@dolen425
|
Selam! Yeni bölümle karşınızdayım umarım beğenirsiniz tatlış , ( tehtidli 😂) yorumlarınızı bekliyorum... Bundan sonra ki bölüm geçmişten olacak, aslında sizi üzmek istemezdim ama üzeceğim maalesef. (Bu arada ben bu bölümü 10 Kasımda attığım için Atatürk'ü de anmak istedim bölümde geçiyor, siz şuan 11 Kasımda okuyor olabilirsiniz kafanız karışmasın) ***
Keyfiniz yoksa yerine gelsin diye koydum... ***
Şuan Karan, Candar ve ben albayın odasının önünde bekliyorduk, albay şuan önemli bir telefon görüşmesindeydi. Eleştirmek gibi olmasın ama bir buçuk saat kiminle görüşüyor acaba. Herhalde önemli bir konuşmaydı. Bir süre konuştuğunu belli eden ses gelmedi. Candar bize baktı ve kapıyı tıklattı.
- Gel!
Umarım çok sinirli değildir. İçeriye girer girmez hazır ola geçtik. Candar her zamanki gibi söze başladı.
- Albayım, yeni subaylar geldi.
Sanki bize baktıktan sonra hulk'tan farklı olmayan yüzü biraz olsun yumuşamıştı. Bundan önce askeriyede çalışmadığım için biraz tırsmış olabilirim hatta bunu yüzümede yansıtmışım ki, Candar kolumu dürttü ona baktığımda korkma dercesine bakıyordu. Yanlız farkettim de bu gıcık gorilistik adamın gözleri ne zamandır bu kadar güzel bir yeşil tonunu barındırıyor. Hakikatten çok güze- Candarın tekrar kolumu dürtmesiyle kendime geldim. Kaşlarıyla Albayı işaret ediyordu. Albay ikimizide baştan aşağı süzdü, gözleri gözlerimde durdu. Biraz duraksadı ve yüzünde şaşırdığını belli eden ifade belirdi. Ne soracağını anlamıştım hatta önce o nerden anlayabilir diye şaşırmıştım ama sonra hatırladım. Babam hem Şırnağın hem Siirt'in askeriyesinde görev alıyordu, değişiyordu. Babamı yavaş yavaş unutuyordum...
Önce gözlerinde ki son kalan sinir kırıntıları gitti daha sonra doğru düşündüğümü kanıtlayarak;
- Sen Erdem Karataş'ın kızısın değil mi?
Başımı kaldırmadan kafamı salladım.
- Aslında Erdemi kızının ve Tunç'un oğlunun geleceğini biliyordum ama bugün sizin gibi gelecek bir sürü subay var hanginizin olacağını anlayamam sanmıştım ama sen daha adını söylemeden... Biraz duraksadı. Babana çok benziyorsun, baban benim en iyi askerlerimden biriydi, kendisi çok güvenilir bir insandı Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah. Kimse Vatan Sağ Olsun diyemiyordu çünkü şehit olmamıştı, daha feci şekilde ölmüştü. Karanla halimizi görünce derinden öksürdü;
- Neyse yapacak bir şey yok elimiz de, onu en iyi şekilde anmamız hepsinden daha önemli. O da sizi bu şekilde görmek istemezdi. Şimdi gelelim size Kara Harp'tan mezun oldunuz ikinizde öyle değilmi?
Elinde ki bizim bilgilerimizi bulunduran dosyanın sayfalarını karıştırıp başını salladı. Kendi sorduğu sorunun cevabını bulmuştu.
- Sizinle bu dosyaları gördükten sonra boşa ağız çalıştırmaya gerek yok evlatlar. Zaten ikinizde Candarı tanıyorsunuz. Ya! O kadar güzel tanıyorum ki anlatamam çünkü utanırım. Ama tabi sizin dışarıdan gördüğünüzle burada ki Candar tam olarak aynı değil. Yanlış görmediysem adamın dudağının sol tarafı fark edilecek biçimde kıvrılmıştı. Yani size biraz kök söktürebilir sonra zırlayarak kapıma dayanmayın.
Sonra bana döndü;
- Bu arada Candarı da bizzat baban yetiştirdi Mehir, baban ilk önce seni bana sonra da Candara emanet etti, haberin olsun.
Yüzüm bembeyaz kesilirken, aklıma gelen detayla kahkaha atmamak için kendimi tuttum. Albay neye gülmemeye çalıştığımı anlamış olacak ki. Karana bakarak beni daha da zorlayan şu cümleyi kurdu;
- Birileri pek güvenilmez olacak ki! Kendi kuzeni bile ona emanet edilmememiş.
Karana döndüğümde somurtmuştu.
-Tamam, o zaman yarın ufaktan eğitimlere başlarsınız, bilmediğinizi düşündüğünüzden değil sadece kendinizi geliştirmeniz için hatta sadece sizler değil Candar Komutanınız bile eğitim görüyor. Yani buradaki dolabınız da yedek eşyalarınızı olmasının faydası var. Eviniz yaki olsa bile, şimdi çıkabilirsiniz.
Daha fazla zorlamadan kapıya yöneldik Candar ve Karan önden çıktı. Bende tam çıkacak iken;
- Mehir kızım, bir şeye ihtiyacın olursa çekinme söyle.
