Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.KORKULAR PART2

@dilhun

Herkese merhabalar:) Uzun bir aradan sonra yeniden buradayım. Gökyüzüyle buluşmanın birinci kitabını tamamlamaya çalışırken bölüm yüklemeye fırsatım olmadı ama artık düzenli bölüm gelecek. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. KİTAPTA GEÇEN OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR.

 

Uçağımız Esenboğa'ya iniş yaptığında kelimenin tam anlamıyla rahat bir nefes aldım. Beni karşılamaya babam gelmişti. Babamı görünce valizimi bir kenara bırakıp babama sarıldım , on günde çok özlemiştim. "Benim canım kızım , bir daha seni bir yere göndermiyorum. Annen başımın etini yedi , kızı gönderdin dış devlete diye. Hem sensiz ev bomboş geldi hepimize." Sarılırken bir taraftan da özlemini dile getiriyordu. Sonrasında sessizce "Tıpkı hastanede yattığın zamanki gibi." dediğini duymazlıktan geldim. O da söylediğine pişman olmuştu. Şu an buna moralimi bozamazdım. "Gördün mü bak , bensizlik ne zormuş. Bide abimle bana evlenip gidinde rahatlayalım diyordun." Şakayla karışık söylediklerine alınıyormuş gibi yaptım. Ama şükür ki dönebilmiştim. Babama nazlanmayacaktım da kime nazlanacaktım. Beraber güldük. Babam valizimi alıp elimden tuttu. Bu sahiplenici tutuş hoşuma gitmişti , aynı elimi günler öncesinde Alparslan’ın tuttuğu aklıma geldi. Acaba onu tekrar görebilecek miydim?

Havaalanından eve geldiğimizde annem , bizi en sevdiğim yemeklerle donattığı sofraya oturttu. Ben sofradaki yerimi aldığımda sarılmadığını hatırlayıp bağrına bastı. İlgi manyağı çocuklarını ilgiye boğmaktan çekinmiyorlardı canım ailem. Abimin ise kıskançlık damarları kabarmıştı. Benimle bir hafta uğraşamadı ya hemen açığı kapatmalıydı.

Elindeki kaşık çatalı annemin korkusundan tabağına yavaşça bırakıp arkasına yaslandı. "Ohhh evin favori çocuğu geldi. Bak şu hizmete. Biz burada kimiz ki?" Sahte bir küskünlükle dudak büzdü. Annem yemekleri servis ettiği kaşığı tehditkar şekilde sallayarak "Kazık kadar oldun şu kardeşlerini kıskanmayı bir bırakamadın."

"Bırak anne , abimin her zamanki hali bu." Onun benimle uğraşması bile güzel geliyordu kulağıma.

"Kız Şüheda gittiğin her yeri nasıl da karıştırıyorsun , ne uğursuz ayağın varmış." Güldü , ona da malzeme çıkmıştı. Benim hakkımda konuşmasaydı bu söylediğine katıla katıla gülerdim. Canım abim uğraşmaya doyamıyordu. Artık alınmayı bırakmıştım , abilerin sevgi anlayışı böyleydi sanırım.

Babam nihayet masaya geldiğinde yemeğe başladık. Az önce konuşulanları duymuştu. "Kenan oğlum ne biçim konuşuyorsun kardeşinle , adamakıllı davran şu kardeşlerine." Abim bir annemden bir babamdan laf yiyerek bugün de kotasını doldurdu. Evlilik mevzusu açılmadan hızla yemeğini yiyip odasına doğru ufaktan sıvışacaktı.

Sofrada İngiltere'den bahsederken annem sorgulayıcı bakışını takındı. "Şüheda sen giderken üstünde siyah mont gibi aldığın şey vardı. Geldiğinde üstünde göremedim ne yaptın onu?" Annemin sorduğu soruyla birlikte yutkundum. Gerçekten ne yapmıştım ben onu? Otelden bir ayrılışım vardı , anlatılmaz yaşanırdı. Havaalanına giderken üstümde miydi , en son ne zaman giydim ki? O panikle unuttuğum bir var mı diye de bakamamıştım. Belki valizimden çıkar umuduyla bir şey çaktırmadan anneme kaçamak bir cevap verdim.

