Adam : Merhaba (soğukkanlılıkla)
"Merhaba! (şaşkınlıkla)"
Adam : Nasılsın? (soğukkanlılıkla)
"İyiyim, teşekkürederim. Siz nasılsınız?"
Adam : Bende iyiyim. Ne yapıyorsun?
"Düğün falan işte ne olsun. Siz neyapıyorsunuz?
Tuvalette ne yapılır ki? Ne yapıldığını biliyor da iş güç anlamında ne yapıyorsun? diye soruyor sanıyordum. Ayrıca böyle bir yerde muhabbet etmek de çok saçma geliyordu bana.!
Adam : Aşkım bir saniye. Sana sorduğum sorulara cevap veren bir gerizekalı var da ben seni sonra arayayım mı? (soğukkanlılıkla--hızlı birkonuşma ile)
Çıktım tuvaletten hızlıca, bir baktım 35 yaşlarında 90 kilo, 1.85 boy ile hayvan gibi biriydi.
Adam : Hayırdır aslan sen ne saçmalıyorsun?
"Kusura bakma kardeş! Benimle konuşuyorsun sandım.!"
Adam : Sen erkek tarafı mısın kız tarafı mı?
"Erkek tarafıyım!"
Adam : Ben de kız tarafıyım. Gelinin kuzeniyim! Ben Asım!
"Ben de Abel. Memnun oldum!"
Adam : Ben de memnun oldum!
Adam : İsmin çok garipmiş, insanın babası neden böyle bir isim koyar ki?"
"Annem koymuş ismimi. Her şeyi erkekler yapacak değiller ya. Babam da saygı duymuş!"
Adam : Ne anlama geliyor?
"Bilmiyorum, hiç sorgulamadım!"
Adam : İnsan isminin anlamını sormaz mı? sorgulamaz mı? araştırmaz mı?
"Anneler hiç çocukları için kötü bir şey düşünür mü? İllaki bir anlamı vardır ve her ne olursa olsun ben ismimden razıyım. Annemin bana bir hediyesi gibi görüyorum. Anneme güveniyorum!..!!"
Adam sustu, hiçbir şey söyleyemedi ve hafif bir ses tonu ile "Salona gidelim mi?" dedi.
18:00
Salona birlikte dönüp biraz aynı masaya oturduk. Bizim masaya Asım'ın arkadaşı Mustafa da gelmişti. Asım bizi tanıştırdı. Mustafa da gelinin eniştesiymiş. Gelin, Mustafa'nın baldızıymış.Tanıştıktan sonra yine atıştırmaya başlayıp biraz sohbet ettik.. Şu klişe düğün salonlarına şu kadar gidiyor, yok iyi kar ediyorlar, ismimin tuhaf olduğundan falan konuşurken vakit geçti. Düğün salonu çalışanları yemekleri dağıtmaya başladılar. Pirinç pilavı, yeşil biber, ayran, ekmek derken midem hala bulanıyordu. Bu sefer yemek istemedim ama adam ısrar ediyordu. Adama, midem bulanıyor da diyemiyordum. Yemeye başladım yine karnım doldu ve patlayacak gibi hissediyordum. Düğüne milyon hayranı olan fit vücutlu, yakışıklı sinema ve dizi oyuncusu gibi geldim, dobloyu yeni satıp sıkıntıya giren piknik tüpü görünümlü göbekli, kel enişteler gibi gidiyordum. Hem şişmiştim, kıpkırmızı olmuştum hem de arkadaşlar da daha gelmemişlerdi, onları da merak etmeye başlamıştım.
