Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.Bölüm "KALBİN RİTMİ"

@dolunaydakigelgit_

Bölüm şarkısı:

Emre Yıldırım-Sustum Sayfalarca

 

Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayalım :)

 

İyi okumalar ❤️

 

 

 

🧭

 

***

 

Sağa sola gitmekten artık başım dönmüştü. Boş olan koltuklardan birine oturdum,benden sonra herkes hastaneye akın etmişti. Onlardan önce gelsem de bir sonuç elde edememiştim. Ne Zafir hakkında bir şey öğrendim ne de onu gördüm. Hiç kimse hiçbir şey dememişti.

 

Mihriban teyze, diğer kızı olduğunu öğrendiğim, Melis'e sıkı sıkı sarılmış ikisi de saatlerdir dinmeyen gözyaşlarını birbirlerinin omzuna akıtıyordu.

 

Melis, Zafir'in küçük kız kardeşiymiş. Farklı bir şehirde okuyormuş. 19 yaşında genç bir kızdı ve abisine oldukça benziyordu. Zafir'in bir kardeşi daha olduğunu bilmiyordum.

 

Leyla abla,Ahmet abiye karnının izin verdiği kadar sarılmış bir şekilde dinlenmeye çalışıyordu. O da çok ağlamıştı ve doktor bunun bebek için zararlı olacağını belirtince mecburen sakinleşmek zorunda kalmıştı. Ahmet abi de oldukça üzgündü.

 

Kaan,Salih,Emre,Fatih ve Kemal komutan da buradaydı. Ve hepsi farklı bir köşede duruyordu. Yüzlerinden okunan endişe ve korku ayakta zorla durduklarının kanıtıydı.

 

Asu haberi almıştı ama maalesef gelememişti. Selin ve Kerem de aynı şekilde ama onlar da çok üzgündü ve haber bekliyorlardı.

 

Tuana'yla ikimiz de ayakta, birbirimize yaslı şekilde duruyorduk.

 

Zafir Boran Algan.

 

Operasyonda karnından yaralanmış, hemde iki kere. Yaralanmasına rağmen asker arkadaşı Fatih'i kurtarmak için önüne atlamış ve ikinci kurşun da ona denk gelmiş. Bu düşüncelerle nefes alamıyordum. Fatih ilk geldiğinde kendini parçalamıştı ardından ona sakinleştirici yapmışlardı. Uyandığında ise bir duvar dibine çöküp oturmuştu.

 

Arkadaşları ve Kemal amca ona ne kadar destek olsa da hiçbirini dinlememiş,duymamazlıktan gelmişti. Hâlâ şokta gibiydi.

 

Herkes böyle dağılmışken ufacık bir bilgi istiyorduk.

 

İyi bir haber alsak,alsam herkesi bir şekilde toplayacaktım. Yapmak istiyordum bir psikolog olarak yardımcı olmak istiyordum.

 

Hepsi ailemden gibiydi...

 

Ailem demişken annemler de olanı öğrenip Mihriban teyzeyi aramışlardı. Annem yaklaşık yarım saat boyunca Mihriban teyzeye destek olmuştu.

 

Yoğun bakım kapısından koşarak çıkan hemşireyle yerde olan herkes korkuyla ayaklandı. Kadın koşarken diğer hemşirelere bağırıyordu.

 

"Oktay hocaya haber verin hemen. Kalp ritimleri bozuldu. Çabuk olun!"

 

Koşan kadın gözden kabolduğunda Mihriban teyze bağırarak ağlamaya başladı. Artık gözyaşlarımı tutacak gücüm kalmamıştı.

 

"Ah Boran'ım. Ah benim yaralı kuzum! Gitme anneciğim. Gitme oğlum,baban gibi bırakıp gitme bizi!"

 

Melis ve ben Mihriban teyzeyi kollarından kaldırmış koltuğa oturtmuştuk. Mihriban teyze hâlâ ağıt yakarak oğlu için ağlıyordu.

 

Oktay hoca olduğunu düşündüğüm adam ve arkasından birkaç kişi daha koşarak içeriye girdiğinde Fatih çıldırmış gibi kafasını duvara vuruyordu. Arkadaşları ise engel olmaya çalışıyordu.

 

"Benim yüzümden,benim yüzümden..."

 

Mihriban teyzeye döndüm "Mihriban teyze lütfen bırakma kendini, iyi düşünelim n'olur" dedim ama gözlerini bile açacak durumda değildi o yüzden Melis'e konuştum. Melisle birkaç saat önce uzun bir sohbetimiz olmuştu çok iyi bir kızdı çok olgun ve düşünceliydi.

 

"Melis sen annene bak ben bir Fatih'e bakayım olur mu?" Dedim.

 

Melis "Tamam abla sen git lütfen." Dedi ağlayarak.

 

Gözlerim Tuana'yı bulduğunda Kaan'ı ve Salih'i geriye çektiğini, ağlayan adamları ağlayarak teselli ettiğini gördüm. Leyla abla hâlâ Ahmet abiye sarılarak ağlıyor bir yandan da annesine bakıyordu.

 

Kemal komutan ve Emre, Fatih'i durdurmaya çalışıyordu.

 

"Dur dedim Fatih bu bir emirdir."

 

"Komutanım, benim... Ben... Hepsinin suçlusu benim."

 

Dağ gibi adamlar hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ben ağlayamıyordum.

 

Neden?

 

Fırtına öncesi sessizlik miydi bu?

 

Kemal amca ve Emre'nin arasından geçip yerde,ellerinin arasına aldığı başını dizlerine vuran Fatih'in yanına çöktüm. Kemal amcaya baktığımda gözlerimden ne anladıysa Emre'yi çekmiş Kaanların yanına gitmişlerdi.

 

"Fatih." Dedim ve titreyen ellerimle ellerine dokundum.

 

Duraksadı, ellerimi hemen çektim. Kızarmış gözleriyle bana baktı.

 

"Yapma,geçmiyor. İnan bana kendini suçlayınca hiç ama hiç geçmiyor Fatih." Yüzümde bir tebessüm vardı ama dudaklarım o kadar çok titriyordu ki...

 

"Almina." dedi hıçkırdı. Küçük bir çocuk gibiydi.

 

"O benim abim gibi Almina. Benim önüme atladı ilk yarası çok kötü bir yerde değildi ama beni-"

 

"Şş, Zafir bunu duysa eminim ki sana kızardı. İstemesem yapmazdım derdi değil mi? Yanılıyor muyum?" Dedim başını olumsuz anlamda salladı ve güldü.

 

"Derdi sana da dedi böyle bir şey değil mi?"

 

Yüzümdeki buruk tebessümle yoğun bakım kapısına baktım. Sonra tekrar Fatih'e döndüm.

 

"Biraz kırıcı bir şekilde dedi." Dedim ve güldüm.

 

Gözyaşlarını sildi yere serdiği üniformasının yanına oturmam için biraz kenara kaydı hemen oturdum ve başımızı arkamızdaki duvara yasladık.

 

"Öyledir o, agresif,sinirli,çekilmez adamın tekidir. Ama kolay değil,çok konuşmaz ama uzun yıllardır bir arada askerlik yaptık. O 16 yaşında başlamış bu mesleğe, askeri lisede okumuş, sınavlara girmiş, kazanmış,daha bir sürü şey... Uzun zamandır askerlik yapıyor. Çok zor Almina. Yemin ederim o kadar zor ki nasıl anlatsam bilmiyorum ama o televizyonda gösterilen,bir dakikalık bile olmayan, haberde anlatılanlardan daha zor. Ondan hep bu yapısı biz alıştık çünkü biz de öyleyiz, öyle olmak zorundayız." Dedi.

 

Sessiz kaldım. Haklılığına sustum. Ne diyebilirdim ki? Haklısın mı deyecektim?

 

İçeriden çıkan doktorla birlikte hepimiz aniden ayaklandık.

 

Gözlerim dolmuştu ama akmıyorlardı.

