Yeni Üyelik
21.
Bölüm

20.Bölüm "VİRANE İKİ BEDEN"

@dolunaydakigelgit_

 

 

 

 

İyi okumalar.

 

 

 

Bölüm şarkıları: İzah-Gitme Demem

 

 

Şebnem Ferah-Hoşçakal

Kalben-Haydi Söyle

Mor ve Ötesi-Bir Derdim Var

 

***

 

"Zafir yapamayacağım, seni bırakıp nasıl gideyim ben?!" Dedim korkuyla.

 

Yedek şarjörünü çıkarıp cebine sıkıştırdıktan sonra bana döndü ve hızlıca yüzümü kavradı.

 

"Vaktimiz yok,unutma ben Türk askerim. Düşmanı çelik pençemle ezer geçerim. Şimdi kapıyı aynı anda açmayacaksın. Ben çıktıktan sonra ateş edecekler. Karşıdaki evleri görüyor musun?" Dediğinde başımı salladım,dolu dolu olan gözlerimle daha gözümün önünü bile göremiyordum.

 

"Güzel, çatışma başladıktan sonra hemen kapıyı aç ve koş, ormanın içinden geç ve o evlere doğru koş tamam mı?" Dedi hızlı hızlı ama nefesini o kadar iyi kontrol ediyordu ki soluk soluğa falan kalmamıştı.

 

"T-tamam ama sen?" Dedim ısrarla,onu kaybedemezdim.Kaybetmek istemiyordum,onu tanıdığımdan beri hep rüyalarımda kollarımda şehit olduğunu görüyordum şimdi bu olabilirdi,onu kaybedebilirdim...

 

"Beni düşünme,sen iyi olursan ben de iyi olacağım. Seni seviyorum bunu unutma ve şunu da bil eğer bana bir şey olursa-"

 

Hıçkırığım sözünü kesti.

 

"Hayır, hayır sana bir şey olmayacak. Söz ver bana!" Dedim birazcık sesimi yükselterek ama öyle kesik kesik konuşmuştum ki anlaması güçtü.

 

Arabaya açılan ateşle boynumdan tutup beni yere doğru eğdi,kendisi de eğilirken sıkı bir küfür etti.

 

Sonra boğuk ama kalın sesiyle bana doğru konuştu.

 

"Kuralları unutma."

 

Arabanın kapısını yavaşça açmasıyla arka camın tuzla buz olması bir oldu.Attığım çığlık arabanın içinde yayıldı.

 

Zafir, silahıyla iki el ateş etti bir taraftan da kendini de korumaya çalışıyordu, arkamızdan gelen silah sesleri Zafir'in ateş etmesiyle kesildi.

 

Zafir, temkinli bir şekilde başını eğerek aradan çıktı,sessiz olmam gerekirken ona bağırmak, çığlık atmak,gitmemesini haykırmak istiyordum ama yapamadım.

 

Yüreğim bir bebeğin çaresiz ağlayışlarıyla,çırpınışlarıyla doluydu.

 

Arabaya isabet eden onca kurşunların arasında öylesine,koltukta eğilmiş için için ağlıyordum. Kontrolünü yitiren nefes alışverişlerim zihnime oksijen göndermekte zorlanıyordu,ne bir şey düşünebiliyor ne de hareket edebiliyordum. Silah sesleri az olsa da durulduğunda Zafir'in bağıran sesini duydum.

 

"ALMİNA KAÇ,ŞİMDİ HADİ!" titreyen ellerim kapıyı zar zor açtı,belimde sabitli duran silahın soğukluğu çıplak sırtıma değiyor ve canımı yakıyordu.

 

İlk kapıyı açtığım anda silah sesleri tamamen susmuştu.

 

"HEH ŞÖYLE YOLA GEL YÜZBAŞI,YAVAŞÇA KARIYI BİZE TESLİM ET!"

 

Diye bir ses duyuldu. Midemin bulanmasıyla dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"SİKTİR ORDAN,OROSPU ÇOCUĞU." Diye bağıran sevdiğim adamın içinde yıkılan binaları, köprüleri;bir şehrin alabora olmasını sesinden duyuyordum.

 

Bu sessizliği fırsat bildim, Zafir'in dediği gibi ayaklarımı yere bastığım an arabadan hızla fırladım ve az önce arabada bulunduğum o kaos ortamında zar zor incelediğim ve bir halt görmesem de kaçabileceğim yerleri tahmin ettiğim yola atıldım. Benim koşmaya başlamamla silahların ateşlenmesi bir oldu.

 

Siz hiç sevdiğinizi arkanızda ölüme terk edip gittiniz mi? Ben istemedim,yemin ederim istemedim ama zorunda kaldım. İçimde dağlar devrilse de ben devrilemezdim. Mantıklı düşünmeye çalıştım,onu kendim için ölüme terk ederken kendim yaşamak için onun dediklerine güvendim.

 

Ne kadar da nankördüm...

 

Artık ağlayamıyor olabildiğince hızla koşmaya çalışıyordum,benim arkamdan geçen kurşunları, Zafir'in bağırışlarını duyuyordum. Bu,ben ağaçların arasına karışıncaya dek sürdü sonraysa sadece geriye silah sesleri kaldı.

 

Bir de geride bıraktığım kalbim...

 

🧭

 

Saatlerdir yürüyordum,koşuyordum,hiç ama hiç durmamıştım. Başım delicesine dönüyor, ayaklarım artık yere yamuk basıyordu. İlkte arkamdan gelen adama izimi kaybettirmiştim elimdeki silah her bir adımımda daha da ağırlaşıyordu ve taşıyacak mecalim kalmamıştı.

 

Geri dönmek istemiştim ama kaybolmuştum, karanlık bir orman;ormandan gelen vahşi hayvan sesleri çok da umrumda değildi. Reva olan ruhum beni hissizleştirmişti,aylar önceki Almina nasılsa yine o halime dönmüş gibi hissediyordum,düşüncelerim beni kıskaca almıştı. Saçlarım terden yüzümün belli noktalarına tutam tutam yapışmıştı,üzerindeki kıyafetler de aynı durumdaydı ve serin ormanın gerici,soğuk havası beni oldukça üşütüyordu.

 

Zafir...

 

Kim bilir neredeydi,ne haldeydi? Yüreğim onun için atıyor her ne kadar durmak istese de onun için intihar girişiminde bulunmuyordu.Arkama bile bakmadan kaçmıştım,o heriflerin kaç kişi olduklarına dair bile bir fikrim yokken benim hayatımı defalarca kez kuetaran adamı geride bırakmıştım.

 

Delirecek gibi hissediyordum aylar öncesinde olduğu gibi... Öyle korkuyordum ki dakikalar boyunca nefesimi tuttuğum, nefes almayı unuttuğum olmuştu. Onsuz nefes almak,onun nefes alıp almadığını bilmeden nefes almak bana yasakmış gibi geliyordu.

 

Yerdeki tümseği farketmeyip yan bastığımda bedenim yeri boyladı. Elimdeki silah benden biraz ileriye gitti, avuç içlerim buz gibi toprağa mıhlandı ve dizlerim yere sürtündü. Saçlarım yüzümün iki yanından sarkarken gözlerim istemsizce kapandı ve burnumdan bıkkınca bir nefes verdim, yaşamak istemiyordum.

 

Yeniden bunları düşünmek, aynı hisleri hissetmek çok ağır gelmişti.

 

Gözlerim zifiri karanlıkta hiçbir şey göremezken ayın hüzmeleri ağaçların arasından az da olsa önümü aydınlatıyordu, gözlerim bulanık görmeye başladığında midemden soluk boruma doğru yükselen asit hızla yandaki ağacın dibine istifra etmeme neden oldu.

 

Kendimden artık daha çok nefret ediyordum,içimde ne var ne yok çıkardıktan sonra bedenimi saran soğuk esinti titrememe neden oldu, gözyaşlarım çoktan yanaklarımdan intihar etmişti.

 

Bu gece içimden bir şeyler kendini öldürmese nasıl hayatta kalacaktım, yaşamak için aşkımdan vazgeçmiştim çok pişmandım ve bunun stresi, yükü, üzüntüsü bütün vücudumu ele geçirmişti. Gözyaşlarım şiddetini arttırdı. Avuçlarımda bulaşan topraktan ötürü elimin yersiyle dudaklarımı sildim ve sessiz sessiz ağlamaya devam ettim. Doğrulamaya çalışmadan önce dizlerimin üzerinde emekleyerek hafif hafif ilerledim ve el yordamıyla Zafir'in verdiği silahı buldum.

 

Onun izlerinin bulunduğu bu silah bile ağlamamı şiddetli bir fırtınaya dönüştürmek için yeterli sebepti. Geri dönmek, kolları arasına girmek istiyordum hâlâ daha temastan,dokunuşlardan korksam da çekinsem de ona temas etmeden, sarılmadan bu izler geçmeyecekti.

 

Ayağa kalktığımda hiçbir şey görmeyeceğimi bilsem de etrafıma baktım,telefonum elbette ki yanımdaydı ama hiçbir şekilde çekmiyordu ve servis dışıydı,Zafir zaten olaylar olurken gereken birimle haber verdiği için de acil arama yapmama gerek olduğunu düşünmüyordum ki şu an bırakın konuşmayı telefonumdan yayılacak en ufak bir ışık bile beni arayan o zalimin beni bulmasına neden olabilirdi.

 

Ki tabi hâlâ arıyorsa...

 

Bu yüzden ne bir flash açmaya ne de arama yapmaya cesaretim yoktu.

