Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@dolunay_061722

Selam arkadaşlar, yeni kurgu ve çok heyecanlıyım, yeni bir maceraya çıkıyoruz!

 

Şimdi karakterleri hayal edebilmeniz için fiziksel olarak tanıtacağım.

 

Asil Barbaros

 

1.90 boylarında, siyah saçlı, kahverengi gözlü, yüz hatları keskin.

 

İris Kayra

 

1.69 boyunda, kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, yüz hatları yumuşak.

 

Bunlar karakterleri hayal etmenize yardımcı olur belki, başka bir bölümde karakterlerin tanımını yaparım ama kendi karakterlerime uygun model bulur muyum bilmiyorum.

 

Hey, takip etmeyi unuttun.

 

⬇️

 

Neslihan Demirton

 

Takip ettiyseniz devam edebilirsiniz.

 

İyi okumalar 🤍

 

Artık 25 olacaktım, buraya geldiğimde 10 yaşındaydım. Bir hapishaneden kurtulup başka bir hapishaneye düşmüştüm. Burası normal değildi. Burada bana silah kullanmayı öğrettiler, dövüşleri öğrettiler. Neden mi? Çünkü daha güçlü olabilmem için beni buranın müdürü eğitti.

 

İlk geldiğim zaman müdür yanına çağırmıştı.

 

"Buraya neden düştün?"

 

"Birini öldürdüm."

 

"Katil misin sen?"

 

"Hayır, ben daha çocuğum ama o ölmeyi hak etti."

 

"Ölmenin ne demek olduğunu biliyor musun?"

 

"Biliyorum, uzun bir yolculuğa gitmek demek. Ben onu uyuttum, o da sonra kalkıp gitti."

 

"Sana ne yaptı?"

 

"Çok kötü şeyler yapmak istedi. Anladım ki onu bana ne yapacaksın dedim. Bana tecavüz dedi."

 

"Neden diğer polislere konuşmadın?"

 

"Onlardan çok korktum, kolumu çok sıktılar."

 

Söylediklerim aramızdaki konuşmayı o kadar kızdırmış ama sakin kalıyordu.

 

"Bundan sonra sana kimse dokunmayacak İris."

 

💣

 

Bugün, takvimin doğum günümü gösteren gündü. 12 Aralık, bugün benim doğum ve ölüm günüm. Bugün antrenman yoktu çünkü her yıl 12 Aralık'ta olmazdı. Hücrede tek başımaydım. Bu hücreyi bana vermişlerdi, sadece ben kalıyordum. Buranın müdürü Altuğ Kalaban, eski komando takım arkadaşlarını kaybetmiş, buna dayanamayıp mesleği bırakmıştı. Karısı ve çocuklarıyla ilgilenmiş, kızı 11 yaşında tecavüze uğrayarak ölümden dönmüş ama komadan çıkmamıştı. İşte Altuğ müdür beni bu yüzden eğitiyordu, beni kızı gibi gördü ama ben, bana saldıran adamı öldürmüştüm. Katildim, onlar ise katili büyütüp güçlendirdi.

 

İki gündür Altuğ müdürden haber yoktu.

 

"İris!" Adem koşarak koğuşa geldi. "İris, müdürüm Altuğ kalp krizi geçirmiş." Kalp krizi mi? Müdür öldü mü? Bana baba gibi yaklaşan adam öldü mü? Gözlerim doldu, yutkunamadım. Bir ölüm daha doğdu, doğum günümde. "İris! Beni duyuyor musun?" Adem'in sesi çok uzaktan geliyordu, biri beni sarıyordu. Adem'in elini tutup büktüm.

 

"Kaç defa dedim, dokunma bana! Burada kim dokunuyor, kimse!" Derin nefes aldım. "Dokunmayacağız, anladık. Sana bir şey vermem gerek." Adem'in gözlerinin içine baktım, kahverengi gözlerinde hüzün vardı.

 

"Altuğ müdürüm bu zarfı sana bırakmış." Ceketinin iç kısmından zarfı çıkartıp bana verdi. Altuğ müdür ölürken bari rahat bırak beni. "Tamam Adem, buraya kimse gelmesin, bugün yokum," dedim ve kapıyı kapattım. Yatağa geçip oturdum. Burası tek kişilik bir koğuştu ama diğer koğuşlara göre daha yaşanabilir. Zarfı açtım, içinden bir kolye çıktı, küçük kare üstünde W işareti vardı. Altuğ'un boynundan hiç çıkarmadığı kolye, zarfın içinde bir de mektup vardı; mektubu açtım, derin nefes aldım.

