tutmam lazımdı. Heyecanımı kontrol etmeyi yıllardır öğrenememiştim. Bakalım bu sefer neler olacaktı?

Öğrencisi olan doktor yanıma gelerek EKG elektrotlarını yapıştırdı vücuduma. Gömleğimin ilk ve son iki düğmesini açmıştım. Sarı, kırmızı, siyah ve yeşil. Yapıştırırken bayağı tereddütlüydü ve en sonunda yanlış yaptı. Hocası gelmeden doğru yerleri gösterdim zaten sözlüden düşük alacaktı bir de üstüne bu eklenmemeliydi. Son olarak kalp pilinin olduğu bölgenin üzerine pil ile etkileşimli cihazı yerleştirdi ,kaymaması için elimle sabit tutuyordum. Benim mahkumiyetimin sembolü olan seslerde çıkmaya başlamıştı , yavaştan da bir heyecan dalgası vücudumu etkisi altına almaya çalıştığına göre artık her şey tamamdı.

Kapı oturduğum sedyenin tam karşısındaydı ve bir anda açılan kapı odanın dışında bekleyen adamla göz göze gelmeme sebep oldu. İnsanlar içeride hasta varken girmemeyi bir türlü öğrenememişti. İçeri dalan ve doktora bir şeyler soran bir hasta yakını yüzünden bu bakışma birkaç dakika daha sürdü. Bakışlarımı ondan kaçırmadım , onun ise keskin bakışları saniyelik vücudumda gezindi. İlk başta çok anlam veremesem de sonra nerede ve ne vaziyette olduğumun farkına vardım. Birkaç saniye süren bu olayla beynimde şimşekler çaktı. Beni bu halde görmüştü , her tarafımdan kablolar çıkarken görmüştü. Hiç kimseye görünmek istemediğim bir halde görmüştü. Buna alışmam gerekiyordu ama ben şu an ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

Yaşlı doktorun gelmesiyle bu olayı bir süre unutmaya karar verdim zira duygularımı kontrol altına almalıydım. Gözyaşlarımın akmasına engel olmak adına tavana diktim gözlerimi. Sakin ol Şüheda , sakin ol. Nefes al ve ver , nefes al ve ver. Şimdi yeri ve zamanı değil değerlerimin iyi çıkması çok önemli. Hastane işinin daha da uzamasına tek başıma katlanabilecek kadar güçlü değildim ve ağlayarak babamı aramak istemiyordum.

Doktor dosyamı inceledikten sonra önündeki bilgisayara benzeyen cihazın ekranına bir şeyler yazdı ve cihazı çalıştırdı. "Kalp atışını ben hızlandırıyorum, endişe etme." Bunu pilin uyarıları algılayıp ritmi normale döndürme süresini ve şiddetini ölçmek için yapıyordu. Ver coşkuyu hocam ortalık şenlensin biraz. Söylemesiyle kalbim göğüs kafesimi kırıp yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. İşte tam bu an yaşama dört elle sarılmak istediğim andı. Kalbimin sesi düşüncelerimi gerçek anlamda bastırıyordu tek istediğim normale dönmekti.

Sol köprücük kemiğimin altında hissettiğim keskin sızıyla birlikte göğüs kafesimde hissettiğim çarpmalar kesiliverdi. Pil devreye girerek kalbin ritmini normale döndürmüştü, şimdi gergin bekleyişim başlayacaktı. Öğrencisine bazı değerler söylemeye başladı ,yıllardır gelsem de bu karışık değerlerin ne olduğunu öğrenememiştim. Bazen bilmemek daha iyidir derler.

"Değerler gayet normal , bir sıkıntı görünmüyor. 6 ay sonra tekrar kontrole gelirsin. Çıkarken sekreterlikten sonraki randevunu al." Söyledikleriyle içim rahatlamıştı artık daha fazla hastanede kalmak istemiyordum.
"Tekrar geçmiş olsun." Diyerek odadan çıktı.

Üstümü başımı düzelttikten sonra kendimi hastane bahçesine zor attığımda artık sadece eve gidebilmeyi istiyordum. Bu kadar sıcak temmuz ayı için bile gerçekten fazlaydı. Dışarı çıkar çıkmaz terlemeye başlamıştım bir de yetmezmiş gibi elektrotların bıraktığı yapışkanlık felaket bir kaşıma isteği uyandırıyordu.