 

Dengemi sağlayamadığımda olduğum yerde bir ileri bir geri sallandım,çamurlu elim alnıma giderken kirlenmek zerre umrumda değildi. Yutkunduğumda boğazımda yayılan ve göğüs kafesime inen ağrı yüzümü buruşturmama neden oldu. Elimi alnımdan çekip tekrardan yavaş yavaş yürümeye başladım,bazen hızlı bazen yavaş bazense parmak uçlarımda yürüyordum.

 

Nereye gittiğime dair bir fikrim yoktu ve bu belirsizlik beni daha da delirtecekti.

 

Yine de kendimden daha çok değer verdiğim kişiyi düşünmeden edemiyordum ve şu an yaşadığım hiçbir olumsuz düşünce beni ondan daha fazla kaygılandıramazdı.

 

Ağlaya ağlaya yürümeye devam ettiğimde arkamdan duyulan ses hızla arkamı dönmeme neden oldu ve silahımı sıkı sıkı kavradım,acemice tutuşum gram umrumda değildi. Olduğum yerde nefesimi tutup öylece dikildim,hiçbir şey görmüyordum ve tek yaptığım şey silahımı boşluğa doğru doğrultmaktı.

 

Bir süre ses gelmeyince az ötemdeki,zar zor gördüğüm ağacın arkasına saklandım.

 

İçimden ettiğim dualar birer yakarıştı.

 

Bedenim kaskatı kesilmişken artık nefesimi tutamıyordum çünkü kalp ritimlerim aşırı derecede bozulmuştu. Hızlı hızlı alıp verdiğim soluklarla kendimi dizginlemeye çalışsam bile yine de kendime mani olamıyordum.

 

Arkamdan terar bir hışırtı sesi geldiğinde kalbim korkuyla kasıldı,akmakta olan gözyaşlarım duruldu. Yüreğimde patlayan volkanlara rağmen lavların gözlerimden süzülmesine izin vermedim, içimde biriktikçe bütün organlarımı yakıp kül etti ama dışıma akmasına,beni yakmasına izin vermedim.

 

Titreye titreye öylece oturdum,elimde sıkı sıkı kavradığım silahım,saatleri deviren gökyüzüne eşlik eden dualarımla şafağın sökmesini izledim.

 

🧭

 

Bütün bedenim,gecenin ayazını yemişti ve şafak söktüğünde bile hâlâ daha kaskatıydım. Gece boyunca deyimi yerindeyse göz kırpmadan o ağacın dibinde oturmuştum,ne bir yere gitmiş ne de hareket etmiştim.

 

Güneş şu an tepedeydi ama ben hareket etmek bile istemiyordum, gözlerim acıdan yanıyordu ve hâlâ devam etmekte olan mide bulantımla başımın dönmesine bir çarem yoktu. Saatlerdir tuttuğum silahın şeklini alan parmaklarıma uyuşmuştu ve bileğim bu ağırlıktan ağrımıştı,gram umrumda değildi.

 

Onu istiyordum, Zafir'i.

 

Beni bir tek o bulabilirdi,en çok o kurtarabilir,yaralarımı en çabuk o sarabilirdi,kalbimde geceden beri olan bir ağırlık vardı. Önceden gördüğüm rüyalar artık halisülasyon olarak gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu ve bu da kalbimde bir ağırlığa neden oluyordu.

 

Aşıklar hisseder miydi?

 

Birimizin canı yansa diğerinin solluğu kesilmez miydi? Kesilirdi. Ondan mıydı dün geceden beri bu nefes alamayışlarım. Korkuyordum,ona zarar gelmesinden deli gibi korkuyordum. Beni affeder miydi ki? Onu öylece arkamda bırakıp gittim diye... Beni hâlâ sevmeye devam eder miydi?

 

Arkamdan gelen hışırtı seslerini artık gram umursamıyordum çünkü emin olduğum bir şey vardı: kafayı yemiştim. Dün geceden beri ara ara olmak şartıyla gerek uzaktan gerek yakından duyduğum adım sesleri benim delirdiğimin en büyük kanıtıydı, halisülasyon gördüğüm gerçeğine inandığım bu noktadan beni çekip çıkaran,kendi ismim oldu.

 

"Almina!"

 

"Almina neredesin?!" Bu yabancı seslerin hiçbirini tanımıyordum, yüreğim korkudan titredi,evsiz bir çocuk gibi, yağmurda sırılsıklam olmuş bir yavru kedi gibi titredim. Gözlerim anında dolduğunda kalın,beni gizleyen ağaç gövdesine teşekkür ettim.

 

"Almina yenge?" Diye bağıran bir ses duyduğumda olduğum yerde dikleşmeye çalıştım emin olamasam da bu ses Fatih'in sesine benziyordu.

 

"Almina?" Diye bağıran bir ses daha duydum ama yine kime ait olduğu belli değildi,dikleşen omuzlarım anında çöktü ve kendimi gizlemek adına ağacın dibine daha da sindim çünkü sesler git gide yakından gelmeye başlamıştı.

 

"Kolye buldum,buraya gelin!" Dedi bir ses, ellerimi boynuma koyup kolyemin var olup olmadığına bakmaya bile korkuyordum,yapmadım,yapamadım.

 

"Onun olabilir mi?" Dedi bir adam.

 

"Nereden bileyim amına koyayım!" Dedi yine Fatih'in sesine benzeyen bir ses.

 

"Doğru yoldayız bence."

 

"YENGE,BENİM FATİH! NEREDEYSEN ÇIK HADİ, BORAN KOMUTAN SENİ BEKLİYOR!" diye bağıran ses,benim miladımdı,kurtuluşumdu,yüreğimin son çırpınışı aldığım son soluktu. Onun adını duymak beni yeniden hayata döndürürken damarlarımdaki kanın çağlayarak aktığını hissettim.

 

Kendime çektiğim dizlerimi hareket ettirmeye çalıştım ve bacaklarımı uzattım ardından silah tutmaktan uyuşan kolumu yere koydum ve ayağa kalkmaya çalıştım, çıkardığım sesleri duyduklarını çekilen silah seslerinden hissediyordum.

 

Yavaşça ayağa kalktım bunu yaparken de arkamda,gece boyunca yaşlandığım ağacın gövdesine tutunarak yapmıştım.

 

Öne doğru bir adım attığımda adımım boşluğa düşer gibi oldu,yine de kendimi toparlayabildim,onlara doğru döndüğümde gördüğüm yaklaşık 10/15 kişilik asker ve polis ekibi beni öylesine rahatlattı ki giydikleri üniformaya bir kez daha şükür ettim.

 

"Y-yenge?" Diyen Fatih'in sesini duymamla adım atmam ve dizlerimin üstüne düşmem bir oldu. Gece boyunca çok fazla yürümüş ardından da pozisyonumu bozmadan saatlerce oturmuştum, yürümeyi unutmuş gibi hissediyordum.

 

Fatih ve birkaç kişi daha bana doğru geldiklerinde diğerleri etrafı kolaçan ediyordu. Fatih hemen üzerindeki üniformanın ceketini çıkardı,birbirine çarpan dişlerimden ötürü üşüdüğüm8 düşünmüş olmalıydı. Omuzlarına bırakılan cekete hiçbir tepki vermedim yerde odaklandığım tek bir nokta vardı ve kimseyi umursamadan tek bir kişiyi düşünüyordum.

 

O neden gelmemişti?

 

Bir şey mi olmuştu? Bir şey olmuştu... Gelirdi o,ne olursa olsun gelirdi. Gelmesi gerekiyordu. Neden burada değildi,ben ondan gittim diye o da bana gelmemiş miydi? Korkuyordum ya onu kaybettiysem? Ya ona bir şey olduysa? Yine aynı korkuyu yaşamaktan korkuyordum ki bu sefer aramızdaki bağ daha farklıydı, onun yaralanması demek benim ölmem demekti. Neredeydi?

 

"Yenge lütfen sakin ol,çok titriyor oğlum bir şey yap sen sağlık okumadın mı?!" Dedi Fatih, omuzlarımdaki ceketi hâlâ tutma gereksinimi duyarken.

 

"Panik atağı var mı? Sanırım kriz geçirmek üzere. Hemen gitmeliyiz,Boran komutana haber verildi mi?" Dedi başka bir ses.

 

"Hay sokayım ya,var panik atağı. Hemen gidelim hadi!" Dedi Fatih.

 

"Boran komutana haber verildi." Dedi bir ses. Yaşıyor muydu yani?

 

O zaman neden gelmemişti?

 

Kollarıma değen yabancı ellerle kendimi hızla geri çektim ve ayağa kalktım.

 

Arkamdan Fatih bir şeyler dese de umursamadım.Kimseye bakmadan yürümeye başladım, çoğu arkamdan geliyordu Fatih ise koşa koşa yanımda bitmişti bana geceyi nasıl geçirdiğimi,zarar görüp görmediğimi soruyordu. Cevaplamadım çünkü kendi beynimde dönüp duran sorular da cevaplara muhtaçtı ve bulamadığım cevaplar göğsüme hançer olup saplanıyordu.

 

Onların yönlendirmesiyle yaklaşık bir,iki saat yürüdük. Gece boyunca bu kadar yürüdüğümün farkında bile değildim,o an ağlamaktan hiçbir şey düşünemiyordum ki Zafir'e dönmemek için kendimle verdiğim savaş taktire şayandı. Bu yüzden geçen zamanın farkında bile olmamıştım.

 

Benim gece boyunca çıkışı arayıp kafayı yediğim ormandan basitçe çıkmak beni daha da öfkelendirdi,buradan kolayca çıkabilir, Zafir'in yanına dönebilirdim!

