Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm "MUKADDERAT"

@dolunaydakigelgit_

Bismillahirrahmanirrahim.

 

İşte başlıyoruz.

 

İlk bölümümüz sizlerin huzurunda umarım beğenirsiniz. Yazarken çok heyecanlıydım ve bu yazıyı ne zaman okursam okuyayım hâlâ heyecanlı olucağımı düşünüyorum. 🤭

 

Neyse uzatmadan sizleri bölümle başbaşa bırakıyorum. Yıldızınızı parlatmayı ve yorumlarınızı satırlara bırakmayı unutmayın.

 

İyi okumalar... :)

 

*Mukadderat: yazgı ve kader,yaşanması kaçınılmaz olan durum.*

 

Bölüm şarkısı: Göksel-Kurşuni Renkler

 

1. Bölüm

 

Soğuk,olabildiğinden daha fazla soğuktu hava. Kirpik uçlarımdan ayak uçlarıma kadar donduğumu hissediyordum. Kararmış gökyüzü, yıldızları ve ayı ortaya çıkarmak ister gibi kendini geri çekmişti. Yine de her haliyle güzeldi. Gündüz, görevini geceye bırakmış yine bir gün daha devrilmişti. Sessiz çığlıklarım her geçen gün sessizliğini bile yitiriyordu. Kaçıncı şafaktı,kaçıncı gündü saymayı bırakmıştım.

 

Adımı bile unutmak üzereydim.

 

Farklı bir şehirde, ama yine de vatanımdaydım. Umudumu yitirmiştim,umut zaten artık benlik değildi. Ve ben karanlık bir yerdeydim. Yıldızların bile gökte azalarak tükendiği bir yer... Her tarafımda dağ,taş,şerefsiz vardı. İçimde derin bir acı,derin bir sancı... Direnişim sadece burada benimle birlikte tutsak edilmiş bu vatanın evlatları içindi. Zaten etrafımda tek güzel şey onlar vardı. Başka da hiçbir şeyim yoktu ne benliğim benimleydi ne de ruhum. İçimde benimle birlikte tutsak olan o küçük çocuk artık kan revan içindeydi.

 

Öksürmemek için nefesimi tuttuğum halde ağzımdan kaçan ufak tefek öksürüklere engel olamadım. Etrafıma dizelenmiş çocukları sırayla ısıtmaya çalışıyordum.Yedi kişiydik,altı çocuk vardı yanımda. Hepsinin yaşları çok küçüktü on yaşından büyük çocuk yoktu yanımda. Her gün el açıp Allah'a dua ediyordum en azından bu miniklerin buradan kurtulması için.

 

Buraya sonbaharda getirilmiştim ve şimdi kışın ortasındaydık ama hangi ayda olduğumuzu bilmiyordum. Çocuklar da dahil üzerimizde çok kalın olmayan mevsimlik şeyler vardı ve neredeyse hepsi yırtık pırtıktı. Avcumun içine aldığım,Gökçen'in minik ellerini nefesimle ısıtmaya çalışıyordum diğer yandan da bana sarılan Melih'e hırkamı örtmüştüm.

 

"Ü-üşüyorum abla." diye fıldayan Ali'ye zar zor açılan gözlerimle baktığımda zayıf ve minik bedeninin titrediğini gördüm. Melih kollarını usulca benden ayırdı,hiç istemediği belli olsa da soğukluk bedenini tekrar sarmıştı bunu görebiliyordum.

 

Kısık çıkan sesiyle Ali'ye, "Hadi gel biraz da sen ısın." dediğinde zar zor yutkundum bu çocuklara yetemiyordum. Ali çekingen şekilde yanıma geldi ve minik yüreğine rağmen büyük fedakarlıklar yapan Melih'e kısa bir teşekkür etti. Ardından kollarını bedenime doladı. Onun da üzerine hırkamı örttükten sonra Melih'e gülümsedim. Ve avucumdaki elleri bir süre daha ısıttım. Sıra sürekli tekrarlıyordu. Çocukları,onlar uyuyasıya kadar olabildiğince ısıtmaya çalışıyordum.

 

Gökçen, Melih, Ali, Talha, Çiçek ve Boran.

 

Buraya farklı günlerde ama aynı şekilde getirilmişlerdi. Ben buraya geldiğimde Boran da buradaydı. İçlerinde en büyük Boran'dı ki on yaş da pek büyük sayılmazdı.

