Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. Bölüm

@dokuzdiyebiri

Takım elbiseyi giymek için kabine girdim. Üstümü çıkarıp takım elbiseyi denedim. Çok güzel, çok şık bulmuştum. Gideceğim düğünde damattan daha yakışıklı olduğumu düşündüm. Mağaza müdürü'ne dönüp beğendiğimi söyledim. Mağaza müdürü, "Sizin için 950 ₺, son fiyat bu olur!" dedi. "Alamam! Çünkü yedi yüz tl'den başka param yok!" diye cevap verdim. Mağaza müdürü ise o paraya veremeyeceğini söyledi. O takım elbiseyi alamayacağımı anlamıştım ve çok uğraşıp zar zor bir günlüğüne 200 ₺ ye kiralamayı başarmıştım. Kendimi kazıklanmış gibi hissediyordum. Ama sonuçta benim için önemli bir gündü. "Elvin için değer!" diye düşündüm kendi kendime. Sonuçta her gün 200 ₺'ye alacak değildim. Sadece bir günlüktü ve 200 ₺ verip bir günlüğüne kiralamıştım.


Eve gitmeden önce bir de kalan parayla da Elvin'e bir hediye almak istedim. Sonuçta iki yıldır tanışıyorduk ve ben sadece iki kere hediye almıştım ona. O da zaten Elvin'in doğum günü olduğu için almıştım. Bunun dışında hiçbir hediye almamıştım. Bugün ise farklı bir durumdu. Sonuçta onun vereceği karar olumlu da olsa olumsuz da olsa benim hayatımı değiştirecekti. Hediyesiz de olurdu tabiki ama hediye ile bir başka olacağını düşünüyordum. "İster istemez insanın bir tık daha olumlu düşünmesini sağlıyor!" diye düşündüm. O yüzden mutlaka bir hediye almalıydım. Ama bu işlerden pek anlamadığım için nasıl bir şey alacağım konusunda karasızdım. Gelişi güzel, her şeye bakıp Elvin'in beğenebileceğini düşündüğüm bir şey alacaktım mecburen..! Onun güzelliğine layık, ona yakışan bir hediye olmalıydı. Maddiyat önemli değildi. Manevi olarak da değerli olması benim için yeterliydi.


Hediyelik eşya için her yere bakıyordum ve buluyordum da ama beğendiğim bir şey olmuyordum. Bulduğum bazı hediyeler abest kaçıyordu, bazıları ise çok sönük kalıyordu. Bir yandan beğendiklerimin Elvin'in beğenmeceğini düşünüyordum. Bir yandan da hem ben beğenmiyordum hem de Elvin'in beğenebileceğini sanmıyordum. Doğru düzgün bir hediye bulamamak bile moralimi bozuyordu. Hediyelere bakarken kendimi onun yerine koyuyordum ve "Biri bana böyle bir hediye alsa beğenir miydim?" diye düşünerek değerlendiriyordum.


Hediyelik eşya bakmaktan sıkıldım ve "En iyisi bir de annem gibi koleksiyonculara bakayım!" diye düşündüm. Koleksiyoncularda da eskilerden kalma, manevi değeri olan güzel şeyler vardır. Annem gibi müzelere bakamazdım. Çünkü müzelerden bir şeyler satın alamazdım. O kadar param yoktu. O yüzden koleksiyonculara bakmak daha doğru olurdu.


Bulunduğum yerde durup etrafıma bakındım. "Buralara yakın bir yerlerde bir koleksiyoncu olması lazım!" diye düşündüm. İlk önce oraya bakmak istedim. Çünkü mahalledeki berber, sevgililerine hep ordan alırdı. "Berber alabiliyorsa fiyatı ekonomiktir herhalde. Orada fiyat uygundur..!" düşüncesiyle doğruca koleksiyoncuya gittim ve içeriye girdim. İçeri girer girmez tahminen 50 - 55 yaşlarında bir adam, tuhaf bir gülümseme ile bana baktı ve "Hoş geldin..!" dedi.


"Hoş buldum."


Adam : Nasıl yardımcı olabilirim?


"Düğüne gideceğim de çok sevdiğim bir kız var! Benim için çok değerli biri. Kızlar için hediyelik bir şeyler bakıyorum!"


Adam : Adın ne senin evlat..!


Ben sadece hediye bakacağımı ve beğendiğim olursa alıp gideceğimi düşünüyordum. Ama adam, adımı sormuştu. ”Adımın konuyla ne alakası var!" diye düşündüm. Dediğim gibi, adam bana çok tuhaf bir şekilde bakıp hafifçe gülüyordu. Normal hali mi böyleydi yoksa adamda bir şeyler mi vardı, anlamamıştım.


