Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. Bölüm: Lale Şehri

@dolunay034

Güzel yazdığımı iddia etmiyorum

 

Yazdıkça güzelleşmesini diliyorum.

 

Yazım veya noktalama yanlışı varsa lütfen kusuruma bakmayın gözümden kaçmış olabilir

 

İyi okumalar...

 

&&&&&&&

 

Buraya bayılmıştım. Havası soğuktu ancak insanları kibardı, üstelik ağır bir işte çalışmalarına rağmen! Bugün Lale şehrinin göz bebeği olan üretim tesislerindeyiz. Az önce bir çileğin nasıl yetiştiğini çiftçilerden dinlerken bana hediye de ettiler ve söyleyebilirim ki çilek şimdiye kadar ki en güzel şey olabilir. Özünde burayı incelemek için gelen araştırmacıları ve olayları çizmem gerekiyordu ancak bir süre sonra burnuma gelen güzel kokulara daha fazla dayanamadım. Umarım komutanlarım beni yakalamaz.

 

Eve döndüğümde yetiştirebilmem için bana tohum da verdiler. Kibar insanlar olduklarından bahsetmiş miydim? Onlara nasıl bakıyordum emin değilim o ara gülümsemekle meşguldüm çünkü. Bana başka tohumlar da vermeye başladılar. Onları çok sevdim. Onlar da beni sevdiler. Bana sürekli ne kadar sevimli olduğumu söyleyip duruyorlar. Galiba sert ve kaslı dursun diye vücuduma koyduğum aparatlar bir işe yaramadı. Kampa dönünce biraz daha koyayım.

 

Arazi çok büyük. Genel olarak şehrin kendisi çok büyük, bu yüzden araştırmacıları kaybetmemek için hemen yanlarına ilerlemeye başladım. Yer-yön duygum asker olmama rağmen çok gelişmemişti ve kaybolursam geri dönebileceğimden emin değildim. Sanırım bu bütün neslin sorunuydu. Çocukluğun da dahil hayatının büyük çoğunluğunu kapalı kapılar ardında geçirdiğinde ve dışarıya çıktığında şaşırman ve korkman normaldi. NORMAL.

 

Köylüler ise benden pek ayrılmak istemedi. Hatta birkaçı, askerliği bırakıp yanlarında sadece dursam bile ömrümün sonuna kadar yiyecek için ücret ödemeyeceğimi söyledi. Hatırladıkça hala kahkaha atıyorum. Ülkenin alt kesimindeki insanların bu şehirde yaşamasına rağmen açık ara en nazik insanlardı. Gerçi diğer bölgelere pek gidememiştim ama olsun.

 

Araştırmacılardan Binna 'nın yanına geldiğimde elinde defteri, kadın yöneticilerden biriyle konuşuyordu. Her üretim tesisinin bir yöneticisi vardı ve bilgi öğrenmek için kısa vadede onlara sormak faydalıydı. Ya da her zaman değil.

 

Kadın yanımızdan ayrıldığında "Bir bilgi yok mu?" diye sordum. Bu ekipte anlaşabildiğim tek kişiydi, ben de bu yakınlıktan faydalanarak sorular soruyordum. "Hayır." Diye cevapladı. Ardından ekledi "Tuhaf bir şeyler yokmuş ama belgeler bunun aksini gösteriyor. Ya kadın yalan söylüyor ya da birileri işin üzerini örtüyor." Kalacağımız hana doğru yürürken "Ne demek istiyorsun?" diye sordum. Binna sıkıntılı bir nefes bıraktı. Bu konuşmalar onu rahatsız ediyor olmalıydı. Olayı bilmediğim için neyden rahatsız olduğunu anlayamadım. Kaşlarım çatık ona bakarken bir saniyeliğine bana döndü ve "Darren kaşlarını böyle yaptığında hiç korkutucu olmadığını biliyor muydun? Yüzün bunun için fazla sevimli. Aslına bakarsan askerlik için bile fazla sevimli. Seni nasıl asker yaptılar?" ciddi ciddi merak edip sorduğunda gözlerimi devirdim. Bunun üzerine kahkaha attı.

 

Beni nasıl asker yaptıklarını açıkçası ben de bilmiyordum. Eskiden Zambak şehrinde ressamdım. Sergiler düzenlerdim bu yüzden beni orduya çizmem için çağırdıklarında korksam bile şaşırmamıştım. Zorunlu askerlik gibi bir şeydi durumum. Kolay bir alan olduğu için kabul etmiştim bende. Sadece çizmem gerekiyordu. Bu bir bakıma beni motive ediyordu. Bir yıl dayanacaktım ve askerliğimi yaptıktan sonra memleketime dönüp işimi yapmaya devam edecektim.