 

Herkes ağlarken bir nebze olsun güçlü durmak ve onları da güçlü tutmak zorundaydım. Sonra bol bol ağlardım ki zaten ağlayacağıma emindim.

 

Derdim sabrıma hayrandı.

 

"Boran Bey hayati tehlikeyi atlattı." Dediğinde herkes birbirine sarılmaya başladı. Tuana elimi tutmuştu ve ben hâlâ herkese rağmen pür dikkat doktoru dinliyordum.

 

"Ama tabii ki iyileşmesi zaman alacak. İç organlarında hiçbir hasar yok sadece buraya geldiğinde oldukça kan kaybetmişti ve iç kanaması vardı. Müdahale ettik ve iç kanamayı durdurduk. Az önce bilincinin açılmasına bağlı bir küçük komplikasyon gelişti. Kalp atışları hızlanmış ama hiçbir sorun yok. Şu an durumu gayet iyi, bu gece yoğun bakımda kalacak eğer olur da bir aksilik çıkmazsa yarın normal odaya alacağız. Geçmiş olsun." Diyerek giden doktorla hepimiz derin bir nefes alıp verdik.

 

"Şükür Allah'ım sen büyüksün." Diyen Mihriban teyze iki kızına da sıkı sıkı sarılmıştı. Ardından bana sarıldığında şaşırdım ama duraksadıktan sonra sarılışına karşılık verdim.

 

Umarım her şey yarın daha güzel olurdu.

 

🧭

 

Ardından her şey çok hızlı gelişti. Leyla ablanın ufak sancıları olunca Ahmet abi onu zor da olsa eve götürdü. Mihriban teyze ve Melis de az önce gitmişlerdi. Birkaç saat dinlenip geleceklerdi ki onları da çok zor ikna etmiştik. Ben kalacağımı söyleyince Mihriban teyze gitmişti. Selin,Asu ve Kerem uğramış Mihriban teyzeye geçmiş olsun dileklerini iletmişlerdi. Biraz kalıp onlar da gittiler.

 

Kemal amca,Salih ve Emre de karargâha dönmek zorunda kalmışlardı ama başka bir asker gelmişti.

 

Adı Orhan'dı, Zafir'in timinden olduğunu ve evli olduğunu öğrenmiştik eşi de çok tatlı biriydi. Buraya gelenlerin hiçbiri eli boş gelmemişti. Onlar da bir sürü yiyecek almışlardı. Ardından çok duramadan gittiler.

 

Fatih inatla kalmak isteyince Kemal amca onu bizim yanımızda bırakmıştı. Tuana'ya bir oda tutmuştuk aslında hepimize yatak vardı ama yatsam da uyuyamayacağımı biliyordum. Fatih de aynı durumdaydı. Saatlerdir bir şey yemediğimiz için bir ara gidip tost yaptırıp gelmiştim. Üçümüz de zar zor da olsa yemiştik. Ucundan tırtıklamıştım.

 

Sorun şuydu ki Zafir'i kesinlikle görmemize izin vermiyorlardı. Biz de diretmemiştik ama yine de birkaç defa sormuştuk.

 

Saat çoktan sabaha karşı olmuştu. Birazdan tekrar herkesin geleceğine emindim.

 

"Tuana geç biraz dinlen lütfen ya da eve git sen." Dedim. Saatlerdir bizle birlikte bekliyordu. Fatih kendini suçlu hissediyordu,bense Zafir'e borçluydum hem öyle olmasam bile yine kalırdım. Tuana da ben burada olduğum için hem de insani duygularıyla buradaydı ama yorulduğunun farkındaydım.

 

Bu gerginlik hepimizi yormuştu.

 

"Yok iyiyim ben. Biraz dinleneyim şu odada sorun yok." Dedi. Başımla onaylayıp kısa süreli olarak sarıldık. Sonra o odaya gitti. Fatih hâlâ aynı yerde duruyor gözleri kapalı bir şekilde dinleniyordu.

 

O sırada çalan telefonuyla irkildi.

 

Kaşlarını çatıp ekrandaki ismi okudu.

 

"Buyrun komutanım!"

 

Biraz duraksadı sonra kapıya baktı ve gözleri beni buldu ardından konuştu. Sanırım pek hoşuna gitmeyen şeyler söylemişlerdi.

 

"Emredersiniz hemen geliyorum." Dedi.

 

"Almina benim acil gitmem gerekiyor. Kaan geliyormuş zaten. Senin için sorun olmaz değil mi?" Dedi bana yaklaşarak. Yerde duran ceketini giyiyordu.

 

"Yok sen git sorun yok. Kolay gelsin." Dedim o da sağ ol dedi ve gitti. Bir kaç dakika sonra da zaten Kaan gelmişti.

 

Yanımda durup kapıya baktı.

 

Ardından konuştu.

 

"Bir gelişme var mı?" Dedi.

 

"Yok. Sabah olmasını bekliyoruz,normal odaya alınacak." Dedim. Yutkundu.

 

"Dağ gibi adam gözümün önünde devrildi. Çok çaresizdim Almina, kötü hissettirdi. Yeri değil biliyorum, ne yapsam ne desem boş bunu da biliyorum ama Tuana'dan giderken de çaresizdim. İkisinde de aynı hisleri taşıdım şuramda." Elini göğsüne koyarak...

 

İç çektim.

 

"Hislerini bildiğini bilmiyordum. Keşke bir yolunu bulsaydın Kaan. Bak bir çaresizlik daha yaşadın, yaşadık. Ama bir çözümü varmış değil mi? Bulabilirdin, Tuana'yı bu kadar üzmen gerekmezdi. Yıllarca bekledi o seni. Senin ne yaşadığını seni neyin çaresiz bıraktığını bilmiyorum evet seni yargılayamam ama benim kardeşim de bunları haketmedi. Özellikle bildiğini söyledikten sonrası için diyorum." Dedim ona bakarak.

 

"Nerede şimdi?" Diye sordu.

 

"512 numaralı odada,uyuyor." Dedim ardından bir şey demeden oraya doğru ilerledi tek başıma koltuklara oturdum. Hiç kimse yoktu. O kadar sessizdi ki. Kafamdaki sesler beni boğdu. Onu ilk gördüğüm günden adını öğrendiğim ilk güne kadar gittim. Savruldukça savruldum.

 

"Zafir Boran Algan."

 

"Yüzbaşı Boran Algan."

 

Zafir.

 

Boran.

 

Algan.

 

Zafir ismini daha önce hiç duymamıştım ama görmüştüm bu yüzden anlamını biliyordum. Zafer alan, kazanan, üstün gelen demekti.

 

Boran ise; rüzgar, şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı anlamına geliyordu. İki isminin de anlamı tam olarak ona layıktı. İsimleri çok güzeldi.

 

Kafam dağılsın diye çantamdan kulaklığımı çıkardım ve bir şarkı açtım.

 

Kıyı kıyı gidilir mi?

Daha çok döner bu başım

Seve seve gidilirmiş

Gözün hiç görmez mi senin?

Gidedursun gözlerimden

Akan her bir damlada

Yine dolu dolu kirpiklerimde

Ne olur ki damlasa

 

Gidedursun gözlerimden

Akan her bir damlada

Yine dolu dolu kirpiklerimde

Ne olur ki damlasa

 

Yağsın geceme, yağsın elleme

Dolsun dolabildiği kadar

Karanlıklarda dur, elleme

Ben pes etmedim ne de pes etmeye niyetim var diyelim...

 

Artık hangi yağmur ıslatır

Hangi rüzgara kapılır bu beden bilemem

Yağsın, essin yeniden

Sustum sayfalarca

Biri okusun diye değildi

Söndüm defalarca, yanmaya değerdi

 

Şarkı o kadar güzeldi ki... Sözleri sanki biraz onu ve beni anlatıyordu. Bizi değil, onu ve beni. Gözlerimin kapandığını omzuma dokunan elle farkettim. Anında gözlerimi açıp kulaklıklarımı çektim.

