@dilhun
|
Bölümler uzun olduğu için iki parçaya ayırma kararı aldım. Hem bu şekilde okuması daha kolay olur. Keyifli okumalar :) KİTAPTA GEÇEN OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR, GERÇEKLERLE ALAKASI YOKTUR. ADI GEÇEN KURUM VE KURULUŞLAR ÖYLESİNE SEÇİLMİŞ OLUP GERÇEKLİKLE BİR ALAKASI YOKTUR. ******
“Allah, taşıyamayacağımız derdi ömrümüze, yaşayamayacağımız aşkı gönlümüze vermesin.”
Cahit Zarifoğlu Nisan 2008 Çocuk kardiyoloji servisinin 3224 numaralı odasından derin ve acı verici ağlama sesleri yükseliyordu. Şüheda , gözlerinden ardı ardına akan gözyaşlarına ve nefesini kesecek seviyeye gelen hıçkırıklarına rağmen saatlerdir ağlamasına devam ediyordu. Ameliyat denmişti. Ameliyat ne demekti bilmiyordu ama ona acı çektirecek bir şey olduğuna emindi. Sıkılmıştı hastaneden , gitmek istiyordu , dayanacak gücü kalmamıştı çünkü çektiği acılara. Kolları alınan kanlardan ve açılan damar yolundan dolayı delik deşikti. O incecik dedikleri iğne vücuduna her değdiğinde çocukluğundan bir parçayı daha kaybediyordu. Bağırmamak için dişlerini sıkıp gözlerinden birer damla yaş aktığında masumiyeti yok oluyordu. "Anne , ben eve gitmek istiyorum. Ne olur eve gidelim." Saatlerdir annesine yalvarıyordu. Sanki Aynur'un elinden gelen bir şey vardı. Sanki kızının bu halinden memnundu. Kendisinden medet uman kızının gözlerinin içine bakamıyordu. "Anneciğim , bütün bunlar senin sağlığın için." Söyleyebildiği tek cümle buydu , başka diyecek sözü kalmamıştı. Canından can kopuyordu , evladının derdine derman olamıyordu. "Keşke senin çektiğin tüm acıları ben çekseydim , keşke..." Diye mırıldandı , hıçkırıkları devamını getirmesine engel oldu. O sözler kaç seferdir dilinin ucundaydı ama bir türlü diyemiyordu. Sözler ağzından çıktığı anda evladını kaybedecekmiş gibi geliyordu. Yatağın kenarına oturup Şüheda'ya sarıldı. Şüheda direncini kaybettiğinden annesinin kollarını geri itemedi , ağlamaktan halsiz düşmüştü. Aynur bir şey demeden kızını göğsüne yatırdı. Sözlerin kifayetsiz kaldığı bir zamandaydılar , verilen hiçbir teselli merhem olmazdı. Yavaşça arkasına yaslanıp kızını göğsüne yasladı , dertli türküsünü mırıldanmaya koyuldu. Gözyaşlarına hakim olamadı Aynur. Türküyle beraber onlarda firar etti. Sahi dertlerinin dermanı var mıydı? Şüheda o ameliyat masasından kalkabilecek miydi , peki kalktığında nasıl bir hayata gözlerini açacaktı? Koskoca bir bilinmezlik vardı , iradelerinin dışında yaşayıp görecekleri yakıcı bir bilinmezlik... İçi yanıyordu. Aynur gözyaşlarını elinin tersiyle sildikten sonra eğilip kızına baktı , derin bir uykunun beşiğinde olduğunu anladığında yavaşça kalkıp yatağa yatırdı. Kızının yüzünde kuruyan yaşları acıyla izledi , küçücük yaşında bu denli bir yükü taşıyamadığının göstergesiydi kıpkırmızı ve şişmiş gözkapakları. Daha fazla dayanamayıp kızının üstünü örttükten sonra pencere kenarına ilerledi. Kızı günden güne gözlerinin önünde eriyordu. "İnşallah uyandığında acıkmış olmaz." Şüheda'nın bu kez de yemek için ağlaması acıyla yoğrulmuş yüreğini tekrar parçalardı. Ameliyat öncesinde belli bir süre aç kalması gerekiyordu. Şüheda bunu bilmiyordu ve öğrenmemesi daha iyi olacaktı. Aradan saatler geçti , Şüheda uzun süre deliksiz uyuyamayacağını hissetmiş gibi saatlerce uyudu. Odaya diğer çocuklarını kontrol edip gelen Murat da gelmişti. On yaşındaki Kenan'a ve daha iki yaşındaki Büşra'ya Aynur'un annesi bakıyordu. Aynur Şüheda'nın