@dolunay034
|
Güzel yazdığımı iddia etmiyorum
Yazdıkça güzelleşmesini diliyorum.
Yazım veya noktalama yanlışı varsa lütfen kusuruma bakmayın gözümden kaçmış olabilir
İyi okumalar dilerim.
&&&&&&&
YER: Lavinia Bölgesi
Araştırma Tesisi
Yıl: 2524
Zaman: Belirsiz
Ayağındaki botların tok sesi geçtiği koridorlarda değişik bir ses yayarak yankılanıyordu. Elinde tuttuğu çantaya biraz daha sarıldı. Sıkmaktan elleri ağrımaya başlamıştı. Yine de gevşetmedi. Terlediğini hissediyordu ardından o terin hemen soğuduğunu. Bir taraftan da etrafına bakıp hızını arttırdı. Bu yaptığına bir türlü inanamıyordu. Delilikti. Sonra düşüncelerine güldü. Bu dünyada hayatta kalabilmek için delirmek gerekmiyor muydu zaten? O kriterleri fazlasıyla karşılıyordu.
5 saat önce:
Çıkış saati kaçınılmaz bir şekilde gelmişti. Normal zamanda eve bu kadar erken gitmeyen Chae için şimdi eve gidiyor olmak tuhaf hissettirdi.
Yolculuk esnasında General David'in teklifini düşündü. Genel olarak bütün gün düşünmüştü ancak işi kafasını dağıttığı için ve şimdi eve dönerken böyle bir lükse sahip olmadığından düşünceleri daha yüksek sesliydi. İlk duyduğunda güzel bir fırsatmış gibi gelen bu durumun işin içine girildiğinde öyle olmadığını görebiliyordu. Dışarıdaki canavarlar küçümsenmeyecek kadar gerçek ve bir o kadar da tehlikeliydi.
İş yerinden nasıl çıktığını hatırlamıyordu. Yanında çalışan insanların bu erken çıktığına şaşırması bir sır değildi ancak Chae'nin onlara ne söyleyerek ayrıldığı sırdı. Genç doktor, odadan çıkmadan öncesine dair hiçbir şeyi hatırlayamıyordu. Bu dalgınlığının kısa süreli olmasını diledi. Aksi taktirde göreve çıkar çıkmaz ölecek ilk kişi olurdu. Canavarların onu yakalaması için çaba sarf etmesine bile gerek kalmazdı.
Toparlanmak için nefes egzersizleri yapmayı denedi. İşe yaramayınca da bıraktı. Terlemiş ellerini çantasından çıkardığı bir peçeteye sildi.
Gerginliğinde hangi konunun daha baskın olduğundan emin değildi. Gittiği yerde yaratıklar tarafından kanının son damlasına kadar içilme ihtimali mi, yoksa bu işe gizlice girdiği için amcası tarafından yakalanınca başına gelecek şeylerin ihtimali mi? Park Chae yaratıkların daha az ürkütücü olduğuna karar verdi.
İki tarafı da camlarla döşeli ve yapay ancak yine de bakanın tekrar bakmasını sağlayan manzaraya sahip koridorlardan geçerken bir taraftan etrafına bakıp onu tanıyan biri var mı diye kontrol etti. Dedikodu kazanı olan bir yerde onu tanıyan biri demek, dakikalar sonra amcasının kulağına ulaşması demekti. Neyse ki kırmızı bölgede çok tanıdığı yoktu.
Tanıdık bir simayı görmemenin rahatlığıyla derin bir nefes verip etrafı yapay ağaçlarla çevrili koridorlardan hızla uzaklaştı. Attığı her adımla beraber onu tanıyacak insan olasılığı daha da düşerken sıktığı elini gevşetip çantasını diğer eline aldı. Saatler süren araştırmalara rağmen yorulmayan elleri, ağırlığı bile olmayan bir çantayı taşımaktan dolayı yorulmuştu. Çantanın içi boş olabilirdi fakat Chae'nin omuzlarındaki yük bu bilgiyi önemsiz kılıyordu.
