Yeni Üyelik
1.
Bölüm

PİNHAN

@dnzkzgb

 

 

Gördü, baktı ve unuttu...

15 Kasım, 1996- Nusaybin

 

Kara bulanan minik elleri kızarmış, çatlamıştı. Canı yanıyordu. Buna rağmen paytak adımlarla ilerlemeye devam etti. Elinde tuttuğu hediye poşeti ile lojmandaki parka doğru adımlıyordu minik kız. Ona verilen paraları biriktirmiş, sevdiği çocuğa almıştı. Dayısı demişti ona. Seven, sevdiğine yüzük alırdı. Bunu düşündüğünde utanmış, yanakları kızarmıştı.

Bir tutam yumuşak kahverengi saçları, ince kaşlarının üzerine dökülüyordu. Duraksayarak boşta kalan minik elleri görüş açısını kısıtlayan saçlarını kenara itmeye çalıştı. İpek kirpiklerinin altında, kor gibi olan kehribar gözlerini bıkkınla kırpıştırdı. Kâkül sevmiyordu ama annesi buna rağmen her ay uzayan kâküllerini tam görüş açısını kısacak şekilde kestiriyordu. İyi bir kız çocuğu olamadığı için, böyle olduğunu düşünüyordu saçlarının. Annesine değil de, kendine oflayarak devam etti.

Gözlerini etrafta gezdirerek, karlar arasında attığı paytak adımlarını hızlandırmaya çalıştı. Az kalmıştı. Kurt'a gidecek, elindeki hediye paketinde onun için seçtiği yüzüğü verecekti. Adı; Kurt'tu. Kurtlar, Türkü simgeler derdi babası. Türklerde, kimseye boyun eğmezdi. Kurt'ta, o gün Gülce' yi inciten arkadaşlarına boyun eğmemişti. Usulca arkasına çekerek, minik kıza siper olurmuşçasına göğsünü kabartmıştı. O günden sonra da kimse onu itelememiş, oyunlardan dışlamamıştı.

Sonunda parka gelmişti. Annesi onu bulmadan, gelmişti. Gerçi annesi küçük kızı ne zaman bulmaya çalışmıştı ki? Etraftaki kuş sesleri eşliğinde parkın yanından gelen seslere ilerledi. Kurt oradaydı, biliyordu. Babasıyla izlediği futbolu gerçekten oynandığını görmüştü. Bir hayli şaşırtmıştı, beş yaşındaki kızı. Üstelik, televizyondakiler kadar da iyi oynuyorlardı. Kaleye gol atıyorlardı. Minik kız amacını bilmediği oyunda gol attıkları için şaşırıyordu.

Güzel kokmak için montu ile kazağının arasına sıkıştırdığı kırmızı ve mavi güllerin, dikenlerinin derisine batması ile yüzünü buruşturarak, duraksadı. Montunun fermuarını açmaya çalışarak, gülleri almaya çalıştı. Atkısının fermuarına sıkışması ile başaramadı. Ancak çenesine değen kırmızı güllerin yeni açan dallarını, canı yanmasına rağmen çekiştirerek çıkardı. Acıyan bedeni ile devam etti, yürümeye.

Gide gide hiddetlenen sesler ile kaşlarını kaldırdı. Herkes sinirli ve birbirine bağırıyorlardı. Çok fazla yaklaşmaması gerektiğini biliyordu, minik kız. Zarardı, yüksek sesli insanlar. Annesine ne zaman sesini yükseltse minik kıza böyle derdi annesi. "Sesin ne zaman yükselse zarar olduğunu daha net anlıyorum, Yazgı." Minik kız kızaran kulaklarında yankılanan ses ile gözleri buğulanmıştı. Çatlayan elini kaldırıp buğulanan gözlerini ovduğunda yüzünde ıslaklık hissetti. Ellerini gözlerine hizalayarak baktığında, çatlaklarının kanadığını gördü. Ellerindeki kanları gelişigüzel pembe renkli montuna sildi.

Biraz ilerisinde olan kargaşaya bakarak içten içe meraklandı minik kız. Kurt'u göremiyordu. Kısa kalıyordu boyu. Aralarda bir yerlerde ise canını yakabilirlerdi. Seslerinin yükselmesi ile geriye adımladı minik kız.

Esen soğuk rüzgar tenini, açıkta kalan kulaklarını buz kesmişti. Geriye dönseydi eğer annesi bir hafta daha dışarı çıkmasına müsaade etmeyecekti. Bir hafta göremeyecekti, Kurt'u. Ve bu bir hafta da yüzüğü kaybedebilirdi, belki annesi de görebilirdi. Kızardı, belki de tek ayak cezası verirdi. Geri geri gitmeye devam ederken çarptığı şey ile sendelediğinde, arkasındaki beden omuzlarından tutarak, dengesini korumasına yardım etti. Minik kız, gözlerini kapatarak, tek elini alnına götürdü, yakalandım dercesine. Annesi olduğunu düşünmüştü. Gözlerini açmadan, yavaşça arkasındaki bedene döndü. Ona kızan bir anne yoktu.

