Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29.Bölüm "BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ"

@dolunaydakigelgit_

Merhabaaa

 

Özlendiniz, neler yapıyorsunuz? Yaz nasıl geçiyor?

 

Satır arası yorumlarınızı bekliyorum vee

sizleri bölüme uğurluyorum.

 

Oy vermeyi unutmayınızzz <3

 

Bölüm şarkıları:

 

Fatma Turgut-Bir Varmış Bir Yokmuş

Model-Değmesin Ellerimiz

Çağan Şengül-Çok Yazık

Halil Sezai-Olsun

 

***

 

"Bu görevin kısa süreceğinden emin misin?" Dedim arabanın camından dışarıya bakarken.

 

"Bilmiyorum." Dediğinde başımı ona doğru çevirdim, avuçlarımın arasındaki elini sıkı sıkı tuttum.

 

"Gitmeden önce sana bir şey göstermek istiyorum,vaktin varsa. Uzun zamandır göstermek istiyordum ama araya sürekli bir şeyler girdi." Ona dönerek dediklerimden sonra bana kısaca baktı ve siteden içeriye giriş yaptı.

 

"Az bir vaktim var." Dediğinde kalbimde büyük bir ağrı hissetsem de bir şey demedim.

 

Gidecekti,her zamanki gibi. Buna alışabilirdim ama hiçbir zaman ne yaralanmasına ne de içimde onun zarar görecek olmasından oluşan korkuya alışmayacaktım.

 

O parkta gözyaşlarım dinesiye kadar benimle konuşmuş belki de rüyasının öylesine olduğuna beni inandırmaya çabalamıştı,inanmıyordum ama sakinleşmek zorunda olduğumdan ağlamayı kesmiştim. Fazla vakti yoktu, hazırlanıp çıkması gerekiyordu bu yüzden aptal gibi ağlayarak ona sızlanmam ve vakit kaybettirmem anlamsızdı.

 

Kendimi orada toparlamıştım ve birlikte arabaya binmiştik. Sessiz geçen yolculuğumuzda rota normalde Zafir'in eviydi fakat benim az önce bahsettiğim şeyden sonra bizim eve sürmüştü.

 

Kapının önüne arabayı park eden Zafir ile eşyalarımı alıp arabadan indim. Oysa bugün öylesine güzel bir gündü ki heyecandan yerimde duramadığım bir gün sonu olmalıydı ama maalesef tam zıt duygular içindeydim. Belki de alışmam gereken bir konu daha vardı,aniden gidişleri...

 

İkimiz de arabadan indiğimizde bizim de Mihriban annelerin de ışıkları yanmıyordu,herkes uyumuş olmalıydı. Zaten şu an eve girmeyeceğim için eşyalarımı giriş kapısının önüne bıraktım. Zafir'in sessiz adımlarla beni takip ettiğini biliyordum eşyalarımı eğilip koyduktan sonra doğrulup kalktım havanın esmesinden dolayı uçuşan elbisemi tamamen unutmuş durumdaydım.

 

Arkamı döndüğümde Zafir sadece gözlerime bakıyordu, bakışları rüzgardan açılan elbiseme bir kere bile değmemişti. Uzanıp elini tuttum ve arka bahçede bulunan gizli kilere doğru ilerledim.

 

Olabildiğince hızlı hareket ediyordum.

 

Kilerin kapısının anahtarı sağ taraftaki çiçek saksının toprağına gömülü duruyordu onu hemen bulup kilitli kapıyı açtım ve arkaya doğru ittikten sonra ışığı yaktım. Etraf biraz tozlu da olsa temizdi, sarı ışığın aydınlattığı kilerde bahçe malzemeleri, kullanılmayan eşyalar,kışlık bazı yiyecekler ve benim yaptığım tablolar vardı.

 

Hızlı bir şekilde saçlarımı bileğimdeki tokayla ensemde at kuyruğu yaptım ve tablolara ilerledim.

 

Tablolara dokunduğumda birkaç tanesi arka arkaya dizili olanlardan en arkadakini aldım,her birinin üzerinde ayrı ayrı örtüler vardı yoksa burada tozlanıp eskiyebilirdi.

 

O tabloyu çekip çıkardığımda geriye çekildim. Elbisemin de üzerimin de toz olması zerre umrumda değildi.

 

Zafir'e döndüğümde onun gözleri diğer tablolardaydı ama hepsinde örtü olduğundan görünmüyordu.

 

Kahverengi gözleri beni usulca buldu.

 

"Bir gün konuşurken,resim yapmaktan hoşlandığımı bunu da beni gizlice izlerken öğrendiğini söylemiştin. Emir'in geldiği zamanlar sen beni uzaktan izlerken bir tablo yapıyordum,bahsettiğin tablo bu,sana hediye etmek istiyordum ama dediğim gibi çok şey oldu... Aç lütfen." Diyerek tabloyu ona doğru çevirdim.

