@dilhun
|
Bölümün başlığından da grdüğünüz üzere Şüheda projeye dahi olacak , bakalım sonrası nasıl gelişecek? KİTAPTA GEÇEN OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR.
Çok şey vardı anlatılacak O yüzden sustum. Birini söylesem; diğeri yarım kalacaktı. Sen, duydun mu sustuklarımı? &Oğuz Atay
Bir hafta sonra yine aynı yere gidiyordum. Bu kez konumuz hakkında hiçbir fikrim yoktu. Açıkçası tekrar yüz yüze geleceğimize ihtimal vermiyordum. Son konuşmamızda pekiyi ayrıldığımız söylenemezdi. Staj yaptığım tüp bebek merkezinde öğleyi zor etmiştim. Zaman bükülüp geçmek bilmemişti bir türlü. Öğle molasına çıktığımız anda klinikten çıktım. Önceki buluştuğumuz tarafa yürürken bir hafta önceki ruh halim bu sefer onda hakim olduğunu gördüm. Bir kolundaki saate bir etrafına sabırsızca bakınıyordu. Geç kalmamıştım oysa. Dejavu yaşıyordum sanki. Sessizce yanına oturdum ve bir şeyler söylemesini bekledim. Sonuçta çağıran oydu. Karşıya bakmayı kesip tamamen bana döndü. "Hoş geldin." Sesindeki soğukluk hala yerli yerindeydi. Haksız değildi ama haklı da değildi. Ben ileri gitmiş olabilirdim ama onun beni kandırmaması gerekiyordu. "Dosya ile ilgili bir sorun yok ya?" Hemen konuya girdim konuşacak başka konumuz yoktu çünkü , olamazdı da. Dosyayı beş gün önce verdiğimde konunun tamamen kapanacağını düşünüyordum ama beklediğim gibi olmadı. Ben sıyrılmak istedikçe urgan olup ayağıma dolanıyordu. Alparslan ile görüşmemek üzere ayrıldığım parka kendi ayaklarımla yeniden gelmiştim. Hemen konuya girme isteğimi başıyla onayladı. "Kalkış ve iniş sistemlerinde değişiklikler yapmışsın." Dudaklarımı ısırdım. Yaptığım değişiklikleri kaydetmiş olamazdım ama maalesef ki yapmışım. Bu saçma hatayı yapmıştım, halbuki dosyayı didikleyerek incelemem bile büyük bir hataydı. Onun yaptığına kızarken bende aynısını yapmıştım. Konuşmasından ne kastettiğini anlayamadım. Bu yaptığımı iyi mi yoksa kötü mü olarak değerlendirmişti? Ses tonundan hiçbir şey sezilmiyordu. Dümdüz ve duygudan yoksun bir sesle konuşmuştu. Yaptığım arkasında durmam lazımdı , kendimden emin bir sesle konuştum. "Evet yaptım. Senin yaptığın gibi kalırsa uçması hayal olur." Yaptığının arkasında durayım derken çokbilmişlik taslamana gerek yoktu Şüheda. Sonuçta uçak mühendisi olan o. İç sesim haklıydı ama laf ağzımdan çıkmıştı çoktan. Sonunu düşünmeden konuşmak konusunda ciddi sıkıntılarım olduğu inkar edilemez bir gerçekti. Bu üstten konuşmama karşılık aşırıya kaçan bir tepki vermedi. Bir kaşı alaycı bir şekilde havalandı. Gözlerine küçümseyici bir bakış hakim olmuştu. "Nedenmiş o?" Öğrencisini sözlüye kaldırıp yanlış söylemesine rağmen onu bozmayıp o yanlışları dinlemeye devam eden öğretmen havasına bürünmüştü bir anda. Uçak mühendisi olan oydu , benim yaptığım çok bilmişlikten öteye geçemezdi. Aldığım birkaç aylık eğitimler sonucu yıllarını bu işe adamış birine ders vermeye kalkıyordum. Uzun bir açıklama yapma gereksinimi hissettim. "Tamam kabul ediyorum seninki diğerlerinden bayağı farklı , özellikle de tasarımı. Ama tüm uçaklarda uçuş sistemi aynı prensip doğrultusunda şekillenir. Sistem aynı diyebiliriz. Kuşlar baz alınarak ilk uçaklar tasarlanmış , kuşların neredeyse hepsinin de uçma kabiliyetleri benzer. Sayılar , kuvvetler, uzunluklar değişir ama formül asla. Hem insansız hava araçları diğer uçaklardan daha mini ve daha hafiftir , bu detayı da atlamamak lazım." Yaptığı işe hayranlığımı da fazlasıyla dile getirmiştim. Söylediklerim hoşuna gitmişti , hafif bir tebessüm belirdi yüzünde. Aynı saniyelerde de soldu. "Dikey iniş kalkış planlamıştım." Elini düz tutup yukarı aşağı hareket ettirerek gösterdi. Uçakların pistte belli bir mesafe alması gerekmeden bulunduğu konumdan kalkış yapmasını sağlayan bir sistem vardı. Yeni geliştirilen bir sistemdi ve savaş uçakları için inanılmaz bir avantaj sağlıyordu. "Maketini yaptın mı? Bence dikey iniş kalkış ikinci aşama olmalı , araba modelleri gibi yeni özellikler ekleyerek üst seviyelere çıkarman daha doğru. Bir anda sıfırdan yüze çıkamazsın önce sıfırdan bire çıkman lazım. Dikey iniş yapan tüm uçaklar aynı aşamaları izlediler." Dikey iniş kalkış sistemleri üniversite müfredatlarına henüz girmiş bir teknoloji değildi. Alparslan’ın bu yaptığı hırsını gözler önüne seriyordu. Hırsını dizginlemeyi öğrenemezse sert bir düşüş yaşayacağı kesindi. Uzun sayılabilecek bir süre eli çenesinde gezindi. Gözbebeklerinin an be an büyüdüğüne şahit oldum. Kısık sesle cevap verdi soruma. "Maket yapmadım." Tahminim doğru çıkmıştı. Tez canlıydı , kendimden bildiğim üzere fazlası zarardı. Onu da anlayabiliyordum, yaptığı uçağın sınıfının en iyisi olmasını istiyordu. Başımı salladım. Her aşamasının ayrı ayrı maketlerini yapması gerekiyordu hatta. "Maketsiz olmayacağını biliyorsun ama." Bu kadar önemli bir detayı atlamış olamazdı. Maket bir nevi deneme tahtasıydı , bir hata varsa olmadı başa sar mantığını güzel çalıştırırdı. Ona neden bu projeyi bir şirket aracılığıyla gerçekleştirmediğini sormaya cesaret edemedim o an. Tek başına belli bir noktaya gelebilirdi ama daha ilerisini istiyorsa