yanında refakatçiydi , Murat tek başına bomboş ve ıssız olan eve gidiyordu , kayınvalidesi onlara gitmesini teklif etmişti ama Murat yuva bildiği yerden kopamıyordu. Dağılmış olsa bile. Yıllar sonra kavuştuğu sıcak aile hayatı tepetaklaktı artık. Murat'ın elinden hiçbir şey gelmiyordu. Acısını yine içinde yaşıyordu, gözyaşlarını Aynur gibi akıtamıyordu. Karı koca uzun süre derin bir uykuda olan kızlarını gözlerini ayırmaksızın izledi. Bu belki de Şüheda'yı son görüşleriydi , bu ihtimalin varlığıyla onu izlemek ikisine de acı veriyordu. Üç çocukları vardı ama Şüheda başkaydı. Aynur onun varlığından haberdar olduğundan beri bu başkalığı hissediyordu. Onu doğurmayı çok istemişti , kendi canı pahasına istemişti , şimdi onu kaybediyordu. Dizlerinin artık onu taşıyamadığını hissedip yavaşça yere çöktü. "Büyüdüğünü görmek için neler vermezdim." Dedi Aynur , gerisi gelmedi. Gözyaşları gözlerini yakarak boşaldı , sesi çıkmasın diye eliyle ağzını kapattı. Yanında duran Murat'ın verecek bir tesellisi yoktu , o da kendini ağlamamak için zor tutuyordu. Burnunu çekip başını pencereye doğru çevirdi. "Babam gitti , sen yetimsin dediler. Evladımı toprağa verirsem bana ne diyecekler şimdi?" Boğazında düğümlenen hıçkırığı o anda koptu. Karısının yanına çöküp gözyaşlarını serbest bıraktı. Bir anne babanın en çaresiz anıydı. Verilecek teselli , söylenecek söz yoktu , bolca gözyaşı vardı. Odanın kapısı açıldı ve içeriye Şüheda'nın ameliyatına girecek olan doktor girdi. Ameliyat öncesi son kontrol için gelmişti. Yere çökmüş ağlayan karı kocayı görünce kaşları çatıldı. "Biz çocuğunuza moral verin diyoruz , sizin yaptığınıza bak." Diye çıkıştı. Cevap veremediler. Doktor onları odadan çıkardıktan sonra Şüheda'nın dosyasına baktı , değerleri normaldi yani ameliyat için hazırdı. Dışarıda bekleyen aileye ameliyat çıkışı güzel haberler vermek istiyordu. Küçük kızın masum yüzüne baktıktan sonra sessizce odadan çıktı. "Yarım saat sonra alırız ameliyata." Diye bilgi verip ayrıldı. Aynur yeniden yere çöktü , dayanamıyordu. Hem ameliyata girip iyileşsin istiyordu hem de “Biz elimizden geleni…” diye başlayan sözü duymaktan korkuyordu. Murat kendini toparlamayı başarmıştı , karısının ona ihtiyacı vardı. "Şüheda o ameliyat masasından kalkacak , güçlüdür benim kızım." Dediğine en çok kendi inanmak istiyordu Murat. "İnatçıdır , yaşamayı bırakmaz." Aynur da kocasına inanmak istiyordu. Dünya gözüyle kızının büyüdüğüne şahit olmak istiyordu. Murat karısına ve kendine çay alıp geldi. Dışarıdaki sandalyelerde oturdular , içeri girince acı gerçekler yüzlerine çarpıyordu. Her şeye rağmen umutlarını canlı tutmak istiyorlardı. Umut yaşamak için en büyük gereksinimdi, hayat asıl umut bittiğinde biterdi. İçeriden “Anne!” diye bir çığlık sesi geldi , Şüheda uyanmıştı. Aynur gözyaşlarını silip içeriye girdi , kızının yanında kesinlikle ağlamazdı. Şüheda uyurken damar yolu açılmış kolunun üstüne doğru döndüğü için acıyla derin uykusundan uyanmıştı. Güzel uykusu yine acı içinde sona ermişti. Aynur kızının yanına gelip sakinleştirdi onu. Saçlarıyla oynadı , son kez olma ihtimali ellerini titretmeye yetti. Murat getirdiği boya kalemlerini gösterdi , Şüheda istediği kalemleri görünce neşelenerek babasının boynuna sarıldı. Kısa süren bu mutluluk onlara yetti. Şüheda'nın en ufak bir tebessümü bile içlerini ısıtmaya yetiyordu. Bu kez odadan içeriye sedye ve ameliyat önlüğü getiren hasta