@dincerkocabas2010
|
Kral Edric, parmağındaki yüzüğe dokunduğu anda, tüm Valoria Krallığı'nın kaderi bir an için dengede asılı kaldı. Mickle'ın gözleri parıldıyordu, zaferin eşiğinde olduğunu hissediyordu. Ancak Edric, yüzüğü çıkarmak yerine, derin bir nefes aldı ve kararını verdi. "Hayır," dedi kararlı bir sesle. "Bu yüzüğü sana vermeyeceğim. Valoria'nın geleceği, senin açgözlülüğünden daha önemli."
Mickle öfkeyle kükredi ve Elara'ya doğru bir adım attı, ama o anda sarayın kapıları gürültüyle açıldı ve içeriye Valoria'nın en cesur şövalyeleri daldı. Kılıçlarını çekmişlerdi ve kraliçeyi korumak için hazırdılar. Mickle, durumu anlamıştı; tuzağa düşmüştü. Edric, bu anı önceden planlamış ve düşmanını alt etmek için her şeyi hazırlamıştı.
Savaş başladı, çelik çelikle çarpıştı ve sarayın koridorları savaşın yankılarıyla inledi. Edric, Mickle'ın yanına atıldı ve onunla yüzleşti. İki kral, tarihin akışını değiştirecek bir düelloda karşı karşıya geldiler. Kılıçlar havada dans ederken, Edric'in yüzünde bir umut ışığı belirdi. Oğlu Alex'in doğumu, ona sadece bir varis değil, aynı zamanda yeni bir başlangıç ve Valoria için daha parlak bir gelecek vaat ediyordu.
Düello sürerken, Elara kocasını izledi ve kalbinde büyük bir gurur hissetti. O, sadece kralı değil, aynı zamanda cesur bir savaşçı ve sevgi dolu bir baba idi. Savaşın sonunda, Edric Mickle'ı mağlup etti ve onu esir aldı. Valoria'nın güvenliği bir kez daha sağlanmıştı.
Aurora Eloria krallığı nın sarayı
Sabah uyandım güneş parlıyordu liana içeri girdi ve yanında bir adam vardı. Liana "majesteleri yemeğinizi getirdim" dedi ve devam etti."Ve buda ısadoranın oğlu sizi görmeye geldi" "hoşgeliniz majesteleri ben..." dedi ve devam etti "ben isadoranın oğlu frank" ben de "adımı zaten biliyorsunuz" dedim o sırada liana "Efendim size kraldan haber var" dedi ve devam etti
Aurora Eloria krallığının sarayında sabahın erken saatleriydi. Güneş, yüksek pencerelerden içeri sızarak, odanın altın ve gümüş süslemelerini parlatıyordu. Liana, elindeki gümüş tepsiyle içeri girdiğinde, Frank hâlâ konuşmasını sürdürüyordu.
"Ben Isadoranın oğlu Frank," dedi genç adam, "ve babamın size bir mesajı var."
Liana, tepsiyi masaya bıraktı ve merakla onları dinlemeye başladı. "Efendim, kraldan haber var," dedi, "ama önce Frank'in söyleyeceklerini dinlemeniz gerekiyor."
Frank, gözlerini kraliçeye dikti. "Babam, Valoria Krallığı'nın geleceği için endişeli," dedi. "Kral Edric'in yüzüğü koruması gerektiğini ve Mickle'ın tehditlerine boyun eğmemesi gerektiğini söylüyor."
Kraliçe, Frank'e teşekkür etti ve Liana'ya döndü. "Peki, kraldan gelen haber nedir?" diye sordu.
Liana, bir an tereddüt etti, sonra derin bir nefes alarak konuştu. "Kralımız, Mickle'ı mağlup etti ve şimdi sizin yanınıza geliyor" 1 gün sonra Kral edric kızının odasına vardı "kızım" ve birde oğluna baktı ve kapıyı kapattı. Karısı ritüel malzemelerini odaya getirdi. Aurora "Baba bunlar da ne?" Diye sordu. Babası cevap verdi "Kızım sen ve oğlumuz için bir şeye karar verdim. Senin ve minik oğlumuzun adını lanetleyeceğiz" Kral edric devam etti Kral Edric, kızının şaşkın bakışlarını görmezden gelerek ritüel için hazırlıklara başladı. Karısı, odanın ortasında büyük bir masanın üzerine eski ve yıpranmış kitaplar, siyah mumlar ve çeşitli garip nesneler yerleştiriyordu. Aurora'nın gözleri endişeyle açıldı.