 

Bu o hemşireydi,koşuşturup duran.

 

"Boran beyi normal odaya alıyoruz. Haber vermek istedim." Dedi.

 

Ayaklandım. Bu kadar çabuk nirmal odaya alınmasını beklemiyordum ama bu iyi bir şeydi. Kaan'a bakındım ama anlaşılan hâlâ Tuana'nın yanındaydı.

 

"Tamam teşekkürler." Dedim ardından kadın içeriye girdi. Bende Tuana'nın yanına gittim kapıyı çaldım. Kaan gel deyince içeriye başımı uzattım.

 

"Normal odaya alıyorlar." Dedim. Tuana yatakta oturuyordu. Kaan da tam karşısında sandalyede. İkiside bunu duyunca ayaklandılar onları geride bırakıp dışarı çıktım. O sırada yoğun bakım kapısı açıldı içeriden çıkan doktor ve hemşirler sedyede yatan Zafir'i dışarıya çıkardılar.

 

İlk kez orada gördüm onu. O yaralı halini,uyurken ifadesizleşen bir çocuk kadar masum olan yüzünü...

 

Ellerim direkt ağzıma gitti, her tarafında kablolar vardı. Çıplak göğsüne takılan kablolar ritim holtere* bağlıydı. Önümden geçirilerek 507 numaralı odaya götürüldü. Hızlı hızlı arkasından ilerledik. Odaya girdiğimizde serumunu asan hemşireler ve hemşirler birkaç bir şeyi daha kontrol edip çıktılar. Doktor "Uyanınca hemen haber verin ve lütfen hastayı çok yormayın sadece bir kişi refakat etsin." dedikten sonra gitti.

 

"Ben kalırım." Diye atıldım hemen. Kendimi ona borçlu hissediyordum ve bu borcumu ödemek için elime kötü de olsa bir fırsat geçmişti. Belki biraz da içimdeki o hislerden dolayı yanında kalmak istiyor olabilirdim.

 

Kaan kaşlarını çatıp "Siz yorulmuşsunuzdur ben kalırım. Eve gidip dinlenin isterseniz." Dedi ikimize de sırayla bakarak. Ne yaşadığımı genel anlamıyla bildiğine emindim ama belki de bu ısrarımı şu an anlamlandıramıyor aklının ucundan bile 'borç ödeme' eylemini geçirmiyordu.

 

Tuana'ya baktığımda kaşlarını çatıp Kaan'a baktı. "İstesek giderdik zaten."

 

Onun öfkesi yıllaraydı. Kaan'ın asker olduğunu o zamanlar da biliyorduk hatta Doğu'ya gittiğini de. Ama bu kadar uzun süreceğini,askerliği ilerleteceğini ve tamamen Doğu'da kalacağını bilmediğimiz için Tuana,Kaan'a büyük bir öfke duyuyordu. Asker olduğundan ya da gittiği yerde kaldığından değil gizlediğindendi bu öfkesi. Kaan,gittikten sonra bizimle neredeyse hiç iletişime geçmemişti ama Kerem'le konuştuklarını biliyorduk. O da bize Kaan'ın başka bir şehirde, üniversite, farklı bir bölüme geçtiğini orada okuduğunu söylemişti. Tuana bu yüzden Kaan'ı ilk duyduğunda asker olduğuna şaşırmıştı ve ağlamıştı.

 

"Ben kalırım dedim. Zafir'e ödemem gereken yedi can borcum var. Birini kullanmış olurum. Kaan sen Tuana'yı eve bırakır mısın? İkiniz de konuşun sonra da dinlenin,sabah gelirsiniz ben buradayım." Dedim.

 

Konuşmaları gerekiyordu,bu konu bence uzamamalıydı. İnsanlar bazen birbirlerinden kaçarak çözebilecek basit ya da zor bir konuyu daha da zorlaştırıyorlardı. Aralarındaki bu zorluk onları birbirlerinden soğutuyor ve nefret boyutuna ulaştırıyordu. Bundan hoşlanmıyordum. Ben; olay olsun,bitsin sonra herkes sakinleşince konu konuşulsun taraftarı olan bir insandım. O sakinleşme süresi kişiden kişiye değişirdi ya da olayın boyutuna göre ama bence en sonunda bu zaman çok uzamamalı kötü bir sonuca ulaşılacak olsa bile konuşulmalıydı.

 

Tuana'nın Kaan'ı sevdiğine emindim. Ve Kaan'la aramızda geçen o ufak diyologtan onun da boş olmadığını anlamıştım. Eğer iki taraf için de böyle bir durum olmasaydı zaten konuşmalarını istemezdim.

 

Tuana biraz sert bir sesle konuştu ama öfkesi bana değildi. Gözleri karşısındaki adamı delip geçiyordu.

 

"Benim kimseyle bir şey konuştuğum yok. Eve de kendim giderim. Sabah görüşürüz iyi geceler Almina bir şey olursa hemen ara beni gelirim." Dedi.

 

Sözlerini bitirdiğinde Kaan'ın yanından geçip gitti. Kaan bana baktığında hiçbir tepki vermeden odadan çıktım.

 

Tuana çok uzaklaşmamıştı arkasını döndüğünde beni gördü öfkeden çatılan kaşları düzeldi ve bu sefer bana gelmeye başladı. Yanıma geldiğinde yürüdüm. "Almina,ben Kaan'a öfkelendim birazcık sana kızmış gibi oldum yanl-" Sözünü yarıda kestim.

 

"Tuana biz seninle yıllardır arkadaşız ve birlikte büyüdük seni çok iyi tanıyorum. Kendini boşuna açıklıyorsun kıvırcığım." Dedim. Derin bir nefes verdi. O sırada tuttuğumuz odaya gidip hemen oradaki eşyaları toparlamaya başladım bir yandan da onunla sohbet ediyordum.

 

"Kaan'la konuşmanı istiyorum. İnan bana her şey güzel olacak. Evet ona kırgınsın farkındayım ama belki ikinizinde birbirinize açıklamanız gereken konular vardır. O yüzden şimdi Kaan'la birlikte git. Tamam mı?"

 

"Hiç istemiyorum Almina. Ona olan özlemim ve kırgınlığım o kadar yarışır ki... Sadece sessizce durmak istiyorum." Dedi sesi sonlara doğru kısılırken.

 

Elimde tuttuğum, Tuana'nın evden getirdiği, çantamı omzuma astım. Ve ellerini tuttum. "Ben senin kardeşin gibi değil miyim?"

 

Gözleri büyüdü, gülümsedi.

 

"Öylesin tabi ki o nasıl söz. Kardeşimsin sen benim. Gibisi yok."

 

İç çektim.

 

"O zaman senin kötülüğünü istemeyeceğimi de biliyorsundur. Lütfen bu sefer öfkenle hareket etme Tuana tamam mı?" Dedim ellerini okşarken. Buruk bir tebessüm sundu. O çabuk öfkelenen ve saniyesinde pişman olan bir karaktere sahipti.

 

"Tamam eğer gitmediyse konuşacağım onunla."

 

Güldüm.

 

"Gitmedi merak etme." Dedim odadan çıkarken. Hemen yanımdaki yerini aldı"Nereden biliyorsun?" Dedi gülümseyen ses tonuyla. Saatler sonra cidden yüzümüz gülüyordu.

 

"Sen giderken gözlerime baktı. Bakışlarımla tehtit ettim onu. Korkmuştur." Diye güldüm. O da güldüğünde içeriye girdik. Kaan tahmin ettiğimiz üzere buradaydı. Küçük bir kıvılcım ortaya atarak ateşi onlara bıraktım.

 

"Siz hâlâ burada mısınız? Artık gitme vaktiniz hadi. Kaan, komutanın uyanırsa bütün suçu senin üzerine atarım görürsün." Dedim. Anında ayaklandı gözleri Tuana'yı bulduğunda gülümser gibi oldu ama duraksadı.

 

"Gidelim. Gidelim biz o zaman. Bir şeye ihtiyaç olursa..."