 

Orduda kayıt tutmak için bile olsam ve olası çatışmada yer almayacak da olsam kimi tanısam bu mesleğin benim için olmadığını söylüyordu. Peki neden? Beyaz ten, zayıf bir beden, pürüzsüz ciltle kimse asker olamaz mıydı? Herkes kutup ayısı gibi mi görünmeliydi? Öyleyse işim çok zordu çünkü ömrüm boyunca spor salonundan çıkmasam bile o görüntüyü elde edemezdim. Üstelik boyum uzun da değildi. Ben de kolay yolu yani çevremdeki herkese kendi düşüncelerimi kabul ettirmeyi seçmiştim.

 

Binna sonunda gülmesini kesebildiğinde gözlerinden yaşlar gelmişti. Elinin tersiyle yüzünü silerken "Lütfen bana darılma sadece tepkilerin bir an için o kadar tatlı geldi ki gülmemi kesemedim. Normalde bu kadar gülmezdim. Sanırım sinirlerim gergin olduğu için fazladan güldüm." Kısaca boğazını temizleyip devam etti. Yüzü gülmekten kızarsa bile daha iyi görünüyordu. "Soruna gelecek olursam eğer incelemelere Lale şehrinden başlamamızın bir nedeni var. Ülkenin bel kemiği burası ve tek sorunda bütün Mimoza çöker. Görünüşe göre o tek sorun da yıllardır var. Şehirde ülkenin tükettiğinden fazlasının satılmasına rağmen bunun büyük çoğunluğu kaydedilmemiş. Başka ülkelere kaçak satılma gibi bir durum da olamaz dünyada yaşayan tek ülkeyiz o halde bu ürünler nereye gidiyor?" Gözlerim isteğim dışında büyürken Binna' nın söylediklerini düşünüyordum. Nazik insanlar olarak kodladığı insanlar bu kadar ürüne ne yapıyor olabilirdi? Ortada dönen bir şeyler vardı ama ne?

 

"Madem devlet bu açığın farkında neden kaynağını bulmak için araştırma yerine gücünü kullanarak bulmuyor?" diye sordum. Ağzımdaki çilek tadı varlığını hala koruyordu. Acılaştığını hissettim. Politikadan bir şey anlamazdım ancak üretimin donmuş bir dünyada ne zor şartlar altında yapıldığını tahmin edebiliyordum. Sonraki yıla insanların aç kalma ihtimali bile varken bu kadar yiyecek nereye gidiyordu? Isıtmalı alanlarda büyük ve küçükbaş hayvancılıkla balıkçılık faaliyetlerinin de olduğunu biliyordum. Onlarda mı kaynağı belirsiz bir şekilde yok oluyordu? Neredeyse hana gelmiştik bu yüzden Binna sorularıma rağmen beni cevaplandırmadı. Bense içimdeki hayali mahkemeyle Lale şehrinin insanlarını yargılamaya devam ettim.

 

Ayrılmadan önce kulağıma fısıldayarak "Akşam yemeğinde sorularını cevaplandıracağım o yüzden şimdilik hiçbir şeyi yüksek sesle söyleme. Hassas bir konu." Dedi ve sözlerini mantıklı bir zemine oturtmadan odasına ilerlemeye başladı. Arkasında akşamı iple çeken bir adet ben bırakarak.

 

&&&&&&&

 

YER: Lavinia Bölgesi

 

Araştırma Tesisi

 

Yıl: 2524

 

Zaman: Belirsiz

 

Diğer sayfayı çevirmek üzereyken çalan kapı Chae'nin devam etmesine engel oldu. İrkilerek oturduğu salonunun koltuğundan kapıya baktı. Bu kadar daldığının farkında bile değildi. Daren'in günlüğünü okumaya başladığında ilk zamanlarda gergindi. Özeline gireceğini düşündüğü için saygısızlık olarak görmüştü. Ancak okudukça günlüğün içine daldığının farkına varamadı. Yutkunarak ayağa kalktı ve defteri salonundaki kütüphanenin rastgele bir rafına koydu. Uzun süre oturduğu için bacakları uyuşmuştu bu yüzden yürürken yalpalıyordu. Kapıya ulaştığında kim olduğunu sorma gereği duymadan kapıyı açtı. Yalnız yaşayan biri olarak pek ziyaretçisi olmazdı ve olduğu nadir günlerde de bu kişi amcası olurdu. Yanılmamıştı. Gelen amcasıydı.