"Adım Abel..!"


Adam, gözlüğünün üstünden kaşlarını çatarak "Sonunda geldin demek..!" dedi. Genelde benim adını duyan insanlar, adımın tuhaf olduğunu söyler ve ne anlama geldiğini sorar. Bu adam ise sanki her gün bu isimde biriyle görüşüp konuşuyor gibi "Sonunda geldin demek..!" demişti. Ben de "Yaşı çok değil ama şimdiden başkalarıyla karıştırmaya başlamış bile!" diye mırıldandım.


Ben, adımı ve hediyelik eşya baktığımı söyledikten sonra adam, masada sergilenen hediyeleri göstermek yerine direk cebinden bir yüzük çıkarıp bana uzattı. Yavaş, sakin ve kalın bir ses tonuyla konuşmaya başladı.


Adam : Bu yüzüğe paha biçilemez. Çok değerli biryüzüktür. Şans getirir ayrıca. Eminim bu yüzük senin hayatını değiştirecektir..! Sevdiğin kızın olumlu düşünmesini sağlayacaktır!


Adamın verdiği yüzük ve yüzüğün üstündeki taş hem çok güzeldi hem de çok ilginçti. Bana göre bu yüzük, adamın dediğinden çok daha değerli olmalıydı. Çünkü hayatım boyunca hiç böyle tuhaf ama aynı zamanda güzel bir yüzük görmemiştim. Üstündeki siyah taşın içinde bir sürü parlayan renklerden oluşan noktalar vardı. En çok da yeşil, ateş sarısı, açık kahve ve açık yeşil renkler vardı. Sanki küçük bir evreni, küçük bir taşın içine sığdırmışlardı. Oval bir taştı ve tam ortasında daha önce hiç görmediğim tuhaf, bir o kadar da çekici, güzel bir çiçek vardı. Çiçeğin içi genel olarak açık yeşil renkler, çiçeği çevreleyen sarı-kahve ve geri kalan kısmında ise diğer renkler vardı.


Ben yüzüğe bakarken tezgâhın arkasında bir şeyin düştüğünü fark ettim. İçerden benden ve adamdan başka hiç kimsenin olmadığını sanıyordum. Düşme sesinin gelmesiyle refleks olarak bakmak istedim ama adam, "Sen yüzüğe bak. Vazo düştü..! Ben hallederim.!" dedi. Bir vazonun durduk yere düşeceğini hiç sanmıyordum. İçerde hırsız olabileceği düşüncesiyle telefonumu çıkarıp mesaj kısmına "Tezgâhın arkasında hırsız mı var! Yardıma mı ihtiyacınız var?" diye yazıp adama gösterdim. Adam gülümseyerek "Yok yok..! Çok düşünceli ve zeki bir adamsın. Teşekkür ederim, sorduğun için.!" dedi ve vazoyu bana gösterdi. Vazo kırılmıştı. Ben de pek fazla önemsemedim ve yüzüğe bakmaya devam ettim.


Yüzüğün iç kısmında, taşın hemen altında ise geriye saran bir saat ve saatin içinde, tam ortasının biraz aşağısında ile altı rakamının hemen üstünde ise saatten biraz daha küçük bir pusula vardı. Ancak pusula kuzeyi göstermiyordu. Bozulmuş olabileceğini söyleyebilirdim fakat kuzey dışında hep aynı yönü gösteriyordu. Yani bozuk değildi ama kuzeyi de göstermiyordu. Ve taş ile saatli pusulanın üzerinde cam benzeri şeffaf olan bir madde ile kaplanmıştı. Taş ile saatli pusula aynı zamanda döndürülebiliyordu. Yani yer değiştirebiliyorlardı. Parlak siyah taş yüzüğün iç kısmına geçerken saat ile pusula üste çıkıyordu. Taş ile saati ortada tutan metal kısmı da bilinen bir maddeden değildi sanki. Çok hafifti ama oldukça sağlam gibi görünüyordu. Gümüş rengindeydi. Belki de gümüştü ama kesinlikle emin değildim. Ben de daha fazla dayanamayıp fiyatını sordum.


"Dayı, paha biçilmez dedin ama bu çok pahalı olmalı. Benim çok param yok. Ne kadar bu yüzük?"


Adam : Taşı değerli bir taştır, karanlıkta parlayıp ışık saçar. Avcunun içine koy, bak istersen. Fiyatı da yol paran hariç cüzdanında ne kadar varsa..!