tek başına başaramayacağının farkında olmalıydı. Ben bunları düşünürken Alparslan da çoktan kendi dünyasına dalmış , kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. "Hata üstüne hata yapıyorum , gerçekten işe yaramam ben." Sözlerini zar zor duyabildim. Kendini suçlamaya çoktan başlamıştı. "Tek başına bu kadarını yapman bile mükemmel ama böyle büyük projeler takım çalışmasıyla yapılır." Projeyi incelemiştim ve tek başına harikalar yarattığı inkar edilemezdi tıpkı yardım alması gerektiğinin inkar edilemeyeceği gibi. O cevap vermeyince ikimizde susup ilerideki fıskiyenin sesini dinlemeye koyulduk. Aklından geçenleri çok merak ediyordum. Hata yaptığını kabul ediyordu ama hırsı gözünü tamamen bürümüştü. Hırsı yüzünden yanlış yollara sapmasından iyiden iyiye korkmaya başlamıştım, tepkisizliği düşüncemi doğruluyordu. Buraya beni sadece bunu sormak için çağırmadığını söylüyordu içimden bir ses ama o sese tezat bir şekilde Alparslan suskunluğunu korumakta ısrarcıydı. "Her şey bir hatayla başladı ne demek?" Merak ettiğim başka bir soruyu sordum. Öylesine yazılmış bir cümle gibi durmuyordu. "Uzun hikaye." Beklenilen cevabı verdi yine. Hata yapmak kavramıyla bir problemi olduğu kesindi ama neden bu kadar takıntı haline getirmişti? Hata yapmamak için uğraşırken yaptığı hataların içinde boğulacaktı. Dosya meselesi bunun en büyük kanıtıydı. Ben kendi içimde onu çözmeye çalışırken o gözlerini bir noktaya sabitlemişti. "Beni buraya sadece bunu sormak için mi çağırdın?" Gerçek amacını öğrenmem gerekiyordu. Bu sessizliği hiç hoşuma gitmemişti. "Hayır." Yine tek kelimelik cevap verdi ama neden çağırdığını söylemedi. Sabrımı sınamaya yeminliydi. Sakinliğimi korumaya devam ederek "O zaman neden?" diye sordum bu kez. Gayet açıkça sormuştum ve açık bir cevap bekliyordum. "Bu projeyi hiç öğrenmemen gerekiyordu." Sorularıma cevap vermemeye yeminliydi resmen. Öğrenmemden kendini sorumlu tutuyordu. Ve bunu yapmaması gereken büyük bir hata olarak görüyordu. Derin bir nefes aldım. Sinirlenmemek için kendimi zor tutuyordum. "Ama öğrendim." Diye karşılık verdim. Olan olmuştu. "Benim hatam yüzünden." Sabrımın son demlerindeydim. Ağzından laf almak imkansızdı. İşin ciddiyetinden tamamen sıyrılmaya karar verdim. "Öğrenenleri öldürmüyorsan sorun yok." Ters ters baktı. Hiçbir şekilde cevap alamayacak gibiydim. "İnsansız uçakları uçurabilecek eğitimi aldığını söylemiştin , öyle hatırlıyorum." Temkinliydi söylerken. Ne demeye çalıştığına dair aklımda ufak bir fikir oluşmuştu ama ihtimal vermek istemedim. "Evet." Tüm vücuduyla bana doğru döndü yeniden, bakışlarını yüzüme sabitledi ve kalbime indirecek etkisi olan o cümleyi söyledi. "Bu projede sende varsın artık." Birkaç saniye söylediğini algılayamadım. Bu ihtimalin gerçekleşmesini gerçekten beklemiyordum. Gözlerimi kırpıştırdım. Duyduğum şey doğru muydu? "Sende varsın derken? Zorunda mıyım buna?" Ne tepki vereceğimi , ne diyeceğimi şaşırmıştım. Benim öğrenmemi hata olarak gördüğünü söyleyeli on dakika bile geçmemişken beni de projeye dahil ettiğini söylüyordu. Ya gerçekten beni denemek için söylemişti ya da aklını yitirmişti. Bakışlarıyla bana üstünlük kurarak konuşmasına devam etti. "İstemiyor musun yani? Az önce akıl verirken bayağı istekli duruyordun." Abim gibi sinir bozucu konuşmaya başlamıştı. Laflarıyla bana hükmedemezdi. "Aynı şey değil. Meraklı olabilirim ama kendimi hiç bilmediğim bir kuyuya atacak kadar da delirmedim." Bildiğim tek bir şey vardı, bu projeden uzak durmalıydım. Benim alanım olmayan bir konuya fazlasıyla burnumu sokmuştum ve daha ilerisi olmayacaktı, kesin kararlıydım. Kaşlarını kaldırarak alıngan bir tavırla "Ben deliyim öyleyse." dedi. Pek de akıllı sayılmazdı. "Evet delisin , tek başına uçak yapmaya kalkacak kadar delisin hem de." Sesim bir tık yüksekti ama iyi bile dayanmıştım. Aklını kaçırmış gibi konuşuyordu. Söyledikten sonra duyan var mı diye etrafı yokladım. Bulunduğumuz konumun farkına varıp kendime çekidüzen verdim. Çantamı elime alıp her an kalkmaya hazır bir şekilde oturmaya devam ettim. "Biz neyi tartışıyoruz şu an? Ben bu projede yoğum , benim bilgisayarıma hiçbir dosya yüklenmedi , senin mühendis olman dışında bildiğim bir şey de yok. İngiltere’de karşılaştık, iki Türk olarak birbirimize yardım ettik ama o kadar anladın mı? Daha ilerisi yok , olmadı ve olmayacak. " Net bir şekilde cevapladım onu. Keskin bir sınır çizmem gerekiyordu ve ben çizmiştim. Oturduğum yerden kalkıp birkaç adım atmıştım ki duyduğum sözler beni durdurdu. "İlgin hep hayal olarak kalsın istiyorsun o halde." Hep hayal olarak kalacak bir ilgi. Söylediğim sözleri hatırladım , o da hatırlıyordu , belki de hiç unutmamıştı. Her söylediğim aklında yer edinecekse işimiz vardı. Kalktığım yere geri oturdum. "Ortada uçurabileceğim bir uçak olmadığını hatırlatırım." İğneleyici konuşacaksa karşılığını verecektim. Tek istediğim bu saçma durumdan kurtulup eve dönmekti. "Olacak yakında. Ben uçağın genel sistemini ve yazılımını halledebilirim ama uçması en önemlisi." Kendinden çok emindi , yapabileceğine gerçekten