bakıcı girdi. Her şey buraya kadardı. Odaya kasvet doldu. Aynur Şüheda'ya baktığında onda sessiz bir kabulleniş gördü. Sanki öleceğini hissetmiş gibi düşüncesi geçti aklından. İnsan kaderinden kaçamazdı. Hasta bakıcı hazır olunca çağırmalarını söyleyip dışarı çıktı , Murat da peşinden gitti. Aynur acıyla gülümsedi kızına. "Hadi anneciğim , bu mavi elbiseyi giyelim. Çok güzel olacaksın." Şüheda'yı kandırmaya çalışıyordu ama Şüheda her şeyin farkındaydı. İtiraz etmedi annesine. Aynur Şüheda'nın tüm kıyafetlerini çıkarıp morluklarla dolu vücuduna baktı. Her şey onun sağlığı içindi. Önlüğü giydirip arkadan bağladı. Bir taraftan da akan gözyaşlarını göstermeden silmeye çabalıyordu. Son olarak fazla uzun olmayan saçlarını toparlayıp kafasına boneyi geçirdi. Ona da pastacıların şapkası dedi. Şüheda’ya hayatının gerçeklerini oyun olarak sunmayı öğrenmişti. Şüheda yavaşça soğuk sedyeye uzandı. Başına geleceklerden çok korkuyordu. Titremesi bu korkudan mı yoksa soğuktan mı bilemedi. Hasta bakıcı sedyeyi itmeye başladı. Annesiyle babasını göremiyordu , tek gördüğü tavandaki bembeyaz yanan lambalardı. Beyaz ışıklar artık karanlıktan daha korkunçtu. Gözlerini sımsıkı kapattı , korkudan bacakları titriyordu. Sedyenin durduğunu hissettiğinde gözlerini ürkekçe açtı. Büyükçe bir kapının önündeydiler. Annesiyle babasının geldiğini gördü , onu bırakmamışlardı. Kekeleyerek "Ü.. üşüyorum." diyebildi. Murat hemen üstündeki hırkayı çıkarıp yeşil örtünün üstüne sardı. Aynur damar yolu olmayan elini sıkıca tuttu. Çaresizce bekliyorlardı. Şüheda biraz ısındıktan sonra konuşmaya başladı. "Büşra odamı dağıtmasın. Abim de bilgisayarımla oynamasın." Ailesinin eve geri döneceklerini söylemesini istiyordu. Aylardır hastanedeydi ve evlerini çok özlemişti. Eve döneceği tesellisine ihtiyacı vardı. Bilmediği şey ise kardeşlerinin evde olmadığıydı , evde oynamak için onu beklediklerini sanıyordu. Murat bonenin üstünden Şüheda’nın başını sıvazladı. "Merak etme , odanı kilitledik , hiçbir şeyine dokunamazlar. Dönünce sen açacaksın kapıyı." Şüheda duyduklarıyla gülümsedi. Demek eve dönebilecekti. Yanında bekledikleri otomatik kapı açıldı ve çıkan hasta bakıcı sedyeyi içeri doğru itekledi. Yolun bundan sonrasına Şüheda yalnız devam edecekti. Aynur ile Şüheda'nın kenetlenmiş elleri birbirinden çaresizce ayrıldı. Şüheda kapının kapanmasıyla yıkılan anne babasını görmedi. Gözlerini yine sımsıkı kapattı , derin ve kesik nefesler alarak sakinleşmeye çalıştı ama zordu. Korkuyordu. Sedye durduğunda gözlerini açtı. Birileri onu çarşaftan tutarak kaldırıp başka bir yere bırakmıştı. Tepesinde üç tane kocaman lamba vardı. Tuttuğu gözyaşları bu noktadan sonra serbest kaldı. Sırtına bir şeyler yapıştırıldı , kollarını açarak yan tarafta bir yerlere bağladılar. Tüm bunları yaparken Şüheda'yı sakinleştirmek için konuştular ama Şüheda onları dinleyecek durumda değildi. Kendine ne yapacaklarını korkuyla bekliyordu. Damarlarından sıcak bir sıvının aktığını hissetti. Bir kadın yumuşak sesiyle ona sayı saymayı bilip bilmediğini sordu. Şüheda başını salladı. Saymayı da hastanede öğrenmişti. Kadın bu kez ona kadar yüksek sesle say bakalım dedi. Yüzünün tamamını kaplayan bir maske tutuldu yukarıdan. Maskenin içinden gelen ve yüzünü gıdıklayan havayı hissedebiliyordu. Korku yavaşça bedenini terk etti , titreyen bacakları gevşedi. Saymaya başladı. Bir... Aynur yüreğine bir ağrının saplandığını