"Trençkotumu diyorsun sen. Uçak sıcak olur diye çantama koydum." Yalanda söylemeye başlamıştım. En nefret ettiğim şeyi yapıyordum.

Salonda sohbete tuttular ancak yatma vakti gelip herkes odalara çekilince trençkotu aramaya başladım ama hiçbir yerde yoktu. Ben en son ne zaman giydiğimi hatırlamıyordum. Belki de bir yerde unutmuştum. Artık giden gitmişti , yenisini alıp annemin dilinden kurtulacaktım. Kapının çalınmasıyla beraber yaşadığım korkuyu hatırlayınca bu üzüntü kısa sürdü.

Odanın kapısı yavaşça açıldı. "Gel Büşra , gel başımın belası." İçeriye elinde test kitabıyla süzülerek girdi. "Abla , matematik sorularıma bakar mısın?" Yapamadığı soruları bana soruyordu. Okula başladığından beri hep bana sorardı , onun aynı zamanda özel ders hocası sayılırdım. Ben bir hafta olmayınca soruları birikmişti anlaşılan. "Getir bakalım, yine hangi kolay soruları yapamadın." Onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Bu sırada elinden kitabı alıp sorulara bakmaya başladım. "Abla ya!" Diye sahte bir alınganlık gösterdi.

Soruları çözüp ona anlattıktan sonra ders çalışmaya uğurladım onu. Kapıdan çıkarken "Abla hepimiz çok korktuk sana bir şey olacak diye. İyi ki geldin." Dedi ve geri dönüp bana sarıldı , bu kadar duygusallık yeterliydi. "Bak buradayım, bir şey olmadı. Hadi dersinin başına." Bir ergenden alınabilecek maksimum sevgimi almıştım.

Aynı odada kalıyorduk ama çalışma masası odaya sığmadığı için oturma odasına koymuşlardı. Ne kadar ısrar etse de annem oturma odasını ona oda yapmaya yanaşmamıştı. Klasik Türk anneleri bir misafir odasından bir de kanepe örtüsünden asla vazgeçemiyordu.

Büşra çıktıktan sonra üstümü değiştirip yatağa girdim. Gece her an sesler duyacağım endişesinden rahatça uyuyamadım. Sabah da o kadar zoraki kalkmış ve hazırlanmıştım ki gören okula değil de idama gidiyorum sanabilirdi. Birkaç gün kafa izni iyi gelirdi ama derslerin devam zorunluluğu vardı. İngiltere’de yaşananlar sebebiyle kimse bana rapor vermeyeceği için gitmek zorundaydım.

Evden çıkacakken abim arkamdan seslenip onu da işe bırakmamı istedi. Sebebini pek anlayamadım ama kabul ettim. Arabayı çalıştırıp hareket ettiğimizde "Konuşalım mı biraz?" dedi. Ben yokken önemli bir olay olmuştu sanırım. En son bu kadar ciddi olduğunda sonu benim için iyi bitmemişti.

"Olur."

"İyi ki döndün Şüheda , iyi ki yanımızdasın." Sesi her zaman ki neşeli tonundan çok uzaktı. Bunu hiç beklemiyordum. Sessiz kaldım. "O gece sabahı zor ettik hepimiz. Gece yatmadan haberleri gördük , sana da ulaşamayınca hepimiz kahrolduk. Annemi biliyorsun zaten , babamda öylece duramadı emniyetteki tanıdıklarını aradı falan... " Daha fazla dinlemek istemeyip "Böyle olsun istemezdim." diyerek sözünü kestim. Bunları anlatmasına gerek yoktu , ne yaşadıklarını az çok tahmin edebiliyordum. Yaşananları değiştiremezdim. Bu konu gerçekten artık kapanmalıydı ama abim didiklemeyi seçmişti.

