Yeni Üyelik
8.
Bölüm

6.DENGELERİ DEĞİŞTİREN YALAN

@dilhun

Yeni bölüm biraz geç geldi ama henüz çok okuyucum olmadığı için bunun çok da önemli olduğunu sanmıyorum. Hikayenin kilit noktasına gelmiş bulunmaktayız bundan sonrası daha eğlenceli olacak. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. HİKAYEDE GEÇEN OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR.

************

Elindeki paraları dikkatlice saydı Alparslan. Alacakları abur cuburlara tam yetiyordu. Demir'i beklemeye başladı. Durduğu ağacın dibinden gelen geçeni seyrederek vakit geçirmeye çalışıyordu. Nerede kaldığını iyiden iyiye merak etmeye başlamıştı. Yoksa halam para mı vermedi diye düşünmekten kendini alamıyordu. Tek mutluluk kaynağı da elinden alınmamalıydı.

Her cuma günü namaz çıkışı köyün çocukları bakkaldan abur cuburlarını alır , ekin tarlalarının yukarısındaki tepeye çıkıp oradan havadaki tayyareleri seyrederlerdi. Akşam ezanı okunana kadar da evlere dağılmazlardı. Cuma namazı çıkışı Demir hemen eve uğrayıp geleceğini söylemişti ama hala görünürlerde yoktu.

Geç kalmışlardı , en güzel yeri Berat ve Cengiz kapmıştır kesin diye içinden geçirdi. Onlarda bakkalın yeni getirdiği sakız ve dondurmalardan alıp öyle çıkarlardı tepeye. Yaz sıcağında dondurma yiyerek geçen uçakları izlemekten daha büyük bir zevk olamazdı Alparslan için.

Binanın giriş kapısının açıldığını gördü. Demir elindeki koca bir poşetle ona doğru geliyordu. "Nerede kaldın? Herkes gitti çoktan , yerimizi de kapmışlardır şimdi." diye umutsuzca söylendi.

"Geç kalmama değecek bir şey getirdim." Sevinçle elindeki poşetin içini gösterdi kuzenine. Babasının getirdiği Niğde gazozlarından birini almak için annesine yalvarmıştı. Sonunda da istediğini elde etmişti.

"Bardakta getirdim , buz gibi koca bir şişe gazoz. Bu sefer abur cubur almayalım sonrakinde daha çok paramız olur."

Tam gidecekleri sırada balkondan Zeliş halanın seslenmesiyle dönüp ona baktılar. "Akşama geç kalmayın sakın. Alparslan bu akşam bizde kalırsın ,ben babamı arayıp söylerim." Alparslan başını salladı sadece. Demir ise bu duruma en çok sevinenlerden biriydi.

"Akşam bilgisayar da oynarız hem , yarında hafta sonu geç saatlere kadar uyumayız." Demir'in neşeli planları Alparslan'ın umurunda bile değildi. Sadece başını sallıyordu , çoğunu dinlemiyordu bile. Onun derdi sürekli birilerinin yanında kalmasıydı , eskiden her akşam gideceği bir evi vardı , şimdi o evin kapısına kilit vurulmuştu. Sürekli birilerinin yanında kalıyordu , eşyaları belli bir yerde değildi artık , kıyafetleri için bir dolabı da yoktu. Dün amcasında kalmıştı , bugün halasında kalacaktı yarın ise kim bilir nerede. İtiraz etmiyordu artık hiçbir şeye , zaten değişen bir şey olmayacaktı , onun hayatı birilerinin elinde oyuncak olmuştu. Kim hangi tarafa çekerse o tarafa gitmekten başka çaresi yoktu.

Daldığı düşüncelerden onu uçakların kulakları uğuldatan sesi kurtardı. Yaklaşmışlardı tepeye. Demir'in zorlanarak çıktığını görünce ona yardım etmek istedi. "Birazda ben taşıyım , sen yoruldun." Dedi. Demir'in şakaklarından aşağı ter damlaları süzülmeye başlamıştı.

Alparslan elindeki poşete uzanmaya çalıştığında Demir hızla geri çekti. "Kesinlikle olmaz. Annem duyarsa çok kızar." Başıyla az ilerideki diğer kuzeni Kadir'i işaret ediyordu. Kadir İlyas'ın oğluydu ve Alparslan'dan pek hazzettiği söylenmezdi. Babası Alparslan'a ne zaman en ufak bir ilgi gösterse kıskançlıktan deliye dönüyordu ,her fırsatta Alparslan'ı ve onun yancısı olarak gördüğü Demir'i kötülüyordu. Annesinin de ondan aşağı kalır yanı yoktu, Seher'in oğluna bakmak zorunda olmayı kendine yediremiyordu. Ara sıra kendi gitti , oğlu başımıza kaldı diye söylendiği de oluyordu.

Kadir'in Alparslan'a özenmesi kadar saçma bir şey olamazdı. Ona verilen daha fazla harçlığı , alınan yeni kıyafetleri ve gösterilen sevgiyi istiyordu. Kendisinin Alparslan'dan daha şanslı olduğunu kabullenmek istemiyordu. Hiçbiri Alparslan'ın umurunda bile değildi , artık bir ailesi yoktu yeni kıyafetleri ne yapacaktı? Herkesin aksine Kadir'e kızmıyordu çünkü insan hep kendinde olandan daha fazlasını isterdi , herkes kendini sevsin isterdi.

"Giderken ben götürürüm o zaman , eve girmeden sana veririm." Kıyamıyordu Demir'e , ondan daha çelimsizdi. Sessizce yürümeye devam etti. Alparslan kendi de çocuk olmasına rağmen diğerlerinden daha olgundu. Büründüğü sessizlik düşünce yapısını çok geliştirmişti. Ama onunda yanlışları vardı ,annesini yaşamasına rağmen babasıyla beraber gömmüştü.

Tepeye ulaştıklarında büyük bir kayanın önünün boş olduğunu gördü Demir. Hemen koşup oturdu , bardaklara gazozu doldurup yanındaki Alparslan'a uzattı. Bulutlarla süslenen gökyüzünü seyre daldı tüm çocuklar. Demir bitmek bilmeyen sorularına bir tane daha ekledi. "Sence nereye gidiyor bu uçaklar?"

"Uzak diyarlara... Rize'ye mesela." Sesinde bariz bir hüzün vardı. Rize uzak değildi , haritadan bakmıştı , yakındı aslında. Ama bir o kadar da uzak. Annesi Rize'deydi ,onun için Rize dünyanın en uzak yeriydi.

"Bir gün bizde biner miyiz Alparslan? Amcam askere giderken binmiş , yerdeki insanlar karınca gibi görünüyormuş... Koca insanlar nasıl karınca olur ki amcam da çocuk kandırıyor sanki." Demir yine uzun uzun bir şeyler anlatmaya girişmişti ama Alparslan çoktan uçakları seyre dalmıştı. Demir'i duymuyordu bile.

"Yere yakın uçsalar ya. İzlemesi daha zevkli olurdu." Kendini kaptırıp izlerken kendi kendine konuşmaya başlamıştı.