"Babacığım, neden isimlerimizi lanetliyorsunuz? Bu ne anlama geliyor?" diye sordu Aurora, korkuyla.
Kral Edric derin bir nefes alarak kızına yaklaştı. "Aurora, bu lanet bizim koruyucu gücümüz olacak. Düşmanlarımızın bize zarar vermesini engelleyecek. Bu ritüel sayesinde isimleriniz kutsanacak ve ailemizin güvenliği sağlanacak."
Aurora, babasının söylediklerinden pek bir şey anlamamıştı. "Ama baba, bu lanetin sonuçları ne olacak? Bizlere zarar verebilir mi?"
Kral Edric, kızının yüzünü elleriyle tutarak ona güven vermeye çalıştı. "Hayır kızım, bu lanet sizi sadece koruyacak. Ama bu süreç biraz rahatsız edici olabilir. Korkmamalısın."
Kral Edric, karısına bir işaret verdi. Kraliçe, büyük bir kadeh içinde koyu kırmızı bir sıvı getirdi. Bu sıvı, ritüelin önemli bir parçasıydı. Aurora ve küçük kardeşi, bu sıvıyı içecek ve isimleri üzerindeki ritüel tamamlanacaktı.
Kral Edric, bir büyü kitabını açarak eski ve gizemli bir dilde yazılmış bir büyüyü okumaya başladı: "Rüzgarın esintisiyle, ateşin coşkusuyla, suyun berraklığıyla, toprağın gücüyle, evrenin tüm güçleriyle birleş, yaratılışı değiştir!"Odanın havası değişmişti, sanki görünmez bir güç her yeri sarıyordu. Kraliçe, mumları yaktı ve dumanlar yavaşça odanın içinde dönmeye başladı.
Aurora, babasının söylediklerini yapmaya karar verdi. Babasına ve annesine güveniyordu, ancak içinde hala büyük bir korku vardı. Kardeşi ise hiçbir şeyden habersiz, masum gözlerle etrafına bakıyordu.
Kral Edric, elindeki kadehi Aurora'ya uzattı. "Bunu iç, kızım. Bu, ritüelin bir parçası."
Aurora, kadehi titreyen elleriyle aldı ve gözlerini kapatarak bir yudum içti. Sıvı boğazından geçerken sıcak bir his tüm vücuduna yayıldı. Aynı zamanda hafif bir baş dönmesi hissetti. Kadehi annesine geri verdi ve küçük kardeşinin sırasının gelmesini bekledi.
Kral Edric, oğlunu kollarına alarak kadehten bir yudum içirdi. Küçük çocuk önce ne olduğunu anlamasa da babasının kararlı bakışları onu sakinleştirdi.
Ritüelin en kritik anı gelmişti. Kral Edric, elindeki bıçağı aldı ve her iki çocuğunun da parmağından küçük bir kesik açtı. Akan birkaç damla kanı bir kaseye damlattı. Bu kan, ritüelin tamamlanması için gerekliydi.
Kraliçe, büyü kitabından okunan duaları tekrarladı ve odadaki hava iyice yoğunlaştı. Aurora, içindeki korkuya rağmen babasının dediklerini yapmaya devam etti. Kral Edric, kanın üzerine eski ve kutsal bir sembol çizdi. Sembol tamamlanınca odada güçlü bir ışık parladı ve birden her şey normale döndü.
Aurora, ritüelin bitip bitmediğini anlamaya çalışırken Kral Edric konuştu. "Tamam, ritüel sona erdi. Artık isimleriniz lanetlendi ve korunma altındasınız."
Aurora, babasının yüzüne baktı. "Peki bu ne anlama geliyor baba? Artık güvendeyiz mi?"
Kral Edric başını salladı. "Evet kızım, artık kimse size zarar veremeyecek. Bu lanet, sizi koruyacak ve güvende olmanızı sağlayacak."