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Yanlış anladın ya da ben yanlış anlattım. Sen benim için çok kıymetlisin. Tamam çok anlaşamıyoruz ama senin tırnağına batan taş önce benim canımı yakar." Susup sözlerinin devamını nasıl getireceğini düşündü. "Sabah sabah ne bu duygusallık." Diye çıkıştım ona. Konunun gideceği yeri tahmin etmiştim ve bunları konuşmanın artık bir anlamı yoktu.

"Geçmişte yaşananları , sana söylediklerimi değiştiremem. Cahildim , acımasızdım , bencildim , kördüm ; senin yaşadıklarını görmeyecek kadar kördüm Şüheda. Bunu çok gecikmiş bir özür olarak düşün. Beni affet demiyorum çünkü ben de affetmezdim ama..." Yine sustu. Sözünü ben devraldım. "Aması falan yok abi. Yıllarca herkes bana bir şeyler söyledi ama en çok seninki acıttı canımı. Sen okulda çocuklar alay edince onlara bağırırdın ama evde aynısını yapardın. Yıllar geçti , geçecek ama kırgınlığım geçmeyecek abi. Bana alınan şekeri , çikolatayı , elbiseyi , oyuncağı kıskandın sen hep." Sinirle başlayan cümlemi boğazımda düğümlenen hıçkırıkla bitirdim. Gözyaşlarım gözümü yakıyordu artık. Neden geçmişin karanlık sayfalarını yeniden açmaya karar vermiştik. Arabayı ani bir hareketle sağa çektim.

Hızla kemerimi çözdüm. "Al hepsi senin olsun. Çünkü bana alınan hiçbir şey benden çalınanların diyeti değildi." Bütün hırsımı tek bir cümleyle dindirdim. Hangi hediye sağlığımın yerine geçebilirdi? Ne kadar para vücudumu ameliyat izlerinden arındırabilirdi? Tek kelime etmesine izin vermeden anahtarı kontakta bırakıp indim arabadan.

Geç kalınmış bir konuşmaydı , belki de hiç yapılmaması gereken bir konuşma. Yok sayınca daha kolay oluyordu. Beni hiçbir zaman anlamadılar deyip geçiyordum ama şimdi geç kalınmış bir pişmanlık vardı. Farkına vardığı gerçeklerle yüzleşmek istiyordu ama bu can acıtmaktan öteye geçmeyen bir davranıştı. İndiğim anda gözyaşlarımı serbest bıraktım.

"...O hasta diye niye her dediği yapılıyor? ...Şüheda'ya neden daha çok oyuncak aldınız? ...Babam seni hasta olduğun için seviyor. ...En azından ben senin gibi yavaş koşmuyorum. ...Sen hastanedeyken biz çok mutluyduk. ...Daha kendi yemeğini bile yiyemiyorsun. "

Zihnimde yankılanan sözleri susturamıyordum. Tüm bunlar anlık sinirle ağzından çıkan cümlelerdi , belki kendi söylediklerini kelimesi kelimesine hatırlamıyordu ama benim unutmam mümkün değildi. Benimde sorunum buydu , onunla olan ilişkim iyiydi - yani her abi kardeş kadar - ama unutamıyordum. Ne kadar istemiş olsam da geçmişe sünger çekemiyordum. Beni diğer çocuklara karşı savunduğunda inanılmaz sevinirdim ama ardından cümleleriyle döverdi beni.