hissetti. İki... Murat ellerini başının arasına alıp Allah'ım benim canımı al , kızımınkini bağışla dedi. Üç... Alparslan , evden kaçarak geldiği babasının mezarının başında gözyaşı döktü. Dört... Ceyda kilitlendiği karanlık odada korkudan altına kaçırdı. Beş... Şüheda'nın gözleri verilen narkozun etkisiyle yavaşça kapandı. Saatler sonra Şüheda'nın bağlı olduğu monitörde uzun bir çizgi göründü , bununla beraber tiz bir ses yankılandı ameliyathanenin duvarlarında. Şüheda'nın kalbi durmuştu. Tüm ameliyathane ekibi kan ter içinde Şüheda'yı kurtarmaya çalışıyordu ama Şüheda'nın yaşamaya niyeti yok gibi görünüyordu. Hayata dönmek istemiyordu. Ameliyathaneden bir hemşire dışarıda bekleyen aileye haber vermek üzere gönderildi. Hastanın geri dönmesi zor gibi görünüyordu. "Kızınızın kalbi durdu , her ihtimale hazırlıklı olun." Hayat o an karı koca için bitti. Tek bir cümle tüm dünyalarını yerle bir etti. Ameliyathanede üç dakika boyunca verilen uğraş sonuç vermişti. Monitörden tekrardan kesik kesik ritim sesleri duyuldu. Minik kız hayata ve göğüsleyeceği acılara tutunmuştu.
***********
Korkunun kaynağı gelecekte yatar. Kim gelecekten kurtulmuşsa korkulacak hiçbir şeyi yoktur.
Milan Kundera Korku insanı hayatta tutan en büyük güçtür. İçgüdüsel olarak işleyen korunma ve savunma arzusudur. Ve insanı en kolay şekilde etkisi altına alır. Yönetir , kullanır eğer anlıksa yaşatır. Doğasının dışına çıktığında zehirli sarmaşık misali sarar ve zehrini insanın iliklerine kadar hissettirir. Korkunun hüküm devri kaybedecek bir şey kalmayana kadar devam eder. Benim üstümdeki egemenliği de sona ermek üzereydi. Tek canım vardı yıllardır canla başla korumaya çalıştığım. Onunda önemi kalmayacaktı birazdan. İliklerime işleyen sebebini bilmediğim bu duygu yavaş yavaş bedenimi terk ediyordu. Demek ki insan olacak olanı engelleyemeyeceğini anladığında korkmayı da bırakıyormuş. Yapayalnızdım ve bildiğim tek şey Alparslan'ı aramam gerektiğiydi. Babamdan sonra güvendiğim ve bana yardım edebilecek tek kişiyi aramam lazımdı ama yatağın kenarına sinmiş öylece bekliyordum. Bir şey yapmam lazımdı ama vücudum kaskatı kesilmişti. Dışarıdaki bir yandan kalbim bir yandan sıkıştırıyordu. Artık olacak olan engellenmezdi. Kalkıp kıyafet dolabının düşen demirini elime aldım. Buradan çıkamayacaksam da korkakça ölmemeliyim. Madem ölümün kıyılarında yürümem gerekiyordu tempoyu biraz arttırmak lazımdı. Demiri sıkıca tutarken kapıya yavaş adımlarla kapıya doğru ilerliyordum. Demiri yukarı kaldırıp kapıyı açmaya hazırlanırken kapının ardındaki ses verdi. "Benim Alparslan. Şüheda içeride misin? İYİ MİSİN? CEVAP VER!!!" dedi kapının arkasından endişeli ses tonuyla. Derin bir nefes aldım. Onun sesini duyduğuma bu kadar sevineceğimi bilemezdim, sesini duyduğum anda stresim yerini güvene bıraktı. Demiri yavaşça kenara bırakıp kapıyı açtığımda hiçbir şey demeden hızla içeri daldı. "Daha önce söyleseydin ya benim diye kalbime iniyordu , manyak herif." Böyle bir zamanda hala ona hesap sorma peşindeydim. Tehlike anında tuhaf davranışlarım olduğu gerçeğini kabul etmem gerekiyordu. Odanın ışığını açmama izin vermeden hazırladığım valizimi eline aldı. "Telefonun neden kapalı neyse hadi hemen buradan gidiyoruz." Neler oluyordu ve nereye gidiyorduk ayrıca telefonum neredeydi? Söylediklerini idrak edemedim birkaç saniye. Böyle ani duygu değişimleri bünyeme iyi gelmiyordu. "Ne oluyor , nereye gidiyoruz?" Bir