 

Art arda yutkunduğunu gördüm, gözlerinde şaşkınlık da vardı.

 

Belki de az önce onu kaybetme korkusuyla ağlamaktan perişan olan kadının şu an nasıl bu kadar soğuk kanlı olduğunu soeguluyordu. Olabilirdi,bir ihtimaldi ve haklıydı da ama ağlamanın bir faydası yoktu en azından onun karşısında ağlamayacak,onu üzmeyecektim.

 

Gülümsedim.

 

Hiçbir şey olmamış gibi yapmayı tercih ettim.

 

İç çekti ve damarlı ellerini uzatıp örtüyü yukarıya çekti.

 

Tablo açığa çıktığında bendeki gözlerini yavaşça tabloya kaydırdı, gözlerine vuran ışık sebebiyle göz bebeklerinin büyüdüğünü gördüm.

 

"Bu." Sustu ve dudaklarını yalayıp tekrar bana baktı,elindeki örtüyü sıktığını gördüm.

 

Gözleri bu sefer tablonun sağ altında bulunan tarihe ve imzama kaydığında gözlerini kısa bir an kapattı sonra hemen geri açtı.

 

"Almina... Sen?" Anlam veremiyordu biliyordum. Evet o zamanlarda ondan hoşlanıyordum ve o gün içimden bir his onu resmetmemi söylemişti ben de yapmıştım.

 

"O gün seni çiziyordum ve diğer günlerde de bu çizimi tamamlamaya çalıştım. Bitirdiğim gün Tuana'ya kafe kiralamaya geldiğimizde seni gördüğüm gündü. O güne kadar aklımda kalanlarla çizim yaptım çünkü seni uzun süre görmemiştim o günse seni gördükten sonra detayları bitirip tabloyu kaldırdım. Sana o zamanlar verecektim fakat uygun bir an olmadı,şimdiyse her şey için çok geç olmadan göstermek istedim." Dedim uzunca konuşarak,dikkatle beni dinledikten sonra onu çizdiğim tabloya bir kez daha baktı ve parmaklarını tabloda gezdirdi.

 

"Çok güzel olmuş,fazlasıyla..." Sustu ve elini uzatıp boştaki elimi tuttu. Dudaklarına götürüp öpücükler kondurdu.

 

"Teşekkür ederim güzelim." Gülümsedim.

 

"Beğenmene sevindim." Dedim gözlerine bakarken.

 

"Bu yani..." Durdu ve dudaklarını ısırıp serbest bıraktı,inanamıyor gibiydi.

 

"Hiç beklemiyordum,sen o zamanlarda da..." O zamanlarda ondan hoşlanmama inanmıyordu,ben de bilmiyordum ki ama ellerim, attığım her bir adım, gözlerimin aradığı her nokta ona çıkıyordu.

 

"Ben de farkında değildim ama bütün yollar sanki sana çıkıyordu,ellerim seni istiyormuş,her bir adımda sana ulaşmak;her bir noktada seni görmek..." Gözlerinin en içine baktım ve buruk bir tebessüm yolladım.

 

Alnıma derin bir öpücük bıraktı.

 

"Benim güzel nişanlım... Öylesine güzelsin ki dokunduğun her yer güzelleşiyor. Senin ellerinin değdiği bir şeyin kötü olma ihtimali bu dünyada yok,çok teşekkür ederim." Derken boynuma da ufak bir öpücük bıraktı.

 

Ellerimi sırtına koyduktan sonra onun da boştaki eliyle belimi kavramasına izin verdim ve sıkı sıkı sarıldım. Kokusunu soludum,ezberlemeye çalıştım.

 

Boynumda derin bir nefes aldı.

 

"Gitmem gerekiyor." Dediğinde gözlerim doldu ama gözlerimi tavana çevirip akmalarına izin vermedim.

 

"Tamam." Diyerek geri çekildim ve elindeki örtüyü uzanıp aldım.

 

"Bu tablo sen gelesiye kadar bende kalsın,sen gelince alırsın olur mu?" Dediğimde üzerini örtüp yerine koymuştum.

 

"Olur." Dediğinde sesinin güçsüz çıkması dudaklarımı titretti ama ağlamayacaktım.

 

"Hadi o zaman." Elinden tuttum ve yüzüne bakmadan bizi kilerden çıkardım, kapıyı kilitleyip anahtarı eski yerine koydum ve Zafir'le yan yana yürümeye başladık.

 

"Yiyecek bir şeyler hazırlamalıydım,Zafir hemen hazırlayayım böyle olmaz." Derken aklıma yeni gelmesiyle kendime kızmıştım.

 

"Gerek yok,Suzan hanım evde hazırlıyor." Demişti bana dönerken.

 

Arabasının yanına gelmiştik ve artık vedalaşmamız gerekiyordu.

