Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19.Bölüm "PANZEHİR"

@dolunaydakigelgit_

 

 

 

Hellloooooooo,

 

İyi okumalar.

 

 

 

💙

 

***

 

Gitmişti,götürmüşlerdi.

 

Yaklaşık bir saattir onu bekliyordum.

 

Bekliyorduk.

 

Zafir görüldükten sonra Kaan hemen onun arkasından gitmişti,Keremler olanları öğrenmişti fakat bozuntuya vermeden düğüne devam etmek zorunda kaldılar ki aslında onlar düğünü dağıtmaya çalışsalar da Mihriban teyze ve annem engel olmuştu.

 

Kerem ve Selin düğün bitse de gitsek modune girmişlerdi bu yüzden geri kalan yarım saat oldukça keyifsiz geçmişti.

 

Düğün bittikten sonra Emir bizi Kaan'ın evine getirmişti çünkü evde duramayacağımızı biliyordu. Kaan gitmeden önce 'bana geçin ve orada bekleyin' demişti Tuana'ya. Emir,ben,Tuana,Asu direkt buraya gelmiştik. Kerem ve Selin'i zar zor evlerine göndermiştik onlara kalsa üzerlerini değiştirip geleceklerdi ki onların düğünü de Onur salağı yüzünden mahvolmuştu bu yüzden kendimi mahçup hissediyordum.

 

Mihriban teyze oldukça endişeliydi, Kaan'ın annesi ve o da bizim eve geçmişlerdi. Ufak da olsa bir haber bekliyorlardı,bekliyorduk.

 

Arkasından gitmeyi çok istemiştim ama izin vermemişlerdi.

 

"Almina artık oturur musun,tak tak bir ileri bir geri yürüyüp durma başım döndü of!" Diyen Emir'e üstten bir bakış attım.

 

"Oturmak kolaydı,of neden hâlâ kimse aramadı? Tuana, Kaan'ı bir daha arar mısın?" Dedim endişeyle Tuana'ya dönüp.

 

"Canım benim, yaklaşık yedi kere aradım hiçbirinde de açmadı gelirler birazdan lütfen rahat olur musun?" Dedi Tuana bezmiş bir ifadeyle.

 

Ne yapayım merak ediyordum,korkuyordum işte.

 

"Evet haklılar hem Boran bir asker bir şey olacağını düşünmüyorum ayrıca Onur'un sicili de var yani haklı taraf Boran olur en fazla para cezası alır gibi." Dedi Asu da.

 

Oflayarak tekli koltuğa oturdum ve hâlâ ayağımda duran topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Evet düğünde nasılsam evde de aynı duruyordum.

 

"Ben de en çok bundan korkuyorum o bir asker ya az ceza alacağı yerde daha çok ceza alırsa? Ya da mesleğinden uzaklaştırılırsa? Zafir, vatanına aşık bir asker eğer olur da mesleğinden uzaklaştırılırsa çıldırır. Ben bundan endişeleniyorum." Dedim ellerimi saçlarımdan geçirirken.

 

Bir şey demeyip sustular. Zaten konuşmalarını beklemiyordum,ne diyebilirlerdi ki?

 

Telefonum çalmaya başladığında oturduğum yerden kalktım ve masanın üzerindeki telefonumu elime aldım, tanımadığım bir numarayı görünce açmadan geri bıraktım.

 

"Kimmiş?" Diyen Emir'e "Bilmiyorum,bilinmeyen numara." Dedim ve tekli koltuğa tekrar oturdum.

 

"Mihriban teyze umarım daha iyidir." Dedim düşünceli bir tavırla.

 

Kadıncağız gerçekten kötü olmuştu zaten tansiyon hastasıydı...

 

"İnşallah." Diyen Tuana'dan hemen sonra çalan zille hemen Tuana'ya döndüm.

 

"Geldiler!" Diye heyecanla konuştum.

 

İçimdeki korku yerli yerindeydi.

 

Elbiseme rağmen koşup kapıyı açtım, karşımda sadece Kaan'ı görmek çatılan kaşlarımın gevşemesine neden oldu, gözlerim dolduğunda zorlukla yutkundum.

 

"Zafir nerede?" Dedim zar zor.

 

Kaan'ın üstü başı dağılmıştı, oldukça da yorgun görünüyordu.

 

"Bir içeriye geçseydim." Dedi dalgaya vurarak.

 

"Kaan,hoş geldin şimdi Boran nerede onu söyle sonra girersin." Diye ona kızan Tuana'yla biraz geriye çekildim."Rahat olun gelecek birazdan." Dedi ve içeriye girdi.Hepimiz onun peşinden giderken düşüncelerim beni köşeye sıkıştırmış,nefes almamı engelliyordu. Bir el boğazımı sıkıyor gibiydi.

 

Herkes bir köşeye geçtiğinde Kaan kendini koltuğa bıraktı ve başını Tuana'nın göğsüne koydu. Tuana onu sarıp sarmaladı.

 

"Biliyorum,merak ediyorsunuz ama bir şey olmadı o herif şikayetini geri çekti yani biraz çekmek zorunda kaldı diyelim biz ona,sonra da zaten imza attılar çıktılar sadece biraz uzun sürdü. Onur denen herifi bekledik." Dedi Kaan sakince.

 

"Peki asker ya,yani mesleğine bir şey olmaz değil mi?" Dedim cümle kurmakta bile o kadar zorlanıyordum ki...

 

"Yok bir şey olmadı kayıtlara işlenmedi zaten o yüzden rahatız." Dedi Kaan gözlerini açıp kapayarak.

 

"Oh iyi bari sevindim." Dedi Tuana. Ben de rahat bir nefes almıştım. Asu usulca ayağa kalktı.

 

"Çok geçmiş olsun, umarım o Onur manyağı ayağını bu dayağın üzerine denk alır da akıllanır yoksa daha çok iş gelir onun başına. Ben artık gideyim yoksa annem beni haşlayabilir,malum aile saadetine önem veren bir aileyiz." Dedi Asu gülerek. İstemsizce ben de güldüm sinirlerim bozulmuştu, Asu'nun ailesi cidden sorunluydu... Onun böyle demesi aramızda espri olsa da üzücü bir durumdu.

 

"Tamam bebeğim, teşekkür ederim geldiğin için, beklediğin için..." Dedim Asu'ya.

 

Yanıma gelip eğildi ve yanağıma bir öpücük bıraktı.

 

Tuana'ya da uzaktan öpücük attı ve "Lafı mı olur manyak şey, ayrıca hiç kalkmayın kapının yerini biliyorum. İyi geceler hanımlar,beyler." Dedi ve uzaklaşan sesinin ardından kapının kapanma sesi duyuldu.

 

Biz bize kaldığımızda oturduğum yerde rahatsızca hareket ettim.

 

"Ben bir duş alayım,siz keyfinize bakın." Dedi Kaan kalkarken. Onun da evini işgal etmiş olmak cidden rahatsız hissettirmişti.

 

"Tamam sevgilim." Dedi Tuana.

 

Emir'e doğru döndüğümde koltukta uyuduğunu gördüm.

 

Oflayarak ayağa kalktım ve balkona doğru ilerledim,biraz hava alsam cidden iyi olacaktı. Yoksa çıkıp gidecektim.

 

Yanımda hissettiğim kıpırtıyla soluma döndüm,Tuana gelmişti.Hava güzel olsa da gecenin serinliği kendini içten içe hissettiriyordu.

 

"Kendini suçlamana gerek yok daha ne olduğunu bile bilmiyoruz ki bugün yeterince düşündün." Dedi.

 

Başımı kaldırıp gökyüzünde parlayan aya baktım.

 

"Onur, Zafir'i tanımıyor bile sadece o gün gördü ve anladı aramızda bir şeyler olduğunu. İnadına her şeyi yapmış olabilir... Nasıl kendimi suçlamayıyım? Düğün az daha mahvoluyordu,hem de benim yüzümden. Ben olmasam Onur her ne bok yediyse yapmayacaktı, aynı şekilde Zafir de kendi halinde takılacaktı hatta belki de gelmeyecekti... Off kafam çok karışık tamam mı? Onur'a ayrı, Zafir'e ayrı kızgınım ama en çok kendime,kendi benliğime daha çok kızgınım." Dedim ve sonra ona doğru döndüm.