 

İris Kayra,

 

Bu mektubu sana, en güvendiğim kişiye verdim. Adem'e mektubu aldığında açıksa, bil ki tehlikedesin.

 

Mektup açık değildi.

 

Zarfın içindeki kolye çok önemli, onu boynundan asla çıkarma, duşa girerken bile boynunda olacak. O kare kolyede Türkiye'nin yasak koordinatları var. Eğer bu başkasının eline geçerse, bil ki felaket yakın. Sadece yasak koordinatlar değil, bir örgütün bütün arşivi var, örgüt ismi W. Kare olan USB bellek bir anahtar, W. Örgütünün arşivi senin boynunda, onu koru, seni sadece bunun için yetiştirdim. Zekân, kas gücün, en yetkili komando askerlerinden bile daha iyi. Kendini koru, gerekirse öldür ama sakın ele geçirmelerine izin verme.

 

Komando askeriyken bir görevdeydik. Görev adı 66 baskın yapıldı dağ evine, çoğu kişi biz geldiğimizde ölmüştü. Bomba düzeneği kurulmuştu, çok sonradan fark ettik. Bir adam bu kolyeyi boynundan çıkarıp bana verdi. "Asla kimseye verme, sakla. Bu kimsenin eline geçmemeli, senin komutanlarının bile. Yoksa dünyanın sonu gelir," demişti. Kimseye söylemedim, boynuma takmamla patlama oldu. Herkesi kaybettik, kardeşlerimi, dostlarımı kaybettim.

 

Bunun için bırakmadım, mesleği kaybettim diye değil, W. için bıraktım. Herkesi kaybettikten sonra USB bellek açtım, içindekiler çok tehlikeli şeyler. İris kızım, ölme, öldür ama hayatta kal. Zarfın içinde para var, Adem sana bir çanta verecek, orada da az bir para var. Çıkınca bir düzen kur. Güzel kızım, sana hiç söylemedim ama doğum günün kutlu olsun. Sana verdiğim 66 baskılı kitapta bir mektup daha var, şimdi değil kızım, çıkınca oku, son isteğim budur.

 

Altuğ Kalaban

 

Kitaplıktan 66. baskılı kitabı aldım. Kitabı ters tutup sallamaya başladım; bir mektup düştü. Okumadım, çıkınca okuyacağım. Çıkmama 2 gün kalmıştı. Koca iki gün geçmek bilmiyordu. Bir ölüm daha sığdırdım doğum günüme; her doğum günümde bir mum yakardım. Geçmişime, gerçeğine, babama, bugün ise Altuğ müdüre, babama ve kendime yaktım mumu. Kolyeyi aldım ve boynuma taktım, üstünde W vardı.

W. bana ölümü getirecekti; iki gün önce aldığım darbelerden dolayı vücudum hâlâ yorgundu.

 

Mektupları tekrar zarfa koydum ve 66 kitabın arasına koydum, kitabı çantama yerleştirdim, çantayı küçük dolabın içine attım. Yatağa uzandım, vücudumda hâlâ morluklar vardı. Vücudum o kadar hassastı ki kim dokunsa, bir darbe alsam hemen kızarır veya morarırdı. Kendimi yatağa bıraktım ve uyumaya çalıştım.

 

***

 

Nefes nefese uyandım, kan ter içindeydim. Nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Her gün, 14 yıl, 11 ay, 29 gün boyunca hep aynı rüya, hep aynı kabus; her uyanış yeni bir özlem, yeni bir yıkılış, yeni bir hayal kırıklığı, yeni bir darbe. O kadar özledim ki, özlediğim iki kişi vardı, şimdi biri 28, diğeri ise 24. Özledim, yüzlerini unuttum, seslerini, kokularını, her şeyle unuttum ama isimleri, onlar hep benimleydi. Kabimde onlara karşı büyük bir özlem vardı. O kadar özledim ki. Kırgınlığım özlemimi o kadar bastırıyor ki, onları özlediğim için kendime kızıyorum.

 

Fırat ve Selim, beni unuttunuz mu? Siz de mi sevmediniz? Siz de mi terk ettiniz beni?

 

Bu sorularıma hiç cevap bulamadım.

 

İris ölüm, İris katil, İris acımasızdı.