 

"Çocuklar, uyku vaktiniz hadi bakalım doğru uyumaya." Dediğimde olabildiğince onlara anneleri gibi davranmaya,psikolojilerini sağlam tutmaya çalışıyordum. Ki bu pek mümkün değildi. Çünkü kendim de psikolojik olarak iyi değildim.

 

Hiç iyi değildim...

 

Günden güne eriyen bedenim,günden güne çoğalan yaralarım artık nefes almakta zorluyordu beni. Karanlık bir odaya hapsolmuş kız çocuğu duvarları yokluyor ışığı bulmaya çalışıyordu. O ışık ise onun boyunu aşacak kadar üstteydi ve kız çocuğu ışığa uzanacak güce sahip değildi.

 

Hayat,nefes.

 

Nefes,yaşam.

 

Yaşam,ölüm.

 

Ölüm,ben.

 

Ben Almina Öztürk.

 

Vatan hainleri tarafından tutsak edilmiş, üç aydır dağ başında yaşamaya ve burada benimle tutsak edilmiş Türk çocuklarını da yaşatmaya çalışan, kurtulmak için her gece Allah'a yalvaran Almina.

 

Türk askerlerinin gelmesi için dua eden Almina...

 

Derin bir nefes aldım.

 

Çocuklar sırayla yan yana uzandılar. Her zamanki gibi üç üç ayrılmışlar ortalarını da benim uzanmam için boş bırakmışlardı. Ortalarına geçmek için usulca ayağa kalktığımda bedenimdeki bütün kemiklerin kırılmış gibi ağrımasıyla nefesim kesildi. Ama beni gözlerindeki ufak parıltılarla bekleyen çocuklarıma gülümsedim. Sarsak adımlarla yanlarına ilerleyip ortalarına uzandım. Hepsi yanındaki arkadaşına sarıldığında gözlerimi mağaranın girintili çıkıntılı tavanına diktim. Onlarsa bugün gördükleri şeyler yüzünden benden bir şey beklemeden uykuya dalmışlardı.

 

🧭

 

Yaklaşık yarım saattir hareketsizce yatıyordum. Ve çocuklar da uyumuşlardı en azından ben öyle sanıyordum. Çünkü birkaç dakika sonra uyuduğunu zannetmeme rağmen yanımdan yükselen kısık,cılız bir ses ona dönmeme neden oldu.

 

"Dijmin abla, kahramanlarımız ne zaman gelecekler ben artık anneme gitmek istiyorum." Melih daha yedi yaşında olmasına rağmen çok zeki bir çocuktu. Hepsi onlara verdiğim rolü çok iyi oynuyordu.

 

Bana adımla seslenmiyorlardı adımı bile unutmak üzereydim,çocukların üzerindeki baskıyı o şeref yoksunları oluşturmuşlar her gün döve döve saçma sapan şeyler yaptırmaya çalışmışlardı.

 

Dijmin. Kürtçe 'düşman' demekti. Ve buradaki kansızlar bana adımla değil Dijmin diyerek sesleniyorlardı. Ve çocukları da buna zorlamışlardı.

 

Uyuduğunu sandığım çocukların hepsi kısık sesle Melih'i onaylayayınca şaşırdım. Ben bu miniklere görev vermiştim daha doğrusu zorunlu kılmıştım. Dışardaki şerefsizlere karşı onların tarafındaymış gibi yapmak zorunda bırakılan bu çocuklarında benim gibi damarlarında Türk kanı akıyordu. Onlara verilen zararı en aza indirgemek için küçük bir rol oynuyorlardı bu her ne kadar gururumu incitse de onlara verilen zarar en az olmalıydı. Allah kalbimizin kimden yana olduğunu biliyordu...

 

"Şşşt,sessiz olun çocuklar söz veriyorum çok az kaldı gelecekler lütfen uyuyun artık." Altı çocuk aynı anda itiraz mırıltıları çıkardı. Yine ve yeniden...

 

"Hep aynı şeyi diyorsun abla bir sürü zaman oldu bizi kandırıyorsun."

 

Kalbimin artık kırılmalara dermanı kalmamıştı. Atış şekli bile yavaşken onlar için dayanmak zorundaydım. Şiddet görmenin verdiği ağrılara rağmen onlara kaydım. Yine çaresizdim yine bu çocuklara karşı boynum büküktü ve yine onları oyalamak zorundaydım.