Tek gözünü açarak, annesinin ne derece sinirli olup olmadığına bakmak istedi. Ancak annesinin yerinde olan Kurt' tu. Ve en az annesi kadar öfkeli bakıyordu kendisine. Diğer gözünü de açarak, gülümsediğinde yeni açılan gül goncası gibi utangaç bir kırmızıya büründü, yanakları.

"Gül!" diyerek dizlerini yere koyarak eğildi, minik kızın önünde. Kaşları hala çatık olsa da, sesini saran şefkati minik kızın gülüşünün büyümesine neden olmuştu.

Minik kız "Kurt," dediğinde Kurt'un ışıldayan yeşil gözleri, babasının üniforması kadar güzel bir yeşil olmuştu. " Sana geldim. Ama kızgınlık çıktı." Diyerek o da yere çömeldi, elinde hışır hışır sesler çıkaran poşet ile. Kızgınlık lafını duyan Kurt ister istemez dudağının köşesini kıvırdı. Kızgınlık, kavga olmalıydı...

"Bana mı geldin?" diyerek kaşları havalandı Kurt'un. " Arkadaşların? Yüzünü onlar mı yaptı? Neden kan var yüzünde. Söyle bana," diyerek elleri minik kızın yanaklarına gitti. Yüzündeki kan lekelerini soğuk elleriyle silmeye çalıştığında, yara olmadığını anladı.

"Hayır, onlar bir şey yapmadı. Rüzgar yaptı."

"Rüzgar? Kim o, söyle bana!" dedi, endişelen sesiyle. Bir yandan da annesini her daim cebine koymayı unutmadığı mendili cebinden çıkartarak, Gül'ün yüzündeki kanları incitmeden silmeye başladı.

"Rüzgar, havadaki rüzgar. Benim gönlüm senden başkasına kanamaz." Dediğinde bu sözü annesi babasına demişti. Kulaklarıyla duymuş, görmüştü. Babası annesine sarılmıştı. Beklediği olmadı, minik kızın. Kurt ona sarılmak yerine " Bayan Çok Bilmiş, sen yola gelecek bir kız çocuğu değilsin gibi." Dediğinde; Gül gülümsedi, Kurt izledi.

"Rüzgar'a da, ona da kızar mısın, arkadaşlarıma kızdığın gibi. Ellerimi acıtıyor, yürürken." Dediğinde ellerini havaya kaldırmaya çalıştı. Kurt'un bakışları minik kızın ellerini bulduğunda, yanağındaki mendilin yolu oldu Gül'ün elleri. Yerden aldığı buza mendili sararak, Gül'ün ellerindeki kanı silmeye başladı.

" Evden kaçtım." Dedi, minik kız, aniden. Boşta kalan minik eliyle, gülümseyen dudaklarını kapattı. Ciddi bir sır vermiş gibi düşünüyor, gülüşünü saklamaya çalışıyordu. Kapattığı dudaklarına rağmen ışıldayan kehribarları gülüşünü gizleyemiyordu.

"Ne yaptın, ne yaptın?" dedi şaşkın bir edayla. Duraksamıştı, Kurt. " Sen buraya kimseye haber vermeden mi geldin?" dediğinde başını salladı, minik kız.

"Kimse sormaz beni." Dediğinde Kurt'un tuttuğu elini çekerek yere düşen hediye poşetini aldı. Ona doğru uzatarak " bunun için geldim, hemen gideceğim zaten." Dedi.

Kurt poşeti aldığında " Seven, sevdiğine yüzük alırmış. Ben seni çok sevdim. Beni sevince tak olur mu?" diyerek masum bakışlarıyla, Kurt'ta tebessüme neden oldu. Elindeki hediye poşetini açarak, içerisinden çıkan belli belirsiz gül işlemeli yüzüğe baktı. " Benim gibi, gül gibi..."

"Senin gibi, gül gibi..." diyerek minik kıza ayak uydurdu. "Bende seni çok sevdim Gül. Kurt için hep çiçek açan nice yıllar geçir, Gül." Dediğinde elindeki yüzüğü minik kızın kalbi huzur bulsun diye takmak istedi ancak parmağı bunun için inceydi. Gözleri minik kızı bulduğunda, büyük bir hüsran vardı ifadesinde. "Dur, bak şimdi ne yapacağız?" dediğinde boynundaki zinciri çıkartarak ona taktı, elindeki yüzüğü.