 

"Kendini suçlamana gerçekten gerek yok, olacağı varmış ki oldu. Ben olmasaydım muhabbetine sen hiçbir zaman girmedin girmezdin de bir sorun mu var Almina?" Dedi Tuana.

 

Gözlerim dolduğunda ona bakmayı bırakıp tekrar gözlerimi ihtişamlı gökyüzüne çevirdim.

 

"Zafir'le sevgiliyiz,daha çok yeni ve o kadar çok korkuyorum ki... Her şey üst üste gelmeye başladı bu yüzden zaten çok iyi olmayan psikolojim etkileniyor. Dönünce Mardin'de destek almaya başlayacağım çünkü kendimle baş edemiyorum." Dedim.

 

"Biliyorum kuzum ama kendine bunu yapma dediğin gibi dönelim hemen destek almaya başla ve kendini suçlamayı bırak, güzelliklere odaklan. İlişkinizi zaten anlamıştım ve oldukça da mutluyum sizin adınıza ama kendini suçlayıp ilişkini de mahvetme. Tamam mı?" Diyen Tuana'yı başımla onayladım. Kısa bir süre birbirimize baktıktan sonra sarıldık.

 

"Tamam." Dedikten sonra çalan kapıyla Tuana'nın kolları arasından sıyrıldım. Hızlıca içeriye girdiğimde Emir'in kapıyı açtığını gördüm.

 

Kapıdan içeriye giren beden olduğum yerde durmamı sağladı,resmen dağılmıştı. Jilet gibi giydiği takım elbiseden eser yoktu, gömleğinin düğmeleri yanlış iliklenmişti, parmağına taktığı ceketi omzundan sarkıtmıştı,kahvenin en güzel tonu olan elaya dönük gözlerinin akı kanlanmıştı ve o bayıldığım saçları serseri bir şekilde dağılmıştı.

 

O,iş adamı gibi olan görüntüsünün yerini liseli, kanı kaynayan bir delikanlı almış gibiydi. Sanki kavgadan çıkmış da gelmiş gibi...

 

Sanki mi?

 

Emir kapıyı kapattıktan sonra, Tuana'ya eliyle gel işareti yapmıştı. Onlar mutfağa gitmek üzere koridora yöneldiler. Salonda yalnız kaldığımızda kapanan kapıyla oksijen daralmış gibi hissettim.

 

Öylece birbirimize bakarken elindeki ceketi koltuğun kenarına yavaş hareketlerle koydu. Ardından doğruldu.

 

"Bir şey demeyecek misin?" Diye sorduğumda omuz silkti. Bu görüntüsü burnumdan nefes vererek gülmeme neden oldu.

 

"İletişim kurmak için konuşmamız gerekiyor Boran,yoksa sen yumruklarımızın konuşmasını mı bekliyorsun, eğer öyleyse kusura bakma ben senin gibi kavga etmeyi bilmiyorum." Dedim aksi bir tavırla.

 

Burnundan sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Ne konuşacağız her şey açık işte. Oldu ve bitti, uzatmanın manası ne?" Dedi o da aynı tavırla.

 

Hayretle ona baktım.

 

"Şaka mısın? Cidden üstünü kapatıp geçeyim mi istiyorsun? İstemsizce sorguluyorum 'mesleki deformasyon' yani." Dedim ellerimi açarak.

 

"Ne sormak istiyorsan açık açık sor Almina,kafam davul gibi bir şey anlamıyorum." Dedi sıkıntıyla.

 

"Neden kavga ettiniz?" Kollarımı göğsümde birleştirdim. Gözleri kısa bir an oraya kaysa da hemen gözlerimi buldu.

 

"Canım istedi." Dedi. Güldüm.

 

Gerçekten güldüm. İyice sinirlerim bozulmuştu.

 

"Boran!" Dediğimde iç çekti.

 

"Kaşınıyordu ben de kaşıdım,ne yani vatandaşımın isteklerini yerine getirmeyeyim mi?" Dedi dalgaya vurarak. Öfkem beynime kurşun olup saplandığında artık mantığımı yitirmiştim bu yüzden sesim yükseldi ve kendimi ona bağırırken buldum.

 

"Boran! Sana ciddi bir şey soruyorum. Benimle alay etmeyi kes. NEDEN ONUR'U DÖVDÜN?!"

 

Gözleri anında karardığında yüzündeki alaylı ifade silindi ve bana doğru bir adım attı. O bana asla zarar vermezdi en azından fiziksel olarak bundan emindim bu yüzden geri gitme ihtiyacı duymadım.

 

"Onun adını ağzına alma!" Dedi dişlerinin arasından.

 

"Cevap bu değildi! Onur'u neden dövdün?!" Dedim aynı onun gibi.

 

"Sana onun adını ağzına alma dedim." Dedi yine. Takmıştı ismine.

 

"Boran! Onur'la neden kavga et-" sözümü bıçak gibi yarıda kesen kasırgalara meydan okuyan kuvvetli sesi olduğum yerde sıçramama neden oldu.

 

"VİDEONU ÇEKMİŞ! OLDU MU?! RAHATLADIN MI?"

 

Bağırdıktan sonra sakinleşmek ister gibi bir adım geri gitti,bir elini saçlarından geçirirken diğer eli de gelişigüzel iliklenmiş düğmelerini açıyordu.

 

Videomu çekmiş... Ne videosu ki?

 

Sanki beynimde sorguladığım şeyleri duymuş gibi bana döndü ve iyice yaklaşarak bu sefer fısıldadı. Kirpiklerim,ona bakarken adeta titriyordu.

 

"Benim ellerim, gözlerim senin bedenine değdiğinde ruhuna zarar veririm diye titrerken o piç senin bedeninin videolarını çekmiş, bugün, dün,ondan önceki gün... Bir sürü video. Kimisinda masumca kedi seviyorsun,kimisinde bu cesur kıyafetinle dans edip, eğleniyorsun." Sustu gözlerini kapattı, duyduklarım içime oturmuştu yutkunamadım bile. Boğazım kurumuştu.

 

Nefes alışverişlerim oldukça yavaşlamıştı.

 

"Ya hadi bunları siktir et,en özel Almina,en özel bölgelerini herif büyütüp büyütüp çekmiş seni videoya... Ruh hastası orospu çocuğu." Diye fısıldadı çaresizce. Dengemi sağlayamadığımda yıkılacak gibi oldum ama yıkılmadım.

 

Zaten yıkık olan bir binayı daha ne kadar yıkabilirdiniz ki?

 

"Sigara içerken telefonla konuşuyordum,arabada bazı belgeler vardı bakmak için giderken araçtaki herif dikkatimi çekti. Benim arabanın iki arkasına park etmiş, açmış videoyu büyüte büyüte izliyor. Kan beynime sıçradı. Belgelere bakıp albaya gerekeni söyleyecektim sonra gidip o arabaya gömecektim onu ama çoktan çıkmış salona doğru yürümüş, girişte yakaladım ağzını burnunu dağıttım." Öyle öfkeliydi ki... Yerinde duramıyor, kurduğu her cümleyi zorlukla tamamlıyordu.

 

Zihnim durmuş gibi dediklerini dinliyordum ve algılamam çok ama çok uzun sürüyor gibiydi.

 

"Sokayım aklım almıyor! Bende olmayan videolarının hepsi o piçteydi. Ya ben sana bakmaya kıyamıyorum... Herif senin videolarını çekmiş,kirli zihniyetine soktuğum, onları izlerken kim bilir neler hayal ediyordu?! Kafayı yiyeceğim yemin ederim kafayı yiyeceğim çok az kaldı,bir bitmediler amına koyduklarım!" Dedi yeri geldiğinde yükselen yeri gelince dermanı kalmayan sesiyle.

 

Son kez elleriyle saçlarını çekiştirdi ve gözlerini sımsıkı yumup derin derin nefesler alıp verdi, gözlerini geri açtığında öfkesinin yerini değişik duygular ele almıştı fakat gözlerinde yanmakta olan kor alev yerli herince orada,tam göz bebeğinin merkezindeydi.