 

Çok yorulmuştum,yemin ederim çok yorulmuştum. Vatanımı,sevdiklerimi özlemiştim. Özgürlüğümü özlemiştim. Dermanım kalmamıştı. Ama dayanmak zorundaydım ve gülümsedim.

 

Her zaman yaptığım gibi, vatanlarını,ailelerini ve kim olduklarını unutmamaları adına uyumadan önce onlara okuduğum marşlardan birini seçtim. Onların en sevdiği ama bağırarak özgürce söyleyemedikleri o marş...

 

Al bayrağımızın göklerde özgürce dalgalanmasına neden olan o rüzgara benziyordu İstiklal Marşı'mız.

 

"Size marş söyliyeyim mi tekrardan, uyumanız lazım yoksa gece canavarları canınızı yakar olmaz mı?" Dedim usulca. El mecbur korkuyla kabul ettiklerinde ruhumdaki yara yine kanadı, her gece yaptığım gibi yine dilimde konusu aynı ama söylenişi farklı söylemekten bıkmadığım bir marş vardı ve her gece olduğu gibi çocukları bizim marşımızla uyuttum,özgürlüğün sesi,kalp atışlarımın ritmi...

 

"Korkma,sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak..."

 

Korkmadım ama şafağımın sönmesine mi sökmesine mi az kalmıştı bilmiyordum.

 

Tek bildiğim dayanacak gücümün kalmadığıydı...

 

🧭

 

Yeni bir güne uyandığımda hiç uyanmamayı diliyordum. Yine sürüklenerek uyandırılmış bu şerefsizlerin sofralarından zıkkımlanmak zorunda kalmıştım. Pardon onların artıklarını yiyordum. Yiyorduk. Ne seslerine,ne de aldıkları nefeslere tahammülüm yoktu.

 

"Arîn, getir hele şu şırfıntıyı. Yemeğin arkasına tatlı yenmez mi hiç?" Pis pis sırıtan Dara'ya baktım. O da iğrenç gözlerini üzerime dikmişti. Buranın başı oydu. Komutan falan diye sesleniyorlardı.

 

Kansız şerefsizin tekiydi.

 

Arîn olacak kadın direnişime rağmen beni sürükleyerek götürmeye başladığında elimdeki yağ bıçağını iyice pantalonumun cebinden içeri ittim.

 

"Bırak lan beni satılmış." Dediğimde yüzüme yediğim tokat bana artık zerre acı vermiyordu. İyice dayak arsızı olmuştum sanırım.

 

"Sana,bana satılmış demeyeceksin demedim mi kızım ben!?" Diyen Arîn duyduğu lafları hazmedemeyen,bedenini buradaki bütün erkeklere sırayla pazarlayan ucuz birisinden başka bir şey değildi.

 

Arsız bir sırıtış suratımda yer aldığında dilim durmayacaktı. Öyle de böyle de dayak yiyecektim. Ve ben zehrini akıtmaktan çekinmeyen hatta zevk alan bir yılandım.

 

"Niye? Doğruları duymak her seferinde canını mı yakıyor,satılmış?" Dediğimde bana tekrar el kaldırmıştı ki Adar onu durdurdu.

 

"Arîn, sana kaç kere dedim şu karıya el kaldırma diye?" Dediğinde göz devirdim.

 

Neydi şimdi bu? Klasik yaz dizisi falan mı?

 

Bu sırada Bejno gelmiş el bileklerimi yukardaki çengele halatla bağlıyordu. İşini bitirdikten sonra belime kolunu doladığında ayağımla kasıklarına güçlü bir tekme savurdum.

 

"Dokunma bana!"

 

İki büklüm halde bana küfürler yağdırırken Dara onu kenara itmiş ilk darbesini karnıma indirmişti. Her ne kadar acı çektiğimi belli etmiyeceğime söz versem de dudaklarımdan kaçan inilti ve iki büklüm oluşum buna engel olamamıştı.

 

Çocuklara şu an mermi taşıttıkları için onlar beni bu halde görmüyorlardı. Tek sevindiğim şey şu an bu olabilirdi.

 

Acı bir nefes çektiğimde,öksürüklerim dağ başında yankılanmıştı.

 

Arîn salak salak gülerken, Bejno çoktan bedenime ikinci darbeyi yapmak için Dara'dan izin bekliyordu.

 

Dara çenemi sıkıp iğrenç ağzıyla tükürerek konuşmaya başladı, yüzümü buruşturdum.