 

Bir çiçeği koparttığınızda, saatler sonra ölür; benim gibi, öldüm. Yataktan ayağa kalktım ve duş almak için kapıyı açıp rastgele bir koğuşa girmek için gardiyanı çağırdım. 3. koğuşa geldiğimizde gardiyan kapıyı açtı. İçeriye doğru gittim ve banyoya girdim.

 

Güzel bir duş alıp, orada asılı olan bir havluyu doladım kendime; kıyafetlerimi alıp koğuştan çıktım. Kendi küçük hücreme geldim, kapıyı kapattım. Havluyu açtım, bedenime baktım; ince bir bedenim vardı, her kadının istediği bir beden. Peki ya sırtım? Derin bir nefes aldım ve aynadan sırtıma baktım; yaralar içindeydi. Derin bir nefes aldım ve üstümü giyinmeye başladım.

 

Saat 4'te geliyordu ve hâlâ kitap okuyordum. Okumayı seviyordum; burada yapacak başka bir aktivite olmazdı zaten. Benim haricimde dövüşmeyi ve silah kullanmayı öğrendim, okumayı, yazmayı bana müdür öğretti.

 

Kafamda soru işaretleri vardı. W. Kolye boynumdaydı, çıkartmadım; duş alırken bile. Bir örgütün arşivi ve dahası. Ben dayanamıyordum, yataktan kalkıp dolaba ilerledim, çantayı aldım ve açtım. Kitabı elime aldım, içindeki mektubu aldım ve yatağa geri döndüm.

 

"Açıp okuyacaksın İris, bir şey olmayacak."

 

Açtım.

 

İris Kayra, dayanamadın değil mi?

 

Kıkırdadım; beni tanıyordu, hem de çok iyi. Seni özleyeceğim müdür. Derin bir nefes aldım.

 

Kızım, senin hayatını tehlikeye atmak istemiyorum. W. gizli bir örgüt. Oradan çıkınca nereye gideceksin? Ne yapacaksın? Bunları senin yerine de düşündüm.

 

Sana çok işkence ettim; daha iyisi ol diye, daha kuvvetli ol diye. Sen bana geldiğinde 10 yaşındaydın, birini öldürmüştün. Senin yerine gidip ifade verdim. Arkadaşlarımı araya koydum, onbeş yıl aldın. 20 yılı indirdik. Ömrün burada geçmişin diye güçlü ol diye eğitim, seni kendi ayaklarının üstünde dur diye. İlk darbe sırtına geldi, on iki yaşındaydın.

 

Kardeşlerinin seni görmek için aldın o darbeyi; bana koştun, mutluydun hem de çok. Onlar gelmeyecek dedim sana, oturup ağladın; çok zayıftın. Sana kemerle vurması için ben Atıf'a emir verdim, gelmeyeceklerini bil diye. İris kızım, seni kimse sevmedi ki? Annene, "Kızın hapiste," dedik ama kadın yüzümüze kapı kapattı. Kimsesizdin; güçlü ol istedim. Sevgisizlikle büyüdün, belki öyle öleceksin ama yaşamak için bir amacın olsun istedim, bir hedefin. Sana birkaç video yükledim USB bellek; onları ancak benim istediğim süre dolduktan sonra açabilirsin.

 

Bu dünya savaşı, sevgisiz büyüyenlerin ateş hattı. Yanma kızım, yak. İris, sayfa 66'da bir konum var, çıktığın gibi oraya gideceksin. Oraya gidince kolyeyi göstermen yeter; bir gerçek daha, W. Örgütü senin ellerinde. Kolyeyi gösterdiğinde seni içeri alırlar. Yazmaktan yoruldum; kızım, videoları devam edeceğim, bilirsin, çabuk sıkılıyorum.

 

Hiç söylemediğim ama senin hep bilmeni istediğim bir şey var; seni seviyorum İris, ölüm çiçeğim.

 

Altuğ Kalaban

 

Biri beni sevmişti, müdür sevmişti. Derin nefes aldım; dolan gözlerimi akıtmadım.

 

Buradan çıkacağım ve onları bulacağım, yaptıklarına pişman edeceğim ikisini de.

 

Altuğ Kalaban beni sevmiş ama bana işkence ederek; o beni sevmedi, o benim gücümü sevdi.

 

Annem beni istememiş, yüzlerine kapı kapatmış; nasıl yaparsın be? Bunu nasıl, hiç mi annelik duygun yoktu?