İnsan sayısının bir anda normalden fazla artması Chae'nin dikkatini çekti. Dün geceki gibi bir tabloyla karşılaşmaktan korktu. Fakat korkuları boşunaydı çünkü kalabalığın tek nedeni işten çıkış saatinin gelmesiydi. Genç kadın rahatlasa bile zamanlamasına lanet etti. Kötü bir zamanlama olduğunu inkâr edemezdi.
Kalabalık, yaklaştığında onu fırtına gibi sarmalayıp yuttu. Günün yorgunluğundan bezmiş insanlar başka yöne o başka yöne gidiyordu. Bu durum Chae'ye annesini anlattığı eski zamanlardan bir şarkıyı hatırlattı. Şarkıdaki kız, yaşadığı bu hayata daha fazla dayanamamıştı ve acılarının dinmesi için fırtınaya doğru yürüyordu. Ne karardı ama? Chae'de aldığı görevle aslında o kadın gibi fırtınaya yürüyüp yürümediğini merak etti.
Kadının biri omzuna çarpınca daldığının yeni farkına varıp kendine gelebildi. Kadın dikkatsiz davrandığını söyleyip özür diledikten sonra yürümeye devam etti. Oysaki dikkatsiz davranan Chae'nin kendisiydi. Kadının turuncu renge sahip rozeti gördüğü dilediği özürden belliydi.
Çarpmamak için büyük çabalar sarf ederek sonunda insanların daha az olduğu bir yere gidebildi. Daha çok insanlar rozetini görünce ona yol vermişti ama bunu umursamadı.
Gelmesi gereken yeri öğrenmek için herhangi bir odaya girdiğinde kahve içen bir kadınla adam konuşmalarını durdurup sorarcasına ona baktı. "İstihbarat bölgesinin operasyon şefini arıyorum." Kısa ve öz kelimelerle kendini anlatabildiğini düşündü. Yanılmıştı.
Adam, küstahça karşısındaki çekik gözlü minyon kıza baktı. Dikkatli olmayan gözleri Chae'nin kahverengi saçlarının altındaki rozetini görememişti ve bu yüzden kendinde kibirli davranma hakkını buluyordu. Kırmızı bölgede çalışan biri olarak turuncu bölge hariç her bölgede üstünlük kurabileceğini düşünüyordu. O yalnızca kendisinden daha düşük rütbelilere üstünlük taslamayı seven olgunlaşamamış bir adamdı. Düşünmeden davrandığı birçok sefer olmuştu ve yüksek rütbeli birine denk gelmediği sürece buranın kralı oydu.
"Operasyon şefinin yerini önümüze gelen herkese anlatamayız. Kaldı ki sen kendinden yüksek rütbelilere böyle mi davranıyorsun? Ceza almanı bile sağlayabilirim. Şimdi kaybol buradan. Randevu almayı dene bir dahaki sefere ve... bir dakika" adamın konuşmasını bölen yanındaki kadının ısrarla kolunu dürtmesiydi. Adam sinirli görünmeye çalışarak yanındaki kadına döndü. Normalde azarladığı kişileri umursamayan güzellik şimdi ısrarla dikkatini çekmeye çalışıyordu. Kadının bronz teni kireç kesilmişti. Adam kafası karışmış bir halde "Ne oldu Eun neden beni durdurdun? Hem, senin rengin neden soldu?" diye sordu. Eun, Chae'nin duymaması için fısıldayarak "Bu sefer yanlış kişiye bulaştın Michael. Dua et de canını almasınlar." Dedi. Michael, Eun'un sözleriyle iyice tedirginleşse de bunu belli etmemek için sinirle kamufle etmeye karar verdi.
"Ne saçmalıyorsun Eun. Doğru düzgün konuşacaksan konuş yoksa ben devam ediyorum." Eun konuşabilecek gibi değildi. Oradan koşarak uzaklaştı. Kaçarsa ceza almaktan kurtulabileceğini düşündü. Michael, Eun'un güzel ama aptal olduğu kararına vardı. Böyle davranması sinirlerini bozmuştu. Chae'ye döndüğünde gerginliğini ondan çıkarmayı planlıyordu. Ama kız yanındaki güvenliğin kulağına bir şeyler söylüyordu ve ona bakacakmış gibi de değildi.