inanıyordu. Zaten bu işi inananlar yapardı. Onun inandığı şeye ben inanmıyordum ama. Durup derin bir nefes aldım. Tatlı düşlerden acı gerçeklere dönme vaktiydi. "Bu konuda benden daha iyisini bulabilirsin. Sadece kurslara ve çeşitli eğitimlere katılan birine yeni üretilecek bir uçağın test uçuşlarını yaptırmak kelimenin tam anlamıyla delilik." Kendimi bu konuda yetkin hissetmiyordum. Prensibim belliydi , bir işi ya en iyi şekilde yapacaksın ya da hiç yapmayacaksın. "Deli olduğumu söyleyen sendin." Laf dalaşına girmek için dişli bir rakip bulmuştum. Sinirle güldüm. “Sana yapman gereken en önemli şeyi söylüyorum, işi ehline ver.” Eğer illaki bir ortak istiyorsa başka birini bulabilirdi. “İşin ehli olmadığını nereden çıkardın?” Kenarlarında dolaşıp sözlere dökmediği amacını söyledim. "Bak projenin gizliliğinden endişelenip beni yakınında tutmak istediğini anlıyorum , sözlerime güvenmediğinin de farkındayım. Şu an acele karar veriyorsun , benim bir faydam olmayacağı gayet açık." Onu mu yoksa kendimi mi ikna etmeye çalıştığımı bilmiyordum. Belki de yeniden hayal kurup kursağımda kalmasından korkuyordum. "Faydan olmayacağını düşünseydim lafını etmezdim. Ve bir mühendisle çalışmak isteseydim bu zamana kadar gerek fakülte gerek çalışan onlarca kişi bulabilirdim. Sana gelince kabul etmesen bile öğrendiklerin konusunda sessiz kalacağına eminim." Kararlıydı ama neden ben sorusunun cevabı hala muallaktaydı. Bu ısrarının sebebini anlamıyordum. Konuyu değiştirmek en iyisiydi. "Sana ait olmasını istemeni anlıyorum ama şirketlerle görüşmeler yapıp o şekilde mi devam etsen? Beni bu işe ortak etmekten daha yararlı olur böylece." Ne tepki vereceğini bilemediğimden kelimeler ağzımdan çıkmak istememişti. Sen kim olarak karışıyorsun diye bir tepki verse susmaktan başka bir şey yapamazdım. Haddimi aşıyordum ama odağı kendimden uzaklaştırmam lazımdı. "O ikinci aşama. Şimdi kabul edecek misin onu söyle." Önce emrivaki yapmaya çalışmıştı şimdi de teklif sunmuş gibi konuşuyordu. Bu konuşmayı yaptığımıza gerçekten inanamıyordum. Bu saçmalığın son bulması gerekiyordu. "Bu projeye fayda sağlayamam , sana başarılar." Oturduğum yerden yeniden kalkıp ona hiç bakmadan uzaklaştım. Ben yürürken arkamdan baktığını hissedebiliyordum, hiç duraksamadan yürümeye devam ettim. Tüp bebek merkezine geri dönerken düşünceler yine beynimi kemirme işine koyulmuştu. İlk başta dosyayı benim bilgisayarıma aktarıp benden saklayan adam şimdi projeye beni ortak etme çabasındaydı. Hiç mantıklı gelmiyordu. Açıkçası benim bilmediğim bir şeyler olduğu şüphesiydi beni bu tekliften alıkoyan. Öğlenki buluşmayı hiç olmamış varsayarak işimin başına döndüm. Transfer edilmeyi bekleyen zigotların başında son kontrolleri yapıyordum. "Aranızdan bu savaşı kazanıp yaşayacak olana sesleniyorum , bu dünyaya geleceksen çok düşünme yoksa çabuk yaşlanırsın." Daha hücre olan minik insanlara naçizane tavsiyeler vermek son zamanlarda ortaya çıkan garip bir huyumdu. Laboratuvarı eğlenceli kılma çabalarıydı benimki. "Korkutmasana doğmamış çocukları." Ceyda'nın yanıma geldiğini konuştuğunda fark ettim. Nasıl dalgınsam ayak seslerini bile duymamışım. "Daha hücre onlar." Bu gerçeği kendimize sık sık hatırlatıyorduk. Onlara bebek gözüyle bakmak daha mucizevi geliyordu. Büyüyünce kötü bir insan olma ihtimalleri bu mucizeyi bozan yegane şeydi. "Olsun canlılar sonuç olarak." Diye savunma yaptı. Üniversitede ilk laboratuvara gittiğimizde hayvanlar ve insanlar dışındaki canlıların gerçekten canlı olduğunu kabullendiğimizi hatırladım bir anda. Derslerde hep canlı der geçerdik ama şahit olmak bambaşka bir duyguydu. "Canın neye sıkıldı da hücrelere nasihat vermeye başladın?" Hücreler kısmını bastırarak söyledi. "Hiç , genel dertler işte." Aslında olanları üstü kapalı ona anlatmayı çok istiyordum ama konu Alparslan olunca öğrenmemesi daha iyiydi benim açımdan. Son zamanlardaki gereksiz ısrarına daha fazla maruz kalma ihtimalim vazgeçirdi beni. Alparslan ile tanıştığımı hiç bilmemeliydi. "Seni her zaman dinlerim , biliyorsun." Göz devirdim. "Sözü sürekli aynı noktalara çektiğin için hiç güven vermiyorsun bana." Üstü kapalı iğnelemelerim devam ediyordu hala. Benim çöpçatanlığımı yapma konusundaki ısrarını derhal bırakmalıydı. Direkt kendini savunmaya geçti. "Yavuz konusunda haksız sayılmam ama." Ona öldürücü bakışlar attım. O ismi duymak bile istemiyordum. O isim bizim yasaklı kelimemizdi. "Bir daha bu konu açılırsa tüm gemileri yakmaktan çekinmem bunu en iyi sen biliyorsun." İpleri elime alma vakti gelmiş geçiyordu bile. Bu meseleyi tekrar hatırlamak iyi gelmiyordu. "Nasıl istersen." Morali bozulmuştu. Bozulmalıydı , yaptığının bende yarattığı etkiyi anlamalıydı. "Hadi bakalım Ceyda ablanız sizin de psikolojinizi bozmadan gidelim." Yarı alaylı konuşarak tüplerle beraber Ceyda'nın yanından uzaklaştım. Eve giderken o boğucu trafikte yine düşünceler eşlik etti bana. Öğlen Alparslan’a çıkışırken gayet kararlıydım ama daha birkaç saat geçmemişken pişman olmuştum. Bu alanda ilerlemek için güzel bir fırsat olabilirdi düşüncesi ile baş başa