15:30
Saat üç buçuk olmuştu ve daha Ardil aramamıştı. Ben Ardil'i arıyorum ama ulaşılamıyor! Mesaj atıyorum, bana dönmüyordu. Sınıftan diğer arkadaşları aramak istemedim. Ben de bizi düğüne davet eden Murat'a sosyal medyadan mesaj attım. "Bizim arkadaşlara veya Ardil'a ulaşabiliyormusun? Yanındalar mı?" dedim. Ancak, "Sen kimsin?" diye cevap verdi. Ben de "Bununla uğraşamam!" dedim kendi kendime ve hiç lafı uzatmadan "Pardon yanlışlıkla oldu!" dedim ve konuyu kapattım.
16:30
Saat dört buçuk olmuştu. Düğün için ne gelen vardı, ne de giden. Düğüne geç kalmak da istemiyordum. "Beni unuttular mı?" diye düşünmeye başlamıştım. İçimde bir sıkıntı, bir gerginlik oluşmaya başlamıştı. Sabah uyanırken "Moralimi hiçbir şey bozamaz.!" demiştim. Ancak bu sessizlik moralimi bozuyordu. Bizim ev ile düğün salonu arası, araba ile yarım saat sürüyordu. Araba ile gitsem düğüne bir saat kalmış olur, diye düşündüm. O, bir saat de eğleniriz düğün başlayana kadar demiştik ama ortalıkta kimse yoktu. Ne Ardil ne de diğer arkadaşlardan kimse ortalıkta yoktu. Bunlar beni unuttular herhalde, diye düşünüp biraz sinirlenmiştim. Çünkü Elvin oraya gidiyorsa her ne olursa olsun benim de gitmem lazımdı. En iyisi ben kendim gideyim, dedim çünkü hoşlandığım kız orda ve ben bu kadar şıkken, iki gündür nefes almadan hazırlanırken, bir günlük takım elbiseyi 200 ₺'ye kazıklanmışken, cennet gözlüme hediye almışken, ona bu şık halimle onu seviğimi söylemem lazımdı.
Onları beklemeden kendim gitmek istedim. Babam iş aramaya çıkmıştı, abim dolmuşa gitmiş, annem yine müzelerde geziyordu, Asteng de okul tatil olduğu için hâlâ uyuyordu. Evde bir tek Asteng vardı. Asteng uyuduğu için çıkarken kapıyı kitledim. Dışarı çıkarsa kendi anahtarıyla açardı. On metre gider gitmez biri geldi ve bana elektrik faturasını verdi. Faturada 67 bin tl yazıyordu. "Oha..! Babam her ay faturayı yatırıyor. Bir yanlışlık olmalı, neyse dönünce konuşur, hallederiz.!" dedim ve faturayı cebime koydum. Tuttum dolmuş durağının yolunu acele bir şekilde yürümeye başladım. Biraz yol yürüdükten sonra arkama bir baktım bir grup adam bağırarak bana doğru koşuyordu. Yaklaşık 15 - 17 kişilerdi. Bana iyice yaklaştılar ve bir de baktım ki en öndeki kişi Asteng'di. Benim kardeşim. En önde koşuyor ve bana doğru geliyorlardı!
"Ne oluyor ya?, Asteng sakat. Nasıl koşabiliyor?" diye düşünürken onu durdurmaya çalışıp "Sen nasıl iyileştin?" diye sordum ama durmadı ve "Abi hiçbir şey sorma, koş, kooşşş!!" dedi. Arkasına baktım, dünkü sevdiği kıza çıkma telifi edilen gruptu bunlar. Tanımıştım onları ve bağırarak Asteng'i kovalıyorlardı. Kendi kendime "Ya bu adamların aradığı kişisen miydin? Bunun sevdiği kıza sen mi teklifte bulundun? Biz de seni efendi, dürüst çocuk sanıyorduk. Şu hale bak ailede kız peşinde koşmayan yok. Kız peşinde koşmak ailede gelenek haline gelmiş. Umarım annem ile babam kız peşinde koşmuyordur. Nefes nefese kalmışken "Spor yapıyordum" dediğinde anlamalıydım adamların kovaladığı kişinin sen olduğunu, sen ne zaman spor yaptın ki? Ailede aklı başında tek kişi kalmadı..!!" diye düşünüp Asteng'in arkasından koşmaya ve adamlardan kaçmaya başladık. Asteng'e yetişmeye çalışıyorum ama sakat sandığımız çocuk resmen Usain Bolt gibi koşuyordu. Arkamızda bir sürü adam var ve ellerinde sopa ve zincirlerle bizi kovalıyorlardı. Bir anda sola doğru sapıp bir mahalleye girdik ve mahallenin içinde izimizi kaybettirdik.