 

"KENDİNE GEL LAN KALTAK! KİMİN TOPRAKLARINDA OLDUĞUNU UNUTMA!"

 

Çenemi sertçe savurduğunda, beynimin sarsıldığını hissettim. Başım dönse de içten içe sırıttım. Kimin topraklarında olduğumu gayet de iyi biliyordum. Yurdumdaydım. Evimde olamasam da vatanımdaydım. En azından şimdilik... Çünkü bu herifler beni yanlarına çekip, çocukları kendi adamları olarak eğitmek ve başka ülkeye kaçarak orda plan kurup bizim askerlerimize suikast düzenlemeyi planlıyorlardı.

 

Daha çok beklerlerdi.

 

Yaşadığım sürece o çocukları bu itlere yem etmeyecektim.

 

"Bejno bak şunun icabına adamı hasta etmesin." Diyen Dara, Adar'la birlikte uzaklaştı. Bejno eline aldığı kemerle yanıma yaklaştığında ona yalvarmayacak kadınla bakıştı. O an gözlerimden fışkıran ateşin onu yakmasını diledim o ise buna aldırış etmedi ve bedenimdeki kazağı göğsüme kadar sıyırıp bel kısmımı açıkta bıraktı. Dudaklarını yalayıp bedenimi süzerken kusma isteğiyle doldum. Taciz ediliyordum. Her gün pervasızca taciz ediliyordum.

 

Bejno bana tam vuracakken araya giren Arîn "Nasıl da çirkinsin,Dara bile arzulamıyor senin iğrenç bedenini. Nolacak Türk kanı akıyor damarlarından." Dediğinde cidden tepemin tası atmıştı. Söylediklerinin hiçbiri umrumda değildi ama kanıma da Türklüğüme de laf edemezdi. Gurur duyduğum bir şeyi aşağılayamazdı.

 

"Bizim topraklarımızda değerli bir kişinin sözü vardır Arîn tabii sen cahil olduğun için bilmezsin 'Irz ve namustan mahrum olanlar,millet ve vatan hissi taşımazlar...' Diye bir söz. Kanımda Türk kanı akıyor vatanımı kanımda taşıyorum ben. Bence burada kansız olan da namussuz olan da sensin bunu tartışmaya gerek bile yok."

 

Yüzünün aldığı şekli keyifle izlerken arsızca gülümsedi "Bejno,benim yerime de icabına bak aşkım." Dediğinde yüzümü buruşturdum. Bir erkeğe muhtaç olacak kadar aşağılık bir kadındı.

 

Bejno sırıtıp elindeki kemeri bedenime indirmeden önce "Güzelsin ama salaksın." Dedi. Bedenime inen ilk kemer darbesine rağmen kahkaha attım.

 

"Sen yakışıklı da değilsin Bejno. Direkt salaksın."

 

Bundan sonra artan darbelere karşı bedenim sanırım iki saat içinde isyan bayrağını çekmişti.

 

🧭

 

"Abla?"

 

"Abla uyan.'

 

"Bir kar yağar ince inc-"

 

"Çiçek o uyurken söyleniyor. Bizim onu uyandırmamız lazım."

 

Kulağıma dolan fısıltı gibi boğuk seslerle gözlerimi usulca araladım. Başımda bana meraklı gözlerle bakan altı kardeşimle karşılaştığımda kaşlarımı çatıp yavaşça doğruldum.

 

"Çocuklar?" Dediğimde hepsi oturup gülümsediler.

 

"Abla iyisin değil mi?" Diyen Talha'nın endişeli sesi sızlayan bedenime rağmen ona sarılmama neden oldu.

 

"İyiyim tabii ki, ne zaman kötü olduğumu gördünüz? Bu kaslarım acı geçirmiyor ki benim." Dedim hayali kaslarımı gösterirken. Hepsi kıkırdayınca bende gülümsedim. Acıdan nefes alamıyordum.

 

"Akşam mı oldu çocuklar?"

 

"Eveeet, yemek de yedik. Hatta sana da ayırdık ama bize kızdılar." Talha'nın dedikleri kaşlarımı çatmama neden oldu.

 

"Neden kızdılar?" Dediğimde Gökçen "Sen cezalıymışsın ondan yemek yemeyecekmişsin."

 

Onaylar biçimde mırıltılar duydum. "Ben aç değilim ki zaten kuzucuklar." Dedim şakaya vurarak.