 

Aptaldım,bencildim!

 

O olsa beni geride bırakmazdı ömrüm boyunca bunun vicdan yüküyle yaşayacaktım. Ben aşık olduğum adamı geride bırakmıştım...

 

Bir askeri araca bindiğimizde karşıma dört kişi geçti, yanıma da iki kişi oturdu diğer ikisinden biri şoför biri de ön yolcu koltuğuna geçti sanırım kalan birkaç kişi arkadaki beyaz,polis otosuyla gelecekti.

 

Karakmda duran Fatih, yanımdaki adama bir bakış atmıştı. Adam bana temas etmese de yine benim tersim yönünde kaydı ve oraya oturdu.

 

"Yenge,su vereyim mi biraz? İyi görünmüyorsun." Dedi Fatih.

 

Bana yenge demesini umursayacak değildim.

 

"Zafir?" Dedim yere bakarken,tek umrumda olan oydu. Benim susuzluğum, açlığım,uykusuzluğum, tüm kaygılarım onunla son bulacaktı. En temel ihtiyacım oydu,yaşama sebebim olmuştu.

 

"Komutanım iyi,merak etme bir şeyi yok. Albay onun gelmesine izin vermedi, delirdi, ortalığı birbirine kattı gelmek için yaralı olmasına rağm-" sözünü yarıda kesip, kurşun gibi delici bakışlarımla ona baktım.

 

"Yaralı?" Dedim sorar gibi.

 

Boğazını gergince temizledi ve ensesini kaşıdı.

 

"Yani kurşun kolunu sıyırmış bir de karnını ama hiç ciddi bir şeyi yok dikiş atıldı zaten iki haftaya bir şeyciği kalmaz evel Allah." Dedi abartmayla.

 

Nefesim içimde tıkandı, yaralanmıştı. Kemal albay yüzünden gelememişti... Ben de saçma sapan şeyler düşünüp saçmalamıştım...

 

Kesiklerle dolu avuç içimi yüzüme batırdım,kendimi hiç ama hiç iyi hissetmiyordum. Bacağıma değen bacakla olduğum yerde irkildim ve korkuyla sağıma baktım, yanımdaki asker mahçupça bana bakmış ve biraz daha kenara katmıştı.

 

"Pardon yenge." Demişti.

 

Başımı eğip sorun yok der gibi başımı iki yana salladım ve soluma çevirdim. Sanırım herkes Zafir'le aramdaki ilişkiyi öğrenmişti. Hiç sorun değildi,bunu dert edecek değildim zaten gizlediğim bir şey yoktu.

 

Yarım saat boyunca sessizliğin kavurduğu yolculukta akıp giden yolu izlemiştim başka da hiçbir şey yapmamıştım. Hâlâ ürkek bir ceylan gibi titriyor kendimi üç ay önce kurtarıldığım güne dönmüş gibi hissediyordum.

 

Araç tanıdık karakolun önünde durdu, arabanın kapısı açıldığında askerler sırayla aşağı indiler, sıra bana geldiğinde Fatih düşmeden inebilmem için bana elini uzatmıştı. Ona kısa bir bakış attım ama elini tutmadım. Yine ve yeniden kimsenin bana dokunmasını istemiyordum.

 

Fatih bunu anlayışla karşıladı elini çekmedi ama dokunmadı da olur da düşersem diye hep teyikte bekledi, adımlarım yere bastığında belimde duran ve hâlâ tenime temas eden silahın ağırlığından mıdır bilmem ama dizlerim beni taşımayacak gibi oldu.

 

Uzun zaman sonra geldiğim yer,geliş şeklim bile aynıydı ki içime çöken kasvet ciğerlerimi yakıp geçti.

 

İlk adımımda düşecek gibi oldum Fatih hemen hareketlendi ama onu elimle durdurdum çok değil saniyeler sonra o tanıdık kapıdan çıkan birkaç asker,bir hemşir ve sevdiğim adam...

 

Üzerinde ona çok yakışan üniforması,yüzünde gördüğüm endişeye tezat onu heybetli ve yıkılmaz gösteriyordu.

 

Herkes kenara geçtiğinde hiç zorlanmadan aralarından sıyrıldı ve birkaç merdiveni uzun bacaklarıyla hızla indi,bu süreçte göz temasını hiç mi hiç kesmedik.

 

Ona sarsak bir adım attım,o ise yıkılmaz bir tavırla hızlı hızlı geldi.

 

Bize bakan hiç kimse umrumuzda değildi.

 

Bir adım daha attım,dizlerim titriyordu.

 

Nefesini kontrol edebilen bu adam nefes nefese önümde bitmişti.

 

Ellerini uzattı, yüzümü avuçlamak istediğinde bir adım istemesem de geriye gittim,elleri yumruk oldu ve iki yanına indirdi. Gözleri gözlerime mıhlanmıştı gözlerine yayılan acıyı görmüştüm,bu acı yaralarından mıydı bilmiyorum ama sanmıyordum. Benim yüzündendi.

 

Mahçupça başımı onun önünde eğdim, hiçbir zaman başını eğme diyen adamın sözünü çiğnedim ve başımı bu adamın önünde eğdim. Burnundan acı çeker gibi bir nefes verdi, "Güzelim?" Dediğinde midemde uçuşan kelebeklerin kanatları yaralıydı ki bu ilk defa canımı acıttı.

 

Elim usulca belimdeki silahını buldu ve belimden çekip çıkardım,bu silahın ağırlığı dün geceden beri tüm bedenimdeydi ve ben artık daha fazla taşıyamayacaktım.

 

Titreyen elimle silahı ona uzattım,o ise almadı,o almadıkça silah elimde daha da ağırlaştı.

 

"Almina yüzüme bak." Dedi dişlerinin arasından.

 

Siniri bana değildi adım kadar emindim ama bunu bilmeme rağmen yine de yüzüne bakmadım. Bakamadım.

 

Silahı uzatmıştım bir daha yine almadı.

 

"Neden yüzüme bakmıyorsun?" Dedi.

 

Bir şey demedim,kolum ağrımıştı yine de kalbimin ağrısı daha da fazlaydı."Almina!" Dediğinde kendimi daha fazla tutamadım dudaklarımdan kaçan bir hıçkırık sessiz ortamda yayıldı. Ardından düzenli ayak sesleri duydum, sanırım herkes uzaklaşıp bizi yalnız bırakma kararı almışlardı.

 

"Yavrum." Dedi acı çeker gibi ve aramızda açtığım o bir adımlık mesafeyi kapattı. Elimdeki silah göğsüne dayandığında korkudan titredim ve göğsüne baktım. Tam elimi indirecektim ki eli,kelepçe gibi bileğimi sardı. Ve çekmek istediğim silahı tamamen göğsüne batırdı.

 

Dudaklarım titriyordu. "Z-Zafir." Dedim yakararak.

 

"Yüzüme bakmadığın sürece namlu göğsümde, gözlerime bakmadığın sürece parmağım tetikte duracak. Gözlerime bak Almina!" Dediğinde yutkundum ve ağlamaya devam ederken gözlerine baktım.

 

Titreyen göz bebeklerimi görmesi keskin yüz ifadesinden sıyrılmasına neden oldu.

 

"Özür dilerim." Dedim fısıltıyla.

 

"Neden?" Dedi kaşlarını çatarak,öfke yüzüne yayılmıştı ama çözemiyordu,biraz da afallamıştı.

 

"Seni geride bıraktım. Yaralanmışsın... Eğer seni öyle geride bırakıp gitmeseydim yaralanmayacaktın,aptal gibi korkup kaçtım.Bencilim,sen her fırsatta beni düşünürken ben arkama bir an bile bakmadan gittim. Kendimden nefret ediyorum!" Dedim sonlara doğru sesim yükselirken.

 

Elimdeki silahı çekip aldı ve beline yerleştirip bana üstten bir bakış attı kısık bakışlarında gördüğüm ateşler içimdeki lavların tekrar kaynamasına neden oldu.

 

"Saçmalamayı kes, mecburdun ve yaptın ki benim istediğim buydu. Eğer kalsaydın sana daha da öfkelenirdim kendini suçlamayı bırak!" Dedi sakin olsa da sert çıkan kalın sesiyle.

 

"Ben mi mecburdum?! Ya ben hadi mecburdum tamam mı,ne için mecburdum,ne için?! Sen olmadan yaşamak için mi kendimi kurtarmaya mecburdum ben?! Zafir,ben seni geride bıraktım... Ben,beni her koşulda kurtaracak,asla yalnız bırakmayacak bir adamı arkamda, o kadar şerefsizin içinde tek tabanca bırakıp kaçtım! Ölebilirdin,Allah kahretsin ki ölebilirdin! Ben,ben kendimi kurtarmak için seni bıraktım..." Kolumdan tutup beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı, gözyaşlarım göğsüne damlamaya başladı ve üniformasını gözyaşlarım yıkadı.

 

Bir elimi yumruk yapıp göğsüne güçsüz bir darbe vurdum, yumruğum kalbind denk geliyordu.

 

"Senin sevgini haketmiyorum,benim gibi bencil birini sevmeyi haketmiyorsun. Sevme beni lütfen, pişman olacaksın... Çok,çok pişman olacaksın. N'olur yol yakınken vazgeçelim, gördüklerin seni hayal kırıklığına uğratacak... Ben sana sürekli zarar veriyorum, dün geceki adamlar da benim peşimdeydi, sürekli benim yüzümden zarar görüyorsun. Sevme beni lütfen." Dediğimde hiç sözümü kesmedi, kızmadı,susturmadı. Sadece saçlarımı usul usul okşadı.