Michael daha da sinirlendi. İlgi hastası ruhu umursanmamayı kaldıramadı. Elini masaya vurarak dikkat çekmeye çalıştı. Ona bakan sadece ekip arkadaşlarıydı. Chae halâ bakmıyordu.
Michael kızın kolunu tutup dikkatini üzerine çekmek istedi ancak emellerini gerçekleştiremeden elinin üzerine konan el bileğini bükerek ona tarifi imkânsız bir acı bahşetti. "Tamamen sakat kalmak istemiyorsan askerler gelene kadar usluca bekle. Yoksa seni ölümden daha da kötü bir sonun bekleyeceğinden emin olurum bay kırmızı rütbe."
Michael öncesinde olmasa bile şimdi tamamen sinir küpüydü. Doğru dürüst düşünemediği gibi meslektaşlarının konuşmalarını da duymuyordu. Duysaydı belki yalvarmaya erken başlayabilirdi. Her zaman ezen taraf kendisi olmuştu. Şimdiyse değişen roller şüphesiz en çok onu rahatsız ediyordu. Michael, Chae'nin tehditlerinden korktuğu için askerler gelene kadar hareket edemedi. "Bayan Park, emriniz üzerine suçluyu almakla görevlendirildik efendim. Söylemek istediğiniz son bir şey var mı?" Chae askerlere hiçbir şey söylemeden Michael'ın üzerine eğildi. "Dünya korkunç bir yok oluşun içinde. Sense elde ettiğin küçük rütbeyle kendinden düşük gördüklerinle alay ederek aslında kendini alçalttığının farkında bile değilsin. Umarım korkunç acılar çekersin. En az başkalarına yaşattıkların kadar acı yaşamanı diliyorum. Ya da başkaları ülkesi için canını verirken seni günü gün ettiğinin adaletsizliği kadar acı çekmeni diliyorum."
Ondan sonrası ise tam bir kaostu. Orada bulunan herkes gelişen bu olayı arkadaşına anlatmak için can atıyordu.
Kalabalığın arasında minyon tipli esmer bir kadın belirdi. "Amanın! Bayan Park, uzun davetlerim sonucu geliyorsunuz ve gelir gelmez benim popülerlik tahtımı sallıyorsunuz." Kadın sevimlice kıkırdadı. Gelmeden önce gerçekleşen olayı duymuştu ve doktorun çok sinirli olmamasını umuyordu. Uzun ve sıkıcı zamanların ardından gerçekleşen bu heyecana sevinebilirdi. Pozisyonunu kaybetme ihtimali olmasaydı eğer.
"Şef Dan, ne kadar sadık(!) astlarınız var böyle? Size ulaşmak zordu." alayla cevapladı Chae. Dan, doktorun alayını görmezden gelerek konuya geçti. "General David bana olayı anlattı. Kabul etmenize çok sevindim. Sizi bekliyordum lütfen odama geçelim." İkili hengamenin arasından sıyrılıp istihbarat şefinin odasına gittiler. Dan, karşılamanın kötü başladığının farkındaydı. Doktorun habersiz gelmesini kesinlikle beklemiyordu. Kabul haberi için asistanlarını göndereceğini düşündü. Yine de umudunu kesmedi, başı gövdesinde olduğu sürece hâlâ şansı vardı. "Görevle alakalı ne söylemeye geldiniz doktor? Kayıt için geldiğinizi umuyorum aksi taktirde tanrılar yardımcımız olsun bu görevin başarı ihtimali çok düşer." İkili pencerenin kenarına konulan koltuklarda otururken birbirinden güzel ikramlıklar önlerine geldi.