kalmıştım. Şahin-09 kelimenin tam anlamıyla mükemmel ve bir o kadarda imkansız bir uçaktı , ben onun pilotu olma fırsatını elimin tersiyle itmiştim. Ama artık umarım başarılı olur demekten başka bir şey gelmezdi elimden. Gece uyuyamadım, saat gece yarısını geçmişti ama uyku bana uğramadı. Huzursuz olduğum bir şey vardı. Yıllar önce hayalimden vazgeçtiğim gece yaşadığım huzursuzluğun aynısı palazlanmıştı içime. Sanki hata yapmışım gibi bir his peşimi bırakmamaya yeminliydi. Navigasyondaki kadın sesi ilerden U dönüşü yapmamı bağırıyordu ve ben ısrarla dümdüz , kafamın dikine gitmeye devam ediyordum. Bir tarafım kendim için en doğru kararı verdiğime ikna olmuyordu. En sonunda dayanamayacak noktaya geldim. Ne olacaksa olacaktı. Şimdiden keşke demeye başlamıştım ama bir muamma ile yaşamaya hiç niyetim yoktu. Bu huzursuzlukla yaşayamazdım. Şahin-09 gökteki yerini aldığında keşke kabul etseydim pişmanlığı omuzlarıma binmemeliydi. Televizyonlar bu çığır açan uçağın haberini yaptığında yüreğimi bir sızı kaplamamalıydı. Yıllar önce vazgeçmiştim hayallerimden , onun pişmanlığı yüreğimi ara sıra yoklarken üstüne bu yükü de bindirmeyecektim. İkinci kez vazgeçemezdim. Komodinin üstünden telefonumu aldım, Alparslan’ın numarasının üstünde gezindi parmaklarım. Tuşlamakta bu kadar zorlanmamalıydım. Bu konuşma bir başlangıç olacaktı , bu konuşmadan sonra geriye dönme ya da vazgeçme şansım yoktu. Büşra'ya baktığımda derin bir uykuda olduğunu gördüm. Derin bir nefes alarak telefon işaretine dokundum , ikinci çalışta açtı. "Ne zaman başlıyoruz?" Sorusuyla konuşmaya başladım. Bu soru gizli kabulümün en büyük göstergesiydi. Bununla beraber güvenimin de... Ona olan güvenim yok olmamıştı , üstündeki öfke bulutları çekilmişti sadece. O güven elimi tuttuğu ilk andaki gibi yerli yerindeydi. "Önce eksikler üstüne konuşalım sonra maket hazırlama işine geçeriz." Şaşırmamıştı, direkt iş konuşmaya geçmişti. Demek ki kabul edeceğimi biliyordu hatta emindi. Beni bu kadar kısa zamanda iyi tanımıştı. Çok gizemli biriydi, ben onun hareketlerini kestiremezken o beni tamamen çözmüştü sanki. "Bildiğim grup çalışma odalarının olduğu bir yer var. Yarın akşam üzeri orada buluşuruz." Bir an evvel başlamak istiyordum. Öğlen bu yaptığın delilik derken şimdi bu deliliğe ortak olmak için can atıyordum. Bende en az onun kadar dengesizdim. "Uygundur , iyi geceler." "İyi geceler." Telefonu kapatmamla huzursuzluk hissinin kaybolması aynı anda oldu. Hata ya da yanlıştı bu yaptığım ama asla ikinci bir şansım olmayacaktı bu konuda. Bende tek şansımı sonuna kadar kullanacaktım. Tek seçim , tek şans... İyi ki ve keşke ; tek seçim ve bu seçimin sonucu söylenecek söz. İyi ki bu riski almışım... Keşke o gece onu aramasaydım... Hangi sözü söyleyeceğimi zaman belirleyecekti.
10 gün önce Alparslan amaçsız adımlarla hiç bilmediği sokaklarda yürüyordu. Nerede olduğuna ve neden bunu yaptığına dair hiçbir fikri yoktu. Bedenini yormak istiyordu sadece , düşünemeyecek ve uykuya direnemeyecek kadar yormak. Bildiği tek bir şey vardı , o lafları hiç hak etmediği... Ani verdiği kararla sola dönen yola girecekken telefonu çaldı. Demir arıyordu , saat o kadar geç olmuştu demek. Öğlen ki buluşmadan sonra zaman kavramını yitirmişti. Ne cevap vereceğini bilemeden açtı. "Efendim." Sesindeki tükenmişlik barizdi. "Neredesin sen bu saate kadar?" Diye endişeyle hesap sordu telefonun karşısındaki adam. Demir Alparslan için gerçekten endişelenmişti. "Hayırdır, sevgilim misin sen? Neyin hesabını soruyorsun?" Tersledi Demir'i. Bugün hesap verme kotasını doldurmuştu. Tüm dünyadan soyutlanmak istiyordu. "Senin sinirlerin neye bozuldu gene? Bendeki de soru , her zamanki mesele." Endişesinin yerini öfke almıştı. Kuzeninin bu hali hiç hoşuna gitmiyordu ama elinden bir şey gelmiyordu. Sıkıntıyla nefesini verdi Demir. "Biliyorsun madem ne bu tantana?" Bu yaptığı düpedüz sinirini Demir'den çıkarmaktı ama içindeki öfke mi suçluluk mu adı her neyse olan o duygunun boşalması gerekiyordu. "Dertleşmek istiyorum. Çok umurunda olmasa da bu kardeşinin de dertleri var." Demir'in hüzne kaçan acındırıcı ses tonuyla Alparslan yelkenleri suya indirdi hemen. Demir’e kızsa da kıyamıyordu. Doğduğundan beri Demir hayatındaydı ve öz kardeşlerinden bile daha ötede bir yere koyuyordu Demir’i. "Geliyorum. Yemek hazırladın mı?" Demir başarmanın sevinciyle cevapladı kuzenini. "Hazır, sen gel yeter." Telefonu kapattıktan sonra konumdan bulunduğu yere baktı , parktan çok uzaklaşmamıştı. Hep aynı yerde dönüp dolaşmıştı demek. Bilmiyor, senin ne yaşadığını bilse o sözleri etmezdi. Kendine verebileceği tek teselli buydu. Gündüz ki konuşmaların yeniden beynine üşüşmesine izin vermeden evin yolunu tuttu. Geldiğinde dertleşme ortamını hazırlanmış halde buldu. PS 5 konsolları da çıkmıştı ortaya. Hiç konuşmadan yemek yediler. Alparslan ,Demir ile aralarına buzdan duvarlar örüldüğünü yemek masasında iyiden iyiye hissetmişti. O duvarı örenin kendisi olduğunu da çok iyi biliyordu. Oysa bu eve taşındıkları ilk zamanlar masada kahkaha tufanları eksik olmazdı. Alparslan çok kahkaha