 

Dayak yemiştim bi güzel.

 

"Dijmin abla yemekte onlar bir şeyler konuştular. Sanırım yarın buradan gidicekmişiz. Hemde hepimiz." Boran korktuğum şeyi söylemişti ve tokat yemiş gibi irkildim. "Nereye gidiyormuşuz? Bir şey dediler mi?"

 

Başını salladı "Sınır dedi. Bilmiyorum ki ben sınır hangi ülke." Bu kadar erken miydi? Yani kurtulamadan?

 

Derince yutkunmak zorunda kaldım yarın yine kaçırılıcaktık ve sanırım artık sonumuz ciddi anlamda gelmişti. Gözlerim dolduğunda başımı eğdim. Sakinleşmeye çalışsam da boğazımdaki o yumru gitmiyordu.

 

Ölmek istemiyordum. Çocukların da ölmesini istemiyordum.

 

Ben bunları hak edecek kadar büyük bir günah işlememiştim ki.

 

Ben masumdum.

 

Yoksa değil miydim? Kötülerle kala kala kötü biri mi olmuştum ben de?

 

Derin bir nefes aldım. Gözlerimi mağaranın tavanına dikip gözyaşlarımı geri gönderdim. Gökçen ve Çiçek'in saçlarını okşarken dört yakışıklıya gülümsedim.

 

Rolünü iyi oynuyorsun palyaço.

 

"Kötü bir yer değil merak etmeyin. Hadi yatalım ve yine dualarımızı edelim. Marşlarımızdan okuyalım. Sonra birbirimize sarılıp uyuyalım. Sabah olsun,gidelim bu dağ başından. Hı,ne dersiniz?"

 

Hepsi sessizdi. Artık kanmıyorlardı bana.

 

O an anladım ki on yaş da altı yaş da gayet büyük yaşlardı. Maksat yaşta değil yaşadıklarındaydı.

 

🧭

 

Üzerimde bir ağırlık vardı. Nefes almamı zorlayan ve kaldırmakta güçlük çektiğim bir ağırlık. Karanlığın sardığı zihnim yavaş yavaş aydınlanırken boynumda soğuk bir nefes hissettim. Gözlerim hızlıca açıldığında üzerimde yatan biri olduğunu ve boynuma kondurduğu öpücükleri farkettiğimde nefeslerim hızlandı. İçimde kaburgalarımın kırılıp üst üste yığıldıkları yer alev alev yanıyordu. Kalbime sıçramış ateş kıvılcımları dehşetle çığlık atmama neden oldu.

 

"SESSİZ OL LAN!" Yüzüme aldığım darbeye rağmen bacaklarımı ve ellerimi kullanarak üzerimdeki şerefsizi itmeye çalıştım.

 

"BIRAK BENİ İTİN OĞLU!"

 

Adar,Dara'nın oğluydu.

 

Ve beni taciz etmekten çekinmeyen bazı geceler aynı bu şekilde beni bayıltıp bir yere götüren ve her seferinde tecavüz etmeye çalışan bir pezevenkti.

 

"Rahat dur dedim lan sana,sende istiyorsun işte biliyorum. Bakışlarından biliyorum."

 

"Bırak beni yalancı piç, şizofrenisin sen. Bırak dedim. Kafanda kurup kurup bana saldırmayı kes, ben Arîn değilim, ben Türk kadınıyım. Sizin gibi şerefsizlere bakacağıma geberip giderim daha iyi."

 

Soluk soluğa konuşurken önce dikkatle beni dinlemiş,elleri bileklerimi sıkı sıkıya tutmuştu. Dudaklarıma kayan gözleri midemin bulanmasına neden olduğunda bana yaklaştığını farkedince başımı yana çevirip kusmaya başladım.

 

"YÜRÜ GİT ŞURDAN KALTAK. Bİ ÜZERİMİ BOKLAMADIĞIN KALMIŞTI OROSPU!"

 

Üzerimden kalkıp mideme defalarca tekme attığında daha fazla kusmaya başladım. Kasıklarıma kayan darbeleri dehşet verici bir ağrıyla kıvranmama neden olduğunda gözlerimin kaydığını şafak vaktinin yaklaştığını belli eden gökyüzünü görünce anladım. Ölmeyi diledim. Yeniden.

 

İsyan etmek istemedim ama içimdeki küçük kız,çocuk gibi sızlanmak istiyordu.

