@dolunaydakigelgit_
|
Merhaba.
Çok fazla bir şey söylemeyeceğim.
#Bartın 🙏🏻
İyi okumalar canlarım.
***
"Abi şaka mı bu? Nasıl kurtulacağız?" Melis'in telaşlı sesini bu bir saat içinde çok fazla duymuştum ve korkudan sürekli dediklerini unutup aynı cümleyi tekrarlıyordu. Zafir ise sabırla kardeşinin sorusuna sürekli yanıt veriyor onu asla ama asla terslemiyordu.
Mihriban teyze ellerini açmış hepimiz için dua ediyor bir yandan da telaşlı kızını sakinleştirmek adına telkin edici sözler söylüyordu. Ve bu bir saattir böyleydi.
"Anneciğim sakin ol, geçecek bak abin çıkacağız diyor."
Zafir ise ilk anlarda bizi sakinleştirmiş ardından da banyoda güç bela üzerini değiştirmişti. Mihriban teyze ona yardımcı olmuştu. Yarası çok yeniydi aslında ayağa kalkması bile sakıncalıydı bana göre ama o hiç dinlemiyor,bir savaşçı gibi sürekli plan yapıp duruyordu.
İlk önce komutanıyla irtibata geçmişti, ardından da bütün askerleriyle ve tim arkadaşlarıyla konuşmuştu. Bu süreçte telefonumu almış ve kapatmıştı. Bejno hakkında da bir bilgi vermemişti. Şu an sadece hem bizi hem de hastanedeki insanları tehlikeye atmadan kurtarmanın yolunu arıyordu. Ve aslında bulmuş ama bir şey yapamıyormuş gibi bir hali vardı.
Ve hâlâ yatakta yan, ayakları yere değecek şekilde oturmuş telefonla konuşuyordu.
"Kaç dakika kalmış?"
Biraz duraksadı kaşları çatıldı ve annesigile baktı.
"Şu kapıyı açmama yardımcı olsanız her şeyi çözeceğim Kaan!"
Tekrar sustu ama öfkeli olduğu her halinden belliydi.
Adam zaten bir saattir öfkeden nefes nefese,daha yeni mi anladın canim?
Sus canİm sus.Biliyoruz herhalde adamın öfkeli olduğunu.Sanki panikten sağlıklı düşünüyorum da... Neyse.
"Kapat Kaan.KAPAT!"
En sonunda çıldırttılar adamı.
Öyle bir bağırmıştı ki üçümüz de olduğumuz yerde sıçradık.Melis hâlâ ağlıyordu,Mihriban teyze de oldukça kaygılıydı. Zafir aramayı sonlandırıp birileriyle irtibata geçmeye devam etti.
"Melis,bana bakar mısın?" Bana döndüğünde gözyaşlarını sildi. "Neler yaşadığımı pek bilmiyorsun ama şunu bildiğine eminim abin çok tecrübeli ve güçlü bir asker. Biliyorum artık çocuk değilsin,seni küçük bir çocukmuşsun gibi kandıramam evet ortada büyük bir tehlike var inkâr etmiyorum. Ama sakin kalmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor. Ben alışmışım ondan bu kadar sakinim. Ve inan bana bütün korkularım yani o zamanki yaşadığım o korkuların hepsi yersizmiş. O şerefsizler o kadar beceriksiz ve akılsız ki... Kendilerini zeki sanıp bir şeyler deniyorlar. Ya tutarsa mantığıyla ama hep de kaybetmeye mahkûmlar. Biz buradan çıkacağız,bizi yani en azından beni yine yeniden askerlerimiz kurtaracak. O yüzden lütfen,Mihriban teyze sen de Melis de sakin kalmaya çalışın kendinizi üzmeyin hem sizi böyle gördükçe Zafir de geriliyor."
Dedim kısık sesle ve uzunca konuşarak.
Burada ölürsek şehit olur muyduk?
Ben isterdim,yani şehit olmayı çok isterdim...
O zamanlar da istemiştim şimdi yine aynı hislerle dolup taşmak üstüne üstlük yine birilerini sakinleştirmek beni o anlara zorla sürüklüyordu. Ama bir fark vardı bunca tehlikeye rağmen kendimi güvende,huzurlu hissediyordum.
"Haklısın yavrum. Melis'im sende üzülme daha fazla. Kurtulacağız bak." Dedi.
Melis bana yüzündeki kurumuş yaşlarla gülümseyip annesine sarıldı. "Tamam,sakinleştim şimdi." Dedi.
Onları bir nebze olsun sakinleştirmenin mutluluğu içimdeki fırtınaya karışmıştı. Evet güvende hissediyordum çünkü askerlerimiz bizim için seferber olmuşlardı ama korkuyordum. Her şeye rağmen yine korkuyordum. Belli etmesem de içimde delicesine bir telaş vardı. O telaşı taşıyan küçük kız çocuğu oradan oraya koşturuyor kendini saklayacak güvenli bir yer arıyordu.
Melis'in dediğine karşılık Zafir ağzında bir şeyler homurdanmıştı ama anlamamıştım.
Sessiz odada tekrar onun telefonu çalmaya başlamıştı. Sanırım bir haber bekliyordu ki telefonu açar açmaz ayağa kalktı.
"Söyle."
Dinledi.
"Salih yok mu yanında?... Ne bok yiyor o zaman? Bomba imha uzmanı ben miyim?!"
Parmak uçları burun kemerini sıktı.
Derin bir nefes alıp elini indirdi ardından boynunu geriye atarak yutkundu. Adem elması daha da belirgin hâle gelmişti. O yutkununca bende yutkundum.
"Salih?"
Sanırım telefonu Salih'e vermişlerdi.
"Tamam koçum. Ne yapman gerektiğini biliyorsun. Almina'ya gelen mesajdakileri unutma. Bizim kapıya bağlı bir sistem olabilir."
...
"Tamam. Kaan yazdıklarımı uygulayın,sonra da bana hemen haber verin."
Aramayı sonlandırıp,dolaba yürüdü orada dün ailesine verilen kanlı üniforması,künyesi,botları,silahı vardı. Plastik ambalajı yırtıp üniformasını yatağa serdi. Kendi kanını görmek onun umrunda bile değildi ama biz bir kötü olduk.
Üniformanın ceplerinden çıkardığı beş tane çakıyı, şarjörü ve ambalajdaki silahını da yatağın üzerine bıraktı. Ardından eline botunun tekini aldı ve altını çevirdi. Oraya sabitlenmiş bıçağı görünce gözlerim büyüdü adam resmen her tarafına bir şeyler sokuşturmuştu.
Hepimiz onu izliyorduk.
Eline silahı aldı bize arkası dönerek silahın dolu mu yoksa boş mu olduğunu kontrol etti. Bunu yaparken silahı yere eğmişti kol hareketlerinden anlıyordum. Tekrar önüne döndüğünde şarjörü taktı ama emniyeti kapalı bıraktı. Silahı üzerine giydiği pantalona sıkıştırdı.
Bunu yaparken yüzünü buruşturdu. Alnı terden parlıyordu ve şakalarında süzülen boncuk boncuk terler onun canının yandığının bir göstergesiydi. Ama otur dinlen demeye dilim varmadı. Sanırım bana kızmasından korktum. Çünkü hâlâ öfkeliydi. Duyulmadığını mı sanıyordu yoksa farkında mı değildi bilmiyorum ama bizi bu duruma sokanlara kurşun yağdırır gibi küfürler yağdırıyordu.
Bıçakların farklı özellikleri vardı ve kimisi birleşiyor ufak bir kılıç biyutunu alıyordu. Kimisi ince kimisi kalın olan bıçakları da arka ceplerine yerleştirdi. Annesinin evden getirdiği valizin içinden çıkardığı çelik yelekle daha da şaşırdım sanki olacakları tahmin etmiş gibi her şeyi vardı.
Onu da giydikten sonra hazırdı.
Elinde tuttuğu ince minik bıçakla kapıya ilerledi.
"Oğlum nereye?" Diye soran annesini yanıtsız bıraktı.
Aynı şekilde "A-Abi?" Diye korkuyla soran kardeşini de...
Elimin altındaki sandalyeyi olabildiğince sıktım.
Kapıya eğilip delikten dışarıya baktı.
Eğildiğinde dikişlerinin zarar görebileceğinin farkında mıydı!
Bir elini duvara bir elini dizine sabitledi kapıya hiçbir temasta bulunmadı. Sonra doğruldu. Yüzü kendini sıkmaktan kızarmış,alnındaki damarlar belirginleşmişti.
"Melis buraya gel abiciğim ama ceketimi de getir." dedi. Ama Melis bunu yapabilecek durumda değildi. Cidden hiç iyi görünmüyordu.
"A-abi ben..." Dediğinde abisi bize yaklaşıp ona baktı. Derin bir nefes alınca öfkeyle ciğerleri titredi. Yataktaki ceketini öyle çekip aldı ki rüzgarı saçlarımı uçuşturdu.
