Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Uçurumda Günbatımı

@diva_gma

Bölüm şarkısı: Yaşlı Amca-Hep de Yorgun

Keyifli okumalar;)

 

"Tut elimi. Dur düşeceksin." Babam yanımdaydı. Güneşin batışını izlemek istiyordum, beni kayalıkların üzerine çıkartıp günbatımını izlememi sağlayacaktı. Aşağısı uçurumdu, çok yüksekti, denizi izlemeyi çok seven ben aşağıdaki denizden ürküyordum.

 

"Düşmem ben merak etme." Korkuyordum. Günbatımını izlemek için kayalıkların üstündeydik, her an dalgınlığımıza gelip yanlış bir hareket yaparsak uçurumdan denize çakılabilirdik.

 

Ama ben şuan neden bu kadar günbatımını izlemek istediğimi bilmiyordum.

 

"Dikkatli ol, aşağıdaki kayanın çıkıntısına bas."

 

"Tamam."

 

"Az kaldı, izleyebileceksin günbatımını." Dedi elimi sıkıca tutarak yukarı tırmanmaya çalışan babam.

 

"Hızlı olalım, günbatımını kaçıracağız." Dedim endişeyle.

 

Babam, az kaldı dedi tekrardan fısıldayarak. Endişeliydi. Korkuyordu.

 

Son kayanın üstüne çıktık ve kendimizi yukarı doğru çektik. Başarmıştık tepeye ulaşmıştık.

 

"Başardık." Diye bağırdım çimlerin üzerinde uzanan babama sarılmaya giderken.

 

"Evet biz kızımla başardık." Dedi babam bana sımsıkı sarılırken. Birbirimizden ayrıldık ve arkaya doğru baktık.

 

Güneş batmak için hazırlanıyordu gökyüzü turuncu rengine dönmüştü. Fakat ben yine de mavi gökyüzünü tercih ederdim.

 

Denizin maviliği ve gökyüzündeki turunculuk birbirine yansıyordu. Ne kadar güzel görünseler de şuan bulunduğumuz konum yüzünden kendimi hiç iyi hissetmiyordum.

 

Ayağa kalktım ve bir kaç adım daha yaklaştım güneşe.

 

"Dur. Sakın gitme, düşersin gel buraya, daha fazla yaklaşma." Babam beni çağırıyordu ama ben gitmek istiyordum. Çok uzaklara hemde.

 

"Canın yanacak, çok üzüleceksin, çok korkacaksın." Babamın içindeki korku ikiye katlanmış gibiydi. Gülümseyerek ona doğru döndüm.

 

"Bir şey olmayacak." Dedim yüzüne sakin bir ifadeyle bakarken. Tekrar gökyüzüne doğru çevirdim bakışlarımı. Ve üzerinde durduğum kayanın kenarına oturarak bacaklarımı uçuruma doğru sarkıttım.

 

"Çok ağlayacaksın, çok üzüleceksin." Babam hâlâ beni yanına çağırıyordu fakat ben onu duymuyor gibiydim.

 

"Her şey mahvolacak, herkesin canı yanacak, bu hikayede bir kişi bile mutlu olmayacak." Şaşkınlıkla babama doğru döndüm. Neler söylüyordu öyle hiçbir şey anlamıyordum.

 

Babam yüzüme bakarak tekrar konuşmaya başladı.

 

"Neden kabul ettin? Herkes ölecek, belki birkaç kişi yaşayacak fakat onlarda yaşayan ölü olacak, hiç mutlu olmayacaksın."

 

"Baba neler söylüyorsun sen öyle ben hiçbir şey anlamıyorum."

 

"Buraya gel Sadem. Canın yanacak, hep ağlayacaksın, çok üzüleceksin, kendinden nefret edeceksin. Kabul etme."

 

"Neyi kabul etmeyeyim?"

 

"Sana ne teklif ederlerse onu. Mahvolanlar daha fazla mahvolacak. Hiç kimseye güvenme en yakın dostuna bile, seni sırtından bıçaklayacaklar."

 

Güneş batmıştı. Fakat ben babamın söylediklerinin etkisinde olduğum için günbatımını izleyememiştim.

 

Ayağa kalktım ve babamın karşısında dimdik durdum.

 

"Baba ben gerçekten anlamıyorum, neden böyle konuşuyorsun?" Tam babama doğru gidecektim ki sol ayağım iki kayanın arasındaki boşluğa denk geldi ve dengemi kaybettim.

 

Babamın gözlerindeki ifade değişti. Bana acıyla bakmaya başladı, başını iki yana doğru salladı ve pişman olacaksın diye fısıldadı.

 

Ben arkaya doğru savruldum. Çığlıklarım uçurumda yankılanıyordu. Ölecektim. Bu hikayenin başka bir sonu olamazdı.