Adamın "Karanlıkta patlayıp ışık saçat!" demesiyle yüzüğü avucumun içine koyup baktım. Taşın içindeki renkler ve noktalar gerçekten de hafif bir ışık saçıp parlıyordu. Karanlıktaki kedilerin gözleri gibiydi. Efsunlu gibi görünüyordu. Bir enerjiye ihtiyaç duymadan çok az ışık saçıyorlardı.


Avucumdaki taşın içine bakarken dalıp gittim. Renkli noktalar dışında siyah görünen kısım, kâbuslarımdaki karanlık yer gibiydi. Sanki aynı kâbusu görüyordum. Tek fark bu sefer ötede, benden uzakta renkli noktalar vardı. Bir boşlukta, hiçliğin ortasındaymışım hissiyatını bedenimde hissediyordum. Kafamın içinde eman ile çalınan çok güzel, çok duygusal aynı müziği duyuyordum. Ve aynı kadın kemana eşlik ediyordu. Sesi çok güzel, çok hoştu. Bir insanın sesini nasıl kafamın içinde hissediyordum, bir anlam veremiyordum. Yüzüğe bakarken nerede olduğumu bilmiyordum. Renkli noktalardan başka hiçbir şey göremiyordum. Ellerimle bedenimi yoklamaya çalıştım. Ellerim de vardı, bedenim de vardı. Kafamın içindeki keman sesi çok güzel geliyordu. Nefes almakta zorlanıyor gibi hissediyordum. Koleksiyoncuda olduğumu unutmuş, kendimi yüzüğün büyüsüne, güzelliğine kaptırmıştım. Belki de oradaki siyah kısmı görünce aklıma gördüğüm kâbus gelmişti, bilemiyorum. Muhtemelen öyleydi. Ya da o an kendimi iyi hissetmiyordum, kâbusu hatırlamamla ilgili hiçbir fikrim yoktu.


Yaklaşık bir dakika boyunca gözlerim yüzüğe yapışık bir şekilde duruyordum. Kendimi bakmaktan alıkoyamıyordum. Sanki yüzük beni içine hapsetmişti veya büyülemiş gibi içine çekiyor ve "Al beni..!" diyordu. Yaşlı adamın "Evlat, iyi misin?" demesiyle kendime geldim.


Adamın benimle dalga geçtiğini düşündüm. Çünkü böyle bir yüzüğe böyle saçma bir fiyat şekli biçmek delilikten başka bir şey olmadığını düşünüyordum. Yine de "Dayı benim cüzdanımda 500 ₺ var. 400 versem olur mu?" diye sordum. Adam, "Olur, yeter ki onu gerçekten değerli bulduğun birine ve yüzüğe değer verecek birine ver, o zaman bana verdiğin paranın bir kıymeti olmadığını çok iyi anlarsın, hatta verdiğin para sana geri bile dönebilir. Yüzüğü aldığın zaman beni daha iyi anlarsın. Sahibine, yani senin için değerli olana gitmesi lazım evlat..!" diye cevap verdi.


Ben de konuyu daha fazla uzatmadan adama parayı verip yüzüğü aldım. Bir an önce yüzüğü alıp oradan çıkmak istiyordum. Adam parayı alıp "İyi şanslar evlat.! Gününü kurtar!" dedi. Ne dediğini yine anlamamıştım. "Teşekkür ederim.!" diyerek çıkmak için kapıya yürüdüm. Ben tam kapıdan çıkarken adam yine o tuhaf sesiyle bana seslendi.


Adam : Abel..! Sakın kaybetme ve sakın kimseye satma, yüzüğe ihanet etme..!


Adamın vazgeçmeden, ne dediğini umursamadan "Tamam!" diyerek çıkıp oradan uzaklaştım. Ben içeri girdikten ve adımı söyledikten sonra adamın değiştiğini fark etmiştim. Ses tonu, konuşma tarzı, bakışları vesaire.. Adamın söylediklerini de en az bakışları kadar ilginç olduğunu düşünüyordum. Çok değişik bir adamdı. Yine de yüzüğü almıştım. Adamı çok fazla önemsemedim.


Tamam, "Yüzük efsunlu gibi.!" dedim ama beni alıp cennete ışınlayacak değildi ya..! Zamanı bükecek değildi ya..! Alt tarafı bir yüzük işte.!" diye düşündüm. Yüzük biraz da beni etkilemişti. Ama bunun bir önemi yok. Çünkü yüzük hep bende kalmayacaktı. Onu Elvin'e verecektim sonuçta. Ama adam yüzüğe ne kadar fiyat biçerse biçsin, bir yerlerden veya arkadaşlarımdan borç alır ya da eve dönüp anneme herşeyi anlatır yine de o yüzüğü alırdım. Çünkü çok güzel olduğunu ve Elvin'e de çok yakışacağını düşünüyordum. Hem Elvin kabul etmezse bile yüzüğü anneme hediye etmeyi düşünüyordum. Yine sevdiğim birine hediye etmiş olacağım için herhangi bir pişmanlık duymuyordum. Zaten bu yüzüğü almaktan pişman olmak tamamen aptallık olurdu. Annem de buna çok sevinirdi. Sürekli koleksiyoncuları gezip tarihi eserler bakıyordu. O yüzden bu yüzüğü de çok severdi.


