@dilhun
|
Herkese merhabalar :) Henüz istediğim okuma sayısına ulaşamamış olsam da yazmaya ve yayınlamaya devam edeceğim. Bu bölümü giriş bölümü olarak düşünebilirsiniz. Yeraltının derinliklerine ineceğiz. Bakalım neler olacak? Başlama tarihlerini alayım... Hesap soranlarında hesap verdiği bir yer vardır elbet demişti Murat Karayılan, Rasim babasını bir hesaplaşmada toprağa verdiğinde karşısına çıkmıştı ve on altı yaşındaki bir çocuğa bunu söyleyerek onun karanlık dünyaya adım atmasını sağlamıştı. Kendisi de henüz on beşinde olmasına rağmen Rasim’e ağabeylik etmiş, koruyup kollamıştı. Rasim reşit olmadan kendini içinde bulduğu bu hayata hızlı uyum sağlamış ve otuz beş yıl boyunca ayakta kalmayı başarmıştı. Yarım asrı devirdiği ömrünü de yıkılmadan tamamlamaya niyetliydi. Şimdi içine düştüğü bu müşkülden de kurtulacaktı elbet. Yıllar dostlarını da arttırmıştı düşmanlarını da. Dostlarından emin değilken düşmanlarının güttüğü kinden emindi. Aklından bunlar geçerken araç hızla yeraltı aleminin toplandığı on farklı noktadan birine doğru yol alıyordu. Yeraltı alemi tek bir masa etrafında toplanmıştı yıllar önce, başlarında Murat Karayılan’ın olduğu bu topluluğun adı mahzendi. Murat Karayılan güçlü bir aileden gelmiyor olmasına rağmen babalarından geçen güce sahip adamların başına geçmişti. Mahzenden çıkış hakkında kimsenin bir fikri yoktu, çıkmaya teşebbüs eden de olmamıştı daha önce. Rasim yanında oturan Soner’e doğru döndü. “Masadan çıkacak her karara hazır ol.” Bu Soner’e Murat Karayılan’a laflarıyla karşı gelmemesi için bir uyarıydı. Masadan çıkan kararlar er ya da geç kabul edilirdi. Soner bunu çok iyi biliyordu. “Abimin canını isterlerse verecek miyiz?” Abisiyle arasında sorunları olduğu su götürmez bir gerçekti ama bu ölmesini isteyeceği anlamına gelmiyordu. İlerleyen zamanlarda ölmesini ister miydi bilmiyordu ama şimdilik abisinden o kadar nefret etmiyordu. Rasim camı yarıya kadar indirip bir sigara yaktı. “Abinin canını istemeyecekler, sulh olacak.” Sulhun sağlanacağından emindi ama verilecek kararın onun lehine olmayacağından da emindi. Murat Karayılan ile çıkarları çoğu zaman denk düşmezdi. Murat Karayılan’ın hesabına kitabına kimsenin aklı ermezdi, kimse tahmin edemezdi. Murat Karayılan kumarını çok yönlü oynardı, bir taşla on kuşu havada süzülürken vururdu. Soner ise babası kadar emin değildi. Herkesin istediği gibi bir karar çıkmayacaktı. “Haldun Taşkıran sevkiyatımızı baltaladı. Şimdi nasıl sulh sağlanacak? Savaş bence çoktan başladı ama bizim yeni bir cephede savaşacak gücümüz yok.” Rasim biten sigarasını söndürüp camı kapattı. “Karayılan’ın verdiği hükme uyacağız. Bizim aleyhimize bir hüküm verilirse o zaman yeni cepheyi açarız.” Kararlı konuşmuştu ama savaş çıkması isteyeceği en son şeydi. Yolculuğun kalanı sessiz geçerken Soner yol boyunca arabanın filmli camından dışarıyı seyretti. Gördüğü İstanbul kendisi gibi karanlıktı. Soner’in dünyaya bakan gözleri karanlıktı, dünyası karanlıktı. Araç İstanbul’un en lüks semtlerinden birindeki denize nazır restoranın önünde durdu. Rasim önde Soner arkada restorana girdiler. Girişte onları karşılayan görevli asansöre yönlendirdi. Çok göz önünde bir yerde buluşmuş olmalarına rağmen gözler önünde oturmayacaklardı. Amaçları eğer takip ediliyorlarsa şüphe uyandırmadan işlerini halletmekti. Korumaların hepsi dışarıda kalırken Rasim ve Soner asansöre bindi. Soner asansördeki dijital ekrana cebinden çıkardığı kartı