@dilravci
|
Bir hafta hastanede kalmıştım ve bu süre içerisinde polisler sıkça odama gelip gitmişti. Onlara ilk başta her şeyi anlatmak konusunda tereddüt ederken onlardan bu olanları saklamanın daha tehlikeli olduğunu fark ettim. Benim için ne kadar zor olsa da onlara gerçeği anlattım. Polisler tekrar tekrar ifademi alıp maskeli katili tarif etmemi istemişleridi. Ama benim tek bildiğim sert odunsu ve baharatlı parfüm kokusuydu. Boyu benden oldukça uzundu ve korkutucu sayılacak kadar iriydi. Bunlar normal şartlarda bir erkeği çekici kılan özelliklerdi fakat karşındaki bir seri katil olunca işler değişiyor. Bir haftanın sonunda taburcu olmuştum hastaneden. Bir hafta boyunca kasaba oldukça sessizdi. hatta ölen kızıl saçlı kızı unutmuşlardı bile. Çok caniydi bu dünya. Acımasızdı... Sizi tek kalemde silip atardı... Sonunda eve ulaştığımızda Elif koluma girip beni odama çıkarmak istemişti ama ben kolumu hızlı ondan çekip "Senin yardımına ihtiyacım yok. Yürüyebiliyorum." Dedim sert bir şekilde. Elif yaşına rağmen benden uzundu. Gerçi bende çok uzun sayılmazdım ama Elif'in benimle aynı boyda olması gerçekten şaşırtıcıydı. Daha onüç yaşında olmasına rağmen boyu bir metre altmış santimi geçmişti. Ergenlik çağına çok erken girmişti. Abisi Oğuz da aynı onun gibi kilolu ve iriydi. Benim siyah saçlarım ve beyaz tenim tıpatıp anneme benzerken, onların kumral saçları ve yanık tenleri babalarına benziyordu. Bu ise beni daha çok sinir ediyordu. Ben anneme daha çok benzerken o eski kocasının kopyalarını daha çok seviyordu. Belki çocukça bir kıskançlıktı ama kalbim artık o iki çocuğu verilen sevgiyi görmeye dayanamıyordu... Eve girip ikinci katın merdivenlerini çıkarak odamda beni bekleyen Zehra ve Vildan'ın yanına gitmek istiyordum. Vildan ve Zehra yarım saat önce bizim eve gelip odamı toparlıyacaklarını haber vermişlerdi. Yaramın mikrop kapmasından korkuyorlardı hala. Beni düşünen insanların varlığı yüzümü güldürürken Annemin arkamdan gelen sesiyle gülüşüm soldu. " Bu kadar kötü ve sert olmak zorunda değilsin." Sözleri artık bardağı taşıran son damla olmuştu. Ne yani? Sert ve kötü olan ben miydim!? Hırsla ona döndüğümda ensemde hissettiğim tarifi zor acı gözlerimden yaş gelmesine sebep oldu. Gözlerimi kapatarak burnumdan soludum. "Sert veya kötü olan ben değilim. Bu karakter aslında senin... Senin bana yansıttığın her şey. Bana yaptıklarını ben senin biricik evlatlarına yapınca sert ama sen bana yapınca normal mi oluyor Semra hanım?" Annemin ismine vurgu yaparken tek kaşımı kaldırıp gözlerimi bir saniyeliğine Elif ve yanında duran Oğuz'un üstünde gezdirdim. Elif'in bana bakışları canımı acımıştı. Gözleri dolmuş ve çaresiz bakıyordu... Bana böyle bakmasından nefret ediyordum. Hemen onların üstünde gözlerimi çekip duruşumu diklestirerek anneme üstten bir bakış attım. Gözlerini kapatıp parmaklarını şakaklarına bastırırken ne kadar sinir olduğunu görebiliyordum. "Sürekli nefret dolusun." Dedi bir eli havada bir eli belinde bir şekilde. "Asla uysal bir çocuk olmadın hiç anlayışlı bir kızda değildin. Sadece asiydin ve nankördün... Ne kadar zor zamanlardan geçtiğimi gördün. Büyüksün ve aklın bunları anlayabilecek olgunlukta fakat..." Diye devam ederken daha fazla onu dinlemeye tahammülüm kalmamıştı. "Ne fakat!?" Diye bağırdım. Bağırışım bütün evde yankılanırken