 

Derin nefesler aldım ve biraz olsun uyumak istiyordum; yeni bir kabusa uyanacağımı bile bile uyuyacaktım. Gözlerimi, zihnimi karanlığa mahkûm ettim...

 

Uyandım, yeni bir gün, yeni bir cehennem; onbeş yıl bugün doldu. Adem kapıda benim uyanmamı bekliyordu.

 

"Adem," dedim, üstüme kazak giydim.

 

"İris, bugün özgürlüğüne ilk adım," dedi. Montumu ve botumu giydim.

 

"Bugün cehenneme ilk adımım." Derin nefes aldım, dolaba ilerleyip çantamı aldım.

 

Kapıyı açtım ve çıktım. Adem benimle birlikte çıkışa ilerliyordu. Birkaç belge imzaladım ve dış kapıdan çıktım; artık özgürüm.

 

"İris," Adem'in sesi ile ona döndüm. Elinde küçük bir çanta vardı. Bana yaklaştı, tam önümde durdu.

 

"Bunu müdür sana bırakmış." Çantayı aldım; içinden ne olduğunu biliyordum.

 

"İris," Adem'e tekrar baktım. "Taksi çağırayım, onunla git nereye gideceksen." Başımı olumlu anlamda salladım.

 

_______

 

Adem ile vedalaşmamız çok kısa sürmüştü. "Allah'a emanet ol," demişti sadece. Taksiye binmiş, W. adresini vermiştim. Yol boyunca etrafa bakmıştım. Müdür bana araba sürmeyi öğretmişti; gece gizlice çıkardık.

 

"Geldik abla." Burası bir malikâne ve kapıda iki koruma var. Taksicinin parasını verdim ve arabadan indim. Korumalar şaşkındı. Misafir beklemiyorlardı. Onlara doğru yürüdüm.

 

"Hanım efendi, kayıp mı oldunuz? Taksiye binin ve geri dönün," dedi iri olan koruma. Kolye ya, onu göstermem yeter. Kolyeyi çıkarttım ve gösterdim.

 

"Özür dilerim efendim, affedin. Buyurun," kapıyı açtı. "Size eşlik etsin korumalarımız." Diğer korumaya baktım; yüzünde şaşkınlık vardı. Ne var be, altı üstü her şey ellerimde. İki koruma daha geldi, bana eşlik edip yolu gösterdiler. Malikane'ye girdik. "Efendim, burada iki dakika beklemenizi rica ediyorum," dedi sıska ve sarışın olan koruma. Kafamı salladım; kapının önünde dikilmeye çekindim, birkaç merdiven indim ve bir salonla karşılaştım; gidip oturdum.

 

Dakikalar birbirini kovalıyordu; hâlâ biri gelmemişti.

 

Yarım saat sonra merdivenden iki kişi belirdi.

 

Boyu uzun, siyah saçları dağınık, yüz hatları keskin, kahverengi gözleri boş bakıyordu.

 

Arkasındaki adama baktım; o fazla sert yüzlü, fazla kızgın duruyordu. Onun yüz hatları ve elmacık kemikleri fazlasıyla belliydi. Çenesindeki yara, dudağına kadar uzanıyordu. Öndeki adama göre kısaydı; on santim kadar.

 

"İnsan, misafirini böyle karşılamamalı. Yarım saatin fazlasıdır, ev sahibini bekliyorum," dedim. "Hay aksi, kendimi tanıtmayı unuttum; bak, ben Ölüm."

Kahkaha attım. Bana öyle bir bakıyorlardı ki, gülümsememi kestim.

"İris Kayra, evet, evet. İsmim Ölüm demek," dedim. Hayır, ismim Ölüm Çiçeği demek. Elimi öndeki adama uzattım.

 

Kimseyle pek tokalaşmazdım; elimi sıktı, ismini bilmediğim adam.

 

"W. Örgüt lideri Asil Barbaros."

 

"Memnun oldum Asil Barbaros; bakalım sen memnun olacak mısın." Hafif güldüm. Geçip kalktığım koltuğa tekrardan oturdum.

 

"Ee, yanındaki şu yaralı adam kim?" dedim.

"Baş korumam Arslan Kara," dedi.

Neden bu kadar dağınıktı, neden böyle boş bakıyordu Asil Barbaros?