 

Buz gibi su bedenimi sarmıştı. Su beni aşağı doğru çekiyordu. Çırpınarak yüzeye ulaştım ve tepeye baktım.

 

Orada babamı görmeyi bekliyordum. Ama babam yoktu. "O" vardı.

 

İnanç…

 

Aşağıya doğru elini uzatmıştı. Dehşetle bana bakıyordu ve ismimi haykırıyordu. Bunu görmek az sonra öleceğim gerçeğinden daha fazla canımı yaktı fakat İnanç ağlıyordu.

 

"Sadem, benim sevgilim. Canım, ölme sakın. Gerekirse ben ömrümü sana veririm. Ama sen gitme." Su beni dibe çekmeden hemen önce duyduklarım bunlardı.

 

Çığlık atıyordum ama suyun içinde sesim çıkmıyordu. Nefes alamıyorum, boğuluyorum. Gözlerim yanıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve geri açtım. Öldüm.

 

İnanç da suyun içindeydi. Gözleri kapalıydı. Ölmüştü. Onun öldüğünü görünce ben de öldüm.

 

İnanç' ın cansız bedenine sımsıkı sarıldım ve öldüm. Birlikte öldük.

 

İzlemeyi çok sevdiğimiz denizde birlikte öldük.

 

Çığlık çığlığa uyandığımda terden her tarafım yapış yapıştı. Sanki gerçekten boğuluyordum, derin derin nefes aldım. Anca o zaman çalan telefonumu fark ettim.

 

Gözlerimden süzülen yaşları silerek telefonuma doğru uzandım. İnanç görüntülü arıyordu. Fakat ben şuan onunla konuşabilecek bir halde değildim. Arama sonlandı. Ben İnanç' a mesaj attım.

 

Şuan kendimi iyi hissetmiyorum. Sonra ben seni arayacağım.

 

Telefonu kapatıp çalışma masamın üzerine bıraktım ve temiz kıyafetlerimi alarak duşa girdim.

 

Ilık su bedenimle buluştukça az önceki kabusun etkisi azalıyordu. Banyodan çıkıp temiz kıyafetlerimi üzerime geçirdim altımda siyah renkte bir şort ve üzerimde vücuda yapışan beyaz renkte bir crop vardı. Saçlarımı kurutmadan onları açık bıraktım.

 

Odama girip test kitabımı ve telefonumu aldım ardından mutfağa girip yemek masasının sandalyelerinden birine oturdum.

 

İnanç' ı görmem gerekiyordu. Onun ölmediğine ikna olmam gerekiyordu. Onu görüntülü aradım ve arama hemen cevaplandı. İnanç' ı gördüm endişeliydi. Yatak odasında, yatağının üzerinde oturarak bana çatık kaşlarla bakıyordu.

 

Ölmemiş gibiydi. Sanki gerçekten gerçekti.

 

"Ne oluyor? İyi misin?" İnanç onu rahatlatmamı istiyordu. İyi olduğuma ikna olmak istiyordu. Ama ben konuşamazdım ki. Kendimi ağlamamak için zor tutuyordum. Konuşursam sesim titrerdi ve daha fazla endişelenirdi. Ben nasıl söyleyebilirim ona kabusumda ölüyordun diye. Kabusumda ben de ölüyordum fakat onun ölmesi benim daha fazla canımı yaktı.

 

Hiçbir şey söyleyemeden İnanç' a doğru bakıyordum. Tam o anda sol gözümden art arda iki yaş düştü. Bu İnanç' ın sessiz kalmaması için yeterli bir sebepti.

 

"Neler oluyor? Ağlıyor musun sen?"

 

"İyiyim." diye fısıldadım. Fakat ağlamaya başlamıştım.

 

"İyi değilsin. Senin yanına geleceğim konum at bana."

 

"Hayır gelme."

 

"Neden?"

 

"Buna gerek yok."

 

"Ağlıyorsun. Gerek var konum at hemen."

 

"Her ağladığımda yanıma mı geleceksin?"

 

Sanki bakışlarıyla bana ekrandan sarıldı.

 

"Evet her ağladığında yaşlarını silmek için yanına geleceğim." Dedi ve aramayı sonlandırdı. Ona sarılmak bana iyi gelecekti bu yüzden evimin konumunu ona attım.

 

Önümdeki test kitabını alıp en son kaldığım soruyu açtım ve çözmeye başladım. Kitabın bitmesine birkaç sayfa kalmıştı yeni test kitaplarına ihtiyacım vardı. Ben en çok da kafamı dağıtmak için ders çalışırdım.