Çalgıcılar dahil herkes yemeğini yedikten sonra müzik yeniden çalmaya başladı ve insanlar yavaş yavaş halay çekmek için salonun ortasına ilerlemeye başladılar. Ben de o sırada etrafıma bakınıyorum. Bizim arkadaşlardan kimse var mı? Acaba geldiler de başka yerde mi oturuyorlar? diye bakıyordum. Adam bir anda ayağa kalkıp "Yemeğimizi yiyip doyduğumuza göre hadi kalk halay çekelim!" dedi. "Şimdi çıktım halaydan!" dedim ama adam çok fazla ısrar edince mecburen tekrar girdim halaya ve on beş dakika sonra halayda kendimizi kaybettik. İnanılmaz şekilde sarhoş gibiyiz ikimizde bağırıyoruz müziğe eşlik ediyoruz, salonun ortasında hafif bir kustum ve "Oturalım, yeter artık!" dedim. Adam, "Bir şey olmaz, devam edelim!" dedi. Biz halay çekerken kamerlar da bizi çekiyordu. Fotoğraf falan çekiyorlardı. Sonra anons yaptılar gelin ile damat geliyor diye. Birden halayı bıraktım. Halay müziği kesildi ve yüksek sesli duygusal bir müzik çalmaya başladı. Ben genelde müziği çok severim ama bu kadar süre içinde bu kadar sesli müziklere maruz kalmak gerçekten beni fazlasıyla zorluyordu. Gelin ile damat için herkes salonun ortasından çekildi.
Ben de kendi kendime "Nerde kaldı bu ger*zekalılar. Gelin ile damadı bile çağırdılar ama ortada damadın kardeşi bile yok!" dedim içimden. Gelin ile damat geldi. Bir baktım gelin ile damada... Bunlar kim ya? Aslında tanıdık simaları vardı ama çıkaramıyordum.
Damat, Murat'ı okuldan almaya gelen abisi salih değildi. Yavaşça sahneye doğru ilerledim ve masanın üstündeki damat ile gelinin isminin yazıldığı kağıda baktım. Damat Bekir, Gelin Sude yazıyordu....!
YANLIŞ DÜĞÜNE GELMİŞTİM.
HEM DE ÇOK YANLIŞ DÜĞÜNE.
DÜĞÜN YARINMIŞ (PAZAR GÜNÜ)
Abimin eskiden aşık olduğu Sude'nin düğünüydü. Sude ile Bekir evleniyordu ve ben gele gele onların düğününe gelmiştim.!
19:00
Bir anda gelin ile damadın oturduğu masanın önünde dizlerimin üstüne istemsizce çöktüm ve elimdeki Elvin'e aldığım yüzük yere düştü. Yüzüğü yerden alacak mecalim bile kalmamıştı. Elvin'in evlendiğini görsem ancak bu kadar yıkılırdım. Adeta neye uğradığımı şaşırmıştım. Beynimden vurulmuş gibiydim. Psikolojik olarak da çökmüştüm resmen. Saç, sakal derken iki gün boyunca o kadar hazırlık yapmıştım. Hediye almıştım. Takım elbise kiralamıştım. Başıma ne belalar gelmişti. Ve hepsi boşa gitmişti. Bula bula bu ikisinin düğününe mi geldim? Bir an önce oradan çıkıp gitmek istedim ve aklımda da acaba yarın, öbür gün bunlar düğün video'sunu izlediklerinde "Bunun burda ne işi var? Düğünü mahvetmiş..!" derler ve rezil olurdum, diye düşünüyordum. Çünkü yedik, içtik, yetmedi kustuk, oynadık. Mendil salladık, yetmedi ceket salladık. Şampanya patlatır gibi kola sallayıp patlattık ve kamera da bunların hepsini kaydediyordu. Salonun ortasında dizlerimin bağı kopmuş gibi hala yere çökmüş, şaşkın bir vaziyetteydim.
Ama o kadar üzgünüm ki;
Bayram için kıyafetler ve ayakkabı alan küçücük çocuğun sabah kalktığında bayramlığını abisinin üstünde görüp abisinin eskilerini giydiği gibi,
Umutlu bir kpss öğrencisinin sınavdan sonra sitesine girip "Atanamadınız!" yazısını "Atandınız!" olarak okuduğunu fark edip üzülmesi gibi,
100 yıl sonra bile fenerbahçenin şampiyon olacağını sanan ve mağlubiyet izleyen fanatik gibi,
İstanbul'daki 3.köprü trafiğinin yoğun olmadığı bilgisinin yanlış olduğunu gören taksici abi gibi,
Zam aldıktan iki dakika sonra ekonomik kriz nedeniyle işten atılan emekçi amca gibi üpüzgündüm.