İzledikleri uçaklar askeri pilot adaylarının eğitim yaptıkları uçaklardı. Her cuma öğleden sonra ve her çarşamba sabah uçakların uçtuğunu ezberlemek çocuklar için zor olmamıştı. Okuldan sırf uçakları izlemek için kaçtıkları bile oluyordu. Neyse ki şimdi yaz tatilindeydiler ve haftanın iki günü rahatlıkla uçakları izleme fırsatı buluyorlardı. Tek sorun kavurucu sıcaktı ,akşamüstü güneşi oturdukları tepeye vuruyordu ama onu da soğuk atıştırmalıklarla hallediyorlardı. Uçakları izlemek için güneşe seve seve katlanıyorlardı.

"Bu kaçıncı uçak saydın mı Alparslan?" Demir bu zevkin ne zaman biteceğini öğrenmek istiyordu. Gel zaman git zaman çocuklar kaç tane uçağın geçtiğini de öğrenmişlerdi. Cuma günleri on tane , çarşamba günleri sekiz tane uçak kalkardı. Her biri yarım saate yakın uçuş yapıp inişe geçerdi , bazıları daha erken inerdi.

"Beş oldu ama dördüncü uçak erken indi." Heyecanla kuzeninin sorusuna cevap verirken uçaktan gözlerini bir saniye bile ayırmıyordu. Sebepsizce izlemek onu hayatındaki tüm karmaşadan , yalnızlıktan , acınan çocuk olmaktan kısa bir süreliğine koparıp özgürleştiriyordu.

"Gazoz doldurayım mı? Bir bardaklık kalmış." Alparslan aslında ne demek istediğini anladı. Bende içmek istiyorum ama önce seni düşünüyorum demekti. Tüm ailenin yaptığını Demir'in de öğrenmesi canını sıktı.

"Yarı yarıya doldur o zaman."

Hava kararmaya başlarken son uçakta piste iniş yaptı. Mahallenin çocukları da bir araya toplanıp evlerinin yolunu tuttular. Alparslan ve Demir beraber yürürken Kadir yanlarına yaklaştı , Alparslan'dan üç yaş büyüktü ve hem boy hem de kilo bakımından onlardan fazlasıyla iri duruyordu.

"Alparslan , annem yemeğe gelsin dedi. Yetime bakmak sevaptır." Yalan söylüyordu , annesi babasının zoru olmasa hayatta çağırmazdı , zaten iki çocuğa bakıp evin işleriyle uğraşıyorum derdi hep bahane olarak. Kadir her fırsatta Alparslan'a yetimliğini hatırlatıp onu üzmeyi kendine vazife bellemişti kaç zamandır. Onu evlerinden göndermek için yaptıkları hırsını söndürmeye yetmemişti.

"Sağ olsun yengem , halam çağırdı." Alparslan artık ne yapmaya çalıştığı anlamıştı ama bundan sonra onu sevindirmeyecekti. Hem yengesinin de içten içe annesinin gitmesine sevindiğini çok iyi biliyordu ; ezeli rakibi , evin favori gelini artık yoktu.

Demir daha fazla sessiz kalamadı , zaten Kadir'i hiç sevmezdi. "Aldın cevabını hadi git evine ananın tatsız tuzsuz yemeklerini ye." Alparslan Demir'in koluna hafifçe vurarak susması için uyardı ama Demir susmadı.

Normalde Alparslan Demir'i korur kollardı ama yarasına basınca sesi çıkmıyordu. Bu kez de Demir pençelerini çıkarıp dostunun yanında oluyordu. Sırtını sıvazlayıp "Gidelim." dedi sessizce Alparslan'a.

Evin olduğu sokağa doğru yürümeye başladılar. Alparslan bir kez daha annesine kızdı , bir kez daha onu suçladı , bir kez daha ona kırıldı. Uzakta da olsa nazı ona geçiyordu. Sen gitmeseydin , benim üstüme gelemezdi kimse dedi içinden , annesiyle konuşuyormuş gibi.

O yeni serpilip boy veren bir ağaçtı. Babası ardındaki dağdı , dağı yıkıldı. Rüzgar vurdu bağrına , yapraklarını kopardı. Annesi yerde topraktı , kökleriyle sarmasına rağmen altından kayıp gitti. Dalları kurudu , olduğu yerde küçülüp kaldı öylece.

Eve girdiklerinde Zeliş sofrayı kurmuştu. "Hadi çocuklar, ellerinizi yıkayın."

İkisi de önce girebilmek için banyoya koşturdu. Demir son anda yavaşlayıp kuzeninin geçmesine izin verdi. Bunu önceleri annesi tembihlediği için yapıyordu artık içinden gelerek. Alparslan'a acımıyordu sadece mutlu olsun istiyordu. Onun eski neşesinin yerinden yeller estiğinin farkındaydı.

Aynı havlunun uçlarından tutarak beraber ellerini kuruladılar. Yemek sofrasında sessizdi herkes. Yemekten sonra en sevdikleri çizgi filmin karşısına geçtiler. Yanlarına gelip diğer kanalı izlemek isteyen Deniz'i umursamadan izlemeye devam ettiler. Bölümleri kaçıramazlardı. Okulda herkes çizgi filmler hakkında konuşuyordu.

Heyecanlı bir şekilde izlerken kapanan televizyonla siniri tepesine çıktı Demir'in. "DENİZ!" diye bağırdı sinirle, ondan başkası kapatmazdı. Alparslan bir şey demedi ,misafirdi bu evde , bir söz hakkı yoktu. Aynısını kendi evlerinde Cihangir yapsaydı o da sinirlenirdi belki.

Televizyonu kapatanın babası olduğunu görünce Demir sesini kesti. "Gelin yanıma çocuklar. Size ne aldığıma bakın." Ahmet elinde büyük bir koliyle onlara bakıyordu.

Meraklı bir şekilde kanepeye iliştiler. Kapanan çizgi filmi çabucak unutmuşlardı. Ahmet’in elindeki koli daha çok ilgilerini çekmişti. Kolinin açılmasını meraklarına rağmen sessizce beklediler.

Açılan koliden pilot bröveleri ve uçak maketleri çıktı. O an ki sevinçli sesleri tüm evi doldurdu. Metal bröveleri hemen yakalarına taktılar. O sırada Ahmet de kolinin dibindeki minik üniformaları çıkarmakla meşguldü. Çocuklar üniformaları görünce bağrışları daha da arttı , hemen alıp giymek için odaya koştular.

Bu görüntüyü buruk bir şekilde izleyen Zeliş kocasına sıcacık bir gülümsemeyle baktı. Alparslan'ı böyle mutlu ettiği için minnettardı ona. Ahmet Ankara'daki Hava Kuvvetlerinde çalışan bir ahbabından rica minnet isteyip getirtmişti. Demir'in uçaklarda Alparslan kadar hevesi olmadığını biliyordu ama araya kıskançlık girmesin istemişti.

Alparslan o gece üniformayı ve bröveleri başucuna koydu. Babasının getirdiği üniforma cenazeden sonra o hengamede kaybolmuştu. Sonrasında da sormaya dili gitmemişti. Babasının cenazesinde giydiği üniformayı bir daha giyemezdi ya. Bir gün askeri pilot olacaktı ve o brövelerin gerçeğini takacaktı göğsüne.