Gözlerimi kapatıp açtım.
Sert ve kendinden emin adımlarla kapıya ilerledi elindeki ceketi yere serdi dizini koymaya çalıştı ama yapamadı. Sanırım alttaki boşluktan da dışarıya bakacaktı. İşte buna içim el vermedi ve ayağa kalktım.
"Ben yardım edeyim mi?" Diye sordum.
Uzun bir süre diyebileceğim kadar bana baktı. Sonra başını salladı ve ayağa kalktı. Yine yarasını tuttu.
"Ne sorarsam cevap vermeni istiyorum fazla detaylı hir şekilde." Dedi onu başımla onayladım. Terleyen avuçlarımı eşofmanıma sildim ve ceketinin üzerine yüz üstü uzandım. Başımı kapıya doğru çevirdim. Gözlerim aralıktan birkaç bir şey görüyordu.
"Anlat." Dedi sadece.
"Kırmızı bir çizgi işareti var yerde." Dedim.
"Kapıya ne kadar mesafede?" Diye sordu.
"Bir karışım kadar anca."
"Bir de kapı sınırı koymuş pezevengin çocukları." Sustu ve sonra devam etti.
"Başka?"
"Etrafta kimse görünmüyor.Ve başka bir şey de görmüyorum." Diyebildim.
"Tamam kalk hadi." Ayağa kalktım ve eşofmanımı silktim.
Ceketini kenara çekti elindeki bıçağı açtı ve bana baktı. Gözlerim,elindeki bıçakla yüzü arasında gidip geldi. Affallamayla elindeki bıçağı biraz yere doğru indirdi.
"Şimdi gördüğün mesafeyi buraya ayarlamanı istiyorum milimetrik olmasına gerek yok kabataslak yapsan olur." Dedi ve odanın içene doğru açılan kapının önünü gösterdi.
Sorgulamadım bir bildiği vardır dedim ve denileni yaptım. Neden demedim.
Tekrar yüzümü yere koydum, inanın mikrop kapıp kapmamam bile önemli değildi. Mesafeye baktım, karşılaştırmalar yaptım ve doğruldum. Avcuma olabildiğince açarak kapıya yaklaştırıyordum ama o elimi tutarak engel oldu. Kaşları havalandı ve sanki nasihat verir gibi bir hâle büründü.
"Kapıya temas etme." Dedi sert bir üslupla.
"Emredersiniz komutanım." Dedim ters bir ifadeyle zaten hepimiz gergindik daha da geriyordu bu halleri beni.
Kapıya değdirmeden avcumu yere koydum ve sonra üç parmağımı da birleştirip yanına ekledim.
"Bu kadar bir mesafede sanırım." Dedim.
"Tamam." Der demez bıçağı parmaklarımın yerine sapladı. Korkuyla elimi çektiğimde ona baktım. O da bana bakmıştı 'ne oldu' dercesine.
"Parmağımı koparacaktın!"
"Bakiyim kopmuş mu?" Dedi ukalaca bir de gülmesi yok mu gergin ortamda bu kadar hem öfkeli hem de rahat olması garipti evet sakin olması çok güzel bir şeydi ama şu an mesleğimi kullanasım yoktu gergin olmalıydık işte.
Göz devirip ayağa kalktım. O hâlâ yerde diz çökmüş bir şekilde bıçakla o bölgeye çizgi çekiyordu.
Telefonunu çıkarıp birine mesaj attı sonra benim telefonumu çıkarıp açtı. Şifresini girmem için uzattı. Açtığım telefonda biraz duraksadı ve üst üste gelen iki bildirim sesi duyuldu.
Yüreğim korkuyla çırpınıyordu. Soğuk havada yuvasız kalmış ürkek bir hayvan gibi titriyordum.
Alttan alttan bana ters bir bakış attı ardından telefonu uzattı.
"Al seninki mesaj atmış." Dediğinde kaşlarım çatıldı 'benimki?' diye sordum kendi kendime ve elinden telefonumu çekerek aldım. Mesaj atan bir kişi vardı o da Alex'ti diğer arkadaşlarım defalarca aramıştı.
"Güzellik iyi ki varsın. Biz başardık iyi ki bana hayallerinin peşinden git dedin şu an çok mutluyum. Keşke sende gelsen hep birlikte olsak seni minik kızımla tanıştırsam, eminim seni çok sevecektir tıpkı benim seni sevdiğim gibi."
"Uyanınca beni ara."
Yazmıştı. Zafir'in ingilizce bildiğini bu sayede anlamış oldum. Bir de mesajı yanlış yorumladığını ama o an açıklama yapma ihtiyacı hissetmedim. Sonuçta adam bana karşı bir şeyler hissetmiyordu. Ben de daha yeni yeni ona kapılıyordum. İnkâr etmiyordum ama bilmesine gerek yoktu eğer bir gün onun da bana bir şeyler hissettiğini anlarsam o zaman bol bol açıklama yapardım.
Şu an bilmek istiyorsa da kendisi sorsun isterdim.
Alex'e cevap vermedim. Buradan kurtulunca ki eğer ölmeden kurtulabilirsek geri yazardım.
Defalarca kez aramış olan Tuana'yı aradım.
"Alo, Almina sen nerdesin aklım çıktı! Hastanenin önünde herkes seferber oldu askerler içeriye girdi. Sizi kurtarmak ićin uğraşıyorlar sen iyi misin?" Dedi.
"Sakin ol. İyiyim,iyiyiz bir sorun yok şu an." Birden fazla sorun var.
Ağlayarak yanındakilere benden haber verdi. Bizim kızlar vardı.
"Almina iyisin değil mi?" Diye aynı anda konuşan kuzenler Asu ve Selin bunca hengamenin içinde tebessüm ettirdi.
"İyiyiz kızlar." Dedim ve telefonu terar Tuana aldı.
"Tuana ağlama şimdi senden bir şey isteyeceğim." Derken hâlâ Zafir'e bakıyordum o da telefonla konuşuyordu.
"Söyle hemen yapayım."
Bu kız iyi ki vardı.
"Şimdi hastane boşaltıldı mı ne oldu bana bilgi aktarabilir misin?" Dedim. Zafir de evet konuşmuž bu soruları sormuştu ama cevaplarını maalesef sadece kendine saklanmıştı.
"Evet yani çıkamayanlar var. Biz de hastaneden olabildiğince uzaklaştırıldık. Yakın mesafede bulunan evler de boşaltıldı sanırım Boran emretmiş öyle konuşuyordu askerler."
Sanırım mesajla iletmişti çünkü böyle bir konuşmaya şahit olmamıştım.
"Onun dışında herkes burada Almina,polisi jandarması,askeri herkes... Ana baba günü gibi ve insanlar oldukça telaşlı. Herkes ağlıyor."
"Duruma el at diyeceğim ama zor gibi kimse o kargaşada seni dinlemez sanırım. Ama cidden şu an bomba dışında bir sorun yok yani ses falan gelmedi bağırış, çığırış ya da silah sesi. Siz sakin olun tamam mı? Şimdi kapatmam gerekli." Dedim.
"Tamam kuzum seni çok seviyoruz unutma olur mu?"
Buruk bir gülümseme yerleşti yüzüme. Veda mı ediyorduk o kadar mı umutsuzdu herkes? Üzülmedim en azından dedim en azından şehit olup aileme kavuşurum.
"Unutmam,siz de unutmayın bende sizi çok seviyorum." Dedim ve aramayı sonlandırdık.
"Almina annemlerin yanına geç ve birbirinizin üzerine kapanın." İşte her şey şimdi başlıyordu.
"Oğlum yapma etme sana bir şey olursa ne yaparız biz?!" Diye ağlayarak konuşan Mihriban teyze yüreğimi usul usul sızlattı. "Abi bizi bırakma." Diyen Melis ile Zafir'in yutkunduğunu gördüm yüzü sarsıldı ama sonra eski halini aldı. Boğazını temizledi. "Bir şey olmayacak şimdi yatağın yanına doğru geçip kapanın." Dedi güven veren emin konuşmasıyla. Komutuna uyarak Mihriban teyzelerin yanına gittim ve üçümüz de birbirimize sarılarak yerde kapandık. O sırada kapının açılma sesi geldi. Korkuyla ağlayan iki omzumdaki kadınların sırtlarını sıvazladım. Başımı kaldırıp Zafir'i göz hapsine aldım.
Temkinli bir şekilde kapıyı bıçakla çizdiği noktaya kadar açtı. Bunu o kadar yavaş ve milimetrik yaptı ki... O çizgiye gelince durdu. Bir süre bekledi. Sonra kapıyı geri kapattı.
Başımızı kaldırıp ona baktık.
Annesini ve kardeşinin elini tutarak ayağa kaldırdı ve onları kolları arasına aldı. Bende ellerimi yere koyup destek alarak kalktım.