 

"BANA BAK LAN! ÖLDÜN MÜ KAHPE?!"

 

Ne dediğini algılayamıyor,algılamak dâhi istemiyordum.

 

Öldüm dedi içimden bir ses.

 

Kaçırıldığım gün öldüm.

 

O çocukları gördüğüm gün öldüm.

 

Şiddete uğradıkça,taciz edildikçe öldüm.

 

Ama en çok bugün öldüm.

 

Beni bir leşmiş gibi itip bıraktığında gözlerim kapanıyordu. Çok yorgun,dirençsiz biriydim ve yaşadıklarım ruhumu çok yaralıyordu. Gözyaşlarım akmaya başladı.

 

Yine de ayağa kalkmaya mağaraya girmeye çalıştım. Ayağa kalktığımda kasıklarımdan bacaklarıma inen ve siyah pantalonumu ıslatan sıcak bir sıvı telaşlanmama neden olamayacak kadar alışılagelmiş bir şeydi. Düşe kalka mağraya girdiğimde çocukların önüne konulan küflü ekmek ve bir kaç tane domatesi gördüm. Bugün şanslılardı ki midelerine doğru düzgün bir şey girecekti.

 

"Abla sen nerdeydin,çok korktuk biz. Bizi bırakıp da gittin sandık." Talha iç çekmeme neden olduğunda karnımdan belime yayılan ağrıyı görmezden geldim. Yüzümdeki yaşları sildim gizlice.

 

"İyiyim sadece pek uyuyamadım,dolaştım biraz."diye bir yalan attım ortaya.

 

Aslında pek yalan değildi gece çocuklar ve dışardaki yabaniler uyuyunca sessiz sessiz onların çadırının önüne gitmiş,oturdukları ve toplantı yaptıkları masada duran bir kaç evrağı,haritayı incelemiştim. Telefonum tabii ki yoktu almışlardı aylar önce ama görsel hafızası yüksek bir kadındım. Gözümün önünde canlandırdığım harita şehire ve köye inen yolları da gösterdiği için kafamda dolaşan tilkiler binbir çeşit plan kurmuş,içimdeki kurtlar saldırı için an kolluyordu.

 

Her ne kadar bedenim acı çekse de kurtulmak için her şeyi yapardım.

 

Şimdi benim az önce tacize uğramış olmamı bu kadar kolay atlatmamı garipsiyor olabilirlerdi ama ben cidden her şeye alışmıştım. Çünkü bunun daha ağırlarını yaşamıştım. Kasıklarımdan süzülmeye devam eden kanı hissediyordum.

 

Acıdan kısılan sesimle minik arkadaşlarıma "Çocuklar domatesleri paylaşarak yiyin ve lütfen hiçbiriniz aç kalmayın,küflü ekmeklerin de küfü az olan yerleri yiyin ve bol bol su için tamam mı?" diye sordum.

 

Anlam veremeseler de beni onayladıklarında hepsi hızlı hızlı yemeye ve bol bol su içmeye başladılar. Bende kendim için bırakılan domatesin birazını ısırıp geri kalanını çocuklara verdim ve bolca su içtim.

 

"Abla,biz şimdi ülkemizden de mi gideceğiz?"

 

Ali'ye döndüğümde alnımda biriken ter damlalarını sildim. Ve bedenimi sürüyerek onlara ulaştım.

 

"Çocuklar bugün buradan kaçacağız, bakın yine sakince beni dinlemelisiniz ve yine rollerimizi güzel oynamalıyız tamam mı?"

 

Hepsi hızla başlarını sallayıp onayladıklarında onlara anlayacakları dilden planımızı anlattım.

 

Sessizce beklemeye başladığımızda güneş çoktan doğmuş her taraf aydınlanmıştı. Bir anda içeriye dalan Arîn "Kalkın,gidiyoruz bu cehennemden. Artık tamamen bizim malımızsınız. O çok güvendiğiniz Türk itleri kaç aydır sizi bulamadı." Dediğinde tepemin tası atsa da sesimi çıkarmadım ayağa kalktığımda çocuklar da arkamda ikişerli sıra olup el ele tutuşmuşlardı. Onların önüne geçmesini sağladım ve mağaradan çıktık.