 

"Zafir yalvarırım..." Dediğim an kendinden beni uzaklaştırdı.

 

"Ayrılmak mı istiyorsun?" Derken eğilmiş yüzünü yüz hizama denk geyirmişti buna rağmen bana hâlâ üstten üstten bakıyordu,elleri yüzümü buldu ve parmaklarıyla göz altlarımı usulca silmeye başladı. Gözleri, yüzümün her bir noktasında geziniyordu.

 

Ondan ayrılmayı istemiyordum ama ona zarar veriyordum. Onu çok sevmeme rağmen onun için kendi sevgimden vazgeçmeye hazırdım. Onu uzaktan izlemek... Zor olacaktı ama sevgimi kalbime gömerdim.

 

Onun için.

 

Sorusuna cevap vermedim,sessiz kaldım. Bu ne bir kabulleniş ne de bir inkâr edişti,bu sadece suskunluktu,içimdeki çelişkiydi.

 

"Emin misin?" Diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Gözleri öyle güzel bakıyordu ki... Yutkundum ve gözlerimi kaçırdım.

 

Sol gözümden akan bir damla yaş onun baş parmağına süzüldü. Ellerini aniden yüzümden çekti ve benden iki adım geriye gitti,az önce yüzümde olan ellerini arkasında birleştirdi ve yüzüme üstten üstten baktı.

 

Benden uzaklaşmasıyla sersemleyen beynim olduğum yerde sarsılmama neden oldu,kirpiklerimi kırpıştırarak yüzüne baktım,kalbimin kırıkları göğsüme battığında dudaklarımda acı bir inilti çıktı. Onun duyması güçtü ama o bana dair her şeyi duyardı...

 

Başımı eğdiğimde onun sesini tekrar duydum.

 

"Buyur,yolun açık olsun." Dediğinde ikinci bir şokla sarsıldım. Başımı aniden kaldırıp ona baktığımda gözlerimin kaydığını hissettim ama kendimi çabuk toparladım. Yüzünde hiçbir mimik hareket etmiyor,nefes alıp vermek ve göz kırpmak dışında hiçbir şey yapmıyordu.

 

Bu soğukluğu karşısında titredim,bedenimden geçen ürperti doruklara uzanıp ona ulaştı ama bunu bile umursamadan aramıza ördüğü duvaların arkasında durmaya devam etti.

 

Sızlayan gözlerim gerek güneş ışığından gerekse beklemediğim tavırlarından sebep yanıyordu. Bana tepki gösterdiğini görebiliyordum,ondan zaten bunu istememiş miydim? Niye hâlâ beni sarıp sarmalasın istiyordum ki? Neden her iki türlü de canım yanıyordu? Aklım çok karışıktı,dağdan kurtarılan Almina'nın ilk hallerine dönmüş gibi hissediyordum.

 

Güçsüzce nefesimi verdim,bir şey diyemedim. Demeye yüzüm var mıydı ki? Bizi uzaktan izleyen askerlere rağmen yüzüme ufak bir tebessüm kondurdum, acının tatlı tebessümü.

 

Aramızdaki mesafeyi kapatıp ona yaklaştım, yüzüne bakmadım,bakamadım. Göğsündeki,kalbinin hizasında bulunan, üniformaya işlenmiş soyisminin üzerine dudaklarımı bastırıp geri çekildim.

 

Yüzüne asla bakmadan arkamı dönüp hızlı hızlı yürüdüm ve oradan ayrıldım. Üstüm başım toz,toprak içindeydi. Dün gece farketmesem de dizlerim düşmenin etkisiyle kanamıştı. Gözyaşlarım sicim gibi akarken hıçkırıklarımı gizleme gereği duymadan boş sokakta yürümeye devam ettim.

 

Bunu ben istemiştim fakat canım daha çok yanıyordu. O da mı istiyordu benden ayrılmayı,neden bu kadar çabuk kabul etmişti ki? O da haklıydı,kim gitmek isteyen birini zorla yanında tutabilirdi ki? Oysa o 'gitme' dese ben sonsuza dek yanında kalmak için ikna olacakmış gibiydim.

 

Hissizce yürümeye devam ettim,tek tük beni gören insanlar acıyarak bakıyor kimisi ağzını elleriyle kapatırken kimisi çocuğunu yanına çekiyordu.

 

Umursamadan yürüdüm, gözyaşlarım akmaya devam etse de hıçkırıklarım durulmuştu.

 

Yanımdan hızla geçen bir araç bedenimi sarstı,sonra aniden önüme kırıp, fren yaparak durdu.

 

Ne olduğunu anlamadan içinden çıkan Zafir'le beyaz arabanın kapısına bakakaldım. Onu görmek yüreğimin tekrar hızlanmasına neden oldu.

 

Üzerini değiştirmişti ki ben daha yürüyeli beş dakika bile olmamıştı...

 

Büyük adımlarla yanıma gelip elimi tuttu ve beni arabaya çekiştirmeye başladı, hiçbir şey demedim birbirine dolanan adımlarımla onu takip ettim ve beni bir oyuncak gibi kullanmasına izin verdim. Beni ön koltuğa oturtup kemerimi bağladı ve kapıyı kapattı arkasından da kendisi sürücü koltuğuna geçti, arkamızdan korna basan birisine bağırdığında olduğum yerde sıçradım.

 

"Bekle lan!"

 

Kapısını öfkeyle kapatıp kemerini takmadan arabayı çalıştırdı ve tekerlerin acı sesi asvalta karıştı. Süratle arabayı kullanmaya başladığında geldiğim yolu geri arabayla gitmeye başladık.

 

"Ağlama." Dedi olabildiğince sakin durarak.

 

İnadım tutmuş gibi gözyaşlarım akmaya devam etti.

 

"Madem ağlayacaksın,madem üzüleceksin neden ayrılmak isteyip ikimizin de canını sıkıyorsun?! Boyundan büyük işlere kalkışma Almina!" Dedi öfkeyle.

 

Virajı dönerken de aracın tekerleri bir çığlık koparmıştı.

 

"Kemerini tak." Dedim sessizce.

 

Burnundan güler gibi bir ses verdi oysa yüzünde mimik oynamamıştı. Dediğimi yapmadı.

 

"Sanki giderken öldürmemiş gibi." Diye fısıldadı sanırım duymadığımı düşünmüştü.

 

Yutkundum.

 

"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum tarazlı sesimle.

 

"Ben bu gidişle cehennemi boylayacağım ama önce seni cennete bırakayım dedim. Nasıl fikir?" Dedi göz kırparak,delirmiş miydi? Sanırım en sonunda adamı da delirtmiştim.

 

"Zafir." Dediğimde elini kaldırdı ve sözümü kesti.

 

"Sen bugünlük konuşma kotanı doldurdun, sıra bende. O yüzden sus." Dedi. Sinirli değildi ama sesinde yakıcı bir öfke de vardı.

 

Sustum.

 

Gidesiye kadar konuşmadım,o da konuşmadı.

 

Radyoda çalan şarkı olmayan modumu daha da düşürdü.

 

"Bu garip bir veda olacak, çünkü aslında hep içimdesin

 

Ne kadar uzağa gitsem de, gittiğim her yerde benimlesin

 

Söylenecek söz yok, gidiyorum ben

Hoşçakal, hoşçakal, hoşçakal, hoşçakal..."

 

Yandan ona bir bakış attığımda o yolu izliyordu,Şebnem Ferah'ın asil sesi araçta yayılıyordu,bizse susuyorduk. Ne halden ne hâle gelmiştik...

 

Derince iç çektim.

 

Yorgunca başımı koltuğa doğru yasladım.

 

Tam gözlerimi kapatmıştım ki araba sarsılarak durdu.

 

Gözlerimi geri açtığımda yüksek bir yerde olduğumuzu gördüm,kimse yoktu bir tepeye gelmiştik.

 

"İn." Dediğinde onun sözlerine itaat ettim ve kapıyı açıp indim,sızlayan dizlerime rağmen yere bastım. Büyük bir ağaç, ağacın da büyük bir gölgesi vardı,tam bu gölgenin altında bulunan bank sanki özel olarak konulmuştu.

 

Zafir önde ben arkasında yürüyüp banka oturduk ve bir süre sessizliğimizi koruduk.

 

Yüzümde donan gözyaşlarım rüzgarın da etkisiyle bu sıcağa rağmen kurumuş ve cildimi germişti.

 

"Değdi mi?" Dediğinde duraksadım ellerimde olan bakışlarımı ona çevirdim.

 

"Ne?" Dedim anlamadığım için.

 

Kısık bakışları bana doğru usulca döndü.

 

"İkimize de yaşattığın o 10 dakikalık boşluk diyorum iyi geldi mi sana?"

 

Cevap veremedim gözlerimi kaçırdım,iki kolunun da dirseklerini bankın yaslandığımız yerine doğru koydu.

 

Başını geriye atıp dalların arasından gözüken mavi gökyüzüne baktı.

 

Sonra tekrar başını eski konumuna getirdi.

 

"Değmedi." Dedim sessizce.

 

İletişim kurmamız gerekiyordu,bunun içinse benim konuşmam lazımdı.

 

Öfkeli soluk ciğerlerine dolduğunda bariton sesi yükselerek ortamda yayıldı.

 

"Değmedi... Seni bu fikre iten ne?" Diye sordu bu sefer.