"Demir , o gördüğümüz uçaklardan birini de büyüyünce ben uçurur muyum dersin?" Aşağıda yer yatağında yatan Demir'e seslendi. Güzel bir hayaldi , gökyüzünde olmak. Bu hayale inanmak istiyordu.

"Tabi uçurursun hem aşağıdan insanlar karınca gibi mi görünüyor bana söylersin." Diye cevap verdi Demir yarı uykulu bir sesle. Alparslan kafasını aşağı doğru sarkıttı , heyecanlı bir sesle konuştu. "O uçaklara tek kişi binmiyorsa seni de bindiririm kendin bakarsın."

Demir yüzünü buruşturdu. "Ben yüksekten korkarım oğlum. Aşağıdan izlerim seni , o bana yeter." Sözünün sonunu esnemesiyle beraber yuttu. "Gökyüzü özgürlüktür ,insan özgürlükten korkar mı oğlum." Bu gökyüzü özgürlüktür lafını bir kitapta görmüştü. Şimdi ise Demir'e hava atmak için söylüyordu.

"Yere inmeyecen sanki." Diye homurdandı , bu süslü lafları hiç sevmezdi.

Alparslan karşılık vermeden edemedi. "Hep havada kalacak uçak yaparlarsa inmem."

"Hadi Alparslan yat zıbar. Sabah annem üstümüze su döküp kaldırır valla." Uyku iyice bastırmıştı , gözlerini açık tutamıyordu artık.

Alparslan tekrardan yatağına kuruldu. Yerde ona yapılan tüm kötülüklerden kendini soyutlayıp gökyüzüyle baş başa kaldı. Tüm her şeyi unuttu , gökyüzünü kendine yeni ev belledi , bir tek oraya sığdı.

Yeryüzünün mutsuzluğundan kaçanlar göğe sığınırdı ama o mutsuzluk kuyruk olup peşlerinden gelirdi.

 

 

 

 

**************

 

Söylenen yalan mıdır bizi hayal kırıklığına uğratan yoksa söyleyene olan inancımızın kalan son damlalarına çöken hüzün mü?

Hep en mükemmelini arardı insan. İnsanların içinde hem iyilik kazanının hem de kötülük kazanının kaynadığını unuturdu. Kendi içinde kaynayan kazanlardan da bihaberdi. Hangi kazanın altına odun atarsan o harlanırdı. İyilik kazanını harlamak kötülük kazanını yok edemezdi. Bu gerçek çok çabuk unutulurdu. İyi hep iyi olsun , hep mükemmel olsun istenirdi. Kaynayan kötülük kazanının buharını hissedince iyiyi silmek an meselesiydi.

İtiraz etmemiş olması şaşırtmamıştı ama bu olanları açıklaması gerektiği gerçeğini değiştirmiyordu. Derin bir nefes aldım , birazdan yaşanacaklar için kendimi hazırlamam lazımdı. Bana vermesi gereken bir hesap vardı.

Bakışlarımı gözlerinde sabitledikten sonra "Neden?" diye sordum. Sesim olması gerekenin aksine sakindi. Basit bir soruyla başladım , cevabı onun ne anladığına göre değişecekti. Ben ona bakarken o inatla boşluğa bakmayı tercih ediyordu. Benim sinirlerimle oynamaya yemin etmiş gibi bir hali vardı. Bir süre öylece bekledi , ne soruma cevap verdi ne de başka bir şey dedi. Sanki doğru kelimeleri seçmek istiyordu. Saniyeler benim sabrımı zorluyordu.

Bankın diğer ucuna oturdu. "Bana ait olanı geri verecek misin?" Sessizliğini benim soruma cevap vermek yerine yine kendi bildiğini okuyarak bozdu. Şaşırmadım , daha öncede aynı şeyi yapmıştı. Bu sakinliği en sonunda delirtecekti beni. Sana ait olanın bende ne işi var sorusunun tam yeriydi ama sormadım. Derin bir nefes alıp sakinliğimi koruyarak sordum zira içimdeki sinirin dışarı çıkması için daha erkendi. "Bana açıklama yapman gerekmiyor mu?" Çok saçma bir soruydu , karşımdaki adam sadece kendi istediği kadarını söylüyordu ama benim hayatımı da etkileyecekse daha fazlasını söylemek zorundaydı.

"Zorunda kaldım." diye mırıldanması beni daha da çileden çıkarmaya başlıyordu. Neye zorunda kalmıştı? İnsan bunu nasıl yapardı? Kaçamak cevapları son bulmayacaktı anlaşılan. Ben adamakıllı hiçbir cevap alamayacaktım.

Tek açıklaman bu mu? Beni nasıl bir işe alet ettin? Bu kadar mı , iki kelimeyle bu konuyu kapatabileceğini mi zannediyorsun? Gibi pek çok soru sorabilirdim ama yapmadım çünkü hiçbirine doğru düzgün cevap vermeyecekti. Kabul ettim bunu ve boş verdim. Az önce cevap beklerken şimdi konuyu kapatma derdindeydim.

"Zorunda kaldın demek , zorunda kaldın..." Sinirle mırıldanmam umurunda bile değildi. Yumruklarımı sıkmaktan avucuma batan tırnaklarım artık canımı acıtıyordu. Pişkince cevap vermesi aşırı sinirlendirdi.

Karşıdaki fıskiyeye bakarken taşlar bir anda yerine oturdu , mükemmel bir aydınlanma yaşadım. Bilgisayarı kaybolmuştu , onun otele girer girmez bilgisayarını aradığı anı hatırladım. O anki paniği sonrasında en azından telefonunu bulduğundaki rahatlığı geldi gözümün önüne. Bilgisayarındaki dosyayı benimkine yüklemek zorunda kalmıştı , muhtemelen şifre koymaya da vakti olmamıştı. Yani gerçekten zorunda kalmıştı ama yine de söyleyebilirdi , gizli saklı iş çevirmeyi bile isteye tercih etmişti. Bana bir açıklamayı bile reva görmemişti.

"Bilgisayar burada , şifrede aynı." Dedim yanımda duran çantayı işaret ederek. Çok şey söylemek geldi içimden ama bir önemi yoktu söyleyeceklerimin. Ona güvenmişken bana bunu neden yapmıştı? Başıma giren ağrıyla yüzümü buruşturdum. Bir insan neden hep aynı yerden yaralanırdı?

Güvenilen bir insanı en ufak bir hatasında yargılamak ve tüm gemileri yakmak düşmüştü bana. Basit bir yalandı ama acımasızdım. Başka türlüsünün sonuçlarını gayet iyi biliyordum. Yalanlar yalanları doğururdu ve o ilk yalanını söylemişti. "Mümkünse bir daha karşılaşmayalım , kendimi bir daha böyle bir durumun ortasında bulmak istemiyorum." Sesim ister istemez yüksek çıkmıştı. Açıklama yapmıyorsa bu durumun üzerine daha fazla gitmeme gerek yoktu. Mevzuu burada kapatmayı seçtim. Konunun daha fazla üstüne gidebilecek tahammüle sahip değildim. Karşımdaki adama diyebileceğim tek kelimem yoktu bundan sonra. Gözyaşlarımın akmaması için büyük bir çaba harcıyordum.