"Beni iyi dinlemeniz lazım. Kapıyı bıçakla çizdiğim yere kadar açabiliyorum. O aralıktan geçip çıkmanız gerekiyor. Sizi korumak için önden ben çıkacağım. Arkamdan da siz geleceksiniz. Almina en arkada sen kal ve kapıyı sıkı bir şekilde o noktaya sabitleyerek tut. Herkes çıktıktan sonra hemen çıkıp yanıma gel tamam mı? Yapabilirsiniz tamam mı? Sadece o sınıra dikkat edin." Dedi ve onu onaylayan annesiyle kardeşinin başına minik birer öpücük bıraktı.
Ona yenilmeye başlamış olan kalbim bir miktar dışlanmış hissetti. Sanırım artık onu ondan istiyordum. Ailesine verdiği değeri ya da ailesini asla ama asla kıskanmıyordum öyle birisi değildim hatta bununla yani ailesine böyle sevgiyle yaklaşmasına gururla bakardım ama beni de kollarının altına alsın istedim. Kolları doluysa göğsüne yaslanırdım. Başıma bir buse bıraksın istedim.
Aşk ya da sevgi her neyse böyle bir şey miydi? Normalde asla ihtiyacın olmayan şeylere ihtiyaç duymak mıydı?
Onları sırtlarından destekleyerek çıkışa yürüdü burada kalan eşyaları umursamadı ama ben yatağın üzerinde duran üniformanın altına girmiş ama köşesi gözüken künyesini cebime attım.
Neden yaptım bir fikrim yoktu. Hislerde mantık aramamalıydım.
Bana baktığında hemen ilerleyip o çizginin üzerinde durdum. Bana ve ailesine bakıp başını salladı ve kapıyı aynı şekilde yine açtı. Eli belindeki silahtaydı. İlk başını çıkardı ve etrafa baktı sonra kapıyı benim hizama kadar getirip çıktı. Kapıda duran eli yüzüme değince biraz utanmıştım. Sırayla ilk önce annesi çıktı aradan otuz saniye geçti ve kardeşi çıktı ben hâlâ bekliyordum. Bir süre sonra kapıdan bende çıktığımda kapıyı kapattım. Etrafı kontrol ettiğimde kimsenin olmaması beni çok korkuttu.
Duvara sırtımı yaslaya yaslaya ilerledim. Ve bir masanın altına girdim. Nereye gitmişlerdi? Kimse yok gibiydi. Korkuyordum.
Kimsesizdim ama daha önce kimsesiz gibi hissetmemiştim. O dağ başında bile çocuklar benim kimsem olmuştu. Ama şimdi tamamen kimsem yoktu.
Yalnızlığa mahkûm ufak bir kız çocuğuydum.
İçimdeki kız çocuğu bir masanın altına saklanmış Rabbine dua ediyordu.
Sonra bir ses duydum birisi bana sesleniyordu. Kafamı biraz dha çıkartıp yana baktım. Melis oradaydı. Korkuyla titreyen bacaklarım harekete geçti ve ayağa kalkıp koşarak yanlarına gittim. Mihriban teyze de buradaydı.
Mihriban teyze korkumu anlamış saçlarımı okşamıştı. O kadar sessizdi ki konuşamıyorduk.
Bir müddet sonra o sessizlik silah sesleriyle bozuldu. Bir sürü kişiden bağırma sesleri geldi. Üst katlardan da duyulan sesler arttıkça arttı. Birbirimize sarıldık.
Yaklaşık 15 dakika bu böyle devam etti. Bu bağırışlar bana geçmişi hatırlatıyordu. Bu silah sesleri de öyle. Gözlerim kapanmaya başlıyordu bedenim kasıldı. Hiçbir yerimi hareket ettiremez oldum. Nefes alışverişlerim hızlandı. Kendimi iyi hissetmiyordum. Birileri bana sesleniyordu ama duymuyordum. Hastanedeki silah sesleri bile susmuştu ama beynimdeki sesler susmuyordu.
Yanımıza gelen maskeli bir asker bizi çıkarmak için yardım etmeye çalıştı ama hareket edemiyordum. İlk Mihriban teyze sonra da Melis gitti. İkisinin de aklı burada kalmıştı biliyorum. Asker en son yanıma geldiğinde bana dokundu ve kollarımdan tutarak kaldırdı. Bedenim dokunuşuyla tamamen tepkilerini çoğalttı. Asker bunu ukursamadan beni dışarıya çıkarıp bir bankın üzerine oturttu.
Ardından buradan uzaklaşın diye bağırdı. Dokunuşundan ötürü tamamen kasılan bedenimi hareket ettiremedim. Kollarıma giren Mihriban teyze ve Melis beni zorla yürüterek karşıya geçirdiler. Zaten yolları kapattıkları için rahatça geçtik. Ama oldukça yavaştık. Şeritin arkasına geçtiğimizde hastane görüş alanmızdaydı ve aslında uzak bir mesafe de yoktu.
Bana dokunan dollardan kurtulmak için son kalan gücümü kullanarak kollarımı çektim.
Nefes nefese önümdeki ağaca tutundum. Bir sürü ambulans vardı,insanlar öyle bağırarak konuşuyorlardı ki bundan nefret ettim. Herkesi susturmak için bağırmak istedim. Ambulansın ışıkları gündüz olmasına rağmen gözlerimi alıyordu. Arkadaşlarımdan kimseyi görmedim arayışa da girmedim gücüm sanki bastığım topraklara çekilmiş gibiydi.
"Almina iyi misin?" Diyen Mihriban teyzeye sadece başımı onaylayarak cevap verdim. Onlar Melis ile birbirlerine sarılmış olup bitecekleri bekliyorlardı. Telsiz sesleri, insanları sakinleştirmeye çalışan sağlık çalışanları ve müdahele etmeye çalışan asker,jandarma,polisler derken kafam iyice karmaşıklaşmaya başladı. Elimi ağaca daha da sıkı bastırdım.
Sonra o kadar gürültüye rağmen telsizden bir ses duyuldu.
"Komutanım,bomba imha edildi. Hiçbir sıkıntı yok. Görev başarılı."
İşte bundan sonra ortalık bir anda yine karıştı. Herkes birbirine sarılıyordu,az önce korkudan döktükleri yaşları şimdi mutluluktan akıtıyorlardı. Bana çarparak bir yerlere ya da birilerine ulaşmaya çalışan bedenler beni savuruyordu. Kimsenin beni,benimse kendimi farkedemeyeceğim bir kıyametin içindeydim.
Şeriti geçip biraz insanlardan uzaklaşmak istedim. Elim hızla inip kalkan göğsümde yer bulmuş, göğsüm derin derin nefeslerin esiri olmuştu. Fazla derinlik beni boğmazdı değil mi?
İnsanlarda dolaşan bakışlarım kolumu birinin tutmasıyla sonlandı. Korkuyla geriye çekildiğimde bir polis memuru yanıma dikilmiş bir şekilde "Şeriti geçmeniz yasak hanımfendi!" Dedi.
Bir şey demedim boş boş yüzüne barkarken kolumdan tutmuş beni bir miktar zorla götürürcesine şeritin oraya götürmüştü. Ayaklarım gitmemel için dirense de yine aynı noktaya gelmiştim.
Adam ellerini çekip gittiğinde artık tamamen kendimden geçmiştim.
Gerek geçmiş gerekse az önce yaşadığım olaylar panik atağımı tetiklemişti. Olabildiğince kendimi sıkıyor buna engel olmaya çalışıyordum. Şeritin arkasına geçmedim öylece durdum. Bize doğru gelen bedenleri bile o an farkettim. Yaklaşık elli kişilerdi belki de daha fazlası vardı. Zafir'i gördüm bize oldukça yaklaşmıştı. Elim hâlâ göğsümde duruyor o atağı bastırmaya devam ediyordu. O bunu farketmesin diye elimi indirdim. Oldukça öfkeli duruyordu, çıkardığı beresini elinin altına almış bükmüştü,eli sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Gözlerimin kaydığını hissediyordum.
Yanımdaki Mihriban teyze ve Melis'in varlığını bile şu an farkedebildim.
Annesi ve kardeşi ona sarılmak için öne atıldıklarında kollarını onlara dolamıştı ama bakışları bendeydi. Gözlerimi kaçırıp etrafıma bakındım. O hastaneden çıkan herkesin ailesine,sevdiklerine sarıldıklarını gördüm. Yanımda da Zafirler sarılıyordu.