Şimdi saklandığımız yerden tekrar mahalleyi dolanıp dolmuş durağının yoluna girmemiz gerekiyordu. Yoksa ben geç kalacaktım. Mahallenin içinde etrafımızı dikkatlice kontrol ederek mahalleyi dolanıp tekrar yola girdik. Yola girdikten sonra şaşkın bir şekilde "Sen nasıl koşabiliyorsun? Nasıl iyileştin?" diye sordum Asteng'e.
Asteng : Abi bugün rüyamda ak sakallı, nur yüzlü bir adam gördüm ve benim değneklerimi benden alıp "Sen çok iyi bir çocuksun, artık yürüyebilirsin!" dedi ve ben uyandığımda yürüyebiliyordum. Sevinçten dışarıçıktım..!
"Yalan söyleme! Hergün, şiddet, taciz, işkence, adaletsizlik gören herkes mucize bekliyor ve benim görüp bildiğim kadarıyla mucizeler bir tek bu kötülükleri yapanları bulup cezasız kalıyorlar. Bu zamanda mucize mi kaldı? İyi, namuslu, masum insana mucize mi uğrar? Ne oldu? Çabuk anlat.!!"
Asteng : Ya abi ben futbolcu falan olmak istemiyordum. O yüzden de sakat numarası yaptım. Yalan söylemek zorunda kaldım. Sakat falan değilim. Babamı biliyorsun! Dediğini yapardı. Çok kötü döverdi..!!
"Ya bunun için insan üç yıl boyunca sakat numarası yapar mı? Baba ben futbolcu olmak istemiyorum deseydin. Biraz kızardı o kadar. Dövseydi bile en fazla abim kadar döver, bırakırdı seni. Şimdi daha çok dövecek.!! Futbolcu olmamak ve doktor olmak için sakat numarası yaptın! Şimdi ise ne futbolcu oldun ne de doktor! Salak mısın oğlum?"
Asteng : Babamdan korktum..!!
"Allah senin belanı vermesin. 3 yıl boyunca yalan söyledin ailene!!" diye söylenmeye başlarken tam o anda bir baktım arkamızdan bir dolmuş geliyordu.
"Bu adamlar seni neden kovalıyordu? Sevgilisine mi teklifte bulundun? Ne yaptın?"
Asteng : Yok abi ya! Sevgilisi falan değil. Eski sevgilisiydi. Sadece bir hafta çıktılar. Kızı sıkıştırıyor barışmak için. Kız barışmayınca da şiddet görüyor. Ben de tartışırken gördüm onları. Adam, kızın ona geri dönmesi için tartışırken el kaldırdı. Ben de karşı çıktım. Olan bu yani!!
Vakit yok, geç kalacağım diye Asteng ile tartışmak istemedim ve bize doğru yaklaşan dolmuşa doğru elimi kaldırdım Elimle "Dur.!!" işareti yaptım ama dolmuş çok süratli gidiyordu ve durmadı. Dolmuşun içindeki insanlar içerde parti verir gibi hepsi camlara yapışmış ve çok tuhaf bir şekilde avazlarının çıktığı kadar bağırıyorlar, çılgınlar gibi eğleniyorlardı. "Birileri piknik falan için kiraladı mı acaba?" diye düşündüm ama şehir içi dolmuşu kiralanmaz ki. Onlar devlet kurumuna ait.