Ben bunları düşünürken aniden enseme bir tokat yedim. Arkamı döndüğümde dokuz yaşlarında bir çocuk ve peşinden bir kadın geliyordu. "Bak, gel oğlum, yoksa amca kızar sana!" dedi kadın. Bu kadın, bugün gördüğüm, abim ile dolmuşta tartışan kadındı. Ayrıca Abimin sevdiği kız sandığı ve onun yüzünden kaza yaptığı kadın. Bana doğru iyice yaklaştı.! Kadın Sude'nin ikizi gibiydi. Dondum, kaldım orda. Çünkü Abim, kadını Sude'ye benzetmemiş, kadını direk görmüştü. Abimin gözleri görmüştü yani..! Sude ile bekir evleniyor olduğuna göre..!! Kafamın içinde taşlar yeni yeni yerlerine oturmaya başlamıştı. Abim okul yıllarında Sude'yi Bekir sandığı için değil, Sude Bekir ile çıkmayı kabul ettiği için Sude'nin üstüne işemişti..! Yani onun Sude olduğunu biliyordu ve yine de üzerine işemişti. Çünkü Bekir'in çıkma teklifini kabulettiği için ona sinirliydi. Babam dövmesin diye de o gün yalan söyleyip "Gözlerim görmüyor..!" demişti ve gözlük takmaya başlamıştı. O yüzden hiç doktora gitmek istemiyordu. Çünkü gözleri sağlamdı. Eğer doktora gitseydi gözlerinin sağlam olduğu ortaya çıkardı.!
Abimin kör olmadığına mı sevineyim, yoksa yıllarca bize yalan söylediğine mi üzüleyim? "İnsan 8 yıl nasıl kör taklidi yapar? Abi kardeş başıma bela oldunuz lan!" diye düşünürken donup kalmıştım. Tam o anda kadın, elimden düşen yüzüğü görüp yerden aldı. "Ay bu ne kadar güzel bir yüzük..!" dedi. Kadın yüzüğe bakarken büyülenmiş gibiydi. Yüzüğün güzelliği karşısında şaşkınlığını gizleyemiyordu. Ben ise kadının karşısında diz çökmüş haldeyken bir anda Asım ve Mustafa geldi...! Mustafa, cekedimin ensesinden tutup beni yerden kaldırarak "Ne yapıyorsun sen? Karıma evlilik teklifi mi ediyorsun?" dedi ve masanın önünde bir gerginlik olduğu fark edilince damat ile gelin de bize doğru yaklaştılar.
Bekir, beni görünce aniden "Abel bu. Yakalayın, gelini kaçırmaya gelmiş..!" dedi ve ben muhtemelen açıklamasız dayak yemenin eşiğindeydim. Herkes bana bakıyordu. Ben ise kadına bakıyordum. Kadın da yüzüğe kilitlenmiş, büyülenmiş gibi yüzüğe bakıyordu. O anda durupta açıklama yapamazdım. Kadının elindeki yüzüğü bir çırpıda alıp düğün salonunun kapısına doğru hızla koşmaya başladım. Onlar da peşimden koşup gelmeye başladılar. İki - üç kişi iken bir anda Bekir, Asım ve Mustafa dahil dokuz-on kişi oldular. "Allahım az önce kardeşim yüzünden kovalanıyordum şimdi de abim yüzünden kovalanıyorum. Biz nasıl aileyiz. Abimi kaza yaparken görüp başıma daha neler gelebilir derken biraz erken söylemişim. Daha çekecek çok çilem varmış çünkü!" dedim kendi kendime.
Bir de takım elbise ve kundura ile koşmak da aşırı zordu. Bu, ikinci deneyimim olmuştu. Her an kayacak gibi oluyordum ama yavaşlayamıyordum da. Adeta freni patlamış kamyon gibiydim.. Düğün salonunun çıkışından yaklaşık iki yüz metre kovalandıktan sonra bir polise denk gelmiştim. Zar zor durup "Abi yardım et!" dedim. Polis beni de adamları dadurdurup "Ne oluyor beyler?" dedi. Bekir, "Memur bey, bu adam baldızıma evlilik teklifi edip müstakbel eşimi kaçırmaya kalktı. Eskiden bunun abisi, eşimi (gelini) seviyordu. Eşimide abisi için kaçıracaktı!" dedi. "Hayır, Memur Bey. Arkadaşım, beni abisinin düğününe davet etti ama düğün pazar günüymüş galiba.! Ben yanlışlıkla bugün gelmişim..!" dedim ama inanmadı ve polis memuru, "Karakola gidelim. Ne sorununuz varsa orada çözülür!" dedi. Hepimizi alıp karakola götürdü.