Kimsem yokmuş gibi hissettiğimde daha da kötü oldum. Güneşin aydınlığına rağmen ağacın karanlık gölgesi üzerimdeydi. Tıpkı düşüncelerim gibi, bu yalnızlık bana karanlığı bahşetmiş gölge olmuştu. Bir adım geriye doğru adımladığımda ayağım boşa gelecek gibi oldu ama sağlam bir şekilde durup dengemi koruyabildim
O sırada bu sarılmayı çok kısa tutan Zafirle göz göze geldik ama etrafı inceliyor yalnızlığıma kimse bulmaya çalışıyordum. Bir anda göğsümdeki elimi birisi kavradı. Ben daha ne yaptığını anlayamamış temasına şaşırmış ve sindirememişken bu sefer bana sıkıca sarılan o oldu. Hastane kokusu üzerine sinmiş bu askeri tanıyordum. Ellerim iki yanımda güçsüzce sarkmış bir şekilde duruyordu. Onun elinin biri belimde diğeri ensemdeydi. Usul usul sadece parmaklarını hareket ettiriyordu.
Hâlâ nefes nefeseydim.
"Çok mu kötü hissediyorsun?" Diye sordu. İyi misin demedi kötü olduğumu biliyordu. Bir cevap vermedim. "Komutanım?" Diye bir ses daah duyduğumda omzuna zor ulaşmış başımı kolayca göğsüne gömdüm. Kimse dokunsun istemiyordum yalnız kalmak istiyordum. Ona kırgındım sebebi oydu ama yine de ona sığınmak istedim.
Anlamış gibi ellerini sıkılaştırdı.
"Tamam sakin ol. Bir şey yok,emrimde olan bir asker bir şey söyleyecek korkma." Kulağıma sakinleştirici sözler fısıldıyordu. "Söyle asker."
"Albay çağırıyor komutanım." Dediğinde başını salladı sadece ve konuşmadı. Gitsin istemedim yeni yeni sakinleşmeye başlamışken gitsin istemedim işte.
Sonra geri çekildi,bende kendimi geri çektiğimde annesi ve kardeşini bizi izlerken görmek utanmama neden oldu. Son kez bana dikkatle baktı, yüzümü inceledi yüzünde beni bırakıp gitmekle gitmemek arasında bir çelişki vardı ama gitti mahcupca ailesine baktım onlarsa gülümsediler. Kalabalık dağılmaya başlamıştı çok az kişi vardı. Öylece dikiliyordum. O an bana seslenen arkadaşlarımı duyunca yalnızlığım tam anlamıyla sona ermiş gibi hissettim. Ama hâlâ çok iyi hissetmiyordum.
"Almina!" Tuana'nın telaşlı sesini duymam ve bana sarılması bir oldu.
Kollarımı ona doladım ama onun kadar sıkı değildi. Güçsüz hissediyordum aslında güçsüz de değil sadece yorgun...
"İyi misin? Çok korktuk Almina." Diyen Selin de kollarını bana dolamıştı. Ona da elimle temas ettim ve geri çekildim. Asu öyle telaşla bana bakarken ona tebessüm ettim. Gelip o da sarıldığında yüreğinin hızlı çarpışlarını hissettim.
Hepsine ithafen konuştum. "İyiyim."
"Kaanlar komutanlarının yanına gitti. Kerem de onun yanında onlar da çok endişelendi. Şükür ki kimseye bir şey olmadı."
"İyiyiz." Dedim.
Hiç de öyle değildim. Boş bakışlarım etrafta geziniyordu. Kızlar bu sırada farkettikleri Mihriban teyzelerle konuşuyor onlara da geçmiş olsun diyorlardı. Etrafta gezinen bakışlarımla bir kaç adım attım,kimseyi görememenin belki de sadece aradığım kişiyi görememenin kasvetiyle geriye adımladım tam arkamı dönecekken çarptığım beden korkuyla irkilmeme neden oldu.
"Beni mi arıyorsun?" Zafir'in sesini duymayı beklemediğim için sersemledim. Ellerim göğsüne tutunmuştu. Başımı yukarıya kaldırdım bana göre uzundu ve yüzünü görmek için bunu yapmam gerekiyordu. O da başını hafif bir şekilde eğmişti.
"Hayır niye öyle düşündün ki?" Dedim.
Ona kırgındım demiştim değil mi? Ona arasam da bunu bilmesine gerek yoktu.
"Bilmem gittiğimden beri etrafa bakınıyordun, arkadaşların yanında olmasına rağmen?" Dedi sorarcasına bir tavırla. Tek kaşını kaldırmış yüzünde beni gafil avlamış gibi bir hâl vardı. Ama öyle değildi. Dudağının kenarı serseri bir tavırla kıvrılmıştı. Elinin sıcaklığı belimi ısıtıyordu. Sıcak olan havada daha da yandığımı hissediyordum. Birden fazla duyguyu aynı anda hissediyordum.
Sinir,kırgınlık,korku,hoşlantı,kaygı.
"Sen de bana mı bakıyordun nereden biliyorsun bakındı-" Elindeki telefonumu sözümü yarıda kesip uzattı.
Yüzündeki o alayvari tavır gitmişti.
Şimdiyse eğlenen bendim. Telefonumu elinden aldım geri çekildi ve arkasını döndü sanırım kızmıştı ya da ne diyeceğini bilemedi bilmiyorum telefonuma mesaj gelince duraksadım.
Olduğum yerde dikiliyordum. O ise birkaç metre ötemdeki asker arkadaşlarıyla sohbet ediyor durum değerlendirmesi yapıyordu. Mihriban teyzeler gitmişti. Kızlar hâlâ buradaydı,az önce Zafirle olan konuşmam yüzünden bir tık uzakta duruyorlardı. Onlara doğru giderken mesajı okumaya başladım.
Gönderen: 054********
Sana o piçe bir şey dememen gerektiğini emrettik bütün planları yine mahvettin kaltak,canının bir kıymeti yok hazırda bekle türkün orospusu,bu sefer elimizden kurtulamayacaksın sana yapmadıklarımı yapıp seni sike sike öldürücem
~Adar
Ayaklarım dermansızca durdu. Adar... Ben neden hâlâ kurtulamamıştım? Neden? Bana dediklerinden çok diyen kişiyle ilgileniyordum. Önce Bejno,şimdi Adar... Dahası var mıydı? Daha çok mu canım yanacaktı? Bir sınırı yok muydu? İstemiyordum,tekrar delirmek istemiyordum. Kaybolmak istemiyordum. Hafif hafif esen rüzgar benim için fırtına gibiydi. Artık tozu dumana katmıştı, güçlü görünmek zorundaydım biliyorum hislerim çok acıtıyordu ama güçlü görünmek,ayakta durmak zorundaydım.
Ben hatırlamaktan bıkmıştım ama onlar bıkmamıştı. Usanmıştım.
"Almina? Sana diyoruz neye bakıyorsun öyle daldın gittin?" Kolumdan tutulmasıyla başımı aniden kaldırdım. Bundan dolayı başım bir anda döndü gözlerim karardı ama takılmadım. Kızları da "İyiyim,Alex mesaj atmış onu okuyordum." geçiştirdim.
"Kötü bir şey mi yüzünün rengi attı zaten bugün yaşadıkların..."
"İyiyim cidden artık bu olaylara alışmış hissediyorum." Dedim gözlerimle Zafir'i ararken. Selin bir şeyler diyordu fakat dinlemeyecek kadar odağım dağılmıştı. İyice kötü olmuştum.
Sonunda onu bulduğumda kızlara döndüm. "Ben geliyorum hemen." Cevaplarını beklemeden ona doğru ilerledim. Gözlerim dolmuştu bunu yeni farkediyordum. Korkuyordum ama korkum o soysuzlardan değildi bana yaşatacaklarındandı.
Birisi yine bedenime izinsiz dokunsun istemiyordum. Onların o iğrenç dudaklarını tenimde hissetmek istemiyordum.
Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Kendimi tutamamıştım, güçlü birisi değildim ben.Neden bu kadar güçsüzdüm? Bende güçlü olmak, soğukkanlılığımı koruyabilmek ve bende bana zarar verecek kişilere göz dağı vermek istiyordum. Ama yok. Benim içindeki o kadın kayıptı,yoktu. Böyle anlarda güçsüzleşiyordum. Artık bu histen kurtulmak istedim.
Koştum,ona az bir mesafe kalırken koştum. Saçlarım koştukça tatlı tatlı esen rüzgarla savruluyordu. Gözyaşlarım yüzümde kuruyordu ama yerini yenisi alıyordu. Görüş açıma bir kadın polis girdiğinde onun koluna dokundu. O dikkatle kadının dediğini dinledi,koluna dokunmasını umursamadı ama dik dik bakmıştı kadının eline.
Adımlarım normale döndü ama az öncekine göre daha yavaş adımlar attım. O an kafasını bu tarafa doğru çevirdi tekrar önüne dönüp saliseler içinde tekrar bana baktı. Çatık kaşları düzeldi, yüzü endişeye büründü. Gözlerini kapatıp açtı ve kolunda duran, kadının elini kaba bir tavırla çekti. Elindeki kağıdı önündeki masaya fırlattı ve herkese çarparak bana doğru gelmeye başladı. Bende adımlarımı hızlandırdım. Nefeslerim hızlanmıştı hâlâ ağlamaya devam ediyor bunu da durduramıyordum.