Oturduğum yerden kalkıp başımı başka yöne çevirdim. Bir an önce def olup gitmek istiyordum. Maşallah dediğim üç gün yaşamıyordu valla. Doğru , düzgün biri dediğim adamın arkamdan çevirdiği işlere bak. Benim birilerine bu kadar kolay inanmam artık canımı sıkmaya başlamıştı. O farklıydı dedi içimdeki ses. Beni yıkan da oydu zaten , o farklıydı. Onu gözümde bu kadar büyüttüğüm için kendime kızdım. Serbest kalan gözyaşlarımı ona belli etmeden sildim. Ağlayarak kendimi küçük düşürmeyecektim.

Bilgisayarla uğraşırken beni teskin etme ihtiyacı hissetmişti birdenbire. "Ortada senin düşündüğün gibi tehlikeli bir şey yok." Söyledikleri hiç inandırıcı gelmiyordu özellikle de tehlikeli olmadığı konusu. İtiraz edip başka bir soru sormadım oysaki buraya sorularıma cevap almaya gelmiştim. Bundan sonra söyleyeceği hiçbir şeyin bir önemi yoktu , güvenim kırılmıştı bir kere.

Başımı çevirmeden hemen cevap verdim. "Gizli saklı iş çevirmek yerine dürüstçe söyleseydin böyle saçma sapan bir durumun ortasında olmazdık şimdi." Sözlerimde belirgin bir kırgınlık vardı ama Alparslan anlamış mıydı emin değilim. Onu zihnimde çok farklı bir yere koymuştum ama bu hareketi bende bıraktığı tüm iyi izlenim tuzla buz olmuştu. Belki de sinirim en çok bunaydı. İkinci kez yaşıyordum bunu. İlkinde kendimi kandırdım da Alparslan o güveni bana kendi vermişti , şimdi de kendi elleriyle paramparça ediyordu. Ona güvenmiştim , canımı emanet edecek kadar güvenmiştim.

Ama suçlu bendim, bu kadar kolay güvenilmezdi insanlara. Bir tarafım ama o senin hayatını kurtardı , seni çok tanımıyordu ama kurtardı dedi. O tarafa inanmak istedim. Onun benim düşüncelerimdeki o adam olmasını çok istedim ama şu an karşımda hiç tanımadığım biri var gibiydi. Sesi , konuşması ve bana hiç dönmeyen bakışları bile başkaydı sanki.

"Dosyanın içeriğini söylemene bile gerek yoktu , Türkiye'ye dönünce de geri alırdın. Bu kadar basit bir olayı neden karmakarışık bir hale getirdin hiç anlamıyorum." İtiraf etmek gerekirse şu an odak noktam projeden daha çok Alparslan'ın dürüst olmamasına kaymıştı. Sitemkardım. Neden sana olan güvenimi yıktın diye bağırmak istiyordum ama haddime değildi.

Söylediklerimde sonuna kadar haklıydım ama duyunca yutkunması sırtıma bir suçluluk yükü yüklemişti. "Haklısın ama o an panikle düşünemedim. Benimde kriz yönetimim pekiyi sayılmazmış." Dedi mahcup bir sesle. Zorunda kalmıştır ,herkese söylenecek bir şey değil dedi aynı taraf. Dinlemedim. Bir kere öfke gözümü kör edince sonunu düşünmeden abartarak hareket edebiliyordum.

Soğuk bir sesle cevap verdim. "Başıma daha fazla bela açma yeter." Bu sıralar içine düştüğüm saçma sapan durumların sayısı artıyordu.

Her söylediğime susarken son söylediğime hemen itiraz etti. "İngiltere'de yaşananlar benim suçum değildi. Hem sen sana yapılan iyiliği bu kadar kolay unutur musun?" İkimizin de dilinden zehir akıyordu sanki. Geri durmadık , sözlerimizi tartmadık , kırdık döktük. Yaptığı iyiliği yüzüme vurması benim için son nokta olmuştu. Bundan sonra dilimin kemiğinin olmadığını görecekti.

Şu an bu yaptığı sadece üste çıkmaya çalışmaktı. Salt sinirle yüklenmiş bir şekilde güldüm. Şimdi de vefasız olmuştum. Kendimi dizginlemem gerekiyordu ama öfke tüm vücuduma dalga dalga yayılmışken bunu yapmak çok zordu. Yaptığı iyiliği başa kakan insanlardan oldum olası nefret ederdim. Yapmasaydın diye haykırmamak için zor tuttum kendimi.

Onun bana püskürttüğü zehri fazlasıyla iade ettim. Sesimde sinir yerine sözlerimin yakıcılığından kaynaklanan bir sakinlik vardı. "Benim minnetim ihanetine kadardı. Seni doğru dürüst biri sanmak benim hatammış kusura bakma."

Söylediklerimden sonra yüzünü hızla bana çevirdiğinde gözlerindeki doluluk benim eserimdi. Hiç de gurur duyulacak bir eser değildi. Babamın , Ben seni böyle mi yetiştirdim? sözü kulaklarımda çınladı. Sözlerimin üstünden bir dakika bile geçmeden pişman olmuştum. Pişmanlığımın bir faydası olmayacaktı. Bazı söyleri kolay kolay yutamıyordum.

Kendini önce o toparladı. Yutkunduktan sonra ayağa kalkıp kendince haklı nedenini söyledi. "Bu olayın aramızda kalacağını umuyorum. Ayrıca incelediysen çok önemli olduğunu anlamışsındır. Kimsenin bilmediğini yeni tanıştığım birine söyleyemezdim ,yaptığımı tasvip etmiyorum ama başka şansım yoktu. Sana bir zarar gelmeyecek merak etme , bir daha birbirimizi görmeyeceğiz." Sesi öncekinden daha soğuk ve duygusuzdu. Verdiğim tepkinin karşılığını vermişti böyle konuşarak.

"Bu kadar değerli bir projeyi yapacak kadar zekisin ama elinde tutamayacak kadar da sorumsuz." Söylediğimi pek tabi duydu , cevap verecek oldu ama sonradan sustu. Daha fazla kırıp dökmedi. Dilin kemiği olmalıydı gerçekten.

Bilgisayarı bankın üstüne bırakıp yanımdan uzaklaştı. Arkasından bakmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Az önce yaşananların ağırlığı kara bulut olup çöktü üstüme. Arkasından bakarken gözyaşlarım arka arkaya süzüldü yanaklarımdan. Onu son kez bu şekilde mi görecektim? Bir daha görüşmeyelim diyen bendim şimdi böyle gitmesi neden canımı yakıyordu?

Eve dönerken yol boyu Daha önceki yaşadıklarım yüzünden mi bu tepkiyi verdim düşüncesi zihnimi meşgul etti. Gerçekten aşırıya mı kaçmıştım? Yeni tanıştığım birine bu türden duygular beslemem saçmaydı. Ama güvenmiştim , o elimi tutup oradan kurtarmıştı beni.