Chae, binbaşının sorusu üzerine burukça gülümsedi. Görevi emir olarak almasa bile kabul edeceğinin farkındaydı ve hakkında bilgiler öğrenerek sahiplenmeye çalışıyordu. Kendini kandırdığını göz ardı etti. Bu görev, mesleği ve insanlık için dönüm noktası olabilirdi. "Görevi kabul edersem emrim altındakilerin kim olduğunu merak ediyorum Şef Dan. Bu görevde öylesine kişilerin seçilmemiş olmasını diliyorum. Aksi taktirde inandığın tanrıların bile görevi almam için yeterli olmaz." Dan, doktorun sözlerinin altındaki gizli metni anında fark etti. O da seçilen insanların öyle olmasını umuyordu.
"Elbette doktor, istediğiniz bilgileri size verebilirim. Lütfen biraz bekleyin." Dan, masasına gelip rastgele bir çekmeceyi kilitle açtı. İçinden çıkardığı bütün dosyaları eleyerek istediğini aldı ve diğerlerini çekmeceye geri koydu. Bütün bu hassasiyet başarısız olan görevden kaynaklıydı. Kimsenin ikinci başarısızlığa tahammülü yoktu.
Chae önündeki dosyaları incelerken göreve gelecek kişilerin yetenekli olmalarıyla rahatlamıştı. Üs bu görev için en önemli insanları göndermekte kararlı görünüyordu. Dan masaya otururken elindeki bir defteri Chae'nin önüne bıraktı. Bu genç kadının dikkatini üzerine çekmek için yeterliydi. Sade bir kapağa sahip deftere baktıktan sonra şef Dan'a kaşlarını kaldırarak sorarcasına baktı.
Dan zaten ona baktığından cevabı alması fazla sürmedi. "Bu defter keşif birliğindeki askerlerden birine aitti. İçerisinde çeşitli çizimler ve yazılı kayıtlar var. Asker neler yapmışlarsa nerelere gitmişlerse her şeyi not almış. Ancak bazı kısımları..." Anlık bir duraksama Chae'nin meraklanmasına neden olduğunda Dan insaflı davrandı. Daha fazla beklemedi ve devam etti. "Bazı kısımlarda tuhaflıklar var doktor. Aslına bakarsan keşif birliğinin saldırıya uğradığı zamanlarda o bölgede olmaları bile başlı başına tuhaf. Olay örgüleri arasında tutarsızlıklar var. O bölgeye yakın yerlerde bir sürü han var, konaklayıp bölgeye öyle gelebilirlerdi ancak bunu yapmamışlar. Neden? Bunu bilmiyoruz. O gün neler oldu hiçbir şey bilmiyoruz."
Chae de öğrendiği yeni bilgileri sindirirken defteri eline aldı. Üstü pütürlü olmasına rağmen temiz görünüyordu. Saldırı anında güvenli bir yerde kalmış olmalıydı. Kapağını açtı, bir sayfa yaprağını çevirdi ve orada yazan tek yazıyı sessizce okudu. "Darren"
Dan'da şimdi deftere bakıyordu. Gözlerinde nemlilik vardı. Sanki ağlamak istiyormuş da sonraya saklıyormuş gibiydi. "Darren defterin sahibinin ismi." Chae ona bakarak "Öyle mi?" diye sordu. "Peki ona ne oldu?" "Olay anında dışarıda olan tek kişiymiş. Büyük ihtimalle ses duyduğu için dışarıya çıktı ve ölen ilk kişi oldu. Herkes çadırlarında yakalandığı için parça parça bile olsa kimlik tespiti yapabildik ancak Darren'e ulaşamadık." Chae irileşmiş gözleriyle Dan' a baktı. "Bu da ne demek?" Dan çayından bir yudum alırken mutsuz görünüyordu. "Dışarıda öldüğü için cesedi o soğuk havada kaybolup gitmiş. Sonrasında da..." Dan susup devam edemediğinde ne demek istediği anlaşılmıştı. Genç adamın kaderi belliydi. O vampirler kimseye acımamıştı.
Chae elindeki deftere bakarken fark etmeden sıkmaya başlamıştı. Bu göreve başlarken genç adamın hayallerini düşündü. Ne kadar heyecanlı olduğunu düşündü ya da ölürken ne kadar korktuğunu. Gözleri dolmuştu. Dünya korkunç bir yerdi.