 

Bilmiyordum,beni bu düşüncelere iten tek şey geçmişimdi, dün yaşadıklarımız ikimiz için de kolay değildi. Resmen takip edilmiştik, kaçmıştım onu da geride bırakmıştım. O iki yerinden yaralanmıştı ben bin yerimden... Tüm geceyi ıssız bir ormanda titreyerek geçirmiştim ve tüm gece boyunca halisülasyonlar görmüştüm,o dağda yaşadıklarım gözümün önünden bir film şeridi gibi akıp geçmişti. Zafir'i düşünmekten zaten gece boyunca iki defa daha kusmuştum,onun için o kadar endişelenmiştim ki... Ama hislerimin önüne geçen bencil düşüncelerim yüzünden bir noktadan sonra Zafir'e odaklanamamaya başlamıştım.

 

Yaşadıklarımın kolay olmadığını biliyordum ama bu yaşanmışlıklar ilk olmasa da bu defa farklı bir şekilde hislerimi bastırmış beni kıstırmıştı,kendimi çok bencil hissetmiştim.

 

Bu sefer ona cevap vermedim,sessiz kaldım.

 

"Bir cevabın yok. Başa mı döndük?" Dedi bu sefer korktuğum soruyu bana sorarak.

 

Gerçekten başa mı dönmüştüm?

 

"Ben o gece deli gibi seni aradım,siktiğimin gecesinde yana yakıla seni aradım,sonra ekipler geldi aramayı devraldılar,ambulansla hastaneye götürülürken bile aklımda sen vardın. Olay yerine gideceğim vakit Kemal komutan izin vermedi, çıldırdım. Kafayı yedim lan ben,sana bir şey oldu sandım. O karşı çıktıkça ben daha da öfkelendim çünkü bir bokluk olmasa o adam gitmeme karşı çıkmazdı! Sonra haberin geldi. Bulduk,dediklerinde o kadar saatten sonra ilk defa nefes aldım. Yine gitmek istedim yine karşı çıktılar! Ben hep sana gelmeye çalıştım..."

 

Cebinden çıkardığı sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi ve ucunu ateşledi, çakmağı cebine geri koyarken ciğerlerinden çıkan dumanlar havaya karıştı,rüzgarla benim ciğerlerime doldu. Bir nebze ondan nefeslendim.

 

"Sonra dedim ki:sakin ol Boran,belli ki bu sefer o sana gelmek istemiş... Sonra herkes dışarıya koşuşturdu,ben de dahil. Seni gördüm,sarsak adımlarını,üzerinde kana bulaşan kıyafetlerini,ellerindeki, yüzündeki çamuru, dağılmış saçlarını... Öyle bomboş baktın ki her yere ama ilk günkü gibi titriyordun. Yemin ederim o an tamam dedim,benim meleğime zarar vermişler. Korktum,Allah kahretsin ki o an sakin dursam da çıldıracak gibi oldum ama dediğim tek bir şey vardı: olsun ben onu yine iyileştiririm,bu sefer alırım kanatlarımın altına,korurum onu. Ama sen..."

 

Başını bana çevirdi, gözyaşlarım çoktan intihar etmişti ve o umursamazca bakıyordu. Gözlerimin içine bakaran işaret ve baş parmağıyla tuttuğu sigarasını ciğerlerine çekti. Ardından dumanı burnundan vererek önüne döndü bu süreç boyunca gözleri hep gözlerimdeydi. Ben hâlâ yandan onu izlerken o direkt karşısına bakıyordu.

 

"Sen karşıma geçip boynunu eğdin, özür diledin. Hadi bunu bırak,sen bu kadar güçsüz bir kadın mısın ki kendini yerip sevilmeye layık olmadığını söylüyorsun. Benim bildiğim,benim sevdiğim kadın çok güçlüydü. Şimdiyse o kadın beni hayal kırıklığına uğratacağını söylüyor. Ben pişman olacakmışım,ben..." Sinirleri bozukmuş gibi kahkaha attı, dudaklarının arasından çıkan hava gökyüzünün bulutlarına karıştı.

 

"Siktir ordan! Sen ne yaptın ki ben pişman olayım? İhanet mi ettin Almina? Hayır,yalan mı söyledin? Ona da hayır. Beni hayal kırıklığına uğratacak ne yapmış olabilirsin ki. Ben söyleyeyim. HİÇBİR ŞEY! Hiçbir şey!" Dedi bağırarak.

 

Olduğum yerde sıçradım.

 

"Bencilmiş de yok hayal kırıklığına uğrarmışım da yok pişman olacakmışım... Ne anlatıyorsun kızım sen?! Herkes yer ama ben bunları yemem duydun mu beni? Şimdi bana gerçekleri söyle,ne olduğunu ne hissettiğini ve neden böyle sikko bir konuşma yaptığını. Ya hâlâ aklım almıyor anasını satayım,ben sana sarılmak için saliseleri hesaplarken senin yaptığına bak." Dedi hayal kırıklığı içinde, aslında o kadar öfkeliydi ki her nefes alışında göğsü titriyordu.

 

Ve o kadar da haklıydı ki söyleyecek tek bir sözüm yoktu ama elimde değildi işte. Düşünüp duruyordum,korkuyordum.

Ellerim titremeye, göğsüm daralmaya başladı. Yutkunuşlarım arttı ve nefes alamıyormuş gibi bi ses çıkardım.

 

"Ben..." Dedim sustum.

 

"Hepsini vurdum Almina,biri hariç o da yaralı hastanede zıbarıyor sorguya alınacak. Diğer hepsini öldürdüm. Arkandan da biri gelmedi,sana bir şey yapmış olma ihtimalleri hep vardı ama düşününce bu söylediklerin için bir sebep değil." Dedi sakince.

 

"Özür dilerim." Diyebildim sadece.

 

"Hay özrünü ya... Almina! Bozuk plak gibi aynı şeyi söyleyip durma; bana, ne olduğunu anlat." Dedi sertçe. Dibime kadar girmişti ve nefesi dudaklarına vuruyordu,burnum burnuna değecek kadar yakındık.

 

Gözlerimi kapadığımda iki gözümden sırayla yaşlar döküldü.

 

"Eve gidelim mi? Orada anlatayım,burada anlatamam." Dedim gözlerim kapalıyken, ardından gözlerimi araladım. Birkaç sankuye yüzüme baktı ve bir şey demeden ayağa kalktı. Önümde dikilirken elini uzattı,avcumu avcunun içine aldı ve parmaklarımızı kenetleyip araca doğru ilerledi.

 

Sessizce araca bindiğimizde bu seferki rotamız bizim evdi.

 

🧭

 

Yaklaşık kırk beş dakika kadar süren sessiz yolculuğumuzda tek konuşan benim zihnimde,anlatacaklarımın yükü bir yılan gibi boynuma dolanmış sıkıyordu. Zehirlemek yerine boğmak,can çekiştirmek istiyordu ve de bunu başarıyordu.

 

Kaldığım evin önünde durduğumuzda öğlen saatlerinde olmamızdan dolayı havanın sıcaklığı sıcak asvalttan yüzüme doğru vuruyordu.

 

Sarsak adımlarla bahçeden geçtim ve anahtarla kapıyı açtım,ilk önce Zafir'in geçmesini bekledim ve sonra da kendim girdim. O ayakkabılarını çıkarırken ben çoktan çıkarmıştım ve üst kata doğru yol aldım. Beni takip edeceğini biliyordum ki zaten öyle de oldu.

 

Odama geçtiğimde onun da girmesini bekledim ve kapıyı kapattım. O, odamı incelerken ben de aynada gördüğüm aksime bakıyordum. Perişan haldeydim.

 

"Beş dakika duş alsam,burada bekler misin?" Diye sordum anlık cesaretle.

 

Uzun bir süre, gözlerini bile kırpmadan bana baktı ve sonra sessizce geçip yatağımın kenarına oturdu. Bunu bir cevap olarak kabullendim ve gidip dolabımdan kendime kıyafet alıp banyoya geçtim. Kapımı kilitledikten sonra suyu açtım ve soyunup kendimi duş başlığının altına attım.

 

Dizlerime ve avuç içlerime değer ılık su canımı acıtsa da hızlıca bir duş alıp çıktım,havluyla bedenimi kurulayıp üzerimi giyindim. Saçlarımın nemini alıp salık bıraktım ve kurutmadan banyodan çıkıp odama geçtim.

 

Hâlâ onu bıraktığım yerdeydi fakat elinde çekmecemde duran fotoğraflarımdan birkaçı vardı, onların hepsi de Kanada'da tedavi olduğum süreç boyunca çekilmişti. Her hafta değişimlerimizi inceliyorlardı.

 

Beni farketmemesi mümkün değildi ama ben yatağa dizlerim onun dizlerine değecek kadar yakınına oturasıya kadar bana bakmadı. Bağdaş kurup onun dibine oturdum,bana kısa bir bakış attı ve gözleri saçlarımda dolaştı.

 

"Saçlarını kurutup gel." Dedikten sonra tekrar o fotoğraflara bakmaya devam etti.

 

Bir şey demedim ve dediğini de yapmadım,parmaklarım onun parmakları arasında duran fotoğraflarıma ulaştı ve onları elime aldım. Hepsine kısa bir göz gezdirdiğimde içlerinden birini alıp incelerken ona hitaben konuştum.

 

"Bu ilk gittiğim hafta çekildi,bu da birinci ayımda." Dedim diğerine geçerken.

 

İkinci fotoğrafta ilk halimden daha da zayıftım sanki dahası mümkün olabilirmiş gibi kilo vermiştim.