Bir o eksikti zaten. Bu gün bir onu yaşamamıştım. Onu da yaşadım. Babam karakola düştüğümü öğrenirse yapacaklarını düşünemiyorum. Abim ile kardeşimin yalanlarını unutup beni döverdi. Bütün oklar artık bana dönerdi.
20:00
Polis bizi düğün salonunun kapısından alıp doğruca karakola götürdü. Beni nezarete alttılar. Bekir'leri de baş komserin odasına götürdüler. Yaklaşık bir saat boyunca nezarette kaldıktan sonra kapı açıldı ve bir kadını taciz eden orangutan zihniyetli bir tacizciyi getirdiler. Bir de onunla aynı nezarette kalmıştım. Gerçekten her şeyi unuttum ve zoruma giden tek şeyin bu herifle aynı yerde kalmak olduğunu fark ettim. Çünkü devletin gözünde bu herifle eşittim. Kendisi kadını taciz etmediğini sadece eteğinin fazla kısa ve kıyafetlerinin fazla açık olduğunu söylediğini iddia etti. Adama, "Peki sen, neden onun giyimine karışıyorsun ki? Sana ne? O sana karışıyor mu? Tanımadığın birine açık giyinmişsin deme hakkını kim veriyor sana?" diye sordum ve benim üzerime yürümeye kalktı.
Erkeğin tesettürü de göz kapaklarıdır. Nasıl giyinirse giyinsin, senin tesettürün hep yanında. Neden kullanmıyorsun ki? Herkes özgür, kimin nasıl giyineceğine kimse karar veremez. Aslında böyle biriyle konuşmak benim için tam bir işkence gibiydi ama kendisi ne suç işlediğimi sorup kendi suçunu, ne yaptığını söyleyince konuşmamız öyle başlamıştı. Ben bunları adama sorarken adam, "Senin de benden farkın yokmuş! Sen niye milletin karısına evlilik teklifi ediyorsun? Kaçırmaya kalkıyorsun?" diye sordu. Bu herif de bana inanmamakla kalmamış, beni kendisiyle bir tutuyordu. Aklı sıra bu şekilde haklı olduğunu, kendini savunduğunu ve gerçekten de ikimizin aynı olduğunu sanıyordu.
Yarım saat daha geçtikten sonra içeriye bir polis girdi. "Nihayet çıkıyorum!" diye sevinirken bir baktım gelen polis tacizciye, "Serbestsin, gidebilirsin..!" dedi. Adam sadece yarım saat kalıp hiç ifadesi alınmadan çıktı, ben nasıl bir saattir içerdeyim, diye söylenmeye başladım polise..!
"Memur bey, ben ne zaman çıkacağım..!"
Memur : Bekle biraz.!!
Yirmi dakika sonra aynı komiser tekrar gelmişti. Beni alıp Başkomiser'in yanına götürdü ve bana bir telefon hakkı verdi.
Başkomiser : Söylediklerini doğrulayacak birini çağır yoksa çıkamazsın..!
"Tamam, ararım!"
Ben de "Murat'ı aramak istemedim çünkü tanımıyorum ve herkese anlatabilirdi, rezil olurdum. Ayrıca bende numarası da yoktu. En iyisi Ardil'i arayayım..!" dedim kendi kendime. Ardil'i aradım ve yaklaşık yarım saat sonra gelmişti.
Ardil : Başkomiserim, düğün yarın. Arkadaşım hangi gün olduğunu karıştırmış ve yanlış gelmiş..! İsterseniz düğün sahibi de arayabilirim şuan!
Başkomiser, Ardil'e "Tamam, gidebilirsin!" dedi. Ardil de bana "Gideyim mi yoksa seni bekleyeyim mi?" diye sordu. Ben de, "Kalmana gerek yok, geldiğin için teşekkür ederim. Sen eve git!" dedim ve o gittikten sonra yaklaşık 10 dakika prosedür, ifade, sabıka falan derken ben de karakoldan çıkmıştım.