 

"Arkamdan ağlamanı istemiyorum,sakın Almina. Duymayacağım." Dediğinde yalandan da olsa başımı salladım,pek mümkün değildi şu an bile gözlerim dolu doluydu.

 

"Kadir,her ihtimale karşı seninle kalacak." Kaşlarım istemsizce çatıldı.

 

"Gerek yok ki." Dedim.

 

"Hayır var, gözüm arkada kalsın istemiyorum. Annemlerle de Erdem ilgilenecek. İtiraz etmeyin." Oldukça kararlıydı,bir şey demedim ve başımı salladım.

 

"Çok dikkat et lütfen." Dedim sesim titrerken, başını salladı ve ellerini yanaklarıma koyup alnıma dudaklarını defalarca bastırdı.

 

"Geldiğimde seni kötü bir halde görürsem ortalığı yakarım, yemeğini ye ve eğlen. Tamam mı?"

 

Kötü bir halden kastı,kendimi üzmememdi ama bu pek mümkün de değildi yine de içi rahat etmeliydi.

 

Aklı burada kalırsa kendine ve arkadaşlarına odaklanamayabilirdi,ona bir şey olmasına dayanamazdım.

 

"Merak etme,iyi olacağım. Çabuk gel olur mu?" Dudaklarını yanağıma bastırdı ve çekildi.

 

"Seni seviyorum." Dediğinde gülümsedim ve sorumu es geçmesine aldırış etmemeye çalıştım.

 

"Ben de seni seviyorum." Dediğimde uzanıp yanağından öptüm.

 

Geriye çekildi ve ön kapıyı açtı,annesinin evine doğru uzunca diyebileceğim bir süre baktı ve sonra yutkunup başını iki yana sallayarak kendine geldi.

 

İçimde bir şeyler yıkılıyordu.

 

Sürücü koltuğuna oturduğunda kapısını kapattı ve camını açtı.

 

Geriye çekilip kollarımı bedenime sardım ve gülümsedim,zordu...

 

"Allah'a emanet ol." Dediğinde içimden ona dualar ediyordum.

 

"Sen de Allah'a emanet ol,seni bekleyeceğim." Diyebildim. Ardından arabayı çalıştırdı ve bana selam verdikten sonra arabayı döndürerek evine doğru yol aldı,bense arkasından bakakalırken evin önüne çöktüm ve dakikalarca ağladım.

 

🧭

 

Zafir'den

 

"Boran,üç yüz metre tamam." Diyen Orhan'a kısa bir bakış attım.

 

"Eyvallah." Dedikten sonra işaret ve orta parmağımı birleştirip Fatih'in göreceği mesafede kaldırdım ve üç kere ileriyi işaret edip bir kere de aşağıyı gösterdim.

 

Fatih uzaktan elini yumruk yapıp kaldırdı ve anladığını işaret etti.

 

"61-62-16." Dediğimde duymayı beklediğim ses kulaklıktan yükseldi.

 

"Hazırım komutanım." Dedi Emre.

 

"Anlaşıldı." Dedim yerde sürünürken.

 

Dizlerimi kendime çekip kollarımla adeta bir yılan gibi sessizce süzüldüm. Bir mağaraya baskın yapıyorduk ve şu an hepsi gözetim altındaydı.

 

"1453." Diye seslendim Fatih'e çünkü artık görüş alanımda değildi,mecburen sesli bir şekilde iletişim kurmalıydım. Fatih şu an içeriye sızmaya çalışıyordu bu yüzden ufak bir işaret vermesi yeterliydi.

 

"I'm inside.(içerdeyim)" Dedi hafifçe gülerek, sıkıntılı bir nefes verdim.

 

"Bu herif neden hep gevşek?" Dedi Emre, yüzümde ufak bir sırıtış oluştu.

 

"Sanki oyun oynuyoruz,adam hep bir rahat." Dedi Salih de.

 

"Hazır." Dedim dikkatleri toplamak adına,görevin ilk günündeydik. Şu an gecenin üçüydü, yanımızda iletişim aracı olarak sadece telsizler vardı onun dışında da kimseden bilgi alamazdık. Aklım geride bıraktığım ailemde kalmıştı,içime doğan hisler ve gördüğüm rüyalar beni etkilememişti zaten amacımız Hak ve vatan yolunda can vermekti fakat geride ailemi bırakacak ve onları üzecek olmak canımı derinden yakmıştı,yoksa ölümden korktuğum yoktu.

 

Almina,ben gittikten sonra emindim ki perişan olmuştu ve tek temennim döndüğümde yani eğer sağ salim dönebilirsek onu mutlu bulmaktı.

 

"Hazır." Dedi keskin nişancımız Kaan.

 

"Şimdi." Dediğimde dikkat dağıtmak için üç yüz metre ileride konumlanan Kaan ilk atışı yapmıştı.