 

"Bu ikinci ayın sonu,bu da üçüncü ayın ortasında çekildi. Aslında bunlardan birkaç tane daha var çünkü her hafta çekiyorlardı sebebiyse değişimlerimizi gözlemlemek." Dedim kısık sesle ve sonra uzanarak fotoğrafları komodinin üzerine bıraktım. Odamda antrasit gri panjurlar ve buna ek olarak da perde vardı,şu an panjur tamamen olmasa da kapalıydı ve içeriye neredeyse hiç ışık sızmıyordu. Bunun için hazır komodine uzanmışken abajurumu da açtım ve loş ışığın ldama yayılmasını sağladım.

 

Geri yerime oturduğumda onun derin derin nefesler aldığını işitiyordum. Nedenini sorgulayacak durumda değildim çünkü yüreğim korkuyla çarpıyordu.

 

Derin bir nefes aldım.

 

"Bu yıl benim için çok zordu,hiç ama hiç tahmin etmeyeceğim şeyler başıma geldi ve bunu atlatmam mümkün değil bunu en iyi sen biliyorsun. Dün gece... Yalnızdım,senin sayende peşimden kimse gelmemişti ama yemin ederim halisülasyonlar peşimi bırakmadı. Sürekli,sürekli orayı gördüm,sanki bir gece daha orada kalmışım gibi üç ay boyunca bütün yaşadıklarımı bir gecede yaşamış gibi hissettim."

 

Gözlerim dolduğunda başımı eğdim ve avuç içimi yüzüme bastırıp çektim, böylece akan gözyaşım ona görünmeden avcumdaki yara izime karıştı.

 

Başımı kaldırıp yüzüne baktım.

 

"Senden ayrılmak istemiyorum,seni seviyorum ama dün gece olsun daha önceleri olsun birçok şey yaşadık ve bir çoğunun nedeni bendim ya da sonuç hep bana bağlanıyordu. Korktum,sana ya da sevdiklerine benim yüzümden zarar geleceğini düşündüm. Bir de dün gece boyunca düşüncelerim,seni düşünmeme engel olunca kendimi iyice kötü ve bencil hissettim."

 

Sustum,dudaklarımı yalayıp devam ettim.

 

"Bana kızmakta çok haklısın ben bugün çok saçmaladım ama gerçekten hiç iyi hissetmiyordum."

 

Elini uzatacak gibi oldu ama kendini durdurdu ve yutkundu.

 

"Almina,ben seni anlıyorum ama bu düşüncelerini birlikte aşmamız gerekirken senin susup susup sonra da içinde biriktirdiklerinle saçma sapan konuşman beni çıldırtıyor. Yaşadıkların kolay değil bunu biliyorum ve bunu atlatman hiç de kolay olmayacak... Sen istediğin kadar tedavi görsen de yaşananları hafızadan silemezler. Silemem. Yine de biraz olsun gardını indirmeyi dene,ben seninle bir yola girdim ve bu yol sadece birbirimize iltifatlar yağdırıp,olumlu şeyler barındıran bir yol değil."

 

Başımı olumlu anlamda salladım, haklıydı. Hem de çok ama çok haklıydı.

 

"Haklısın." Dedim.

 

Bir şey demedi, birazcık kendime süre tanıdım. Derin derin nefesler alıp verdim ve ayağa kalkıp penceremin önüne gittim,panjurun açık kalan kısmını da kapattığımda odada abajurum yanmasa burası zifiri karanlık olurdu.

 

Sırtımda hissettiğim delici bakışlar göğüs kafesime kadar işliyordu.

 

Tekrar yatağa doğru yürüdüm ve oturdum.

 

"Diğer konu... Sana,gerçek beni tanıdığında gördüğünde beni severken hayal kırıklığına uğrayacağını hep söyledim fakat sen,asla pişman olmayacağını söylemiştin." Dedim fısıltıyla.

 

"Evet ve hâlâ aynı fikirdeyim böyle sikik düşünceler aklına nereden geliyor?" Dedi sinirle. Sinirlenmekte haklıydı.

 

Ayağa kalkıp giyinme dolabımı açtım,elbiselerimi kenara ittikten sonra dolapta bulunan gizli bölmeyi kendime doğru çektim ve içine sakladığım kutuyu dışarıya çıkardım.

 

O bölmeyi itip, kıyafetlerimi düzelttim ve dolabı kapatıp elimdeki kutuyla yatağa oturdum.

 

Zafir, kaşları çatık halde harketlerimi ve elimdeki kutuyu inceliyordu.

 

Kutunun üzerine ellerimi koydum ve ona bakmaya devam ettim,o da kahvenin elaya kaçan tondaki gözlerini gözlerime çevirdi.

 

Ona biraz daha yaklaşıp yatakta dizlerimin üzerinde oturdum ve alnımı alnına yaslayıp, gözlerimi kapadım ve fısıldadım.

 

"Gözlerinde hayal kırıklığı görmekten korkuyorum."

 

Alnını çekip hafifçe alnıma vurdu ve sabit kaldı.

 

"Asla öyle bir şey olmayacak,olursa çek vur beni." Dediğinde yutkunup geri çekildim ve tekrar bağdaş kurarak oturdum.

 

Elimle yüzümü sıvazladıktan sonra kutunun kapağını açtım.

 

İçinde bir sürü belge ve mini fotoğraflar vardı.

 

Hepsini tek tek çıkarıp yatağın üzerine ayrı ayrı koydum.

 

"Bunlar ne?" Dedi,merakla.

 

Burukça gülümsedim.

 

"Gerçek Almina." Dedim ve güler gibi bir nefes verdim.

 

Bana baktı, kaşları çatıldı. Elime,ilk sıradaki belgeyi aldım.

 

"Almina Öztürk'ün yetimhane belgeleri." Dedim sustum sonra devam ettim.

 

"Bunlar yıllık olarak alınan darp raporlarım,daha çok küçüktüm biliyor musun? Bir de çok zayıftım,defaalrca kez kemiklerimin kırıldığı olmuştu. Zayıf olduğum için bir de sonradan gittiğim için zaten yetimhanedekiler beni dışlıyordu,işin içine zorbalık da girmeye başladı. Saçma sapan bir sürü şeye maruz kaldım ama dedim ki, katlanırsam belki beni severler,benimle dalga geçmek onları mutlu ediyor,diyip sustum. Sonra bir gün yetimhane müdürünün yanına çıktım çocuk başımla..."

 

Nefeslendim ve etrafıma bakındım sonra devam ettim.

 

"O gün olacak ya işte tesadüfen müfettiş denetime gelmiş,ben pat diye her şeyi anlattım müdüre. Müfettiş de bunu duydu,oysa ben onu öylesine bir amca sanmıştım. Ben nereden bilebilirdim ki?"

 

Ben anlatmaya devam ettikçe her bir milimi daha da kasılıyor ve geriliyordu. Sessizce beni dinlemesine rağmen elinin yumruk olduğunu görmüştüm.

 

"O gün müdür çıldırmıştı, müfettiş varken bana ne akdar ılımlı davrandıysa o gittikten sonra yazılan cezadan ötürü çok öfkelenmişti. Aşağıda bir depo vardı yani kalorifer kazanlarının olduğu yer. Kameralar falan yoktu. Oraya indirdi beni yani...şey..." Ellerimle oynamaya başladım.

 

Bana yaklaşıp bi bacağını yatağıma uzattı ve beni bacaklarının arasına çekti ki hala ikimiz de oturuyorduk. Elleri,boynuma yapışan ıslak saçları geriye itti ve beni dikkatle dinlemeye devam etti.

 

"Beni merdivenlerden yuvarlayarak aşağı indirdi, üçüncü kattan eksi bire kadar yuvarlandım... Zaten ayağa kalktığımda her yerim kanıyordu ama o gerçekten bunu umursamadı. O kazan dairesinde sağ taraftaki yedinci kaburga kemiğim kırılasıya kadar beni dövdü,sonra aradan bir ay geçti tam o kemik iyileşmeye başlayacak yine dövdü,sonraki ay yine,yine,yine... Müfettiş her geldiğinde beni saklıyorlardı. Ama bir kadın vardı,temizlik işlerine bakan yaşlı bir teyze o dışarıda aktivite günleri olduğu zaman beni hemen hastaneye götürüyor darp raporu aldırıyordu, yılda bir sefer. Sadece bir sefer rapor alabiliyorduk,oysa ben her ay şiddet görüyordum."

 

Gözyaşlarım bu sefer akmadı ama Zafir'in kasılan bedeni bedenime temas ettikçe ben de gerildim.

 

"Almina..." Dediğinde gerisi gelecekti fakat elimi yüzüne koyarak onu susturdum. Pürüzsüz cildi elimin altında kayıyordu, sakallarını yeni kesmişti.

 

"Merak etme,sonra koruyucu ailem geldi. Beni oradan kurtardılar. O zamanlar tek arkadaşım Tuana'ydı o yüzden o benim için çok ama çok değerli her bir anımda yanımdaydı ve tüm yaralarımı sarmaya çalıştı." Diyip gülümsedim.

 

"Sonra hayatım çok zorlu bir süreçten geçti ama düzene girdi. Kilo aldım,kemikerim iyileşti. Artık yeni bir ailem vardı,biyolojik ailem için her gece üzülsem bile çocuk aklı çabuk kanıyordu her şeyi çok çabuk kabul etmiştim. Tuana da yanımda olunca daha çabuk toparlamıştım. Liseye kadar hayatım çok güzeldi yani en azından düzenliydi."

 

Gücümün tükendiğini hissettiğimde başımı kısa bir anlığına omzuna yasladım.