 

Arîn'in yanından geçerken kısa boyuna ve çirkin yüzüne yukardan aşağılayıcı bir bakış attım "Türk'ün iti sizlersiniz Arîn. Yoksa hav hav falan mı demeliydim anlaman için? Malum anlayışın kıt,dilin farklı." Diyip yanında geçtim. Çocuklar önümden ilerlerken arkamda sırtıma doğrultulmuş bir tüfek ve en önde yürüyen Dara,Adar ve Bejno üçlüsü vardı.

 

Sağımızda 3,solumuzda 4 kişi daha vardı. Her geçtiğimiz yolu milim milim hesaplıyordum. Doğru yer geldiğinde planımı devreye sokmam gerekiyordu. Bir elim kasıklarımda diğer elimde önümde yürüyen Boran'ın omzundaydı.

 

Plan basitti ama denemeye değerdi.

 

İlk amacım çocukları kurtarmak ve onlara zarar gelmemesini sağlamaktı.

 

Planım ise şuydu; Çocuklar çişleri geldiğini söyleyeceklerdi. Bir yerde duracaktık ve Melih detaylıca tarif ettiğim hatta yerde bulduğum minik taşla yere zar zor çizip de anlattığım patika yoldan hızla inip yakınlardaki küçük köye gidecek ve yerimizi köylüye söyleyerek Türk askerlerine haber vermelerini istemekti.

 

Sınıra ulaştığımızda ise sınırdan geçmemize ben engel olacaktım. En azından manipüle edecek ve askerlerimizin bizi alması için zaman kazandıracaktım.

 

Basitti, saçma gelebilirdi ya da riskli ama şerefsizlerle yaşamak yerine namusluca ölmeyi tercih ederdim. En azından denedim derdim.

 

"Bremin,askerlerden ses soluk yoktur, bir kıllanmadım değil he."

 

Bejno,Adar'a karşı konuştuğunda Adar ona cevaben "Korkuttuk ya ondandır herhal." Dedi. Korkmak? Türkler? Askerlerimiz? Şaka mıydı bunlar?

 

Sessizce nefesimi verdiğimde çok az bir yol kaldığını biliyordum çünkü saatlerdir ilerliyorduk.Boran'ın yanında, önümde yürüyen Melih'in omzuna hafifçe elimi koyduğumda işaretimi almış ve sızlanmaya başlamıştı.

 

"Çişim geldi benim. Ne zaman duracağız?"

 

Ona cevap vermek için dönen Dara "Kes lan içinde tut sidiğini." Demiş önüne dönmüştü. İkinci işaret olarak bu cevabı bekleyen Çiçek "Ben de çok susadım ama biraz dursak olmuyor mu?" Demişti.

 

Bejno söylenerek "Ya bu veledler ne susmak bilmezmiş he? Birinin sidiği gelir biri susar."

 

"Lütfen duralım şurada iki dakika tuvaletimi yapıp geliyim." Melih tam da ulaştığımız yerde bunu dediğinde durmaları için dua ettim. Adar dönünce benim bakışlarımı görmüş eliyle herkesi durdurmuştu. Bana takıntılı pisliğin tekiydi ve benim bunu kullanmaktan başka çarem yoktu bu yaptığım şerefsizlikti resmen tacizcime gülüyor,ona muhtaçmış gibi bakışlar atıyordum. Nefret ediyordum kendimden,şu çocuklar olmasa kafama bir dakika bile düşünmeden sıkardım. "Duralım da şu suyunu içsin. Sende git lan şu çalıların ardında işe çabuk ol almiyim ayağımın altına!" Dediğinde neredeyse ağlayacaktım sevinçten.

 

Sırtımdan çekilen tüfeğin ucuyla herkes bir yerlere oturmuştu. Çiçek su içerken,Melih gözlerime bakarak gülümsemiş çalıların ardına gitmişti. Ona gülümseyişlerimi yolladım. Umarım dedim umarım sağ salim o köye ulaşırdı.

 

🧭

 

Aradan geçen dakikaların ardından Dara sinirle sağa sola gidiyordu. En sonunda benim arkamda bulunan herife bağırdı. "LAN GİT BAK ŞU VELEDE!"

 

Arkamdaki herif koşarak çalıların arkasına gittiğinde bir kaç saniye sonra geri geldi. "Komutan yoktur burada veled-i zina."

 

Gözlerimi kapayıp yutkundum, galiba başaracaktık. Dara bağırarak herkese bir şeyler demeye başladığında çocukları kendime doğru çektim. "NE DEMEK YOK LAN? NE DEMEK YOK?! LAN NERE GİDER O PİÇ? EL KADAR VELED? SEN SÖYLE LAN SENİN BAŞININ ALTINDAN MI ÇIKTI BU? NERDE YANINDAKİ VELED?!"