atmazdı ama yüzünde derin gülümsemeler belirirdi. Şimdi iki yabancıdan farkları yoktu. Alparslan konuşma başlatmak adına ilk sözü söyleyen oldu. "Ceyda bana teşekkür etmeli. Seni ev işlerinin ustası yaptım." Demir zaten ilk kıvılcımı bekliyordu. Alparslan yeter ki ona bir adım gelsin anında ona doğru koşardı. "Tüm işleri bana yaptırıyordun , ben evlenip yuvadan uçunca ne yapacaksın bakalım?" Tatlı tatlı atışmaya başlamışlardı ve bu iyiye işaretti. Alparslan tüm umursamazlığıyla yapıştırdı cevabı. "Haftada iki gün temizliğe gelirsin. Ayrıca nankörlük etme , ütüleri ben yapıyorum." Ütü yapmayı zor da olsa öğrenmişti ve bunu söylemekten bıkmayacaktı. "Sende evlen oğlum. Gerçi seni alacak yarım akıllıyı nereden bulacaksın?" Şüheda'yı söyleyecekti ama konuşmayı bozmak istemediğinden vazgeçti. Zaten bu konuda daha önceden ağzının payını almıştı , ikincisine hiç niyetli değildi. Alparslan "Ben halimden memnunum." diye kestirip attı. Onun tek bir hayali vardı, onunda ne olduğu belliydi. "Benimle evlenecek manyak bulamadım demiyorsun da." Demir’in yüzüne küçümser bir ifadeyle baktı. Annesinden sonra birilerine hesap veriyor olmak canını iyiden iyiye sıkıyordu. Demir bile onu anlamıyorken kime neyi anlatacaktı. "Oradan bakınca evlilik meraklısı gibi mi duruyorum? Ben böyle tek tabanca iyiyim." "Sen bu akılla Kör Zeki gibi kuruyup gidersin." Kör Zeki onların köyünün , şimdiki adıyla mahallenin , mecnunuydu. Sevdiği kızla evlenememişti , ya sevdiğim ya hiç diyerek gönül defterini kapatmıştı yıllar evvel. "Adamın kafası rahat en azından." Dertsiz tasasız mezarlığı bekler , kahveye gider , ona acıyıp getirilen yemekleri yer , verilen eski kıyafetleri giyerdi. Evi o bekçi kulübesiydi. "Aynen , akşama kadar mezardakilerle hasbihal edip duruyor zavallı." Bu olay Süleyman'ın şehadetinden sonra başlamıştı. Kör Zeki Süleyman'la konuştuğunu söylemişti , ilk başlarda inanmamıştı kimse ama sonra nasıl şehit olduğunu söylemişti , bu teyit edildiğinde onun aklının ruhlara karıştığı söylentisi dilden dile yayılmıştı. Ölülerle konuşmak haricinde gayet aklı başındaydı , çoğu akıllıyım diye geçinenlerden adı gibi daha zekiydi. Ellerini silip masadan kalkarken Alparslan'a , "Hadi doyduysan bulaşıklar elinden öper." dedi. Alparslan'ın ters bakışları karşısında bu kez geri vites yapmayacaktı. "Öyle bakma , öğren bu işleri yoksa benden sonra ev çöplüğe döner." Gerçekler Alparslan'ın yüzüne tüm sertliğiyle çarpmıştı, Demir evleniyordu. Yılları beraber geçirmişlerdi şimdi tek başına kalacaktı. Tek başına kalmak , bu cümle hem acizliği hem de cesareti anlatıyordu ona. Artık tek yaşayacaktı ; annesi , kardeşleri ve Demir olmadan. Bu çok acizce hissettiriyordu. Öte yandan projesini tek başına yapıyordu , bu da dünyaya kafa tutan cesaretin en büyük göstergesiydi. Bulaşıkları hallettikten sonra kanepede onu bekleyen Demir'in yanına kuruldu. Konsolları ellerine aldılar ve oyun başladı. Kıyasıya geçen oyun sonucu ilk raundun kazananı Alparslan oldu. Oyunun ikinci raundunu da kazandıktan sonra zevkine oynama evresine geçiş yaptı. "Hadi anlat." Dedi merakla. "Ne anlatayım?" Demir kendini delice oyuna kaptırdığından birkaç saat önce Alparslan’ı eve getirmek için söylediği masum yalanı hatırlamıyordu. Kaşları çatıldı Alparslan'ın ,yine Demir'in duygu sömürüsünün kurbanı olmuştu. "Derdim var dedin ya oğlum." Demir yalanına yeni bir kılıf uydurdu anında. "Ben evlenince her canımız istediğinde PS 5 oynayamamaktan daha büyük dert mi olur oğlum?" Alparslan senin derdini diyecek oldu ama sustu. Gün içinde yaşadıklarından sonra bu dert hiçbir şeydi. Saatler ilerledi , iki kuzen eski günlerindeki gibi keyifle oyun oynadı , laf dalaşlarına girdi. Alparslan gündüz yaşanan olayı unuttu bir süreliğine , anın tadını çıkardı , tek derdi oyunu kazanmak oldu. Hırsı oyunu kazanmak için yeniden devreye girmişti. En ufak bir yenilgiye bile tahammülü yoktu. Oyun bittiğinde tabakları mutfağa götürdü. Odasına gideceği sırada Demir onu durdurup tek bir cümle söyledi. "Belki de hayatın seni savurduğu yöne doğru gitmen gerekiyordur." Alparslan’ın sırtına babacan bir tavırla iki kere vurup kendi odasına doğru ilerledi. Konuyu bilmeden söylediği sözler Alparslan'ın içinde bulunduğu duruma yapbozun eksik parçası gibi uyum sağlamıştı. Alparslan bir kez daha savrulmamalıydı. Bir kere savrulmuştu toparlanması yıllar almıştı. İkinci kez olmasına kesinlikle izin vermeyecekti. Üstünü değiştirip balkona çıktı. Bu geceyi de uykusuz geçirecekti. Gündüz ki konuşmalar zihninde dönüp duracaktı. Hafif bir rüzgar yüzünü yalayıp geçiyordu , gözlerini kapatıp ılık rüzgarı iliklerine kadar hissedinceye dek bekledi. Ankara’nın kuru soğuğunun yerini yumuşak bir hava almıştı. "Neden senin sözlerin can yakıyor?" Bu soruyu karşısında Şüheda varmış ve ona soruyormuş gibiydi. Cevap veren olmadı , içinde beliren cevabı yok saymayı tercih etti. Ona bu kadar kısa sürede değer verdiği gerçeğine inanmak istemiyordu. Şüheda... Onu çözemiyordu bir türlü. Sanki gündüz parkta o lafları eden tanıdığı kadın değildi. Onunda canı yanmış can yakıcı