Yarım saatin sonunda Dan'ın odasından ayrıldığında ilk zamankinden daha kötü olduğunu fark etti. Bu ziyaret içini rahatlatmaktan çok uzaktı ve öğrendikleri işleri daha kötü duruma sokmuştu.
Yakın zamanda onun da bu göreve çıkacağı düşünüldüğünde iyi bir ruh halinde değildi. Sağlıklı düşünceler ondan çok uzaktaydı. Victor'u düşündü. Arkadaşı gittiği yerde iyi olacak mıydı? Darren'i düşündü. Yattığı yerde mutu muydu? Yoksa acımasız bir ölüme mahkûm edildiği için sinirli ve kırgın mıydı? Kendini düşündü. Orada ölecek miydi?
&&&&&&&
YER: Lale Şehri Yakınları
Yıl: 2524
ZAMAN: Belirsiz
Etraf sessizdi. Mesai biteli çok olmuştu bu yüzden nöbette olanlar hariç herkes odalarındaydı. Lara ise hala odasında önündeki raporları okuyordu. Kaşları çatıktı, zayıf bedeni kasılmıştı ve okuduklarından hoşlanmadığı belliydi. Arkasındaki nesli tükenmeden önce favori hayvanı olan fil desenli yastığa yaslanırken içli bir nefes bıraktı. Yorulmuştu ancak birkaç güne geri döneceği düşünülürse işleri bitirmek için hızlı olmalıydı.
Masasının üstündeki zarif bardağı alıp büyük bir yudum içti. Ferahladığını hissedebiliyordu. Siyah saçları topuz şeklinde bağlı olduğu için başını ağrıtmaya başladı. Bunun üzerine saçlarını çözerken saç diplerine masaj yapmaya başladı.
İşler yolunda değildi. Hem de hiç. Kırmızı gözleri çok az gelen ay ışığı altında parlıyordu. Muhteşem gören gözleri belgeyi sorunsuzca okuyabiliyordu. Efendisinin emri üzerine birkaç gün önce buraya gelmişti. İşlerin kontrolden çıktığını biliyordu gelmeden önce ama bu kadarı... Onu bile şaşırtmıştı.
Daha fazla odaklanamayacağını fark edince dosyayı gürültü çıkartarak kapattı ardından sandalyeden indi ve odadan çıktı. Üzeri fazla kalın değildi. Yine de üşümekten çok uzaktı. Binanın çevresinde gezen askerlerin sesini duyabiliyordu. Başka ses yoktu. Akşam huzurlu geçiriyordu.
İki katlı olan binanın merdivenlerine vardığında yabancı bir koku alması dikkatini çekti. Neredeyse 3 gündür buradaydı. Yabancı birinin kokusunu ayırt etmeye yetecek kadar uzun bir zamandı bu.
Bütün duyularını keskinleştirdi. Duyuları gereğinden fazla hassas olduğu için tehlike barındırmayan durumlarda hislerini bastırırlardı. Ancak şimdi tehlikede olduğunu hissedebiliyordu. Az öncesine kadar seslerini duyduğu askerleri bile şimdi duyamıyordu.
Hızını kullanarak birkaç saniye içinde bahçeye gitti ancak bahçede kimse yoktu. Herkes nereye gitmişti? Ürperdiğini hissettiğinde ve bütün iç güdüleri ona arkasını dönmesini söylediğinde ona uydu. Ay ışığının giderek kaybolmasından yararlanarak karanlıkta gezen biri ona bakıyordu. Lara etrafına kısaca göz gezdirdiğinde düşündüğü şey olmamasını diledi. Onların bu kadar aptal olmadığını düşünüyordu.