23:00
Gecenin bir yarısı yalnız başıma evden otuz kilometre uzakta yürüyordum. Bu gün neler yaşadığımı sindirmeye çalışırken yürüdüğüm yolda birinin beni takip ettiğini hissediyordum. Etrafıma baktım ancak yürüdüğüm sokakta benden başka hiç kimse yoktu. Yaşadığım şeyler psikolojimi bile etkilemiş olmalıydı. Daha doğrusu düşünmem gereken yıllardır böyle bir aileyiz ve bu benim sadece bir günümdü. Herkesin sakladığı yalanlar varmış. Evde hayırlı olan tek kişi benmişim.! Biz yıllardır böylemi yaşıyoruz ya! İçimde çok ağır bir utangaçlıkla yürüyordum.
Öyle bir utanıyorum ki;
Nobel edebiyat ödülünde isim benzerliğinden dolayı heyecandan sahneye fırlamışım da soy ismin aynı olmadığını çok geç fark etmişim gibi,
Sosyal medyadan canlı yayın yaparken yayının açtık olduğunu unutup iç çamaşırıma kadar üstümü değiştirirken rezil olmuşum gibi,
Siigara içtiğimi bilmeyen babama sigara içerken yakalanmışım gibi,
Yolda güzel bir kız görünce cool yürüyeyim derken yerdeki kirli su birikintisini göremeyip üstümü batırmışım gibi,
Bir tacizcinin bile kendisinden önce ifadesiz serbest bırakıldığına şahit olmuş açlıktan ekmek çalan küçük bir çocuk gibi,
Beni oğlumun okulundan çağırıp "Oğlunuz öğrencilerin üzerine işiyor!" demişler gibi uputangacım.
23:15
Yavaş yavaş tuttum yine durağın yolunu. "Umarım abimin dolmuşuna denk gelmem..!" dedim kendi kendime. Eve dönerken yol boyunca arabanın camından Elvin'i düşündüm, kendimi düşündüm ve kendimi hiç bu kadar farklı duygularla görmemiştim. Bir gün içinde bin bir duyguya girmiştim. Depresyonun eşiğindeydim. Eve varmıştım, kapıyı çaldım annem açtı ve abim, gözünde gözlükle başına gelenleri kahramanca anlatıyordu. Ama öyle bir anlatıyordu ki sanki onda hiçbir suç yokmuş gibi anlatıyordu. Trafik cezası yediğini, kadınla tartıştığı için kaza yaptığını, kör olmadığını söylemiyordu bile.! Yok dolmuşun içinde kavga olmuş da, onun göğsünün üstüne tekme denk gelmiş de, dolmuştan düşmüş de arkasından koşup yetişmiş bir sürü insanın hayatını kurtarmış da, bilmem ne, bilmem ne..!!!
Asteng ise köşede hala topalmış gibi uzatmış ayağını annemle birlikte abimi dinliyor, babam ise abimi umursamadan faturadan habersiz televizyon izliyordu. Bütün dolandırıcılar toplanmıştı resmen. "Umarım annem de bugün müzelerden bir şeyler çalmamıştır. Bari o bugün bir şey yaşamamış olsun!" diye düşünüyordum.
Neyse ki daha fazla dayanamadım. "Baba, Avir abim kör falan değil. Senden dayak yememek için yalan söylemiş. 8 yıldır da senin korkundan söyleyemiyor..!" dedim.
Oktay : Nee? Ne diyorsun sen? Doğru mu bunlar?
"Baba sakin ol. Sadece bu da değil. Asteng bey de sakat değil. Futbolcu olmamak için kendini kasten ağaçtan atmış ve ayağına hiçbir şey olmamış...!"
Babam, kabini tutarak "Ne diyorsun lan? Yıllardır yalan mı söylüyorlar?" dedi. Ben de "Dur dur, kalbini şimdi tutma bir tane daha var, onu da dinle. Aramızdan biri de elektrik faturasını ödemek yerine yaklaşık 10 yıldır parayı kumara yatırıyormuş. Kumarı bıraktığını sanıyorduk ama bırakmamış. Bil bakalım bu kim? Aaa senmişsin!" dedim.