 

Evet, meraklıyım, hem de çok ama bunu o kadar güzel gizlerim ki kimse bilemez, Altuğ müdür hariç; o öğretti bana duyguları gizlemeyi.

 

Asil Barbaros karşımdaki koltuğa oturmuş, beni inceliyordu.

"Fazla güzelim biliyorum, lütfen gözlerinizi üstümden çekin," alaylı bir şekilde dudaklarım yukarıya kıvrıldı.

 

"Öncelikle," dedim, derin bir nefes aldım ve devam ettim, "bu W. ne? Ne için kuruldu, nasıl işliyor bilmiyorum; tek bildiğim onun hakkında her şeyi üstümde taşıdığım." Dedim.

 

"Eğer kolye sahte ise öleceğini biliyorsun değil mi?" Sesi sakin ama korkutucuydu. Alayla kahkaha attım:

"Kusura bakmayın, afedersiniz; siz ve adamlarınız hepsini toplar, ben edemez. Kendimi övmeyi pek sevmem ama gücüm sandığınızdan daha fazla," dedim. Evet, öyleydim; gücüm hepsinden daha fazlaydı.

"Beni öldüremezsiniz," dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı.

 

Beni kimse öldüremezdi, sevdiklerim hariç.

 

Asil, "Biz seni önceden bilgilendirelim, şimdi kolyeyi çıkart ve bana ver," dedi. Kolyeyi onlara vermezdim.

 

"Hayır, bu kolyeyi hayatım pahasına korkuyorum, onu size vermem; neye bakacaksınız yanımda? Bakılacak."

Son sözüm buydu; onlara vermezdim. Müdür emir vermişti ve ben onun emrine sadıktım.

Asil korumasına baktı.

"Bana laptop'u getir Kara," dedi. Demek Kara ismi değil de soy ismi. Geçiyor burada; olur, ben Barbaros derim.

 

Birkaç dakika sonra Arslan, yani Kara, salona elinde laptop ile geldi; kolyeyi boynumdan çıkarttım ve Asil Barbaros'a verdim. Flash belleği yerine taktı. Ekranda geri sayımlı dört haneden oluşan şifre belirdi. Asil bana baktı; hiç düşünmeden kendi doğum yılımı söyledim: "1999," dedim. Asil şifreyi girdi, laptop açıldı. Altuğ benim doğduğum yılı şifre yapmıştı. Yanlış çıkacak diye umuyordum ama hayır, doğru çıkmıştı.

 

Bir süre dosyalara baktılar; W. olan dosyaya girdiler; bir sürü belge çıktı karşılarına, üyeler olan dosyayı açtı, çok fazla isim vardı. Asil ve Kara birbirlerine baktılar. USB belleği çıkarttım ve boynuma taktım.

"Gerçek olduğuna emin olduysanız, ben gideyim artık; malûm, işlerim yoğun," dedim ve yerdeki çantamı aldım.

"Nereye gideceksin? Bugün çıktın hapisten, nerede kalacaksın?" Bu konuşan Asil'di.

"Ee, hadi Allah'a emanet," dedim ve salondan çıktım.

 

Villadan çıkıp, direk bir bankaya gidip hesap açmıştım; geçici bir banka kartı almış, Altuğ müdürün bana verdiği dolarları Türk lirasına çevirmiş ve hesaba yatırmıştım. Hesabımda fazla para vardı; bununla idare edebilirdim. Altuğ, dolu çanta doları ve zarftaki Türk TL'sini aldım.

 

Bankadan çıkıp, bir otele gitmiş, oda kiralamıştım. O evden çıktığımdan beridir takip edildiğimi hissediyordum. Eşyalarımı odaya bırakmış, otelden çıkmıştım; birkaç mağaza gezip kıyafetler almıştım ve otele geri dönmüştüm. Beni kimin takip ettiğini bulamamış, sinir krizleri geçiriyordum.

 

Aldığım eşyaları çıkarttım; yeni aldığım gecelik takımını yatağın üstüne bıraktım ve banyoya girdim. Küvette soğuk su doldurdum ve içine girdim; soğuk bana iyi geliyordu. Bedenimi, ruhumu dinç tutuyordu. Kendimi küvetin içine ittim; hayatım gözümün önünden geçip gidiyordu. Her seferinde boğulma hissini yaşasam da, iyi hissediyordum. Başımı küvetten çıkarttım, kendimi lifleyip güzel, soğuk bir duş aldım; asılı bornozu giyip banyodan çıktım.