Sinirim bu kez kendime yöneldi. Ben eğer o gün onun yanına gitmeseydim bu halde olmayacaktım. Hiç olmayacak birine güvenip tüm duygularımın yıkışını izlemiştim. En kötüsü de sonunu bilerek yapmamdı. Camdan olan güven duygumu eline kendim verdim , o da hiç düşünmeden yere bırakıp darmadağın oluşunu izledi. Şimdi yaptığımın bedelini ödüyordum , sanki herkes onun yaptığını yapacakmış gibi geliyordu.

İki yıl önce hiç olmayacak birine şans vermiştim. Yavuz'a. Kendime hala Neden? diye sorarım ama verecek cevabım olmaz. İlk gördüğümden o kadar farklı biri çıkmıştı ki aynı adam mı diye dehşete düşmüştüm. İlk gördüğümdeki pısırıklığın yerini dağları ben yarattım havası alan biriyle karşılaşmıştım. Bu olay bir kaç ay gibi kısa bir sürede olmuştu hem de. Beni kullandığını anlamadım mı ya da anlamamak işime mi geldi hiç bilmiyorum. Tek bildiğim içimdeki tüm iyi duyguları söküp aldığı. Ondan sonra yeni tanıştığım kişilere karşı daha mesafeli , soğuk ve tedirgin oldum hep. Ama iki yıl sonra Alparslan'a güvendim , elini tuttuğumda kırılan camın parçaları birleşiyor gibi hissettim. En ufak hatasında da saldırıya geçtim hemen. Durup düşünmedim , direkt yargılamayı ve suçlamayı seçtim. Yıllar geçmesine rağmen beni ben olmaktan çıkarmayı başarıyordu. Bu tepkiler benim değildi , benden yarattığı her kimse onundu. Tamam bende sinirli biriydim , bazen gereksiz yere yükselirdim ama mantığımı bu kadar devre dışı bıraktığım olmamıştı. Can yakmak için konuşmuştum. Canı en çok duyduğu sözlerle yanan ben can yakmak için konuşmuştum. Sözlerimin ağırlığı altında ilk ezilen de ben olmuştum.

Nefes alamadığımı hissettim , arabayı sakin bir yere park edip indim. Nefesimin düzene gireceğini sanmıştım ama olmadı. Kafamda dönen tek bir cümle vardı sadece. Minnetim ihanetine kadardı. İhanet büyük uçmuşum. Bu sözleri gerçekten hak etmiş miydi yoksa ben tüm öfkemi kusmak için bir bahane aramıştım? Dilimden akan zehir şimdi kendi canımı yakıyordu. Sözlerimden sonra bana dolu gözlerle bakışı zihnimden silinmiyordu. İnsanların söylediklerinden en çok canı yanan bendim , ben nasıl birini sözlerimle kırmıştım? Nasıl bu kadar acımasız olabilmiştim?

Herkes onu gibi değil.

Bu gerçeği kabullenmem gerekiyordu. Birinin canımı yakmasının acısını diğerlerinden çıkaramazdım. Rehberdeki numarasına baktım uzunca bir süre. Ne ara tuşuna dokunma cesaretim vardı ne de numarayı silmeye vicdanım. Arafta kalmıştım , numarayı zihnime kazımaktan başka bir şey yapamaz haldeydim.

Gözümden yeniden bir damla düştü. Yıllarca duyduğum sözlere ağlamıştım , bugün söylediğim sözlere ağladım. Canı yanan can yakmazdı ama ben yakmıştım.

Onu üniversitede görmemden itibaren yaşananları tekrar zihnimde oynattım. Yazlım mühendisi olmamasına rağmen sempozyuma gelmesi ve lisans öğrencileri düzeyindeki kongrede olması da kocaman bir soru işaretiydi. Sen ne yapmaya çalışıyorsun Alparslan?

İkinci soru işareti , dosyanın bir kopyasını almadığımdan nasıl emin olabilir?

***********

 

Vitrinde sabitlenen bakışlarım boş zihnimse bir o kadar doluydu. Dosya olayını düşünüyordum hala. O defter kapanmıştı, düşünmemem gerekiyordu ama maalesef ki düşüncelerime hükmedemiyordum. Yaptığım acımasızlığı da hazmedemiyordum.

Vitrindeki tüm tabak çanakları kırıp döksem rahatlar mıydım? Kısa bir süreliğine , evet. Sonrası yine hüsran olurdu ,bir de üstüne para ödemek zorunda kalırdım.

"Şüheda buna baksana , nasıl?" Keyifle fincan takımı seçemeye çalışıyordu Ceyda. Bana seslenmesiyle bakışlarımı bakıp da görmediğim vitrinden ona çevirdim. Bende bu ruh halinin farkındaydı büyük ihtimal ama söz telaşından konuyu açacak fırsatı olmamıştı. Benimde canıma minnetti. Ona bu durumu anlatamazdım.

İki gün sonra kız istemesi olacaktı ve fazlasıyla heyecanlıydı kendisi. Ailesi bu duruma kesinlikle karşı olduğu için gelmeyeceklerdi. Daha doğrusu haberleri bile yoktu , haberlerinin olması can sıkmaktan başka işe yaramayacağından şimdilik söylememeyi seçmişti.

Kız isteme Ceyda'nın dedesinin evinde olacaktı , Ceyda arayıp durumu anlatınca dedesi buraya gelsinler , benden istesinler demiş. Ceyda'nın bunu anlatırken ki mutluluğunu anne babasının ona çok görmesi hala zoruma gidiyordu. Ama Ceyda alışmıştı , artık üzülmüyordu onun yerine anın tadını çıkarıyordu.

Düşüncelerimi büyük bir ustalıkla dağıttım. Arkadaşımın en mutlu gününde tüm odağım Ceyda olmalıydı. Zaten düşünmek bir işe yaramıyordu.

"Mihrimah sultanı istemeye geleceklerse güzel." Bana en ters bakışını attı ama haklıydım. Hanedan mutfağına yaraşır fincanları gösteriyordu. İlerleyip başka raflara bakmaya başladı. "Çiçek desenli de olmaz di mi?" Başımı salladım. Oflayıp bakmaya devam etti. Ben her zaman sadelikten yanaydım.

Kol saatime baktığımda iki saattir burada olduğumuz kesinleşti. Ivır zıvır da bu kadar oyalandıysak gerisini düşünemiyorum. "Seç artık , kıyafet bakmaya geç kalıyoruz." Uyarımla beraber ilk beğendiği fincanları alıp yanıma geldi.

"Tamamdır , hadi parasını ödeyip gidelim , Demir beklemesin." Beni geçip önümden yürümeye başladı. En yakın arkadaşım gözümün önünde aptal aşık olup çıkmıştı. Şu an Demir'i kıskandığımı inkar edemezdim. Burada beni iki saattir oyalıyordu ama sevgilisini bekletmemek için hemen alıp çıkacaktı.

Dışarı çıkıp caddeden otoparka yürümeye başladık. "Sizinkilere ne diyeceksin söz günü?"