Ağladıkça rahatlar mıydım? Ağlamak güçsüzlük değildi elbette ama benim dizlerimin üzerine çökecek kadar paniklemem benim güçsüzlüğümdü.
Bana ulaşacakken onun önüne geçen hem site komşumuz hem de asker arkadaşı Zafer onu durdurdu ama Zafir ona öfkeyle baktı ve cevap vermeden yanından geçip bana geldi. Ben hâlâ ona yürüyordum. Ama adımlarım çok minikti ona ulaşamıyordu.
Sonunda ulaştığımda ben ona sarılmadım,o sözleri birazcık aklımda yer edinmiş olabilirdi. 'Sarıldın, karşılık verdik.' Ona az öncesi için de kırgındım ama trip atmanın sırası kesinlikle şimdi değildi. Her şeyi erteledim. Benden önce o davrandı, büyük elleri yüzümü kavradı başını eğip yüzünü benimle aynı hizaya getirdi.
"Ne oldu?" Dedi mırıltı gibi çıkan sesiyle.
Baş parmakları göz altlarımda geziniyor gözlerimden akan yaşları siliyordu.
Titreyen ellerim telefonumu zor tutuyordu.
"Zafir." der demez hıçkırdım.
Gözleri endişeyle bakıyordu. Ne yapacağını bilemez bir tavrı vardı ve şunu farketmiştim ki ben ne zaman karşısında ağlasam bocalıyordu. Göğsü aldığı gergin nefesle yükseldi.
"Söyle..." Bir şey demek istedi ama diyemedi dudağını dişleyip bıraktı. "Ne ağlattı seni, söyle bana." Dedi.
Elimdeki telefonu zorlukla ona uzattım. İlk önce telefona sonra gözlerime baktı. Kaşları çatıldı ellerini yüzümden çekti kolunun birini belime doladı boşta kalan diğer kolu telefona uzandı ve telefonumu avcuna aldı. Kilidi zaten açıktı. Mesaj sayfasındaydı.
Okudu,okudukça gerildi,gerildikçe beni tutuşu sıkılaştı bunu farkettikçe ise sık sık yutkunup dokunuşunu hafifletiyordu ama tekrar başa dönüyorduk. Kesinlikle canımı acıtmıyordu. Ağzından küfürler savruluyordu. Oldukça öfkeliydi. Bana döndü telefonumu cebine koydu ama koymadan önce de bir şeyler yaptı, mesajın ekran görüntüsünü aldı. Mesajı kendisine attı.
Bana dönünce ona baktım.
"Ağlama. Tamam halledeceğim ben,endişelenme ve bana güven."
Ama durduramıyordum tüm birikmişlikler üst üste gelmişti ve ağlıyordum. Kendimi susturamıyordum.
"Tekrar o anları yaşamak istemiyorum... Daha yeni yeni toparlanırken bana ulaşsınlar istemiyorum... Size,sevdiklerime zarar gelsin istemiyorum..." Hıçkırarak ağladığım için konuşmakta zorlanıyordum.
Kendimi ona biraz daha yaklaştırdım az önce normal tonda tuttuğum sesimi iyice kıstım. Fısıldadım,kimse beni duysun istemiyordum.
"Tekrar bedenime dokunsun istemiyorum." Dediğimde göz bebeklerinin büyüdüğünü gördüm çünkü ona çok yakındım. Bir elim kalbinin hizasındaydı,kalp atışları hızlandı. Burnundan verdiği nefes yüzümü yalayıp geçti. Öfkesi dağlar kadar büyük bu adamın o dağları aştığını daha da yükseğe çıktığını gördüm.
Gözleri yüzümün her bir noktasında dikkatle geziniyordu. Belimdeki eli beni iyice kendine yaslamıştı. Başını başımın yanına dayadı. Diğer elini de belime koydu ve dudakları kulağımın biraz uzağındayken fısıldadı.
"Bu yer,bu gök,üniformam,üzerine yemin ettiğim bayrağım da,Allah da şahidim olsun ki hepsini üzerine bastığım toprağa hepsinin kanını akıtacağım. Onları tek bir parçalarını bile bulamayacakları hâle getireceğim. Sen de şahidim ol ki canını yakanın canını alacağım Almina!"
Başını geri çekti ve gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldığında gözyaşlarım durmuştu. Sakinleşmiştim az önceki panik halim sona ermişti. Gözlerini açtı ve etrafına baktı.
"Sana mesaj atanlar onlar değil Almina. Onlar bizim elimizde hepsi sana da o çoçuklara da zarar verenlerin hepsi elimizde ve sana mesaj atamazlar. Sana zaten Bejno yaşamıyor dedim bana inanıyorsun değil mi?"
"İnanıyorum."
"Güzel. Bak bu iki oldu ilki o yemekteyken..."
Arin denilen sahte 'sevgilisinden' bahsediyordu galiba ne demek istediğini anlamadım tamamlamasını bekledim.
"İkincisi de şimdi, sana bilgi veriyorum. İlk görevim kısa sürdü zaten o akşam onların ipini çektik. Şimdi de içerden bilgi söylüyorum ve bu her ne kadar kural ihlali sayılmasa da..." Sustu.
"Kötü hissettiriyor." Diye tamamladım ve devam ettim.
"Haklısın, bana bunları söylemek zorunda değilsin zaten. Sana o gün de söyledim,bana anlattıklarını kimseye söylemedim söylemem de. Yüreğimi ferahlattığın için teşekkür ederim." Dedim ve kendimi çektim. Mesajları hâla kimin attığını deli gibi merak etsem de sormadım. O da bilmiyordu farkındaydım. Geri çekilişimi sözlerine tepki saydı yanlış anladı. Ama öyle değildi. Ona hak veriyordum, doğru olan ne ise onu yapmalıydı.
"Daha iyi misin?" Dedi kısa bir sessizlikten sonra.
"Evet,sen? Yaran. Zafir yaran? Ya dikişlerin açıldıysa?" Diye telaşla konuştum. O ise dümdüz baktı.
"Sorun yok,iyiyim ben." Dedi. O hastanede o kadar mücadele etmişlerdi eğilip kalktığına da emindim. Yalan söylüyor mu diye yüzüne baktım ama onu,hareketlerini,mimiklerini çok tanımadığım hatta neredeyse hiç tanımadığım için yalan söyleyip söylemediğimi anlayamadım.
"Almina hadi gidelim." Diyen kızlar ne ara yanımıza gelmişlerdi bilmiyordum.
"Evet artık eve git dinlen. Akşam geleceğim ve konuşacağız." Dedi. Emreder gibi konuşmasına sinir olduğumu söylemiş miydim? Tamam askerdi evet öğrendiğime göre çocukluğundan beri bunun üzerine eğitimler almıştı. Zaten mizacı da karakteri de sert,ciddi ve soğuktu sürekli askerlerle beraberdi onu da anlıyordum. Ama yani ne bileyim insan da bir rica eder bir şey der bilemedi en ufak bir teşekkür eder.
Teşekkür beklediğimden değil ama onun o merhametli halini görmeyi sanırım seviyordum. Kibar oluşu ve bana bunu yansıtması hoş bir hareketti bir erkeğe bu davranışları hep yakıştırırdım. Ama bazen de o kadar ters şekilde davranıyor, kırıyor ve sinir ediyordu ki... Belki farkında olmadan yapıyordu ama işte ben takılıyordum.
Ne ara arabaya bindik bilmiyorum ama kızlar beni yönlendiriyordu. Sessiz bir şekilde devam ediyorduk. Belki de şu an bu buhranlı halimden bana bir şey demek istemiyorlardı. Onların bu empati duygularını çok seviyordum. Arkadaşlarım benim şansımdı.
"Ailene haber vermedik etkilenmesinler diye."
"Çok teşekkür ederim gerçekten her anımda yanımdasınız."
"Ay Almina ne teşekkürü kız? Arkadaşız biz." Selin'e gülümsedim. Arabayı Tuana kullanıyordu. Asu da öndeydi bana döndü gülümsedi ve öpücük attı. Bende ona öpücük attım.
🧭
Eve geçemeden Selin ve Asu'yu bırakmıştık. Şimdi evdeydik. İlk önce Tuana'yla yemek hazırlamıştık. Kafamız dağılsın diye havadan sudan saçma sapan muhabbetler açıyorduk. O da çok korkmuştu ve uzun bir sarılma gerçekleştirmiş sonra da yemeğimizi yemiştik.
Şimdiyse sıcacık suyun altında bedenimin gevşemesini bekliyordum. Bugün olanlar, dün olanlar derken iyice gerilmiştim üstüne üstlük bir de regl oluyordum. Sinirlerim tamamen alt üst olmuştu.
