5. Bölüm

4.KORKULAR

Nur Şahin
dilhun

Üç bölüm yayınladım ama okunma istediğim düzeyde değil ayrıca okuyanlarda yorum yapmadan gidiyor. Kitap hakkındaki düşüncelerinizi duymaya ihtiyacım var ,bir ses verin. Bu arada kurgu uzun soluklu olacak önceden söyleyeyim.

KİTAPTA GEÇEN OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR , EN İNCE AYRINTISINA KADAR KURGUDAN İBARETTİR.

 

“Allah, taşıyamayacağımız derdi ömrümüze, yaşayamayacağımız aşkı gönlümüze vermesin.”

Cahit Zarifoğlu

 

Nisan 2008 (Ankara)

Çocuk kardiyoloji servisinin 3224 numaralı odasından derin ve acı verici ağlama sesleri yükseliyordu. Şüheda gözlerinden ardı ardına akan gözyaşlarına ve nefesini kesecek seviyeye gelen hıçkırıklarına rağmen saatlerdir ağlamasına devam ediyordu. Ameliyat denmişti. Ameliyat ne demekti bilmiyordu ama ona acı çektirecek bir şey olduğuna emindi.

Sıkılmıştı hastaneden gitmek istiyordu , dayanacak gücü kalmamıştı çünkü çektiği acılara. Kolları alınan kanlardan ve açılan damar yolundan dolayı delik deşikti. O incecik dedikleri iğne vücuduna her değdiğinde çocukluğundan bir parçayı daha kaybediyordu. Bağırmamak için dişlerini sıkıp gözlerinden birer damla yaş aktığında masumiyeti de yok oluyordu.

"Anne ben eve gitmek istiyorum. Ne olur eve gidelim." Saatlerdir annesine yalvarıyordu. Sanki Aynur'un elinden gelen bir şey vardı. Sanki kızının bu halinden memnundu. Kendisinden medet uman kızının gözlerinin içine bakamıyordu.

"Anneciğim bütün bunlar senin sağlığın için." Aynur’un söyleyebildiği tek cümle buydu, başka diyecek sözü kalmamıştı. Canından can kopuyordu, evladının derdine derman olamıyordu. "Keşke senin çektiğin tüm acıları ben çekseydim , keşke..." Diye mırıldandı , içinde hapsetmeye çalıştığı hıçkırıkları sözlerinin devamını getirmesine engel oldu. O sözler kaç seferdir dilinin ucundaydı ama bir türlü diyemiyordu. Sözler ağzından çıktığı anda evladını kaybedecekmiş gibi geliyordu.

Yatağın kenarına oturup Şüheda'ya sarıldı. Şüheda direncini kaybettiğinden annesinin kollarını geri itemedi , ağlamaktan halsiz düşmüştü. Aynur bir şey demeden kızını göğsüne yatırdı. Sözlerin kifayetsiz kaldığı bir zamandaydılar , verilen hiçbir teselli merhem olmazdı. Yavaşça arkasına yaslanıp kızını göğsüne yasladı , dertli türküsünü mırıldanmaya koyuldu.

Gözyaşlarına hakim olamadı Aynur. Türküyle beraber onlarda firar etti. Sahi dertlerinin dermanı var mıydı? Şüheda o ameliyat masasından kalkabilecek miydi , peki kalktığında nasıl bir hayata gözlerini açacaktı? Koskoca bir bilinmezlik vardı iradelerinin dışında yaşayıp görecekleri yakıcı bir bilinmezlik... İçi yanıyordu.

Aynur gözyaşlarını elinin tersiyle sildikten sonra eğilip kızına baktı , derin bir uykunun beşiğinde olduğunu anladığında yavaşça kalkıp yatağa yatırdı. Kızının yüzünde kuruyan yaşları acıyla izledi , küçücük yaşında bu denli bir yükü taşıyamadığının göstergesiydi kıpkırmızı ve şişmiş gözkapakları. Daha fazla dayanamayıp kızının üstünü örttükten sonra pencere kenarına ilerledi. Kızı günden güne gözlerinin önünde eriyordu.

"İnşallah uyandığında acıkmış olmaz." Şüheda'nın bu kez de yemek için ağlaması acıyla yoğrulmuş yüreğini tekrar parçalardı. Ameliyat öncesinde belli bir süre aç kalması gerekiyordu. Şüheda bunu bilmiyordu ve öğrenmemesi daha iyi olacaktı.

Aradan saatler geçti , Şüheda uzun süre deliksiz uyuyamayacağını hissetmiş gibi saatlerce uyudu. Odaya diğer çocuklarını kontrol edip gelen Murat da gelmişti. On yaşındaki Kenan'a ve daha iki yaşındaki Büşra'ya Aynur'un annesi bakıyordu. Aynur Şüheda'nın yanında refakatçiydi bu yüzden Murat tek başına bomboş ve ıssız olan eve gidiyordu , kayınvalidesi defalarca onlara gitmesini teklif etmişti ama Murat yuva bildiği yerden kopamıyordu. Dağılmış olsa bile. Yıllar sonra kavuştuğu sıcak aile hayatı tepetaklaktı artık. Murat'ın elinden hiçbir şey gelmiyordu. Acısını yine içinde yaşıyordu, gözyaşlarını Aynur gibi akıtamıyordu.

Karı koca uzun süre derin bir uykuda olan Şüheda’yı gözlerini ayırmaksızın izledi. Bu belki de Şüheda'yı son görüşleriydi , bu ihtimalin varlığıyla onu izlemek ikisine de acı veriyordu. Birkaç saat sonra kızlarının ölüm haberini alma ihtimalleri vardı. Üç çocukları vardı ama Şüheda başkaydı. Aynur onun varlığından haberdar olduğundan beri bu başkalığı hissediyordu. Onu doğurmayı çok istemişti ,kendi canı pahasına onu dünyaya getirmeyi istemişken şimdi onu kaybediyordu.

Dizlerinin artık onu taşıyamadığını hissedip yavaşça yere çöktü. "Büyüdüğünü görmek için neler vermezdim." Dedi Aynur , gerisi gelmedi. Gözyaşları gözlerini yakarak boşaldı ,sesi çıkmasın diye eliyle ağzını kapattı. Yanında duran Murat'ın verecek bir tesellisi yoktu , ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Bir kaybı daha kaldıramazdı.

Burnunu çekip başını pencereye doğru çevirdi. Boğazında düğümlenen sözler yavaşça döküldü dudaklarından. "Babam gitti sen yetimsin dediler. Evladımı toprağa verirsem bana ne diyecekler şimdi?" Boğazında düğümlenen hıçkırığı o anda koptu. Karısının yanına çöküp gözyaşlarını serbest bıraktı. Bir anne babanın en çaresiz anıydı. Verilecek teselli de söylenecek söz de yoktu sadece bolca gözyaşı vardı.

Odanın kapısı açıldı ve içeriye Şüheda'nın ameliyatına girecek olan doktor girdi. Ameliyat öncesi son kontrol için gelmişti. Yere çökmüş ağlayan karı kocayı görünce kaşları çatıldı. "Biz çocuğunuza moral verin diyoruz sizin yaptığınıza bak." Diye çıkıştı. Cevap veremediler. Doktor onları odadan çıkardıktan sonra Şüheda'nın dosyasını incelemeye koyuldu. Dışarıda bekleyen aileye ameliyat çıkışı güzel haberler vermek istiyordu. Küçük kızın masum yüzüne baktıktan sonra sessizce odadan çıktı. "Yarım saat sonra alırız ameliyata." Diye bilgi verip ayrıldı.

Aynur yeniden yere çöktü , dayanamıyordu. Hem ameliyata girip iyileşsin istiyordu hem de “Biz elimizden geleni…” diye başlayan sözü duymaktan korkuyordu. Murat kendini toparlamayı başarmıştı , karısının ona ihtiyacı vardı. "Şüheda o ameliyat masasından kalkacak güçlüdür benim kızım." Dediğine kendisini de inandırmaya çalışıyordu. "İnatçıdır o yaşamayı bırakmaz." Aynur da kocasına inanmak istiyordu. Dünya gözüyle kızının büyüdüğüne şahit olmak istiyordu.