"Dedem arayıp bende kalacak diyecek." Bütün umursamazlığıyla söylemişti. Rahmi dede torunu için yıllardır adını anmadığı oğlunu arayacaktı. Ceyda'yı bu kadar sevmesi benim bile hoşuma gidiyordu.

Aklıma gelen ilk komplo teorisini söyledim. "Dedenin evine gelmeye kalkmasınlar." Tam bir kaos oluşurdu. Teorimi anında çürüttü. "Beni evden atacaklar diyorum sen dedene gelirlerse diyorsun. Hem o kadar umursamıyorlar beni." Umursamazlığına devam ediyordu. Bence palyaçoluk yapıyordu.

Ama dayanamadı sanırım ,bıkkın bir nefes verdi. Anlatma isteğiyle dolup taşmıştı. "Yıllarca hep neden diye sordum? Neden sevmediler beni? Hep kendimi düzeltmeye çalıştım. Ama anladım sonunda , sorun bende değildi. Birbirini sevmeyen ve ısrarla boşanmayan iki insan bütün sinirini tek çocuklarından çıkarıyordu. Tüm olay bundan ibaretti. Onu robot gibi yönetmek , hükmetmek istiyorlardı. Karşı çıkınca olanlarda malumunuz. Herkes seninki gibi bir ailede doğmuyor maalesef." Sesindeki özenti hissedilmeyecek gibi değildi. Ne diyeceğimi bilemedim. Denecek bir şey var mıydı onu da bilemedim. Benim aileme canı yanarak bakıyordu.

Benim sessizliğime karşın o konuşmaya devam etti. "Babanın işten gelince canım kızım diye sana sarılması var ya onun değerine kıyaslanabilecek bir şey yok. İşten gelirken hala size çikolata alıyor , hatta bana da seviyorum diye fıstıklı alır hep. Benim babam bunu bile bilmez , umurunda da olmaz. Anneni saymıyorum bile , dünyada annelik diye bir kavram olmasaydı onun adı yine anne olurdu." Gözünden akan bir damla yaşı gördüğümde yutkunamadığımı hissettim.

O konuşmaya devam etti. "Lisedeyken okula yemek götüreceğimiz zaman benimkini de annen yapardı hatırlıyor musun? Herkes bayılarak yerdi , bilmezlerdi ikisini de Aynur teyzenin yaptığını." Bir şeyler söylemem lazımdı ama sözlerim tükenmişti.

"İnşallah bundan sonra her şey istediğin gibi olacak. Sen anne olduğunda senden esirgenen her şeyi çocuklarına fazlasıyla vereceksin. Bak o mutlu aile tablonu oluşturmaya başladın bile." Ne denirdi ki başka?

Elinin tersiyle yüzünü sildi. "Benim huyuma giderek tanışma mevzunu unutturabileceğini hiç sanma , aklımın bir köşesinde kurulmuş oturuyor hala." Sesine neşe vermeye çalışarak konuyu değiştirdi. Ortamda yayılan kasvetli havayı dağıtmaya çabalıyordu. Hala çöpçatanlık yapmakta ısrarcıydı. Alparslan ile son buluşmamızdan sonra yüz yüze gelmemiz için üçüncü dünya savaşı çıkması lazımdı.

Bende dolan gözlerimi sildim. "Gerçekten çok gıcıksın ya." Alınganlıkla omzuna vurdum. Konuları nasıl da birbirine bağlıyordu ama.

"Neyse o sonraki konu ben şimdi mezuniyette de giyebileceğim bir elbise alıyım diyorum , Demir'e masraf olmasın." Ekonomi yapmaya başladığına göre bu kız evliliğe hazırdı.

Yola bakmayı bırakıp en ters bakışımla ona dönüp baktım. "Ne Demir'i ya? Elbisen benden , hiç itiraz etme." Parmağımı tehditkar biçimde salladım. Bir şey diyecekken sustu ve mecburen onayladı beni.

"Hangi renk alacağına karar verdin mi?" Cevap belliydi ama benimki de bir umut. "Hayır tabi ki. Bütün renkleri tek tek deneyip ona göre karar vereceğim." Anlaşıldı , akşama kadar mağazadaydık.

Mağazanın önüne geldiğimizde Demir'i yalnız beklerken bulduk. Yanında Alparslan yoktu. Olayın üstünden dört gün geçmişti ve ben tekrar yüz yüze gelmek istemiyordum. Kız istemeye geldiklerinde de ortalık kalabalık olacağı için karşılaşma fırsatımızın olmayacağınıumuyordum.

"Hadi girelim içeriye." Demir bizi yönlendirirken geride durup onların önce geçmesini bekledim.

Demir üst kata , erkek bölümüne çıktı. Bizde abiyelerin olduğu kısma ilerledik. Çalışan kızlar ellerindeki onlarca modeli ve rengi göstermeye başlamıştı. İşin kötü tarafı Ceyda hepsini beğeniyordu. Nasıl bu kadar çok çeşit olabildiğini ve hiçbirinin Ceyda'nın hayalindekine tam uymamasını aklım almıyordu.

Yarım saat sonra Demir alışverişini tamamlayıp yanıma geldi. Beraber oturup Ceyda'nın denediği elbiselere yorum yapmakla görevlendirilmiştik sanki. Aradan yarım saat geçince Demir'den ufaktan oflamalar duyulmaya başlandı.

"Sanki tüm elbiseler aynı sadece renkleri farklıymış gibi geliyor bana. Beynim sulandı herhalde." Gözlerini ovuşturarak demene kabinine giden Ceyda'ya bakıyordu.

Ona acı gerçeği söyledim. "Aynı elbise hepsi. Renklerin yüzünü öne çıkarıp çıkarmadığına bakıyor şu an."

Ufak çaplı bir şaşkınlık yaşadı. "Giymeden üstüne tutsa olmaz mıydı?" Gayet haklı bir isyandı. Bende onun gibi düşünüyordum ama Ceyda'nın hevesini kırmamak için sessizliği tercih ediyordum.

İkinci yarım saatin sonunda Demir artık sabrının son demlerini yaşıyordu. Ne yazık ki bende. "Şüheda elbiselerden birine ikna et de gidelim. Bak saat kaç oldu." Bıkkınlıkla bana söylendi.

Onu sinir etmek için düşündüğümden farklı cevap verdim. "Ben gayet memnunum bu moda defilesinden." Arkama iyice yaslandım.

Benden istediği tepkiyi alamayınca somurtarak arkasına yaslandı. "Kız hevesleniyor işte , sakın hevesini kırıyım deme." Tehdit edercesine uyardım onu. Ailesinin yaptıklarından sonra küçük şeylerden bile mutlu oluyordu. Ceyda kabinden çıktığı anda yüz seksen derece dönerek iltifatlar yağdırmaya başladı. Taktiğini anlamıştım ama bozmadım.