Elvin'e hediye de aldıktan sonra eve doğru yola koyuldum. Evimin yakınından geçen bir dolmuşa bindim. Dolmuşun en arka kapısından içeriye girdim. Bir koltuk hariç diğer bütün koltuklar doluydu. Ben de boş olan koltuğa geçip oturdum. Hemen önümdeki koltukta, arkası dönük, süslü bir kadın ile çocuğu vardı. Kadın rengarenk giyinmiş, şıkır şıkır biriydi. Küpeler, bilezikler, yüzükler, kolyeler... Takıları seviyordu herhalde.! Kadının çocuğu ise dolmuşun içinde çok yaramazlık yapıyordu. Çocuk yerinde durmuyor, herşeyi birbirine katıyordu. Kadın ise çocuğuna kızmadan sadece sürekli olarak "Bak seni şoför amcaya söylerim, sana kızar..!" diyordu. Bir değil, iki değil, üç değil.. Yolculuk boyunca kadın, yerinde durmayan çocuğa aynı cümleyi kurup durdu. Yine de çocuk deccal gibiydi. Yerinde durmuyordu. Camlara yumruk vuruyor, yolcuların ellerini kollarını ısırıyor, ayaklarına tekme vurup rahatsız ediyor, şoförün yanına gidip direksiyonu tutuyordu. Dolmuşta kadın ve çocuktan başka sesi çıkan yoktu. "Bu çocuk ile annesi bizim abimlerin dolmuşuna denk gelseydi muhtemelen kavga çıkardı..!" diye düşünüp kendi kendime biraz tebessüm ettim. Çünkü abimin bu kadar gürültüye, bu kadar sakin ve sabırlı olamayacağını biliyordum.


Dolmuş evimizin yakınına vardı ve yol ücretini vererek dolmuştan inip eve doğru yürümeye başladım. Evime doğru giderken öfkeli, tuhaf bir grup apaçi ile karşılaştım. Bazılarının kollarında faça dedikleri kesici aletlerin yara izleri, bazılarında ise değişik dövmeler vardı. Bazıları saçlarının arkasını uzatıp kuyruk bırakmış, bazıları kafasını sıfıra vurmuş garip bir grup insan gördüm. Hep bir ağızdan yüksek sesle konuşuyorlardı. Aynı anda konuşmaları, söyledikleri şeyleri anlamsız kılıyordu. Ne dedikleri anlaşılmıyordu. Benim uzaktan anladığım kadarıyla birisi, o gruptan birinin kız arkadaşına mı, hoşlandığı kıza mı açılmaya çalışmış herhalde. Bu grup ise onu kovalarken kaybetmişlerdi. O yüzden arıyorlar, ararken de bağırarak sağa sola saldırıyorlardı. Ellerindeki sopa ve zincirlerle her yere vurarak kırıp döküyorlar, küfür ediyorlardı. Mahalle resmen Texas'a dönmüş gibi bir görüntü yaratmışlardı. Benim, grubun kendi aralarındaki konuşmalarından anladığım buydu.


Kendi kendime "Biz sevdiğimiz kıza açılmak için hediye alıp romantiklik yapmaya çalışırken, elalem adam dövüyor! Ee tabi herkesin karşısındakine görünme şekli farklı olabiliyor..!" diye mırıldandım. Ama ben, romantikliği tercihe ediyordum. Sözler varken yumruklara gerek olmadığını düşünüyordum. "Gerçi kızların da bazıları romantik erkek severken, bazıları belalı tipler seviyorlar ya, o da ayrı mesele. İnsanın seçimleri değişebiliyor sonuçta!" diyerek konuşuyordum kendi kendime. Neyse ki hem ben romantikliği serseriliğe tercih ederim, hem de Elvin, serseri, belalı tiplerden hoşlanmaz..! Yani en azından onu öyle tanıyorum.


16:00


Belalı grubu geçtikten sonra eve varmıştım. Evin kapısını çaldım ama açan yoktu. "Herkes nereye gitmiş olabilir ki?" diye düşünürken küçük kardeşim Asteng kapıyı açtı. Asteng, nefes nefese kalmıştı. Asteng'i öyle görünce "Ne odu? İçerde at mı koşturuyorsun? Terden sırılsıklam olmuşsun!" diye şaka yaptım.