 

"Haber veririm. Hadi iyi geceler size." Dedim ve ikisini ittirerek kapıdan çıkardım. Onlarla geçirdiğim o güzel üniversite yıllarımı özlemiştim. Kapıyı usulca çekip kapattığımda yüzümdeki neşeli ifade anında kayboldu. Terleyen avuçlarımı üzerime sildim ve tedirginlikle Zafir'in sedyesinin hemen yanındaki sandalyeye oturdum.

 

Serumunu kontrol ettiğimde hâlâ yarısının dolu olduğunu gördüm. Kalp ritimleri de gayet normaldi. Odada loş bir ışık hakimdi acaba uyurken ışıktan rahatsız falan oluyor muydu? Ben ışıktan nefret ederdim. Özellikle de uyurken...

 

Avuç içimi çeneme,dirseğimi de dizime yaslayarak öne eğildim. Gözlerim silah tutmaktan,nasırlaşmış parmaklarına kaydı. Parmaklarının eklem yerleri kıpkırmızı olmuştu. Yarım da olsa eldiven taktıkları için bu sıcakta nemleniyordu büyük ihtimalle o yüzden yer yer yaralar vardı.

 

Gözlerim geniş göğsüne kaydığında hemen gözlerimi kaçırdım ve yüzüne baktım. Dudakları soluk bir renge bürünmüştü keza yüzü de öyleydi. Saçları oldukça dağılmıştı ve birkaç tutamı alnına dökülmüştü. Yüzünde yeni olduğu belli olan ufak tefek çizikler vardı. Buna rağmen oldukça yakışıklıydı. Loş ışığın vurma açısı yüzünden uzun kirpiklerinin gölgesi yüzüne düşmüştü. Ve gölgenin bittiği yerde ufak bir yara izi vardı.

 

Kalbim acıyla kasıldı. Askerlerimizin hakkını asla ödeyemezdik.

 

Düzenli nefesleri odada duyuluyordu ve saatlerdir uyumayan bedenim istemsizce uykuya çekiliyordu. Ama direnmek zorundaydım. Ya ben uyurken bir şey olurda ben müdahale edemezsem diye düşündüm. Yavaşça ayağa kalkıp odadaki banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkadım. Aynda gördüğüm suret yine solgundu oysaki son günlerde oldukça canlıydı.

 

Boşverip saçlarımı topladım. Perçemlerimin yüzüme dökülmesine izin verdim. Ardından da odaya geçtim. Çantamdan telefonumu çıkarıp sesini kıstım olur da çalarsa uyansın istemedim.

 

Sessize aldığımda gelen mesajlara cevap verdim. Melis mesaj atmıştı ve Mihriban teyzeyle benden haber bekliyorlardı.

 

Gönderen: Almina Abla

 

Melisciğim mesajını şimdi gördüm. Abini normal odaya aldılar ama henüz uyuyor hiç uyanmadı. Sadece yoğun bakımda uyanmış ve geri uyutmuşlar. Mihriban teyzeyle aklınız burada kalmasın ben Zafir'in yanındayım.

 

Yazıp gönderdim. Biraz sosyal medyada gezindim.Uykumun dağılması gerekiyordu. Hatta Alex'le mesajlaştım saat farkından dolayı uyanıktı. Biraz sohbet ettik. Bahsettiği kızla görüşüyorlarmış kısacası flörtlermiş bu yüzden çok mutluydu. Hatta o hastaneden ayrılıp başka bir doktorun yanında çalışmaya başlamış. Buna da sevinmiştim. Konuşmaya son verdiğimizde telefonu tekrar çantama koydum.

 

Sandalyemi sedyeye biraz daha yaklaştırdım ve tekrar aynı pozisyonu alarak dikkatle yüzünü incelemeye başladım. Yaklaşık iki saati böyle devirdiğimde artık dayanacak gücümün kalmadığını hissediyordum. Kalbinin ritimleri uykumu daha da getiriyordu. Bitmek üzere olan serumu için odadan güçlükle ayrıldım. Ve bir hemşireyle odaya geri döndük. Serumunu yeniledi ve odadan ayrıldı. Tekrar yerime oturduğumda sedyeyi kaplayan koca bedenine rağmen kalan o ufacık boşluğa kolumu koydum ve üzerine başımı yasladım. Gözlerim git gide kapanırken onun düzenli nefesleri ve kalp ritimleri bana güzel bir ninni gibi gelmişti.

 

🧭

 

Gördüğüm kabus beni yerimden sıçratırken nefes nefese uyandım. Haftalar sonra tekrar Zafir'in kollarımda şehit olduğunu görmüştüm. Bu saçma kabus peşimi bir türlü bırakmıyordu. Gözlerim odağını bulmak ister gibi ilk önce odada gezindi. Ardından gözlerim saate takıldı yaklaşık üç saattir uyuyordum. Korkuyla dudaklarımdan içli bir nida döküldü. Ardından hemen doğruldum ve yatakta yatan adama baktım.

 

Zafir.

 

Uyanmıştı,şiştiği için küçülen gözleriyle beni izliyordu. Göğsündeki kablolar yoktu. Sadece serum duruyordu. Aniden ayağa kalktım. Gözüm karardığında yatağın kenarına tutundum. Sonra gözlerimi açtım ve ona yaklaştım.

 

"İyi misin? Ne zaman uyandın? Hemen doktor çağırayım. Dur susadın mı ilk su vereyim sana ben." Dedim telaşla. Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemez bir hâle girmiştim. O sırada serum olmayan koluyla elimi tuttu.

 

Durdum.

 

Duruldum.

 

Yutkundu,yutkundum. Adem elması ahenkle hareket etmişti. Boğazını temizledi ardından yüzünü buruşturdu.

 

"Doktor geldi gitti. İyiyim ben sakin ol." Dedi. Onu dinlemedim. Hemen yanda duran sulardan birini açıp ona yaklaştım.

 

"Biraz doğrulabilir misin?" Dedim. Kendim vurulduğumda da uyanınca susuzluktan boğazım acıyordu sanırım onun da öyleydi. Öyle olduğunu düşündüm.

 

Ellerini iki yana koyup kendini yukarıya çekmeye çalıştı. Suyu geri bırakıp yedek yastıklardan birini aldım hızla ona doğru eğilip elimi ensenine koydum ve başını destekledim ardından da elimi çıplak sırtına kaydırıp yastığı orantıladım ve ensesiyle sırtı arasına yastığı koydum. Geri çekildiğimde iç çekerek arkasına yasladı.

 

"Rahatsın değil mi?" Dedim hâlâ üzerine pikeyi örtmeye çalışırken. Tedirgin gözlerim yüzünü inceliyordu. Başını salladı. Hemen suyu aldım ve dudaklarına götürdüm. Diğer elimle de başından desteklemiştim.

 

Saçları çok yumuşaktı

 

Elini elimin üzerine koyup plastik bardağı aldı ve suyu tek dikişte bitirdi. Bardağı geri uzattığında odadaki mini çöpe attım. Geri yanına döndüğümde çantamdan telefonumu aldım. Mesaj ya da arama yoktu bu yüzden cebime koydum ve ilerleyip yanına oturdum.

 

Sonra aklıma gelenle ayağa kalktım.

 

Gözleri her hareketimi dikkatle inceliyordu ama hâlâ oldukça sessizdi.

 

"Böyle durma seni geri yatıralım." Dedim tam elim sırtındaki yastığa uzanmışken.

 

"Gerek yok iyiyim böyle." Dedi. Tam itiraz edecektim ki konuşmaya başladı. Duraksadım.

 

"Annemler nerede?"

 

Yutkundum.