Saçlarımı şampuanla köpükledim ardından da vücudumu yıkadım. Duşakabinden çıkıp bornozuma sarıldım odama geçip vücudumun her yerini kuruladım ve iç çamaşırlarımı giydim. Vücudumun açıkta kalan bölgelerine kokusunu hoş bulduğum ve yıllardır kullandığım yağdan sürdüm. Dizlerimin biraz üzerinde biten bir şort ve üzerine oversize bir tişört giydim. Saçlarımın nemini alıp kurutmadan topuz yapıp bıraktım saç kurutmaya hiç halim yoktu.
Yatağa geçip uzandığımda telefonumu elime aldım. Annemleri arayıp onlarla bir süre sohbet ettim. İkisi de iyiydi. İşleri de yolundaydı sadece beni özlemişlerdi ve gel diyorlardı ama gitmek için şu an hazır hissetmiyordum zaten yeni gitmişlerdi ve ben daha hayatımı rayına oturtamadan bir sürü olay yaşamıştık.
Telefonumu koymadan önce Alex'e mesaj attım. Onlar adına mutlu oldum. Tam ekranı kilitlemiştim ki bildirim geldi. Artık her bildirimde korkar olmuştum.
Gönderen: Zafir Bey
"Akşam saat sekizde seni alacağım." Demişti sadece tamam yazıp gönderdim.
Ona kırgındım sebebi ise hastanede olanlardı. Evet kargaşa vardı ve kurtarması gereken hayatlar... Ama geride bırakılmak beni biraz da olsa kırmıştı. Ben geride bırakılmaya alışık birisiydim. Herkes zaten beni zorunlu kaldığı için geride bırakmıştı. Ailem öldü, arkalarında beni bıraktılar. İlk okuldan liseye kadarki arkadaşlarım dersleri bahane edip beni geride bıraktılar. Bir tek Tuana ve üvey ailem yanımdaydı onlar da okuldan ya da işten fırsat buldukları sürece çünkü herkesin kendi hayatı vardı yine de onlara minnettardım haklarını yiyemezdim.
Sorun değildi dedim ya alışıktım. Ama ailemin vefatından sonra ilk defa bir geride bırakılış beni bu kadar üzdü. O kapıdan en son çıkan ben oldum. Elim kayabilirdi, kapı sonuna kadar açılabilirdi ama umursanmadı. Kapıyı kapatıp çıktığımda bomboş bir koridor vardı ve bir anlığına afallamış sonra da bir yere sığınmıştım orada da yalnızdım. Oraya geçene kadar da yalnızdım. Sağ olsun Mihriban teyzeler beni sonradan farketmişlerdi ama dışarıya çıkarılırken de en sona kalmıştım.
Zaten bana sorsalar önceliğim hep Mihriban teyzeler olurdu. Onları kıskandığımdan ya da herhangi bir kötü niyetten bunu demiyordum. Zaten bunlar öylesine şeylerdi evet belki düşününce kırıcıydı ama o an öyle olması gerekiyordu.
Benim asıl kırıldığım nokta ise kimsesizliğimin görülmemiş olmasıydı. O hastane odasında belki de son anlarımızı yaşarken Zafir'in annesi ve kardeşini sarıp sarmalaması çok güzeldi ama dışlanmış hissetmek hiç güzel değildi. Onun yüzüne o an öyle dikkatli bakmıştım ki bakışlarımın farkına varmaması çok zordu. Beni de kanatları altına alsın istemiştim. Yalnız ölmek istemedim. O an ufacık bir sarılmaya muhtaçtım ve bunu farketmemişti. Ne o an ne de sonra...
Ben yetimdim,öksüzdüm. Ben kimsesizdim. Üvey ailem de arkadaşlarım da olsa ben kendi içimde yapayalnızdım. Bu hissi küçüklüğümden beri içimden atamıyordum. Sadece göğsünde kalan boşluğa sığınsam bile o an bana yetecekti ama ben yine ve yeniden farkedilmedim. Geride bırakıldım. Öyle değilse bile öyle hissettim.
Sol gözümden akan bir damla yaş yastığımda dağıldı. Elimle yüzümü sıvazlayıp burnumu çektim. Biraz uyusam iyi olacaktı çünkü saat sekize daha çok vardı. Üzerime çektiğim ince pikeyle, yalnızlığımı bastırmak için sarıldığım yedek yastığımla uyuya kaldım.
🧭
Telefonumun uzaktan gelen sesi beni oldukça derin bir uykudan uyandırdı. Başım gözümü açamayacağım şekilde ağrıyordu. Zar zor elimle yoklaya yoklaya telefonu buldum kimin aradığına bakmadan direkt olarak açtım.
"Efendim?"
"Almina sen nerdesin?! Bu seni on yedinci arayışım!"
"Seni on yedide durduran neydi?" Dedim bağıran ses tonuna karşı öfkeyle. Bu sırada yatakta doğruldum.
"Sonunda açmanız hanımefendi. Biraz daha açmasaydın evine baskın yapacaktım! Yarım saattir seni aşağıda bekliyorum."
Ayağa kalktım ve banyoya ilerledim.
"Uyuyordum iki gündür bir saatlik uykuyla duruyorum. Bir sorun mu var?" Dedim.
Sen hayırdır oğlum?
Ya içindeki şu semt abisinden kurtul artık ya!
Yoo :D
Ofladı. "İki dakikaya aşağıda ol." Suratıma kapanan telefona öfkeyle baktım sonra onu geri aradım. Açtığında ne oldu demesine izin vermeden konuştum. "10 dakikaya aşağıda olurum."
"Ne 10'u kızı-" sözünü tamamlamasına izin vermeden bu sefer telefonu suratına ben kapattım. Zaten yeni uyanmıştım öfkeliydim.
Elimi yüzümü yıkayıp ihtiyaçlarımı yaptım. Ardından odama geçip siyah bir eşofman ve koyu yeşil bir crop aldım. Hızlıca üzerimi giyinip ayağıma beyaz spor ayakkabılarımı geçirdim. Saçlarımı aynanın karşısında bir kere taradım ve kirpiklerime rimel sürdüm. Sanki az oldu gibi gelince de dudağıma parlatıcı sürdüm. Valla beni nasıl gördüğü gram umrumda değildi. Hevesim yoktu.
Zaten bir insanın beni en doğal halimle, her şeklimle görmesini ve sevecekse öyle sevmesini isterdim.
Bu düşünceyle utandım. Gözlerim büyüdü. "Sen aşık oldun da o kaldı değil mi Almina? Bir de bunca derdin içinde of!" Canta almadım cüzdanımı ve telefonumu alıp direkt aşağı indim. Tuana uyuyordu yine de ona kısa bir mesaj attım ve evden çıktım.
Audisine yaşlanmış siyah kot,siyah bir tişört giymişti. Simsiyahtı. Kısa kollu tşörtün kol kısımları kaslarından dolayı koluna yapışmıştı ama geri kalan taraflar boldu. Parmaklarının arasındaki sigarayı dudaklarına götürdü. Bir elinde de telefonunu tutuyordu. Derin bir nefes aldı dumanı havaya üfledi o sırada göz göze geldik. Ben bahçe kapısından çıkıp kapıyı kapattım. O da telefonunu cebine koymuştu.
"Sonunda." Diye mırıldandı.
Göz devirmek istesem de kendimi tuttum.
Kollarımı göğsümde bağladım.
"Evet ne konuşacaksın?" Dedim.
"Arabaya bin." Dedi ve kendi bindi. Gözlerimi büyütüp ona baktım. Şimdi çocuk gibi,sinirden ayaklarımı yere vuracaktım.
Arabanın önünden dolaşıp ön tarafa bindim. Kapıyı kapatıp kemerimi taktım o da kemerini takmıştı. Gaza basıp arabayı döndürdü ve normal bir hızda kullanmaya başladı.
"Nereye gidiyoruz." Elimdeki telefonu ve cüzdanı bacak arama sıkıştırmıştım.
"Gidince görürsün."
"Hadi canım? Bir akıllı sensin çünkü."
Bana baktığını hissetsem de ona dönmüyordum. O da konuşmayıp önüne döndü oysa ben uzatacağını düşünmüştüm.
Yol boyunca sessiz geçen kısa yolculuğumuz şehrin merkezinde bulunan bir cafede son buldu. Arabadan indiğimde etrafta gözlerimi gezdirdim. Çok güzeldi her tarafta taştan restaurantlar ya da cafeler vardı. Işıklarla göze çarpar bir hale getirmişlerdi.
Önünde durduğumuz cafeye ilk ben girdim hemen arkamda da o vardı. Hatta arada kalçama temas ediyordu ve ben utançtan kıpkırmızı oluyordum. İçerisi yine pirinç ledlerle aydınlatılmış olan bu cafe renkli çiçekler ve süs eşyalarıyla donatılmıştı. Çok sevimli bir yerdi. Üst kata uzanan merdivenler vardı. Zafir iki kolumu da tutup arkamdan beni oraya yönlendirdi. Kendimi sıksam da gevşemeye çalıştım.