Bir yürüdükten sonra caddenin köşesindeki duraktan taksiye bindim. Gözyaşlarımı silip makyajımı tazelerken taksicinin aynadan görünen şaşkın bakışlarını umursamadım. Bu halimi kimseye açıklayamazdım. Okula geldiğimde biraz ağaçlık alanda dolaştım. Kendime sürekli artık üzülmemem gerektiğini dikte edip durdum. Abimin yakıcı sözleri olmuştu ama beni koruduğu , benim için ağladığı gerçeğini inkar edemezdim. Beni arafta bırakanda buydu. Ne bana çok kötülük yaptı deyip tamamen silebiliyordum ne de çok iyi davrandı deyip bağrıma basabiliyordum. Bir tarafım o sözleri söyleyen daha çocuktu derken diğer tarafım o sözleri duyup ağlayan sende çocuktun diyordu. Yapılanları affetmek kolay gibi görünüyordu ama en zoruydu. Birini aklında , yüreğinde tamamen temize çıkarmadan affedemezdin , diğer türlü sadece kendini kandırmaktı. Ben bunu başaramıyorum , söylenen sözleri sineye çekemiyorum. O an şeytan aklıma girip çık herkesin karşısına söyledikleri sözlerin hesabını bir bir sor dedi. Öyle kimse kendini kalbim temiz diye avutmasın.

Yok sayarken daha iyiydi sanki. Derin bir nefes aldım. Bundan sonrasını abimin davranışları belirleyecekti. Kardeşlik bağımı koparmak gibi bir niyetim yoktu ama affetme kısmı zaman kalacaktı. Kendimi toparlayıp düşüncelerimi yerli yerine oturttuktan sonra sınıfa doğru yol aldım.

Ceyda gelmiş miydi acaba? İçeri girdiğimde Ceyda morali bozuk bir şekilde telefonuyla uğraşıyordu. Beni görünce yüzü güldü ve hemen gelip sarıldı. "Ya Şüheda gelemedim bizim malum durumlardan kusura bakma , çok korktum sana bir şey olacak diye , iyisin değil mi , bir sıkıntı yok." Sarılmanın ayarını yine kaçırmıştı. Bir taraftan da beni baştan aşağı süzerek muayene ediyordu. Defalarca aramasına rağmen açamamıştım , eve geldiğimde ise konuşacak kadar kendimi iyi hissetmiyordum.

Gülerek cevap verdim. "İyiyim , ya beni biliyorsun kedi gibi dört ayak üzerine düşerim hep." Alparslan olmasaydı o iş biraz zordu ya neyse. O an aklıma Demir'in kuzeninin Alparslan olduğu gelmesiyle anlık duraksadım ama bozuntuya vermedim.

"Bu kadar kolay yırtamazsın , perşembe günü bizde kız gecesi yapıyoruz , bütün detayları dinlemek istiyorum." Arkadaşımın elinden kurtulmam için hangi konsolosluğa başvurmalıydım acaba. Şimdilik Demir'in kuzeninden bahsetmemesi için dua etmekle yetinecektim.

"Sizinkiler nasıl izin verdi bu işe demeyeceğim yine haberleri olmadan yapıyoruz değil mi?" Yıllar geçtikçe ailesiyle arası düzelmek yerine daha da bozulmuştu. Ceyda da mezun olana kadar bu konuyu rafa kaldırmıştı.

"Aynen , hadi yerine geç sonra konuşuruz." Diyerek yerine geçti. O arka tarafta yer bulmuştu ama ben mecbur öne oturacaktım. Bu derste kimse öne oturmak istemiyor , arkalardan yer tutuyordu. derse en son gelenler öne geçiyordu , öyle bir ders yani.

Hocanın içeri girmesiyle neşem daha da kaçtı. Asistanı anlatsaydı daha çekilebilir olurdu. Ders zaten zordu bir de üstüne hocanın anlatımı zorlaştırıyordu. İngilizce aksanı da üstüne tuz biber... Ama şikayet etmeyecektim , bugün burada olmayabilirdim.