 

"Hepsi gece senin çıkacağını öğrenince eve gittiler. Herkes buradaydı. Leyla abla,Melis,Mihriban teyze,Kemal amca,asker arkadaşların. Benim arkadaşlarım... Sonra Kemal komutan ve arkadaşların görevlerine dönmek zorunda kaldılar. Leyla abla yorgun düşünce Ahmet abi onu götürdü. Mihriban teyze ve Melis'de onlarla gitmek zorunda kaldılar. En son Tuana,ben ve Kaan kaldık. Sadece bir kişi kalabileceği için onları da gönderdim. Ama sanırım birazdan hepsi burada olur." Dedim açıklayarak oldukça sakin bir tonla.

 

Başını salladı.

 

"Sen de gitseydin, kalırdım ben tek başıma." Dedi. Göz devirdim.

 

"Olur mu öyle şey saçmalama bu arada ailem de geçmiş olsun dediler senin için, şimdiden ileteyim sonra başın kalabalık olabilir."

 

"Sağ olsunlar."

 

Aklıma gelenle oturmama rağmen olduğum yerde dikleştim.

 

"Sen ne zaman uyandın ben uyuyakalmışım bu yüzden duymadım. Bir de güya sana refakat edecektim." Diye mırıldandım sonlara doğru.

 

"Oldu biraz. Sorun yok,kalmana bile gerek yoktu alışkınım ben." Dedi umursamazlıkla, sesi hâlâ boğuktu. Öfkelendim. Gözlerimi kapattım ve başımı yana çevirdim ardından derin bir nefes aldım sinirle ona baktım.

 

"Ne demek alışkınım? Sen vurulmuşsun farkındasın değil mi, hem de iki defa!" Dedim.

 

Kaşları havalandı,alayla gülümsedi. "Evet." Dedi ve sustu. Göz devirdim. Ardından da ayağa kalktım ve çantamı alıp odadan çıkmak için hareketlendim. Bakışlarının hedefi olduğunu biliyordum.

 

Zaten kısa bir süre sonra sesi duyuldu.

 

"Nereye gidiyorsun?" Dedi. Yüzümde sinsi bir gülüş vardı. Ama anında o gülüşü silip ona döndüm. Sanki hayrete düşmüşüm gibi ona baktım. Kaşları çatıktı.

 

"Sende gitseydin diyordun,gidiyorum işte ne oldu ki?" Dedim.

 

Doğrulamaya çalıştı ama yapamadı onu böyle görmek sebepsizce duygusallaşmama neden oluyordu.

 

"Her dediğimi yapacak biri olduğunu düşünmüyorum. Hem... Siktir!" Dedi ve elini yarasının olduğu yere koydu. Elimdeki çantayı sandalyeye bırakıp telaşla yanına gittim. Bir elim omzun bir elim eline tutundu. "İyi misin,ya sen askersin üst seviyede dikkatli olman gerekiyor neden ani hareketler yapıyorsun? Madem bu ilk yaralanışın değil bunları bilmen gerekiyor değil mi?" Dedim yarı kızgınlık yarı telaşla, bu sırada da üzerindeki örtüyü açıp yarasının olduğu yere baktım.

 

Pansumandan tabii ki görünmüyor ki kan falan da yoktu bu iyi bir şeydi. Ne yaptığımı farkedip boğazımı temizledim. Kulaklarımın utançtan kıpkırmızı olduğunu hissettim sanki alev saçıyordum.

 

Kendimi geriye çektiğimde bir adım geriledim.

 

Yüzünde belli olan afallamayla bana baktı.

 

"Evet biliyorum."

 

"Niye dikkat etmiyorsun o zaman? Acıtıyor öyle olunca sanki bilmiyorsun." Sesim o kadar çok titredi ki başka birisi duysa ağlayacağımı zannederdi.

 

"Ediyorum.Çok dikkat edeceğim bundan sonra acıtmayayım diye." Dedi. Afalladım dudaklarım hafif aralandı.

 

"Çok dikkat et,sonra çok acıyor. Geç iyileşiyor. Kapanması uzun sürüyor, en ufak bir harekette kanayıp duruyor." Sesim mırıltıdan ibaretti.

 

Yutkundu.

 

Gözlerine oturan ifade acı mıydı? Pişmanlık mı? Anlayamadım. Herkes farklı bir dilden oluşuyor gibiydi. Bu dünyada var olmayan herkesin kendine ait farklı bir dili vardı. Hayatlarıysa o dilden yazılmış bir kitaptı o kitabın ilk sayfasını açmak çok güzeldi ama birisini okumak çok zordu. Ben onu okumak istedim,anlamak istedim. Tek ben okuyayım tek ben anlayayım istedim o an.

 

"Söz veriyorum,kanatmayacağım. Dikkat edeceğim. Acıtmamak için elimden ne geliyorsa yapacağım yeter ki iyileşsin."

 

Yutkundum.

 

"İzi kalır mı?" Dedim.

 

Yutkundu.

 

"Kalsın." Dedi iç çekerek.

 

Konumuz hâlâ yarası mıydı bilmiyorum. Ki öyle olduğunu sanmıyordum ama kafamda kurmak istemiyordum. Bunları derken beni kasteddiğini düşünmek istemiyordum.

 

Ben korkuyordum.

 

Aşık olmaktan korkuyordum, boşuna umutlanmaktan beni sevmemesinden korkuyordum. Ki hâlâ temas korkumu yenememiştim, vücudumda bir sürü yara izi vardı,panik ataklarım ve gece gördüğüm kabuslar devam ediyordu. Böyle birini sevebilir miydi? Sevdi diyelim nasıl sevecekti? İncitmeden sevebilir miydi? Ya daha fazla yara açarsa gönlümde? O zaman ne yapardım?

 

Göz göze geldik. Hislerim beni öyle korkuttu ki kalsın dediği halde kaçmak istedim. Ama onu o halde bırakamazdım,ondan etkileniyordum. Durdurmaya çalışsam da kalbim istemsizce tüm kırıklarını kucaklamış ona doğru koşuyordu. Koşarken yere düşürdüğü kırıklara bassa da dönüp dolaşıp koşmaya devam ediyordu.

 

Ayakları kan revan içinde de olsa yorulmuyordu sanki.

 

Çantamı aldığımda geriledim. Yüzünü buruşturdu. Yarası acıyordu biliyordum. Görüyordum. Ama korkum ağır bastı biraz nefeslenmek istedim. Arkamı dönüp kapıdan koşar adımlarla çıktım. Kapıyı kapatıp hemen yandaki duvara sırtımı yasladım. Derin derin nefes aldım ama fayda etmedi. Parmaklarımı dudaklarıma bastırıp gözyaşlarımı serbest bıraktım.

 

İki büklüm olmuş şekilde saatlerin birikimiyle dakikalarca o duvar dibinde ağladım. İçimdeki zehir, gözyaşı olup aktı. Rahatladığımı hissettiğimde derin bir nefes aldım. Ve ellerimle yüzümü sildim. Derin derin nefesler aldım. Günlerce hatta haftalarca gördüğüm kabus gerçek olmuş gibiydi. Kollarımda olmasa da başka kollarda yaralanmıştı.

 

Bunu yediremedim. Yüreğime ağır geldi. Yine de kendimi teselli etmeye çalıştım. Yaşıyordu,iyiydi.

 

"O iyi Almina. O iyi daha da iyi olacak. Korkma yaşıyor korkma Almina." Dedim kendi kendime ve dik durup sağlık personeline emin adımlarla yürüdüm.

 

"Pardon bakar mısınız?"

 

Kadın yavaşça bana döndü.

 

"Buyrun." Dedi.

 

"Ben 507 numaralı odaya yemek isteyecektim hasta uyandı da. Yardımcı olabilir misiniz?" Dedim. Kadın başını salladı.

 

"Hemen ilgileniyorum." O gittiğinde bende kantine indim birkaç şişe su ve kendim için de bisküvi tarzı bir şeyler aldım canım bir şey yemek istemiyordu. Odaya geri çıktığımda cesaretimi toplayıp odaya girdim.

 

Gördüğüm manzara gözlerimin kısılmasına neden oldu.