Asteng : Abi ne alakası var? Gel, geç. Odada müzik eşliğinde spor yapıyordum. Müzikten dolayı kapıyı duymamışım!


"Aferin..! Biraz abini örnek al.! Yani diğer abini değil, beni!"


Evde bir tek Asteng vardı. Annem Elisa hala eve gelmemişti. Babam Oktay da dışarıda iş arıyor, o da gelmemişti ve Avir Abim de dolmuştaydı.


Asteng'i salonda bırakıp odasına gittim ve takım elbiseyi tekrar giyip boy aynasından kendime baktım. Takım elbise üstüme güzel oturuyordu. Sanki benim için dikmişler gibiydi. "Sanki benim gelip bu takımı alacağımı biliyorlarmış gibi oturdu üstüme!" diye düşündüm. Takım elbiseyi tekrar çıkarıp güzelce ütüledikten sonra kılıfına koyup dolabıma yerleştirdim.


18:30


Akşam olmuştu, Annem ve babam da eve gelmişlerdi. Ama Avir Abim hala işteydi. O, gece saat on'da gelecekti. Ben de içimde bir heyecanla sabah olmasını bekliyordum ama zaman bir türlü geçmek bilmiyordu.


Her zaman ailecek yaptığımız gibi yemeğimizi yedik, yemekten sonra çay, çerez vs ile birlikte ben ve Asteng, annemle sohbet ederken Avir Abim de eve gelmişti. Annem, Avir Abim için yemek hazırladı. O da yemek yedikten sonra babamla televizyon izlemeye başladı.


Yine her zamanki gibi haberlerde şiddet ve istismardan başka bir şey yoktu ve bütün bunların hergün yaşanıp televizyonlarda yansıtılmasına rağmen insanlar hala insanlığı, içlerindeki insan sevgisini, merhameti, şefkati bitirme, iyi niyeti suistimal etme, kin tutma konusunda oldukça kararlı ve ısrarcı davranmaya devam ediyorlardı. İnsanlar hala içlerindeki kin'i, nefreti kusmaya devam ediyorlardı. Hiç kimse yaşananlardan ders almıyorlar. Hatta tam tersine görüp duyduklarını örnek alıyorlar ve onlar gibi olmaya çalışıyorlardı. İnsanlara sorsanız sözde herkes duyarlı ama aslında sadece duyar kasmaya çalışıyorlardı. Herkes de kendi içinde eleştirdiği kişi veya kişiler gibiydi


Televizyona gözüm dalarken "Toplum olarak bu tür kötü davranışlara karşı çıkabiliyoruz ama ne yazık ki bireysel olarak karşı çıkmaktan çok aynı eylemlerde bulunuyoruz. Gerekçe olarak da haklı olduğumuzu öne sürüyoruz. Çünkü başkası bizim görüşümüzü yanlış bulur diye korkuyoruz. O yüzden toplum olarak birbirimizden güç alıyoruz. Önemli olan ise bireysel olarak, kişisel olarak bu tür olumsuz durumlara karşı koymak..!" diye düşündüm.


Annem Elisa, bize hep "Bir insanın içinde merhamet yoksa nefes alıp konuşabildiğine bakmayın. O, insandeğildir. Ondan size her türlü zarar gelir..!" diyordu ve annemin gerçekten de haklı olduğunu biliyordum. İnsanın içinde merhamet olmalı. Doğaya, insanlığa, iyiliğe karşı nedense nedensiz bir savaşımız var ama farkında olmadığımız şey ise bu savaşı kazanırsak kabedeceğimiz gerçeğiydi.


Babam ile kardeşlerim televizyon izlerken ben de odama çekilmek istedim. Tam odama girdikten birkaç dakika sonra kapıda bazı sesler duydum ve ne olduğuna bakmak için odamdan çıktığımda evin giriş kapısının açık olduğunu gördüm. "Anneee! Sen misin?" diyerek kapıya doğru ilerledim. O sırada kapıya yaklaştığımda Annem, elinde yemekle mutfaktan çıkıp kapıya geldi. Nedenini bilmiyorum ama Annemin, beni kapıda görünce bir şeyler saklıyormuş gibi korktuğunu hissetmiştim. Çünkü yüzünde korkmuşçasına bir şaşkınlık vardı.


"Onlar ne anne? Kime götürüyorsun?


Elisa : Bahçede bir kuş vardı. Kanadı kırık gibiydi. Ekmek ufalayıp verecektim. Ama gitmiş!


"Kuş mu? Anne ne kuşu? Bir şey yok burada! Gittiğine göre kanadı kırık falan değilmiş demekki?