 

Otuz soruluk testi nasıl bir dikkatle çözdüysem hiç yanlışım çıkmamıştı. Zil çaldı kalkıp kapıyı açtım İnanç gelmişti. Hemen ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Kapıyı kapatıp kollarımı boynuna doladım. Yüzünü boynuma gömdü. Dudaklarını boynumda hissettim. Başını kaldırıp yüzüme bakmaya çalıştı.

 

"Neyin var?"

 

"Sadece kötü bir kabus gördüm."

 

"Anlatmak ister misin?" Dedi yüzümü ellerinin arasına alarak.

 

Başımı iki yana salladım.

 

"Kahvaltı yaptın mı?" Dedi dikkatle beni izlerken. Bu soru onun için çok önemliymiş gibi.

 

"Hayır yapmadım." Elimi tuttu.

 

"Beni mutfağa götür sana kahvaltı hazırlayacağım."

 

"Hayır." Dedim kaşlarımı çatarak yüzüne bakarken.

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

 

"Neden hayır?"

 

"Bunu yapmana gerek yok. Ben kendim hazırlarım."

 

"Ben hazırlamak istiyorum. Yani istediğim için yapıyorum. İstemesem söylemezdim zaten. Hem ben çok güzel yemek yaparım." Bunları söylerken beni de peşinde sürükleyerek mutfağı arıyordu. Fakat bize en yakın kapı mutfağın girişi olduğu için çok da zorlanmamıştı. Mutfağa girdik.

 

Birden belimden tutup beni havaya kaldırdı ve mutfak tezgahının üzerine oturttu. Alnımda dudaklarını hissettim. Geri çekildi.

 

"Patates var mı?" Dedi elimle arkasındaki dolabı gösterdim. Dolapları karıştırıp aradıklarını buldu patateslerini aldı ve kabuklarını soymaya başladı. Arada sırada da iyi olduğumdan emin olmak istiyormuş gibi bana bakıyordu. Ben de mutfak tezgahının üzerinde oturmuş onu izliyordum.

 

"Saçlarını neden kurutmadın?" Patatesleri soymayı bitirmiş ince uzun bir şekilde kesmeye başlamıştı.

 

"Hava sıcak. Kendi kendine kurur."

 

Elindekileri mutfak tezgahının üzerine bırakıp ellerini yıkadı. Ellerini kuruladıktan sonra yanıma gelip tekrardan belimden tutarak beni aşağı indirdi.

 

"Beni odana götür." Dedi sorgulamadım ve onu odama götürdüm.

 

Dün İnanç' la ilk buluşmamızı His Defteri' me yazmıştım fakat defteri kapatıp saklamayı unutmuştum. İnanç' ın yanından geçerek masanın üzerindeki defteri hızla aldım ve kapatarak kitaplıktaki kitapların arasına koydum. İnanç' ın gözleri deftere takılmıştı fakat bir şey sormadı. Kahve gözleriyle odamı inceliyordu.

 

"Bana saç kurutma makineni verir misin?" Yine sorgulamadım ve yatağımın karşısındaki makyaj masamın üzerinden saç kurutma makinesini alıp ona uzattım. Makinenin kablosunu fişe taktı.

 

"Yanıma gel." Dedi yanına gittim. Arkama geçip makineyi çalıştırdı. Saçlarımı kurutmaya başladı. Bir yandan saçlarımı kurutuyordu diğer yandan da saçlarımı öpüyordu. Gözlerimi kapattım İnanç huzurdu bu yüzden bana iyi geliyordu.

 

Makineyi kapattı ve çalışma masamın üzerine bırakıp kabloyu fişten çıkardı. Hala arkamda duruyordu yaklaşıp kollarını iki yandan bana sardı.

 

"Saçlarını hep kurut bundan sonra hasta olursun." Sağ omzuma minik bir öpücük kondurdu ve elimi tuttu.

 

"Hadi gel kahvaltını hazırlayalım daha fazla aç kalma." Birlikte tekrardan aşağı indik ve mutfağa girdik. Beni tekrardan tezgaha oturttu. Hâlâ az önce yaşananların etkisindeydim, onu çok seviyordum.

 

Patatesleri kızartmaya başlayacaktı. Ortam çok sessizdi ve bu sessizlik şuan benim hoşuma gitmiyordu.

 

"Hani bana şarkı söyleyecektin. Dün bana ne zaman istersen söylerim demiştin." Bakışları bana döndü.

 

"Şuan söylememi istiyor musun?"

 

"Evet çok istiyorum." Dedim hevesle ona bakarken.

 

"Peki o zaman, ne söylememi istiyorsun?" En sevdiğim şarkıyı düşündüm, melodisi hoşuma giden şarkıları, ama hayır ben İnanç' ın kendi seçtiği bir şarkıyı söylemesini istiyordum.

 

"Sen seç." Dedim başını onayladığını belli edercesine salladı. Biraz düşündü ardından o güzel sesi kulaklarıma ulaştı.