 

Bir hemşire, güzel bir hemşire saçları Zafir'in yüzüne dağılan hemşire ona yardımcı olmak için yastığını düzeltiyordu. Normal bir görüntüydü olabilirdi o bir sağlık çalışanıydı ama düzeltikten sonra eliyle Zafir'in saçlarını düzeltip iyi misiniz diye sordu.

 

Derin derin soluklandım. Açtığım kapıyı yavaşça kapattım.

 

Adım seslerim odada duyuldu. Duyulmadan önce Zafir'in yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyi görmüştüm bu iyi bir şeydi.

 

Boğazımı temizledim.

 

Kadın aniden geri çekildi ve gülüşü yüzünde soldu.

 

"Ben Zafir Bey'in yemeğini getirmiştim." Dedi. Sanki senin vazifendi demek istesem de sustum. Çünkü başka bir şeye takılmıştım.

 

"Boran." Dedim onlara yaklaşıp elimdekileri masaya koyarken.

 

"Anlamadım." Dedi gülerek.

 

Onlara döndüm. Zafir yarı uykulu haliyle bizi izliyordu ama oldukça keyifli duruyordu. Ona da gününü gösterirdim de zamanı değildi.

 

"Adı diyorum Boran. Zafir değil." Kaşları havalandı. "Kayıtlarda öyle yazıyor ama." Dedi.

 

"Kendisine sorabilirsiniz diye düşünüyorum hemşire hanım." Dedim dişlerimi sıkarak. Kadın hemen ona döndü yüzünde acayip bir gülümsemeyle "Adınız Zafir değil mi?" Dedi.

 

Zafir'in gözleri beni bulduğunda tepkisizliğimj korudum. Onun özgün düşüncesini ve sözlerini merak ediyordum bunda ben etkili olmak istemedim ve o yüzden yüzümü şekilden şekle sokmadım.

 

"Evet öyle..." Dedi ve duraksadı. Kadın bana resmen imayla gülümsediğinde bir tepki vermedim. "Ama sadece değer verdiğim kişiler bu ismimi kullanabilir. Başkalarına iznim yok." Dedi Zafir.

 

Ben kadının aksine gülümsemedim ona imayla bakmadım. Aldığı cevap ona yeterdi Zafir'i de zaferimle tatmin etmek istemedim. İstediğini söyleyebilirdi.

 

Kadın "Anlıyorum." Dedi ve odadan çıktı. Ayaklı masada duran tepsiye baktım iç çekerek o masaya yürüdüm ve onu sedyeye doğru ilerlettim. Öğlen yemeği getirmişlerdi, bir adet domates çorbası yanında birkaç paketli ekmek,su ve tabldot vardı. Tabldotta sulu tavuk yemeği biraz pilav ve minik bir salata. Ki salata demeye bin şahit lazım sadece maruldu.

 

İç çektim. Masayı ona doğru yaklaştırdım. İlk önce önündeki masaya sonra bana baktı. "Ben mi yiyeceğim?" Dedi. Bir kolunda serum olsa da diğer kilu sağlamdı evet der gibi başımı salladım.

 

"Sağ kolun sağlam. Kullanabilirsin."

 

"Nereden biliyorsun sağlam olduğunu? Silahla ateş ederken omzumu incitmişim bir de yaralanınca üzerine düştüm. Bence sağlam bir yanı yok. Diğer kolumda da serum var." Dedi o kadar sıradan bir şeymiş gibi söyledi ki ona rağmen canım yandı. Düşüncesizlik mi etmiştim acaba?

 

Ama kendimden ödün vermedim onu süründüresim vardı. Geçende dediklerini unutmuş değildim.

 

"O zaman az önceki hemşireyi çağırayım eminim ki sana gayet güzel bir şekilde bakar." Tam adım atmıştım ki masaya çarpan bir şeyin sesi ve onun acıyla dudaklarından çıkan inleme beni durdurdu endişeyle arkamı döndüm. Kolunu tutuyordu.

 

"Gerek yok ben kendim yerim." Dedi bana bakmadan. Eli tekrar kaşığa uzandı,çorbadan bir kaşık aldı dudaklarına götürmek için bükülen kolu yüzünden tekrar kaşığı çorbanın içine bıraktı. Gözlerini sıkı sıkı kapattı.

 

Bu haline dayanamazdım. Yanına gittim ve sedyenin boşta kaln kısmına oturdum. Masayı ona biraz daha yaklaştırdım ve kendim de yaklaştım.

 

"Tamam, tamam ben yediririm." Dedim titreyen sesimle.

 

Kaşıkla çorbayı dikkatle karıştırdım sonra bir kaşık alıp dudaklarımı değdirdim. Bu çorbadan nefret etsem de sıcaklığını kontrol ettim. Sıcak olduğu için biraz üfleyip soğuttum ve kaşığı dudaklarına uzattım o an göz göze geldik. Dikkatla beni izliyordu. Bir an gözleri kaşığa kaydı acaba dudaklarım değdiği için rahatsız olur muydu? Geri mi dökseydim ki?

 

Kaşığı biraz geri çektim dikkatini bana verdi. Şaşkındı.

 

"Dudaklarım değdi ya rahatsız olur musun istersen çöp-" Sözümü tamamlamadan dudaklarının arasına kaşığı hapsetti ve çorbayı içti.

 

Dudaklarını yaladı. "Güzelmiş."

 

Titreyen elimi görünce güldü "Yani çorba. Sende iç istersen." Dedi.

 

Bozuntuya vermek istemedim.

 

"Yok. Ben sevmiyorum bu çorbayı."dedim.

 

Bir kaşık daha uzattım. Onu da içti.

 

"Kahvaltı yaptın mı sen?" Dedi. Yapmadığımı biliyordu. Emindim.

 

"Hayır."

 

Uzattığım kaşığı geri çevirdi.

 

"Sende bir şeyler yiyeceksin." Dedi.

 

"Yerim ben. İlk sen ye de." Dedim. Kısık gözleri yüzümde dolaştı yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu. "Yiyeceğim dedim hadi ama soğutuyorsun."

 

Sonrasında inanmış olacak ki çorbayı içti ama yemeğe dokunmadı. Çorbanın yanında minik minik böldüğüm ekmekleri ona vermek benim için oldukça utandırıcı bir durumdu çünkü parmaklarımın ucu dudaklarına temas ediyordu. O yerken sürekli gözlerime bakmaya çalışsa da ben ona itinayla bakmamaya çalışıyordum.

 

"İstemiyorum artık." Dedi küçük bir çocuk gibi.

 

"Bu son kaşık. Bak bitti zaten hadi bunu da alıver." Bir anne edasıyla onu ikna etmeye çalışıyordum.

 

Ofladı. Bir an kendimi tutamayıp anneye oflanmaz diyesim geldi. Sonra durup kendimi sorguladım.

 

"Ye-me-ye-ce-ğim. İstemiyorum diyorum neyini anlamıyorsun?"

 

Sinirle kaşığı tabağa koydum. Burnumdan soluyarak ona bakmadan ayağa kalktım. "İyi tamam." Dedim ve masayı geri çektim. Sonra kolumdan tuttu bıkkınlıkla nefesini verdi tabağı işaret ederek "İyi ver hadi." Dedi. Memnuniyetle son kaşığı da yedirdim ve dudaklarını silmesi için peçeteyi uzattım. Masayı çektim ve ayağa kalktım.

 

Çok inatçıydı. Aynı ben.

 

Ayağa kalkınca dönen başımla yatağa tutundum. "Almina?" Dedi telaşlı sesi. Bir anda gözlerim kararmıştı.Gözlerimi açtıktan kısa bir süre sonra kendime geldim.

 

"İyiyim." Dedim.

 

"Bok iyisin. Gidip hemen doğru düzgün bir şeyler yiyorsun o aldığın bisküvileri yediğini görüp bilmeyeceğim. Hatta burada ye yemeğini göreceğim." İlk başta kısık sesle söylediğini duymadım sanıyorsa yanılıyordu.

 

"Tamam yerim şimdi." Sesim beklediğimden de kısık çıkmıştı.