Ritüel sona erdikten sonra odada bir sessizlik hakim oldu. Aurora'nın yüzünde hala bir endişe vardı, ancak kral ve kraliçenin güven veren bakışları onu sakinleştirdi. Küçük Alex ise masumca etrafına bakıyordu, olan bitenin farkında bile değildi.
Kral Edric, kızının omzuna dokundu ve ona sıcak bir gülümsemeyle baktı. "Şimdi artık güvendesiniz," dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Bu lanet, sizi ve kardeşini koruyacak. Hiçbir kötülük size zarar veremeyecek."
Aurora, babasının sözlerini içine sindirmeye çalıştı, ancak içinde hala bir endişe vardı. "Teşekkür ederim, baba," dedi kırılgan bir sesle. "Umuyorum ki bu doğru karardır."
Kraliçe Elara da kızına sarıldı ve onu teselli etti. "Sevgilim, babanızın yaptığı bu karar, ailemizin güvenliği için gereklidir. Güvende olacaksınız, endişelenmeyin."
Oda içinde bir huzur yayılmıştı, ancak dışarıda hala tehlike vardı. Kral Edric, ailesini korumak için her türlü önlemi almış olsa da, düşmanlarının hala tehdit oluşturabileceğini biliyordu.
Birkaç saat sonra, sarayın koridorlarında sessizlik hâkimdi. Kral Edric, güvenlik önlemlerini gözden geçirirken, beklenmedik bir ses duydu. Birinin ayak sesleri, koridorun uzak bir köşesinden geliyordu.
Kralın yüzünde hemen bir endişe belirdi. Hızla kılıcını kuşandı ve sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Kraliçe Elara ve çocukları ise güvenli bir odada beklerken, sarayın güvenliği için endişeliydi.
Koridorda, karanlık bir gölge ansızın belirdi. Kral Edric, hazırlıklı olmak için kılıcını çekti ve gölgeyle yüzleşti. Ancak, gölgenin kimliği onu şaşırttı.
"Isadoranın oğlu Frank," dedi kral şaşkınlıkla. "Sen ne yapıyorsun burada?"
Frank, soluğu kesilmiş bir şekilde konuştu. "Efendim, Mickle'ın adamları sarayı basıyor. Sizi ve ailenizi korumak için geldim."
Kral Edric'in yüzünde bir kararlılık belirdi. "Hemen diğer şövalyeleri toplamak için sarayın dışına çık. Ailem güvenli bir yerde beklerken, ben ve diğer şövalyeler, sarayı savunacağız."
Frank, kralın emrine itaatle başını salladı ve hemen görevine koyuldu. Kral Edric ise cesurca ilerledi, kılıcını düşmanlarına karşı hazır tutarak, ailesini korumak için savaşmaya hazırlandı o sırada içeri liana girdi "Efendim darbe oluyor ve şehrin sınırlarindalar yaklaşık 90000 kişi var"
Kral Edric, Liana'nın acil haberiyle irkildi. 90,000 düşman askeri, şehrin sınırlarına dayanmıştı. Bu, devasa bir savaşın kapıda olduğunu gösteriyordu. Kral, hızlıca karar vererek ailesini güvenli bir yere götürmek için hazırlıklara başladı.
"Sarayın gizli geçitlerini kullanacağız," dedi Edric kararlı bir sesle. "Liana, Elara ve çocukları buradan çıkar. Onları korumanın yolu bu."
Liana, kraliçe ve çocukları hızla gizli geçitlere yönlendirdi. Edric, son bir kez ailesine baktı ve gözlerinde kararlılıkla vedalaştı. Şimdi tüm odaklanması, Valoria'nın savunmasında olacaktı.
Kral Edric, ağır adımlarla sarayın büyük salonuna doğru ilerledi. Yanında, en sadık şövalyeleri vardı. Frank de bu gruba katılmıştı. Edric, şövalyelere döndü ve yüksek sesle konuştu:
"Bugün, Valoria'nın geleceği için savaşıyoruz. Her birimizin cesareti, krallığımızın kaderini belirleyecek. Düşman sayıca üstün olabilir, ama biz kararlılığımız ve yüreğimizle onlardan üstünüz."
Şövalyeler, kralın sözleriyle güç bulmuştu. Edric, kılıcını çekti ve düşmanla yüzleşmek için kapıya yöneldi. Sarayın dışındaki meydanda, Mickle'ın ordusu çoktan saf tutmuştu. Kalabalık, silahların çınlamasıyla yankılanıyordu.