Hemen ardındanda dolmuşun arkasından yüzü dahil her yeri çamurlu bir adam dolmuşun peşinden "Allah Allah Allah Allah..!!" diyerek koşuşturuyordu. Asteng ile birlikte şaşkın bir şekilde olanları izliyorduk. Ne olduğuna anlam verememiştik. Yürümeye devam ederken geç kalacağım, düşüncesiyle hususi arabalar geçti, durması için elimi kaldırdım. Ambulans geçti, elimi kaldırdım. Polis arabası geçti, elimi kaldırdım. Cenaze arabasına bile el kaldırdım ama hiçbiri durmadı..! Kimsenin durmaması da çok normaldi. Bu zamanda artık kimse kimseye güvenemiyor. Bu yola baş koymuş biri gibi otostop çekmeye başladım.
16:45
Saat dört, kırk beş dakika olmuştu ve hala yürüyorduk. Hemen ilerde kaza olduğu gördük. Yolda gördüğümüz dolmuş bariyerlere hafif çarpıp durmuş ama yolda trafiği tıkamış, birbirine katmış trafiği. Üç araba daha ciddi şekilde kaza yapmıştı dolmuş yüzünden ama can kaybı falan yoktu. Ötede de yüzü çamurlu adam ise polislerle konuşup ifade veriyordu. Dolmuşun hemen yanında durdurup binmeye çalıştığımız ambulans ve polis arabası da oradaydı. Ambulansı da tedbir amaçlı çağırmışlardı. Ne olduğunu sormak için olayı gören, duyan tuhaf giyimli, sakallı, biraz uzun saçlı bir adama yaklaştık.
"Abi hayırdır? Ne olmuş burda?"
Soru sorduğumuz adam dolmuşta en arkada oturan yolculardan biriymiş ve olayı aynen şahit olduğu şekilde anlatmaya başladı.!!
Adam : Dolmuşa süslü bir tane kadın ile çocuğu bindi ve çocuğu çok fazla yaramazdı, sürekli dolmuşta birşeyler yapıyordu. Kadın da sürekli olarak "Bak şoför amcaya söylerim, sana kızar!" diyordu. Çocuk, soförün elini tutup direksiyonu oynatmaya başladı ve adam çocuğu alıp arkaya, annesine doğru itti. Kadın şoföre "Biraz hızlı gider misiniz acelem var!" dedi. Adam da kadına "Çocuğunuza sahip çıkın ki sağ salim gidelim!" diyerek kadına doğru, arkaya dönerken çocuk, adamın gözlüğünü aldı.! Gözlüğünü kaptıran adam bir anda kadını eski sevgilisi sanınca sinirlenip direksiyonu bırakarak kadınla tartışmaya başlayınca bırakılan direksiyonun oynamasıyla dolmuş aniden sola saptı ve şoför kapıya çarptı. Kapı açıldı ve şoför dolmuşun dışına, şarampoldeki çamurun içine düştü. Öndeki yolcular ise olaya müdahale etmek, direksiyona geçmek yerine camlara yapışıp "Öleceğiz!" diye bağırmaya başladılar. Şoför de dolmuşu yakalamak için çamurlu halde arkasından koşmaya başladı. Olay tamamen bu yani.
Ben, "Ey Allahım, yarabbim. Binlerce kez şükürler olsun Allah'ım. Biz yine iyiyiz, yine nolmaliz..! Ne manyaklar varmış bu dünyada. Ben de Asteng'e kızıyorum. Asteng'den daha beterleri de varmış!" derken kendi kendime, arkamı bir döndüm, o da ne? Az önce bize olayı anlatan adam, yüzü çamurlu adama bir şişe su verdi ve adam yüzünü yıkayıp temizledikten sonra şoförü tanımıştım. Yüzü çamurlu şoför abimmiş! Avir abim.!!
Ben tam da "Biz yine iyiyiz, normaliz!" demişken meğersem anormal olan yine bizmişiz..! Kadın da önümdeki koltukta oturan kadındı. Ben kendi kendime demiştim ama "Bu kadın abimin dolmuşuna denk gelse kavga çıkar..!" diye ama daha beteri, "Kaza" olmuştu
Babam yine kendi yerine abimi işe göndermişti. Her yeri çamur olduğu için tanıyamamışız. O da bizi tanıyamamış muhtemelen. Dolmuşun arkasından koşup yanımızdan geçerken beni takım elbise, kravat ve güneş gözlüğüyle hiç görmediği için tanıyamadı da Asteng'i nasıl tanımamıştı, anlayamamıştım. Gerçi abim, burnun unucunu daha göremiyor. Bizi nasıl görsün. Bırak tanımayı, Allah bilir yanımızdan geçerken bizi görmemiştir bile ama görmüşse de öyle bir durumda tanıması beklenmezdi zaten. Kaçan bir dolmuş var sonuçta ve adam kendini, dolmuşu yakalamaya inandırmış. Nasıl yakalayacaksa artık.