 

"İzci,bilgi ver." Adem hemen kısa bir bilgi akışı gerçekleştirdi.

 

"Atış başarılı,1453 içeriye sızmış durumda ve konumu sağlam,kimse fark etmedi. Keskin'e (Kaan'a) doğru bir akış var. İlerleyebiliriz komutanım."

 

"Allah yar ve yardımcınız olsun Adayış Tim'i." Dedikten sonra ilerlemeye başladık. Hızlı ve dikkatli ilerliyorken Adem iz sürüyor gizli bir tuzak var mı diye kontrol ediyordu,arada bilgi akışı yapması oldukça yardımcı olurken Kaan'ın sesini duydum.

 

"Boran!" Olduğum yerde kalıp yanımdaki ağaca doğru yuvarlandım ve kendimi gizleyip sağlama aldım.

 

"Söyle." Dedim sakince.

 

"Peşimdekilerin leşini serdim ama biri var beni görmesi imkansız,peşimde acemice ilerlerken sana doğru geliyor."

 

"Tamam." Dedikten sonra uzaktan bana doğru bakan Salih'e işaret verdim.

 

Onlar ilerlemeye devam ederken Salih ileride beni görebileceği bir alanda sabit kalmıştı.

 

Gecenin karanlığında olabildiğince gizlendim ve silahımı hazır konuma getirdim,silahlarda susturucu takılı olduğundan sessizce ilerliyorduk ki zaten bordoyduk hep sessizdik ama gittiğimiz yerde büyük gürültü yaratırdık.

 

Gece olmasına karşın görmeye alışık gözlerim elindeki keleşi bir sağa bir sola doğrultan salağı,uzakta olmasına rağmen farketmişti.

 

Rahatça beklemeye başladım,zaten ayağıma geliyordu. Gözlerim etrafı kolaçan ederken yerdeki papatyayı görüp kopardım,neredeyse hareketsizdim bu yüzden beni fark etmesi imkansızdı.

 

Elimdeki silaha rağmen papatyanın yapraklarını koparmaya başladım.

 

"Öleceksin,öleceksin,öleceksin..." Bilerek sesli saydığım papatya yapraklarında beni duyan salak için başka bir ihtimal yoktu. Sesimin nereden geldiğini bulamadıkça titrediğini fark ettim,elindeki keleşi düşürmesine ramak kalmıştı,yüzünü aydınlatan ay ışığıyla alnının terden parladığı çok açıktı. Papatya yapraklarında sona gelirken bilerek güldüm.

 

Dişlerinin birbirine vurma sesi duyuluyordu.

 

"Pişt kalleş." Dedi Salih uzaktan ses tonu güler gibiydi,keleşli cin ali;beni Salih sanarken yerden ona bakıyordum. Silahımı kavradım ve nişan aldım.

 

Sesi seçemeyip oraya yönelirken bir Türk askerinin salak olmayacağını ona kimse öğretmemiş miydi?

 

Boşa silah sıktığında tedirgin halinden dolayı ilk önce arkasından bacağına sıktım.Tedirgin tavırlar sergilemeseydi çoktan işi bitmişti.

 

Dizlerinin üzerine düşerken acıyla bağırdı ve elindeki silahı attırdı.

 

"Yardım edin, yardım." Diye bağırdığında Salih çoktan yanına ulaşmış ve ağzını kapatmıştı.

 

"Türk askerine teslim olacak mısın?" Diye bir soru yönelttiğini duydum.

 

Sürünerek Salih'in yanına ulaştım.

 

"Ölürüm de olmam,şerefsiz Türkler." Dediğinde etrafı kontrol edip ayağa kalktım ve yüzümdeki maskeyi açarak öfekeyle yüzüne doğru eğildim. Saçından tuttuğum gibi başını kaldırdım.

 

"Göğsümdeki bayrağı görüyor musun? İyi bak piç. O al bayrak benim kardeşlerimin kanıyla oluştu. Senin kolundaki sikimsonik bayraksa senin hayal dünyanda. Şimdi söyle bakalım hangimiz daha şerefsiziz? Ben söyleyeyim mi? Ya da dur,seni yollayacağım yerde sana güzelce anlatırlar,diğer piç kardeşlerine selamımı ilet." Diyerek öfkemi yüzüne doğru kustuktan sonra kafasını yere çarptım ve silahımla alnının ortasını nişan alıp onu kalleş kardeşlerinin yanına yolladım.

 

Bir de koluna aptalca bayrak yapıştırmıştı.

 

O anca hayal dünyalarında görecekleri devleti asla kuramayacaklardı,buna izin vermeyecektik.

 

"Ben de teslim olacak sanmıştım, sik kırığı." Salih'e başımı sallarken maskeyi yüzüme çektim.

 

"Hadi gidelim." Dedikten sonra göreve devam etmek için istikamete doğru yol aldık.