Umursamayarak yokuşu çıkmaya başladım. Allahtan arabayla gelmiştim ,bu sıcakta otobüs hiç çekilmezdi tabi yakın bir yerde park yeri bulabilseydim daha iyi olabilirdi. On sekiz yaşına girince yaptığım ilk şey ehliyet almak olmuştu , sanayide çalışan bir babanın kızı olmak bunu gerektirirdi. Abimle rekabet etmeye çalışmamda daha hırslandırmıştı.

Yokuş çıkarken arayan annemle sabrım bir kez daha sınandı. Sonuçların nasıl çıktığını soracaktı her zamanki gibi. Önceden telefonu babam açar konuşurdu bu kez bunu da ben yapmak zorundaydım. Ama ben bırak buna cevap vermeyi komple tüm olayı hastaneden çıkar çıkmaz unutmak istiyordum gel gör ki bu pek mümkün olmuyordu. Derin bir nefes vererek telefonu cevapladım. İzahat verdikten sonra babamı arayıp onun söylemesini istedim , tekrar aynı şeyleri konuşmaktan pek hazzetmem.

Buharlaşmadan arabaya binip klimayı açtım hemen. Dikiz aynasından kendime bakarken kapının açıldığı o an zihnimde yeniden oynamaya başladı. O an dikkat etmemiştim ama onun da gözlerinde bir hüzün vardı. Tıpkı bendeki gibi. Çocukluğu yarım kalanların acı çeken ruhunun yansımasıydı bu bakışlar. Büyüyemeyen çocuğun çırpınışlarını sadece gözler ele verirdi.

İnsanları yaralı görmekten vazgeç. Herkes senin gibi kötü bir çocukluk geçirmedi. Onlar senin aksine çok mutlu çocuklardı ve mutlu yetişkinler oldular. Başkalarının da acı çektiğini düşünüp kendini bununla teselli etmeyi bırak.

Sözler kulaklarımda çınlasa da aldırış etmedim. Emindim , gözler yalan söylemez.

Yara izini görüp görmediğinden emin değildim. Hafızamı tekrar yokladım. Hatırlamıyordum , yani dikkat etmemiştim hiç. Önce etrafı kontrol ettim kimse var mı diye , yoktu. Öğle saati birazdan başlayacağı için otopark bomboştu. Gömleğimin ilk iki düğmesini tekrar açtım, sağ elimi pilin olduğu bölgenin üzerinde tuttum tekrardan. Dikiz aynasından bakmaya çalıştım önce, dikiz aynasını icat eden bu yaptığımı görse aynanın işlevini kafama vurarak öğretirdi. Normalde böyle bir insan değilim, mantıklı düşünüp kararlar veririm de hastaneye gelince tüm ayarlarım bozuluveriyor. Telefonumun ön kamerasını açıp baktım. Neyse ki kolum tam denk gelmişti de iz hiçbir şekilde görünmüyordu. Bu yaptığım çok saçma gelebilir kulağa , zaten o adamı tekrar nerede görecektim ki? Ama benim için önemli , insanlara böyle görünmek bana çok acizce hissettiriyordu. Herkesin karşısına iyi çıkmalıydım , ne yaşarsam yaşayayım dik durmalıydım. Kimse zayıflığımı , düştüğümü bilmemeliydi. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum açıkçası çok da sorgulamadım küçüklüğümden beri böyle yapardım.

Çalışan klimayla bir nebze rahatlayınca emniyet kemerimi takıp yola koyulmaya hazır hale geldim , bu sırada telefonum çaldı. Bu sefer kime izahat verecektim acaba? Oflayarak çantamdan telefon ekranına baktığımda gördüğüm isimle derin bir nefes verdim. İşkence veren bir konuşma olmayacaktı neyse ki. Gülümsememi takınarak Ceyda'yı daha fazla bekletmeden açtım. Açmayınca, işi vardır ondan açmamıştır demek yerine ısrarla aramaya devam etmek gibi delilikleri vardı.

"Şüheda ne yapıyorsun?" Neşeli sesiyle hayat enerjisi veriyordu insana. Özellikle ruh halimin dibe vurduğu bugün buna çok ihtiyacım vardı.

"Abimin saçma sapan işleriyle uğraşıyorum. Sen ne yapıyorsun?" Yalan söylemek zorundaydım kendimce. Zira kendi özgür irademle , kimseye sağlığımla ilgili açıklama yapacak halim yoktu. Yaptığımın yanlış olduğunu bilerek devam ediyordum ve bu hiç hoşuma gitmiyordu.