 

Elindeki poşeti sallayarak "Amca-yeğen günü?" diye sordu. Chae poşeti gülümseyerek aldı ve "Nereden yakalaman gerektiğini iyi biliyorsun." Dedi. Amcası da gülümseyerek içeri girdi. Ayakkabılarını çıkartırken "Son zamanlarda ikimiz de çok meşgulüz ve biraz zaman geçirmenin iyi olabileceğini düşündüm. En sevdiğin balık olan somonu aldım." Dedi. Genç kadın mutfağa girmek üzereyken duyduğu balık ismiyle aklına direkt Darren ve Lale şehri geldi. Yüzündeki gülümsüme hemen soldu. Artık balık yiyeceği için heyecan hissetmekten çok gergindi. Orada neler olduğunun düşünceleri zihnini rahat bırakmıyordu. Amcası hala konuşmakla meşgulken düşen moralini fark etmedi.

 

Beraber balığı hazırlayıp salona geçmeleri çok sürmemişti. Tabakları ellerinde karşılıklı koltuklara oturdular. Koltuklar pencerenin yanına konumlandırılmıştı. İki tane olan koltuklar tek kişilik bile olsa fazlasıyla rahat ve genişti. Tabaklar kucaklarındayken şarap bardaklarını ortalarındaki masaya bıraktılar. Yerken öylesine sohbet başlattılar. Bir taraftan da balığın yanına yaptıkları salatadan yiyorlardı. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu ve manzara güzeldi. Buna rağmen Chae ortama odaklanamıyordu. Aklı günlükte kalmıştı.

 

General David'in görevi vermesinin üzerinden bir aydan fazla zaman geçmişti. Hazırlıklar neredeyse bitmek üzereydi ve o amcasıyla aralarındaki sorunları halletmek istiyordu. İstihbarat Şefi Dan'ın yanından ayrıldıktan sonraki ilk işi amcasına bu görevi söylemek olmuştu. Kolayca kabul etmesini beklemiyordu ancak bu kadar uzatmasını da beklememişti. Amcası kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordu. Bu konuyu asla açmıyordu ve Chae' nin de açmasına izin vermiyordu. Korkusu belli bir noktada anlaşılabilirdi. Abisini vampirler yüzünden kaybettikten sonra aynı şeyin yeğenine de olmasından korkuyordu. Yine de her şeyi göz ardı edemezdi. Bir noktada konuşmaları gerekiyordu.

 

"Lale şehri nasıl bir yer?" Düşüncelerine o kapılmıştı ki amcasının sesi kesilene kadar soruyu yüksek sesle sorduğunun farkında bile değildi. Amcası ise çatalı elinde direkt ona bakıyordu. Gözleri hafifçe irileşmişti ve belli ki böyle bir soru beklemiyordu. Ardından gözlerini tabağına indirdi, biraz boğazını temizledi ve tasasız bir şekilde onu cevaplamaya başladı. "Güzel bir yer. Yılın büyük çoğunluğu donmuş bile olsa hayatın en çok hissedildiği şehir. Evler küçük ve samimi. Şehrin her yerinde lale motifini görmek mümkün. Boş alanlarda tarım ve yiyecek için büyük tesisler yer alır. Eğitim pek gelişmemiştir çünkü oranın yerlisi çocuklarına kendi mesleğini öğretir. Mimoza'nın her yerine birçok ürün oradan gider. Tarım, yiyecek, kereste ve daha birçok ürün oradan çıkar. Nalbantlık, marangoz ve terzi gibi şu an da hayati öneme sahip meslekler oradadır. Diğer şehirlere şube açsalar bile ana merkezi Lale şehridir." Cümlelerini bitirdiğinde Chae'ye hala bakmıyordu. Chae ise tatmin olmaktan çok uzaktı. Bütün bu bilgilere kitaplardan da ulaşabilirdi. Onun merak ettiği şeyler çok başkaydı ancak amcasından öğrenemeyeceği kesindi. En azından bu gece.

 

&&&&&&&

 

YER: BELİRSİZ

 

YIL: 2524

 

ZAMAN: BELİRSİZ

 

Üzerindeki kalın monta biraz daha sarılırken orta yaşlı adam, bu işe nereden bulaştığını düşünüyordu. Sorgulamak için biraz geç kalmıştı. Umuyordu ki işin sonunda ölmezdi. Hava bugün normalden bile karanlıktı. Soğukluk tahmin sınırlarını aşmıştı ve odada yalıtım olsa da üşüyordu. Arkasındaki adamına dönüp "Nerede bu lanet olasıca?" diye sordu. Soğuktan titrediği için söyledikleri pek anlaşılamamıştı ancak sözlerin hedefi olan kişi anlamıştı. "Siz insanlar ne kadar da sabırsız canlılarsınız. Sabırsız ve dayanıklılığı düşük... Bunlarca yıl avcı olduğunuza şaşırıyorum. Bir avcı için fazla güçsüzsünüz." Beklemediği bir anda arkasından gelen bu ses orta yaşlı adamı ürkütürken yerinden zıpladı. Neredeyse sandalyeden düşecekti. Zar zor dengesini sağlamıştı.