Elbisesini uzun uğraşlar sonucu seçtikten sonra ayakkabılara göz atıp anında karar kılması dumura uğrattı bizi. Bir yarım saat daha oyalanırız zannediyorduk. Mağazadan çıkıp aldıklarımızı arabaya yerleştirirken Ceyda'nın telefonu çaldı. Ekrana baktığı anda düşen yüzünden kimin aradığını anlamak zor değildi , kusura bakmayın diyerek yanımızdan ayrıldı.

Ceyda yeterince uzaklaşınca Demir endişeyle "Bu babası olacak adam söz günü olay çıkarmaya kalkar mı?" diye sordu. Sinirli görünüyordu ve bu hali hiç normal değildi. Genelde rahat bir insandı.

"Onu bende düşündüm de Ceyda çok emin konuştu." Aynı endişeyi bende yaşıyordum.

Bizden uzakta telefondakiyle adeta tartışan Ceyda'ya kısa bir an bakıp geri bana döndü. "Bu söyleyeceklerim aramızda kalsın. Dün akşam babası aradı. Saydı ,sövdü , tehditler savurdu. Alparslan engel olmasaydı gidip alacaktım o evden." Alparslan deme işte. İsmini hiç duymamış gibi yapıp asıl söylediğine odaklandım. Söylediklerinin idrakine vardığımda bende salt sinirle yüklenmiştim.

Bağırmamak adına dişlerimi sıkarak konuştum. "Sakın , öyle bir delilik yapma. Ceyda'nın tüm hevesini kursağında bırakma."

"O evde eziyet görmesine dayanamıyorum , anlamıyor musun?" Anlıyordum , onu en çok ben anlıyordum. Yıllarca buna şahit olup susmuştum , susmak zorunda kalmıştım.

Derin bir nefes aldım. "Ceyda isteseydi çoktan çıkardı o evden. Burada seni bağlayan tek kişi Ceyda , o ne isterse o olur." Tane tane konuşarak kabul ettirmeye çalıştım. Pek oralı olmadığı belli oluyordu. Sanki bunu yapmayı kafasına koymuştu , ne söylesem kar etmeyecekti ama etmeliydi. "Bak bunu bende denedim. Ailemle konuştum , abim başka bir eve çıkacaktı hatta. Gel bizim evde yaşa , onlara daha fazla katlanma dedim. Bu yüzden arkadaşlığımız bitme noktasına geldi. Sana tavsiyem ,onun gözünde evleneceği adam sıfatından kurtarıcısı ve minnet edeceği adam sıfatına düşmek istemiyorsan susman."

Söylediklerim aklına yattı ama hala onu düşündüren şeyler vardı. "O adam durmazsa ne olacak?" Babasının neler yapabileceğini bilmiyordum ama onu sakinleştirmem lazımdı.

"Babam bekçi müşterisiyle konuşmuş , söz akşamı evin çevresinde dolaşacaklar. Bu kadar gözünde büyütme , en fazla sayar söver."

Biz konuşmaya dalmışken Ceyda dibimize kadar gelmişti. "Ne konuşuyorsunuz böyle hararetli hararetli?" Neyse ki duymamıştı , duysaydı hesap sormadan duramazdı.

Aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "Kahveye tuz atmayın diyordu." Demir konuşmak yerine kafasını salladı.

"Kahveyi içene kadar asla emin olamayacaksın hayatım." Demir'in yanağından makas aldı. Keyifle arabaya binen Ceyda'nın ardından Demir'e gözlerimle yalvardım resmen. Yapacağı bu hareket ikisine de zarar verecekti.

 

 

 

 

 

 

 

*************

 

"Sıkı tut sandalyeyi bak korkuyorum." Büşra'ya söylene söylene balonları ve süsleri perdeye tutturup aşağı indim. Hep angarya işleri bana kalıyordu. Özge Ceyda'nın saçını ve makyajını yapmakla meşguldü , Aylin ikramlıkları almaya gitmişti bana da etrafı süslemek kalmıştı.

Ceyda'nın dedesinin evi gecekonduydu , hem önde hem de arkada genişçe iki bahçesi vardı. Üç odalı , minik mutfaklı ve birleşik banyo tuvaletli şirin bir evdi. Rahmi dede eşi öldükten sonra evini terk etmemiş yaşamaya devam ediyordu. Ceyda'nın babası yani oğlu yıllardır onunla konuşmuyormuş , sebebini Ceyda da bilmiyordu. Şu anlık bu konuyla ilgilendiği de söylenemezdi. Dedesinin büyüklük yaparak ona kapısını açmasının sevincini yaşıyordu.

"Abla C harfini yamuk asmışsın." Diyen Büşra'ya ters ters baktım. Bu inince mi söylenirdi? Bir adım geri çekilip baktığımda gerçekten yamuk astığımı fark ettim.

"Sen düzeltsene ben Rahmi dedeye bakıyım." İşi ona yıkıp sıvışmaya çalıştığımı anladı ama buraya gelmek için yalvardığı için sesini çıkarmadı. Annemler de gelecekti normalde ama gece gelen haberle Samsun'a cenazeye gitmek zorunda kaldıkları için sadece Büşra ile ben gelmiştim. Büşra'nın da okulu olunca mecburen benimle kalmıştı. Buraya da yalvar yakar getirtmişti kendini. Aslında getirmek istemememin iki sebebi vardı. İlki Ceyda'nın çöpçatanlık işini duymasını istememem , ikincisi de fazla meraklı olmasıydı.

İçeri odada hazırlanan Rahmi dedenin yanına gittiğimde onu aynanın karşısında kravat seçerken buldum. Benim geldiğimi gördüğünde gülümseyerek seçmem için elindeki kravatları gösterdi.

"Mavi olan yakışır sana. Valla damadı gölgede bırakacaksın bu ne yakışıklılık dedem." Onda kendi dedemin sıcaklığı ve samimiyeti vardı. Ceyda'nın babası bu adamın oğlu muydu gerçekten hiç inanılır gibi değildi.

Söylediğimle keyiflendi , gevrek gevrek güldü. "En son ne zaman giydiğimi hatırlamıyorum , öylece dolapta duruyordu , Ceyda'ya kısmetmiş."

"Bak kızı hemen verme ya. Kız evi naz evidir demişler , çok da kıvrandırma ama." Rahmi dedeye gaz vermeye niyetlenmişken aklıma Ceyda'nın beni öldürebileceği ihtimali geldiğinden hemen geri vitese başvurdum.

Komodinin üstünde duran limon kolonyasıyla ellerini ve bileklerini ovduktan sonra hazır olduğuna kanaat getirmiş olacak ki hemen haklı isyanına başladı. "Salona geçiyim mi? Beni hapsettiniz buraya."

"Tabi buyur , kendi evin gibi rahat et." O arkamdan gülerken ben diğer odada hazırlanan Ceyda’yı kontrol ettikten sonra koridora çıktım.

İkramlıkları mutfağa yerleştiren Aylin beni görünce seslendi. "Hadi Şüheda bizde üstümüzü değiştirelim. Erkek tarafı yola çıkmış." Saat daha erkendi ,damat bey fazlaca heyecanlıydı anlaşılan.