 

***

 

"Hava kuvvetlerinden acil destek! Çok acil." Diyerek telsize konuşurken üçüncü gündeydik. Başarılı bir şekilde ilerlrsek de çoğumuz yaralıydık. Buna ben de dahildim,bana göre çok ciddi olmayan bir bıçak yarası almıştım.

 

Karın boşluğumda yer alan yaraya şartların izin verildiği kadarıyla pansuman yapmıştım. Şu an oldukça zorlu bir andaydık çünkü sayımız karşımızdaki şerefsizlere karşı azdı ve sürekli telsiz kesilip duruyordu. Kendi başıma hareket edemezdim bu da bir suçtu bu yüzden elim kolum bağlıydı ve sinirden köpürüyordum.

 

"Hava kuvvetleriyle iletişime geçiyorum, dayanın aslanlarım." Dediklerinde telsizin sesi gitti.

 

"Sikeyim." Dedikten sonra öfkeyle elli metre ötemdeki adamlara baktım.

 

"Mühimmat ne durumda?" Diye bağırdım bu hengamede. Zaten sesimin duyulması imkansızdı,silah sesleri dört bir yandaydı.

 

"Az kaldı komutanım." Dedi Umut.

 

"Hava geliyor Adayış,biraz daha sabır." Derken bize doğru fırlatılan el bombasıyla bağırdım.

 

"Kapan!" Dedikten sonra kendimi korumaya aldım.

 

"Bacağım!" Diye bağıran Kaan ile zorlukla yutkundum.

 

"Salih,bomba sende." Dedikten sonra sürünerek Kaan'a doğru ilerledim.

 

"Keskin?" Diyerek ses bekledim Kaan acıyla kıvrandı.

 

"Derin değil,saplanmadı." Derin bir nefes verdim.

 

"Dayan. Adayış! Durumu idare ediyoruz." Dedim ve tekrardan nişan alarak birkaç el sıktım.

 

Olabildiğince idareli atışlar yapmaya başladık ama ateşi de kesmedik.

 

"Komutanım telsiz!" Diyerek bana telsizini getiren Orhan'dan telsizi kaptım ve gizlendim.

 

"Yüzbaşı Algan,dinlemede." Dedim.

 

"Komutanım, burası Kaya1; Üsteğmen Sevda Mercan konuşuyor." Dedi üsteğmen.

 

"Teröristlerle aramızda yaklaşık elli beş-altmış metre mesafe var,acil taarruz gerekli." Dedim saklandığım yere kurşunlar yağarken.

 

"Yüzbaşım,oraya olacak taarruzumuz sizi kötü etkiler."

 

Başımı iki yana salladım büyük bir karar vermem gerekiyordu ve en önemlisi bu karar en mantıklı olanı olmalıydı.

 

"Sorun değil Kaya1,yaralılarımız fazla geri çekilemeyiz. Sayıları fazla, Adayış Tim'i şehit olmaya razı." Dedim gülerek.

 

Belki de haklıydı.

 

"Sen askersin,askersin. Hissedersin. Askerler hisseder."

 

Belki de Almina'ya zorlukla söylediğim gerçek şu an kapıma gelip dayanmıştı.

 

"Alçak uçuş gerçekleştireceğiz,kendinizi olabildiğince koruyun." Diyen askeri pilotla kendime geldim ve time baktım.

 

"Yolunuz açık olsun." Dedikten sonra kapattım ve time doğru bağırdım.

 

"Adayış! Alçak uçuş,kendini koru.SİPER AL!" Dediğim anda Kaya1'in sesini duyduk.

 

"Geri sayım başlıyor." Derken timdekilerden sesler yükseliyordu.

 

"Korku nedir bilmeyiz!

Biz dağların erleri" diye söze girdiklerinde siyah üniformamdaki al bayrağı çıkarttım ve olduğumuz yere diktim.

 

"Yuva yaptık göklere

Baş döndüren yerlere" Kaya1'den gelen destekle gülümsedim.

 

Çatışma hâlâ devam ediyordu.

 

"Engel tanımaz aşarız

Yüce engin dağları" dedim Tim'ime destek vererek.

 

"El verip uzanırız

Mor siyah bulutlara"

 

Hep beraber son kez birbirimize baktık.

 

"Ben Türk komandosuyum

Düşmanı çelik pençemle ezerim.

Her yerde ben varım;

 

Havada," dedi üsteğmen.

 

"Karada," diye devam ettik.

 

"Denizde,

Çölde,

Batakta,

Çatakta,

Her zaman ve her yerde..." Dedikten sonra ben devraldım.

 

"Hazır" dedim, "Daima hazır!" Dediler.

 

"Hazır-Daima hazır!"

 

"Kim?" Türk'ün askeri.

 

"Türk komandosu!"

 

"Kim?" Bu sefer Bordo Bereliler.

 

"Türk komandosu!"