Elisa : Kırıktı, eminim. Ama gitmiş demekki.!


"Bazı kuş türleri öyle görünür. Ama diğer kuş türlerinden çok daha zeki ve güçlüler anne! Mesela karga.!"


Elisa : Dalga mı geçiyorsun?


"Neyse ki dalga geçtiğimi anladın. Tabi dalga geçiyorum anne! Kuş bu, gitmiş demekki! Hadi içeri geçelim!


O an anneme inanmıştım. Çünkü bana yalan söyleyeceğini hiçbir zaman düşünmedim, aklımdan da geçmezdi. Kapıyı kapatıp annemle birlikte içeriye girdik. Annem elindeki yemekleri mutfağa götürürken bir şeylerden dolayı üzüldüğünü fark edebiliyordum. İçindeki acıyı saklıyormuş gibi bir tebessüm vardı yüzünde. Sanki gitmek istemiyordu. Dışarıda bir şeyler saklıyor veya biriyle konuşuyordu da ben gelince konuşması bölünmüş gibiydi. O an bu duruma hiçbir şekilde anlam verememiştim. Annem elindeki yemekleri mutfağa götürdü. Ben de bu durumu önemsemeden odama çekilip yatağıma uzandım.


Öyle bir seviniyorum ki;


Küçük bir çocuğun bayram için yeni kıyafetler ve ayakkabı alması ve yarın onları giyecek olmanın verdiği heyecan gibi,


Umutsuz bir kpss öğrencisinin sınavdan sonra kendi sitesinde "Atandınız!" yazısını gördüğü gibi,


100 yıl sonra fenerbahçenin şampiyon olduğunu izleyip duygulanan fanatik gibi,


İstanbul'daki 3. köprü trafiğinin yoğun olmadığı bilgisini alan taksici abi gibi,


Zam almış çalışan emekçi amca gibi sepsevinçliyim.


Düğün Cumartesi günü, yani yarın akşam saat yedide ama ben akşam altı da sanıyordum. Bu gün ise cuma'ydı. Okulun son günü olduğu için aklımda kalmıştı. Zaten cuma'lar, son iki yıldır hep aklımda kalır. Çünkü "Bu okulun son günü. İki gün boyunca çiçek bahçemi göremeyeceğim. İki gün boyunca yeşil gözlümden uzak kalacağım" düşüncesi doğuyordu içime. Elvin'i sadece iki gün görememek bile benim için ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Gerçekten birini sevmişseniz o zaman beni çok iyi anlarsınız, ne demek istediğimi iyi bilirsiniz. Eğer şuan beni anlamıyorsanız sevdiğinizi sandığınız kişiyi maalesef hiç sevmemişsiniz demektir. İçimdeki her şeyi bir kenara bırakıp Elvin ile ilgili hayaller kurmaya başladım. Ona aldığım yüzüğe baktım ve çok güzel parlıyordu. Onunla nasıl konuşmaya başlayacağımı bile düşünüyordum. Hayaller kurarken uykuya dalıp uyumuşum.


20 Mayıs 2017, Cumartesi


Nihayet sabah olmuştu. Güneş doğmak bilmiyordu resmen. Sanki bana inat doğmuyordu. Yine aynı kâbusu görmüştüm. Ama bugün gördüğüm kâbus hergünkü kâbustan biraz farklıydı. Bu sefer etrafımda renkli noktalar vardı. Dün uyumadan önce karanlıkta uyuyana kadar aldığım yüzüğün parıltısına bakıp durdum. Her ne olduysa, nasıl olduysa yüzük rüyamı etkileyip değiştirmişti. Sanki yüzüğün içinde hapsolmuştum. Muhtemelen uyumadan önce çok baktığımdan dolayı görmüştüm. Bu ilk kez oluyordu. İki yıldır aynı şekilde gördüğüm kâbus, bir anda değişmişti. Aklıma, adamın dediği şeyler gelmişti. Adam, "Eminim bu yüzük senin hayatını değiştirecektir..!" demişti. Ben, bunu sıradan bir şey sanmıştım. Belki de tamamen tesadüftü, bilemiyorum. Ben genelde gördüğüm rüyaları uyandığım andan itibaren unuturum ve hiç hatırlamam. Bir tek bu kâbusu unutamıyorum. Bir de Elvin ile ilgili olunca unutmak benim için iki yıldır imkansız hale geldi. Çünkü beynimin her köşesi Elvin'in mekanı olmuş gibiydi. Bütün nöronlarım "Elvin" diye bağırıyorlar. Hatta nöronlarım o kadar çok bağırıyorlar ki hormonlarımın sesi çıkmıyor. Ama maalesef rüyalarımın sonları bu kâbus ile bitiyor..! Yine kâbus görüp çığlıklarla uyanmama rağmen mutluydum. Çünkü bugün Elvin'e, onu sevdiğimi söyleyecektim. O yüzden moralimi hiçbir şey bozamazdı. Güne pozitif başlarsanız, moraliniz iyi olur ve daha sağlıklı düşünürsünüz. Ben de moralimi iyi tutmak için kötü olan hiçbir şey düşünmüyordum.