Ceyda ile lisenin ilk yılından beri arkadaştık. Benim bu hastane süreçlerini az çok biliyordu ama benimle beraber yok saymayı tercih ediyordu. Her şeyimi en ince detayına kadar sorup öğrenen kız , ki bende söylemeye gayet hevesliydim , bu konuyla ilgili soru sormazdı. Aramızda süregelen bir anlaşma varmış gibi davranırdı. Ama ben yine de ona yalan söylerdim, bu kendimde değiştirmeyi istediğim özellikler sıralamasında başı çekerdi. Yalan iyi bir şey değildi zira alışkanlık yapabilecek kadar sinsi ve masum bir huydu.

"Kenan abi yine ne istedi senden?" Masumca ,yalanıma inanmıştı. Tam yalan sayılmazdı sonuç olarak buradan sonra abimin işleriyle uğraşacaktım.

"Arkadaşının kargosu bizim eve gelmiş, onu götüreceğim. Ay bi de tembihliyor sakın açma diye. Çok meraklıyım sanki." Canım arkadaşımın tek sorusuyla dert yanmaya başlamıştım bile.

"Bende serin parkın birinde tek başıma oturuyorum, size diye çıktım evden." Az önceki neşesi solmuştu.

Neler olduğunu anlamam uzun sürmedi. "Yine aynı konu mu diye sormuyorum. Keşke gelseydin bende yarım saate evdeyim zaten." Normalde takmazdı yani takmamayı öğrenmişti , mutsuz olduğuna göre büyük bir olay yaşanmıştır. Ne olduğunu sormadım , isterse anlatırdı.

"Yok ya sürekli sizin evdeyim zaten. Biraz yalnız kalayım." Hayat dolu kızı her seferinde bu hale getiriyorlardı ve ben onun yıkılışını izliyordum sadece. Beni hayat bu hale getirmişti onu ailem dediği insanlar.

"Ceyda , her ne kadar verirsen ver ben senin hep yanındayım biliyorsun." Verebileceğim tek tesellinin bu olması da ayrı can sıkıcıydı. Sorunlarımızı birbirimize tam olarak anlatmasak da hep destek oluyorduk.

"Biliyorum, neyse beni boş ver hep aynı terane. Senin sesin bir garip iyi olduğuna emin misin?"

Sence ben başkalarının acısından zevk mi alıyorum? Diyemedim ,dilini ısırıp söyleyeceklerimi yine yuttum. "İyiyim, sadece üniversiteye geçiyoruz ya onun stresi."

"Az kalsın neden aradığımı unutacaktım ya! Öğleden sonra sınıfça buluşacağız ,unutmadın değil mi? Kızılay'da her zamanki yerimizde tamam mı? Hocalarda gelecek hem. Kesin geliyorsun bu sefer bak bir daha ne zaman görüşürüz belli değil." Veda etme zamanı gelmişti demek. Son cümleyi söylerken sesi hüzne boğulmuştu. Acısıyla tatlısıyla dört yıl geçirmiştik şimdi de anılarımızı mazide bırakacağımız o zamana gelmiştik.

"Tamamdır, görüşürüz." Veda etmeyi düşünmeden sıradan bir buluşma olduğunu varsayarak cevap verip telefonu kapattım.

Üniversite sınav sonuçları bir hafta önce açıklanmıştı ben derece sayılabilecek bir puan almıştım ama ne yapacağımı bilmiyordum. Sınava çalışırken ki tek amacım yapabileceğimi kanıtlamaktı. Yaşadığım şeylere rağmen pes etmediğimi herkese gösterecektim, gösterdim de peki şimdi ne yapacaktım ya da yapmalıydım? Bir fikrim yoktu ,ailemde sen ne istersen o diyerek tüm kararı bana bırakmıştı. Sırtımdaki yük çok fazlaydı çaresizdim , insan yaptığı işle mutlu olmalıydı peki ben ne yaparsam mutlu olurdum? Hayata dair tek hayalim yaşamak olmuştu şimdi ise nasıl yaşayacağımı seçecektim. Bu seçimimle beraber önüme yeni yollar çıkacaktı ve hayatım ona göre şekillenecekti. Ben kararsızdım kendimi hiç bir mesleği yaparken hayal etmemiştim pilotluk dışında, o da mümkün değildi. Hayat bana bunu öğretmişti.