Bu cümle gerçekten içimdeki tüm tedirginliği alıp götürmüştü. Albay tebessüm ettim.
- Çok sağolun Albayım.
Tekrar kapıya yönelmiştim ki tekrar arkamı döndüm;
- Albayım bu arada isminiz?
- Mehmet Karaca.
Aldığım cevapla tekrar tebessüm edip çıktım.
- Hadi o zaman sizi timin yanına götüreyim de tanışın.
Candarın yönlendirmesiyle askeriyede yürümeye başladık. Tamam daha önce askeriyede çalışmıyor olabilirdim ama Kara Harp okulundan mezun olmuştum açıkçası pek fark yoktu. Aynı kasvet, aynı hüzün havası. Alışmıştım... Babam beni arada buraya da getirirdi. Bi saniye babam beni Candara yaptığım sarkıntılıklardan sonra yani biraz daha büyüdüğümde getirmişti. Mehmet Albay babamın Candarı yetiştirdiğini söylemişti. E o zaman beni buraya getirdiğinde Candar illaki babamın yakınların da olacaktı. Yoksa sandığım gibi bir kere yaşanmadı mı bu olay, yoksa birkez daha yapışmışmıydım çocuğa! Ama yok öyle bir şey hatırlamıyorum. Beynim alev alıyor.
Ben beynimle oynayan sorularla uğraşırken birisi kolumdan çekti.
- Dikkat et kolona yapışıyordun.
Bu ses Allahın cezası alarmcıktan geliyordu. Kolumu çektim.
- Şahane! Bu seferde birilerini uyandırmak için değilde, çarpmasın diye uyarmak için mi alarm oldun!
Koca bir kahkaha attı. Çarpmak üzere olduğum bu kolonu bu koca ağızlı gorilin ağzına sokmak istiyorumdum. Ona ters bir bakış atıp yoluma devam etmeyi planlıyordum ki. Başka bir kızın sesi geldi.
- Bizimle tanışmaya geldiğini düşünüyorduk.
Neyi imalamaya çalıştığını anlamaya uğraşıyordum ki.
- Mehir, buradalar gel otur şuraya.
Ofladım. Bugün rezil olmaktan başa bir uğraşım yoktu sanırım. Aslında asker eğitim görürken bu kadar işimi velveleye vermezdim. Ama daha kendime gelememiştim. İlerde bana gülmek ne demekmiş onlara gösterecektim.
- O zaman ekip arkadaşlarınızı tanıtayım,Kıdemli Teğmen Şevket Açar, Teğmen Barış Kaya, Asteğmen Hançer Çakmak, Asteğmen Kadir Turan ve Engin Yılmaz, beni zaten tanıyorsunuz. Dediğim gibi ilerleyen zamanlarda yeni askerler eklenebilir. Fakat bu pek yaşanmaz.
Buradan kimseye tebessüm edecek değildim heleki ilk tanışmamız pek hoş geçmedikten sonra. Bir tek Engin samimi ve sakin bir adama benziyordu. Siz merak etmeden ben söyleyeyim, burada ki tüm erkekler Topkapı Sarayı şaşırdık mı hayır.
- Siz normalde nerelisiniz?
Bunu soran Hançer denilen kadındı. Buda aslında Engin gibiydi. Sert bir suratı vardı fakat içinin yumuşak olduğu belliydi. Tabi bana gülmesi dışında.
- Rizeliyiz. Siz?
- Ben Antalyalıyım.
- Oralarda çok güzel.
Yüzüne bir hüzün kuruldu.
- Evet gerçekten çok güzel ama gidemiyorum.
- İyi de neden?
Biraz duraksadığnnda ailevi sorunları olabileceğini düşündüm.
- Eğer anlatmak istemezsen-
- Yok! Ondan değilde hüzünleniyor insan. Ailem asker olmamı istemiyordu. Bende illa olacağım diye tutturunca işler karıştı. Aramız açıldı bu yüzden gidemiyorum.
Aklıma Babam geldi o da tam tersiydi asker olmamı istiyordu. Tabi asker olup onu gururlandıracak babam kalmamıştı. İlk zamanlarda keşkelerim olmuştu. Zaten küçüklüğümden beri aslında öğretmenlik istiyordum fakat benim bedenimde yazılıydı askerlik. En önemlisi de ruhumda...
Anladığımı belirtircesine kafamı salladım.
O anda yemekhanesinde kapısı açıldı. İçeriye Mehmet Albay girdi. Yemekhanenin ortalarına ilerleyip. Yaşlı olmasına rağmen gür çıkan sesiyle;
- Evet gençler, biliyorsunuz ki bugün sevgili Mustafa Kemal Atatürk'ü aramızdan ayrıldığı gün fakat biz onu anmak için askeriyenin bahçesinde toplanıyoruz.
Herkes asker selamı ile bahçeye çıktı. Fonun başlamasıyla;
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak.
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal... ***
Evetttt! Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz. Timi beğendiniz mi? Süreç nasıl ilerleyecek. Bölümün sonunu da böyle bitirmek istedim. Diğer bölümü en yakın zaman da atmaya çalışacağım. 🌙✨️
|
0% |