Yatağımda bir süre düşündükten sonra kalkıp lavaboya gittim. Yüzümü yıkadıktan sonra salona gittim. Yine evde Asteng'den başka kimse yoktu. Avir abim dolmuşa gitmiş. Babam iş aramaya çıkmış ve annem de yine müzeleri gezmeye gitmişti. Bu gün okul olmadığı için de sadece Asteng evdeydi. Zihinde olmak için evin boş odasında bir saat spor yapmak istedim ama ağırlıklarıı bulamamıştım. Aklıma, en son Asteng'in dün spor yaptığı gelmişti. Onu uykudan uyandırıp "Ağırlıklar nerede?" diye sordum ama yarı uykulu hâlde"Bilmiyorum!" diyip tekrar yattı. Evin içinde ağırlıkları kendim arayıp buldum ve bir saat boyunca spor yapıp kemdime gelmiştim. Kendimi formda hissetmek istiyordum.


11:00


Spor yaptıktan sonra normal olarak biraz terlemiştim. O yüzden gidip bir de duş aldım. Duştan sonra berbere gidip saçımı ve sakalımı düzelttim. Berber ile biraz konuştum bu konuları. Aslında bir an berberin bana akıl vermesini istedim. Çünkü adam (her ne kadar yanlış bulsamda) evli olmasına rağmen iki tane de sevgilisi vardı. O yüzden bu konuları anlar, diye düşündüm Sonradan kendi kendime"Boşver, hem eşini hem sevgilisini hem de diğer sevgilisini birbiriyle aldatan karaktersiz birinden hayır mı gelir?" dedim ve sormadım. İnsanlar, birileri hakkında "Yanındaki ile uyuyup kalbindeki ile ölmek!" deyiminin sahte romantikliğine aldanıp normal bir şeymiş gibi bu deyimi çok rahat bir şekilde söyleyebiliyorlar..! Oysaki ne kadar da iğrenç bir cümle..! Sevecekseniz bir kişiyi sevin. Sevmediğiniz birinin hayatını zehir etmenize gerek yok. Yıllarca o insanı seviyormuşsunuz gibi davranmanıza veya aldatmanıza da gerek yok. O insan ile uyuyacağınıza gidin kalbinizdeki kişiyle beraber ölün. İnsan olana, insan gibi sevene bir kişi çok bile. Ama bu cümlenin sahte romantikliğini insanlara o kadar iyi bir şekilde empoze etmişler ki "Ayy ne kadar romantik!" diyip hayatınızdaki ihanetin farkına bile varamıyorsunuz ve kendi isteğinizle o ihaneti kabullenmiş oluyorsunuz..! Berberin de yaşadığı şey tam olarak buna benzer bir şeydi. Ama bana göre bu sevgi değildi. İhanetti, aldatmaktı, sahte sevgiydi. Adına her ne derseniz deyin işte..!!


12:00


Berberde işim bitince tekrar yola koyulup eve döndüm. Oldum olası berberde traş olduktan sonra başımı kuaförde yıkamam. Orada yıkamaya alışmamışım. Ayrıca berberleri de hep hijyensiz bulmuşumdur. Herkes için kullanılan havlular, makaslar, makineler ve taraklar, yerlerde saç, sakal kılları.... O yüzden tekrar bir duş almak istedim. Hem düğüne kadar vakit geçer, diye düşündüm ve duşa girdim. Üstümü çıkardım ve yanımdan ayırmadığım Elvin'e aldığım yüzüğü de kaybetmemek için aynanın yanına koydum.