Yanımızda getirdiğimiz elbiseleri misafir odasında hep beraber giyindik. Yerdeki askılar , kenara itelenmiş ayakkabı kutuları , etrafa saçılmış makyaj malzemeleri ve prizleri işgal eden saç düzleştiricisi hummalı bir hazırlığın en büyük göstergesiydi. Her şey dağınık bir o kadarda yerli yerindeydi.

Erkek tarafı gelmeden önce Ceyda’nın halası , eniştesi ve Büşra ile yaşıt kuzeni Selin geldi. Ceyda’nın babası kız kardeşiyle de görüşmüyordu ama Rahmi dede bu akşam tüm tabuları yıkmaya kararlı olduğu için onları da çağırmıştı.

Hazırlığımız bittikten sonra giriş kapısının önüne sıralandık. On dakika sonra da kapının önüne park eden arabaların sesi duyuldu. Gelmişlerdi.

Gelenler arasında gözüm onu aradı. Ona benzeyen biri yirmili yaşlarda diğeri liseye yeni başlamış olan iki kişi girdi kapıdan ama o görünürlerde yoktu. Kuzeninin söz kesme törenine neden gelmemişti? Gelenler içeri geçince kapıyı kapatıp salona ilerledim. Onun gelmemiş olması canımı sıkmıştı , her ne kadar yüz yüze gelmek istemesem de burada olmasını istiyordum.

Salonda koyu bir muhabbet başlamıştı. Demir’in heyecandan eli ayağı birbirine girmiş haldeydi , Ceyda kahve yapmak için mutfağa gitmişti. Ben , Büşra ve Aylin’de burada oturup kalabalık yapmak için görevlendirilmiştik. Kapının yanında yan yana dizilmiş sandalyelerde oturuyorduk.

"Abla , Ceyda ablanın kaynanası hangisi?" Büşra meraklı sorularına başlamıştı.

"Mor elbiseli , siyah başörtülü olan." Ceyda görüntülü konuşurken görmüştüm. Annesiyle olan soğuk ilişkisinin hatta hiç olmayan aksine kayınvalidesiyle çok iyiydi arası.

Mutfaktan tıkırtı sesleri gelince ayaklandım. "Sen otur , ben mutfağa bakıp geliyorum."

Mutafa gideceğim sırada kapı çaldı ve kapıya en yakın kişi maalesef ki bendim. Gelen kişiyi tahmin etmek hiç zor değildi. Kapıyı açtığımda simsiyah takım elbisenin içinde kaşları daha da çatılmış bekleyen Alparslan’ı gördüm. Beni gördüğüne pek şaşırmamıştı. Bir şey demeden dönüp gideceğim sırada arkamdan "Yarın öğlen aynı parkta buluşalım." demesiyle duraksadım.

"Neden?" Ona dönmeden sordum. Neden sorularıma her geçen gün yenileri ekleniyordu.

"Konuşacaklarımız var. ÖNEMLİ!" Cevap vermeme fırsat tanımadan içeriye geçti. Konuşacak bir şeyimizin kalmadığını düşünürken bu emrivaki hiç hoşuma gitmemişti. Şimdilik bunu düşünmemeye karar verdim , yarın öğrenecektim nasıl olsa. Önemli diye vurgulaşmıştı. Onu düşünmeyi sonraya bırakıp mutfağa doğru ilerledim. Mutfağa girdiğimde Ceyda'yı eli ayağına dolaşmış bir şekilde buldum. "Ya elimden kayarsa , rezil olurum." Paniklemeye başlamıştı.

Hemen onu yatıştıracak bir şeyler söyledim. "Sakin ol önce , içeride ayağına takılacak hiçbir şey yok. Tepsiye değil önüne bak yeter." Şimdi dalga geçmek vardı ama kıyamadım. Bu heyecanı yaşamaktan bile mutlu olduğu çok belliydi. Bugünü yıllar geçse de unutmayacağı güzel bir anı olarak zihnine kazıyacaktı.

"Bakın bana öyle bir şey olursa sakın gülmüyorsunuz." Parmağını sallayıp Özge’yle beni uyardı.

"Merak etme ben kendimi rezil ederim seni unuturlar." Özge tüm şakacılığını kullandı onu rahatlatmak için.

Kahveyi sorunsuz götürmüştü , Demir'in yüz ifadesinden anladığım kadarıyla tuz atmamıştı. Çok erken karar vermişim , suya atmış tuzu. Demir keyifli bir şekilde suya uzanıp içtiğinde değişen yüz şekline gülmemek için kendimi zor tuttum. Ceyda'm acımıyordu.

Yüzükler takıldıktan sonra herkes kendi halinde birbiriyle konuşmaya daldı. Demir'in babası ve tanımadığım yaşlı bir adam; Rahmi dede ve Ceyda'nın eniştesiyle konuşuyordu. Alparslan ve kardeşleri olduğunu tahmin ettiğim iki kişi pencerenin kenarında ayakta konuşuyorlardı. Çok samimi görünüyorlardı. Demir , Ceyda ve Demir'in kardeşi Deniz beraber gülüşüyordu. Bizim kızlarda Demir'in annesi ve iki kadınla konuşuyordu.

Kadınların bekar olup olmadıklarını sorduklarına emindim. Onların yanında oturan Büşra kalkıp beni de yanlarına çağırdı. Teyzelerin sorularına alışkındım ama aralarından birinin Alparslan'ın annesi olma ihtimali ayaklarımın geri geri gitmesine sebep oluyordu. Gitmezsem dikkat çekecektim , mecburi gülümsememle yanlarına oturdum.

Gelen kadınlardan biri her lafa atılıp herkese inceden laf sokarken diğeri sessiz ve sakindi. Sakin olanın gözlerinden yaşam ışığı çekilmiş gibiydi , çok yaşlı durmuyordu ama yüzünde keder çizgileri kendini belli etmeye başlamıştı. Kim bilir o ne acılarla sınanmıştı. Çok sevmiştim onu.

Benim diğer kadının sözlerine ister istemez suratımı astığımı görünce gülümseyerek bana yaklaştı. "Eltim hep böyle , sen kusuruna bakma." Dediğinde her ailede olan sinsi eltinin karşımdaki olduğunu anladım. Benimde kulağına eğilip "Bunca yıl bu kadını çektiğiniz için size ödül verilmeli." dememle ikimizde güldük.

"Senin adın neydi kızım?" Bu sorudan sonrakini az çok tahmin edebiliyordum.

"Şüheda. Ceyda'nın liseden beri arkadaşıyım." Cevabımdan sonra beklediğim soru gelmedi. Kesin oğlu yoktu , yoksa teyzeler tarafından beğenilirim.

Büşra araya girdi. "Benimde ablam Seher teyze." Büşra bu tarz ortamları ve konuşmaları çok severdi. Annem altın gününe gittiğinde hep yanında götürürdü bizi , ben sırf yapılan ikramlıklar için gidip mutfaktan çıkmazdım ama Büşra yanlarına oturup sıkılmadan konuşmalarını dinlerdi.

Seher teyzeyle konuşurken bir ara karşıma baktığımda beni izlediğini fark ettim. Bir süre bizi izledikten sonra sinsi bir gülümsemeyle önüne döndü.

Loading...
0%