taraftan da sırtıma sardığı montumu giymeye çalışıyordum. Bu ani gidişimizin dışarıdaki olaylarla ilgisi var mıydı? Tabi ki vardı , iyice saçmalamaya başlamıştım. "Konsolosluğa , havaalanında da eylem başlamış." Kısa açıklamasından sonra tek kelime etmeden ona uydum. Hazırladığım çantamı da diğer eline aldı , apar topar hazırlamaya çalışıyordum ama elimin ayağıma dolaşması bana hiç yardımcı olmuyordu. Beş dakika içinde odadan ayrıldık. Birkaç gün önce otele girdiğimiz yerden çıktık ve dışarıdaki siyah araca bindik. Şoför bizi bekliyormuş olmalıydı ki biz binince hiçbir şey söylemeden arabayı sürdü. Arabanın içinde süren sessizliği zangır zangır titreyen çenem bozuyordu. Korkudan mı yoksa soğuktan mı titrediğimi kestiremiyordum. Londra'ya gitmek kariyerim için dönüm noktası olacak diye düşünmüştüm , kariyerim hakkında kesin konuşamasam da hayatım için kesinlikle dönüm noktasıydı. Bundan sonra ya hayatıma bir korkak olarak devam etmeme sebep olacaktı ya da her anlamda her türlü riski alan ve hiçbir şeyden korkmayan cesur biri olarak. Her iki ihtimalde beni değiştirecekti. Ben ikinci ihtimalin yaşanacağı kanaatindeydim ki az önce Alparslan seslenmeseydi neler yapabileceğimi görecektim. Alparslan titrememi fark etmiş olacak ki boynundan atkısını çıkarıp benim boynuma sardı. Bu yaptığına ne bir tepki verebildim ne de tek kelime edebildim. Onun gözünde nasıl biriydim kim bilir? Korkak olduğumu düşünüyordu muhtemelen zaten aksini iddia edemezdim bu durumda. Korkmuştum ama içimde uyuyan cesur kadının uyanmasına az kalmıştı. "Kaloriferi açabilir misiniz? Hava soğuk." Dediğini duydum , benim için istiyordu. Şoför hafif bir baş hareketiyle beraber kaloriferi açtı. Kaloriferin çıkardığı uğultulu sesle beraber yayılan sıcak hava titrememi azalttı. Burnuma gelen hafif ve ferahlatıcı kokuyla istemsizce gözlerimi kapattım. Değişik ama hoş bir koku yayılıyordu atkısından. Laboratuvar kokularından ayırt etme duyum körelse de parfümün baskın kokusu çok tanıdıktı. Bergamot... İnce deniz notasıyla kendini belli eden bergamot... Baskın olan bergamot olsa da cılız bir deniz esintisi de kendini hissettiriyordu. Parfüm zevki bile bir başkaydı. Huzur veriyordu insana. İçinde bulunduğumuz durumdan bir süreliğine sıyrılıp bu kokunun yasemin eklenmiş olanından bulabilir miyim diye düşündüm. Güzel bir karışım olurdu. Dışarıda bağrış çağrış seslerinin şiddetlenmesine karşın titremem azalmıştı. Kaloriferin üflediği sıcak hava ve burnuma gelen bergamot henüz açılmamış uykumu geri getirmeye yetmişti. Yarı uyuklar geçirdiğim yarım saatlik bir yolculuk sonunda konsolosluğa ulaştığımızda bizden başka gelenlerin de olduğunu gördüm. Kapıda karşılayan görevliler bizi bekleme salonuna aldılar. İçeri girerken geniş koridordaki boy aynasından kendimi gördüm. Siyah montum , altında ona tezat görünen giyerken paçalarını botumun içine koyduğum pembe çizgili pijamam , başımda baykuş figürlü uyku bandı ve birbirine girmiş saçlarım. Kepazelik... Uyku bandını görene kadar başımda olduğunu bile hissetmemiştim. Yavaşça başımdan çıkarıp elime aldım , görüntümü ne kadar düzelttiği bilinmez. Ceyda'nın jet lag olursam kullanmam için verdiği uyku bandını ne diye takmıştım ki? Kelimenin tam anlamıyla kepazelik. Alparslan beni sürekli saçma sapan kılıklarda görüyordu. Aklımdan yer yarılsa da içine düşsem düşüncesi geçiyordu , bu utanç bana kırk yıl yeterdi. Canımı kurtarınca kılığımın derdine