Murat karısına ve kendine çay alıp geldi. Dışarıdaki sandalyelerde oturdular , içeri girince acı gerçekler yüzlerine çarpıyordu. Her şeye rağmen umutlarını canlı tutmak istiyorlardı. Umut yaşamak için en büyük gereksinimdi, hayat asıl umut bittiğinde biterdi.

İçeriden “Anne!” diye bir çığlık sesi geldi , Şüheda uyanmıştı. Aynur gözyaşlarını silip içeriye girdi ,kızının yanında kesinlikle ağlamazdı. Şüheda uyurken damar yolu açılmış kolunun üstüne doğru döndüğü için acıyla derin uykusundan uyanmıştı. Güzel uykusu yine acı içinde sona ermişti.

Aynur kızının yanına gelip sakinleştirdi onu. Saçlarıyla oynadı ,son kez olma ihtimali ellerini titretmeye yetti. Murat getirdiği boya kalemlerini gösterdi , Şüheda istediği kalemleri görünce neşelenerek babasının boynuna sarıldı. Kısa süren bu mutluluk onlara yetti. Şüheda'nın en ufak bir tebessümü bile içlerini ısıtmaya yetiyordu.

Bu kez odadan içeriye sedye ve ameliyat önlüğü getiren hasta bakıcı girdi. Her şey buraya kadardı. Odaya kasvet doldu. Aynur Şüheda'ya baktığında onda sessiz bir kabulleniş gördü. Sanki öleceğini hissetmiş gibi düşüncesi geçti aklından. İnsan kaderinden kaçamazdı. Hasta bakıcı hazır olunca çağırmalarını söyleyip dışarı çıktı.

Aynur kızıyla odada baş başa kalınca acıyla gülümsedi. "Hadi anneciğim bu mavi elbiseyi giyelim. Çok güzel olacaksın." Şüheda'yı kandırmaya çalışıyordu ama Şüheda her şeyin farkındaydı. İtiraz etmedi annesine. Aynur Şüheda'nın tüm kıyafetlerini çıkarıp morluklarla dolu vücuduna baktı. Her şey onun sağlığı içindi. Önlüğü giydirip arkadan bağladı. Bir taraftan da akan gözyaşlarını göstermeden silmeye çabalıyordu.

Son olarak fazla uzun olmayan saçlarını toparlayıp kafasına boneyi geçirdi. Ona da pastacıların şapkası dedi. Şüheda’ya hayatının gerçeklerini oyun olarak sunmayı öğrenmişti.

Şüheda yavaşça soğuk sedyeye uzandı. Başına geleceklerden çok korkuyordu. Titremesi bu korkudan mı yoksa soğuktan mı bilemedi. Hasta bakıcı sedyeyi itmeye başladı. Annesiyle babasını göremiyordu tek gördüğü tavandaki bembeyaz yanan lambalardı. Beyaz ışıklar artık karanlıktan daha korkunçtu onun için.

Gözlerini sımsıkı kapattı ,korkudan bacakları titriyordu. Sedyenin durduğunu hissettiğinde gözlerini ürkekçe açtı. Büyükçe bir kapının önündeydiler. Annesiyle babasının yayına geldiğini görünce bir an için rahatladı.

Kekeleyerek "Ü.. üşüyorum." diyebildi. Murat hemen üstündeki hırkayı çıkarıp yeşil örtünün üstüne sardı. Aynur kızının damar yolu olmayan elini sıkıca tuttu. Çaresizce bekliyorlardı. Şüheda biraz ısındıktan sonra konuşmaya başladı. "Büşra odamı dağıtmasın. Abim de bilgisayarımla oynamasın." Ailesinin eve geri döneceklerini söylemesini istiyordu. Aylardır hastanedeydi ve evlerini çok özlemişti. Eve döneceği tesellisine ihtiyacı vardı. Bilmediği şey ise kardeşlerinin evde olmadığıydı.

Murat bonenin üstünden Şüheda’nın başını sıvazladı. "Merak etme odanı kilitledik , hiçbir şeyine dokunamazlar. Dönünce sen açacaksın kapıyı." Şüheda duyduklarıyla gülümsedi. Demek eve dönebilecekti.

Yanında bekledikleri otomatik kapı açıldı ve çıkan hasta bakıcı sedyeyi içeri doğru itekledi. Yolun bundan sonrasına Şüheda yalnız devam edecekti. Aynur ile Şüheda'nın kenetlenmiş elleri birbirinden çaresizce ayrıldı. Şüheda kapının kapanmasıyla yıkılan anne babasını görmedi. Gözlerini yine sımsıkı kapattı , derin ve kesik nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı ama zordu. Korkuyordu.

Sedye durduğunda gözlerini açtı. Birileri onu çarşaftan tutarak kaldırıp başka bir yere bırakmıştı. Tepesinde üç tane kocaman lamba vardı. Tuttuğu gözyaşları bu noktadan sonra serbest kaldı. Sırtına bir şeyler yapıştırdıktan sonra kollarını açarak yan tarafta bir yerlere bağladılar. Tüm bunları yaparken Şüheda'yı sakinleştirmek için konuştular ama Şüheda onları dinleyecek durumda değildi. Kendine ne yapacaklarını korkuyla bekliyordu.

Damarlarından sıcak bir sıvının aktığını hissetti. Titreyen vücudu gevşemeye başlamıştı. Bir kadın yumuşak sesiyle ona sayı saymayı bilip bilmediğini sordu. Şüheda başını salladı. Saymayı da hastanede öğrenmişti. Kadın bu kez ona kadar yüksek sesle say bakalım dedi. Yüzünün tamamını kaplayan bir maske tutuldu yukarıdan. Maskenin içinden gelen ve yüzünü gıdıklayan havayı hissedebiliyordu. Korku yavaşça bedenini terk etti ,bacakları gevşedi. Saymaya başladı.

Bir...

Aynur yüreğine bir ağrının saplandığını hissetti.

İki...

Murat ellerini başının arasına alıp Allah'ım benim canımı al kızımınkini bağışla dedi.

Üç...

Alparslan evden kaçarak geldiği babasının mezarının başında gözyaşı döktü.

Dört...

Ceyda kilitlendiği karanlık odada korkudan altına kaçırdı.

Beş...

Şüheda'nın gözleri verilen narkozun etkisiyle yavaşça kapandı.

Saatler sonra Şüheda'nın bağlı olduğu monitörde uzun bir çizgi göründü ve beraberinde tiz bir ses yankılandı ameliyathanenin duvarlarında. Şüheda'nın kalbi durmuştu. Tüm ameliyathane ekibi kan ter içinde Şüheda'yı kurtarmaya çalışıyordu ama Şüheda'nın yaşamaya niyeti yok gibi görünüyordu. Hayata dönmek istemiyordu. Ameliyathaneden bir hemşire dışarıda bekleyen aileye haber vermek üzere gönderildi. Hastanın geri dönmesi zor gibi görünüyordu.

Kan ter içinde kalan doktor ameliyathane ekibine emirler yağdırıyordu. Sakin ilerleyen ameliyat bir anda panayır yerine dönmüştü, herkes sağa sola koşturuyordu.

Dışarı çıkan hemşire elleri yüreklerinde bekleyen anne babanın yüzüne bakmaktan kaçınarak içine kaçan sesiyle konuştu. Yaptığı işin en zor kısmı buydu. "Kızınızın kalbi durdu , her ihtimale hazırlıklı olun." Hayat o an karı koca için bitti. Tek bir cümle tüm dünyalarını yerle bir etti. Aynur onlara söylenen gerçeği inkar edercesine ‘hayır!’ diye haykırmak istedi yapabildiği tek şey sessizce yere yığılmak oldu. Ölümün gelişi gibi sessizce bedenini serbest bırakmıştı. Bu sözü daha sonra tekrar duyacaktı ve ömrü Şüheda’ya bir şey olur mu korkusuyla geçecekti.

Ameliyathanede üç dakika boyunca verilen uğraş sonuç vermişti. Monitörden tekrardan kesik kesik ritim sesleri duyulduğunda masa başındaki on kişi rahat bir nefes aldı. Sedyede baygın yatan minik kız hayata ve göğüsleyeceği acılara tutunmuştu.

 

***********

 

Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa korkulacak hiçbir şeyi yoktur.