kalbim hızla çarpıyordu. Arkamda duyduğum adım seslerinin odamdan gelen Vildan ve Zehra'ya ait olduğunu tahmin etmek zor değildi. Boğazımda hissettiğim tanıdık his biraz sonra gözlerimden akacak olan yaşların habercisiydi. Çenem titrerken nefes almak zorlaşmaya başlamıştı. Onun karşısında ağlamak istemiyordum... Çaresiz görünmek, ona muhtaç olmak, sevgisini dilenmek... Hızla kendimi toparladığımda annemin yorgunluğunu çöken omuzlarından anlayabiliyordum. Ona koşup sarılmak kokusunu içime çekmek istiyordum fakat olmazdı, biz hiç öyle sarılmamış birbirimizin kokusunu doyasıya ciğerlerimize çekmemiştik ki... "Sen beni hep onlarda ayrı tuttun çünkü beni doğurduğunda daha onaltı yaşındaydın! Neymiş gençliğini çocukluğunu yaşayamamış tramvası olmuş Semra hanımın. Ben mi dedim daha onaltı yaşında git beş dakikalık keyif için bana hamile kal diye!?" Her bir kelimemle yüzünü acıyla buruşturuyordu. Acı çektiğini görebiliyordum ama durmaya hiç niyetim yoktu çünkü ben acı çekerken o hiç durmamıştı. Tam birşeyler söylemek için ağzını açmıştı ki Oğuz "Anne sen ne dersen de seni üzmek için konuşucak sadece..." Gözlerimi devirip yukarıya çıktığımda kızlar üzüntüyle bir bana bir birbirlerine bakıyorlardı. Odama girdiğimde sinirden kalbim ağrımaya başlamıştı. Kendimi yatağın üstüne atmak için hazırlanırken komodinin üstündeki kırmızı desenli siyah kutu çarptı gözüme. Kutuyu elime alıp sıska parmaklarımla çevirerek incelediğim sırada kızlar içeriye girmişlerdi. Benim elimdeki kutuya dikkatle baktığımı gördüklerindende merakla bana yaklaşıp elimdeki kutuda göz gezdirdiler. "Bu ne?"Diyerek sessizliği bozan Vildan olmuştu. "Sizin değil mi bu?" Dediğimde ikiside olmsuz anlamda başını salladı. Hızla kutuyu açtığımda içinden çıkan kağıt parçası bütün bedenimin buz gibi soğumasına sebep olmuştu. Vildan ve Zehranın gözleri irileşirken ben kutunun içinden çıkan kağıt parçasısını aldım elime. Hastanede uyurken çekilen bir fotoğrafımdı bu kağıtda yer alan görüntü. Titreyen parmaklarımla fotoğrafın altından çıkan notu aldım ve gözlerimden akan yaşlar eşliğinde okumaya başladım. "Sen benim esirimsin... Artık istesemesende biz biriz. Sen beni kalbinin derinliklerinde taşımaya mahkumsun..." O yazmıştı... Bu not ona aitti değil mi? Başım tekrardan dönemeye başlarken kapının çalmasıyla kutuyu arkama sakladım. İçeri giren annemdi. Yüzüme bile bakmadan. "Ögretmenin geldi. Merak etmiş seni görmek istiyormuş." Dedi. "T-tamam... Geliyorum beş dakikaya aşağıdayım." Annem odadan çıktığında kızlarla birbirimize bakıp korkuyla susmuştuk. Zehra arka arkaya soru sormak için dudaklarını araladığında. "Anlatıcam... Hepsini anlatıcam ama şimdi aşağı inmem lazım. Yukarı gelince konuşucaz." Dedim pürüzlü çıkan sesimle. Konuşmalarını beklemeden aşağı indiğimde dersinde bayıldığım Erkan hoca evimizin salonunda oturmuş beni bekliyordu. Salona adım atmadan önce merdivenin yanındaki boy aynasından kendime baktım. Yüzüm bembeyaz olmuştu. Dudaklarım mor ve çatlak görünüyordu. Yanaklarını sıkıp biraz renk gelmesi için hafifçe vurarak salona girdim. Zorlukla gülümseyerek Erkan hocanın elini sıktım. "Alara nasılsın daha iyi misin?" Diye soran Erkan hocaya tebessüm ederek başımı salladım. "Evet iyiyim hocam." "Rengin çok solgun ama yinede iyi görünüyorsun. Seni merak ettim. Daha doğrusu