 

"Almina?" Dedi sustu,bu sessizliğim galiba onu korkutmuştu ki haklıydı bu sessizliğim beni bile korkutuyordu,ne de çok korkar olmuştum... Şu son bir yılda yaşadıklarım hiç kolay değildi ve sanki katlanarak artıyordu. Yorulmuştum,ondandır ki tepki bile veremiyordum. Onur, hâlâ mı akıllanmamıştı? Ve ben hâlâ mı tacize uğruyordum? Tacize uğramak için birinin bedeninize temas etmesine gerek yoktu,zihninde dokunan birisi tarafından da tacize uğrayabiliyordunuz.

 

Zar zor gözlerine bakabildim, aklım çok karışıktı. Şu an başkasının zihninde dokunulmuş bedenime asıl onun dokunmasını istiyordum ama sanki bunu istemez gibi uzaktı benden.

 

Ardından tüm tezlerimi çürüten cümleler kurdu.

 

"Sarılsana bana çünkü ben sarılınca bedenin titriyor. Kendi isteğinle sarılsana bana..." Dedi.

 

Bedenimden çok yüreğim titredi,o da yorulmuştu farkındaydım. Kolay değildi ikimiz için de. Az önce duyduklarım kaldırabileceğim bir şey değildi çünkü zar zor toparlıyordum,daha yeni yeni cesaretimi toplamaya başlamışken tekrardan böyle bir olayı öğrenmek her şeyin yerle bir olmasına neden oldu.

 

Ve onun için de kolay değildi,kim sevgilisini başkalarının hayal etmesini,bedenini düşlemesini isterdi ki?

 

Uyuşan kollarımı zorlukla hareket ettirip kaldırdım,bu ufacık hareketimle anında eğildi başını boynuma gömdü ve ellerini belime koydu. Boynuna doladığım kollarımla ona sıkı sıkı tutundum ve artık dermanı kalmayan bedenimi serbest bıraktım. Anında kollarıyla belimden beni destekleyip o ayakta tuttu çünkü ben artık bu yükü kaldıramayacaktım.

 

"Şş,bırakma kendini." Dedi boynumda kıpırdayan dudaklarıyla. Sesi boğuk çıkmıştı.

 

Gözümden akan bir damla yaş boynuna süzüldü.

 

"Yoruldum,çok yoruldum.Yardım et." Diye fısıldadım.

 

"Biliyorum,görebiliyorum.Geçecek söz veriyorum, Mardin'e döndüğümüzde bütün acılarını geçireceğim,unutturmaya başlayacağım. Bütün yüklerini kollarımın arasına bırak,bende dinlen,benimle dinlen. Biraz daha sabret güzelim,çok az daha."

 

Hıçkırdım.Gözyaşlarım hızını arttırmıştı.

 

"Kendimi bir yere kapatmak istiyorum,kimse beni görmesin,kimse zarar vermesin. Bana ulaşamasınlar istiyorum." Dedim zar zor.

 

Kendini yavaşça geriye çekti ve yüzünü yüzüme hizaladı.

 

"Asla öyle bir şey yapmanı istemiyorum. Sen özgür ol diye tüm dünyayı parmaklıklar ardına hapsedebilirim ama senin kanatlarına zarar gelmesine izin veremem,ne benden ne de kendinden bunu isteme." Dedi yüzümü avuçlarken.

 

"Zafir." Dedim gözlerimden akan yaşlarla bulanık gördüğüm yüzüne bakarken,dudaklarım titriyordu.

 

"Söyle canımın en en içi."

 

Hıçkırıp başımı eğmeye çalıştım fakat yüzümdeki elleri buna engel oldu. Bir şey demedim o da zaten bu sessizliğime ortak olup beni kolları arasına aldı ve sarıldı.

 

Kaç dakika öyle ağladım bilmiyorum ama bütün makyajımın aktığına emindim ki o bu süre boyunca bana asla 'ağlama' gibi teselliler vermedi sadece sustu,sustum,sustuk. Saçlarımı sürekli okşadı, saçlarımda parmaklarını gezdirdi. Diğer eli, belime rahatlatıcı dokunuşlar bıraktı ve parmakları sürekli sırtımda,onun bilmediği yara izlerinin kenarlarında dolandı.

 

Tuana,Emir ve Kaan da bu süreç boyunca bizi yalnız bırakmışlardı,mutfaktan sesleri gelse de asla salona uğramadılar.

 

Başım omzuna yaslı duruyordu ve yüzüm boynuna dönüktü,dudaklarım şah damarına temas ederken bir elim belinde diğer elim kendi göğsümle onun göğsü arasındaydı. Resmen yarı şekilde kucağındaydım ve elbisenin yırtmacından dolayı açıkta kalan bacağım umrumda bile değildi.

 

"Yarın gideceğim." Dedi dakikalardır süren sessizliği bozarak.

 

Yutkunup kurumuş dudaklarımı yaladım ve başımı, parfümünün yoğun olduğu boyun girintisinden çıkardım.

 

"Neden?" Dedim tarazlı sesimle.

 

Eliyle alnıma gelen saçlarımı geriye itti. Saçlarımda olan gözleri yüzüme indi ve sonra gözlerime tırmandı.

 

"Görevimin başına dönmem lazım,iznim bitti." Dedi ve parmakları usulca boynuma dokunup saçlarımı geriye attı. Açıkta kalan boynumu, yakınlığımız sebebiyle nefesi yalayıp geçti.

 

"Ben de seninle geleceğim." Dedim pat diye ki kalbimden de açıkça bu geçiyordu, İstanbul'da durmak için bir sebebim artık yoktu ve burada kaldığım süre boyunca da rahat edemeyecektim.

 

Başını olumsuzca iki yana salladı.

 

"Güzelim,bir tehlike kalmadı o herifi hapse tıktılar ve elimden geldiğince de kolay kolay çıkmasına izin vermeyeceğim. O güzel kalbin rahat olsun,burada biraz daha kal,ailenle vakit geçir sonra da dönersin. Bu sürede de ben göreve gidip gelmiş olurum, aklım sende kalmaz." Dediğinde yüzümde dolanan parmaklarından kurtulmak için başımı geriye doğru çektim ve onunla olan temasımı en aza indirgedim.

 

"Göreve mi gideceksin?" Diye fısıldadım.

 

Yutkundu,hareket eden adem elmasıyla ben de ona eşlik edip yutkundum. Bir şey demedi sadece gözlerini kapatıp açtı ve beni onayladı.

 

Kirpiklerimin titrediğini hissettim, başımı öne eğip titrek bir nefes verdim,korku tekrar tüm bedenimi sarmıştı. Gitmesini ilk defa bu kadar içtenlikle istiyordum ama elbette ki dillendirmeyecektim,bu onun göreviydi bu onun gönlündeki diğer aşk ateşiydi. Nasıl olur da o ateşi söndür derdim?

 

Ama ihtimaller benim de bedenime bir ateş tutuyordu,onun şehit olma ihtimali ruhumu,kalbimi,onun kazılı olduğu bütün her şeyi küle çevirebilirdi.

 

Gözlerim dolunca hemen başımı yukarıya kaldırdım ve gözlerine bakmadan tavandaki avizede gözlerimi gezdirdim. Gözyaşlarımı gidermeye çalıştım, başarılı da oldum ama yüz ifademden ne hissettiğimi anlayabilecek bir adamla sevgiliydim yani gizleme potansiyelim şu an çok düşüktü. Buna rağmen yüzüme eğreti duran bir tebessüm yerleştirdim ve elaya vurgun kahve gözlerine baktım.

 

"Ne zaman dönersin peki?" Diye sordum.

 

Yavaşça hareketlerimi izliyordu,beni tanımaya çalışıyordu bunun farkındaydım. Ne tepki vereceğimi merak etmişti ama yüzündeki gülümsemeye bakılacak olursa tepkimden hoşnuttu.

 

"Çıkmaz ayın son çarşambası." Dedi biraz düşünür gibi yaptıktan sonra. İstemsizce güldüm ama içim kan ağlıyordu.

 

Orayı biliyordum, nasıl bir ortam olduğunu, yaşamın ne denli zor olduğunu çok ama çok iyi biliyordum çünkü bizzat orada tutsak edilmiştim ve şimdi onu ölüme yollamak gerçekten acıtmıştı.

 

Bir askeri sevmek çok güzel olduğu kadar çok da zordu ama ben her şeyiyle onunla olmaya hazırdım çünkü onu gerçekten seviyordum.

 

Ben Zafir'e aşıktım.