düşmüştüm hemen. Benim bu yarı uyuklar görüntüm karşısında Alparslan gayet düzgündü. Hiç uyumamıştı ve otelden ayrılma ihtimalimize hazırdı. Bana zahmet edip haber vermemişti. Az sonra içeri yetkili kişiler girdi. Hapsi takım elbiseli ve gecenin bu saatinde hiçbir uyku belirtisi göstermeden jilet gibi duruyordu. Konsolos olduğunu düşündüğüm adam konuşmaya başladı. "Öncelikle hoş geldiniz. Sizler için acil bir tahliye protokolü hazırladık. Havaalanlarında eylem nedeniyle uçuşlar iptal edildi. Sabah olunca bizim ayarladığımız araçlarla diğer eyalete geçiş yapacaksınız yardımcım size eşlik edecek sonrasında oradaki havaalanından Türkiye'ye dönüşünüz gerçekleşecek. Tabi yolculuk öncesinde üstünüzü değiştirmek ve dinlenmek isterseniz size yardımcı olacaklar." Yanındaki kadın ve adamı eliyle gösterdi. Kesinlikle isterdim. Üst kattaki bana gösterilen odada valizimden kıyafetlerimi çıkarıp üzerimi değiştirdim. Zorlukla telefonumu buldum ve şarja taktım. Hangi mantıkla sırt çantama koymak yerine valize koymuşum hiç bilmiyorum. Gitmemize bir saat kadar vardı ve herkes bir tarafa dağılmıştı. Alparslan'ın siyah atkısını elime alıp odadan çıktım. Karanlıkta pijamalı halimi çok fazla görmemiş olmasını umuyordum. Onun nerede olduğunu bilmiyordum , etrafa bakınarak bulacaktım. Merdivenlerden kimseyi rahatsız etmemeye özen göstererek alt kata indiğimde Alparslan pencerenin önüne dikilmiş dışarıyı seyrediyordu , beni görünce tamamen bana döndü. "Teşekkür ederim , tüm yaptıkların için." Uzattığım atkıyı alırken dudakları yana kıvrıldı. "Gitmemize daha var uyusan iyi olur." Dedi. "Uykum açıldı bir kere daha da uyuyamam." Derin bir iç çektim. Gözlerim yanıyordu ama uykum kaçmıştı. Hem birazdan güneş de doğacaktı. "Gece çıkmayı bende istemezdim ama her şey aniden gelişti." "Sen günlerdir konsoloslukla irtibatta mıydın?" Benim iki gündür odamda öylece beklememe karşılık o yine kurtarıcı rolünü üstlenmişti. "Evet , sana da gitmemize bir engel olmadığı için söylememiştim ama uçuşlar iptal edilince aradılar. Bende seni arayıp ulaşamayınca soluğu kapında aldım." Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Beni düşünmesi aşırı hoşuma gitmişti. "Beni de düşündüğün için sağ ol. Bu arada omzun nasıl oldu?" Beni korumak isterken vurulduğu gerçeğini hatırladım. O günden beri yüz yüze gelmemiştik , nasıl olduğunu gerçekten merak ediyordum. "Otelde bi doktor kalıyormuş , o baktı sorun yok. Verdiğin ağrı kesici de iyi geldi." Omzunu ovuşturdu. Hatırlatınca sızlamış olmalıydı. "Ailene iyi olduğunu haber verdin mi? Merak etmişlerdir." Gündüz konuşmuştum. Şimdi niye böyle bir soru soruyordu? "Eylem haberi akşam ajansında son dakika olarak verilmiş." Sözlerini tamamlayarak soru işaretlerimi ortadan kaldırdı. Benim haber bağımlısı babam kesinlikle akşam haberlerini kaçırmazdı , dolayısıyla olanları öğrenmemiş olması pek mümkün değildi. Ben cevap vermeden yanımıza çalışanlardan birisi geldi. Direkt bana hitaben konuştu. "Şüheda Kuzgun siz misiniz?" Bendim de neden disipline giden öğrenci gibi çağrılıyordum şu an? "Evet de bir sorun mu var?" Tedirginlikle sordum , pasaportumda bir sıkıntı çıkması işten bile değildi. Gerçekten tek dileğim bir an önce ülkeme dönmekti. "Benimle gelin lütfen , babanız aradı sizinle konuşmak için hatta bekliyor." Açık ve net bir açıklama yaptı. Babamın konsolosluğu aramış olması beni şaşırtmadı ama Alparslan şaşkındı. Babam gerçekten benden