okuttu. Bu kart mahzendeki her üyede vardı. Asansör üst kata çıkmak yerine alt kata inmeye başladı. Bu restoran ,masanın üyelerinden biri olan Solak Eşref’e aitti. Asansör iki kat aşağı indikten sonra durdu. Genişçe bir salona doğru yürüdüler. Salonda büyükçe bir masa ve etrafında masanın üye sayısı kadar sandalye vardı, masanın başında ise oturan Murat Karayılan. Diğer üyeler olmadan gerçekleşecek bir toplantı olacaktı. Konuşacakları konu sadece mahzenin iki üyesini ilgilendiriyordu. Geniş salon tam olarak aydınlanmıyordu, hafif loş ışıkta oturuyordu Murat Karayılan. Işık tam masanın üstündeydi, masa aydınlıkken çevresindekiler karanlıktaydı. Tamda içinde oldukları karanlığı simgeliyordu. Murat yerinden kalkmadan Rasim ve Soner’e oturacakları yeri gösterdi. Diğer toplantılarda ayakta duran Soner bu kez gösterilen yere oturdu. Az sonra ise salona Haldun ve büyük oğlu Kürşat girdi. Onların girişiyle beraber salona nedeni belli olan bir gerginlik yayıldı , gergin olmayan tek kişi Murat Karayılan’dı. Herkes oturduktan sonra Murat Karayılan konuşmaya başladı. “Hepiniz geldiğinize göre sulh istiyorsunuz.” Kafasında planını kurmuştu. Taşkıranlar ve Demirhanları ise ikna etmeye değil isteğini haber vermeye çağırmıştı çünkü Murat Karayılan’ın sözü üstüne söz söyleyecek biri yoktu. “Aramızda sulh vardı zaten ama Demirhanlar bozdu.” İlk konuşan Haldun oldu. Rasim Demirhan için yaptıklarından sonra mekanının kurşunlanması canını sıkmıştı. O da en az Rasim kadar yeni bir düşmanlık başlamasından rahatsızdı. Rasim olayı büyütmemek ve gerginliği azaltmak adına atması gereken geri adımı attı. “Oğlumun hatasının bedelini ödemeye razıyım.” Bu işi parayla çözebilirse kendini şanslı sayacaktı. Aklında daha başka planlar varken bu sorun yüzünden işleri bozulsun istemiyordu. Yalçın’ın başına açtığı belalar yüzünden düştüğü durumlara bir kez daha lanet etti. “Biz bedeli öderiz ama bizim silahlar ne olacak Haldun Taşkıran?” Elini masaya vurarak konuşan Soner’di. Rasim en ters bakışıyla oğluna döndü. Mahzende raconu bir tek Murat Karayılan’ın keseceğini yıllar ona öğretmişti ama oğlu toydu. Soner ise silah sevkiyatı işinin babası ona emanet etmişken baltalanmasına delirmişti. Babasının gözüne girmeye çalışırken bu olanla her şey mahvolmuştu, bu olay camiada otoritesini sarsacaktı. En az mekanı kurşunlanan Haldun kadar sinirliydi abisine. Onun hatasını sırtlamak istemiyordu. Murat Karayılan yumruğunu masaya vurdu. “Büyüklerin konuşurken sana söz düşmez.” Soner sıkıntılı bir nefes vererek susup kaldı. Susması bu durumda onun için daha hayırlıydı. Rasim haklı olarak oğlunun arkasında durdu. “Oğlan doğru söylüyor bizim silahlar ne olacak?” Sevkiyat işinin boşa gitmesi onu ekonomik olarak zorlayacaktı. Başındaki belaları savuşturmadan para kaybetmek istemiyordu. Bu silah anlaşması için aylarca uğraşmışlardı. Murat Karayılan sözünün dinlenmemesine çok sinirlenirdi. Elinde tuttuğu kurşun kalemi tek hamlede kırarak parçalarını masaya doğru fırlattı. “Birbirinizi yemeye devam edecekseniz def olun.” Karayılan’ın emri kesindi. Sözlerinin sorgulanmasından hiç hazzetmezdi. Otoritesini sarsacak en ufak bir harekete bile tahammülü yoktu. Herkesin ağzının kapandığını görünce keyifle arkasına yaslandı. “Sessizlik , en sevdiğim.” Yüzüne bir zafer gülümsemesi yayıldı ama sigara içmekten sararan bıyıkları yüzünden kimse görmedi. Narsistik bir bakış attı karşısında oturan herkese. “Oğlanın yediği haltın