 

Kara gözlerinden bir damla yaş düşünce

Güzel yüzün, yanakların ıslanır

Kara gözlerinden bir damla yaş düşünce

Hüzün, keder yüreğime yaslanır

 

Sen ağlama

Bir damla gözyaşın yeter

Sen üzülme, gülüm

 

Gece gökyüzünden bir damla yaş düşünce

Bahar gelir, tüm çiçekler ıslanır

Kara gözlerinden bir damla yaş düşünce

Hüzün, keder yüreğime yaslanır

 

Sen ağlama

Bir damla gözyaşın yeter

Sen üzülme, gülüm

Gamzende güllerin biter

 

Yollarıma

Taş koysalar döneceğim

Gözlerinden

Yaşlarını sileceğim

 

Bu şarkının yeri artık bende çok ayrıydı. Gözleri gözlerimdeyken bana şarkı söylüyordu. Sen üzülme diyordu, sen üzülünce bende üzülüyorum. Gözlerinden akan yaşları her zaman sileceğim diyordu.

 

Şarkı bitti. Kollarımı ona doğru uzattım yanıma gelip bana sarıldı bende ona sımsıkı sarıldım. Sen ağlama demişti ama benim gözlerim dolmuştu.

 

Sesi tüm şarkıcılardan, dinlediğim bütün şarkılardan çok daha güzeldi.

 

Onun bu güzel sesini her daim duymak istiyordum. Onsuz bir hayat mümkün değilmiş gibi geliyordu.

 

Aslında şuanımız da mümkün değilmiş gibiydi. Gerçek değilmiş gibiydi.

 

Birbirimizden ayrıldık. Yüzüme bakmaya başladı. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Elleri yüzümün iki yanını tuttu ve gözyaşımı sildi.

 

"Hiçbir şey seni ağlatmasın. Üzülme." dedi.

 

Ama ölüyorduk İnanç. Nasıl dayanabilirim buna?

 

Yanımdan ayrıldı ve patatesleri kızgın yağa attı. "Çok hüzünlü bakışların." dedi ve kederli bir nefes verdi. Cebinden telefonunu çıkardı.

 

"Moralini düzeltmem lazım." dedi telefonunda bir şeyler yapıyordu. Az sonra sessizliğin yerini İnanç' ın telefonundan açtığı şarkı almıştı. Gelip beni mutfak tezgahının üzerinden indirdi.

 

"Sevgili olmamızın şerefine dans edelim." dedi ve ellerini belime yerleştirdi.

 

"Dans etmeyi biliyor musun ki?" ellerim omuzlarındaydı ve kahkaha atıyordum çünkü İnanç hiçbir şekilde dans etmeyi bilmiyordu. Penguen gibi iki yana sallanarak hareket ediyordu ve o kadar komik görünüyordu ki gülmekten nefesim kesilmişti.

 

"Biliyorum tabii. İlkokulda 23 Nisan gösterilerinde hep en öne beni koyarlardı güzel dans ettiğim için." Bunu söylediği an daha fazla güldüm çünkü bunları çok ciddi bir yüz ifadesiyle söylemişti.

 

Elimi tuttu ve beni arkaya doğru fırlattı. Gerçekten fırlattı, eğer elimi tutmasaydı uçabilirdim. Büyük bir güçle geri çektiğinde bedenim bedenine çarpmıştı. Her şeyi yanlış yapıyorduk ama çok eğleniyorum. En son ne zaman bu kadar güldüğümü hatırlamıyordum.

 

Bir tur daha iki yana sallandık. Ardından İnanç tekrardan elimi tuttu ve beni kendi etrafımda iki kere döndürdü. Tam o anda yüzündeki ciddi ifade silindi ve benimle birlikte kahkaha atmaya başladı. Şarkı ikinci kez çalmaya başladı. Sımsıkı sarılıp başını başıma yasladı bende sımsıkı sarıldım. Nefesimizi düzene sokmaya çalıştık. Birbirimize kenetlenmişken çalan şarkıya kulak verdik.

 

Esmer bir akşam vakti

Senle yeniden doğdum

Benden çaldıkları unut dedikleri

Kaybettiğim kaderi buldum

 

Dünyanın yükünü yazsalar payıma

Dost düşman bir olup çıksa da yoluma

Vazgeçmem senden yine de

Ben aşkla yürürüm ateşe

Yeter ki sen ellerimden tut

 

Birbirimizden ayrılınca birlikte kahvaltıyı hazırladık ve sandalyelere oturduk. Ben kahvaltı ediyordum İnanç' da benim ikimize yaptığım kahveyi içip telefonuyla bir şeyler yapıyordu.

 

Dakikalar sonra benim telefonuma art arda mesajlar geldi. Ayşin mesaj atıyordu.

 

Nasılsın?