haber alamayınca arardı daha önce de yapmıştı. Lisede hafta sonu deneme sınavına giderdim yine okula denemeye gittiğim bir gün sınav saati değiştiği için geç bitmişti. Babam bana ulaşamadığı için müdür yardımcısının numarasını bulup onu aramıştı. İlkokulda farklı bir servis bıraktığında şoförü arayıp bırakanın o olup olmadığını teyit etmişti. Bunun gibi daha neler neler yapmıştı ve bu kadar ileri gidebileceğini tahmin etmeliydim. Sana bir şey olursa dünyayı yakarım dese inanırdım. Şimdi telefonumun neden kapalı olduğuna dair uzun bir fırça yiyecektim kendisinden. Haksız sayılmazdı , böyle bir durumdayken telefonumun kapalı olması doğal olarak başıma bir şey geldiğini düşündürürdü. Telefonu elime aldığımda sesimin titremesine engel olamadım. Tüm gardımı indirmiştim. Babasına sığınan küçük kız çocuğundan farkım yoktu. "Baba..." Şu an ağlama isteğiyle dolup taşmıştım ama yapmayacaktım. Gözyaşlarımın akmaması için gözlerimi tavana diktim. "Şüheda , o telefon neden kapalı , yanında süs olsun diye mi taşıyorsun sen onu ha?" Sanırım iyi olduğumu öğrenmiş ve içi rahatlayınca da kızmaya başlamıştı. "İyiyim baba çok sağ ol. Ayrıca şarjım bitmiş , gece vakti telaşlanmayın diye de aramadım." Mükemmel savunmamdan sonra ses tonunu düşürdü. Kızmasına değil tesellisine ihtiyacım vardı. "Kendine çok dikkat et , sizi oradan çıkaracaklar. Telaş yapma , panikleme , sakin ol devletimiz vatandaşını kaderine terk etmez." Kızının hasta olduğunun farkına da varmış olmalı ki daha önce binlerce kez verdiği tesellileri şimdi bilmem kaç kilometre öteden de veriyordu. Basit ve ezberlenmiş cümleleri bile içimi ısıttı. "Tamam , anneme de söyle içini ferah tutsun iyiyim." Konuşurken sesim çatallaşmaya başlamıştı. Telefonu kapatmasaydım ağlayabilirdim , gözlerim dolmuştu bile. Kimseye bu halimi belli etmeden çıkmak için kapıya yöneldiğimde beni izleyen Alparslan'ı gördüm. Yanından geçerken "Ailenin seni düşünmesi güzel." dediğinde içimden bir parça koptu sanki , ailesiyle sorunları olabilirdi ya da daha kötüsü ailesi olmayabilirdi. Aile bazıları için ödüldür , benim için öyleydi , bu hayattaki en büyük şansımdı onlar benim. Ama ilk defa ailemin olması mutlu hissettirmedi. Gözlerinde tekrardan onu ilk gördüğümdeki ifadeyi gördüm. Bakışlarının ardına saklanmış acı çeken çocuğu... O sırada Türkiye'ye dönecek olanlardan biri gelip bizi kahvaltıya çağırdı. Alparslan önden geçmem için çekildiğinde tüm vücudum kasıldı , gözlerine hiç bakmamalıydım. Gerçekten garip bir ortamdaydık. Protokollerin , büyükelçilerin , bakanların ağırlandığı büyük toplantı salonunda hep beraber kahvaltı yapıyorduk. İlk geldiğimiz zamana nazaran daha sessizdi herkes. Şimdi ne olacak şaşkınlığı yaşıyorduk. İlk defa bunu yaşıyordum , daha öncede birkaç ülkeye gitmiştim ve bu olayla birlikte İngiltere son olacaktı muhtemelen. Annem beni bundan sonra şehir dışına bile tek başıma göndermezdi. Alparslan düşünceli bir şekilde oturuyordu ve hiçbir şey yememişti. Ona olan bakışlarımı üstünde hissedince başını kaldırıp bana baktı. Ciddi duruşunun ardında neler saklıyordu acaba? Tek kelime etmeden yemeye devam ettim. Söyleyecek sözüm var mıydı? Bilmediğim bir konuda neyin tesellisini verebilirdim? Kahvaltıdan sonra eşyalarımı almak üzere odalara dağıldık. Bize tahsis edilen üç ayrı araçla dört saatlik ilk yolculuğumuz birazdan başlayacaktı ve ben gergindim. Sorunsuz bir şekilde geri dönmek istiyordum. Herkes