 

"Yarın kaçta gideceksin?" Diye sordum bu sefer gülümseyerek.

 

Elim boynundaki bende dolaşıyordu ve gözlerimle de oraya odaklanmıştım,onun belimdeki bana güven bahşeden ellerini hissetmek garip hissettiriyordu ve dikkatini başka yöne çekmeye çalışıyordum.

 

"Sabaha karşı beş gibi çıkacağım,annem uçakla gelecek,dayanamaz o uzun süreli araba yolculuğuna. Hemen rahatsızlanıyor,annemi yormak istemedim." Dedi usulca. Bana temas etmek onun nasıl hoşuna gidiyorsa,ona temas etmek de benim hoşuma gidiyordu. Birkaç ay öncesine kadar ki hatta bırakın birkaç ayı birkaç hafta önceye kadar temastan korkan,çekinen ve asla ama asla temas kurmayn ben şimdi bir adamın dokunuşuyla heyecanlanıyor, mutlu oluyordum.

 

Ona dokunmadan duramıyordum ama aynı zamanda da hâlâ daha çekincelerim vardı bu yüzden de oldukça mesafeliydim.

 

"Çok iyi düşünmüşsün,onlar Tuana'yla dönerler ben de yarın seninle gelirim." Dedim kolları arasından sıyrılıp kalkarken.

 

Engel olacak gibi oldu fakat ellerini yumruk yapıp sıkıntılı bir nefes aldıktan sonra kollarını çekti.

 

"Hayır Almina,gelmiyorsun." Dedi keskin bir tonla. Ayağa kalkıp elbisemi düzelttim. Salondaki sehpanın üzerinde duran ıslak mendili gördüğümde oraya yürüyüp ıslak mendilden birkaç tane çıkardım.

 

Zafir'e yandan bir bakış attım ve ona sırtımı dönüp rimelimin yüzüme akabileceği noktaları silmeye başladım.

 

"Geleceğim Zafir, lütfen bunu tartışmayalım." Dedim ve yeni bir ıslak medille iyice arındırmak istediğim yerleri arındırdım.

 

"14/15 saat Almina,dayanamazsın o yola." Dedi sıkıntıyla ayağa kalkarken.

 

Yüzümü akmış makyajdan arındırıp arkamı döndüm ve ona baktım.

 

"Zafir, lütfen.Dönmek istiyorum burada kalmak istemiyorum." Dedim.

 

Elimdeki ıslak mendilden birisini yavaşça çekip aldı ve ardından elini boynuma doğru götürüp ıslak mendili oraya bastırdı,silmeye başladı.

 

"O zaman uçakla dön,benimle gelemezsin." Dediğinde inat damarım tuttu.

 

Elimi, kalın bileğine koyup onu durdurdum.

 

"Geleceğim beyefendi, sabaha karşı beni evden alırsın." Dedim ve ona arkamı dönüp salonun kapısına doğru bir adım attım. Anında iki adım attı ve önüme geçti. Sağa doğru gidip geçmeye çalıştım ki iri bedeni buna engel oldu çünkü geçecek çok az bir yer vardı.

 

Sıkıntıyla nefesimi üfleyip ona baktım.

 

"Tam beşte,bir dakika bile gecikirsen uçakla dönmek zorunda kalırsın." Dedi parmağını sallayarak.

 

Annesi tarafından yemek yeme koşuluyla çikolatalara boğulmuş küçük bir çocuk gibi başımı hevesle salladım.

 

"Tamam." Dedim. Gözlerini kapatıp başını tavana doğru çevirdi. İki eli de belinde duruyordu hatta biraz daha kasıklarına inmişlerdi.

 

Başını eğip tekrar benim gülümseyen yüzüme baktı.

 

Başını iki yana salladı.

 

"Bu gece bence burada bitmeli yoksa istemediğin şeyler olacak." Dedi ve salonun kapısını ben soru sormaya fırsat bile bulamadan açtı.

 

Kapı sesini duyan Emir,can havliyle mutfaktan koşarak çıktı.

 

"Almina! Bayıldın sandım. Sorun yok bayılmamışsın çünkü ben senin yerine baygınlık geçirdim!" Dediğinde arkadan duyulan Tuana'nın sesi ve görülen bedeniyle ellerim belimi buldu.

 

Arkamdaki adamın varlığı güçlü bir enerji yayıyordu.

 

"Abartma Emir!" Dedi Tuana.

 

Emir hırsla arkasını döndü ve kendinisini işaret ettikten sonra bir Kaan'a bir Tuana ardından da bize baktı.

 

"Ben mi? Ben abartıyorum. Abiciğim,bunlar gözümün önünde az daha birbirlerini yiyeceklerdi. Tatlı niyetine falan da değil direkt ana yemek olarak. Hayır anlamadım bu nasıl bir açlıksa cidden az daha çocukları olac-"

 

"Emir." Diye onu susturan öfkeli ses bu kez Kaan'a aitti.

 

Emir, Kaan'a aldırış etmeden bana döndü ve bedenimi süzdü,arkamdaki bedenin gerildiğini farkettim. Birbirimize temas etmesek de artık onu hissedebiliyordum çünkü onu yaşıyordum.

 

"Allah'tan sen sağlamsın,her neyse hadi gidelim yoksa bak burada ağlaya ağlaya ebelik yapmam gerekecek." Dedi Emir,portmantodaki ceketlerimizi alırken.

 

O söylene söylene çıkarken boşta kalan eliyle de Kaan'la vedalaşan ve özür dileyen Tuana'yı çekiştiriyordu.

 

Arkamı dönüp Zafir'e baktım,kalbim her defasında onu görünce sıkışıyordu sanırım bu hisse hiçbir zaman alışamayacaktım.

 

Arkama doğru uzanan bakışları hemen beni buldu. Gözlerindeki o karanlık pırıltılar yerini yine yıldızlara bıraktı. Bu gece onun gözleri kahverenginden çok karanlıktı.

 

Siyah değildi, karanlıktı.

 

"Sabahı bekleme,uyu dinlen. Ararım ben seni." Dediğinde onu başımla onayladım.

 

Elini sırtıma koyup beni kendine çekti.

 

Alnıma dudaklarını değdirdiğinde kalp atışlarımı duymasın diye dua ettim aksi takdirde kalp krizi geçirdiğimi düşünebilirdi.Yavaşça çekildiğinde tuttuğum nefesimi geri verecekken kulağıma doğru yaklaşmasıyla soluğum göğsüme tıkandı.

 

"İyi geceler canımın yongası." Dediğinde ne demek istediğini anlamadım ama biraz kelime haznemi yoklayınca 'canımın içi, canımın parçası' demek olduğunu hatırladım.

 

Dudaklarım usulca aralandı ve titrek bir nefes oradan onun boynuna doğru süzüldü. O geri çekilmeden önce de ben onun kulağına doğru fısıldadım.

 

"İyi geceler sevgili,sevgilim."

 

Uzun kirpiklerim yanağına değip ondan ayrıldığımda da izini orada bırakmaya devam etti. O kadar utanmıştım ki ve bu heyecan sanki kalbim yerinden çıkacak gibiydi bu yüzden kaçarcasına arkamı döndüm ve Kaan'a iyi geceler diyip beni asansörde bekleyen arkadaşlarımın yanına geçtim.

 

Yüreğimdeki bu kor umarım beni küle çevirmezdi.

 

🧭

 

Seslerin derinden,boğuk boğuk geldiği kör bir kuyudan zorlukla kurtularak gözlerimi araladım. Yarı açık yarı kapalı olan gözlerimle komodinin üzerindeki telefonumu el yordamıyla buldum ve kimin aradığına bakmadan açtım.

 

"Efendim?" Tarazlı sesim kendime bile kötü geldiğinde yutkundum ve boğazımı temizledim.

 

"Aşağıdayım." Diyen tok ve kalın ses gökten yeryüzüne düşen bir şimşek misali zihnime düştü.

 

Anında yattığım yerden doğruldum ve üzerimdeki geceliklere baktım.

 

"Tamam,hemen geliyorum." Dedim telaşla, ardından onun kendine has ahenkli gülüşü kulaklarımda çınladı. Hoş bir melodi gibi gelen gülüşü yüzüme aptal bir sırıtış kondurttu ve sersem sersem ayağa kalkıp dün gece yatmadan önce ayarladığım kombini yatağın üzerine fırlattım.