Aralıksız iki saatlik eziyet sonucu ders bitti. Alparslan dersteyken aramıştı ama açamamıştım , bu yüzden bitmesini dört gözle bekledim. Neden aradığını aşırı merak ediyordum.

Dersten çıkınca tekrar aradı. "Ben Alparslan, rahatsız etmiyorum ya." Sesi her zamanki tondaydı. Onu tekrar ne zaman göreceğimi düşünürken bu kadar erken aramasını beklemiyordum.

"Sorun değil , dersteydim ondan açamadım. Bir sorun mu var neden aradın?"

"Uçakta siyah bir trençkot unutmuş olabilir misin?" Soruduğum sorudan sonra direkt konuya girdi. Sesimdeki mutluluğu bastırmaya çalışarak bilmezden gelerek sordum. "Uçakta mı unutmuşum?" Neyi sorguluyorum ki şu an bulundu ya yetmez mi? Cevap vermeden önce biraz bekledi.

"Uçakta, koltukların üstündeki raftan benimkiyle beraber almışım. Fark edince senin mi diye sormaya gelecektim de kalabalıkta seni göremedim." Normalde uçaktan inmek için acele etmezdim ama bu sefer bir an evvel eve ulaşıp tüm yaşananları unutma hayaliyle her şeyi geride bırakmışım anlaşılan.

Şüheda uçaktan Alparslan'dan önce indi. Alparslan üst raftan montunu alıp giydiği sırada siyah trençkotu gördü. Diğer yerler boştu ayrıca bunu Şüheda'nın üstünde görmüştü daha önce. Aradığı fırsat ayağına gelmişti. Bu bahaneyle onunla tekrar görüşebilirdi ve dosyayı geri alabilirdi. Trençkotu eline alıp gülümseyerek indi uçaktan. Sonrasında onu babasıyla sarılırken gördü ama trençkotunu vermek yerine çantasına koymayı seçti.

"Tamam , ne zaman alabilirim senden?" Annem fark etmeden alsam iyi olurdu. Satın aldığımda bu ince , sıcak tutmaz diyerek beğenmediğini dile getirmişti. Onun beğenmediği kıyafetleri alınca aldın ama giymiyorsun diye söylenirdi. Annemin diline düşmek isteyeceğim en son şey bile değildi.

"Yarın Kızılay'da bir işim var sonrasında müsaidim senin için uygun mu?" Konuşurken yanıma gelen Ceyda "Ne iş, hayırdır?" der gibi bakıyordu. Bir taraftan telefonla konuşmaya bir taraftan elimi sallayarak Ceyda'dan kurtulmaya çalışıyordum. Telefondaki erkek sesini kesinlikle duymamalıydı. Koridorda yakalamaca oynuyorduk resmen. Bize bakanları umursamamaya çalıştım. Onu gönderemeyince kendim ondan uzaklaşmaya çalıştım. Bir yandan da müsait miyim diye düşünüyordum.


"Yarın laboratuvar dersim var , tüm gün okulda olacağım maalesef." Laboratuvar dersinden sonra kötü kokuyorduk kimyasallardan dolayı , o günlerde hiçbir yere uğramadan direkt eve giderdim. İnsanların tiksinmemesi adına en iyi seçenek buydu. Zaten ona yeterince rezil olmuştum , yenilerinin eklenmesine gerek yoktu.

"O zaman cumartesi günü bahçeli diyelim mi?" Önerisini direkt kabul ettim. "Tamamdır, cumartesi görüşmek üzere." Telefonu kapatınca Ceyda'ya ne diyeceğimi bilemeden bir şey olmamış gibi baktım. Onun cevap almadan durmayacağını biliyordum ama şansımı denemek istemiştim.

"Arayan kimdi?" Tek kaşını kaldırmış , elleri belindeki yerini almıştı. Sorguya giren polis gibiydi, cevap vermeden elinden kurtulmak mümkün değildi. Sevgilinin kuzeni diyemeyeceğimden dolayı kaçamak bir cevap verdim. "Kongrede tanıştığım biri." Pek inanmadı , hep oturduğumuz ağaçlık alana doğru yürürken sürekli sorup durdu ama tek kelime etmedim.