 

"Allah Türk'ü korusun,Ne mutlu Türküm diyene!" Diye tamamladığımızda,şehadet getirmiştik.

 

"Sizin için fazladan bir tur attım Adayış,o yüzden 0!" Diyen hava kuvvetiyle büyük bir gürültü koptu,belki de bileğimden akan son damla kan geride kalan sevdiklerim içindi.

 

🧭

 

Almina'dan

 

"Anne? Sabah aldığımız sütü nereye koydun bulamıyorum!" Diye bağırırken dolaba eşyaları yerleştiren Tuana,sebzelerle cebelleşiyordu.

 

"Dolaba bak!" Üst kattan annemin sesini duymamla Tuana'ya döndüm.

 

"Tuo süt orada mı?" Dediğimde geriye doğru gelip bana baktı.

 

"Hayır burada değil."

 

Oflayarak mutfaktan çıktım amacım sütlaç yapıp dağıtmaktı,sabah pazara gitmiş alışveriş yapmıştık. Annemler yarın gidiyordu bu yüzden dolabı meyveyle sebzeyle doldurmuştuk.

 

"Anne dolapta değilmiş." Dedim merdivenlerden yukarıya bağırırken,evet annem evi temizliyordu.

 

"Ay of Almina arabada unuttum herhalde ben onu,koş hemen." Dediğinde başımı iki yana sallayarak güldüm ve evden çıktım. Dilime bugün bir şarkı dolanmıştı onu mırıldanıp duruyordum.

 

"Bir varmış bir yokmuş ve fırtına kopmuş

Elimizde ne varsa yanıyor..."

 

Bahçe kapısına geldiğimde Mihriban anneyi görmemle durmam bir oldu.

 

"Kızım?" Diye seslendiğinde ona doğru ilerledim,güneşin yakıcılığı üzerimdeydi.

 

"Anne?" Dedim iki gündür alıştığım gibi,Zafir gideli beş gün olmuştu ve evet hiçbir haber alamamıştık. Her gece gözyaşı döksemde buna alışmam gerektiğinin farkındaydım ve gündüzleri olabildiğince hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordum. Geçen gün çarşıya inip Zafir'in künyesinin aynısından kendime de yaptırmıştım,en azından bana güç verecek bir şey olduğunu düşünüyordum boynumdan birkaç gündür hiç çıkarmamıştım.

 

Mihriban annem mutlulukla gülümsedi.

 

Ona ilk kez dün anne demiştim,birlikte onların evinde yemek yaparken ağzımdan pat diye çıkıvermişti. Mihriban anne şokla bana dönmüştü ve bana sarılmıştı Leyla abla bile şok olmuştu ki ben donup kalmıştım. Şimdiye yavaş yavaş alışıyorduk bazen teyze dediğim oluyordu ama Mihriban anne yadırgamıyordu.

 

"Ben de size geliyordum. Zerrinciğim evde değil mi?" Dediğinde başımla onayladım. Annemle çabucak kaynaşmaları beni sevindiriyordu.

 

"Evet evet temizlik yapıyordu." Dedim.

 

"Tamam ben bir bakayım ona kuzum." Diyerekten omzuma dokundu ve başımla onu onayladığında kapıdan içeriye girdi.

 

Arabaya ilerleyip bagajı açtım ve içindeki beş litrelik sütü aldım, arabayı kilitledikten sonra eve doğru yönümü döndüğümde Kadir ile Erdem'in bu sıcağa rağmen evin dışında konumlandıklarını gördüm. Sıkıntılı bir nefes verirken aklıma gelen şeyle hemen eve doğru hızlı hızlı yürüdüm, mutfağa sütü bıraktım işini bitirmiş olan Tuana'ya sütü ocağa koymasını rica ettikten sonra arka bahçeye çıktım ve kilerde bulunan iki uzun bahçe şemsiyesini aldım.

 

Biraz ağır da olsalar elimden geldiğince düşüre düşüre kapıya kadar taşıdım.

 

"Kadir?" Diye seslendiğimde anında bana döndü.

 

"Buyrun Almina hanım." İstemsizce göz devirdim.

 

"Lütfen sadece ismimle seslen benden büyüksün ki hiç gerek yok." Dedim mahçup bir ifadeyle.

 

"Ama..." Dediğinde ters ters ona baktım, Zafir böyle bakınca işe yarıyordu.

 

"Peki." Dediğinde içimden vay be diyerek güldüm. Belli ki sevgilimin bildiği bir şeyler vardı.

 

"Şimdi bu şemsiyeleri buraya doğru açacağız ki size gölge olsun. Bahçeye kurmama yardım eder misiniz?" Dediğimde Erdem hemen dibimizde bitti ve Kadir ile aralarında kısa bir bakışma geçti.

 

"Gerek yok aslında Almina ha- ,Almina." Diyen Erdem'e gözlerimi kısarak baktım hem uzundu hem de güneşten göremiyordum.