 

"Acele etme,yeni uyandığını biliyorum." Dedi ve ardından aramayı sonlandırdı. Yüzümdeki gülümseme büyürken onun beni tanıması çok hoşuma gitmeye başlıyordu.

 

Kor alevlerin sardığı göğsüme bir ferahlık getiren sözleri,iltifatları; bu dünyaya ait değilmiş gibi olan onu, bana özel kılıyordu.

 

İlk önce hızla lavaboya gittim ve ihtiyaçlarımı giderip,elimi yüzümü yıkadım. Dişlerimi fırçalayıp banyodan hızla çıktım ve odama geçtim,geçerken de elimdeki tarakla saçlarımı tarıyordum. Ailemle dün gece konuştuğum için onlarla gece vedalaşmıştık,onlar da olayı öğrenince çok ama çok öfkelenmişlerdi ve aile arkadaşlıklarına son verme kararı almışlardı. Onlarla geceden vedalaştığım için rahattım.

 

Odama geldiğimde kapıyı kapatıp hızlıca geceliklerimi çıkardım ve üzerimi giyindim.

 

O kadar saat yolculukta rahat edebilmek için altıma gri bir eşofman giydim,üzerime beyaz bir crop ve de gri hırkamı giydim hava her ne kadar sıcak olacak olsa da sabahın bu saatlerinde serindi,birkaç fıs buradaki parfümümden sıktım.

 

Gece yarı uykulu ve Tuana'nın yardımıyla hazırladığım ufak bavulumu da aldım ve el çantamı koluma geçirip sessiz olmaya dikkat ederek girişe ilerledim. Dün gece Mihriban teyzeyle de vedalaşmıştık ki zaten onlar da ya yarın ya da yarından sonra döneceklerdi.

 

Ki galiba bir şeyleri sezmişlerdi ama kimse bir şey demiyordu hatta Mihriban teyze bana daha da samimi davranıyor gibi geliyordu.

 

Elimdekileri kenara bırakıp ayakkabılarımı giymeden önce gece hazırladığım yolluk yiyecek çantasını da aldım ve tekrar kapının oraya geldim. Ayakkabılarımı giyip çantaları,bavulu elime aldım. Zorlukla kapıyı açtığımda elimdeki bavul tam düşmek üzereydi ama bir el onu yakaladı.

 

Şaşkınlıkla başımı kaldırdığımda,kendinden önce gölgesi gelen adama baktım, tüm heybetiyle karşımdaydı.

 

Göz kırptı,"Yakaladım." Dedi.

 

Şaşkınlıkla aralanmış dudaklarımı birbirine bastırıp gülümsedim ve yavaşça kapıyı çektim.

 

"Günaydın yüzbaşım." Dedim neşeyle çıkan sesimle.

 

Boşta duran eli,elimi kavradı ve dudaklarına götürdü. Elimin üstüne bir öpücük bıraktı.

 

"Günaydın psikolog hanım." Dedi.

 

Kıkırdadığımda birlikte arabaya doğru ilerledik.

 

Bagajı açtığında elimi bıraktı ve bavulu dikkatlice yerleştirdi.

 

"O elindeki çantaları koyacak mısın?" Dediğinde başımı iki yana salladım. "Yok bunları yanıma alayım." Dedim. O bagajda bir şeyleri düzeltirken ben de evime döndüm ve yavaşça etrafı süzdüm. Yüzümde oluşan burukça gülümsemenin ardından belime dokunan elle arkamdaki adama döndüm.

 

"Ne oldu?" Dedi kaşlarını çatıp,içime yerleşen değişik sıkıntı dün gecenin izini taşıyordu ama onun herhangi bir yerinde dün geceye dair hiçbir iz yoktu.

 

E adam askerdi doğal olarak kendini gelen darbelere karşı iyi savunuyordu.

 

Buz tutmuş parmak uçlarımla kaşlarını düzeltmeye çalıştım ve güldüm.

 

"Bir şey olmadı,hadi gidelim!" Dedim ve neşeyle zıplayarak ön tarafa ilerledim. Arkamda onun hareketliliğini sezdiğimde onun da kendi tarafına geçtiğini gördüm başını iki yana sallıyor gülümseyerek beni izliyordu. Onun bu haline bende kıkırdadım ve ikimizde kapımızı açıp arabaya bindik.

 

Telefonumu koltuğa koydum ve el çantamı arka koltuğa attım. Evet birazcık atmış olabilirim. Elimdeki yiyecek çantasını da ayaklarımın dibine koydum.

 

Sonra ise emniyet kemerimi taktım, saçlarımı da toplayıp tamamen yerleştiğimde ona döndüm.Onun ise beni izlediğini görmek karnıma yumruk yemişim gibi hissettirdi.

 

"Ne oldu?" Diye fısıldadım. Arabanın içi sıcaktı, dışarısı serin olsa da Zafir sanırım gelirken arabayı ısıtmıştı fakat içimdeki alev beni yaktığından arabanın ısısı çok da umrumda değildi.

 

"Çok yakıştın. İlk önce kalbime,ruhuma sonra evime, yanıma şimdi de arabama... Senin de sevgin bana yakıştı." Dediğinde bir an ölüp tekrar dirildiğimi sandım. Bir melek gelip sanki beni havalandırmış Kalu Bela'ya,ruhumun doğduğu yere götürüp getirmişti.

 

İç çektiğimde ne diyeceğimi bilemedim,ona her geçen gün daha da kapılıyordum, saygısı,kibarlığı her şeyiyle muazzam bir adamdı. Tabi öfkeli anları beni korkutsa da her güzelin bir kusuru vardı ve ben onu tüm kusurlarıyla seviyordum.

 

Gülümseyerek önüme döndüğümde,elimin ne zaman kalbime gittiğine dair en ufak bir fikrim de zikrim de yoktu.Utançtan yanaklarımın kızardığını hissediyordum ki benim yanaklarımdan çok kulaklarım kızarırdı.

 

O da bir şey demedi,yan gözle bile ona bakmıyordum. Bakamıyordum.

 

Arabayı çalıştırıp hareket ettirdi. Nedendir bilmem ama konu dağılsın diye konu açmak istedim. Tamam kabul nedenini çok da iyi biliyordum.

 

"Yolluk bir şeyler yaptım ama yanına içecek koymadım kahve alırız diye düşündüm. Olur mu?" Dediğimde sağa sinyal verdikten sonra döndü ve yolu kontrol edip bana kısa bir bakış attı.

 

O karizmatik yüzüne yakışan bir gülümsemeyle "Olur." dedi.

 

Gülümsedikten sonra sessizliğe büründüm. Yaklaşık yirmi dakikalık sessizliği dinlediğimiz yolculuktan sonra bir benzinlikte durduk.

 

"Kahve ve su alıyorum başka bir şey ister misin?" Dedi kemerini çıkarırken.

 

"Hayır, teşekkürler." Dedim.

 

Arabadan indikten sonra kapıyı kapadı ve yanına gelen çalışana bir şeyler dedikten sonra içeriye gitti, arabayı kitlediğinde bunun nedenini sorgulamadım. Bu devirde kimseye güven olmuyordu ki ben kötü şeyleri çeken biri olduğumdan nerede musibet varsa beni buluyordu.

 

Adam arabaya mazot doldururken ben de hazırladığım yiyecek kapılarını çıkarmaya başladım. Ardından da hazırladığım birkaç bir şeyi dökülmeyecek şekilde ayarladım ve Zafir'i beklerken de radyoyu açtım.

 

Ve haber sunan bir kanalda durdum.Sesi çok az çıkan kanaldaki haberleri dinlemiyordum sadece ses olsun istemiştim.

 

Zafir'in geldiğini görünce yerimde dikleştim,bunu neden yaptığıma dair bir fikrim de yoktu ama onun dik duruşu ve yürüyüşü buna bir neden olmak için bahaneydi.

 

Yavaş yavaş ki aslında hızla arabaya geldi ama bana yavaş çekimde gelmiş gibiydi. Adama ödemeyi yaptıktan sonra arabanın önünden dolaştı ve kilitleri açarak araca bindi. Elindeki kahveleri bana uzattı, parmaklarına temas ederek kahveleri avuçlarıma aldım, kapısını kapatıp kemerini taktı ardından otomatik vitesin orada bulunan içecek koyma yerine kahveleri koydum.