yerleştikten sonra araçlar hareket etti. Şoför stresimi gidermek için ellerimle oynadığımı aynadan görmüş olacak ki "Merak etmeyin araç kurşun geçirmez ayrıca güzergahımız güvenli bir sorun çıkmayacaktır." dedi. Alparslan'ın vurulduğunu hatırlayınca kurşungeçirmez olması içimi bir nebze rahatlattı. Yol boyunca geçen araçları saydım. Böylelikle zaman daha çabuk geçti. Havaalanına ulaştığımızda annemi aradım. Keşke tüm anneler evlatlarından iyi haberler alabilseydi. Annemle konuştuktan sonra herkesin bekleme alanındaki oturaklarda oturur şekilde uyukladığını gördüm. Uçağın kalkmasına daha iki saat vardı ama en azından aktarmalı değildi. Alparslan ortalıkta görünmüyordu bir süre daha görmesem iyi olurdu , pijamalarımla olan rezilliğimi unutmam lazımdı. Zor ve hareketli bir geceydi , benimse hiç uykum yoktu. Bir süre camdan uçak pistini izledim. "Sütlü aldım ama içersin değil mi?" Gelen sesle arkama döndüğümde elindeki kahvelerden birini bana uzattı. "İçerim , teşekkür ederim." O yanımda yerini alırken tekrardan dışarıyı izlemeye daldım. "Dönüş planın çok da gecikmedi , öğlen yerine akşam ülkemizde olacağız.” "En azından ama daha normal bir şekilde dönmek isterdim tabi." Söyledikten sonra acı gerçeğin farkına vardım , bu olayı hafızamdan silinmesi ya da onun hafızasından silinmesi lazımdı. Güldü , resmen güldü , halime güldü. O paspal halim keyiflendirmişti onu. Hafifçe yaralı olmayan omzuna vurdum. "Bütün bu olaylara rağmen mutlu olmamız lazım." Uçak pistine bakmaya devam etti. "Vatandaşına sahip çıkan bir ülkede yaşıyoruz , şu an daha kötü bir durumda da olabilirdik." Haklıydı. Konsolosluğa geldiğimizde gece vakti net olarak göremesem de al bayrağın dalgalandığını bilmek bile güven vermişti. Şimdi de buradan gidecektik. "Pek kıymetini bilemiyoruz ama. Dışarıya özentimiz bitmiyor." Onun bu konudaki düşüncelerini merak ediyordum ama kendimi iyi ifade edebildiğimden emin değildim. Benimle aynı fikirde olmasını önemsiyordum nedensizce. Ben onun düşüncelerini neden bu kadar önemsiyordum? "Hala ülkesini iyi yerlere getirmek için çabalayanlarla yola devam ederiz bizde. Yurtdışında yaşamak isteyen gidebilir , onlar çok iyi biz onlar gibi olamayız diye aşağılık psikolojisine girenler olabilir , onlar medeni diye alafrangalık yapacaklar çıkabilir ama unutma ülkeyi yarınlara taşıyacak olanlar koşulsuz seven ve inanlardır." Sesindeki kararlılık büyük işler başaracağının habercisiydi. Bu şekilde konuşması ona olan hayranlığımı katlıyordu. Onu saatlerce dinleyebileceğimi o an anladım. Düşünce yapılarımızın bu denli uyuşması çok heyecan verici gelmişti. Keşke aynı alanda çalışma fırsatımız olsaydı diye geçirdim içimden. Onunla aynı ekipte olmak bile bambaşka bir tecrübe olurdu kesin. Sözlerini duyduktan sonra yüzüme yerleşen gülümsemeye engel olmadım. "Bağlılıkta önemli bence. Ülkeyi paraya , bir ödüle , lüks bir yaşama değişmeme cesareti ve bağlılığı göstermek lazım sonrasında. Bağlılık olmazsa öncekilerin bir anlamı kalmaz." Bunu çok sevdiğim bir yazarın yaptığını öğrenince bağlılığın diğerlerinden daha üstün olduğuna karar vermiştim. Bu seferde onun gülümsediğini gördüm. Tuhaf bir şekilde gözleri de gülüyordu bu sefer. Çok bakmadan önüme döndüm. "Herkesin yapabileceği bir şey değil bu , yürekten sevmek gerek." Bir süre konuşmadan pistteki uçakları izledik. Artık kahveye rağmen yavaş yavaş uykumun geldiğini hissedince bekleme alanına geri döndüm. |
0% |