Paketi bırakıp eve doğru giderken hastanedeki olay tekrar aklıma geldi. Unutmalıydım bu rezaleti. Kapıyı açana hiç dikkat etmemiştim o anda ama onunla ciddi problemlerim vardı. Düşünmemek için radyoyu açıp sesini de yükselttim. Normalde araba kullanırken müzik dikkatimi dağıtırdı ama şu an düşüncelerim daha tehlikeliydi.

Kötü ruh halimden soğuk bir duş alıp arındıktan sonra buluşma için hazırlanmaya başladım. Dolabın kapağını açıp yeni aldığım ve kızlara göstereceğim gömleğimi aradım ama yerinde yoktu. Sinirle dudaklarımdan "Büşraaaa!!" kelimesi döküldü. Tabi o şimdi evde olmadığı için beni duymadı. Ben gelmeden sıvışmıştı anlaşılan. Yine benim kıyafetlerimi almıştı , bu kız gerçekten sabrımı sınıyordu. Üstüme başka bir şey giydim eve gelince görüşürdüm ben onunla nasıl olsa. Kendimi sakin olmaya telkin ederek hazırlanıp çıktım. Arkamdan annemin Dikkatli kullan arabayı diye öğütlerini yine duymazlıktan gelerek aşağı indim. Üstüme titremeleri hoşuma gidiyordu ama bazen sıkıcı olduğunu inkar edemem.

Apartmanın kapısını açınca yüzüme sıcak hava dalgası vurdu adeta , anlaşılan saat ilerlemesine rağmen hava sıcaklığından pek bir şey kaybetmemişti. Küresel ısınmaya ikna oldum da bu kadar ısınmasaydı ya , sanırsın Adana.

Buluşacağımız kafeye gittiğimde en son gelenin ben olduğumu anladım , çok sevgili kardeşimin eşyalarımı alması ve trafik yüzündendi. Beni görünce hep bir ağızdan tezahürata başladılar , sınavda en iyi yapan ben olduğum için. Peki ben bu durumdan memnun muydum? Asla. Hedefin yoksa birinci olmak bile bir işe yaramaz.

"Abartmayın ya sanki Nobel ödülü aldım hem Ceyda da bana yakın bir puan aldı." Hocalarımın da olaya dahil olması ayrı şekilde şaşırtıcıydı. Sınava hazırlanırken yapamayacağıma emin gözüyle bakan bazı hocaların yüzlerini görmeyi hep hayal etmiştim ama onlar bu başarıdan kendilerine pay çıkaracak kadar iki yüzlülermiş. Eğitimcilerin önce iyi insan olmayı başarması gerçekten şarttı. Onların böyle konuşmalarına kulak asmadan arkadaşlarımla doyasıya eğlenecektim. Zaten onlara kulak assaydım bu noktada olamazdım.

Üstümüzde ders çalışmam lazım stresi olmaksızın saatlerce konuştuk , güldük , eğlendik. Son kez saçmaladık. Lise bende hep özel bir yeri olacak güzel tecrübeler edindiğim , güzel arkadaşlıklar kurduğum bir dönem olarak kalacaktı. Sanırım bir süre daha devam etmesini isterdim.

Aslında sınav ve tercihler hakkında konuşmak için toplanmıştık ama onlar harici her şeyi konuşmuştuk neredeyse. Hocalar da bize ayak uydurdu , daha sonra birebir konuşuruz diyerek bu konuyu rafa kaldırdılar. Şikayetçi değildim çünkü bir daha ne zaman bir araya geleceğimiz belli değildi. Şehir dışı yazanlar olacaktı , hepimiz farklı bölümlerde yeni bir yola girecektik belki de arkadaşlığımız zamana yenik düşecekti. Güzel geçen birkaç saatin ardından ayrılık vakti geldi çattı. Vedalaştık ve ben bugün öğrendim ki vedaları hiç sevmiyormuşum , en iyisi sessiz sedasız ayrılmakmış. Arkadaşlarıma , hocalarıma ve liseye veda ettim. Zordu , o samimiyetten kopmak çok zordu.

Çalışma masama alnımı yaslamış düşünüyordum. Ne yapmalıydım? Bu sorunun cevabı bu kadar zor olmamalıydı. Bu şekilde olmuyordu , başımı kaldırıp telefondan tekrar meslek araştırması yapmaya karar verdim. Kendimi hiçbir kalıba sokamıyordum hiçbirine ait değilmişim gibi geliyordu. Karşıma ilk çıkan şey ise F16 pilotlarının gösterisiydi , tüm evren birleşmiş beni delirtmeye çalışıyordu. Olmadı kardeşim , olmadı , Hava Harp olmadı. Olmayacağı baştan belliydi zaten , nasıl sağlık şartı sağlanmazın vücut bulmuş haliydim. Ama ben imkansızı oldurmaya çalışmıştım , tabi sonuç koskoca bir hüsrandı. Benim içimde hayal olarak kalacaktı sonsuza kadar.