Edric, meydanın ortasına ilerledi. Mickle'ın ordusu düzenli ve disiplinli bir şekilde ilerliyordu. Mickle, ordusunun başında kibirle duruyordu. Edric, Mickle'ın gözlerine baktı ve kılıcını havaya kaldırdı.
"Saldırı!" diye bağırdı Edric.
İki ordu, büyük bir gürültüyle çarpıştı. Çelik, çeliğe vurduğunda kıvılcımlar saçılıyor, kılıçların tılsımları parlıyordu. Edric, önüne çıkan düşman askerlerini birer birer yere seriyordu. Her hamlesi kesin ve ölümcüldü.
Mickle'ın askerleri sayıca üstündü, fakat Valoria'nın şövalyeleri daha deneyimli ve kararlılıkla savaşıyorlardı. Meydan, bir anda kan ve çamurla kaplanmıştı. Edric, kılıcıyla düşman saflarını yararken, gözleri sürekli Mickle'ı arıyordu.
Bir ara, Edric ve Frank sırt sırta savaşmaya başladılar. Frank'in hareketleri hızlı ve çevikti. İkisi birlikte, Mickle'ın en güçlü savaşçılarını yere serdiler. Ancak düşmanın bitmek bilmez akını, her iki tarafı da yoruyordu.
Edric, bir anlık duraklama anında Mickle'ın kendisine doğru yaklaştığını fark etti. Mickle'ın yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. "Edric," diye seslendi Mickle. "Bugün sonun geldi."
Edric, kılıcını sıkıca kavrayarak Mickle'a döndü. "Senin açgözlülüğün Valoria'yı yok edemeyecek, Mickle. Bu savaş burada bitecek."
İkili, meydanın ortasında karşı karşıya geldi. Çevredeki savaşçılar, büyük bir çember oluşturup iki kralın düellosunu izlemeye başladılar. Mickle, ilk hamleyi yaptı, kılıcı hızla Edric'e doğru savurdu. Edric, ustaca bir hareketle Mickle'ın saldırısını savuşturdu ve karşı hamle yaptı.
Kılıçlar havada hızla dans ederken, her ikisinin de yüzleri terle kaplanmıştı. Edric, her saldırıda Mickle'ı geri püskürtüyor, ama Mickle'ın hırsı ve öfkesi onu ayakta tutuyordu. Savaşın en şiddetli anlarında, Edric'in kılıcı Mickle'ın zırhına saplandı ve Mickle, büyük bir çığlıkla yere düştü.
Ancak Mickle, kolay pes edecek biri değildi. Yerde yatan düşman, belinden çıkardığı gizli bir hançerle Edric'e son bir hamle yapmaya çalıştı. Edric, refleksle geriye çekildi ve Mickle'ın hançerini havada yakaladı. Mickle'a son bir bakış attı ve hançeri Mickle'ın boğazına sapladı.
Mickle'ın gözleri karardı ve vücudu hareketsiz kaldı. Edric, derin bir nefes alarak düşmanını son bir kez izledi. Mickle'ın ölümü, savaşın kaderini belirlemişti. Valoria'nın şövalyeleri, düşmanın geri çekildiğini görünce büyük bir zafer çığlığı attılar.
Kral Edric, yorgun ama gururlu bir şekilde meydanın ortasında durdu. Şövalyelerinden birkaçı yanına gelip diz çöktü. "Krallığınızı korudunuz, majesteleri," dedi Frank. "Valoria sizin liderliğinizle yeniden doğacak."
Edric, zaferin getirdiği yorgunlukla yere çöktü. "Valoria'nın geleceği, cesur yürekleriniz sayesinde güvende," dedi. "Şimdi, yaralılarımızı toplayın ve saraya dönelim. Valoria'nın yaralarını sarmamız gerekiyor."
Şövalyeler, kralın emriyle hemen harekete geçti. Meydan, kan ve zaferin izlerini taşırken, Edric içten içe ailesine kavuşmanın huzurunu hissediyordu. Ancak ailesi, Eloria Krallığı'ndaydı ve onlara ulaşması gerekiyordu.