bütün öğretmenlerin seni merak etti." Dediğinde gözlerim siyah gömleğinin kırışıklıklatında geziyordu. "Teşekkürler hocam ama gerçekten iyiyim." "Bir eksik veya ihtiyacın olursa biz senin ikinci aileniz ve yanındayız." Dedi çenesini sıkarak. Odada kaldıkça benim için netlik kazanan bir koku vardı. Bu o odunsu kokuydu... Sert hafif baharatlı ama bir melodi gibi uyumlu olan o odunsu koku...Burnum bu kokuyla sıkarken gözlerimi odadakilerin üstünde gezdirdim. Kaşlarımı çatıp anlamaya çalışarak yutkundum. Evde yabancı kimse yoktu fakat bu koku gittikçe yaklaşıyordu. "Geçmiş olsun." Arkamdan gelen tok sesle olduğum yerde sıçradım. Başımı hızla arkama çevirdiğimde gözlerim kararmış acıdan beynim sızlamıştı. Elimi enseme götürüp pansumanın üzerinde gezdirirken ensemdeki elimin üstünde hissettiğim yabancı ten irkilmeme sebep olmuştu. İşte şimdi koku daha netti... Boğazımı yakan bir koku değildi. Ama kesinlikle burda olduğunu belli ediyordu. Gözlerimi yavaşça açtığımda irisleri kahvenin en koyu tonu olan bir çift gözle karşılaştı bakışlarım.Şefkat dolu gözleri yüzümde gezen adam "Beni duyuyor musun?" Diyerek beni sarstığında kendime zorlukla gelmiştim. Bakışlarımı zorluka üstünden çektiğim karizmatik adam Erkan hocanın yanına oturup ellerini birbirine kenetledi. Erkan hoca gülümseyerek "Alara bu benim yeğenim Tabur Mercan. Sen sınıfta bayıldığın gün seni tabur tutmuştu ve ambulansa kadar tabur götürmüştü." Dediğinde ben hala yeğenim kelimesine takılı kalmıştım. Yeğenim derken? Tabur Erkan hocanın yanına oturduğu anda Erkan hoca bir karınca gibi görünmüştü. Bizimle aynı sınıfta mıydı? "Bizim sınıfta mı?" Dedim kısık bir sesle. "Evet bu sene geldi bizim yanımızda kalıyor." Dedi Erkan hoca. Erkan hoca babasıyla birlikte okula çok yakın olan kasaba pansiyonunda kalıyordu yıllardır. Daha doğrusu kasaba pansiyonunu yıllar önce devir alarak işletmeye ve orda kalmaya başlamışlardı bildiğin kadarıyla. Bildiğim kadarıyla diyorum çünkü biz sadece iki yıl önce taşınmıştık buraya. "Çay içer misiniz?" Diye sordu şöminenin önünde oturan annem. Annemin sesini duyduğu anda bütün algıları kapanarak büyülenmiş şekilde annemi izleyen Erkan hoca, asıl geliş amacını çok uzun saklayamamıştı. Erkan hoca biz bu kasabaya taşındığımız ilk günden bu yana anneme biraz yanıktı. Buraya maddi sorunlardan dolayısı taşındığımızı biliyordu ve her seferinde bir eksiğimiz veya ihtiyacımız olup olmadığını soruyordu. Ben gerçeklikten kopup gitmiş Tabur'u boydan boya süzerken onu maskeli çocukla karşılaştırıyordum. Boyu, kilosu, kokusu, gözleri ve bakışları... Aklınıza gelebilecek her şeyi gördüğüm o maskeli katille birebir aynıydı. Bir yandan oturduğum yerde korkudan kaskatı kesilirken diğer yandan artık aklımda kesin biri olmasının mutluluğu vardı üzerimde. Hala gözlerim kemikli yüzünde gezinirken annemin tiz sesiyle kendime geldim. Gözlerimi kırpıştırıp anneme döndüğümde sinirle bir bana bir Tabura bakıp "Çay içer misin diye sordum." Dedi. Başımı hayır anlamında sallayarak "Teşekkür ederim ben odama çıksam iyi olur ağrım artıyor." Dedim. Ayağa kalkıp herkese selam vererek son bir bakış attım Tabur'a. Hızla merdivenlerden çıkarken yüzümde zafer gülümsemesi vardı. Artık biliyordum onun kim olduğunu. Beni kandıramamıştı... Körebenin sonuna gelmiştik ve oyunu ben kazanmıştım... |
0% |