 

Bize bilet aldım.

 

Beş tane tiyatro bileti.

 

Hep birlikte gidelim diye.

 

Romeo ve Juliet

 

Lütfen gel.

 

Akgün' ü, Atakan' ı ve İnanç' ı al gel.

 

Romeo ve Juliet' in filmini izlemiştim buruk bir aşk hikâyesiydi. Bence arkadaşlarımızla birlikte tiyatroya gitmek gayet eğlenceli olabilirdi.

 

"İnanç" diye mırıldandım. Bakışları telefondan gözlerimi buldu.

 

"Ayşin tiyatro bileti almış beş tane. Bizi çağırıyor. Hep birlikte gidelim mi? Atakan ve Akgün de gelsin."

 

Gülümsedi "Ben gelirim ama onlara sormam gerekiyor." dedi

 

İlk önce Atakan' ı aradı o hemen kabul etti. Sonra Akgün' ü aradı o biraz daha geç kabul etti.

 

"Hadi hazırlan bakalım, bekliyorum ben seni burada." dedi

 

Hemen kalkıp koşa koşa odama çıktım. Beyaz tişörtümü ve siyah kot şortumu giydim. Saçlarımı tepeden topuz yaptım ve güneş gözlüğümü aksesuar olarak saçlarımın üzerine taktım. Güneş kremi ve hafif bir makyajdan sonra işim bitmişti.

 

Aynadan kendime bakıyordum. Gözlerime, dudaklarıma, saçlarıma, kıyafetlerime yada boynuma değil. Sadece kollarıma bakıyordum. Kollarımdaki izlere.

 

Çocukluğumun bir hatırlatması gibi her anımda olan ve asla geçmeyen o izlere…

 

Psikolojik zorbalığa uğrayan bir kız çocuğuydum. İnsanlar fiziksel özelliklerimle dalga geçiyordu. Sesimi çıkaramıyordum, belki bunu yapmaktan vazgeçerler diyordum.

 

Hiçbir şey 8 yaşındaki o kız çocuğunun masumiyetini ve vicdanını yok edemiyordu. O kız çocuğundaki masumiyet ve vicdan çoğu yetişkinde yoktu.

 

O kız çocuğu bendim. Hep zorbalanan, suçsuzken üzerine hep iftira atılan, kendini ifade edemediği için yaşıtları ve aileleri tarafından dışlanan o kız çocuğu bendim. Derdini anlatamayan anlatmadan anlaşılmayı bekleyen o kız çocuğu bendim.

 

Bir gün yine sınıf arkadaşlarım dış görünüşümle eğleniyordu ve buna "şaka" yapıyoruz alınma diyorlardı. Fakat bu şaka komik değildi, hemde hiç.

 

'Kollarında neden tüyler var?' diyorlardı. 'Bak bizimkinde yok.'

 

"Bizim yanımıza gelmeni istemiyoruz."

 

"Nedenki?"

 

"Çok çirkinsin, kollarındaki tüyler çok kötü."

 

"Bu benim suçum değil ki."

 

"Ama bizim kollarımızda yok seninkinde var sen çirkinsin."

 

"Peki" Kız çocuğu Sadem o gün kabullenmişti dışlamayı. Eve geldi saatler geçti gece oldu. Hep bir çözüm aradı. Birileri tarafından sevilmenin çözümünü…

 

Bir bıçak vardı elinde küçük Sadem' in. Tüylerini bıçakla keserse her şeyin hallolacağını sanıyordu. Tüylerini değil derisini kesti derinden. Normal sandı diğer koluna da aynısını yaptı. Acı katlanılmaz hale gelene kadar.

 

Babası geldi ilk etraf kan olmuştu. Hemen anneside geldi arkasından. Sadem' i alıp hastaneye götürdüler.

 

İz kalacak diyordu doktor. Hiçbir zaman geçmeyecek diye devam ediyordu.

 

Ben büyümüştüm artık çocuk değildim. Ve o izler gerçekten de geçmemişti. Ben büyüdükçe o küçülmemişti. Hep aynı yerde benimle birlikteydi. Küçük Sadem' den büyük Sadem' e bir hatıraydı.

 

Her zaman o izlerin üzerini kapattım. Onlarca kapatıcı bitirdim. Fakat bugün o izleri kapatmayacaktım. Çünkü ben kabullenildiğimi hissediyordum, artık seviliyordum. Zaten insan sevdiğinin kollarında izler var diye onu sevmekten vazgeçemezdi değil mi? Ben vazgeçmezdim.

 

Kollarımdaki izlerle beraber odamdan çıktım. Mutfağa girdim ve girdiğim gibi de yerimde kalakaldım.

 

Hiç alışkın olmadığım bir görüntüydü. İnanç bulaşık yıkıyordu.