Banklardan kuru olanına geçip oturduk. Oflamaya başlamasından bir sorunu olduğunu anladım. "Demir aramadı bugün." Sesi tuhaflaşmaya başlamıştı.

"Niye kavga mı ettiniz?" Genelde Demir ile değil ailesiyle kavga ederdi. Demir ile yürüttükleri güzel bir ilişkileri vardı. Ciddi bir kavgalarına hiç şahit olmamıştım.

Önce bir şey söyleyecekken sustu sonra anlatmaya başladı. "Dün akşam bizimkilerle tartıştık her zamanki gibi , o sinirin üstüne arayınca ona patladım." Niye tartıştınız diye sormadım , anlatmak için tartıştıklarını söylemişti zaten. Yoksa tek kelime etmezdi , acılarımız hakkında konuşmak gibi huyumuz yoktu.

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Arkadaşının oğlu varmış onunla görüşmemi istedi. Demir'i bilmesine rağmen istedi bunu benden. Bende sen nesin ki arkadaşın ne olsun , onun oğlu ne olsun dedim. Ondan sonrası kıyamet. Dayanamıyorum artık ,ne onlara , ne o eve hiçbir şeye dayanamıyorum." Cümlesini tamamlarken sesi titremeye başladı. En sonunda art arda gözlerinden yaşlar döküldü. "Onlar yüzünden Demir'i kaybetmek istemiyorum." Sesi yalvarır tondaydı. Benden bir medet umuyordu , keşke onu o hapishaneden kurtarmaya gücüm yetseydi.

Onun hayatını daha çekilebilir kılmıştı Demir. Onunla tanışınca hayata dair umutları da artmıştı şimdi onsuzlukla sınanmak istemiyordu. Ailesi hayatını daha fazla mahvetmemeliydi.

Gözyaşlarını silip derin bir nefes aldı. "Eğer daha ileri gidecek olurlarsa tüm gemileri yakmaya hazırım." Kararlı görünüyordu , bu sefer iş ciddiydi. Herkesin bir patlama noktası olurdu ve Ceyda bu noktanın sınırındaydı.

"Yine de mezuniyete kadar dişini sık. Son döneme girdik zaten." Bu sefer yalvaran bendim. Bunu yapması en çok ailesinin işine gelecekti. Okulu bitirememesi için ellerinden geleni yapmışlardı , yapmaya da devam ediyorlardı.

"Yirmi iki yıl nasıl o evde yaşadığıma şaşırıyorum bazen. Onlara nasıl tahammül ettim ; o hakaretleri , aşağılamaları nasıl sineye çektim hiç bilmiyorum." Pişmandı ; yıllarca sustuğu için , ona hayatı zehir etmelerine izin verdiği için. Herkesin geçmiş yükü farklıydı ama geçmeyen acısı aynıydı.

"Sen ara Demir'i. Aileni biliyor , seni anlar. Ama sakın bir delilik yapma , yaptığın şey sana daha çok zarar verir." Uyarımı yaptım ama ne kadar dikkate alacağı muamma. Dikkate almasa bile arkadaşı olarak yanlış yapmasına engel olacaktım.

"Bazen öyle bir pranga vurmuşlar ki istesem de kurtulamazmışım gibi geliyor. Zaten onlardan kurtulsam ne olur beynimin içinde sesleri yankılanıyor." Gözleri tam karşıdaki ağaçtaydı. Beni dinlemiyordu sadece kendi içini döküyordu. Dünyadan soyutlanmış bir hali vardı. Bu sefer öncekiler daha kötü durumdaydı. Kendine yapılanlara sabretmeyi öğrenmişti ama işin içine Demir girince tahammülü sıfırlanmıştı.