Milan Kundera

 

Korku insanı hayatta tutan en büyük güçtür. İçgüdüsel olarak işleyen korunma ve savunma arzusudur. Ve insanı en kolay şekilde etkisi altına alır. Yönetir , kullanır eğer anlıksa yaşatır. Doğasının dışına çıktığında zehirli sarmaşık misali sarar ve zehrini insanın iliklerine kadar hissettirir. Korkunun hüküm devri kaybedecek bir şey kalmayana kadar devam eder. Korkunun benim üstümdeki egemenliği de sona ermek üzereydi.

Bir tek canım vardı yıllardır canla başla korumaya çalıştığım. Onun da önemi kalmayacaktı birazdan. İliklerime işleyen sebebini bilmediğim bu duygu yavaş yavaş bedenimi terk ediyordu. Demek ki insan olacak olanı engelleyemeyeceğini anladığında korkmayı da bırakıyormuş. Yapayalnızdım ve bildiğim tek şey Alparslan'ı aramam gerektiğiydi. Babamdan sonra güvendiğim ve bana yardım edebilecek tek kişiyi aramam lazımdı ama yatağın kenarına sinmiş öylece bekliyordum.

Bir şey yapmam lazımdı ama vücudum kaskatı kesilmişti. Dışarıdaki bir yandan kalbim bir yandan sıkıştırıyordu. Artık olacak olan engellenmezdi. Ölümü korkakça bekleyecek değildim. Kalkıp kıyafet dolabının düşen demirini elime aldım. Buradan çıkamayacaksam da korkakça ölmemeliydim. Gelenlerin eylemciler olduğunu düşünüyordum, dışarıdan duyulan sesler azgın bir kalabalığın habercisiydi. Gözleri dönmüş insanlar benim yarın ülkelerini terk edeceğimi dinleme zahmetine bile girmezdi. Madem ölümün kıyılarında yürümem gerekiyordu tempoyu biraz arttırmak lazımdı.

Demiri sıkıca tutarken kapıya yavaş adımlarla kapıya doğru ilerliyordum. Dışarıdaki seslere bir kadının başka bir dildeki feryadı da eklenmişti. Sesleri umursamamaya çalışarak yürümeye devam ettim. Demiri yukarı kaldırıp kapıyı açmaya hazırlanırken kapının ardındaki ses verdi.

"Benim Alparslan. Şüheda içeride misin? İYİ MİSİN? CEVAP VER!!!" dedi kapının arkasından endişeli ses tonuyla. Derin bir nefes aldım. Onun sesini duyduğuma bu kadar sevineceğimi bilemezdim, sesini duyduğum anda stresim yerini güvene bıraktı. Demiri yavaşça kenara bırakıp kapıyı açtığımda Alparslan hiçbir şey demeden hızla içeri daldı. "Daha önce söyleseydin ya manyak herif, kalbime iniyordu." Böyle bir zamanda hala ona hesap sorma peşindeydim. Tehlike anında tuhaf davranışlarım olduğu gerçeğini kabul etmem gerekiyordu.

Odanın ışığını açmama izin vermeden hazırladığım valizimi eline aldı. "Telefonun neden kapalı neyse hadi hemen buradan gidiyoruz." Neler oluyordu ve nereye gidiyorduk ayrıca telefonum neredeydi? Söylediklerini idrak edemedim birkaç saniye. Böyle ani duygu değişimleri bünyeme iyi gelmiyordu. "Ne oluyor ,nereye gidiyoruz?" Bir taraftan da omuzlarıma bıraktığı montumu giymeye çalışıyordum. Bu ani gidişimizin dışarıdaki olaylarla ilgisi var mıydı? Tabi ki vardı. "Konsolosluğa gidiyoruz , havaalanında da eylem başlamış." Kısa açıklamasından sonra tek kelime etmeden ona uydum. Hazırladığım çantamı da diğer eline aldı bense apar topar hazırlamaya çalışıyordum ama elimin ayağıma dolaşması bana hiç yardımcı olmuyordu.

Beş dakika içinde odadan ayrıldık. Birkaç gün önce otele girdiğimiz yerden çıktık ve dışarıdaki siyah araca bindik. Ne yaptığımıza dair hiçbir fikrim yoktu sadece Alparslan’ı takip ediyordum. Şoför bizi bekliyormuş olmalıydı ki biz binince hiçbir şey söylemeden arabayı sürdü. Arabanın içinde süren sessizliği zangır zangır titreyen çenem bozuyordu. Korkudan mı yoksa soğuktan mı titrediğimi kestiremiyordum.

Londra'ya gitmek kariyerim için dönüm noktası olacak diye düşünmüştüm , kariyerim hakkında kesin konuşamasam da hayatım için kesinlikle dönüm noktasıydı. Bundan sonra ya hayatıma bir korkak olarak devam etmeme sebep olacaktı ya da her anlamda her türlü riski alan ve hiçbir şeyden korkmayan cesur biri olarak. Her iki ihtimalde beni değiştirecekti. Ben ikinci ihtimalin yaşanacağı kanaatindeydim ki az önce Alparslan seslenmeseydi neler yapabileceğimi görecektim.

Alparslan titrememi fark etmiş olacak ki boynundan atkısını çıkarıp benim boynuma sardı. Bu yaptığına ne bir tepki verebildim ne de tek kelime edebildim. Onun gözünde nasıl biriydim kim bilir? Korkak olduğumu düşünüyordu muhtemelen, zaten aksini iddia edemezdim bu durumda. Korkmuştum ama içimde uyuyan cesur kadının uyanmasına az kalmıştı.

"Kaloriferi açabilir misiniz? Hava soğuk." Dediğini duydum, benim için istiyordu. Şoför hafif bir baş hareketiyle beraber kaloriferi açtı. Kaloriferin çıkardığı uğultulu sesle beraber yayılan sıcak hava titrememi azalttı. Burnuma gelen hafif ve ferahlatıcı kokuyla istemsizce gözlerimi kapattım. Değişik ama hoş bir koku yayılıyordu atkısından. Laboratuvar kokularından ayırt etme duyum körelse de parfümün baskın kokusu çok tanıdıktı. Bergamot... İnce deniz notasıyla kendini belli eden bergamot... Baskın olan bergamot olsa da cılız bir deniz esintisi de kendini hissettiriyordu. Parfüm zevki bile bir başkaydı. Huzur veriyordu insana. İçinde bulunduğumuz durumdan bir süreliğine sıyrılıp bu kokunun yasemin eklenmiş olanından bulabilir miyim diye düşündüm. Güzel bir karışım olurdu. Dışarıda bağrış çağrış seslerinin şiddetlenmesine karşın titremem azalmıştı. Kaloriferin üflediği sıcak hava ve burnuma gelen bergamot henüz açılmamış uykumu geri getirmeye yetmişti.

Yarı uyuklar geçirdiğim yarım saatlik bir yolculuk sonunda konsolosluğa ulaştığımızda bizden başka gelenlerin de olduğunu gördüm. Kapıdaki görevliler bizi bekleme salonuna aldılar. İçeri girerken geniş koridordaki boy aynasından kendimi gördüm. Siyah montum , altında ona tezat görünen giyerken paçalarını botumun içine koyduğum pembe çizgili pijamam , başımda panda figürlü uyku bandı ve birbirine girmiş saçlarım. Kepazelik... Uyku bandını görene kadar başımda olduğunu bile hissetmemiştim. Yavaşça başımdan çıkarıp elime aldım. Ceyda'nın jet lag olursam kullanmam için verdiği uyku bandını ne diye takmıştım ki? Alparslan beni sürekli saçma sapan kılıklarda görüyordu. Aklımdan yer yarılsa da içine düşsem düşüncesi geçiyordu bu utanç bana kırk yıl yeterdi. Canımı kurtarınca kılığımın derdine düşmüştüm hemen. Benim bu yarı uyuklar görüntüm karşısında Alparslan gayet düzgündü. Hiç uyumamıştı ve otelden ayrılma ihtimalimize hazırdı. Bana da zahmet edip haber vermemişti.

Az sonra içeri yetkili kişiler girdi. Hapsi takım elbiseli ve gecenin bu saatinde hiçbir uyku belirtisi göstermeden jilet gibi duruyordu. Konsolos olduğunu düşündüğüm kısa saçlı ve şakakları hafif kırlaşan adam konuşmaya başladı. "Öncelikle hoş geldiniz. Sizler için acil bir tahliye protokolü hazırladık. Havaalanlarında eylem nedeniyle uçuşlar iptal edildi. Sabah olunca bizim ayarladığımız araçlarla diğer eyalete geçiş yapacaksınız yardımcım size eşlik edecek sonrasında oradaki havaalanından Türkiye'ye dönüşünüz gerçekleşecek. Tabi yolculuk öncesinde üstünüzü değiştirmek ve dinlenmek isterseniz size yardımcı olacaklar." Yanındaki kadın ve adamı eliyle gösterdi. Kesinlikle isterdim.