 

"Hayır gerek var,hadi hemen kuralım biraz işim var." Dedim bahane ederek.

 

"Peki biz hallederiz,siz lütfen işinize bakın." Dedi Kadir gülümseyerek.

 

"Tamam o zaman,gelip bakacağım kurdunuz mu diye." Dedikten sonra onlardan onay aldım ve içeriye girdim.

 

"Koydum sütü kaynıyor,dikkat et de taşmasın valla çok yoruldum azıcık dinleneyim." Diye sızlanan Tuana'ya güldüm ve yanağına öpücük bırakarak mutfağa yürüdüm.

 

"Tamam tamam sen dinlen,ben hallederim." Mutfağa girdiğimde taşacak gibi olan sütle korkuyla bağırıp soluğu ocağın dibinde aldım.

 

Anlaşılan gün daha uzundu...

 

***

 

"Kendinize dikkat edin, Boran gelince hemen bizi de ara." Diyen babama buruk bir tebessüm yolladım. Evet bugün gidiyorlardı ve altıncı gündeyken Zafir hâlâ dönememişti. Annemle de vedalaştıktan sonra annemin,Mihriban annemle konuştukları konuya kulak misafiri oldum.

 

"Artık sıra sizde,bize bekliyoruz sizleri." Diyen Zerrin annemi;

 

"İnşallah Boran bir sağ salim dönsün de en kısa zamanda hayırlı bir iş için kapınızı çalacağız." Diyen Mihriban annem yanıtladı.

 

İkisi sarılıp vedalaşırken babam taksiye binmişti.

 

"Varınca arayın mutlaka." Dedim anneme.

 

"Tamam kızçelerim." Dedi annem.

 

O da taksiye bindiğinde araba yavaşça yol almaya başladı, arkalarından bakarken aklıma birkaç gün önce Zafir'i de böyle uğurladığım aklıma gelince gözlerim istemeyerek de olsa doldu.

 

"Almina? Ağlama canım,biz buradayız sonuçta." Dedi Mihriban anne.

 

Ellerimle gözümdeki ıslaklığı sildim.

 

"Yok anne ondan değil,ben... Zafir'i anımsadım da bir an." Dedim kısık sesle. Bir büyükle özellikle de sevdiğim adamın annesiyle duygularım hakkında konuşmak beni utandırıyordu.

 

"Seni çok iyi anlıyorum ama hiç üzülme, inanıyorum birkaç güne dönecektir." Dediğinde zar zor yutkundum. Kemal amcayı her gün iş çıkışı,hastane çıkışı,ziyaret ediyordum ama hiçbir bilgi vermiyordu ve sadece iyiler diyip geçiyordu. Bu bana yetip artıyordu fakat son günlerde derin bir sessizlik vardı,evet telefonlarımızın ya da kapımızın çalmaması çok iyiydi ama endişelenmeden de edemiyordum.

 

"Haklı-" cümlemi tamamlayamadan akşamın karanlığını aydınlatan bir ışık olduğumuz sokağı aydınlattı. Arabanın bize doğru gelmesi beni oldukça gererken,durduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. Arabanın farları gözümüzü aldığından kimdi göremiyordum.

 

"Anne?" Diyerek tedirgin bir şekilde konuşan Mihriban teyzeyle Tuana'yla birbirimize baktık.

 

Arabanın farları sönmeden hemen önce gözlerim Kadir ile Erdem'i bulmuştu,hee ikisi de ellerine silahlarını almış hazır pozisyona geçmişlerdi.

 

Sıkıntılı bir nefes verdim.

 

Arabadan Berivan hanım inerken dişlerimi sıktım geçende bana dediklerini unutmamıştım.

 

"Mihriban! Sen ne hadle bana danışmadan böyle bir işe kalkışırsın?!" Diye bağıran kadınla Mihriban annem irkildi,ondan korkuyordu biliyordum.

 

"Berivan hanım, lütfen sakin olun. Geç bir vakitteyiz." Dedim Mihriban annenin yanında dimdik durarak.

 

"Sen sesini kes,sıra sana da gelecek gelin hanım!" Dediğinde yutkundum,tedirgin de olsam belli etmemeye çalıştım.

 

Mihriban annem "Anne tamam,gel içeride konuşalım." Diyerek yürüdü.

 

"Düş önüme!"

 

Mihriban anneyi durdurdum.

 

"Ben de geleyim mi?" Tedirgindim,bu kadın her şeyi yapabilirdi ve annemin de üzülmesini istemiyordum. Konunun ne olduğunu da bilmiyordum fakat mecburen öğrenecektim çünkü konu illaki bana da gelecekti, Berivan hanım öyle söylemişti.

 

"Yok kızım siz güzelce dinlenin yarın da eğer işiniz yoksa kahvaltıya gelin olur mu?" Dediğinde emin olamayarak baktım.