Bir habere denk geldim insan genleri ile ilgili bir çalışmadan bahsediyordu , ilgimi fazlasıyla çekmişti , bu haberle yetinmeyip konuyla ilgili başka haberlere de göz attım. Araştırmaları okudum. Esnemeye başladığımda saat çoktan gece yarısını geçmişti. Büşra'nın sızlanmalarını umursamadan araştırma yapmaya ve videolar izlemeye devam ettim. Belki hayallerim gerçekleşmedi ama bu alanda ilerleyerek hastalıklara çare arayabilirdim.

Gülümsedim , sanırım bulmuştum sırada hangi meslek grubunun bu alanda çalışabileceği hakkında daha detaylı bilgi edinmek vardı. Saatlerce internetten bu konuyu araştırdım , üniversitelere baktım sonuca vardım. Bu gece rahat bir uyku uyuyabilecektim sonunda. O sırada sabah ezanı okunmaya başladı , tüm geceyi araştırmayla geçirmişim ama en azından artık ne yapacağımı biliyorum. Ezan okunmaya devam ederken balkona çıktım. Hafif esen rüzgarla ürpersem de durmadım. Gökyüzü doğmamış güneşe rağmen açıktı. Pembe ve mavi karışımı rengiyle büyüleyici bir manzara sunuyordu. Artık şarjı bitmek üzere olan telefonumu çıkarıp manzarayı çektim. Çizebilirdim belki , ne yapacağıma karar verdiğim günün anısına.

Günler geçti , bugün tercih vermek için son gündü. Bense o gecenin ertesi günü tercih listemi hazırlayıp sabahına da sisteme kaydettim sonrasında ise tekrar açıp bakmadım. Kendimi biliyordum çünkü. Bir kere değiştirmeye yeltenirsem kararsızlıklarım başlayacaktı ve ben saçmalayacaktım. Doğru ya da değil ama verilmiş bir karardı. Vazgeçtiğim hayalimin yerini doldurabilir miydi bilinmez ama kendi kararım olduğu için suçlayacağım kimse olmayacaktı.

Tercih sonuçları bir ay sonrasında açıklandı. Sonuçlara bakarken heyecanlı değildim , nereyi kazandığımı tercih listesini yaptığımdan beri biliyordum. Beni şaşırtan ise Ceyda olmuştu, son dakika tercih listesini değiştirmiş ve ailesinin isteği üzerine yazdığı tüm tıp fakültelerini listesinden çıkarmıştı, bunu yaptığını sonuçlar açıklanınca benimle aynı üniversite ve bölümü kazandığını söylediğinde öğrendim. Sonuçları öğrendiğim gün evde yalnızdım ve haberi paylaşmak için ev ahalisinin gelmesini beklemem gerekiyordu.

Akşam annemler eve gelip salonda sohbete başladıklarında hiçbir şey belli etmeden sessiz sakin oturuyordum ama içimde sanki patlamaya hazır bir bomba vardı , haberi vermek için can atıyordum. Açıklandığını meraklı akrabalar sayesinde öğrendiklerinden emindim ama benim konuşmamı bekliyorlardı bende onların sormasını. Abim artık merakına yenik düşerek konuştu.

"Baba , Şüheda'ya nereyi kazandığını sormayacak mısın?" Babam cevap vermedi ama tüm gözler bana döndü.

"Bilkent Moleküler biyoloji." Öğrenme anımdaki sesime tezat bir şekilde sakince söylemiştim. Ya canım bu ne ki benim için çocuk oyuncağı edasıyla yüzlerine baktım. Aslında hiçte öyle değildi. Köpek gibi çalışmıştım.

Ailecek keyfimize diyecek yoktu. Annem bir ara ortadan kaybolup geri döndüğünde elindeki tepside en sevdiğim tatlıyı gördüm. Canım babam beni mutlu etmeyi yine başarmıştı. Herkese baklava bana magnolia tatlısı almış. Bizim evin genel alışkanlığı kutlamaları tatlı yiyerek yapmaktı. Tatlımı yerken izleniyormuş hissiyle etrafıma baktım. Babam kolunu koltuğa yaslayıp elini yüzüne koymuş bana gururla bakıyordu. Sözlere dökülmese de gözleri her şeyi anlatıyordu.