 

"İnanç" diye seslendim çatık kaşlarla kapının önünden.

 

"Neden böyle bir şey yapıyorsun?"

 

"Ne yapıyorum?" dedi masum masum gözlerini kırpıştırarak.

 

"Kendimi daha fazla mahçup hissetmem için mi yapıyorsun bunu?" dedim yanına doğru ilerleyip.

 

"Ben yıkamak istiyorum. Yani istediğim için yapıyorum. İstemesem yapmazdım zaten. Hem ben çok güzel bulaşık yıkarım."

 

"Her şeyde bu bahaneyi kullanmak işe yaramaz İnanç. Yıkamanı istemiyorum." Dedim fakat İnanç çoktan bulaşıkları yıkamayı bitirmiş beni dinliyordu.

 

"Canım bulaşık yıkamak istedi ben de yıkadım." Dedi gözlerimi devirdim.

 

Yanıma gelip bana sarıldı. "Sinirlendin mi bana?" diye mırıldandı.

 

"Hayır sinirlenmedim. Ama mahçum oldum." beni alnımdan öptü.

 

"Hadi gidelim artık." dedi

 

Telefonlarımızı benim çantama koyduk ama çanta İnanç' ın omzundaydı. Evden çıktık ve otobüs durağına doğru yürümeye başladık.

 

Diğerleriyle konuşup buluşacağımız yeri belirlemiştik. Ben ve İnanç diğerlerinden daha erken gitmek istemiştik.

 

Otobüsten indiğimizde gözlerimiz etrafta dolaşıyordu. Yine bir deniz kenarındaydık. Bu şehrin her tarafı denizlerle kaplıydı. İnsan böyle bir yerde yaşadığı için kendini çok şanslı hissediyordu.

 

Çimlerin üzerinden yürüyüp kıyıya geldik eğilsem ellerim suya değecek gibiydi fakat kabusumdan sonra böyle bir şey yapmak istemiyordum.

 

Yaz mevsiminin nazik esintisi yüzümü okşuyordu. Gözlerim kapalıydı tam o anda İnanç birden sarılınca irkilip gözlerimi açtım.

 

"Neden anlatmıyorsun bana şu kabusu?" dedi elleri belimdeyken. Kaşlarını çatmıştı düşünceli görünüyordu.

 

"Anlatmak istemiyorum. Yani istemediğim için anlatmıyorum. İsteseydim anlatırdım zaten." dedim gülerek gözlerine bakarken.

 

"Her şeyde bu bahaneyi kullanmak işe yaramaz." dedi sesini inceltip beni taklit ederken.

 

Gülmeye başladım. Ben gülerken o da gülümseyerek beni izliyordu.

 

Ellerim İnanç' ın elleriyle buluştu ve başımı eğip ellerimize baktım.

 

Fakat o an bir şey farkettim. İnanç' ın sol bileğinde bir dövme vardı. Bir kelebek dövmesi. Sol elini kaldırıp daha yakından baktım.

 

"Kalıcı dövme mi bu?" diye mırıldandım.

 

"Evet iki yıl önce yaptırmıştım." dedi.

 

Bir şeyler hatırlamaya çalışıyordum. Sanki yaşanmış bir şeyler vardı.

 

"Sana bir şey hatırlattı mı?" dedi.

 

"Hayır, sanki hafızam bir şeyleri hatırlamamam için çok uğraşıyor gibi." dedim ve başımı kaldırıp İnanç' ın yüzüne baktım. Gülümsemiyordu artık. Bakışlarını kaçırdı ve tekrardan bana sarıldı.

 

O an bir erkek sesi duyduk, neşeli bir şekilde bize selam verdi. Kim olduğuna baktığımda ilk Atakan' ı gördüm. Onun arkasından da Akgün geliyordu.

 

İnanç ilk Atakan' la selamlaştı sonra da Akgün' le. Bende Atakan ve Akgün' le selamlaştım.

 

"Demek büyüdün de sevgili yaptın." dedi Atakan İnanç' a doğru. Fısıldıyordu ama hepimiz duyabiliyorduk. Akgün gülümseyerek onları izliyordu.

 

"Ellerimde büyüdün kardeşim çok duygulandım." İnanç gözlerini devirdi.

 

"Ben senden büyüğüm yalnız." dedi İnanç ve birlikte güldüler.

 

Atakan' ın boynuna asılmış bir fotoğraf makinesi vardı. Arada sırada etrafa göz gezdirip fotoğraf çekiyordu.

 

Bir ses duydum neşeli bir çığlık sesi gibi. Sesin geldiği yöne doğru baktığımda Ayşin' i gördüm. Yanıma gelip bana sarıldı.

 

"Çok özledim seni." dedi

 

"Ben de seni çok özledim."