Üst kattaki bana gösterilen odada valizimden kıyafetlerimi çıkarıp üzerimi değiştirdim. Zorlukla telefonumu buldum ve şarja taktım. Hangi mantıkla sırt çantama koymak yerine valize koymuşum hiç bilmiyorum. Gitmemize bir saat kadar vardı ve herkes bir tarafa dağılmıştı. Alparslan'ın siyah atkısını elime alıp odadan çıktım. Karanlıkta pijamalı halimi çok fazla görmemiş olmasını umuyordum.

Onun nerede olduğunu bilmiyordum ,etrafa bakınarak bulacaktım. Merdivenlerden kimseyi rahatsız etmemeye özen göstererek alt kata indiğimde Alparslan boydan camın önüne dikilmiş dışarıyı seyrediyordu, camdaki yansımadan beni görünce tamamen bana döndü. "Tüm yaptıkların için teşekkür ederim." Uzattığım atkıyı alırken dudakları yana kıvrıldı.

"Gitmemize daha var uyusan iyi olur." Dedi. O kadar bitkin görünmüyordum oysa.

"Uykum açıldı bir kere daha da uyuyamam." Derin bir iç çektim. Gözlerim yanıyordu ama uykum kaçmıştı. Hem birazdan güneş de doğacaktı.

"Gece çıkmayı bende istemezdim ama her şey aniden gelişti." Eylemlerin bir anda bu denli alevleneceğini nasıl tahmin edebilirdi ki?

"Sen günlerdir konsoloslukla irtibatta mıydın?" Benim iki gündür odamda öylece beklememe karşılık o yine kurtarıcı rolünü üstlenmişti.

"Evet ,sana da gitmemize bir engel olmadığı için söylememiştim ama uçuşlar iptal edilince aradılar. Bende seni arayıp ulaşamayınca soluğu kapında aldım." Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Beni düşünmesi aşırı hoşuma gitmişti.

"Beni de düşündüğün için sağ ol. Bu arada omzun nasıl oldu?" Beni korumak isterken vurulduğu gerçeğini hatırladım. O günden beri yüz yüze gelmemiştik bu yüzden nasıl olduğunu ancak şimdi sorabilmiştim. "Otelde kalan bir doktor varmış, o yeniden pansuman yaptı. Verdiğin ağrı kesici de iyi geldi." Omzunu ovuşturdu. Hatırlatınca sızlamış olmalıydı.

"İyi olmana sevindim."

"Ailene iyi olduğunu haber verdin mi? Merak etmişlerdir." Gündüz konuşmuştum. Şimdi niye böyle bir soru soruyordu? "Eylem haberi akşam ajansında son dakika olarak verilmiş." Sözlerini tamamlayarak soru işaretlerimi ortadan kaldırdı. Benim haber bağımlısı babam kesinlikle akşam haberlerini kaçırmazdı dolayısıyla olanları öğrenmemiş olması pek mümkün değildi. Ben cevap vermeden yanımıza çalışanlardan birisi geldi.

Direkt bana hitaben konuştu. "Şüheda Kuzgun siz misiniz?" Bendim de neden disipline giden öğrenci gibi çağrılıyordum şu an?

"Evet de bir sorun mu var?" Tedirginlikle sordum , pasaportumda bir sıkıntı çıkması işten bile değildi. Gerçekten tek dileğim bir an önce ülkeme dönmekti. "Benimle gelin lütfen babanız aradı sizinle konuşmak için hatta bekliyor." Açık ve net bir açıklama yaptı.

Babamın konsolosluğu aramış olması beni şaşırtmadı ama Alparslan şaşkındı. Babam gerçekten benden haber alamayınca arardı daha önce de yapmıştı. Lisede hafta sonu deneme sınavına giderdim yine okula denemeye gittiğim bir gün sınav saati değiştiği için geç bitmişti. Babam bana ulaşamadığı için müdür yardımcısının numarasını bulup onu aramıştı. İlkokulda farklı bir servis bıraktığında şoförü arayıp bırakanın o olup olmadığını teyit etmişti. Bunun gibi daha neler neler yapmıştı ve bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmeliydim. Sana bir şey olursa dünyayı yakarım dese inanırdım. Benim fazlasıyla üstüme titriyorlardı, eylem haberleri onları çılgına çevirmiş olmalıydı. Şimdi telefonumun neden kapalı olduğuna dair uzun bir fırça yiyecektim kendisinden. Haksız sayılmazdı, böyle bir durumdayken telefonumun kapalı olması doğal olarak başıma bir şey geldiğini düşündürürdü.

Çalışanın peşinden odaya girdiğimde masadaki sabit telefonun açık olduğunu gördüm. Telefonu elime aldığımda sesimin titremesine engel olamadım. Tüm gardımı indirmiştim. Babasına sığınan küçük kız çocuğundan farkım yoktu. "Baba..." Şu an ağlama isteğiyle dolup taşmıştım ama yapmayacaktım. Gözyaşlarımın akmaması için gözlerimi tavana diktim.

"Şüheda o telefon neden kapalı? Yanında süs olsun diye mi taşıyorsun sen onu ha?" Sanırım iyi olduğumu öğrenmiş ve içi rahatlayınca da kızmaya başlamıştı. Annemi sakinleştirmesi de hiç kolay olmamıştı anlaşılan.

"İyiyim baba çok sağ ol. Ayrıca şarjım bitmiş , gece vakti telaşlanmayın diye de aramadım." Mükemmel savunmamdan sonra ses tonunu düşürdü. Kızmasına değil tesellisine ihtiyacım vardı, bunu yeni fark etmişti. "Kendine çok dikkat et , sizi oradan çıkaracaklar. Telaş yapma , sakin ol devletimiz vatandaşını kaderine terk etmez." Kızının hasta olduğunun farkına da varmış olmalı ki daha önce binlerce kez verdiği tesellileri şimdi bilmem kaç kilometre öteden de veriyordu. Basit ve ezberlenmiş cümleleri bile içimi ısıttı.

"Tamam anneme de söyle içini ferah tutsun iyiyim." Konuşurken sesim çatallaşmaya başlamıştı. Telefonu kapatmasaydım ağlayabilirdim. Kimseye bu halimi belli etmeden çıkmak için kapıya yöneldiğimde beni izleyen Alparslan'ı gördüm.

Yanından geçerken "Ailenin seni düşünmesi güzel." dediğinde içimden bir parça koptu sanki , ailesiyle sorunları olabilirdi ya da daha kötüsü ailesi olmayabilirdi. Ailem bu hayattaki en büyük şansımdı onlar benim. Ama ilk defa ailemin olması mutlu hissettirmedi. Gözlerinde tekrardan onu ilk gördüğümdeki ifadeyi gördüm. Bakışlarının ardına saklanmış acı çeken çocuğu...

O sırada Türkiye'ye dönecek olanlardan biri gelip bizi kahvaltıya çağırdı. Alparslan önden geçmem için çekildiğinde tüm vücudum kasıldı ,gözlerine hiç bakmamalıydım.

Gerçekten garip bir ortamdaydık. Protokollerin , büyükelçilerin , bakanların ağırlandığı büyük toplantı salonunda hep beraber kahvaltı yapıyorduk. İlk geldiğimiz zamana nazaran daha sessizdi herkes. Şimdi ne olacak şaşkınlığı yaşıyorduk. İlk defa bunu yaşıyordum , daha öncede birkaç ülkeye gitmiştim ve bu olayla birlikte İngiltere son olacaktı muhtemelen. Annem beni bundan sonra şehir dışına bile tek başıma göndermezdi.

Alparslan düşünceli bir şekilde oturuyordu ve hiçbir şey yememişti. Ona olan bakışlarımı üstünde hissedince başını kaldırıp bana baktı. Ciddi duruşunun ardında neler saklıyordu acaba? Tek kelime etmeden yemeye devam ettim. Söyleyecek sözüm var mıydı? Bilmediğim bir konuda neyin tesellisini verebilirdim?