 

Masummuş,hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi yapmaya başladım. "B-benim alakam yok b-ben yemin ederim bir şey bilmiyorum." Dediğimde Dara bana doğru atıldı saçlarımı kavradığında acıyla inledim.

 

"Yalan deme bana. Sürtük!"

 

Gözlerimi bilerek Adar'a kaydırdım,gururumu incitici hareketler yapıyordum elimde olsa canını almak istediğim kişilere medet ummak ister gibi bakmak benim için o kadar can yakıcıydı ki. Felfenaydım kendimi parçalara ayırmak istiyordum.

 

Adar bana bakıp yutkundu ve babası Dara'ya "Büyük başım, bırak şu karıyı,veled de nereye gittiyse gitti. Geberir gider yürü gidelim şu sınıra artık."dedi.

 

Dara beni iterek bıraktığında nefretle bana bakmıştı. Bende bilerek gözlerimi doldurmuş Adar'a gülümsemiştim.

 

Kendimden nefret ediyordum.

 

Yürümeye devam ettiğimizde gerginlik tüm bedenimi sarmıştı bilerek yavaş yürüyorduk çünkü Melih küçüktü ve oraya varması uzun sürecekti. Saatlerdir yoldaydık ve içimdeki korku kemirip bitirmişti sanki beni. Çocuklar da gergindi hissediyordum.

 

Korkudan titriyorlardı, kollarımı onlara sarmak bize kimsenin dokunmamasını sağlamak istiyordum. Onların bedenindeki her şiddet izini silmek, beyinlerini kötü anılardan arındırmak istiyordum.

 

Sınıra yaklaşık bir kilometre kalmıştı az önce yanından geçtiğimiz tabeladan görmüştüm. Bu daha da gerilmeme beden olmuştu.

 

Ama.

 

Bir anda sağ tarafımızdaki boş araziye atılan bombayla kendimi çocukların üzerine kapattım. Dara küfürler saçarken yüzümde koca bir gülümseme vardı. Galiba kurtulmuştuk.

 

"TUZAĞA DÜŞTÜK!"

 

Çocuklar ağlamaya başladığında bizi geri çekmeye çalışan herife direndim.

 

Dizimi kasıklarına geçirdiğimde yere yığıldı etrafımızda kurşun sesleri dışında bağırış sesleri vardı. Yerdeki herif uzağa savrulan tüfeğine iki büklüm halde uzanmaya çalışıyordu çocuklar yerde birbirlerine sarılmış olabildiğinde eğilmişlerdi.

 

Günler önce cebime koyduğum keskin yağ bıçağını çıkarıp yerdekinin karnına sapladım acıyla bağırınca yüzüne yumruk attım bayıldığını gördüğümde yerde sürünerek onun almaya çalıştığı tüfeğe uzandım. Artık gözüm kararmıştı. Ya ölecektim ya da öldürecek.

 

Çocuklar adımı haykırarak ağlarken elimde sıkıca kavradığım tüfek, hedefimde hayatımı mahveden kişi vardı. Bedenime keskin bir acı girmeden önce silahı defalarca,kurşun bitesiye kadar ateşledim. Adar'ı vurdum. Vücudumdaki keskin bir acıya rağmen her zamanki gibi gülümsedim amacıma ulaşmıştım,çoukların kurtulmasını sağlamıştım ve sanırım ölüyordum zaten bu haysiyetsizlikle yaşayamazdım. Gururumun gözden düştüğü gibi dizlerimin üzerine düştüğümde dilimde tek bir kelime yankılandı.

 

 

Mukadderat...

 

 

***

 

Bittiiiii.

 

İlk bölümün sonuna geldik. Açıkçası bu bölüm biraz yavaş ve anlayıp kavramak için yazılmış bir bölüm gibi oldu.

 

Tabii daha yeni başladığımız için böyle.

 

Daha önümüzde bir sürü yol var...

 

İlk bölümümüz nasıldı sizce,fikirleriniz benim için çok önemli.

 

Umarım bölüm içindeki duyguları hissedebilmişsinizdir.

 

Bakalım bundan sonra neler olacak?

 

Diğer bölümde görüşmek üzere hoşça kalınnnn. 💗

 

dolunaydakigelgit

 

🧭

Loading...
0%