"Ama orada beni unutursan!"

"Sana söz şimdi burada kalsın, seni unutacak gibi olursam parmağıma takarım."

"O zaman unutmayacaksın. Parmağından hiç çıkartmazsan da bir tek ben umut olacağım sana, değil mi? " dediğinde suratındaki hüzün umuda bulanmıştı.

"Pazarlığa mı başladık?" diyerek minik kızın düzeltmeye çalıştığı kâküllerini düzletti. "Hiç çıkartmazsam, sadece sen umut olacaksın bana." Diyerek karşısındaki kızın kalbine şifa oldu adeta. Bu cümle için kaç gündür, uykusundan uyanıyordu. Ya o da beni sevmezse, ya o da benim iyi bir kız çocuğu olmadığımı düşünürse diyeydi tüm kuruntuları. Ona iyi misin, diye soran tek kişinin de kendisini sevmesini istiyordu.

"O zaman hiç çıkartamazsın" dediğinde Kurt'un tek kaşı havaya kalkmıştı. " İnsan yaşamak için hep bir umuda tutunmalı, diyor abim. Çıkartmazsan ben sana hep umut olurumkine"

"Büyümüş de küçülmüş. Bayan Çokbilmiş " Dediğinde, minik kızın kızaran kulaklarını fark etmesiyle kafasındaki bereyi çıkartıp onun kafasına geçirdiğinde görüş açısını kısıtlamıştı. Minik kız, yine mi dercesine ofladığında bereyi düzenlemeye çalıştı, Kurt. Önüne gelen yumuşak saç tutmalarını olabildiğince çektiğinde, görüş açısına girdi, kehribarlar. Ufak bir tebessümüyle, ışıl ışıl oldu, kehribarlar.

Ayağa kalkarak, dizlerindeki karları çırptı. Gül'ü de ellerinden tutarak ayağa kaldırdığında eğilerek bacaklarındaki karları silkeledi. Minik kızın buz tutmuş elini tuttuğunda, bu durumdan hoşlanmadı. Elini bırakarak, boynundaki atkıyı çıkardı. Minik kızın ellerini birleştirerek sardı. "Hadi düş önüme, cimcime." Dediğinde paytak adımlarla adımladı Gül. Kurt'ta, Gül'ün arkasından onu takip etti.

Ağır adımlarla ilerliyorlardı karlarla kaplı yolda. Gül ara sıra dönüp bakıyordu. Hala kendisini takip ediyor mu diye. Kurt, bu hallerine ister istemez tebessüm ediyordu. Ağır ağır ilerlerken, bir feryat yükseldi. Bu feryadı, Gül bilmese bile Kurt biliyordu. Bir gün böyle bir feryadın kendi evlerinde de kopabileceğini biliyordu. İkisinin de adımları durdu. Aynı yöne çevrildi bakışları.

Bir binadan yükselen iki feryat sesi, inletti tüm lojmanı. Minik kızın bedeni, arkasındaki bedene döndüğünde donmuş gibi çaprazdaki kalabalığa bakıyordu. Kurt evlerini, intikam ve öfkeyle harmanlanmış gözleriyle ateşe veriyordu. Biliyordu, bu sesi de bu evi de gelen haberi de...

Şehit...

Bir kelimeye sığdırmışlardı dağ gibi vatanın evlatlarını. Bir kelimeye sığan evlatlar, bir ömür yakacağı yüreğine eş değerdi. Kimi tarih yazar, kimi tarih okur derlerdi. Onlarda her şerefli Türk askeri gibi tarih yazanlardan olmuştu, artık. Belki çok daha fazlası tarih yazmıştı bugün... Acıya rağmen tek ortak tek bir cümle vardı dillerde; Vatan Sağ olsun... Bu acıyı, belki bir gün kendi de, bu kız çocuğu da tadacaktı. Ama her şeye rağmen canı yanmıştı. Ateş kendi evlerine düşmese de yakmıştı, küçük bedenini.

Kurt başı dik omuzlarını kaldırarak ağaçlardan dolayı göremediği feryada meraklı bakışlarıyla bakmaya çalışan minik kıza baktı. Parmaklarının ucunda yükselen kızı, aniden kucakladığında boynuna sarılı verdi kız çocuğu. Yüreğindeki acıyı da intikam ateşini de karşısındaki minik kızın meraklı kehribarlarına gömdü. Görmemesi için adımlarını hızlandırdı. Gözleri buğulu, kalbi kandı. Ama bu kız çocuğu bunların hiçbirine şahit olmamalıydı, işte. Küçüktü, bir acı yaşamak için küçüktü...