 

Birkaç dakika sonra hep birlikte tiyatro binasına doğru yürümeye başladık. Ben ve Ayşin önden yürüyorduk arkadan da diğerleri geliyordu.

 

"Saçlarımı kestirip maviye boyamaya karar verdim sence nasıl olur?" dedi Ayşin bana bakarak.

 

Ayşin' in sapsarı orta boy dalgalı saçları vardı. Gözleri maviydi. Saçlarını maviye boyatırsa gerçekten çok yakışırdı.

 

"Bence çok güzel olur." gülümsedi.

 

Arkamı dönüp baktığımda Atakan ve İnanç' ın sohbet ettiğini gördüm. Akgün de onların yanındaydı fakat konuşmayıp Ayşin' i izliyordu. Benim ona baktığımı fark etmiyordu. Yüzünde değişik bir ifade vardı ve belki de dakikalardır Ayşin' i izliyordu.

 

Tiyatro binasına vardığımızda girişteki görevliye biletlerimizi gösterip salona girdik.

 

Benim solumda İnanç oturuyordu. Sağ tarafımda Ayşin vardı. Onun sağ tarafında Akgün ve onun da sağ tarafında Atakan oturuyordu.

 

Tiyatro başladı ve hepimiz dikkatle sahneye bakmaya başladık.

 

"Sevgilim, şu meyve ağaçlarının tepelerini gümüşleyen kutsal ay üzerine yemin ederim ki…"

 

"Yemin etme kararsız ay üstüne sakın;

Yörüngesinde her gece yön değiştiren ay gibi, değişken olur senin de aşkın.

 

"Ölüm mü aşık oldu sana;

İnanayım mı onun bu karanlıkta sevgilisi olasın diye seni sakladığını."

 

Tiyatro dakikalar sürdü belki de saatler ama benim aklımda en çok yer edinen sadece bir replik vardı. Belki de çok fazla yaram olduğu için böyle olmuştu.

 

"Yarayla alay eder, yaralanmamış olan."

 

İzler vardı çocukluğumdan gelen. Kalbimde yaralar vardı. Anılar vardı, hep kötü olanlar aklıma geliyordu. Hatırlayamıyordum. Birgün güzel bir anımı hatırlarsam kiminle ilgili olurdu bu?

 

Kavga vardı. Birbirlerini çok seven anne ve babam kavga ediyordu. Annem ilaçlarını kullanmayı bırakmıştı. Aslında annem kendi kendine kavga ediyordu çünkü babam ona kıyamadığı için hiçbir şey yapmıyordu. Annemi sakinleştirmeye çalışıyordu fakat annem bunu bir kötülük olarak algılıyordu. Annem bazen benim üzerime yürüyordu. Daha çocuktum o zamanlar. İlkokula başlayalı çok olmamıştı. Babam hemen gelip beni annemden koruyordu.

 

Annem bana bir şeyler söylüyordu. Ne demek istediğini anlamıyordum. Bana neden "Sen benim gençliğimi öldürdün." diyordu? Neden bana durmadan benden nefret ettiğini söylüyordu?

 

Ben kollarındaki izlerle birlikte kendisine sarılan ve annesinin sevgisinin yokluğunu doldurmaya çalışan bir çocuktum. Bir çocuk neden bir insanın gençliğini ölürürdü ki? Ben katil miydim?

 

Anneme asla kızmadım. Çünkü onun büyüdüğü aile ortamı yüzünden bu haldeydi. Onu da ailesi mahvetmişti.

 

Kimseye anlatamadım acılarımı. Ya anlamadılar ya da anlamak istemediler. Bazıları da alay etti. En son acımı çocukken bir çocuğa anlatmıştım. Dalga geçmişti. Çocuklar bazen acımasız olabiliyordu. Bir yetişkine anlatmıştım komik olmayan şakalar yapmıştı. Belki de onların hiç yarası yoktu ama benim yaralarımla da alay ediyorlardı.

 

"Sadem iyi misin?" Ayşin' in sol tarafımdan gelen sesi bakışlarımın o tarafa dönmesine neden oldu.

 

"İyiyim, bir sorun yok." dedim ve bakışlarımı ondan çektim. Kafasını aşağı yukarı salladı.

 

O an İnanç' ın bakışlarını üzerimde hissettim. Sağ tarafımda duruyordu. Ben de ona baktım. Gözleri yüzümde gezindi. Bir şeye üzülmüş gibiydi. En sonunda ben gözlerimi kaçırdım.

 

Tiyatrodan çıkmıştık şimdi yemek yemeye gidiyorduk. Bir kafeye gelmiştik. Küçük bir yerdi fakat her türlü yiyecek ve içecek vardı. Cam kenarındaki beşli masallardan birine geçtik. İnanç sol tarafımdaydı. Akgün ve Atakan karşımızdaydı. Ayşin masanın kısa kenarına geçmişti.