Kahvaltıdan sonra eşyalarımızı almak üzere odalara dağıldık. Bize tahsis edilen üç ayrı araçla dört saatlik ilk yolculuğumuz birazdan başlayacaktı ve ben gergindim. Sorunsuz bir şekilde geri dönmek istiyordum. Herkes yerleştikten sonra araçlar hareket etti. Şoför stresimi gidermek için ellerimle oynadığımı aynadan görmüş olacak ki "Merak etmeyin araç kurşun geçirmez ayrıca güzergahımız güvenli bir sorun çıkmayacaktır." dedi. Alparslan'ın vurulduğunu hatırlayınca kurşungeçirmez olması içimi bir nebze rahatlattı.

Yol boyunca geçen araçları saydım. Böylelikle zaman daha çabuk geçti. Havaalanına ulaştığımızda annemi aradım. Keşke tüm anneler evlatlarından iyi haberler alabilseydi.

Annemle konuştuktan sonra herkesin bekleme alanındaki koltuklarda uyukladığını gördüm. Uçağın kalkmasına daha iki saat vardı. Alparslan ortalıkta görünmüyordu bir süre daha görmesem iyi olurdu , pijamalarımla olan rezilliğimi unutmam lazımdı. Zor ve hareketli bir geceydi ama kendimi yorgun ve uykulu hissetmiyordum. Bir süre büyük camdan uçak pistini izledim.

"Sütlü aldım ama içersin değil mi?" Gelen sesle arkama döndüğümde Alparslan elindeki kahvelerden birini bana uzattı. "Teşekkür ederim." O yanımda yerini alırken tekrardan dışarıyı izlemeye daldım. "Dönüş planın çok da gecikmedi ,öğlen yerine akşam ülkemizde olacağız.”

"En azından ama daha normal bir şekilde dönmek isterdim tabi." Söyledikten sonra acı gerçeğin farkına vardım bu olayı hafızamdan silinmesi ya da onun hafızasından silinmesi lazımdı. Güldü , resmen halime güldü. O paspal halim keyiflendirmişti onu. Hafifçe yaralı olmayan omzuna vurdum.

Bir süre sessiz kaldık. "Bütün bu olaylara rağmen mutlu olmamız lazım." Uçak pistine bakmaya devam etti. "Vatandaşına sahip çıkan bir ülkede yaşıyoruz yani şu an daha kötü bir durumda da olabilirdik." Haklıydı. Konsolosluğa geldiğimizde gece vakti net olarak göremesem de al bayrağın dalgalandığını bilmek bile güven vermişti. Şimdi de buradan gidecektik.

"Pek kıymetini bilemiyoruz ama. Dışarıya özentimiz bitmiyor." Onun bu konudaki düşüncelerini merak ediyordum ama kendimi iyi ifade edebildiğimden emin değildim. Benimle aynı fikirde olmasını önemsiyordum nedensizce. Ben onun düşüncelerini neden bu kadar önemsiyordum?

"Hala ülkesini iyi yerlere getirmek için çabalayanlarla yola devam ederiz bizde. Yurtdışında yaşamak isteyen gidebilir , onlar çok iyi biz onlar gibi olamayız diye aşağılık psikolojisine girenler olabilir , onlar medeni diye alafrangalık yapacaklar çıkabilir ama unutma ülkeyi yarınlara taşıyacak olanlar koşulsuz seven ve inanlardır." Sesindeki kararlılık büyük işler başaracağının habercisiydi adeta. Bu şekilde konuşması ona olan hayranlığımı katlıyordu. Onu saatlerce dinleyebileceğimi o an anladım.

Düşünce yapılarımızın bu denli uyuşması çok heyecan verici gelmişti. Keşke aynı alanda çalışma fırsatımız olsaydı diye geçirdim içimden. Onunla aynı ekipte olmak bile bambaşka bir tecrübe olurdu kesin. Sözlerini duyduktan sonra yüzüme yerleşen gülümsemeye engel olmadım.

"Bağlılık da önemli bence. Ülkesini paraya , bir ödüle , lüks bir yaşama değişmeme cesareti ve bağlılığı gösteren insanlar olmamız lazım. Bağlılık olmazsa öncekilerin bir anlamı kalmaz." Bu sefer de onun gülümsediğini gördüm. Tuhaf bir şekilde gözleri de gülüyordu. Çok bakmadan önüme döndüm.

"Herkesin yapabileceği bir şey değil , yürekten sevmek gerek."

Bir süre konuşmadan pistteki uçakları izledik. Artık kahveye rağmen yavaş yavaş uykumun geldiğini hissedince bekleme alanına geri döndüm.

 

************

 

Uçağımız Esenboğa'ya iniş yaptığında kelimenin tam anlamıyla rahat bir nefes aldım. Beni karşılamaya babam gelmişti. Babamı görünce valizimi bir kenara bırakıp babama sarıldım , on günde çok özlemiştim. "Benim canım kızım.” Sahiplenici bir şekilde kollarını sırtıma dolayıp saçlarımı öptü. Onları gerçekten çok korkutmuştum. “Bir daha seni bir yere göndermiyorum. Annen başımın etini yedi , kızı gönderdin dış devlete diye. Hem sensiz ev bomboş geldi hepimize." Sarılırken bir taraftan da özlemini dile getiriyordu. Sonrasında sessizce "Tıpkı hastanede yattığın zamanki gibi." dediğini duymazlıktan geldim. O da söylediğine pişman olmuştu. Şu an buna moralimi bozamazdım. "Gördün mü bak , bensizlik ne zormuş. Bide abimle bana evlenip gidinde rahatlayalım diyordun." Şakayla karışık söylediklerine alınıyormuş gibi yaptım.

Şükür ki dönebilmiştim. Babama nazlanmayacaktım da kime nazlanacaktım. Beraber güldük. Babam valizimi alıp elimden tuttu. Bu sahiplenici tutuş hoşuma gitmişti , aynı elimi günler öncesinde Alparslan’ın tuttuğu aklıma geldi. Acaba onu tekrar görebilecek miydim?

Havaalanından eve geldiğimizde annem bizi en sevdiğim yemeklerle donattığı sofraya oturttu. Ben sofradaki yerimi aldığımda sarılmadığını hatırlayıp bağrına bastı. İlgi manyağı çocuklarını ilgiye boğmaktan çekinmiyorlardı. Bu ilgiden memnundum ama alışkanlık yaptığı da inkar edilemezdi. Abimin ise kıskançlık damarları kabarmıştı. Benimle bir hafta uğraşamadı ya hemen açığı kapatmalıydı.

Elindeki kaşık çatalı annemin korkusundan tabağına yavaşça bırakıp arkasına yaslandı. "Ohhh evin favori çocuğu geldi. Bak şu hizmete. Biz burada kimiz ki?" Sahte bir küskünlükle dudak büzdü. Annem yemekleri servis ettiği kaşığı tehditkar şekilde sallayarak "Kazık kadar oldun şu kardeşlerini kıskanmayı bir bırakamadın." dedi. Annem ile aralarında geçen rutin konuşmalardan biriydi.

"Bırak anne , abimin her zamanki hali bu." Onun benimle uğraşması bile güzel geliyordu kulağıma. "Kız Şüheda gittiğin her yeri nasıl da karıştırıyorsun , ne uğursuz ayağın varmış." Güldü , ona da malzeme çıkmıştı. Benim hakkımda konuşmasaydı bu söylediğine katıla katıla gülerdim. Abime alınmayı bırakmıştım , abilerin sevgi anlayışı böyleydi sanırım.

Babam nihayet masaya geldiğinde yemeğe başladık. Az önce konuşulanları duymuştu. "Kenan oğlum ne biçim konuşuyorsun kardeşinle ,adamakıllı davran şu kardeşlerine." Abim bir annemden bir babamdan laf yiyerek bugün de kotasını doldurdu. Evlilik mevzusu açılmadan hızla yemeğini yiyip odasına doğru ufaktan sıvışacaktı.