sözler edemez diye düşünüyordu , ne büyük bir yanılgı. Ceketinin iç cebinden flash belleği çıkardı , avucunda tutup baktı bir süre. Değerlerinden ödün vermesi vicdanının sesini yükseltmişti. Şahin-09 tıpkı babası gibi tertemiz olmalıydı. Alparslan çizgisinden çıkmıştı. Şüheda söylediklerinde haklıydı , içerik belirtmeden söyleyebilirdi , saklaması çok saçmaydı. O an aklı bu ihtimali kuytu köşelere saklamıştı adeta. "Bundan sonra ne yapacaksın Alparslan? İlk tavizi verdin , sırada ne var? Yıllar önce deden sayesinde düşmediğin karanlığa şimdi göz göre göre yürüyecek misin? Baban ağzından kötü tek kelime çıkmayan dosdoğru bir adamdı , baban için çıktığın bu yolda amacını unutacak mısın?" Kendisine sorduğu hiçbir sorunun cevabını bilmiyordu. Avucundaki flash bellek kor olmuş yakıyordu onu , aldırmadı , tutmaya devam etti. Kendini bulmak içindi her şey şimdi kendini mi kaybedecekti? Başkasına göre çok basit ve düşünmeye bile değmeyecek bir olaydı. Ama Alparslan'ın gayet iyi bildiği bir gerçek vardı , karanlık tarafa atılan ilk adım her zaman basit ve düşünmeye bile değmeyecek olaylardan sadece biri olurdu. Bu gittikçe büyüyen ve sağlamlaşan bir zincirdi ve o ilk halkayı takmıştı. Kafasını ellerinin arasına aldı. Beyninin içinde bir keşmekeş vardı, sonu gelmeyen ve dur durak bilmeyen bir keşmekeşin içinde kaybolmuştu. Telefonuna uzanıp mesajlar kısmına girdi. Sadece iki kelime yazabildi , özür dilerim. Neyin özrünü dilediğini bilmiyordu. Kimden dilediğini de bilmiyordu, kendisinden mi yoksa Şüheda’dan mı dilemişti bu özrü bilmiyordu. Gönder tuşuna basmak yerine rehbere girip numarayı sildi. Şüheda minnetim ihanetine kadardı , demişti. Zorlamanın bir anlamı yoktu. Yaptığı şey masum değildi ama ihanet kadar uzun boylu da değildi. Her şey Şüheda’nın istediği gibi olacaktı, artık birbirlerini görmeyeceklerdi. Şüheda meselesi hiç açılmamak üzere kapanmıştı , kapanmak zorundaydı. Onun sessiz kalacağını biliyordu , kalmasa bile en fazla ne yapabilirdi ki? Hiçbir şey. O zaman bu tanışıklığı maziye gömme vakti gelmişti. Kafasında tüm taşları yerli yerine oturttuktan sonra içeriye girdi. Zor bir gün olmuştu , dinlenip yeni güne kaldığı yerden devam edecek şekilde başlamalıydı. Yatağa uzanıp gözlerini kapattı. Tarihi binalarıyla bezenmiş Londra sokakları adete renk cümbüşü sunuyordu. Hava hafif güneşli ve iç ferahlatıcıydı.Ankara'daki parka benzeyen bir yerdeydiler. Şüheda yüzünde kocaman bir gülümseme ile Alparslan'ı dinliyordu. Yine kitaplar hakkında konuşuyorlardı , az sonra Şüheda bu güzel havada biraz yürüyelim mi diye bir öneri sundu. Alparslan'ın canına minnetti , hemen kabul etti. Yan yana ama el ele tutuşmadan hoş sohbetlerine devam ederek yürüyorlardı. Hava birden kapandı , şehrin üzerine kara bulutlar çöktü. Zaten burada güneşli hava çok nadirdir dediler , kapanan hava enerjilerini düşürmedi. Ama ardınca gelen bağrış çağrış sesleri için aynı şey söz konusu değildi. Şiddetlenen seslere silah sesleri de eklenince ciddi bir sorun olduğu kesinleşti. Anında başlayan bu olaylara Alparslan bir anlam verememişti. Birkaç dakika önce güneşli günün keyfini çıkarıyorlardı. Hemen yanında yürüyen Şüheda'nın kısık sesle "Ahh!" dediğini duydu. Bedenini kanlar içinde gördüğünde kendisinin de nefes alamadığını hissetti. Yere yığılmadan önce sırtından kavrayıp onu tutmaktan başka bir şey gelmedi elinden. Az önce yüzünde gülümsemesiyle ona bakan kadın şimdi kanlar içindeydi. "Dayan! Seni kurtaracağım , lütfen dayan." Endişeli sesini kadına duyuramadı. Tek yapabildiği tüm gücüyle İngilizce bir şekilde "Yardım edin!!!" diye bağırmak oldu. Kan ter içinde uykunun pençesinden yakasını kurtarmayı başardı , nefes nefese kalmıştı. Etrafına anlamsızca baktı , rüyadan uyandığını anladığında derin bir nefes aldı. Kabusları hep babasıyla ilgili olmuştu bu güne kadar. Kabusunda dün gece maziye gömdüğü kadının ne işi vardı? Yattığı yerden doğrulup komodinin üstünden şu alıp içti. Elleri titriyordu , kurtardığı kadını kanlar içinde görmek hiç iyi gelmemişti ona. Kaybetme korkusunu iliklerine kadar hissetti yine. Hayatta acı kayıpları olmuştu, ölmeden kaybettikleri de olmuştu. Bu daha şiddetliydi , babasını kaybedeli yıllar olmuştu ama Şüheda hayattaydı. Hayattaki birini kaybettiğini sanmak daha zordu. Kahvaltı sofrasına rüyanın etkisinden hala kurtulamamış bir halde oturdu. Yıllarca kabuslarında ondan uzaklaşan babası vardı , şimdi kanlar içinde can çekişen Şüheda. "Rüyada birine zarar geldiğini görmek , ne anlama geliyor sence?" Tam karşısında telefonuna bakarak kahvaltı yapan Demir hemen başını kaldırdı. "Baban mı?" Diye soruya soruyla karşılık verdi. Alparslan'ın rüyalarının babasından ibaret olduğunu bilmeyen yoktu. Alparslan başını hayır anlamında salladığında şaşırmıştı. Alparslan’ın sorduğu soruyu düşündü. "Hatırlatmak istemem ama dayımın haberinin geldiği günün gecesinde dedem rüyasında vurulduğunu görmüştü. Maç yapmaya gitmeden önce anneanneme anlatırken dinlemiştik hani." Demir aklına gelen tozlu raflardan inen anıyı anlatınca Alparslan'ı bir endişe dalgası kapladı , ya