Artık USB kolyeye alışmıştım. Yatağa girdim; hep yüz üstü yatarım. Yorganı üstüme çektim ve uyumaya çalıştım.

 

Ayşe koşmaya başladı; kahkahalarla oynuyorduk ta ki annemin diktiği gül saksısı devrilene kadar.

 

Bahçede annem belirdi, bize ve saksılara baktı; sinirlendi. Beni her gördüğünde zaten sinirlenirdi.

" Ayşe, sen git evine; yarın yine oynarız," dedim.

 

Ayşe aceleye gitti, ben de arkamı döndüm; annemin kötü bakışlarından kaçmak için sırtıma bir şey dediğini hissettim; sivri, acı veren bir şey. Gözlerim dolu; arkamı döndüm; annemin elinde taş bana attı; taş göğsüme değdi ve yere düştü.

 

"Anne, yapma!" dememe durmadı; elimdeki çakıl taşlarını bana atmaya devam ediyordu.

Biri başıma değdi; çok acıdı. Elimi başıma götürdüm; kırmızı sıvı canım yanıyordu, ağrıyordu; taşların değdiği yerler. "İris, sen şeytanın ta kendisisin; insanlar şeytanları taşlar." Şeytan neydi? Kötü bir şey mi? Annem o yüzden mi beni taşladı?

 

"Bu gece dışarıda kal da aklın başına gelsin İris."

 

"Anne, dışarı gece soğuk oluyor."

 

***

 

"Ç-Çok soğuk oluyor, anne! Çok soğuk!"

 

"Gözlerimi açtım, yeni bir kâbus; derin nefes aldım ama yazdıklarımın bana bu denli ağrır hissetmesi... Yatakta oturur pozisyona geldim.

Öylece duvara baktım. "Geçti İris, geçti." Sol gözümden bir yaş firar etti, tutamadım.

Kan ter içindeydim, saate baktım; 2 saat uyumuştım. Artık uyuyamıyorum. Derin nefes aldım ve ayağa kalktım; belki bir şeyler içmek iyi gelecektir.

 

Duş almadım ama üstümü değiştirip oda anahtarını aldım ve otelin bar salonuna gittim.

 

"Ne içersiniz?" dedi barmen.

 

"En sert içeceği ver," dedim.

 

Kaç kadeh içtim bilmiyorum. Barın girişinde birinin beni izlediğini hissettim; oraya döndüm. İki çift mavi göz; gözlerim doldu, boğazım düğümlendi oldu ve yaşlarım sel oldu. Önüme döndüm, bu gözler Fırat gibi bakıyor.

Fırat. Gibi hayal görüyorum yine; o mavi gözler beni bırakalı çok oldu. Kalbime ağırlık çöktü; yerimden kalktım, sendeledim; birinin bana dokunduğunu hissettim. "Bırak!" Beni kimin tuttuğuna bakmak için kafamı kaldırdım. Asil Barbaros; bunun burada ne işi var? Fazla içki içmiştim; tamamen sarhoş olmam için 10 şişe gerekirdi. "San, beni bırak demedim mi ulan!" Sesim müziği bile susturdu. "Dokunmayın bana; eğer bir daha dokunursan seni yaşatmam!" Sesim, beni bile titretti. "Sarhoşsun ve kolye tehlikede; sana yardım edeceğim, sadece." Şu an başıma bir şey gelirse bilin ki ben kendim yaptım.

 

***

 

Gözlerimi açtığımda yataktaydım. Başıma saplanan ağrı fazla hareket etmemi resmen engelliyordu.

 

Yataktan doğruldum. "Neden yüz üstü uyuyorsun?"

Hızlıca sese döndüm. Asil Barbaros burada mıydı? Nasıl?

"Senin ne işin var burada?" dedim; dün bir şey mi olmuştu? Olduysa bile hatırlamıyorum.

Aklıma gelen şey ile direkt gözlerim üstüme kaydı. Tuttuğum nefesimi bıraktım; bir şey olmamış, hâlâ kıyafetlerim üstümde; şükür.

 

"İris Kayra, sorularımı tekrar etmekten haz etmem; neden yüz üstü uyuyorsun?" dedi, kelimelere bastırarak.

"Bu sizi ilgilendirmez," dedim; nettim. Onu ilgilendirmiyor.

"Gece 8 defa seni çevirdim ama sen her defasında yüz üstü uyudun." 8 defa mı? Ne, bütün gece mi buradaydı?