Ama umutları boşa çıkmıştı. Karanlıklardan daha fazla kişi çıktığında sessizce küfretti. Ellerini açarak pençelerini açığa çıkardığında tehditkâr görünmeyi amaçlıyordu. O bir asker değildi. Buna yönelik herhangi bir eğitim de almamıştı ve bu kadar tecrübeli katillere karşı koyması çok zordu. Ancak kolayca teslim olmayacaktı. Lara gelenleri iyice görebildiğinde pençelerindeki kanları fark etti. Vampirlerin çok olmasa da belli bir miktar da kanları vardı ve insanların aksine sıvı değil katıydı. Pençelerdeki yere akamayacak kadar katı kanları gördüğünde içindeki sinir katlanarak arttı. Cüretkârlıkları karşısında dişleri kaşınıyordu. Her birinin boynuna dişlerini geçirerek parçalamak istiyordu. Askerlerinin ölmesi onu çıldırtmıştı. Burada ölecek bile olsa yalnız gitmeyecekti.
"Lara, Lara, Lara... Seni bulmam uzun sürdü tatlım niye bu kadar gizli hareket ediyorsunuz anlamadım. Yoksa..." Adam geceye sevimli olmayan bir kıkırtı bıraktı. "Sizi avlayacağımızı bildiğiniz için mi saklanıyorsunuz? Ne tatlı. Peki işe yaradı mı?" Lara'nın eline düştüğünü bildiği için bu kadar rahat ve esnek davranıyordu. O ucubenin, en önemli astlarından birini eline geçirdiğini duyunca ki yüz ifadesi son zamanlarda en çok arzuladığı şey olmuştu.
Lara ise korksa bile efendisinin adına ve şanına leke sürmeye çalışan bu pisliği çıldırtmak istiyordu. Yüzündeki o lanet olasıca gülümsemeyi çekip almak istiyordu. "Saklanmak mı? O sizin bildiğiniz iş Boris. Yoksa en zayıf askeri birliğe bu kadar adamla gelmezdiniz. Hadi ama bu birlik kralın özel birliği bile değildi. Onların adını duyunca kaçan sizler şimdi fare deliğinden çıkmaya karar mı verdiniz? Ama seni uyarıyorum efendim bu yaptığınızı hiçbirinizin yanına bırakmaz."
Boris ruhsuz gözleriyle önündeki genç kadına bakıyordu. Sözlerinin kışkırtma için olduğunu biliyordu ve buna kanmayacak kadar yaşlıydı. Geçen uzun yıllar ona iyi hizmet etmişti. Bu yüzden şu anda sinirden köpürmek yerine Lara'nın davranışlarını gözlemliyordu. Kadının yavaş yavaş arkaya gittiğini fark etmediğini düşünmesi komik gelmişti. Bu yüzden sırıtmadan edemedi. Bunun Lara'nın ödünü koparttığını bilseydi kahkaha da atardı ancak genç vampir duygularını gizlemede ustaydı.
"Eğer senin o efendinden korksaydım bütün bunlara cesaret edemezdim küçük vampir. Şimdi..." Sözlerine devam etmedi ve hızlı hareketlerle Lara'nın yanına geldi. Öyle ki Lara geldiğini görmemişti bile. Çığlık atmamak için dilini ısırdı. Ani davranışı korkutmuştu. Boris'in kolunun beline sarıldığını hissettiğinde gözleri büyüdü ve olduğu yerden çıkmaya çalıştı. Ancak bu imkansızdı. İri yarı bedeni, bütün bedenini kıskaç altına almıştı ve çıkması imkansızdı. "Bütün bunları bırak da size gönderdiğim hediyeyi sevip sevmediğini söyle. Fazlasıyla uğraşmıştım bunun için." İlk bakışta normal şeylerden bahsettiği düşünülebilirdi ancak fısıldayan sesi tüyler ürperticiydi ve Lara'nın karnında ağrıya sebep oluyordu. Kulağına gelen nefesleri üşütüyordu. Bütün bunlar birleştiğinde odaklanması çok zordu. Eğer son üç gündür aynı olay üzerinde çalışıyor olmasaydı ne dediğini anlamazdı bile. Genç vampirin karanlıkta kırmızı gözleri daha da koyulaştı "O birliğe saldıran siz miydiniz?" Boris'in yüzünde memnun olmuş bir gülümseme belirdiğinde doğru tahmin ettiğini anlamıştı. Bütün deliller onları gösterse bile hep başka ihtimali araştırmıştı. Boris'in kulağına yanında olmasaydı duyamayacağı kadar kısık sesle "Neden?" Diye sordu.