"Ne biçim aklı var abimin? Ailede aklı yerinde olan tek kişi kalmadı artık. Allah bilir babam şu an ne yapıyor, kesin o da birilerinin peşindedir. Bugün daha başıma ne gelebilir? Daha ne görecem acaba?" diye düşündüm kendi kendime.
"Neyse sağlığı yerinde hiç görünmeye gerek yok. Nereye gittiğimi sormasın diye yoluma devam edeyim..!" dedim ve Asteng'e "Al şu 30 ₺'yi, bin taksiye, s*ktir git eve. Evdekilere de hiçbir şeyden bahsetme! Akşam geldiğimde konuşacağız..!" diyip verdim parayı.
Asteng : Sen nereye gidiyorsun? Bu takım elbise ne için? Önemli bir şey mi var?
"İşim var, sorma bir şey. Git eve, akşam konuşuruz!"
Asteng : Abime ne olacak?
"O iyizaten, yolu bulur..!"
Asteng'e bir taksi çevirerek bindirip gönderdim. Ben de bir taksiye binmek için biraz yürüdüm. Abimin olduğu yerden biraz uzaklaşmıştım. Boğazım kurumuştu. O adamlardan kaçmaktan. En yakınımda bir kahvehane vardı. Su almak için oraya gittim. Kahvenin hemen önünde birileri toplanmıştı. Biri içki almak için kahvehanenin önünden geçen karısından para almak istemiş. Kadın ise "Çocuklarımın rızkı..!" diyip vermediği için karısını öldürmüş ve polisler onu almaya gelmişlerdi ama adamı kadına şiddetten, baskıdan veya bir kadına karşı olan eylemlerinden dolayı değil, sadece ve sadece cinayetten dolayı almaya geldikleri besbelliydi.
Kadının cansız bedeninin üstünde en büyüğü on üç yaşında olmak üzere dört çocuk ağlıyordu. Herifin zaten ailesine bir faydası yoktu da dört çocuk annesiz, tek başlarına ne yaparlardı?
Böyleleri de kendilerine "Adam!" diyorlar. Bu adamlık değil, sadece kendini adam sanmak. Adamlık öldürmekle, dövmekle, güç gösterisi yapmakla olmaz. Adamlık, sevmekle, korumakla, severken göğüs kafesinin içine sığdıramamakla olur.
İnsanı hem karnında hem de kalbinde taşıyan kutsal varlıktır kadın. Kadın kadar dayanıklı olamazsın hiç ama ondan dayanmayı öğrenebilirsin. Hayatı karnında, dünyayı kabinde taşır. Sen erkeksin, anlayamazsın bir kadını. Keşke herkes, annesini, kız kardeşini düşünerek hareket etseydi. Onları düşünerek etrafına nasıl davranması gerektiğini, nasıl bakması gerektiğini bilseydi. Ama dilin de göz kapaklarının da kemiği yok maalesef.
Adam kelimesi cinsiyet belirlemek için kullandığımız bir terimden başka bir şey değil ki, insanlığın yüklediği anlamların hiçbir önemi yok. Bir kadına da "Adam" denilebilir. "Adam" kelimesi içinde merhamet olana, sevebilene, sevilene, her görüşe saygı duyana denir ve bunların hiçbiri tek bir cinsiyet ile ilişkilendirilemez. O yüzden bir kadına da adam denilebilir. Yazık gerçekten kendilerini adam sananlara..! Ne yapsın bu kadınlar? Yemek mi yapsınlar? Bulaşık mı yıkasınlar? Ütü mü yapsınlar? Çamaşırı mı yıkayıp kurulasınlar? Çocuklara mı baksın? Onların geleceğini mi düşünsünler? Daha ne yapsın? Erkeğin yapamadıklarını yapar kadınlar. Bazı erkekler ise işe gitmekten başka bir şeye yaramazlar. Marsta mı yaşasınlar bu kadınlar, sizden kurtulmak için.