13:00


Açtım müziği, şarkı eşliğinde sıcak banyoya girdim. Dinlediğim şarkı için klip çeker gibi yukarıdan akan suyun altında keyifli bir şekilde şarkı söyleyip dans ederek güzelce duş alıyordum. Buraya kadar her şey normal ve güzeldi. Ancak bir yerden sonra suyun altında kendimi kaybettim. Üstümden akan suyun altında rasgele dalıp gittim. Duvara bakıyordum ama duvar umurumda değildi. Bilincim sanki beni terk etmiş gibiydi. O an kendimi evimde veya banyoda değil de büyük bir şelalenin içinde gibi hissediyordum. Dibe doğru batıp kayboluyormuş gibi hissediyordum. Suyun, açık olan gözlerimin üzerinden akmasıyla gözlerimin önünden ne olduğunu bilmediğim bazı görüntüler ve anılar geçiyordu. Çok korkuyordum. İlk başta daha fazla korkuyordum ve bu duruma karşı koyamıyordum. Ancak bu anıların ne olduğunu anlamak için kendim odaklanmaya çalışıyordum. Gördüğüm anılar çok kısa bir şekilde görünüyordu. Kısa olmasından dolayı bir anlam veremiyordum. Ve bu anılar benim değildi, bana ait değildi. Yani en azından böyle şeyler yaşamadığımı biliyordum. Anılarımda daha önce hiç görmediğim insanlar görüyordum. Bu anılar, bir saniyeden daha kısa sürede gözlerimin önünden kayboluyordu. O yüzden gördüklerimin ne olduğunu, ordaki insanların kim olduğunu anlayamıyordum.


Üzerimden akan su parlıyor muydu yoksa ışığın altında ve başka tarafa daldığım için bana mı öyle geliyordu, bilmiyordum. O an suyun ışık saçtığını düşünüyordum. Üzerimden akan suyun patladığını görüyordum. Kendimi boşlukta gibi hissediyordum. Ellerim, ayaklarım sanki bir suyun içindeymiş ve ağır hareket ediyormuşum gibi hissediyordum. Üzerimdeki suyun kesilmesiyle kendime geldim. Bugüne kadar iki yıl boyunca hep aynı kâbusu gördüm. Ancak yine de psikolojik olarak çok iyi dayandım. Ama bundan sonra sanırım iyi olmadığımı söyleyebilirim. Beni etkileyen şey, gördüğüm kâbusun giderek ileri derecede bir rahatsızlık olması mı yoksa başka bir şey miydi, bilmiyordum. Tek bildiğim artık eskisi gibi olmadığım..!!


Kendime geldikten sonra başımı kaldırdığım an, aynanın yanına koyduğum yüzüğü gördüm. Ya da bu tür şeyler yaşamamın nedeni bir yük mü? İyi ama maddesel bir yüzük bana neler yapabilir ki? Ve ben bu yüzüğü Elvin'e vermeyi düşünüyordum. "Ya bu yüzük Elvin'e iyi gelmezse? Ya onu da benim gibi etkilerse?" diye düşündüm ve yüzüğü Elvin'e verip vermemekte kararsız kaldım. Ancak bir sorun vardı. Yüzüğü ona vermek zorundaydım. Çünkü yine adamın söylediği şey aklıma gelmişti. Adam, "Sahibine, yani senin için değerli olana gitmesi lazım evlat..!" demişti. Yani eğer bu yüzüğü illa birine vermek istiyorsam, o kişinin benim için değerli biri olması gerekiyordu. Ama bu yüzük lanetliyse, bunu Elvin'e yapamazdım. Belki de yüzük, bana bir şeyler göstermek istiyordu, belki de beni bir şeyler için uyarıyordu, bilemiyordum.


Duş aldıktan sonra ani bir hareketle yüzüğü aynanın yanından aldım ve duştan çıkıp kurulandım ve ahenkli saçımı fönledim. Artık beklediğim an çok daha yakınımdaydı. Büyük sabırsızlıkla takım elbiseyi giymek istiyordum, o düğüne gitmek istiyordum, gidip hemen Elvin ile konuşmak istiyordum. İki yıldır hiç olmadığım kadar heyecanlı, hiç olmadığım kadar sabırsızdım. Çünkü işin ucunda Elvin vardı. Derken, duşta düşündüğüm o kadar şeyin saçma şeyler olduğunu düşündüm. Fiziksel gerçekliği olan bir dünyada yaşadığımızı ve sihir, lânet gibi şeylerin saçma olduğu düşüncesi oluşmuştu kafamda. O yüzden düşündüğüm şeylerin de o kadar önemli şeyler olmadığını farkettim. Ve ben o düğüne gidip bu yüzüğü Elvin'e verecektim. Ona, onu sevdiğimi söyleyecektim. Emin olduğum şey buydu.


14:30


Odama gidip zarafetin rengi olan zifiri siyahı takım elbisemi giydim. Hemen altına da beyaz, oturaklı bir gömlek giydim. Zifiri bir kravat taktım. Bir tane de güneş gözlüğü taktım. Elvin'e vermek için de bir gül ve yüzüğü de koydum sağ cebime. Parfüm sıktım ve arkadaşım Ardil'in aramasını beklemeye başladım. Ardil arayacaktı ve onunla birlikte gidecektik.


Loading...
0%