Kim derdi ki eskiden ölüm haberini aldığı kızı yaşayacak ve en iyi üniversitelerden birini kazanacak. Gözünün önünde günden güne eriyen kızının artık başarılarına şahit olacaktı. Gözlerinin içi gülüyordu şimdi. Bana hep daha faklı bakardı ,hastanedeyken gözlerinde acıma görürdüm çektiğim acıyı onun gözlerinden bile hissederdim. Bugün gördüğüm gururu hiçbir şeye değişmem.

Bende ona bakıp gülümsedim. Ve bu görüntüyü hafızama kazıdım. Odama geçtiğimde çekmeceden çizim malzemelerini çıkardım. Picasso'nun çok sevdiğim bir sözü var. Derki "Resim yapmak, görme özürlü insanın uzmanlığıdır. O, gördüklerini değil; hissettiklerini ve yaşadıklarını resmeder." Hissederek çizerdim resimlerimi ve hepsi bir yaşanmışlık barındırırdı. Resme bakınca o zaman yaşadıklarım canlanırdı zihnimde.

Resmin ana hatlarını tamamlayınca sırtımın ağrıdığını hissettim, boyamayı sonraki günlere bıraksam iyi olacaktı. Yaptığım resimlerini biriktirdiğim çantamı çıkardım, diğerlerinin yanına koyarken gözüme yaptığım başka bir resim çarptı. Kapının karşında duran adam... Ne zaman yaptığımı bile hatırlamıyordum. Hayır , kendimi kandırıyorum şu an. O gün buluşmadan döndükten sonra saatlerce bunu yapmak için uğraşmıştım. Büşra'nın şikayetlerine kulak asmadan bitirene kadar masanın başından kalkmadan tamamlamıştım. Hiçbir detayı atlamadan sanki bir fotoğrafmış gibi çizmiştim. Dimdik durmuş , kollarını birbirine bağlamış tam karşıya yani bana bakan bir adam. Yirmili yaşlarda olmalıydı , kısa saç ve ona uygun sivilcelerini daha da belirgin gösteren sinekkaydı tıraşı ve asker ya da polis olduğunu düşünmeme sebep olan ifadesiz bakışları. Üstündeki koyu yeşil tişört ve siyah pantolonu temmuz sıcağı için pek doğru bir tercih sayılmazdı. Resim fazla gerçekçi olmuştu, bakışlarını hissedebiliyordum. Sıradan koyu kahverengi gözleri vardı , kaşının kenarında da aşağı doğru uzanan minik bir iz.

Kağıdın sağ alt köşesine yazdığım tek bir cümle resim için yazılacak sayfalarca yazıya bedeldi.

Utanç yaptıklarından dolayı duyulur ,hayatın sana yaptıklarından değil...

O esnada içeri giren kardeşimle resmi nasıl saklayacağımı şaşırdım. "Aman bakmam merak etme sır gibi sakladığın resimlerine. Bi beni çizmedin gitti." O konuşurken çoktan kaldırmıştım. Yerini biliyordu resimlerin ama benim kıyafetlerimi almaya benzemezdi bu cesaret isterdi. Bu cesareti bulan olmamıştı daha.

Sandalyeyi çekip ona doğru döndüm. "Eskiden Türkler yeni doğan çocuklarına bir kahramanlık yapınca isim verirlermiş , sende resminin çizilmesi için kayda değer bir şey yapmalısın." Onu çoktan çizdiğimi henüz bilmiyordu tabi. Birkaç ay daha sabredebilirse anlamlı bir doğum günü hediyesi alacaktı. Gerçek anlamını hiçbir zaman bilemeyeceği bir hediye.

"Ne yapmamı bekliyorsun abla? Kurtla boğuşup yenmemi falan mı?" Haklı isyanı karşısında dayanamayıp güldüm.

"Belki bir gün Büşra ama kesinlikle bugün değil. Uykum geldi hadi yatalım, ışığı kapatma sırası sendeydi." Karanlıktan korkmuyorum diyemem sadece belli etmemeye çalışıyordum.

"Ay bir şeyi de unut abla!!!" O söylenirken ben çoktan yatağa yerleşip yorganı üstüme çekmiştim.

Geçmiş sahneleriyle dolu bir ilk bölüm oldu. Sonraki bölümde günümüze geçiş yapmış olacağız.

Loading...
0%