Bir evi ev yapan; ne kapıdır, ne penceredir, ne duvarlardır, ne de tavandır. Bir evi ev yapan kadındır. İçinde kadın varsa viraneler de ev olur. Bir çöplük de ev olur. Hatta tavansız, kapısız, perceresiz herhangi bir sokağın herhangi bir köşesi bile ev olur. Birkaç bireyi aile yapan; ne babadır, ne de çocuklar. Aile yapan kadındır. Onları bir arada tutan kadındır. Kadın yoksa aile dağılır..! Yaşamı doğuran kadındır.!" diye düşündüm moralim bozuk şekilde.
Su içecek midem kalmamıştı. Bu vicdansızlığın, vahşetin, şeref yoksunluğunun önünde su içecek mide kalmamıştı. Tam oradan gideceğim sırada bir baktım ki ötede babam var. O da orada olayı izliyordu ama ellerinde iskambil kağıtlarıya izliyordu. Belli ki içerde kumar oynarken olay yaşanınca kağıtları ellerinde unutup dışarı çıkmıştı. 10 yıldır kahvehaneye adım atmadığını, eline iskambil kağıdı almadığını sandığımız babam, kumar oynuyordu!
Al bir de burdan yak. Bir darbe de babamdan almıştım. Faturada bir yanlışlık yokmuş demekki. Sevgili babam, 10 yıldır gizlice kumara yatırıyormuş. 67 bin tl az bile gelmiş. Sanırım faturalar dedemin mirasından öncesinden kalmaydı.
"Neler oluyor Allahım? Ailem dağılıyor Yarrabbi! Kiyamet alameti mi bu? Allah benim belamı mı vermeye çalışıyor? Yoksa bütün ailem birleşti de bana mı oyun oynuyorlar? Güya babam 10 yıl önce kumarı bırakmıştı" dedim kendi kendime.
"Her şeyi göze alarak buraya kadar geldim. Bundan sonra da vazgeçemem. İşin ucunda Elvin var. Kimse kimseye değer vermeyebilir ama benim kimseye vermediğim kadar değer verdiğim bir kadın var. Akşam hepsini hallederim!" diye düşündüm.
Babamı da boş verip bir taksiye bindim. "Abi Gökkuşağı Salonu'na sürer misin?" diye sordum.
Şoför : Tam olarak nerede olduğunu bilmiyorum! Tarif eder misin?
"Lates Şirketi'nin beş kilometre ötesinde! (Mavi Kıvılcım kitabından)"
Şoför : Anladım!
Taksiyle salona doğru gitmeye başladık.
17:00
Saat beş'te salonuna varmıştım. Baktım salonun kapısında Hitleri selamlayan nazi askerleri gibi yaklaşık 20 kişi olan düğün sahipleri sıraya girmişlerdi. 10 kişi sağda, 10 kişi solda olmak üzere. Herhalde bir taraf gelin tarafı ve diğer taraf da damat tarafıydı. Tam ortada da kırmızı bir halı vardı. Kırmızı halının sonunda da kamereman ve fotoğrafçı vardı. Yol tahminen yaklaşık on metreydi. Adeta başka evrene açılan bir geçit gibi, bir portal gibi süslemişlerdi.
Önümde de içeriye girmek üzere iki aile ve onlardan ayrı ihtiyar bir adam vardı. Ailelerin çocukları da vardı yanlarında. İlk başta en öndeki aile girdi içeriye. Bütün karşılayanların ellerini sıktılar. Tam yolun sonuna geldiler ve bir anda kameraların karşısında durup poz verdiler önce sağa sonra sola sonra tekrar sağa baktılar. Sanki araba ile karşıdan karşıya geçiyormuş gibi. Ben de kameraya görünmek, poz vermek için hangi tarafa gidecekleri kararsızlığını bahane ediyorlar diye düşündüm. Sonra çok geçmeden sola doğru ilerlediler. Meğersem erkekler sol tarafa, kadınlar ise sağ tarafa geçiyormuş. Düğündeki herkes birbirini tanıdığı için erkekler birbirleriyle oturup sohbet ediyorlar, kadınlar da birbirleriyle oturup sohbet ediyorlardı.