"Hiç kızma onlara.! Sana çekmişler baba. Sen bize hiç babalık yapmadın ki dövmekten başka. Yalan söyleyip bizi kandırdın. Çocukların da sana yalan söylemiş. Onların suçu mu? Hayır! Senin suçun baba. Sana çekmişler. Çünkü onlara başka şans tanımadın. Bizi umursamıyorsun bile. Konuşmuyorsun, televizyon izlemekten başka hiçbir şey yapmıyorsun.! Seninle iki kelime konuşamıyoruz! Şu an bile dedemin mirasıyla geçiniyoruz. Çünkü işe gitmiyorsun. Adamlara hergün yalan söylüyorsun. Senin gibi biriyle yaşayanlardan nasıl olmalarını beklersin? Bir tek benim yalanım yokmuş ya! Ama yine de sizi aile sayıyorum, sizi seviyorum ve yalan söylemiyorum..!.Keşke biriniz de benim kadar bir şeyler için çabalasanız. Keşke bir aile olduğumuzun farkında olsanız. Keşke bu konuşmayı benim yerime sen yapsaydın baba..! Avir abimin şoförlüğü seninki kadar iyi değil ve araba kullanmaktan da çok korkuyor. Abim keyfinden mi senin yerine işe gidiyor? Hayır..! Senden korktuğu için gidiyor. Asteng zeki olduğu için değil sen istiyorsun diye okula gidiyor, kopya çekerek sınıfı geçiyor. Şunu anla artık bu evdeki insanlar sana saygı duydukları için değil senden korktukları için senin dediğini yapıyorlar. Ama biz senden korkmak değil, sana saygı duymak istiyoruz. Söylediğin her şeyi titizlikle yapmak için elleri titriyor bu insanların. Tamam bizi hem seviyorsun hem dövüyorsun da sadece sevmekle olmuyor ki..! Bize birazcık ilgi göstersen bizler de babamız, evimizin direği diye sana saygı duyarız. Bu sefer korkudan değil, gerçekten saygı duyarız, babalık görevini yaptığın ve hak ettiğin için saygı duyarız..!"
Bu konuşmam biraz ağırdı ama artık ona acımıyordum. Kardeşlerimi öfkeli haliyle kendisi bu hale getirmişti.
"Sen de kumarı bırakmamışsın. Dedemin mirası fazla geldi herhalde bize. Avir abim bugün senin yüzünden kaza yaptı. Ve hiç bir şey anlattığı gibi değil. Ciddi bir şey olabilirdi. Senin haberin var mı? Abim anlatırken kazayı, sendinlemiyorsun bile. Umrunda bile değil kaza. Bugün Asteng'in yediği haltlar yüzünden az kalsın adamlar bizi doğruyordu. Abimin üzerine işediği kızın sevgilisi yüzünden ben neler neler yaşadım..! Biz niye böyle bir aileyiz ya? Bir de beni sevmezsiniz. Ya en masum olan kişi benmişim..! Başka yalanı olan var mı? Hazır konu açılmışken söyleyip rahatlasın. Anne..! Senin var mı? Senin yok ama sen de kafayı müzelerle bozmuşsun. Ben anlamıyorum ne var bu müzelerde? Her gün müzeleri geziyorsun ama hiçbir şey almıyorsun. Tam olarak ne arıyorsun? Bize de söylesen...!"
Gözlerim yaşlı, ağlamaklı bir şekilde bunları söyledikten sonra salonda derin bir sessizlik oluştu.
"Bundan sonra bari güzelce yaşayalım, lütfen..! Anne, bundan sonra müzelerde gezmek yok. Evinde oturup yemeğini yap, dışarı çık dolaş, ne yapmak istiyorsan yap işte. Birlikte çıkar dolaşır, piknik yaparız hatta..! Müzeleri de bir şeyleri satın almak için değil, göz estetiği için gezeriz. Babam dolmuşa abimi yollamayacak, kendisi gidecek. Avir abim de iş arayacak..! Ve sen Asteng efendi, bak saygıdan dolayı kimseye bir şey yapamam ama bir tek sana gücüm yeter. Seni evire çevire döverim. Okuyacaksan doğru düzgün oku. Okumayacaksan sabah kalkıp abinle iş aramaya gidebilirsin. Bundan sonra yalan yok. Kimse yalan söylemeyecek. Kim ne yapıyorsa açık bir şekilde söyleyecek..! Lütfen güzel bir aile olalım artık. LÜTFEENN..!"