neyse diyeti öderim. Haldun da silahları iade etsin. Bu mevzuu böylece kapatalım.” Rasim hala işi kolay yoldan kapatma derdindeydi. Haldun’a vereceği para kazandığının yanında bir hiçti. Bu sevkiyatı sorunsuz gerçekleştirirse eline çok yüklü bir meblağ geçecekti. Murat’ın ise verdiği karardan dönmeye niyeti yoktu. “Sende var iki oğlan , kızın desen oğlanlardan beter. Sende de üç oğlan var, yeğenlerinizde cabası. Bugün siz sulh ilan edeceksiniz ama çocuklarınız rahat durmayacak belli oldu.” İşleri sorunsuz idare ederken ayağına dolanan dünkü çocuklar yüzünden başı ağrıyordu. Planını kurmuştu çoktan, kararlıydı. Yumruğunu yeniden masaya vurdu. “İkinizde yıllardır bu masadasınız , binlerce adamı yönetip Türkiye’nin dengelerini değiştirecek gücü elinizde tutuyorsunuz ama kendinizden olanlara gücünüz yetmiyor.” Yeni nesilden fazlasıyla şikayetçiydi. Onların dağları ben yarattım havalarından bıkmıştı. Bu masada hükmü veren tek kişinin kendisi olduğunu en yaşlısından beşikteki çocuğa kadar ezberletecekti. Çocuklar sessiz kalırken Haldun ve Rasim aynı anda “Ama…” diye itiraz edecek oldu. İkisinin de sözleri Murat’ın elini havaya kaldırarak onları susturmasıyla yarım kaldı. “Kesin sesinizi! Bundan sonra aile olacaksınız ve aranızda hiçbir şekilde sorun çıkmayacak.” Ona yapılan itirazları hiç sevmezdi eğer karşısındaki adamlar hatırı sayılır kişiler olmasaydı ikisinin de infaz emrini anında verirdi. Murat Karayılan işleri istediği yöne çevirmeyi adam öldürmeden yapmayı öğreneli uzun zaman olmuştu. Haldun ve Rasim düşünceli bir şekilde sessiz kalırken ilk tepki Haldun’un oğlu Kürşat’tan geldi. Okların kardeşine çevrildiğini sezmişti. Murat Karayılan’ın kardeşinden rahatsız olduğunu biliyordu. “Aile derken? Demirhanların kızı yok ki.” Kardeşi yerine kendisinin yanmasına razıydı. Firuze, Taşkıranların bel kemiğiydi. “Demirhanların kızı yok ama Taşkıranların kızı var.” Herkesin aklına geleni Murat büyük bir zevkle dile getirmişti. Haldun’un öfkeden yüzü seğirirken Kürşat hemen itiraz etti. “Yalçın itinin suçunu neden benim kardeşim sırtlansın ki?” Karanlık bir dünyada yaşamalarına rağmen onlarında kıymetlileri vardı ve Kürşat için bu hayattaki en kıymetli kişi kardeşi Firuze’ydi. Babasından bile önde tutuyordu. Hayattaki tek zaafıydı Firuze. Bu sözde aile olmak için yapılacak evlilik Murat Karayılan’ın başka planlarına ek olarak Firuze’ye kestiği bir cezaydı. Sözlerine karşılık veren insanlardan hiç hoşlanmazdı hele ki cevap veren bir kadınsa ona karşı kin güderdi. Firuze de Murat Karayılan’ın davranışlarından nefret ettiğim insanlar listesinde başı çekiyordu. “Taşkıranlar kızını verecek ,silahlar da onlarda kalacak.” Diye kesin ve itiraz kaldırmayan son emrini verdi. Haldun uzun bir sessizliğin ardından gözünü karartmış bir şekilde konuştu. “Benim kurban edecek bir kızım yok.” Kendi mahkumiyetini kızına da yaşatmayacaktı. Murat bu itiraza şaşırmamıştı, çektirdiği dişlerinin yerindeki boşluklar görünecek şekilde bir kahkaha attı. “Haldun senin kızını herkes biliyor, bir kurban varsa o da Rasim’in oğlu olacak.” Soner abisinin pisliğinin üstüne yıkıldığını anlamış ama yok saymayı tercih etmişti ta ki Murat’ın sözlerini duyana kadar. Gözlerini devirip ağzının içinden abisi Yalçın’a sağlam bir küfür yuvarladı. Bu hikayede yanan kendisi olmuştu. Karşı çıkma şansı yoktu, babası masanın altından öfkesini dizginlemesi için dizini tutuyordu. Haldun’un ise siniri hala geçmemişti. Üstüne