 

"Hazır mısın küçük hanım?" Dediğinde poşetteki suyu çıkarmakla meşguldüm.

 

"Hazırım komutanım." Dedim.

 

Gülerek arabayı çalıştırdıktan sonra yol almaya başladık.

 

"Poğaça mı? Börek mi?" Diye sordum önümdeki kaba bakarken.

 

"Farketmez." Dediğinde nefesimi üfledim.

 

"E ama seç birini ben senden daha kararsız birisiyim." Dedim.

 

"Börek olur." Dedikten sonra parmaklarımla ona böreği uzattım,eliyle almak için uzansa da buna izin vermeyip böreği ağzına uzattım. Kaşları çatılıp,gevşedi.

 

Koca bir ısırık aldığı börekten,parmaklarım da nasibini almıştı. Acıyla yalancı bir çığlık attım.

 

"Acıttın!" Dedim.

 

"Sen de bu kadar güzel yapmasaydın o zaman." Dedi.

 

Az bir bölüm kalan böreğin geri kalanını ağzıma attım bundan da hiç mi hiç iğrenmedim.

 

Onun bana yandan bir bakış attığını görsem de ona bakmadım.

 

"Ben yapmadım bunu canım benim,hazır bu yani kızarttım eğer sayılıyorsa ama bak poğaçayı ben yaptım." Dedim.

 

Kahvesinden bir yudum aldı.

 

"Hım öyle mi, bakayım poğaçanın tadına." Diye belirttiğinde ilk önce ağzına peynirden bir parça tıktım sonra da peynire itiraz etmesine izin vermeden poğaçadan bir parça bölüp dudaklarına değdirdim. Yuttuğu peynirin ardından poğaçayı ağzına aldı,ilk önce dili sonra ise ıslak dudakları parmaklarıma yine temas edince gözlerime bakarak yaptığı bu hareket karşısında yutkundum.

 

Parmaklarımı çektiğimde hızla kahve bardağını avuçladım ve kendi kahvem sandığım bardaktan kocaman bir yudum aldım. Boğazımdan akan sıcak kahve gözlerimin sulanmasına neden oldu ve dilimden damağıma yayılan acı tatla bu kahvenin benim olmadığı gerçeği beynime dank etti anında öksürmeye başladım.

 

Yanımdan yükselen kahkaha sesi ve sırtımda vurulan ufak darbelerle öksürüğüme zar zor mani olabildim.

 

"Helal,helal." Dedi alaycı bir tavırla ve ekledi. "Poğaça daha güzelmiş ellerine sağlık, şimdi izninle kahvemden bir yudum alayım." Dedi ve avcumda sıkı sıkı tuttuğum bardağı eline aldı,sonra ise yüzünde bir an bile iğrenme ifadesi olmadan aynı noktadan,zaten açık olan tek nokta orası,birkaç yudum aldı.

 

"Kahvenin tadı şekerli gibi geldi,seninkini mi içtim acaba ben?" Dedi hâlâ benimle dalga geçerek.

 

"Zafir." Dedim utançla.

 

Dudaklarını yaladı, "Dudakların değdiği içinmiş,tamam." Dedi ve benim bu utançtan kıvranan halime gülmeye devam etti.

 

"Doydun herhalde sen,bir keyfin yerine geldi. Yok sana kahvaltı falan! Hepsini kendim yiyeceğim." Dedim yalancı bir sinirle,kesinlikle utancımı bastırmaya çalışmıyorum...

 

Gülmeyi kesip ışıkta durdu, yola çıkalı yaklaşık 2 saat olmuştu. Zaman onun yanında hızlı işliyordu.

 

"Ye güzelim,çok zayıfsın biraz kilo alman gerekiyor." Dedi durgun bir sesle. Bunun üzerine az önce ağzıma tıktığım poğaçayı yutup bedenimi süzdüm.

 

Dudaklarımı yaladıktan sonra ona döndüm.

 

"Cidden çok mu zayıfım?"

 

Vitesin orada duran sigarasına uzandı ve içinden birini dudaklarının arasına yerleştirdi, ardından çakmakla sigarasını yaktı. Havaya dağılan duman ciğerlerimi yaksa da ses etmedim.

 

"Hayır ama normal kilon bu değil, ayrıca farketmedim sanma hâlâ normal düzeyde yemek yiyemiyorsun. Hemen miden bulanıyor,kimseye çaktırmamaya çalışsan da anlayabiliyorum kutsal çiçek." Dedi bana yandan bakış atarak,yanan yeşil ışıkla harekete geçen araba onu izlememe engel değildi.

 

"Elimde değil,kendimi zorlayınca daha da kötü oluyorum."

 

"Biliyorum ama bunu aşman gerekiyor, tanıdığım bir psikolog var dönünce onunla görüşmek ister misin?" Dedi ben az önceki kapları toparlayıp çantanın içine yerleştirirken.

 

İlk başta sessiz kaldım, topladığım çantayı arka koltuğa doğru koymak için kemerimi çıkarıp eğildim sonra da geri yerime oturdum.

 

Parmaklarımla oynamaya başladığımda onun ara ara bana bakan kahve gözlerini hissediyordum çünkü onun gözleri bir toprak gibiydi ağırlığını hissettiriyordu. Toprak da sevdiklerimizi bizden aldığı için ağır değil miydi zaten? Ama onun gözleri bana bir sevgiyi,sonsuz bir güveni bahşediyor ağırlığı üzerimde bir yük değil bir güven oluşturuyordu.

 

"Bunu ben de düşündüm,gidince görüşürüm." Dedim. Elimin üzerinde hissettiğim sıcak parmakları,oarmaklarıma kenetlendi. Onun elinin yanında küçük kalan elim ona hem zıt hem de ahenkliydi.

 

"Sen nasıl istersen." Dedi.

 

Ortamdaki bu kasvet dağılsın diye yüzüme bir tebessüm kondurdum ve ardından da hemen bedenimi yarım şekilde ona çevirdim.

 

Elim hâlâ elinin arasındaydı.

 

"Hadi bana kendini anlat." Dedim ve güldüm.

 

"Ne anlatayım,ne merak ediyorsun?" Diye sordu göz kırparak.

 

"Meselaaaaa,en nefret ettiğin şey,bir huy da olur ne bileyim..." Dedim ve düşünür gibi yaptım.

 

"Gizli kapaklı işler,arkamdan iş çevrilmesinden nefret ederim." Dedi sonra kavşağı döndü ve bana baktı.

 

"Sen?" Diye sordu.

 

"Ben de nefret ederim ama sanırım en çok iftira,bir de kandırılmak." Dediğimde onaylar gibi mırıltı çıkardı.

 

Heyecanımı korumaya çalıştım ve ona yeni bir soru sordum.

 

"Fobin var mı,korktuğun bir şey?"

 

"Değerlilerimi kaybetmek." Dedi. Kaslarım çatıldığında dikkatle baktım.

 

"Değerlilerin?" Dedim sorar gibi.

 

"Vatanım,mesleğim.Sen,annem,ablamlar,bizim bıcırık..." Dedi güldü.

 

Bu dediğine ben de kahkaha attım,Melis'e 'bıcırık' demesi komiğime gelmişti.

 

"Ben de korkuyorum,değerlilerimi kaybetmekten. Ailemi, arkadaşlarımı, vatanımı... Seni. Seni kaybetmekten çok korkuyorum." Dedim gülümseyerek. Bu gülümseme birçok duyguyu barındırıyordu.

 

Dudaklarını sıkı sıkı tuttuğu elime bastırdı.

 

"Seni yaratana kurban olurum." Dediğinde içim bir hoş olduğunda ben de onun eline bir öpücük kondurdum.

 

Ve güldüm.

 

"Örümcekten korkuyorum,bir de yükseklikten. Yüksekten çok korkuyorum." Dedim aklıma gelenlerle.

 

Dağdan aşağıya sallandırıldığım günü çok iyi hatırlıyordum. O aşağılık herifler bedenimi çürümüş bir iple bağlamışlar ardından da dağın,uçurum kısmından beni aşağıya sallandırmışlardı. Bunu yaparlarken sadece iç çamaşırlarımla olmaktan bahsetmek bile istemiyordum.