Aniden dokununca hâlâ rahatsız oluyordum ama sonra geçiyordu.
Yukarıya çıktığımızda ki bunu yaparken Zafir'e bir miktar gülmüş olabilirdim. Boyu uzundu ve başını eğerek yürümek zorundaydı bu yüzden iki büklüm çıkmıştı. Üst kata çıktığımızda manzara beni şaşırttı ayaklarım olduğum yere sabitlendi. O sırada aniden durduğum için Zafir'in koca bedeni bana çarpmıştı. Dengem sarsılır gibi olunca da düşmemem için arkadan elini karnıma koydum az bir açıklık bulunan karnıma temas eden parmakları yutkunmama sebep oldu.
Elini aniden geri çektiğinde buna aldırış etmedim. Belki de bana dokunmaktan hoşlanmıyordu. Bende sürekli koala gibi, adama sarılıp duruyordum. Bunu hiç düşünmemiştim. Açık terasta duran üç dört masa boştu.
Rezerve yazan masanın bize ayrılmış olması da beni şaşırttı. Burası çok güzeldi. Hava oldukça sıcaktı ama yine de biraz olsun esiyordu. Sandalyemi çekip oturdum ve saçlarımı geriye attım. Gözlerim hayranlıkla şehrin ışıklarında dolaşıyordu. Sıralanmış şekilde duran taş evlerin görüntüsü gözümün önüne serilmiş bir sanat eseri gibiydi.
Farkında olmadan dudağımda ki ufak tebessümle etrafı izledim sonra bu süreyi uzattığımı farkedince önüme döndüm. Onun beni izleyerek sigara içtiğini görünce tebessümüm soldu. Boğazımı temizledim. Kolunu yanımızdaki demir korkuluğa koydu. Bir eli de masadaydı.
Tam konuşmak için ağzını açıyordu ki yanımıza gelen garsonla sustu. Garson önümüze ufak birer menü defteri bırakıp geri çekildi ve karar vermemiz için uzak bir noktaya geçti.
Sayfaları karıştırırken canımın bir şey istemediğine karar vermiştim. Ama resimler çok iştah açıcı görünüyordu.
"Karnın aç mı?" Dedi.
Ona baktım. "Yok yemek yemiştik." Dedim.
"Tatlı yemek ister misin?" Deyince gözlerim parladı. Evet isterdim. Regl oluyordum ve canım oldukça tatlı çekiyordu.
"Olur da ben burada yazan hiçbir tatlıyı yemedim. Resimler tanıdık ama bilmiyorum." Diyip dudak büzdüm.
İlk önce büzdüğüm dudağıma sonra menüye baktı.
"Bunlar bu şehre özgü tatlılar ama yiyince tanıdık gelecek. O zaman tatlıyı ben seçiyorum." Dedi.
"Tamam."
Garsonu çağırdığında "Bize iki tane Kahiye Tatlısı, yanında ne içersin?" Dediğinde "Su." Dedim. "Başka bir şey iç." "Yok su yeter." "Tamam bir su bir de sade türk kahvesi." Dedi.
Garson siparişleri alıp gittiğinde kollarımı masaya dayadım ve dikkatimi ona verdim.
"Ne konuşmak istiyorsun?"
Benim aksime o geriye yaslandı. Temiz havayı soludu.
"İlk önce hastanede yanımda kaldığın için sağ ol. Bunun dışında bugün olanlar,senin davranışların,benim düşüncelerim hakkında konuşacağız." Dedi.
"Kalmak boynumun borcuydu."
"Eyvallah."
Bir süre sessizliğimizi koruduk. O da benim gibi kollarını masaya yasladı. Gözlerim birkaç saniye damarlı kollarında ve ellerinde dolaştı. Sonra başımı tekrar manzaraya çevirdim.
"Bugün kendinden önce aileme destek olduğun için..."
"Teşekkür etmene gerek yok içimden geldi.İnsanlık görevi hem aileni seviyorum,Melis'i yeni tanıdım ama onu da sevdim."
Başını eğdi ve kaldırdı.
"Almina bugün yaşadıkların kolay değil. Buna rağmen soğukkanlılıkla hareket etmen ben-"
Başımı iki yana sallayıp gülümsedim. İçten değildi bu tebessüm.
"Alışmışım."
"Cümlelerimi hep yarıda mı bıraktıracaksın?"
"Senin bugün beni geride bıraktığın gibi mi?" Diye pat diye sordum sonra bir anda irkildim, ben ne yapıyordum? Salak gibi söyleyivermiştim. O an belki de mecburdu kırgınlığımı içimde halletmem lazımdı niye ona söylemiştim ki?
O da bu duruma şaşırdı. Önümüze bırakılan tabak ve içeceklere rağmen olduğu pozisyonda bana bakmaya devam etti ama ben ona bakamıyordum.Garsona dilimin ucuyla teşekkür ettim. O gidince cesaretimi toplayıp mırıldandım. "Öyle demek istemedim."
"Tatlını ye ama sıcaktır dikkat et." Dedi. O bu dediğime bozulmuş muydu bilmiyorum ama sürekli dönüp dönüp bana bakıyordu.
Bıçakla böldüğüm tatlıdan yedim.
Tadı o kadar güzeldi ki...
"Görünüşü katmer tatlısına benziyor." Dedim bu kasvetli havayı dağıtmak için ama o sadece beni mırıltıyla onaylamakla kaldı. Bir süre sessiz kaldık ve tatlılarımızı yedik. Yani ben yedim o birkaç parça alıp beni izledi. Bense ona bakamadım.
İçim rahat etmediği için tabağa çatalı bıraktım ve başımı kaldırdım.
"O an biliyorum zordu,aileni önemsiyordun ki zaten hepimiz sırayla o kapıdan çıkacaktık buna kırgın değilim beni yanlış anlamanı istemiyorum." Duraksadım önümdeki tabağın desenlerinde parmağımı gezdirirken konuşmaya devam ettim.
"Zafir benim içimde kimsesiz bir çocuk var ve o çocuk yedi yaşında büyümek zorunda kaldı. On yedisinde de... Ben ailemi bir trafik kazasında kaybettim ama bunun bir kaza olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Mesleklerini zaten biliyorsun o gün Kemal amca söylemişti. Mesleklerinden dolayı bir suikaste uğradıklarını düşündüm. Bunu düşündüren de araştırmalarımdı. On sekiz yaşına girer girmez bunun peşine düştüm çünkü dosyaları hâlâ polisteydi. Bir sonuç elde edemedim."
"Kemal komutan yardım etmedi mi?"
Başımı iki yana salladım. "Onu çocukluğumdan hatırlıyorum bir daha da görmemiştim hatta unutmuştum bile. Ama konumuz bu değil."
"Ben on iki yaşıma kadar yetimhanede büyüdüm. Hep dışlanandım,kimseyle konuşmuyordum. Biriyle arkadaş olursam onun da öleceğini düşünüyordum bağ kurmaktan korktum. Ama Tuana vardı. İyi ki vardı. Okula başladığımda derslerim ilk başlarda çok iyiydi sonra lisede bozuldu işte on yedi yaşında pek iyi bir dönem değildi."
On yedi... Gülümsedim. Sanılanın aksine sorun aşk falan değildi daha büyük şeylerdi.
Başımı kaldırıp yüzüne baktım.
"O dönemde de dışlandım. İçime kapandım kendimi toparlamam birkaç ayımı aldı ama içten içe bu iki yıl sürdü. Okumak için yurtdışına gittim. Korktum, yapayalnızdım. Döndüm, tamam her şey yolunda dedim, sonrasını biliyorsun. Şu an 25 yaşındayım,ben bu yaşıma kadar şunu anladım ki etrafın ne kadar kalabalık olursa olsun kendi içinde yapayalnız bir çocuksun çünkü hayat senden çoğu şeyi almış. Ailenden başlamış..."
"Evet üvey ailem var, güzel arkadaşlarım var yalnız değilim öyle de hissettirmiyorlar ama ben hâlâ o kimsesiz yetimhanede kapının önünden geçen arabalarda ailesini arayan çocuğum. Beni geride bırakman beni evet kırdı sana yalan söylemek istemiyorum çünkü vicdanım rahat etmez,yalan söylemeyi sevmiyorum ama ben en çok senin tarafından dışlanmış hissedince kırıldım."
Sustum.
"Konuş,susma. Bugün yeterince içine attın. Ben seni hep dinlerim bunu unutma anlatmaya devam et ben de kırıklarını tamir edeyim." Dedi o an oturup ağlamak istedim.
"O odada annenlere sarıldığında, kollarının arasında bana yer yok muydu?"
Yutkundu.
Parmakları sigara paketine uzandı. Onunla birlikte bende uzandım. Karışmak tabi ki hakkım değildi ama zaten yaralıydı vücuduna zarar versin istemiyordum.