 

Siparişlerimiz gelince hemen yemeklerimizi yedik. Ayşin, Atakan ve Akgün' le sohbet ediyordu. İnanç hâlâ bir şey söylemiyordu. Elleri masadaydı, masayı izliyordu. Bende onu izliyordum hem de dakikalardır.

 

"Bugün hüzünlü baktığın için üzgünüm." diye mırıldandı dakikalar sonra.

 

"Alışman gerek. Benim normal bakışım bu." dedim kafasını iki yana salladı.

 

"Bu bana kötü hissettiriyor. Böyle bakmaman için ne yapmalıyım?" gözleri gözlerimi buldu.

 

"Bazen ne kadar istesende bir şeyleri silemezsin İnanç. Silinseydi zaten hayatımda hiçbir sorun olmazdı. Senin varlığın bile beni mutlu etmeye yetiyor inan bana. Kendini üzme lütfen."

 

Kafasını ağır ağır aşağı yukarı salladı. Ve gözleri kollarımdaki izleri fark etti. Uzun uzun baktı o izlere. Hiçbir şey sormadı. Beni kendisine doğru çekip başımı omzuna yasladı.

 

"Perşembe kız mı erkek mi?" Atakan' ın sorusunu Akgün ve Ayşin aynı anda cevapladı ve birbirlerine baktılar. Sonra ikiside gözlerini kaçırdı.

 

"Perşembe kesinlikle kız." dedi Akgün.

 

"Kesinlikle katılıyorum. Çok şirin bir kızmış gibi." Ayşin de kendi fikrini belirtti ve gözler bizi buldu.

 

"Bence erkek. Hatta öfke sorunları olan bir erkek." İnanç' ın cevabı kafamı karıştırmıştı.

 

"Bence de erkek, abi nasıl kız olabilir kafayı mı yediniz perşembeyle kızın ne alakası var." Atakan verilen cevaplara çıldırmış bir şekilde cevap verdi.

 

"Perşembeyle erkeğin nasıl bir alakası var Atakan. Anlatsana bunu biraz bize." Akgün bakışları Atakan' a yöneltti.

 

"Abi erkek işte başka bir cevabı olamaz."

 

"Bence kız." diye mırıldandım başım İnanç' ın omzundayken.

 

"Kadın dayanışması." diye cevap verdi Ayşin cevabıma ve elini kaldırıp yumruk yaptı. Bende elimi yumruk yaparak onun yumruğuna vurdum. İkimizde kıkırdadık.

 

"Ben kadın mıyım?" Akgün' ün Ayşin' e sorduğu soru karşısında Ayşin ona baktı.

 

"Kendini öyle hissediyorsan neden olmasın." Ayşin' in sırıtarak verdiği cevap Akgün' ün de gülümsemesini sağladı ve bakışları Ayşin' in dudaklarındaki minik tebessüme kaydı.

 

Atakan' a baktım ve onu derin düşüncelerle masayı izlerken yakaladım. Derin bir nefes alarak kafasını kaldırdı ve gökyüzüne bakıp gülümsemeye başladı. Ardından boynunda asılı olan makineyle gökyüzünün fotoğrafını çekti.

 

"Seni götüreyim mi artık? Zaten bugün biraz yorgun görünüyorsun, gidip dinlen." Kafamı salladım. Kısa süre sonra diğerleriyle de vedalaştım. Ben kalkınca Ayşin de kendi evine gitmek için kalkmıştı. İnanç, Atakan ve Akgün' le biraz daha oturacağını söyledi ve beni otobüse bindirip geri döndü.

 

Şimdi evdeydim çalışma masamın sandalyesinde oturuyordum. Önümde His Defterim açıktı birkaç bir şey yazmaya çalışıyordum.

 

İnsanlar neden bunları yaşıyor? Neden bazı şeylere mecbur kalıyorlar? Neden yapmak istemediği şeyleri yapmak zorunda kalıyorlar? Bu dünyada yaşamayı ben seçmemişken ne diye bu kadar acı çekiyorum? Beni sevenleri üzdüğüm için kendimden nefret ediyorum. Ne kadar kendimi kandırsam da izlerimi hiç sevmiyorum. Bana onları kim sevdirecek? Ben onları neden seveceğim? Korkuyorum. Sevdiklerimin beni terk etmesinden korkuyorum. Hemde çok. Her gece uyumadan önce "o" beni terk eder mi diye düşünüyorum. Onu çok seviyorum. O çok sevilmeyi hak ediyor. Dinle beni, nefes aldığım her saniye, hatta almadığım zaman bile ben sana hep çok aşık olacağım bunu her zaman bil.

 

05.07.19

 

 

Görüşmek üzere

 

 

​​​​​

Loading...
0%