basa basa yeniden konuştu. “Kızım pazarlık malzemesi değil. Eğer aile olacaksak Harun’un kızı Asuman’ı veririz.” Kızını böyle bir saçmalık yüzünden kaybedemezdi. Firuze’yi halefi ilan etmeye hazırlanırken hem de. İçten içe Firuze’ye kızdı, dik başlı olduğundan dolayı nam kazanırken düşman da kazanıyordu. Sonrasında öfkesi kendine yöneldi , kızını bu dünyanın içine soktuğu güne lanet etti. Murat Karayılan uyarırcasına Haldun’a doğru ağır ağır işaret parmağını salladı. “Bu masada oturan sensin kardeşin değil Haldun.” Murat Karayılan’ın tehditkar ses tonu ortaya çıktığına göre sabrının son demlerindeydi. Küçük meselelerle fazla vakit harcamayı sevmezdi. Kendisini her daim büyük işlerin adamı olarak görürdü. Bu yüzden Türkiye’deki karanlık adamlara ulaşmış ve kendisine mecbur hale getirmişti. Kimsenin haberi olmasa da yeraltının tek yöneticisi kendisiydi. Onu çiğneyip geçenlerin sonunu masadakilerin zihnine ustalıkla kazımıştı, kimse ona değil ihanet itiraz etmeyi aklından bile geçiremiyordu. “Ben kızımı vermem.” Diye ısrarına devam eden Haldun’a göz devirdi. Eski dostlarına olan vefası yüzünden bu kadar anlayışlıydı. Haldun ve Rasim’in yerinde başka birileri olsaydı başlarını gövdelerinden çoktan ayırmıştı. Rasim Haldun’un itirazına ortak oldu çünkü kendisi de en az Haldun kadar o kızı gelin istemiyordu. Aile düzenini oturmayı başarmışken yeniden düzenini yıkamazdı , Taşkıranların kızını gelin almak demek her işlerinde artık Taşkıranların kulağı olacağı anlamına geliyordu. “Karayılan neyse parası ödeyeyim, konu kapansın. Benim oğlanlardan biri bir hata yaparsa da kendi ellerimle Haldun’un önüne atarım.” Söylediklerinde ciddiydi. Oğullarından herhangi birinin yapacağı hatada gözünün yaşına bakmayacaktı. Onlara karşı gösterdiği müsamahanın vakti dolmuştu. “Senin kız iki taraf arasında dengeyi kuracak.” Bu söylediğine kendisi de inanmamıştı ama iki aile arasında düzeni sağlamanın tek yolu buydu. Aileler önce birbirini yiyecekti ardından ise anlaşacaktı ve güç birliği yapacaktı. Yapmamaları da işine gelirdi Murat Karayılan’ın , onları saf dışı bırakması daha kolay olurdu. Firuze’yi de çocukluğundan beri tanırdı. Huy olarak babasına fazlasıyla benziyordu ve genç yaşına rağmen babasının işlerinde söz sahibi olmayı başarmıştı. Yeraltı aleminin çekişmeli ortamında kendine yer edinmeyi başaran çok az kadından birisiydi. İki aileyi de dizginlemeyi başarırsa yalnız o başarırdı. Nitekim Murat birlikten yana değildi sadece işine geldiği için istiyordu bu evliliği. “Benim kız var olan dengeyi de bozar. Başka türlü anlaşalım ama kızım olmaz.” Haldun karısından sonra karısının kopyası olan kızını da kaybetmeyecekti. Kızı her anlamda Haldun için kıymetliydi. Murat Karayılan son kozunu oynamaya karar verdi. Yavaşça oturduğu yerden kalktı. “Haldun eğer benim kurallarıma itiraz ediyorsan bu masada artık yerin yok demektir.” Sözleri bomba etkisi yaratırken ağır adımlarla salonu terk etti. Haldun Taşkıran için seçim zamanıydı. Ya kızından vazgeçip sulhu kabul edecekti ya da Demirhanlara alenen savaş ilan ederek üyesi olduğu mahzene resti çekecekti. Mahzene resti çekmek demek leş kargalarına yem olmak demekti. Bundan sonrası Haldun Taşkıran’ın iki dudağının arasındaydı, ailesinin geleceğine o karar verecekti ve sonuçlarına herkes katlanacaktı.
Sonraki bölümde Firuze Taşkıranla tanışacaksınız. Yeraltı alemine erkekler meydan okuyan bir kadın lazımdı onu da ben yazdım :) |
0% |