 

"Dinlen bebeğim." Dediğinde gülümsedim,bir de aptal gibi bu adamdan vazgeçmeyi düşünmüştüm.

 

Birkaç dakikanın ardından başımı kaldırdım.

 

"17 yaşındaydım, herkesin bir gençlik aşkı vardır benim de elbette oldu on yedi yaşındaydım o zamanlar o çocuğu gerçekten de sevdiğimi düşünüyordum. Bir arkadaş grubu vardı, popüler biriydi çizime yeteneği vardı ve ne bileyim... Resim kursuna birlikte gidiyorduk,ondan hoşlanıyordum işte." Dediğimde öfkeli nefesleri duyuldu ama ağzını açıp da bir şey demedi. Sadece dişlerini sıktığını anlamıştım çünkü yanakları içine göçmüştü.

 

Uzanıp belirginleşen çene kasının üzerinde minik bir öpücük bıraktım, gözyaşlarımdan ötürü nemli olan kirpiklerim yanağına değdi.

 

Geri çekildiğimde çenesini sıkmayı bıraktı.

 

"O çocuk benden hoşlanmıyormuş ama arkadaşı beni seviyormuş,ben de onu sevmiyordum. Yani aşk üçgeni gibi bir şey. Kulağa çok komik geliyor değil mi?" Dedim gülüp başımı öne eğerken.

 

Sonra derin bir nefes aldım ve geri verdim.

 

"O çocuk beni taciz etti,ilk defa hayatımda tacizin ne demek olduğunu tamamen orada anladım. Ben ona karşılık vermedikçe daha fazla yakınlaşmaya çalıştı en sonunda da birkaç kez beni yalnız yakalayıp taciz etti. Asıl darbeyi ben, hoşlandığımı düşündüğüm çocuktan yedim. Bütün okula adımı yaymış,işte Almina beni elde edemeyince arkadaşımla yatmış falan gibi ağır cümleler. Aileme anlatamadım,içime kapandım. Derslerime odaklandım. Okula her gittiğimde her gün başka biri beni aşağılıyordu,Tuana beni korumaya çalışsa da bir faydası yoktu çünkü okuldaki herkes o popüler tayfayı seviyordu. Bana ya da bize kim inanırdı ki?"

 

Yutkundum.

 

"Sonra ailem anladı bir şeyler olduğunu,doktora gittik bir sürü şey... Her şey ortaya çıktı. Ondan şikayetçi oldum,benden bir yaş büyük oldukları için hapse girdiler ama para yoluyla çıktılar bense artık başka bir okuldaydım ne onu ne de diğerini bir daha hiç görmedim. Annem hep,o zamanları kolay atlattın,der ama öyle değildi işte. Hiç kolay değildi."

 

Hıçkırdım, gözyaşlarım yine akmaya başladı.

 

"Bu ikinci vurgundu,ikinci defa güvenebileceğimi düşündüğüm erkekten darbe yiyişimdi. Önce müdür,sonra Can ve arkadaşı Arda. Üçüncüsünü en iyi sen biliyorsun."

 

Ağlamam şiddetlendiğinde beni göğsüne çekti.

 

"Tamam,tamam geçecek. Devam etme,acıyorsun Almina. Acıtmasın,devam etme." Dedi sesi acıyla çıkarken.

 

Başımı iki yana salladım ve geri çekildim.

 

"Anlatayım, bitsin lütfen. Daha fazla tek başıma taşıyacak gücüm kalmadı benim." Dedim ağlayarak.

 

Elleri yüzündeydi, süregelen gözyaşlarımı siliyordu.

 

"Tamam yavrum,sen nasıl istersen." Dedi sakince, kaşları yukarıya kalkmış yüzü endişeye bürünmüştü, öfkesini görebiliyordum.

 

"Üç ay Zafir. Neler yapmazlar değil mi insana... Görmediğim işkence kalmadı desem yeridir,gerek sizi gerek çocukları korumak için defalarca şiddete maruz kaldım ve inan bana yemin ederim yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım,duymam da. Ama çok kötüydü,çok çok kötüydü... Çocukken de şiddetten kötüsü yok demiştim ta ki 17 yaşımda olanlara kadar... O üç ay boyunca da her gün gördüğüm işkencelere şükrettim, bedenime defalarca kızgın demir bastılar,iç çamaşırlarımla bırakıp defalarca kez hem kemerle,hem sopayla dövdüler. Beni o hâlde uçurumdan aşağıya salladılar."

 

Ellerimin dokunduğu her bir noktası kaskatıydı, alnında atan damarı ve boynundaki belirginkeşmiş damarlarını görebiliyordum, gözlerinin akı kıpkırmızı olmuştu. Kendini öyle sıkıyordu ki...

 

"Yine de onlara boyun eğmedim hep dik başlıydım, bu sefer çocuk değildim koskoca kadın olmuştum ve yaralarımı sarmayı bir şekilde öğrenmiştim ama geceleri... O yaraları bir türlü saramadım ben." Dedim sesim sonlara doğru kısılırken, nefes alamıyormuş gibi bir ses çıkardı ve başını yukarıya kaldırıp indirdi.

 

"Almina,sus yalvarırım sus. Dayanamıyorum sus n'olur." Dedi acı içinde bana bakarken.

 

Ağlamam şiddetlendi.

 

"Defalarca kez,tacize uğradım ama bu seferki sadece birkaç temasla kalmadı, aramızda hiçbir engel bulunmadan tacize uğradım ama yemin ederim hep engel olmaya çalıştım. Allah belamı versin ki son gücüme kadar savaştım ama çok bir işe yaramadı. Onun tenini teminde hissettikçe kusmak istedim." O anlara gitmişim gibi sanki şu an oradaymışım gibi canım yanıyordu. Bir el boğazımı kavramış nefesimi kesiyordu.

 

Acıyla inledi, hırıltılı sesi hıçkırıklarıma karıştı.

 

"Sus yalvarırım, lütfen."

 

Susmadım,susamadım. Ne hissettiğimi anlasın istedim. Yine bencilce davrandım.

 

"Elleri,nefesi,bedeni üzerimde dolaştı. Kendimden nefret ettim. Her gece Zafir, üç ay..."

 

"Sus artık sus n'olur sus!"

 

"Dayanamıyordum ama zorundaydım., özür dilerim sana bunları anlatmamam gerekirdi ama taşıyamıyorum ben, artık dayanabilecek gücüm yok,kaldıramıyorum. Onun benim bedenime bakıp kendini defalarca kez tatmin etmesini kaldıramıyorum. Direndim çok direndim, dokunmasını önleyemedim ama ileri gitmesini engelledim,sana yemin ederim kendini tatmin etmekten başka bir şey yapmadı,daha ileriye gitmedi. Korudum kendimi ben,yemin ederim korudum Zafir. Ben istemedim, sana yemin ederim ki istemedim, hiçbir zaman istemedim, karşı koymaya çalıştım çok başaramadım ama yine de engel oldum. İleriye gitmesine engel oldum."

 

Hıçkırdım, yüreğimin çaresiz çırpınışları ve onun titreyen göz bebekleri birbirine karıştı.

 

"Benden vazgeçmezsin değil mi Zafir? Beni bu halimle de seversin değil mi? Korkuyorum ben,çok korkuyorum,gece bu anları gördüm. Sabah ondan sana sarılamadım. Senden kaynaklı değildi ama beynime yerleşmiş bir ur gibi beni yiyip bitiren bir korku vardı ve bu elimi kolumu bağladı. Bir şey yapamadım, saçmaladım ama yemin ederim şu an saçmalamıyorum, gerçekleri anlattım Zafir."

 

Nefes alamadığımı hissettiğimde duraksadım,o ise donmuştu. Yanağımda duran sıcacık eli şu an buz gibiydi,hiçbir tepki vermiyordu. İstemiyor muydu beni? Artık iğreniyor muydu benden?

 

"Bana inanıyorsun değil mi? İstemediğime inan lütfen,beni böyle sever misin bilmiyorum ama bedenime dokunmaktan başka bir şey yapmasına izin vermedim, dokunmasına da engel olamadım ama çok denedim,beni öpmedi ya da onunla birlite olmadım yemin ederim Zafir. Yemin ederim, gerçekten. Gerçekten, gerçekten Zafir. Kendimi sana nasıl inandırırım? Benden tiksinme lütfen... İnan bana lütfen, lütfen..." Dedim transa geçmiş gibi.

 

"Bak,bak inanmıyorsan..." Diyip ona arkamı döndüm ve tişörtümü çıkardım,üzerimde sadece sütyenim vardı. Sırtımdaki, yanık izleri,kemer izleri ve dikiş izleri duruyordu.

 

Bel gamzemi zorlukla işaret ettim orada derin bir iz vardı.

 

"Bak bu,bu çocukluğumdan kalma ama yemin ederim diğer bütün izler üç ayın eseri hatta bak, göğsümde ve karnımda da var o izler,ben yemin ederim engel oldum... Yemin ederim..." Önüme döndüm ve ona vücudumun geri kalanında bulunan izleri gösterdim. Gözleri kısa bir an vücudumu bulsa da orada çok oyalanmadı. Arka arkaya yutkunduğunu gördüm,çaresiz nefes alıp verişleri göğsüme hançer gibi saplandı. Bakışlarında gördüğüm saf öfke ve acı kalbinin emaresi olmalıydı.