 

"Senin yok mu başka korkun?" Dedim biraz düşündü. Dudaklarını büzüp bilmem dercesine baktı.

 

Yolda olan gözlerine vuran güneşin altın ışıkları, gözlerinin güzel rengini açmış elaya döndürmüştü ve uzun kirpikleri adeta bir sanat eseri gibiydi.

 

"Gülmeyeceksin." Dediğinde bile daha saniyesinden kahkaha attım.

 

"Tamam söz." Dedim.

 

Bana ters bir bakış attı ve gülmemi bastırıp kaşlarımı onun gibi çattım,bir nevi ona büründüm ve onu oynadım.

 

"Tamam,tamam gülmüyorum bak." Dedim.

 

Gerçekten gülmemek için zor duruyordum.

 

"Hiç de öyle bir halin yok." Dediğinde ofladım.

 

"Ya söz veriyorum hadiiii!" Dedim heyecanla.

 

"Aslında fobi de değil sadece iğreniyorum." Dediğinde sabrım kalmamış gibi ona bakmaya devam ettim.

 

"Kurbağa." Dedi bana kısa bir bakış atıp,sessizce.

 

Duymama rağmen duymamış gibi yaptım.

 

"Ne, anlamadım?" Dedim.

 

Buna göz devirdi gayet de duyduğumu biliyordu.

 

"Kurbağadan iğreniyorum." Dediğinde söz verdiğim için gülmemeye çalıştım.

 

"Hımm,korkuyorsun yani." Dediğimde bana ters ters baktı.

 

"Hayır iğreniyorum." Dedi inatla.

 

"Yaniiiii,korkuyorsun." Dedim ben de uzatarak.

 

"Almina!" Dedi sinirle ama daha çok sitemle.

 

"Efendim,sevgili sevgilim?" Dedim sevimlice.

 

İç çektiğinde ben de iç çektim.

 

"Şöyle yapma..." Dediğinde anlamamazlıktan geldim ki cidden anlamamıştım.

 

"Nasıl?" Dedim.

 

"Şöyle,sevimli sevimli bakma,konuşma,gülümseme. Kızamıyorum." Dediğinde birleşik duran ellerimizi tutup kucağıma çektim ve elinin üzerindeki damarlarla oynamaya başladım.

 

"Demek kurbağalardan korkuyorsun!" Diyip kahkaha attığımda elimi sıkıp gevşetti,elini elimden çekmeye çalıştı. Ama sadece çalıştı çünkü bu sefer ben sıkı sıkı tuttum.

 

"Tamam bak valla bir şey demiyorum,sadece nedenini anlat. Lütfen." Dedim,o ise hâlâ elini çekmeye çalışıyordu.

 

"Hayır." Diye itiraz etti anında.

 

"Ya Zafir n'oluuurrr! Lütfen ya hadi lütfen." Dedim az daha itiraz etse yerimde bile tepinebilirdim.

 

"Hayır dediysem hayır, sözünde durmadın." Dedi gülmemeye çalışarak. Bu sefer elimi elinden çeken ben oldum ve kollarımı göğsümde birleştirdim.

 

"İyi tamam. O zaman ben de sana anlatmam. Mesela en sevdiğim rengin mavi olduğunu,yemeği ise ayırt etmediğimi ama fast-fooda bayıldığımı,piyano çaldığımı,resim çizdiğimi çünkü bunların beni rahatlattığını ayrıca çocukken ağaçları gündüz uyuyan insanlar sandığımı bilmesen de olur." Dedim başımı camdan tarafa çevirerek, aslında küs falan değildim sadece blöf yapıyordum ve onun yanında çocuklaşmak da hoşuma gidiyordu. Bu dediğime kahkaha attı,gülmek istesem de kendimi sıktım. O da zaten yavaş yavaş gülüşüne son verdi.

 

Kolunu uzatıp elimi tutmaya çalıştığını gördüm,ilkte itiraz ettim.

 

Sitemle "Sen de bana hiçbir şeyini anlatma ben zaten ne bileceğim ki değil mi?" Dedim.

 

"Tamam,bana bakar mısın? Almina?" Dese de ona yüz vermedim.

 

Hadi ama içim kıpır kıpır.

 

"Güzelim, bebeğim bana dön hadi. Tamam anlatacağım dön artık." Dediğinde yüzüme yerleşen sevimli tebessümle ona döndüm.

 

"Kandırıkçı seni." Dediğinde kırkırdadım. Üzerimdeki hırkayı çıkarıp arka koltuğa koydum ve tekrar yerime geçtim,içerisi sıcak olmuştu.

 

"Kandırmadım ki." Dediğimde eli bileğime kaydı,parmakları bileğimde damarlarımın üzerinde gezindi.

 

"Kesin öyledir. Neyse,en sevdiğim yemek yok ayırt etmem demiştim zaten,en sevdiğim renk de yok benim ama formaliteden siyah diyebilirim her ne kadar damarlarımda kırmızı beyaz gezinse de. Ve çocukken ağaçları insan sanman benim kurbağalardan korkmamdan daha komik küçük hanım,hiç de itiraz etme. Ayrıca resim yaptığını biliyorum,birkaç defa seni bahçede çizim yaparken gördüm ama bir gün piyano çalarsan onu da görmeyi isterim." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

İzlendiğimi düşündüğüm vakitlerde gerçekten izleniyor muydum yani? Oysa ki ben paranoyaklığıma vermiştim bunu.

 

"Nasıl yani nereden biliyorsun? Yani..." Dediğimde sustum.

 

"İzledim,benden uzaktın kuzenin olacak herif gelmişti. Sevgilisiniz sandım uzak durdum çünkü o zamanlar hislerimin farkına varmıştım yine de bunu bilmeme rağmen sana yaklaşamazdım adamlığa sığmazdı. Bir gün dayanamadım, görevden dönmüştüm bahçedeydin tuvale çizim yapıyordun sonra o herif geldi geri döndüm ama ertesi gün ve diğer günler de boş olduğum vakitlerde seni görmek için geliyordum. Gitmemeye çalışsam da kendimi seni izlerken buluyordum. Ama bu sayede birçok özelliğini keşfettim,ne tarz müzikler dinlediğini,sevdiğin tatlıları,okuduğun kitap türlerini,resim çizdiğini öğrendim. Yani biliyordum." Dedi hayretler içerisinde kalsam da paranoyak olmadığıma sevinmiştim.

 

Yutkundum ne desem boştu bu yüzden sessiz kaldım.

 

"Dönünce sana bir şey göstermek istiyorum." Dedim... O gün ona ne çizdiğimi göstermek istiyordum.

 

Benim için dönüm noktası olan bir çizimdi ve yine benim için çok özeldi o da bilsin istiyordum.

 

"Tamam,canımın yongası." Dediğinde gülümsedim ardından ortam sessizliğe gomüldüğünde radyodan duyulan şarkıyla yerimde kıpırdandım. Parmaklarım direkt olarak ses seviyesini arttırmak için harekete geçti.

 

"Biliyor musun bu şarkıyı?" Dedi Zafir.

 

"Evet,sen?" Dediğimde karizmatik bir ifadeyle göz kırptı. "Tabi ki biliyorum." Dedi.

 

"Kaşıydı, gözüydü, intikamın gücüydü

Ayıp denen bi' şey var ya, hasbinallah

Ağlasalar durmam

İnsanım, insan

 

Hadi kalk gidelim hemen şu anda

Kapa telefonunu, bulamasın arayan da

Açarız radyoyu

Yol nereye biz oraya..."

 

Sıla'nın güçlü sesi arabada yayılırken ufak harketlerle dans ediyor aynı zamanda da şarkıya eşlik ediyordum. Zafir'in parmakları direksiyonda ritim tutmuştu ve gülerek hem yolu izliyor hem de arada bir bana bakıyordu. Bazen ona dönüyor bağırarak birbirimize şarkıyı söylüyorduk.

 

Sıradaki şarkıya geçtiğimizde ellerimi birbirine vurdum.

 

"Tüm iplerimi bile sana doladım

Tüm siyahları renklerine boyadım

Korkmuyorum karanlığa gözlerimi kapadım

Çünkü biliyorum yakın bana adımın

 

Tam gecenin köründe

Koca gökyüzünde

Ellerin ellerimde

Tamamlandım diğer yarım..."