 

O sırada aniden kapı açıldı içeriye Algan ailesi ve arkadaşları girdi.

 

Geriye çekildim. O hâlâ bana baksa da annesi gözyaşlarıyla ona sarılıyordu. Yanımda beliren kızlar tek tek bana sarılmış sonra da bana destek olmuşlardı. Çok uykum vardı ve bunun farkındaydılar.

 

"Oğlum,kuzum iyisin değil mi?"

 

"Abi iyi misin çok korktum."

 

"Ablacığım nasılsın? Ağrın var mı?"

 

"İyiyim. Merak etmeyin bana bir şey olmaz demedim mi kızım sana ben niye korkuyorsun. Abilere bir şey olmaz." Dedi Melis'e doğru.

 

Melis yaşlı gözlerle güldü.

 

"Geçmiş olsun devrem." Diyen Kaan'dı.

 

Salih de benzer bir şey söyledi.

 

"Dikkat et dedik be abi." Diyen Orhan'dı.

 

"Dinlemez o dinlemez. Ben onu nerelerde süründürdüm yine dinlemedi. Geçmiş olsun bozkurdum." Dedi Kemal amca.

 

"Sağ olun komutanım. Siz de sağ olun asker!" Dedi Zafir.

 

"Geçmiş olsun." Diyen Emre'ydi.

 

"Sağ ol Emre." Dedi.

 

Fatih geriden geriden duruyor. Başı eğik bir şekilde yere bakıyordu. O sırada Zafir,Kerem ile konuşuyordu. Kızlar da geçmiş olsun dileklerini ilettiğinde bir tek Fatih kaldı. Zafir bunu farketti.

 

"Fatih? O kadar kurtardım lan seni insan bir geçmiş olsun der."

 

Alayla söylediği belliydi ama Fatih'in gözleri doldu.

 

"Yüzüm yok ki komutanım." Dedi.

 

Zafir anında ciddileştiğinde ortamda derin bir sessizlik hakimdi. Mihriban teyze oğlunun omzuna tutunuyordu. Melis bir elini Leyla abla da diğer elini tutmuştu.

 

Ahmet abi de başında dikiliyordu.

 

"Gel buraya." Dedi ama Fatih gitmedi başı hâlâ eğikti.

 

"Bu bir emirdir asker hemen buraya gel!" Dedi. Fatih emre uyup onun yanına gittiğinde "Eğil." Dedi Zafir.

 

"Oğlum eğilsene sözümü ikiletme lan benim!" Demişti. Kemal komutan telefonla konuşmak için dışarıya çıkmıştı.

 

Fatih eğildiğinde Zafir, kullanamıyorum dediği koluyla Fatih'in enseninden tutup göğsüne çekti. O an gözümden bir damla yaş aktı bunu bile fark etmekte güçlük çektim. Fatih hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Hemen hemen herkes bir anda ağlamaya başladığında bende o kişilerden biri oldum.

 

"Sen benim kardeşimsin,ailemden birisin. Aile candan,can canandan önce gelir. Kendine gel sinirimi bozma kendini suçladığını görürsem aralıksız su vermeden 25 kilometre koştururum seni." Dedi.

 

Bu hallerine iç çektim.

 

"Duydun mu beni?"

 

"Duydum abi." Dedi Fatih.

 

"Aferin. Kalk şimdi zaten kolum ağrıyor." Dedi bana bakarak bu haline başımı çevirerek güldüm. Beni de kandırmıştı bunu anlamıştım. Hâlâ daha da bunu sürdürüyordu.

 

Fatih kalktığında Kemal amca içeriye girdi arkasında da bir doktor vardı.

 

"Çok kalabalık olmuşuz. Hastamız uyanmış. Nasılsınız Boran Bey?" Dedi doktor.

 

O bu sorudan oldukça sıkılmış olmalıydı ki ofladı. "İyiyim. Buradan çıkarsam daha da iyi olacağım." Dedi. Annesi kızarak omzuna ufak bir şekilde vurdu. "Ne çıkması?" Dedi sahte bir sinirle.

 

Mihriban teyze çok tatlı birisiydi.

 

"Çıkmanız için erken. Ama anlıyorum ki oldukça iyisiniz. Bir yaranıza bakalım ama önce lütfen sadece bir kişi kalacak şekilde hepinizi dışarıya alalım hastamız mikrop kapmasın." Diyen doktorla çoğu kişi harketlendi Mihriban teyze ben kalırım diye inatlaşsa da Zafir kesin bir dille reddetti ve Kemal komutan hariç herkesi kovdu.

 

Hepimiz dışarıya çıktığımızda kızlar koluma girdiler.

 

"İyi misin Almina?" Dedi Asu.

 

"Evet sadece biraz uykum var ama iyiyim." Dedim.

 

Selin "Gel bir şeyler ye ve sonra da dinlen." Dedi.

 

Tuana ise "Sana kıyafet getirdim çünkü benim inat damarlı arkadaşım eminim ki bu gece de burada kalacaktır." Dedi ve güldü. Beni iyi tanıyordu buna bende güldüm. Evet eğer ailesinden birisi kalmazsa ben kalmak istiyordum. Ona olan borcumu ödemek istiyordum.

 

Onun yanında olmak istiyordum.

 

"Kalsın kalsın fırsattan istifade belki sevgili olup çıkarsınız." Dedi Selin. Hızla etrafımızı kontrol ettim. Kimsenin duymadığından emin oldum.

 

"Ya saçmalamayın adam yaralı siz ne düşünüyorsunuz? Hem yok öyle bir şey! Karnım aç benim."

 

"Hadi inandık tamam tamam." Diyen Asu kıkırdadı. Kantinden aldığımız tostu bir masada bitirdim ve meyve suyunu içtikten sonra ayaklandım. Saat akşam üzeri olmuştu. Bu saate kadar odasına hiç uğramadım ailesiyle vakit geçirsin istedim. Arkadaşlarıyla vakit geçirsin istedim.

 

Bu sürede de ben de kızlarla sohbet ettim. Tuana Kaan'la konuşmuştu ama detaylı şekilde anlatmak için birkaç güne evde pijama partisi düzenleyelim o zaman anlatacağım diye tutturduğu için anlatmamıştı. Biz de zorlamadık. Masadan kalktığımızda Kerem, kızları eve bırakmak için gelmişti ve onlar gitti. Ben yukarıya çıkacağım sırada asker arkadaşlarını gördüm ve gülümsedim onlar da kendi aralarında şakalaşmalarına rağmen bana selam verdiler. Kemal amca da inmişti bana ayrı bir teşekkür ettiğinde mahçup hissettim sonuçta bunu kendime görev bellemiştim sorun yoktu.

 

Yukarıya çıktığımda kapıda Ahmet abi ve Leyla ablayla karşılaştık.

 

"Almina her şey için çok sağ ol. Tüm gece başında durmuşsun." Dedi.

 

"Ne teşekkürü Leyla abla? Onun bana yaptıklarının yanında bu ne ki?" Dedim.

 

Büyük karnına rağmen bana sarıldığında ona karşılık verdim. Tekrar teşekkür ederim demiş ve Ahmet abiyle gitmişlerdi.

 

İçeriye girdiğimde Mihriban teyze Zafir'e zorla meyve yedirmeye çalışıyordu.

 

Buna o kadar çok gülesim geldi ki ama kendimi tuttum. Çünkü ayıp olurdu daha yeni tanıdığım bir aileye saygısızlık edemezdim. Zaten dün gece yanında kalmıştım beni yanlış anlamalarından korktum. Beni yargılayacak insanlar değillerdi öyle düşünüyordum ama ne bileyim...

 

"Almina,kızım niye öyle uzaktan duruyorsun gelsene." Dedi Mihriban teyze.

 

"Gel Almina abla gel. Abime zorla meyve yediriyoruz. Çok komik. Koskoca asker meyve yememek için mızıkçıklık yapıyor." Dedi Melis de.

 

Güldüm.

 

Yanlarına ilerledim.