"Bol bol izledin beni, ee uyurken güzel miyim?" dedim alay gibi söylediğim onu kızdırmıştı.

"Hayır, güzel falan değildin; ayrıca gece boyunca ağladın sessizce; sızıp uyuduğunda bile."

 

"İyi, iyi, içimi dökmüşüm," dedim alayla; o ise ifadesini düz tutuyordu; siyah saçları bu sever, özenliydi.

 

"Burada kalmazsın," dedi; evet, evet; kesinlikle bunu ayarlayan Altuğ müdür.

 

"Beni yanına mı alacaksın, tamam kabul ediyorum," dedim.

 

"Bu kadar çok mu ikna oluyorsun?" dedi; hayır ama param bitecek ve bir yerde kalmam gerek.

 

"Düzgün olmak gerekirse, çok zor ikna olurum ama param yok! Ve yeni hapisten çıktım; iş arasam bile bulmam uzun sürer, kimse katil birini işe almak istemez," dedim; söylediklerim doğruydu, kimse almak istemezdi. Ben bile. "Düzyüzlü olman benim için büyük bir kazanç," dedi; tebessüm ettim. Eşyalarımı topladım.

Asil ise öylece oturduğu koltukta kalmış, bana bakmıyordu. Eşyalarımı toplamıştım.

 

"Çıkmaya ne dersin?" dedim.

Asil, "Bence daha çok erken. Birbirimizi tanıyalım; ayrıca kızların çıkma teklifini kabul etmiyorum, benim etmen gerekirdi," kafayı kesinlikle yemiş; yüzümdeki şaşkınlığı gizlemedim, böyle bir şaka beklemiyordum. O ise gülüyordu.

 

"Evet," dedim alayla, "kabul ediyorum çıkma teklifini," dedim ve kahkaha attım. Beraber kapıdan çıkarken koridorda yaklaşık on koruma olduğunu gördüm. "Bu kadar korumaya gerek yok, ben seni korurum, büyük bebek," dedim. Öfkelendiği, aldığı solukların başka bir açıklaması olamazdı. Asil, "Önlem çok fazla, düşmanımız var ve bu yüzden bir odu ile geziyorum," dedi. Ne düşmanmış be, bir de benim karşıma çıksın da görelim. Asil, elimdeki çantayı aldı ve korumalardan birine verdi.

 

Otelden çıkıp siyah spor arabaya bindik. Sessizce yol aldık; arkamızda birkaç jip vardı, korumalar fazlaydı.

 

Yol boyunca camdan dışarıyı izledim. Her şeyi arkamda bırakmıştım. Her ne yaşadıysam, zaten ne yaşadıysam, tek hamleyle yaşamıştım.

 

Bu yük insanı yoruyor. Tek başına savaşmak insanı tüketiyor.

 

Malikane'nin demir kapıları açıldı ve içeriye arabalarla girdik; kapının önünde durdu arabalar. Arabadan indi Asil, ben de onunla birlikte indim. Malikane'nin kapıları açıldı. İçeriye girip girmemekle tedirginlik yaşıyordum. Adım atıp girdim.

 

"Bana kalacağım odayı göstersen?" Asil durup bana baktı. "Tamam, gel benimle," dedi ve merdivenlerden çıkmaya başladı. Onu takip ettim; sessizce, duvarlar fazla boştu, ev sade ve ferahtı.

 

Odanın önünde durduk. "Burada kalabilirsin." Evi incelediğimde gözlerim onu buldu. Onu geçip odaya girdim; sade ve ferahtı. "Yalnız, gece kapımı kilitlerim, haberin olsun," dedim çapkın bir edayla.

 

O ise susmuş, öylece yüzüme bakıyordu, mimikleri oynamıyordu. "Biliyorum, fazla güzelim ama böyle bakmaya devam edersen canına okuyacağım," dedim öfkeyle nefesimi vererek. İnsanların bakışlarından nefreti ediyorum.

 

"Ayrıca, kimse benimle temas halinde bulunmasın lütfen. Şimdi izninle duş alıp uyumak istiyorum," dedim.

 

Altuğ müdürün de dediği kulağımda çınladı.

 

Bu dünya, savaşı sevgisiz büyüyenlerin ateş hattıdır.

 

Bu bölüm bu kadardı. Yeni bölümde görüşmek üzere;

 

Loading...
0%