ona bir şey olursa düşüncesi içini bir kurt gibi kemirdi. Kanlar içinde olan Şüheda tekrar gözünün önüne geldi. Kendini , bu olay daha önce yaşandığından rüyama girdi diye teselli etti. Bu teselli ancak öğlene kadar idare etti Alparslan'ı. Kendini Şüheda'nın yanına giderken buldu. Staj yaptığı yere gidecekti , yine Demir'in laf arasında söyledikleri sayesinde bu bilgiye sahipti. Hem kendi kendine söyleniyordu hem de ona gitmeye devam ediyordu. Bir gece önce numarasını silip tamamen maziye gömme kararı almışken şimdi onun iyi olup olmadığına bakmaya gidiyordu. Bu seferde suçu bilinçaltına attı. “O kabusu görmesem umurumda bile olmazdı.” Dedi kendini ikna etmek istercesine. Mantıklı kararlar almayı ne zaman bırakmıştı? Oraya gitmesi Şüheda'ya zarar gelmesine engel değildi. Hem ne yapacaktı , koca kadının başında mı bekleyecekti? Olacakları ne dereceye kadar engelleyebilirdi? Tecrübeyle sabitti , olacak olan her koşulda olurdu. Bu kez de iyi olduğunu görünce geri döneceksin diye dikte etti. Vicdanını susturup geri dönecekti. İç çekişmelerle tüp bebek kliniğinin önüne kadar geldi , bir süre bekledi. Şüheda laboratuvar kısmında olmalıydı ama oraya giremezdi. Zaten Şüheda onu görmemeliydi. Kliniğin bahçesini gören yolun karşısına ilerledi. Burada molaya çıkmasını bekleyecekti. İstinat duvarının önünde ağaçların gölgelediği yere gelince ellerini cebine koyup beklemeye başladı. Aradan yarım saat geçmişti , molaya çıkıp dönenler olmuştu ama Şüheda görünürde yoktu. Dönüp gideceği sırada bir televizyon kanalından internet sitelerini yapması için teklif telefonu aldı. Konuşma bahanesiyle orada beklemeye devam etti. Yazılım alanında gayet tanınır olmuştu , daha öncesinde birkaç şirketin web sitelerini yapmıştı ama tanınmış bir televizyon kanalıyla ilk kez çalışacaktı. Bir saat sonrasına toplantı ayarlandı. Bir saat boyunca Şüheda'yı görmek için bekleyecekti. Bir saatin sonunda onu görmeden gidip gitmeyeceği ise tam anlamı ile muammaydı. Alparslan bu belirsizlik cenderesinde boğuşmaktan elinde kahvesiyle bahçeye çıkan Şüheda'yı görmesiyle kurtuldu. Banklardan birine oturup yorgunlukla gözlerini kapatmasını izledi. Bu kadar yorulacak ne yaptırmışlardı ona? Şüheda’nın yorgun halini görünce sinirle kaşları çatıldı. O enerjik kadını bu halde görmeyi beklemiyordu. En az kendisi kadar dağılmıştı bir günde. Şüheda'nın az sonra gözlerini açıp kahvesini yudumlamasını da aynı dikkatle izledi. Şüheda havalandırma saati bitmiş bir mahkum edasıyla geri içeri dönene kadar gözlerini bir an bile ayırmadı. İyiydi , en azından fiziken iyiydi. İçini rahatlattıktan sonra oradan ayrıldı. Yaptığı görüşme sonucunda anlaşma sağlandı ve Alparslan bir hafta içerisinde ön sunum hazırlama garantisi verdi. Her şey yolunda gidiyordu , Şüheda iyiydi, en büyük sorunu dün sancılı da olsa çözülmüştü , yeni bir iş anlaşması yapmıştı ve maddi sıkıntısı olamayacaktı bir süre daha , Demir ile arayı da düzeltmişti. Şans artık Alparslan'dan yanaydı. Geçen birkaç gün boyunca sadece yeni aldığı işle meşgul oldu , Demir'in sözünün olacağı güne yetiştirmesi gerekiyordu. Yoğun çalışması sonucu iki gün erken bitirmişti. Hırsının iyi yanlarından biri de buydu. Oturduğu sandalyede gerindi , sırtı ağrımıştı. Evin içinde bir tur dolaştıktan sonra geri oturdu. Şimdi esas işine odaklanabilirdi , yorgundu ama bu işe her zaman enerjisi vardı. Günlerdir masanın üstünde duran flash belleği bilgisayara taktı. Sayfalarca bilginin önünde sıralanmasını büyük bir keyifle izledi. Bu onun eseriydi , bir gün vücut bulmuş halini de işte böyle izleyecekti. Çalışmaya başladıktan sonra değişiklikler yapıldığını fark etmesi uzun sürmedi. Şüheda'dan başkası olamazdı. Hata bulup değiştirecek kadar detaylı incelemiş olmasına şaşırdı. Şüheda hakkında bilmediği çok şey vardı. Yaptığı değişiklik üstünde bir süre inceleme yaptı ve bir kez daha hata yaptığı gerçeğini kabul etti. Bir hata daha eklenmişti hanesine. Alparslan yaptığı hataların arasında boğulacaktı. Bu kadar kritik bir hata çakmakla gaz kaçağı kontrol etmekten daha beterdi. İniş sistemi ile ilgili bu kadar düz düşünmüş olamazdı , kendine inanamadı. Şüheda'ya da inanamadı. Akıl akıldan üstündü. Mühendis değildi sadece uçuş eğitimi almıştı. O fark ederken kendisi göz göre göre yapmıştı bu hatayı. Buraya kadardı. Kabullenmesi gerekeni kabullenecekti. Sinirle masaya yumruğunu indirdi. Masa ve bilgisayar kısa bir süre sallandı. Buraya kadar dedi. İnadı gözüne mil çekip kör etmeden kırmalıydı. Bu bir savaştı ve strateji değiştirmeden kazanması artık imkansızdı. Ben tek başıma her şeye yeterim , ben en iyisini bilirim saçmalıklarını dile getirmemişti ama hareketleri ile bağırıyordu. Şüheda'nın sorduğu neden sorusunu kendisi sordu. Neden? Neyin ısrarıydı bu? Tüm bunları da bir kenara bırakıp amacına ulaşmak için gerekeni yapacaktı. Aldığı yardımları arttırmak ilk işiydi. Akıl danışmanın acizlik olmadığını yineledi. Proje için yaptıkları yarardan çok zarar vermeye başladığına göre plan değiştirecekti. Tek çare buydu. Kafasında bir planlama yaptıktan sonra yatağına