 

"Anne.Yeter." Dedi. Mihriban teyze elindeki elma dilimini Zafir'e bakarak Melis'in ağzına tıktı. Melis boğulur gibi olsa da elmayı yemeye başladı. Ben içimde tutamadığım kıkırtımı dudaklarımdan serbest bıraktım. Mihriban teyze de her şeyi tam on ikiden tutturuyordu. Oğlunun kime çektiği aşikârdı.

 

"Oğlum sen niye babana çektin? Çok mu kınadım ben bu adamı ne yaptım hayır baban bile bir saatten sonra yumuşuyordu sen ne inatsın ya!" Dedi sitemle.

 

"Kimin daha inat olduğunu tartışmayalım istersen anne?" Dedi Zafir.

 

Mihriban teyze göz devirdi. Koskoca kadını çileden çıkarmıştı.

 

"Sus bakiyim. Annene ne demek istiyorsun sen? Alırım vallahi ayağımın altına."

 

"Tamam komutanım bir şey demedim." Ellerini teslim olur gibi kaldırmıştı. Bu hali gözüme oldukça sevimli geldi herkese ciddiyetini koruyan bu koca adam annesinin dizinin dibinde minik bir çocuğa dönüşüyormuş. Bunu gördüm. Melis güçlükle yediği elmayı yuttu ve annesine bakarak "Anne valla ben şu koltuğa kıvrılıp yatacağım. Siz de kavga etmeyin. O kadar yorgunum ki bomba patlasa duymam." Diyerek yanağıma beklemediğim bir öpücük kondurdu.

 

Şaşkınlıkla kalakalsam da utangaç şekilde gülümsedim. Daha dün tanışmamıza rağmen bana içtenlikle yaklaşması beni mutlu etmişti.

 

Zafir kardeşine sırıtarak baktı ve annesine döndü. Melis çoktan koltuğa uzanmıştı.

 

"Annem hadi sende git. Yoruldunuz zaten. Kaan'ı arayın alsın sizi. Almina'yı da evine bıraksın. Ben kalırım tek başıma." Dediğinde Mihriban teyze "Olmaz öyle şey oğlum. Tek başına ne yiyip ne içeceksin? Yaralısın biz kalırız senin yanında Almina'yı da Kaan bırakır o dinlenir çok yoruldu iki gündür uykusuz." Dedi kolumu sıvazlayarak.

 

"Olur mu öyle şey Mihriban teyze. Ne yorgunluğu?" Dedim.

 

Zafir bir annesine bir de bana baktı.

 

"Anne hadi beni daha fazla yormayın üçünüz de eve gidiyorsunuz."

 

"Ben hiçbir yere gitmiyorum beyefendi." Cidden Mihriban teyze inatçı bir kişiliğe sahipti ama bu tatlı bir kadın olduğunu değiştirmiyordu. Oğlunun yanında kalma isteğinde oldukça haklıydı.

 

"Anne." Dedi sustu sinirlendiğini hissettim kısa bir an.

 

"Sen tansiyon hastasısın senin dinlenmen gerekiyor. Ya bir kere de lafımı ikiletmeyin!" Diye devam etti sitemle. Onu da anlıyordum annesini düşünüyordu. Kendimi bir an sorguladım ben hâlâ niye burada duruyordum ki. Melis de çoktan uyumuştu. Evet bu tartışmaya rağmen uyumuştu.

 

"Ben en iyisi gideyim. İyi akşamlar." Dedim. İkisi de o kadar birbirlerine dalmışlardı ki beni duymadılar. Zafir elinde telefonu çevirip duruyor ısrarla Kaan'ı aramaya çalışıyordu.Çantamı aldım ve tam dışarı çıkacağım sırada telefonuma mesaj geldi. Benim dışımda bir telefondan daha bildirim sesi yankılandı. Sanırım o telefon Zafir'e aitti.

 

Telefonumu elime aldığımda gördüğüm mesajla bir an tüm kaslarım tutmaz oldu. Ellerim titremeye başladı o sırada Zafir'i duydum. "Almina sakın dışarıya çıkma sakın!" Dedi.

 

Ona dönemedim bile,korktum. Kalbimin ritmi hızlandı ama bu sefer farklı bir korkudandı. Bu saf bir korkuydu kaygı değildi. İçime düşen lav parçası bütün iskelet sistemimi eritip geçti.

 

"Bana dön Almina,bana bak hadi! Sakin ol ve bana dön. Anne? Yardım et buraya getir."

 

"Ne oluyor? Boran?" Mihriban teyzenin telaşlı sesini duysam da hareket edemiyordum. Hâlâ mesajı okuyordum. Defalarca kez de okuyacağımı biliyordum.

 

Gönderen: 053********

 

Almina Öztürk, büyük oyuna hazır mısın? Bizden kaçıp kurtulduğunu mu sandın? Ben Bejno. Çocukların hepsi elimde eğer onları kurtarmak istiyorsan kapıyı aç ve dışarı çık. Yanındaki o puşt askere bir şey belli edersen senin güzel kafanı bedeninden ayırırım!

 

Ölmemiş miydi? Öldü demişti. Zafir bana Bejno öldü demişti ben... Ben inanmıştım. Bu mesaj da neydi? Ona da mı aynısı gelmişti. Niyeydi bu telaşı? Kapıyı açmadım yavaşça ona döndüm. Mihriban teyze telaşla ikimize bakıyordu.

 

Yüzümü gören Zafir yutkundu.

 

"Bak sakin ol. Anne sende sakin ol. Hastaneye bomba yerleştirmişler. Eğer kapıyı açarsan patlarız. Şimdi sakin olun ben her şeyi çözeceğim tamam mı?" Dedi.

 

Mihriban teyze korkuyla iç çekerken olduğu yere oturuverdi.

 

Tepki bile veremedim.

 

"Almina! Kendine gelmen gerekiyor. Hani nerede o güçlü kız çocuğu,bul getir onu bana.Gelsin yanıma otursun hadi Almina. Buraya gel hadi." Artık ayaklarım denileni yaparcasına emre itaat ederek ona doğru ilerledi yatağın ucuna geldiğimde elimden tutup beni aniden kendine çekti.

 

O sırada gözümden damlayan bir yaş çıplak omzuna düştü.

 

O ağrıyor dediği incinmiş kolu belimi sarmıştı.

 

"Bejno yaşıyormuş." Dedim hıçkırarak.

 

"Korkma geçecek halledeceğim. Bejno'nun yaşadığı falan yok Almina. Bu bir tuzak inan bana tamam mı?" Dedi sakin ses tonuyla.

 

"Korkuyorum. Ya birilerine bir şey olursa?" Yüreğim, uçmayı yeni öğrenen bir kuş gibi çırpınıyordu.

 

"Korkma. Ben yanındayım bak yine bir hastane odasındayız ve sana yine söz veriyorum. Hiç kimseye bir şey olmayacak asker sözü!"

 

Yutkundum geri çekildim.

 

"Asker sözü." Diye onu tekrar ettim.

 

Mihriban teyze gözyaşları içinde gülümseyerek bize bakıyor ben içimdeki korkuyla gözyaşı akıtıyordum. Buna rağmen Mihriban teyzeye gülümsedim. Sonra aramızdaki en cesur kişiye baktım.

 

O ise karşımızdaki kapalı televizyona odaklanmış annesinin,kardeşinin,benim ve kendisinin yansıyan görüntüsünü izliyordu.

 

Belki o da koruması gereken kişilere ailesine bakıyordu.

 

***

 

Bölüm sonu.

 

Beğendik mi bölümü?

 

Bejno sizce yaşıyor mu,Zafir'e inanıyor musunuz?

 

Sizin Almina ve Zafir'den beklentileriniz nedir? Lütfen belirtiiinn.

 

En sevdiğiniz sahne neresiydi?

 

Oy vermeyi ve satır arası yorum yapmayı unutmayalımm.

 

Sizleri seviyorum,diğer bölümde görüşmek üzere.

 

🤍

Loading...
0%