"Ağlayabilirsin, ben senin ağladığını kimseye göstermem. Saklarım seni, yapraklarımda. Yaklaşana da dikenlerimi batırırım." Dediğinde Kurt'un boynundaki kollarını daha sıkı sardı, minik kız. Ona abisinden gördüğü gibi şefkat göstermeye çalışıyordu.

Kurt'un adımları durdu. Usulca yere indirdi minik kızı. Gözleri buğuluydu ama damlamıyordu yaşları. Ayırdı, Gül'ü kendinden. Dikeni ayırdı, Gül'den... Gül, bundan memnun olmamıştı. Dikensiz bir gül, asla güzel kokmazdı. Dikensiz gül, nefes alamazdı.

Minik kız, karşısındaki bedene yaklaşarak tekrar doladı kollarını bedenine. Pes etmedi. "Ağlarken de severim ben seni. Sakladım seni, ağla hadi." Dediğinde Kurt'un gözünden damlayan yaşlar minik kızın saç uçlarında son buldu. Kollarını ona doladığında, sesini çıkarmadan gözyaşı döktü, Kurt.

"Sana bir sır vereyim prenses; bu kez canım acımıyor. İlk kez sesimi duyan birisi oldu." Diye mırıldandı boğuk sesiyle Kurt, ardından minik bir Gül'e sığındı. Çiçeklerin en güzeli, dikenleri kadar can yakacak Kurt'u, sevdi sakladı sessizce. Bilmedi, dikenlerinin kalbi olacağını. Bilmedi, Kurt'un dikenlerine zarar vereceğini.

" Birisi değil akıllım, Gül... Kurt'un sığındığı Gül oldum ben." Dediğinde minik kızın da gözlerinden bir yaş damladı. Kurt'un da sevilmediğini hissetmişti, minik kalbi.

Gözyaşlarını silerek uzaklaştı ondan. Ellerini tutarak baktı, minik kıza. Kirpikleri ıslak, sesi boğuktu, buna rağmen karşısındaki minik kızın kalbi onu hissediyor gibiydi. Bir şey demesini izin vermeden " şimdi ben gideceğim ama ne zaman saklanmak istersen, gelirim sana." Dediğinde acı bir tebessüm belirdi, Kurt'un yüzünde.

"Ya uzaklarda olursam, Bayan Çokbilmiş..."

"Çok uzaklara gelirim." Dedi hiç tereddüt etmeden. Bugün oldukça net ve keskindi minik kız. Yaşına göre de oldukça olgun olması da şaşırmasına neden oluyordu, Kurt'un. Tebessümünü soldurmadı yüzünden. Karşısındaki kızın ona bu kadar şefkat göstermesi, sıcacık hissettirmişti kalbini. Acısını unutmamıştı. Ama bir ilki yaşatmıştı. Kalbinde sadece intikam duygusu harlanmıştı. Babasına duyduğu öfkeyi silip atmıştı, kızın şefkati.

"Sırf senin için... Uzaklara gitsem de seni bulurum, cimcime ." Sende beni unutma; yol uzun da olsa bu hayran bakışını beklerim. Hep böyle ismin gibi olan kalbinle, sevgi besle yeter ya bana, demek istese de içine attı, boğazında yumru olan cümlelerini.

Minik kızın elleri montunun fermuarına gittiğinde yine açamamıştı. Kurt kaşlarını çatarak, elleriyle montuna olan temasını kesti. "Onu açar mısın, sadece bir saniye" dediğinde hafice montun fermuarını açtığında kan kırmızısı güller görünmüştü. Gül, kızarmış minik elleriyle gülleri göğsünden çekerek Kurt'a uzattı.

Başını hafifçe sola eğerek baktı ona. "Sen, tuhafsın cimcime..." Dedi montun fermuarını yavaşça çekerek. Sanki bunu hep duyuyormuşçasına bir ifade vardı yüzünde, Gül'ün. Kurt, minik kızın ellerindeki gülü alarak gözleriyle arkasındaki binayı işaret etti.

Artık; gitmesi gerekti...

Gül, el sallayarak arkasına döndüğünde birkaç adım sonra tekrar durdu. Hafifçe başını sola çevirerek, göz ucuyla gidip gitmediğine baktı. Gitmemişti, onu bekliyordu. Bedenini ona dönerek tekrar salladı, minik elini. "Hadi gir, içeri. Gitmem gerek, Gül."

"Sözün var bana." Diyerek iki elini masum bir edayla birleştirerek, tebessüm etti. Arkasına baktığında sırtını yaslayacağı birisi... Tek isteği buydu. Düşünce ona kızan değil, yarasını saran biriydi. İnandı, gözleri. Arkasına baktığında göreceğine inandı. "Kurt," dedi hüzne karışan tiz sesi. "Gül dikensiz kokmaz. Kalbimde bu yüzden sen varsın..."

Loading...
0%