Sofrada İngiltere'den bahsederken annem sorgulayıcı bakışını takındı. "Şüheda sen giderken üstünde siyah mont gibi aldığın şey vardı. Böyle ince, ben alma demiştim de dinlememiştin hani. Geldiğinde üstünde göremedim ne yaptın onu?" Annemin sorduğu soruyla birlikte yutkundum. Gerçekten ne yapmıştım ben onu? Otelden bir ayrılışım vardı ,anlatılmaz yaşanırdı. Havaalanına giderken üstümde olup olmadığını hatırlamaya çalıştım. Konsolosluğa mont ile gitmiştim ama sonrasında ne giydiğimi gerçekten hatırlamıyordum. O panikle unuttuğum bir var mı diye de bakamamıştım. Belki valizimden çıkar umuduyla bir şey çaktırmadan anneme kaçamak bir cevap verdim.

"Trençkotumu diyorsun sen. Uçak sıcak olur diye çantama koydum." Yalan söyleyerek onu geçiştirdim. Kötü bir alışkanlık edinme yolunda ilerliyordum.

Salonda sohbete tuttular ancak yatma vakti gelip herkes odalara çekilince trençkotu aramaya başladım ama hiçbir yerde yoktu. En son ne zaman giydiğimi de hatırlamıyordum. Belki de bir yerde unutmuştum. En olmadı yenisini alıp annemin dilinden kurtulacaktım. Kapının çalınmasıyla beraber yaşadığım korkuyu hatırlayınca bu üzüntü kısa sürdü.

Odanın kapısı yavaşça açıldı. "Gel Büşra gel başımın belası." İçeriye elinde test kitabıyla süzülerek girdi. "Abla matematik sorularıma bakar mısın?" Yapamadığı soruları bana soruyordu. Okula başladığından beri hep bana sorardı , onun aynı zamanda özel ders hocası sayılırdım. Ben bir hafta olmayınca soruları birikmişti anlaşılan. "Getir bakalım, yine hangi kolay soruları yapamadın." Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Bu sırada elinden kitabı alıp sorulara bakmaya başladım. "Abla ya!" Diye sahte bir alınganlık gösterdi.

Soruları çözüp ona anlattıktan sonra ders çalışmaya uğurladım onu. Kapıdan çıkarken "Abla hepimiz çok korktuk sana bir şey olacak diye. İyi ki geldin." Dedi ve geri dönüp bana sarıldı. "Bak buradayım, bir şey olmadı. Hadi dersinin başına." Bir ergenden alınabilecek maksimum sevgimi almıştım.

Aynı odada kalıyorduk ama çalışma masası odaya sığmadığı için oturma odasına koymuşlardı. Ne kadar ısrar etse de annem oturma odasını ona oda yapmaya yanaşmamıştı. Klasik Türk anneleri bir misafir odasından bir de kanepe örtüsünden asla vazgeçemiyordu.

Büşra çıktıktan sonra üstümü değiştirip yatağa girdim. Gece her an sesler duyacağım endişesinden rahatça uyuyamadım. Sabah da o kadar zoraki kalkmış ve hazırlanmıştım ki gören okula değil de idama gidiyorum sanabilirdi. Birkaç gün kafa izni iyi gelirdi ama derslerin devam zorunluluğu vardı. İngiltere’de yaşananlar sebebiyle kimse bana rapor vermeyeceği için gitmek zorundaydım.

Evden çıkacakken abim arkamdan seslenip onu da işe bırakmamı istedi. Sebebini pek anlayamadım ama kabul ettim. Arabayı çalıştırıp hareket ettiğimizde "Konuşalım mı biraz?" dedi. Ben yokken önemli bir olay olmuştu sanırım. En son bu kadar ciddi olduğunda sonu benim için iyi bitmemişti. "Olur."

"İyi ki döndün Şüheda iyi ki yanımızdasın." Sesi her zaman ki neşeli tonundan çok uzaktı. Bunu hiç beklemiyordum. Sessiz kaldım. "O gece sabahı zor ettik hepimiz. Gece yatmadan haberleri gördük sana da ulaşamayınca hepimiz kahrolduk. Annemi biliyorsun zaten babamda öylece duramadı emniyetteki tanıdıklarını aradı falan... " Daha fazla dinlemek istemeyip "Böyle olsun istemezdim." diyerek sözünü kestim. Bunları anlatmasına gerek yoktu ne yaşadıklarını az çok tahmin edebiliyordum. Yaşananları değiştiremezdim. Bu konu gerçekten artık kapanmalıydı ama abim didiklemeyi seçmişti.

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Yanlış anladın ya da ben yanlış anlattım. Sen benim için çok kıymetlisin. Tamam çok anlaşamıyoruz ama senin tırnağına batan taş önce benim canımı yakar." Susup sözlerinin devamını nasıl getireceğini düşündü. "Sabah sabah ne bu duygusallık." Diye çıkıştım ona. Konunun gideceği yeri tahmin etmiştim ve bunları konuşmanın artık bir anlamı yoktu.

"Geçmişte yaşananları ve sana söylediklerimi değiştiremem. Cahildim ,acımasızdım , bencildim , kördüm ; senin yaşadıklarını görmeyecek kadar kördüm Şüheda. Bunu çok gecikmiş bir özür olarak düşün. Beni affet demiyorum çünkü ben de affetmezdim ama..." Yine sustu. Sözünü ben devraldım.

"Ama falan yok abi. Yıllarca herkes bana bir şeyler söyledi ama en çok seninki acıttı canımı. Sen okulda çocuklar alay edince onlara bağırırdın ama evde aynısını yapardın. Yıllar geçti ,geçecek ama kırgınlığım geçmeyecek abi. Bana alınan şekeri , çikolatayı , elbiseyi , oyuncağı kıskandın sen hep." Sinirle başlayan cümlemi boğazımda düğümlenen hıçkırıkla bitirdim. Gözyaşlarım gözümü yakıyordu artık. Neden geçmişin karanlık sayfalarını yeniden açmaya karar vermiştik. Arabayı ani bir hareketle sağa çektim.

Hızla kemerimi çözdüm. "Al hepsi senin olsun. Çünkü bana alınan hiçbir şey benden çalınanların diyeti değildi." Bütün hırsımı tek bir cümleyle dindirdim. Hangi hediye sağlığımın yerine geçebilirdi? Ne kadar para yorgun vücudumu ameliyat izlerinden arındırabilirdi? Hangi özür kemiklerimin sızısını yok edebilirdi? Tek kelime etmesine izin vermeden anahtarı kontakta bırakıp indim arabadan.

Geç kalınmış bir konuşmaydı ve belki de hiç yapılmaması gereken bir konuşma. Yok sayınca daha kolay oluyordu. Beni hiçbir zaman anlamadılar deyip geçiyordum ama şimdi geç kalınmış bir pişmanlık vardı. Farkına vardığı gerçeklerle yüzleşmek istiyordu ama bu can acıtmaktan öteye geçmeyen bir davranıştı. İndiğim anda gözyaşlarımı serbest bıraktım.

"...O hasta diye niye her dediği yapılıyor? ...Şüheda'ya neden daha çok oyuncak aldınız? ...Babam seni hasta olduğun için seviyor. ...En azından ben senin gibi yavaş koşmuyorum. ...Sen hastanedeyken biz çok mutluyduk. ...Daha kendi yemeğini bile yiyemiyorsun. "

Zihnimde yankılanan sözleri susturamıyordum. Tüm bunlar anlık sinirle ağzından çıkan cümlelerdi belki kendi söylediklerini kelimesi kelimesine hatırlamıyordu ama benim unutmam mümkün değildi. Benimde sorunum buydu , onunla olan ilişkim iyiydi - yani her abi kardeş kadar - ama unutamıyordum. Ne kadar istemiş olsam da geçmişe sünger çekemiyordum. Beni diğer çocuklara karşı savunduğunda inanılmaz sevinirdim ama ardından cümleleriyle döverdi beni.

Bir yürüdükten sonra caddenin köşesindeki duraktan taksiye bindim. Gözyaşlarımı silip makyajımı tazelerken taksicinin aynadan görünen şaşkın bakışlarını umursamadım. Bu halimi kimseye açıklayamazdım. Okula geldiğimde biraz ağaçlık alanda dolaştım. Kendime sürekli artık üzülmemem gerektiğini dikte edip durdum. Abimin yakıcı sözleri olmuştu ama beni koruduğu ,benim için ağladığı gerçeğini inkar edemezdim. Beni arafta bırakanda buydu. Ne bana çok kötülük yaptı deyip tamamen silebiliyordum ne de çok iyi davrandı deyip bağrıma basabiliyordum. Bir tarafım o sözleri söyleyen daha çocuktu derken diğer tarafım o sözleri duyup ağlayan sende çocuktun diyordu. Yapılanları affetmek kolay gibi görünüyordu ama en zoruydu. Birini aklında yüreğinde tamamen temize çıkarmadan affedemezdin , diğer türlü sadece kendini kandırmaktı. Ben bunu başaramıyorum bana söylenen sözleri sineye çekemiyorum. O an şeytan aklıma girip çık herkesin karşısına söyledikleri sözlerin hesabını bir bir sor dedi. Öyle kimse kendini kalbim temiz diye avutmasın.