"Çok içtin, yaralısın bu iyi değil."
"En çok şu an ihtiyacım var. Verir misin paketi?"
Vermedim.
"Almina hadi güzelim." İşte o an direncim kırıldı.
Uzattım. Aslında yapmamam gerekiyordu ama öyle güzel söylemişti ki elim direkt paketi teslim etmişti.
Sigarasını ateşledi.
"Seni asla geride bırakmak gibi bir niyetim yoktu. Annem tansiyon hastası ilk önce onun çıkmasını istedim,Melis ne kadar rahat görünse de o böyle anlarda yalnız kalamaz. Melis çocuktu,babamla parka gitmiştik o zamanlar Şırnaktaydık birinin düğünü vardı hatırlamıyorum. Parkta çatışma çıktı. Bir anda herkes kaçışmaya başladı ne olduğunu anlamadım bile. Babam hemen beni kenara çekmişti kendimizi koruyacak bir alanda yere yattık. Melis, parkın içinde kaydırakların birinde tek başına kalakalmış hiçbir arkadaşı yoktu hepsi onu bırakıp gitmiş."
"Babam Melis'e ulaşmak için koştu. Vuruldu Almina. Gözümün önünde yere yığıldı. Melis bunu görmedi dedim ya o borulu kaydırakların içindeymiş. O gün ettiğim tek şükür buydu çünkü ben on altı yaşında babamın orada,kollarımın arasında ölmesine şahit oldum. Etraf sakinleşince ambulans gelmişti ama çok geçti. Ben babamı ambulansa bindirip yanında gitmeden kardeşimi bulmaya gittim. Melis çok korkmuştu,o gün bana söylediklerinden sonra yaklaşık iki yıl boyunca konuşamadı. "Abi beni neden geride bıraktın? Çok korktum." Dedi."
"Ben o günden sonra onu bir daha geride bırakmadım, hep kol kanat gerdim. Yeri geldi abi oldum yeri geldi baba. Hâlâ da öyle. Seni en sona bırakmak gibi bir düşüncem yoktu. Melis çocukluğundan sonra lise ve üniversiteyi yurtdışında okudu. Böyle olaylar bir daha yaşamadı ve o an korktum onu da annemi de kaybetmekten korktum. Sen içerde kalırsan sana zarar gelmez sandım."
"Seni de kaybetmekten korktum. Açık olacağım ben bir kadın için,kanımdan olmayan bir kadın için ilk defa bu kadar endişelendim. Ailemi güvenli bir yere götürdükten sonra seni almak için dönecektim ama çatışmaya girmek zorunda kaldım. Keşke seni almak için de geri dönebilseydim. Yine de seni korudum,o koridoru sen geç diye boşalttım. Bizi de bir nevi sen kurtardın o noktayı doğru hesaplamamış olsaydın her şey çok kötü olabilirdi. Bugünün kahramanı da sendin." Tebessüm etti.
Tebessüm etmek ona çok yakıştı. Gözyaşları arasında önemli değil der gibi bende başımı iki yana salladım.
"Sarılma olayına gelecek olursak. Sevgilin mi var?" Diye sordu alakasız bir şekilde.
Ben anlattıklarına ağlarken bunu sorması garibime gitti. Bana uzattığı peçeteyle yüzümü kuruladım. Yaşadıkları hiç de kolay değildi ben bunları anlatmasını beklemiyordum. Hiç de böyle düşünmemiştim buna rağmen suçunu kabulleniyordu. Beni geride bıraktığı için bunca sebebe rağmen keşke diyordu. Yaşadıkları boğazıma yumru olmuştu. Yutkunsam da gitmiyordu.
"Hayır, sevgilim yok neden ki?" Dedim.
"Peki Alex kim?" Dedi. Mesajı yanlış anlamıştı bunu şimdi hatırlıyordum.
"Üniversitede staj yaptığım bir arkadaşımdı. Sonra tedavi görmeye gittiğimde de oradaydı,orada çalışıyordu. Mesajları kastediyorsan ki öyle görünüyor düşündüğün gibi bir şey yok. Onun sevgilisi var ve vazgeçmek üzereyken ona biraz moral vermiştim bunun için mesaj atmış."
Anladım dercesine başını salladı.
"Bak ben yanlış yapmaktan nefret eden bir adamım. Güzel duygularla aram hiç yok. Benim bütün hayatım neredeyse dağda taşta geçti,ben ne kimsenin karısına kızına ne de yolda gördüğüm bir kadına yan gözle bakmadım. Bakmam da. O mesajı okuyunca kendimi geri çektim. Ama sana bunu sormadım,sana sarıldığımda da bu fikri kenara ittim çünkü..."
"Her neyse sadece sarılmak istedim.İçim rahat etmeyecekti.Şimdi sordum öğrendim bunu yapmama gerek yokmuş ama o an vardı yine de sana öyle hissettirmek istemezdim. Senin içindeki o kız çocuğu öyle merhametli ki... Merak etme sen istersen ben onun asla kimsesiz hissetmesine izin vermem."
O böyle konuştukça ne kadar güzel bir kalbs sahip olduğunu düşündüm. Yüreğine vatanı sığdırmış bu adamın yüreği elbette geniş olacaktı. Bana böyle açıklaması beni dinlemesi sormadan bağırıp çağırmaması beni mutlu etti. Bir kez daha ona hayran kaldım. Kendimi artık ona daha fazla kaptırıyordum. Farkındaydım ve engel de olmak istemiyordum çünkü hislerim karşılıksız gibi gelmiyordu.
Sadece ikimizde de bir şeyler net değildi en azından ben öyle düşünüyordum.
Gülümsedim. O bunu kabul saydı.
"Tatlın soğudu." Dedi.
"Bir şey sorabilir miyim." Dedim.
"Sor."
Kaşları merakla çatıldı.
"Bugün dedin ya işte elimizdeler diye. Peki bana mesaj atanlar yine onlardan mı? Kim diye sormayacağım sadece evet ya da hayır desen bile yeter. Telefonuma bildirim geldikçe korkuyorum."
Duraksadı sıkıntılı bir nefes aldı.
"Daha araştırıyoruz net bir şey söyleyemem." Uzatmak istemedim.
"Bir şey daha sorabilir miyim?"
Güldü. Çok güzel gülüyordu.
"Sor." Dedi yine yüzünde kendini belli eden gamzeleriyle.
"Arin yani sevgilin olan. İsmi gerçekten Arin miydi?"
"Hayır, lakabı oydu. Bu konuda bilgi veremem. Ayrıca sevgilim falan değildi görevdi ve sevgilim de yok Almina."
"Tamam." Dedim ve önümdeki sudan birkaç yudum içtim. Bu bilgi beni mutlu etmişti. O da sanki bunu biliyormuşçasına serseri bir ifadeyle güldü.
"Beğendin mi burayı."
"Evet çok güzelmiş,ben daha Mardin'i hiç gezmedim o yüzden hiçbir yer bilmiyorum ama burası hoşuma gitti. Canım sıkılırsa gelirim." Dedim tebessümle. İçimdeki bütün sıkıntılar sanki yok olmuştu. Çok rahatlamış hissediyordum.
"Boş vakitlerimde ben gezdiririm seni."
Şaşırdım ama bu teklif içimi titretti. Ona koşan kalbim hızlandı.
"Olur yani yorgun olmazsan gezeriz." Dedim.
Gülümsedi, gözlerinin kahvesi parladı.
"Ben sana bu saatten sonra yorgun olmam küçük hanım."
İçimde uçuşan kelebekler boğazıma doğru yükseldi. Kıkırdadım,kulaklarımın kızardığını hissettim ve burnuma dokundum.
İnsan hayatını kurtaran, canını borçlandığı, kırılsa da tekrar toparlayan bir adamı sevebilir miydi? Ona yenilebilir miydi? Ben yeniliyordum. Ben onu sevmeye başlıyordum. Korka korka da olsa sevmeye başlıyordum.
Ben bir şahtım onu sevmek ise beni mat etmek demekti. Kaçacak yerim yoktu. Ya ona yenilecektim ya yenilecektim şansım yoktu ama bu yenilgi bana neler kazandıracaktı işte orası da meçhuldü.
***
Bölüm sonu.
Beğendiniz mii?
Duygularla dolu bir bölüm oldu gibi ne dersiniz?
Almina hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum.
Aynı şekilde Boran hakkında da neler düşünüyorsunuz lütfen belirtin.
İyi de olsa kötü de olsa yorum yapmanız beni çok mutlu ediyor size çok teşekkür ederim.
Beğenmediğiniz ya da istediğiniz bir fikir varsa yorumlarda lütfen belirtin. Düşüncelerinizi buraya bırakabilirsiniz.
Bol bol yorum yapmayı ve lütfen oy vermeyi unutmayın. Bana destek olmanız beni mutlu eder.
Sizleri seviyorum görüşmek üzere... 🖤 |
0% |