 

Gözlerinde ilk defa o anları gördüm,sanki o anları hayal etmişti. İlk defa kendini tutamıyor her şeyi bana yansıtıyordu. Gözlerinin iyiden iyiye kızardığını gördüm, kanlı gözlerine yaşlar dolduğunda ise afalladım. Tişörtüm elimde dururken bana yaklaşan ve ensemden tuttuğu gibi beni kendine çekip dudaklarıma kapanan adamla güçsüz soluklarım yarıda kesildi.

 

İ

 

lk başta hareketsizce bekledi,ikimizin de gözleri açıktı. Az önceki kaygılarımın, korkularımın kısacası bütün olumsuz duygularımın yerini değişik bir his aldı. Kanadı yaralı kelebekler bu temasla sanki hemen iyileştiler ve uçuşmaya başladılar.

 

Gözlerim istemsizce kapandığında kendimi tamamen serbest bıraktım. Gözyaşlarım çoktan durmuştu fakat dudaklarımda hareketlenen dudaklarının ardından yüzüme bir damla yaş süzüldü ama ağlayan ben değildim...

 

Geri çekilmek istedim, ağlıyor muydu? Ağlamasın istedim ama o sanki bu halini görmemi istemediği için beni nazikçe öpmeye devam etti. Koskoca, yıkılmaz dediğim adamın bedeni beni öperken tir tir titriyordu. Yanağıma doğru birkaç damla daha yaş süzüldüğünde onun ağladığından emin olmuştum. Canım bir kez daha en acı şekilde yandı.

 

Kendi gözlerimden de bir damla yaş süzüldü ve ikimizin gözyaşı benim yanağımda,gamzemin olduğu yerde birleşti.

 

Nefesimin tükendiğini hissettiğimde o nazik öpüşüne son verdim,ben daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım ama bu çok güzeldi ve bu onunla olduğu için güzeldi. Dudaklarının baskısı,ıslaklığı ve sıcaklığı hâlâ dudaklarımda izini taşıyordu. Alnını alnıma yasladı derin derin soluklar alıp veriyordum o ise nefesini çoktan kontrol altına almıştı.

 

Kendimi geri çektiğimde gözlerimi açtım,siyah beneklerin uçuştuğu gözlerim kısa bir süre sonra netliğine kavuştu. Yanaklarındaki ıslaklığı görmek gözlerimi doldurmaya yeterdi,gözleri hâlâ kapalıydı ve bu şekilde konuşmaya başladı. Adımı söyledikten sonra gözlerini açtı.

 

"Almina... Kutsal çiçeğim." Az önce gözyaşlarımızın birleştiği yanağıma bir öpücük kondurdu.

 

"Sana her şeyden,herkesten çok... Kendimden bile daha çok inanıyorum ben. Şuram Almina,tam şurası öyle bir yangının içinde ki..."

 

Yüzümü avuçlayıp tek tek gözyaşlarımdan öptü.

 

"Seni bana verene kurban olurum. Yaşadığın her şeyi,her şeyi birlikte aşacağız ama bana izin ver. Beni kendinden uzaklaştırma,sen bencil değilsin Almina. Kendini düşünmen seni bencil biri değil,zeki biri yapar. Kendini suçlama güzelim. Senden iğrenmem,tiksinmem söz konusu bile değil. Ben senin her şeyine,ben senin her şeyinle sana aşığım. Senin uğrunda da canımı feda etmeye hazırım ama eğer öleceksem tam şu an senin toprak rengi gözlerine gömsünler beni... Ve sana söz veriyorum,o piçlerin sende açtıkları yaraları iyileştirmeden ölmeyeceğim."

 

Sustu ve dudaklarım öpücük kondurup hemen geri çekildi.

 

"Her bir zerrene aşığım,tutkunum,vurgunum. Anlattıkların,senin hakkında hiçbir düşüncemi değiştirmedi,senin uğruna ölürüm ben." Dedi güçlü sesiyle.

 

"O puştların teninde,ruhunda bıraktığı bütün izleri kendim sileceğim. Sen istediğin sürece,izin verdiğin sürece sana söz veriyorum... O kirli dokunuşları kendi dokunuşlarımla,zihnindeki kötü anıları güzel anılarla ve aklındaki hakaretleri sana fısıldadığım sevgi sözcükleriyle tek tek sileceğim. Yeter ki sen izin ver... Benden uzaklaşma,kaçma. Sana söz verdiğim gibi istemediğin hiçbir şey yaşanmayacak ama ayrılmayı unut, istemediğin halde ayrılmak istediğini duymak istemiyorum... Aşığı olduğum kokundan ayrı kalamam. Bugün gitmene izim verdim çünkü sadece hisset istedim,olmayacağını,ayrılınca yapamayacağımızı anla istedim."

 

Sonra güçlükle yutkundu,kendini hâlâ kasıyordu...

 

"A-Almina..." Dedi başını göğsüme yaslarken. "Korkuyorum." Dedi küçük bir çocuk gibi,oysaki az önce ne kadar da güçlüydü...

 

Eli çıplak sırtıma temas etti ve anında geri çekti.

 

"Dokunsam acır mı? Dokunmadan nasıl iyileştireceğim ben seni? Korkuyorum. Avuçlarımın içinden kayıp gitmenden korkuyorum,iyileştireyim derken daha da çok yaralamaktan korkuyorum. Sana dokunduğumda benden korkmandan,korkuyorum..." Dedi acı içinde,boğuk sesiyle.

 

Soğuk parmaklarım pürüzsüz tenini buldu ve yüzünü avuçlayıp, yüzümle aynı hizaya getirdim.

 

"Zaman,ikimize de iyi gelecek..." Diyebildim sadece.

 

"Kurban olurum sana ben,gel buraya." Diyip beni göğsüne çekti ardından nemli saçlarıma bir sürü öpücük kondurdu.

 

Elleri sırtıma değdiği an hemen ellerini geri çekiyordu.

 

"Özür dilerim." Dedi yine temas ettiğinde. Başım boynuna gömülü duruyordu ve boynuna bir öpücük kondurdum. Elini tutup az önce dokunduğu yere bastırdım.

 

"Dokun bana,inan sen dokunmadan hiçbir yaram iyileşmeyecek. Sen dokununca ama sadece sen dokununca canım yanmıyor. Bir tek sen dokun." Dedim fısıltıyla.

 

İç çekti. Elini çıplak sırtımda gezdirmeye başladı.

 

"Bir tek ben,benden başkası yasak sana. Bir tek ben dokunabilir,bir tek ben iyileştirebilirim seni ve bunu da bir tek sen izin verirsen yapabilirim." Dedi.

 

Saçlarıma bir öpücük kondurup başını boynuma gömdü ve derin bir nefes aldı.

 

"Yaralı ceylanım benim... Seni alıp göğüs kafesimde saklayasım var, öyle aşığım ki sana... Kelimelerim yetmiyor artık." Dedi boğuk sesiyle.

 

Geri çekilip yüzüne baktım, gözlerim kısa bir an beni öptüğü dudaklarına kaydı,utançla yutkunup yüzüne baktım ve sessizce konuştum.

 

"Teşekkür ederim,bana inandığın,beni yargılamadığın ve duyduklarına rağmen bana aşık olduğun için." Gözleri hâlâ kıpkırmızıydı... Ağlayacak gibiydi ama kendini tutuyordu sanki yine de emin değildim.

 

Alnıma dudaklarını değdirdi.

 

"Asıl ben teşekkür ederim,beni o güzel kalbine aldığın için. Seni her halinle Almina,seni hep,seni her şekilde..." Dedi ve dudaklarını beklemediğim bir şekilde kalbimin üstüne bastırdı.

 

Geri çekildiğinde yutkunduğunu gördüm.

 

"Tişörtünü giyelim mi artık,üşümüşsün." Dedi sanki bahaneye sığınaraktan.

 

"Tamam." Dedim fısıltıyla.

 

Arkamı dönüp tişörtü elime aldım ama tam giyeceğim sırada belimde hissettiğim nemli dudakları,belimin kavislenmesine neden oldu.

 

Vücudumdan bir titreme geçti.

 

"Çok güzelsin... Çok fazla güzelsin." Dedi boğuk sesiyle.

 

Sonra sırtıma bir ıslaklık düştü,süzülerek bel gamzeme aktı. Arkamı döneceğim sırada elleri beni belimden sabitledi.

 

Sırtıma dökülen ıslaklıklar,birer gözyaşıydı.

 

Hıçkırdı.

 

Aşığı olduğum,iliklerime kadar beni sevdiğini hissettiğim adam sırtıma alnını yaslayarak hüngür hüngür ağlamaya başladı,bedenim taş kesilmiş gibiydi.

 

Adını fısıldadım ama bir faydası olmadı,geri dönmek istedim izin vermedi. Sadece ağladı,o güçlü omuzları o ağladıkça sarsıldı fakat onu görmeme izin vermedi. Yaralarıma gözyaşlarını akıttı,asla ağlamaz dediğim, yıkılmaz sandığım o adam viraneye döndü.

 

O ağladı,ben ağladım.

 

Birlikte yaşanmışlıklar için ağladık...

 

Artık bizim,bizden başka yolumuz yoktu.

 

 

***

 

 

 

 

Bölüm sonu.

 

 

Çok duygusal oldu yaa of

 

Almina'nın neler yaşadığını artık tamamen biliyoruz

 

Siz ne düşünüyorsunuz?

 

Peki ya Boran...

 

Hüngür hüngür ağladı çocuğum ya kıyamam of

 

İkisine de aşığım ne yapicaz?

 

En etkilendiğiniz yer neresiydi?

 

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın...

 

Sizleri çok seviyorum her şeye ve herkese rağmen iyi ki varsınızzzzzz ❣️

Loading...
0%