Çalan telefonuyla bu halinden kurtuldu. Demir arıyordu , bir şey demeden yanımdan uzaklaştı. Hali hiç iyi değildi. Alparslan'ın Demir'in kuzeni olduğunu öğrenmem iyi olmuştu. Ceyda bir delilik yaparsa müdahale etmem daha kolay olurdu. Demir onun için çok kıymetliydi , onu da kaybederse bir daha toparlanamazdı.

"Her işkence bir gün son bulur merak etme. Hayatın belki de bu ilişkiyle güzelleşecek."

"Şüheda , mutlu bir ailede büyümeyen mutlu bir aile kurabilir mi?" Sesi titreyerek sorduğu soruya cevabım sımsıkı sarılmak oldu. Verecek bir cevabım yokken benim de kendime sorduğum bir soru vardı. Kötü bir çocukluk geçiren biri mutlu çocuklar yetiştirebilir mi?

 

 

 

 

*********

 

Elinde tuttuğu flash belleğe baktı Alparslan. Bugün bu işi halletmeliydi. Cüzdanına koydu , sabırsızlıkla beklemişti bugüne kadar. Yaptığı hatayı başka bir hata ile telafi edip konuyu tamamen kapatacaktı. Günlerdir içini kemiren kurttan kurtulma vakti gelmişti. Çok bile sabretmişti bu duruma , bugün bitirecekti.

Özenle katladığı trençkotu poşete yerleştirdi , buluşmak için kullandığı bahaneyi unutmamalıydı. Hiçbir şeyi unutmadığından emin olduktan sonra poşeti eline alıp çıktı odadan. Fazlasıyla stresliydi ve bu tek şansıydı. Buluşacakları restorana geldiğinde etrafına göz gezdirdi. Şüheda henüz gelmemişti. Cam kenarı ve çok göz önünde olmayan masalardan birine geçip oturdu.

Asıl olay Şüheda geldiğinde başlayacaktı. Bilgisayarını getireceğini umarak böyle bir işe girişmişti. Stresten bacağıyla ritim tutmaya başlamıştı. Bir an önce ne olacaksa olmalıydı, belirsizliklerden nefret ediyordu. Senin kriz yönetimini sevsinler Alparslan diye kendi kendine söylendi.

Sipariş almaya gelen garsondan sade filtre kahve istedi. Saatine baktı , erken gelmişti. Zaman geçirmek adına telefonuyla uğraştı. Ondanda sıkılıp dışarıyı izlemeye koyuldu. On beş dakika sonra Şüheda restorana girdi.

Kapıdan içeri giren Şüheda Alparslan'ın tüm odağını üstüne topladı. Daha bir öz güvenli görünmüştü Alparslan'ın gözüne. Alparslan hayranlıkla bakmaya dalmıştı. Ondaki Şüheda hayranlığı ne zaman başlamıştı sahi? Havaalanındaki konuşmalarından sonra artık onun hakkında daha farklı düşünceler oluşmuştu zihninde.

Kısa bir an aklından geçen ihtimali ustalıkla savuşturdu. Bunu yapamazdı. Onu da kendiyle beraber bu dipsiz kuyuya atamazdı. Telefonuna gelen tehdit mesajlarından sonra asla onu tehlikeye atamazdı. Hem o her zaman tek çalışırdı ,yıkılmaz bir kuraldı bu. Kendi içinde bu cebelleşmeyi yaşamıştı ve kararı netti ; Şüheda kesinlikle bu konunun dışında kalacaktı.

Şüheda onu görüp yanına doğru gelmeye başladığında düşüncelerden sıyrılarak ona baktı. Bilgisayarı yanında değildi , o an kendine kurduğu küçük dünyası başına yıkıldı. Böyle bitemezdi her şey. O dosyaya ulaşmak zorundaydı.

 

Loading...
0%