Valoria'nın güvenliğini sağladıktan sonra Edric, hızlıca Eloria Krallığı'na doğru yola çıktı. Yol boyunca, savaşın izleri ve zaferin gururu ona güç verdi. Edric, Eloria Krallığı'na vardığında, karısı Elara ve çocuklarının bulunduğu saraya yöneldi.
Sarayın kapısında, Elara kocasını bekliyordu. Edric, karısını görür görmez hızla ona doğru koştu ve sıkıca kucakladı. Elara'nın gözleri sevinçle parlıyordu. "Edric, güvende olduğun için çok mutluyum," dedi Elara, gözyaşları içinde.
"Artık güvendeyiz, Elara. Mickle'ın tehdidi sona erdi," dedi Edric yumuşak bir sesle. Karısını biraz geri çekip gözlerinin içine baktı. "Şimdi, sadece seninle ve çocuklarımızla olmak istiyorum."
Elara, kocasının ellerini tuttu ve ona nazikçe gülümsedi. "Gel, biraz dinlenmelisin."
Edric ve Elara, çocuklarının yanından ayrılarak odalarına çekildiler. Oda, sarayın en güvenli bölgesinde, ağır kapılarla korunuyordu. İçeri girdiklerinde, Edric zırhını çıkardı ve ağır bir nefes aldı. Elara, kocasının yanına gelerek ona yardım etti.
Edric, karısına minnetle baktı. "Seninle olmak, bana en büyük huzuru veriyor."
Elara, kocasının ellerini tuttu ve ona nazikçe gülümsedi. "Biz birlikteyiz, bu yeterli. Senin cesaretin sayesinde çocuklarımız güvende."
Edric, Elara'nın yüzünü elleriyle okşadı ve dudaklarına hafif bir öpücük kondurdu. Öpücük derinleştikçe, aralarındaki bağ daha da güçlendi. Edric'in yorgunluğu, Elara'nın sıcaklığıyla yavaş yavaş kayboluyordu. İkisi de birbirlerinin kollarında kaybolurken, dışarıdaki dünyanın tehlikeleri bir anlığına unutulmuştu.
Oda, karanlığın ve sessizliğin içinde, iki aşık arasında geçen tutkulu bir geceye tanıklık etti. Edric, Elara'nın bedenini nazikçe keşfederken, savaştan kalan tüm gerginliğini ve acısını ona olan sevgisiyle silip süpürdü. Elara, kocasının her dokunuşunda huzur buluyor ve ona olan sevgisini en derin şekilde ifade ediyordu.
Sabah olduğunda, Edric ve Elara, birbirlerine sarılmış bir şekilde uyanmışlardı. Dışarıda yeni bir gün başlarken, içlerinde hala zaferin ve sevginin verdiği huzur vardı. Edric, karısına baktı ve ona geleceğin daha parlak olacağına dair söz verdi.
"Valoria, bizim liderliğimizde yeniden yükselecek," dedi Edric kararlı bir sesle. "Çocuklarımızın geleceği için her şeyi yapacağız."
Elara, kocasının sözlerine güvenle karşılık verdi. "Birlikte olduğumuz sürece, her zorluğu aşarız."
Edric, karısının elini tutarak yataktan kalktı. Yeni bir güne uyandılar artık Eloria krallığından valoria krallıgına gideceklerdi. Kral Edric kızının yaklaştı "Kızım ben gidiyorum,küçük kardeşin sana emanet ben gelin diyene kadar gelmeyin" Kral Edric sarayın kapılarından çıktı ve gitti.
Aurora 1 gün sonra Erteleri sabah uyandığımda, babamın söyledikleri hâlâ aklımdaydı. Küçük kardeşim Alex'in yanında olmanın verdiği sorumluluk, içimdeki endişeyi bir nebze hafifletiyordu. Ona göz kulak olmak, beni babamın yokluğunda güçlü olmaya itiyordu.
Güneşin ilk ışıkları odama süzülürken, Alex henüz uyanmamıştı. Onu yatağında huzurla uyurken izledim. Gözlerimi kardeşimden ayırmadan düşündüm: Babamın geri dönüşünü ve Valoria'nın geleceğini.
Kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa doğru yöneldim. Kardeşim uyanıp beni aramadan önce her şeyin hazır olmasını istiyordum. Eloria Krallığı'nın sarayı büyük ve görkemliydi, fakat bu büyüklük, bazen insana yalnızlık hissettirebiliyordu. Özellikle de babamın yokluğunda.
Küçük bir tepsiye kahvaltıyı hazırladım ve Alex'in odasına geri döndüm. Tam tepsiyi masaya bırakırken, kapının tıklatıldığını duydum. Kapıyı açtığımda, Liana'nın endişeli yüzüyle karşılaştım.
"Prenses Aurora," dedi hafifçe eğilerek. "Majesteleri, sarayın dışında beklenmedik bir konuk var. Sizi görmek istiyor."
Liana'nın sözleri beni meraklandırdı ve biraz da ürküttü. Kim olabilirdi bu beklenmedik konuk? Belki de babamdan haber getiren bir ulaktı. Hızla düşüncelerimi toparlayarak Liana'ya döndüm.
"Kim olduğunu biliyor musun, Liana?" diye sordum.
Liana, başını iki yana salladı. "Hayır, prensesim. Ancak acil bir mesele olduğunu söyledi. Belki de sizinle konuşması en iyisi olur."
Bir an düşündüm. Alex'i yalnız bırakmak istemiyordum, ama bu beklenmedik ziyaretçinin önemli bir haber getirmiş olma ihtimali beni harekete geçirdi. Alex'in yatağına geri döndüm ve hafifçe ona dokundum. Küçük kardeşim uyanmıştı ve gözlerini kırpıştırarak bana baktı.
"Abla?" dedi uykulu bir sesle. "Neler oluyor?"
"Hiçbir şey, Alex," dedim onu sakinleştirerek. "Sadece sarayın dışında biri var ve benimle konuşmak istiyor. Bir süreliğine seni burada bırakmam gerekecek. Ama hemen döneceğim, tamam mı?"
Alex başını salladı ve yatağında doğruldu. "Tamam, abla. Bekleyeceğim."
Onu öpüp odadan çıktım ve Liana'nın peşine takıldım. Sarayın büyük kapılarından dışarı çıktığımızda, gözlerim gelen konuğu aradı. Bahçenin uzak bir köşesinde, sıradan giysiler içinde bir adam duruyordu. Liana'nın işaretiyle ona doğru yürüdüm.
Adam, beni görünce hafifçe eğildi. "Prenses Aurora," dedi nazik bir sesle. "Sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, ancak önemli bir haberim var. Adım Marcus, babanız Kral Edric'in sadık bir uşaklarından biriyim."
Kalbim hızla atmaya başladı. "Babamdan haber mi getirdiniz?" diye sordum heyecanla.
"Evet, prensesim," dedi Marcus. "Kral Edric, Mickle'ı mağlup etti ve Valoria'yı koruma altına aldı. Ancak, yolculuk sırasında bazı zorluklar yaşandı ve krallığa geri dönmesi biraz zaman alacak."
Bu haber bir nebze olsun içimi rahatlattı. Babamın zafer kazanması, umut vericiydi. "Babamın durumu iyi mi?" diye sordum endişeyle.
"Evet, majesteleri," dedi Marcus. "Ancak dikkatli olması gerektiğini söyledi. Düşmanlar her an yeni bir saldırı düzenleyebilirler."
Teşekkür ettim ve Marcus'un verdiği bilgilerle saraya geri döndüm. Alex hâlâ yatağında oturuyordu, gözlerinde endişe vardı. Yanına oturup ona haberleri verdim. Babamızın güvende olduğunu ve yakında geri döneceğini duyunca gözleri parladı.
Günler geçti ve ben Alex'e göz kulak olmaya devam ettim. Her sabah onunla birlikte kahvaltı yapıyor, oyunlar oynuyor ve babamızın dönüşünü bekliyorduk. Valoria'nın geleceği için endişelerimiz sürüyordu, ancak birlikte olduğumuz sürece her şeyin üstesinden gelebileceğimizi biliyordum.
Majeseleri,yemeğinizi getirdim."Aurora hemen yataktan kalktı ve ayaklarını biraz düzleştirdi. "Merhaba liana,günaydın"diyerek aldı tepsiyi. liana odadan çıktı.aurora yemeğini yerken içeriye Frank girdi. "Günaydın majesteleri"
|
0% |