 

Ayağa kalkıp hiçbir şey olmamışçasına gülümseyerek "Hoş geldiniz efendim ben de sizi bekliyordum." Dedi. Boris adamın yüzsüzlüğüne sinirlense de ve boğazını parçalamak için derin bir istek duysa da kendini dizginledi. Bu yağ yumağına ihtiyacı vardı. Şimdilik... "Söylediklerimi hazırladın mı?" diye sorarken sesi o kadar soğuktu ki insan havanın mı yoksa vampirin mi daha soğuk olduğuna karar veremedi. "Evet efendim hazırlıklarımız bitti." Sonra çekinerek devam etti "Bütün bunları neden istediğinize anlam veremedim mahsuru yoksa sorabilir miyim?" Boris bunun üzerine adamı uzun süre incelerken bu cüreti nereden bulduğunu düşünüyordu. Onunla konuşuyor olduğu için denk olduklarını mı düşünmüştü? Bu aptallığı sinirlerini bozmuştu. Az olan tahammülü şimdi hiç yoktu.

 

Yavaş adımlara insana yaklaşmaya başladı. Belki insan yaklaşan tehlikenin farkında değildi ama Boris'in tek bir pençesiyle ölmesi çok kolay olurdu. Çok kolay.

 

Ondan kısa olan adamın kulağına eğildi ve cevabını verdi. "Bana soru sorabileceğini de kim söyledi insan? Sen işimi görmek için sadece bir faresin ve fareler efendilerinin sözünden çıkamazlar. Özellikle de oburluğu ve kibri yüzünden kendi türüne ihanet eden bir fare asla konuşamaz. Yine de ayağını denk alman için söylemem gerekiyor yoksa senin gibi kullanışlı bir maşanın ölümünü izlemem gerekir. Beni anladın mı?" Zavallı adam şimdi soğuktan bağımsız titrerken hızlıca başını aşağı yukarı salladı. Bu sırada Boris'in yüzüne yakın dişleri yüzünü çizmişti ve çiziklerden hafifçe kan akıyordu. Pantolonunun ıslandığını hissetti. Altına işemişti. Bunu Boris'te fark etmiş olacak ki yüzünü buruşturarak geri çekildi. Küçümseyici bakışları birkaç saniye adamın üzerinde durduktan sonra arkasına döndü ve deponun çıkışına ilerlemeye başladı. Adam bu gece kurtulduğu için derin nefesler bırakarak rahatlarken biraz erken kutlama yapmıştı çünkü Boris kapıdan çıkmadan önce dönmüş ve adamın hayatını tepetaklak hale getirecek o emri vermişti.

 

"Birkaç güne sana birini getireceğim. Ona dikkat et. Almak için geri geleceğim ve eğer ki kaçarsa ya da saç tellerinden biri bile az olursa insan, bedenin ölebilmek için yaratıcı çözümler bulmak zorunda kalır."

 

Boris sözlerini bitirdikten sonra depoyu terk etti.

 

Hava bugün kapalıydı yine de çok güzeldi...

 

 

 

Hikâyede adı geçen yerler:

 

"Lale simgesi, zenginlik ve varlıklı olma isteğidir. Buna tezat olacak şekilde en alt kesimin kaldığı bölgenin adıdır.

 

Zambak; temizlik ve saflığı simgeler. Aynı zamanda ülkede sanatın en çok gelişmiş bölgesidir. En ünlü sanatçılar ve gösteriler bu şehirde yapılır.

 

Mimoza çiçeği, başarı getirdiğine inanılan bir çiçektir. Ülkenin ismidir."

 

 

&&

"KAMU SPOTU: Beğenmediğin bir şey olduğunda ya da sana hitap etmeyecek bir olay yaşandığında yapıcı eleştiri yapmak zor değildir. Bir dene. Çıkıp gitmek ondan da kolay inan bana:)"

Kendine iyi bak 💜

SORU KISMI:

 

Sizce Lale şehrindeki yiyeceklere ne olmuş olabilir? Gerçekten de hiçbir sorun yok mu yoksa Binna şüphelerinde haklı mı?

 

Boris'in konuştuğu insan kim olabilir?

 

 

 

Okuduğun ve düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler:)

 

Devam edecek...

 

DOLUNAY

 

 

Loading...
0%