 

Yine bağıra bağıra söylediğimiz şarkının ardından kahkahalarım arabanın içinde duyuluyordu. Onunla vakit geçirmek,onunla eğlenebilmek ki asla beklemiyordum bunu çünkü çok katı bir adamdı Zafir,bu çok doğaldı yaşadıkları da mesleği de kolay değildi ama en azından beni sevdiğini hissetmek,duymak ve onun benimle bir olduğunu bilmek o kadar güzel hissettiriyordu ki.

 

Bu hiçbir zaman değişmesin isterdim.

 

🧭

 

Uykumdan sarsılarak uyandığımda ne olduğunu anlamaya çalıştım,ilk önce etrafa bakındım ve aklıma arabada olduğumuz geldi. Hava yenice kararmıştı ve biz sık sık mola verdiğimiz için biraz yolculuğumuz uzamıştı. Yanımdaki adama baktığımda,yorgunluk çöken gözlerini görmek içimi sızlattı. Ben birkaç saat uyumuştum ama o hiç ama hiç uyumamıştı.

 

"Güzelim?" Diye sorduğunda bana bakmıyordu ve dikiz aynasından arkayı kontrol ediyordu.

 

"Efendim?" Dedim tarazlı sesimle.

 

"Neden uyandın,biraz daha mı uyusaydın?" Dedi sıkıntıyla,bu hali kaşlarımı çatmama neden oldu. En son onunla akşam yemeği yemiştik ve orada da böyleydi aslında çok eğlenceli bir yolculuk geçirmiştik,genelinde de hep ben şarkı söylemiştim o ise gülerek dinlemişti.

 

Onunla olabildiğince ilgilenmiştim,onu bu yolculukta gerek davranışlarından gerekse birbirimize sorduğumuz sorulardan daha da iyi tanımıştım.

 

O da aynı şekilde beni tanımıştı.

 

Mesela öğrendiğim bir şey varsa birçok ortak yönümüz oluşuydu. İkimiz de kalabalıktan nefret ediyorduk. Ayrıca o trafikte oldukça öfkeli bir adam oluyordu ama bunu bana yansıtmamaya çalışmıştı.

 

Gayet güzel giden yolculuğumuz ne olduğunu bilmediğim bir şekilde o yemekte bozulmuştu,keyfimiz kaçmıştı ve ben bunu yorgunluğa bağlayıp Zafir'in de ısrarıyla uyumuştum.

 

Şimdi uyandığımda ise hâlâ aynı durumda olduğunu görmek beni afallattı.

 

"Neyin var?" Dedim merakla,sesim sıkıntılı çıkmıştı.

 

Elim boşta duran elini kavradı ve elini kucağıma çektim.

 

Sürekli aynaları kontrol ediyordu,derin bir nefes aldı.

 

"Yok bir şey." Dedi.

 

"Var bir şey. Bir şey oldu Zafir,yemekten beri böylesin. Ben mi bir şey yaptım,bilmeden bir şey mi dedim?" Dye sorduğumda bana kestirme bir bakış attı ve hemen yola döndü, hızımızın arttığını hissettim.

 

Elimi tutup beni kendine çekti ve gözlerini yoldan ayırmadan alnıma bir öpücük bıraktı.

 

"Beni biraz daha tanımak ister misin?" Dediğinde neden böyle bir soru sorduğunu anlamadım. Ama başımı olumlu anlamda sallayıp kendi koltuğuma geçtim.

 

"Kural 1: Bir tehlike sezdiğinde asla ama asla yanımdan ayrılma.

 

Kural 2: Ben ne diyorsam yapman gerekiyor.

 

Kural 3: İnkâr edeceksin.

 

Kural 4: Zorunda kalmadıkça asla ama asla konuşma.

 

Kural 5: Her zaman ilk önce kendi canını düşün.

 

Kural 6: Sana zarar vermeye çalıştıklarında,zarar vermekten çekinme.

 

Kural 7: Beni bırakıp kaç." Dedikten sonra ben daha ne olduğunu anlamadan araba öyle hızlandı ki sırtım koltuğa yapıştı, farkında olmadan Zafir'in elini sıktım.

 

"Zaf-Zafir? N'oluyor?" Dedim korkuyla.

 

"Takip ediliyoruz,telefonunu aç ve Kemal albayı arayıp bana ver." Dedi sakince. Ben ne kadar telaşlıysam o,o kadar sakindi. Titreyen ellerimle elini bıraktım ve telefonumu açıp Kemal albayı aradım, ardından telefonu Zafir'e uzattım.

 

"Albayım,ben Yüzbaşı Boran Algan. Mardin il sınırındayım,girişe yaklaşık 15 kilometre. Takip ediliyorum, yanımda sivil var. Bu şekilde zor kurtulurum." Dedi.

 

Kemal albay her ne dediyse Zafir sürekli 'Emredersiniz,' diyip durdu.

 

Korkuyla yerime sinmiştim, aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum.

 

Telefonumu kapatıp bana verdi.

 

"Onu saklayabileceğin bir yere gizle. Hadi güzelim,sakin ol ve dediklerimi yap. Kuralları unutma onları çiğneyemezsin." Dedi.

 

"Benimle kalmak istiyorsan kurallara uy." Diye ekledi ve boş yolda hızını daha da arttırdı. Arkamızdan gelen arabayı görebiliyordum.

 

Telefonu onun bakmamasını fırsat bilerek sütyenimin içine gizledim ve tabi ki sessize almayı ihmal etmemiştim.

 

"Tamam mı?" Dediğinde "E-evet." Dedim.

 

"Korkma,ben yanındayım,şimdi su al ve içebildiğin kadar su iç." Dedi.

 

Korkuyla suyu aldım ve içebildiğim kadarıyla içtim,suyu içerken gözlerim dolsa da umusamadım.

 

"Artan poğaçalardan da ye. Çabuk ol." Dediğinde poğaçalardan hem kendime hem de ona yedirdim artık gözyaşlarım durmuyor akıyordu. Korktum. Çok ama çok korktum.

 

Diğer şişeyi de açıp ilk önce ona sonra da kendim olacak şekilde son suyu da içirdim,içtim.

 

"Aferin kızıma, şimdi sakin ol tamam mı ağlamayı bırakman gerekiyor." Dediği an arabaya açılan ateşle çığlık attım.

 

"EĞİL!" diye bağırdığında başımı eğdim.

 

Zafir, arabayı öyle profesyonel kullanıyordu ki onu hayretle izledim.

 

"Torpidoda silahım var onu al ve beline koy! ÇABUK OL!" dedi hemen deidğini yaptım ama ellerim öylesine çok titriyordu ki...

 

O ise sadece arabayı kullanıyor kurşunlardan kaçmaya çalışıyordu.

 

"Siktir!" Dediğinde arabanın hızının yavaşladığını hissettim. Yüreğim iki kat korkuyla çarpmaya başladı, mükemmel başlayan ve devam eden bir günün böyle biteceğini asla ama asla tahmin etmezdim.

 

Bu şaka değildi biz bir dizi ya da film sahnesinde değildik. Her şey gerçekti ve engel olacak süper gücümüz yoktu.

 

Araba daha da yavaşladığında korkuyla onun ismini fısıldadım.

 

"Beni dinle. Araba durduğu an kapıyı açıp kaçacaksın gerektiğinde silahı kullanmaktan çekinme. Aramızdaki piçler insan değil, terörist. Acıma Almina, sakın. Ve beni düşünme ben bulacağım seni,git ve kurtul. Tamam mı meleğim?" Dediğinde. İtiraz edercesine başımı iki yana salladım.

 

Ama o bunu görmedi.

 

Ben onu nasıl bırakacaktım?

 

Araba tamamen durduğunda bizim zamanımız başladı ya ölecektik ya da öldürecektik. Ama bizim yaşamamız için o iki kelimelik cümle yeterliydi.

 

Bizim panzehrimiz oydu.

 

İkimizin dudakları arasından aynı anda dökülen,kutsal iki kelime,tek cümle: "Seni seviyorum."

 

***

 

Bölüm sonu

 

Oy verim ve yorum yapalım

 

Biraz kısa ama dolu dolu oldu.

 

Diğer bölümde buluşalım,hiç kontrol edemedim kusuruma bakmayın.

 

❤️ Görüşürüz biricik okuyucularım.

Loading...
0%