Son olarak önümde ihtiyar adam kaldı ama o da kırmızı halıdan geçerken sanki sırat köprüsünden geçiyormuş gibiydi. Adamın bütün arkadaşları Hz. Ali döneminde vefat etmiş olmalıydı. Çünkü yürüyüşünden çok yaşlı olduğu belliydi. 85 yaşlarında görünüyordu. Yetmiş saniyede bir adım atıyordu. Yaşlı adam, sağ ve solda duran adamlara "Kusura bakmayın biz de yaşlandık artık, zor oluyor..!" dedi. Soldan bir adam, "Estağfurullah, daha geçsiniz ya..!" diye cevap verdi. Belki de adamın yakınları haftada bir adamın sakalını kesmek için belediyeden restorasyon izni çıkarıyorlardır, bu adam kalkmış hala gençsin, diyordu. Adamın ne gelin tarafını, ne de erkek tarafını tanıdığını sanmıyordum. Ve onların da bu ihtiyar adamı tanımadığına emindim. Her iki taraf da adamı diğer taraftan sanıyorlardı herhalde.
Neyse sıra bana gelmişti. Ben de Murat'ın anne ve babasını tanımadığım için hem sağ taraftakilerin hem de sol taraftakilerin elini sıkarak gelmiştim, kırmızı halının sonuna. Dimdik durdum, galaya gelmiş 130 milyon hayran kitlesine sahip oyuncu gibi kameraya pozverdim. Fotoğraf da çektiler ve erkeklerin bulunduğu sol tarafa geçtim. Boş bir masaya oturdum. Bizimkilerden hiç kimse yoktu. Daha gelmemişlerdi. Ben erken gelmiş olmalıydım. Onlar daha gelmemişlerdi. Oturup onları beklemeye başladım..!
Onları beklerken masanın üstünde duran atıştırmalıklardan bir şeyler atıştırmaya başladım. Sıkıntıdan atıştırmalıklıkları yiyip duruyordum. Ayran, siyah kola, sarı kola, pasta, büsküvi derken şişmeye başlamıştım. "Neyse..! Ben kalkıp biraz halay çekeyim de sindirip kendime geleyim!" diye düşündüm ve cekedimi çıkarıp halaya girdim. Yirmi beş dakika boyunca hiç durmadan halay çekmiştim. Bu sefer de sarsılmadan dolayı midem bulanmaya başlamıştı. Lavaboya gitmek istedim. Çünkü artık kusacak gibiydim ve kendimi tutamıyordum.
Tam lavaboya gideceğim sırada, köşede yirmi yedi yaşlarında bir adam sevgilisi olduğunu tahmin ettiğim bir kadınla tartışıyordu ve onun giyimine laf ediyordu. "Bu ne biçim giyinmek? Düğüne böyle gelinir mi? Bu kadar erkeğin içinde çok açık giyinmişsin.!" falan diyordu..! Halbuki kadının eteği dizlerinin altında, ayakları sadece on beş santimetre falan dışardaydı. Üstü ise sadece boynundan iki santimetre aşağıda bir dekoltesi vardı ve kolları bile kapalıydı, dirseğinden dört parmak aşağısına kadar.!
Adamın karşısında durup "Kadın açık değildi senin için fesat. Kadın açıkdeğil, sen başkalarının sevgilisine, karısına, kızına o niyetle baktığın için senin de sevgiline baktıklarını sanıyorsun. Kadın açık değil, senin gözlerin çıplak. Kadın olduğu gibi kadın!" diyesim geldi ama kadın benden önce davrandı ve kendini adam sanan o mahlukata karşı sessiz kalmayıp oracıkta terk etti. Hafif bir tebessüm ile "Helal olsun kız sana..!" dedim içimden. İnsan düşüncesiyle, zihniyetiyle gündeme gelmeli. Kıyafetleriyle değil.
Neyse girdim lavaboya ama bir türlü kusamadım. Ben de tuvalete girdim ve yan tuvaletten bir ses geldi..!!