Yok sayarken daha iyiydi sanki. Derin bir nefes aldım. Bundan sonrasını abimin davranışları belirleyecekti. Kardeşlik bağımı koparmak gibi bir niyetim yoktu ama affetme kısmı zaman kalacaktı. Kendimi toparlayıp düşüncelerimi yerli yerine oturttuktan sonra sınıfa doğru yol aldım.

Ceyda gelmiş miydi acaba? İçeri girdiğimde Ceyda morali bozuk bir şekilde telefonuyla uğraşıyordu. Beni görünce yüzü güldü ve hemen gelip sarıldı. "Ya Şüheda gelemedim bizim malum durumlardan kusura bakma , çok korktum sana bir şey olacak diye , iyisin değil mi , bir sıkıntı yok." Sarılmanın ayarını yine kaçırmıştı. Bir taraftan da beni baştan aşağı süzerek muayene ediyordu. Defalarca aramasına rağmen açamamıştım , eve geldiğimde ise konuşacak kadar kendimi iyi hissetmiyordum.

Gülerek cevap verdim. "İyiyim , ya beni biliyorsun kedi gibi dört ayak üzerine düşerim hep." Alparslan olmasaydı o iş biraz zordu ya neyse. O an aklıma Demir'in kuzeninin Alparslan olduğu gelmesiyle anlık duraksadım ama bozuntuya vermedim.

"Bu kadar kolay yırtamazsın , perşembe günü bizde kız gecesi yapıyoruz , bütün detayları dinlemek istiyorum." Arkadaşımın elinden kurtulmam için hangi konsolosluğa başvurmalıydım acaba. Şimdilik Demir'in kuzeninden bahsetmemesi için dua etmekle yetinecektim.

"Sizinkiler nasıl izin verdi bu işe demeyeceğim yine haberleri olmadan yapıyoruz değil mi?" Yıllar geçtikçe ailesiyle arası düzelmek yerine daha da bozulmuştu. Ceyda da mezun olana kadar bu konuyu rafa kaldırmıştı.

"Aynen , hadi yerine geç sonra konuşuruz." Diyerek yerine geçti. O arka tarafta yer bulmuştu ama ben mecbur öne oturacaktım. Bu derste kimse öne oturmak istemiyor ve arkalardan yer tutuyordu. derse en son gelenler öne geçiyordu.

Hocanın içeri girmesiyle neşem daha da kaçtı. Asistanı anlatsaydı daha çekilebilir olurdu. Ders zaten zordu bir de üstüne hocanın anlatımı zorlaştırıyordu. İngilizce aksanı da üstüne tuz biber... Ama şikayet etmeyecektim , bugün burada olmayabilirdim.

Aralıksız iki saatlik eziyet sonucu ders bitti. Alparslan dersteyken aramıştı ama açamamıştım bu yüzden bitmesini dört gözle bekledim. Neden aradığını aşırı merak ediyordum.

Dersten çıkınca tekrar aradı. "Ben Alparslan, rahatsız etmiyorum ya." Sesi her zamanki tondaydı. Onu tekrar ne zaman göreceğimi düşünürken bu kadar erken aramasını beklemiyordum.

"Sorun değil , dersteydim ondan açamadım. Bir sorun mu var neden aradın?"

"Uçakta siyah bir trençkot unutmuş olabilir misin?" Soruduğum sorudan sonra direkt konuya girdi. Sesimdeki mutluluğu bastırmaya çalışarak bilmezden gelerek sordum. "Uçakta mı unutmuşum?" Neyi sorguluyorum ki şu an bulundu ya yetmez mi? Cevap vermeden önce biraz bekledi.

"Uçakta, koltukların üstündeki raftan benimkiyle beraber almışım. Fark edince senin mi diye sormaya gelecektim de kalabalıkta seni göremedim." Normalde uçaktan inmek için acele etmezdim ama bu sefer bir an evvel eve ulaşıp tüm yaşananları unutma hayaliyle her şeyi geride bırakmışım anlaşılan.

Şüheda konsolosluktan çıkarken montunu sırt çantasına koymuş onun yerine trençkotunu giymişti, uçak sıcak olunca da trençkotunu çıkarıp üstteki bölmeye koymuştu. İnerken de ülkesine ulaşmanın heyecanı ile raftaki trençkot aklına bile gelmemişti.

Alparslan üst raftan montunu alıp giydiği sırada siyah trençkotu görmüştü. Diğer yerler boştu ayrıca bunu Şüheda'nın üstünde görmüştü daha önce. Aradığı fırsat ayağına gelmişti. Bu bahaneyle onunla tekrar görüşebilirdi ve dosyayı geri alabilirdi. Trençkotu eline alıp gülümseyerek indi uçaktan. Sonrasında onu babasıyla sarılırken görmüştü ama trençkotunu vermek yerine çantasına koymayı seçerek sonraki buluşmayı garantiye almıştı.

"Tamam ne zaman alabilirim senden?" Annem fark etmeden alsam iyi olurdu. Satın aldığımda bu ince seni sıcak tutmaz diyerek beğenmediğini dile getirmişti. Onun beğenmediği kıyafetleri alınca aldın ama giymiyorsun diye söylenirdi. Annemin diline düşmek isteyeceğim en son şey bile değildi.

"Yarın Kızılay'da bir işim var sonrasında müsaidim senin için uygun mu?" Konuşurken yanıma gelen Ceyda "Ne iş, hayırdır?" der gibi bakıyordu. Bir taraftan telefonla konuşmaya bir taraftan elimi sallayarak Ceyda'dan kurtulmaya çalışıyordum. Telefondaki erkek sesini kesinlikle duymamalıydı. Koridorda yakalamaca oynuyorduk resmen. Ondan kaçarken bir taraftan da sinek kovalar gibi elimle telefona yaklaşmasını önlemeye çalışıyordum. Koridordaki meraklı gözleri umursamamaya çalıştım. Onu gönderemeyince kendim ondan uzaklaşmaya çalıştım. Bir yandan da müsait miyim diye düşünüyordum.


"Yarın laboratuvar dersim var , tüm gün okulda olacağım maalesef." Laboratuvar dersinden sonra kötü kokuyorduk kimyasallardan dolayı , o günlerde hiçbir yere uğramadan direkt eve giderdim. İnsanların tiksinmemesi adına en iyi seçenek buydu. Zaten ona yeterince rezil olmuştum yenilerinin eklenmesine gerek yoktu.

"O zaman çarşamba günü bahçeli diyelim mi?" Önerisini direkt kabul ettim çünkü Ceyda her an dibimde bitebilirdi. "Tamamdır, cumartesi görüşmek üzere." Telefonu kapatınca Ceyda bana doğru uzattığı kollarını indirdi, yakalamaca oyunu sona ermişti. Ceyda'ya ne diyeceğimi bilemeden bir şey olmamış gibi baktım. Onun cevap almadan durmayacağını biliyordum ama şansımı denemek istemiştim.

"Arayan kimdi?" Tek kaşını kaldırmış , elleri de belindeki yerini almıştı. Sorguya giren polis gibiydi, cevap vermeden elinden kurtulmak mümkün değildi. Sevgilinin kuzeni diyemeyeceğimden dolayı kaçamak bir cevap verdim. "Kongrede tanıştığım biri." Pek inanmadı , hep oturduğumuz ağaçlık alana doğru yürürken sürekli sorup durdu ama tek kelime etmedim.

Banklardan kuru olanına geçip oturduk. Oflamaya başlamasından bir sorunu olduğunu anladım. Dudaklarını büzüp ayaklarını mızmız kız çocuğu edasıyla sallamaya başladı. "Demir aramadı bugün." Sesi tuhaftı, ciddi bir sorunu olmalıydı.