O birliğin ne kadar vahşice saldırıya uğradığını biliyordu. Üstelik insanlar dokunulmaz bölgeydi ve onlar dokunmuştu. Hemde birçok sefer.
Boris ise tasasız bir şekilde "Çok şey biliyorlardı. Bunları insanlar ile paylaşmalarına izin veremezdim." Dedi. Üzülmediği ses tonundan belliydi ve bu gerçek Lara'nın midesini bulandırıyordu. Hava almak için etrafa bakmaya başladı. Bir çıkış yolu aradı ancak bulamadı. Midesi bulanıyordu. Boris'te kollarındaki kadının iyi hissetmediğini fark ettiğinde belini hafifçe kollarından tutmaya başladı. "Hey, sen iyi misin?" Sesi endişeli geliyordu. Lara gülmek istedi. Bu canavarın endişeli olması komik geliyordu. Kendini iyi hissetmeye başlasa bile bunu belli etmedi. Bir çıkış yolu bulmuştu.
Yüzünü daha da buruşturarak karnını tutmaya aşladı ve inleyerek "Hayır." Dedi. Boris arkasına bakıp "Doktor çağır." Dediğinde kollarındaki kadının sanki hiç var olmamış gibi kaybolduğunu hissetti. Dikkatini dağıtmak için rol yapmış ve zayıf bir anında da kaçmıştı. Kahkaha atmadan edemedi. Böylesine basit bir numaraya kandığı için acınası durumuna sonra üzülmeye karar verdi. Önceliği Lara'yı yakalamak ve elinden kaçamadığından emin olmaktı.
Bütün ekibi dört bir yana dağıldığında emirler vermeyi ihmal etmiyordu. "Onun yerini bulduğunuzda bana haber verin ve sakın başka bir şey yapmayın. Zarar görmesini istemiyorum."
Kralın üssü donmuş ağaçların ortasında yer alıyordu. Saklanacak çok yer yoktu ancak yine de yeteri kadar vardı. Bu yüzden adamları yarım saatin sonunda Lara'yı hala bulamadıklarında Boris endişelenmeye başlamıştı. Boşluklardan yararlanıp gittiğini düşündü. Merdivenlerinden kanların aktığı binadan çıktığında yanına gelen adamının söylediklerini teyit etmek için hızını kullanarak ilerledi. Birkaç ağacın kesişim noktasında bir adamı yerde yatıyordu. Boğazı parçalanmıştı ve yaranın aldığı yöne bakılırsa arkadan saldırı yediği belliydi. Sinirlense bile bu çok kısa sürdü.
Gülümsemesini bastırmaya çalışarak gözlerini ağaçların üstünde gezdirmeye başladı. Küçük vampir yüz yüze bir dövüşte kazanamayacağını bildiği için saklanarak tek tek indiriyordu. Uzaklardan burnuna gelen başka kan kokuları bu görüşünü güçlendirdi. Lara kesinlikle tek başına ölmemekte kararlıydı. Adamlarını geri çekti Boris. Bu küçük isyankarla tek başına mücadele edecekti. Ormanda sadece ikisi kaldığında kulağına titrek bir kalp çırpıntısı geldi. Küçük vampiri ne yaptığını anlamıştı.
Öyleyse artık rol yapmak zorunda değildi. Gülümseyerek burnuna gelen kiraz çiçeği kokusunu takip etmeye başladı. Güzel bir geceydi.
&& Devam edecek...
KAMU SPOTU: Beğenmediğin bir şey olduğunda ya da sana hitap etmeyecek bir olay yaşandığında yapıcı eleştiri yapmak zor değildir. Bir dene. Çıkıp gitmek ondan da kolay inan bana:) Kendine iyi bak 💜 Dolunay
|
0% |