uzandı. İlerleyen günlerde planlarını uygulamaya koyacaktı. Birkaç gün sonra üniversiteden emekli olan hocasını arayıp görüşmek istediğini söyledi. Samimi ve amacı bildiklerini aktarmak olan ihtiyar eğitimci seve seve kabul edeceğini dile getirdi. Alparslan , motor kısmı ile ilgili bilgilerin çıktısını alıp çantasına yerleştirdikten sonra evden ayrıldı. Artık yeni bir başlangıç yapacaktı. Bugün tabularını yıktığı gündü. Hocası Özdemir Bey onu güler yüzle karşılayıp verandasına buyur etti. Alparslan 3. sınıftayken üniversitenin zoruyla emekli olmuştu. Küçük ve şehir merkezine uzak müstakil bir evde yaşıyordu. Yılların yorucu temposundan sonra sessizlik ve huzur bulmak için tercih etmişti burayı. Eşi hala çalışmaya devam ettiğinden başka şehre gidememişti. Aslında içten içe üniversiteye geri çağrılacağına dair bir inancı vardı. Öğretme ve ülkesine faydalı gençler yetiştirme aşkıyla yanıp tutuşan bu adamın aklını çürümeye bırakacaklarına inanmamak için direniyordu. Emeklilikten sonra bile işlerden elini ayağını tam çekmemişti. Uzaktan da olsa gelişmeleri takip ediyordu. Hafif tombul ve nur yüzlü bir adamdı. Kısa bir hal hatırdan sonra Alparslan geliş amacını söyledi. Uçağın tamamından bahsetmedi elbette , sadece bir motor yapmak istediğini dile getirdi. Özdemir Bey'in onun bu amacına ütopik gözüyle bakmayacağını hatta cesaretlendireceğini umuyordu , nitekim öyle de oldu. Takıldığı noktalarda akıl danıştı , yapılan uçakların motorlarını incelediler. Bazı noktalardaki hatalı düşüncelerini düzeltti Alparslan. Saatler süren çalışma ve istişareden sonra minnetle hocasına teşekkür etti. Her hoca emekli olduktan sonra öğretmeye bu kadar hevesli olmazdı. Özdemir Bey tekrar geleceğine dair söz almadan gitmesine izin vermedi. Alparslan'la iletişimi koparmamakta ısrarcıydı. Kapıdan çıkacağı sırada Özdemir Bey sırtını sıvazlayıp "Ben ölmeden göklerde olsun." dedi. Alparslan cevap olarak sadece gülümsedi. Öğrencisini bilen ve insandan anlayan hocalar bazı şeyleri dile dökülmeden de anlardı. Özdemir Bey öyle bir adamdı , kafası çalışan adamı göz bebeğinden tanırdı. Alparslan'ın sessizliğinden , okuldayken yaptığı ödevlerden , onu arayıp akıl almasından , yaptığı çalışmadan her türlü anlamıştı. Tek korkusu bu pırıl pırıl gencin akıbetinin diğer mühendislere benzemesiydi. Ama Alparslan'ın karda yürüyüp izini belli etmeyenlerden olması içini ferahlatıyordu. Bilmiyordu ki Alparslan üstünde yürüdüğü kara kocaman ayak izini çıkarmıştı. Bu ayak izi gönlünü yakacaktı , Alparslan’ın haberi dahi yoktu. Geri dönerken geç kaldığı fark etti. Demir başının etini yiyecekti. Zaman öyle güzel akıp gitmişti ki akşam söz kesileceğini unutturmuştu. Demir'den güzel bir fırça yedi telefonda. Ama bu fırçaya da geç kalmasına da değmişti gittiği yer. Odasına girip hazırlanırken her şey daha netti. Dünyaya ful HD gösteren bir gözlükle bakıyordu adeta. Şüheda'nın numarasını sildiğini hatırlayınca arkadaşının sözüne kesin gelir , o zaman söylerim diye düşündü. Kararı kesindi , Şüheda'yı yanında istiyordu. Söylenen sözleri unutup yeni bir başlangıç yapmaya hazırdı. Ona zarar gelir mi düşüncesi hala kafasında edindiği yeri koruyordu ama başka türlü de olmuyordu. Tıkanmıştı , karalığa düşmüştü , Şüheda yoluna ışık tutacaktı. Eğer kabul ederse onu canı pahasına koruyacaktı. Kabul edeceğinden emindi. Bu alanda ilerlemek istediğini biliyordu. İlk başta kesinlikle hayır diye yükselirdi belki ama sonra durup düşünür ve kabul ederdi. "Daha önce söyleseydin ya benim diye , manyak herif." Oteldeki gece öyle bağırmıştı Alparslan'a. Ani ve sinirle bağırıp çağırma huyu olduğu açıktı. Çekecekti Alparslan , başka oluru yoktu bu işin. Peki ya birbirlerine nasıl güveneceklerdi? Bu sorunun bir cevabı yoktu, Şüheda’ya tüm her şeyi anlatacak kadar güvenmeye hazırdı ama bu güvenin boşa çıkıp çıkmayacağını bilmiyordu. Denemeden de asla bilemeyecekti. Bu yaptığı kendi içinde bir çatışmaya yol açmıştı. Bir tarafı asla yapmaması gerektiğinde ısrarcıyken diğer tarafı birine güvenmeye muhtaçtı. Çatışmaya son verdi , Şüheda’ya güvenmekten yana olan tarafını tuttu. Alelacele evden ayrıldı , biraz daha gecikirse Demir kesinlikle canına okurdu. Yoldan çevirip bindiği taksi boş yolda hızla ilerliyordu. Cihangir'den daha sohbet ediyorlar mesajını almasıyla rahatladı. Taksinin parasını ödeyip koşar adımlarla gönderilen konumdaki eve doğru ilerledi. İçeriye girdiğinde Şüheda ile konuşmanın yollarını aramıştı yol boyunca. Çaldığı kapıyı onun açtığını görünce bu seferde konuya nasıl gireceğinin telaşına düştü. Kapının önünde put gibi kalakaldı. Şüheda kapıyı açık bırakıp arkasına döndüğünde , "Yarın öğlen parkta buluşalım." dedi aniden. Ayağına kadar gelen fırsatı tepemezdi. Şüheda ona bakmadan alıştığı soruyu yineledi. "Neden?" Bu soruya daha çok maruz kalacaktı artık , alışmalıydı. "Konuşacaklarımız var. ÖNEMLİ." Cevabını beklemeden içeri girdi. Şüheda'nın merakını diri tutması önemliydi. Merak ederse kesin gelirdi.
Yedinci bölümün sonuna geldik. Merak ettikleriniz varsa cevaplayabilirim. Sonraki bölümde görüşmek üzere :) |
0% |