"Niye kavga mı ettiniz?" Genelde Demir ile değil ailesiyle kavga ederdi. Demir’i pek sevmesem de yürüttükleri güzel bir ilişkileri olmasını inkar edemezdim. Ciddi bir kavgalarına hiç şahit olmamıştım.

Önce bir şey söyleyecekken sustu sonra anlatmaya başladı. "Dün akşam bizimkilerle tartıştık her zamanki gibi , o sinirin üstüne arayınca ona patladım." Niye tartıştınız diye sormadım , anlatmak için tartıştıklarını söylemişti zaten. Yoksa tek kelime etmezdi , acılarımız hakkında konuşmak gibi huyumuz yoktu.

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Arkadaşının oğlu varmış onunla görüşmemi istedi. Demir'i bilmesine rağmen istedi bunu benden. Bende sen nesin ki arkadaşın ne olsun , onun oğlu ne olsun dedim. Ondan sonrası kıyamet. Dayanamıyorum artık ,ne onlara ne de o eve hiçbir şeye dayanamıyorum." Öfkeyle başladığı cümlesini tamamlarken sesi titremeye başladı. En sonunda art arda gözlerinden yaşlar döküldü. "Onlar yüzünden Demir'i kaybetmek istemiyorum." Sesi yalvarır tondaydı. Benden bir medet umuyordu keşke onu o hapishaneden kurtarmaya gücüm yetseydi.

Onun hayatını daha çekilebilir kılmıştı Demir. Onunla tanışınca hayata dair umutları da artmıştı şimdi onsuzlukla sınanmak istemiyordu. Ailesi hayatını daha fazla mahvetmemeliydi.

Gözyaşlarını silip derin bir nefes aldı. "Eğer daha ileri gidecek olurlarsa tüm gemileri yakmaya hazırım." Kararlı görünüyordu , bu sefer iş ciddiydi. Herkesin bir patlama noktası olurdu ve Ceyda bu noktanın sınırındaydı.

"Yine de mezuniyete kadar dişini sık. Son döneme girdik zaten." Bu sefer yalvaran bendim. Bunu yapması en çok ailesinin işine gelecekti. Okulu bitirememesi için ellerinden geleni yapmışlardı , yapmaya da devam ediyorlardı. Ailesi Ceyda’nın aldığı puanı öğrendikten sonra ona tıp okuması için baskı yapmıştı, Ceyda da son geceye kadar tıp okuyacağını söylemişti hatta tüm tercihlerine tıp fakültesi yazmıştı. Bende sonuçlar açıklanınca öğrenmiştim aynı üniversite ve bölümü kazandığımızı. Ceyda’nın ailesine ilk başkaldırısı kazandığı üniversite ile olmuştu. O günden sonra artık kendi hayatının iplerini eline alacağını söylemiş ve dediğinin arkasında durmuştu.

"Yirmi iki yıl nasıl o evde yaşadığıma şaşırıyorum bazen. Onlara nasıl tahammül ettim ; o hakaretleri , aşağılamaları nasıl sineye çektim hiç bilmiyorum." Pişmandı ; yıllarca sustuğu için , ona hayatı zehir etmelerine izin verdiği için. Herkesin geçmiş yükü farklıydı ama geçmeyen acısı aynıydı.

"Sen ara Demir'i. Aileni biliyor , seni anlar. Ama sakın bir delilik yapma , yaptığın şey sana daha çok zarar verir." Uyarımı yaptım ama ne kadar dikkate alacağı muamma. Dikkate almasa bile arkadaşı olarak yanlış yapmasına engel olacaktım.

"Bazen öyle bir pranga vurmuşlar ki istesem de kurtulamazmışım gibi geliyor. Zaten onlardan kurtulsam ne olur beynimin içinde sesleri yankılanıyor." Gözleri tam karşıdaki ağaçtaydı. Beni dinlemiyordu sadece kendi içini döküyordu. Dünyadan soyutlanmış bir hali vardı. Bu sefer öncekiler daha kötü durumdaydı. Kendine yapılanlara sabretmeyi öğrenmişti ama işin içine Demir girince tahammülü sıfırlanmıştı.

Çalan telefonuyla bu halinden kurtuldu. Demir arıyordu , bir şey demeden yanımdan uzaklaştı. Hali hiç iyi değildi. Alparslan'ın Demir'in kuzeni olduğunu öğrenmem iyi olmuştu. Ceyda bir delilik yaparsa müdahale etmem daha kolay olurdu. Demir onun için çok kıymetliydi , onu da kaybederse bir daha toparlanamazdı.

Yanıma geri döndüğünde yüzünde buruk da olsa bir gülümseme vardı. Barışmış olmalıydılar.

"Her işkence bir gün son bulur merak etme. Hayatın belki de bu ilişkiyle güzelleşecek."

"Şüheda mutlu bir ailede büyümeyen mutlu bir aile kurabilir mi?" Sesi titreyerek sorduğu soruya cevabım sımsıkı sarılmak oldu. Verecek bir cevabım yokken benim de kendime sorduğum bir soru vardı. Kötü bir çocukluk geçiren biri mutlu çocuklar yetiştirebilir mi?

                               

*********

 

Elinde tuttuğu flash belleğe baktı Alparslan. Bugün bu işi halletmeliydi. Cüzdanına koydu , sabırsızlıkla beklemişti bugüne kadar. Yaptığı hatayı başka bir hata ile telafi edip konuyu tamamen kapatacaktı. Günlerdir içini kemiren kurttan kurtulma vakti gelmişti. Çok bile sabretmişti bu duruma ve bugün bitirecekti.

Özenle katladığı trençkotu poşete yerleştirdi , buluşmak için kullandığı bahaneyi unutmamalıydı. Hiçbir şeyi unutmadığından emin olduktan sonra poşeti eline alıp çıktı odadan. Fazlasıyla stresliydi ve bu tek şansıydı. Buluşacakları restorana geldiğinde etrafına göz gezdirdi. Şüheda henüz gelmemişti. Cam kenarı ve çok göz önünde olmayan masalardan birine geçip oturdu.

Asıl olay Şüheda geldiğinde başlayacaktı. Bilgisayarını getireceğini umarak böyle bir işe girişmişti. Stresten bacağıyla ritim tutmaya başlamıştı. Bir an önce ne olacaksa olmalıydı, belirsizliklerden nefret ediyordu. Senin kriz yönetimini sevsinler Alparslan diye kendi kendine söylendi.

Sipariş almaya gelen garsondan sade filtre kahve istedi. Saatine baktı ,erken gelmişti. Zaman geçirmek adına telefonuyla uğraştı. Ondanda sıkılıp dışarıyı izlemeye koyuldu. On beş dakika sonra Şüheda restorana girdi.

Kapıdan içeri giren Şüheda Alparslan'ın tüm odağını üstüne topladı. Daha bir öz güvenli görünmüştü Alparslan'ın gözüne. Alparslan hayranlıkla bakmaya dalmıştı. Ondaki Şüheda hayranlığı ne zaman başlamıştı sahi? Havaalanındaki konuşmalarından sonra artık onun hakkında daha farklı düşünceler oluşmuştu zihninde.

Kısa bir an aklından geçen ihtimali ustalıkla savuşturdu. Bunu yapamazdı. Onu da kendiyle beraber bu dipsiz kuyuya atamazdı. Telefonuna gelen tehdit mesajlarından sonra asla onu tehlikeye atamazdı. Hem o her zaman tek çalışırdı ,yıkılmaz bir kuraldı bu. Kendi içinde bu cebelleşmeyi yaşamıştı ve kararı netti ; Şüheda kesinlikle bu konunun dışında kalacaktı.

Şüheda onu görüp yanına doğru gelmeye başladığında düşüncelerden sıyrılarak ona baktı. Bilgisayarı yanında değildi , o an kendine kurduğu küçük dünyası başına yıkıldı. Böyle bitemezdi her şey. O dosyaya ulaşmak zorundaydı.

Bakalım Alparslan bundan sonra ne yapacak?

Bölüm : 31.12.2024 21:08 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Nur Şahin / GÖKYÜZÜYLE BULUŞMA 1.KİTAP / 4.KORKULAR
Nur Şahin
GÖKYÜZÜYLE BULUŞMA 1.KİTAP

72 Okunma

28 Oy

0 Takip
5
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...