 

"Mihriban!" Diye bir ses yükseldi tekrardan.

 

"Ben gideyim, aklınız kalmasın bana bir şey yapamaz o. Hadi Allah'a emanet." Demiş cevabımı beklemeden koşarak kendi evine geçmişti.

 

"Almina,bu kadın sanki başınıza fena bela olacakmış gibi geliyor." Dedi Tuana.

 

Elimi alnıma götürüp masaj yaptım.

 

"Bilmiyorum haklısın,sadece fazlasıyla tedirginim. Umarım büyük bir soruna yol açmaz." Dedim.

 

Tuana kolumu sıvazladı.

 

"Biz yanınızda olacağız,hadi gel girelim." Dediğimde Erdem'in bize doğru hareketlendiğini gördüm. Bahçe kapısına vardığımızda durdum.

 

"Bir şey mi oldu?" Dedim usulca.

 

"Hayır Almina,sadece Boran bey bu durumdan hoşlanmayacaktır." Dediğinde gözlerimi kaçırıp başımı salladım.

 

"Biliyorum ama hallederim ben." Dedim ufak bir tebessümle.

 

"Peki,iyi geceler." Diyerek kibarca gülümsedi ve tekrardan yerine geçti.

 

Sabahtan beri dikeliyorlardı,tabi ki ać ya da susuz değillerdi. Ne yiyip içtiysek onlara da ikram etmiştim fakat ayakta durmaları beni strese sokuyordu.

 

"Kahve ister misin?" Dedi Tuana, mutfağa yönelerek.

 

"Hayır sağ ol,ben odamdayım." Dedim Tuana'ya.

 

"Tamamdır,iyi geceler bebeğim." Derken sesi cılızdı,o da Kaan'ı özlemişti biliyordum.

 

Oflayarak odama çıktım ve kapıyı kapatıp yaslandım.

 

Ellerimle yüzümü sıvazlarken aklımda hâlâ Zafir'i uğurladığım gün vardı ve gözlerim hemencecik doluyordu. Regl tarihim yaklaştığı için de fazlasıyla hassaslaşmıştım.

 

Ellerimi yüzümden çekip dolan gözlerimi kırpıştırarak yatağıma doğru yürüdüm ve üzerimi çıkarıp hazırda duran eşofman takımını giydim. Zafir gittiğinden beri gecelik giymiyordum,olur da ani bir haber gelir ve benim karargaha gitmem gerekir diye. Hızlı olmalıydım,ona yetişmeliydim. Ne de olsa asker sevmek,asker olmak demekti.

 

Yatağa uzanıp elime telefonumu aldığımda ne bir mesaj ne bir arama vardı,bu iyi miydi kötü müydü bilmiyordum.

 

Gönderilen: Sevgilim

 

Günlerdir mesaj yazmaya elim gitmiyor, öyle korkuyorum ki cevap vermezsin diye... Ama bugün cesaretimi topladım,sana uzun bir mesaj yazmak için ki biliyorum korktuğum başıma gelecek mesajıma cevap vermeyeceksin.

 

Uzandığım yatak sanki topraktan bir çukur oldu,tavansa topraktan birer parça... Odam üzerime üzerime geliyor,sanki mezarda gibiyim ama sığamıyorum,nefes alamıyorum, aldığım nefes ciğerlerime batıyor. Ve toprak cennet kokar diye korkuyorum çünkü ancak şehit verirsek her yer cennet kokar derlerdi ben çocukken.

 

Ben iyiyim,ailen de çok iyi merak etme; sağlıkları yerinde ve hepsi gayet mutlukar sadece hepimiz senin sapasağlam dönmeni bekliyoruz.

 

Bugün annemler İstanbul'a döndü, Tuana'yla evdeyiz. Kadir ve Erdem de kapıda nöbet tutuyorlar, günlerim hastanede geçiyor bu sıralar yoğunum ve büyük ihtimalle izin de alamayacağım; üzgünüm sevgilim. Onun dışında yaptığım hiçbir şey yok,sadece seni deli gibi özledim.

 

Az önce babannen geldi annenle eve geçtiler, umarım kızmazsın biz de beklemiyorduk. Yarın ilk işim sizin eve uğramak olacak merak etme,anneni koruyacağım.

 

Seni seviyorum,seni özledim hem de deli gibi. Lütfen iyi ol,benim için. Ve günlerdir içimde verdiğim bu savaşı sen kazan, korkularım kaybetsin.

 

Türk askeri eğer savaşa girerse, siz anca mezara girersiniz,demişler. Lütfen elimden tutup beni bu mezardan çıkar ve korkularımızı oraya gömelim sevgilim.

 

Mesajı titreyen parmaklarımla gönderirken yüzümden boynuma akan yaşları ellerimle sildim ve yaslandığım yatak başlığından yatağa doğru kaydım.

 

"Az kaldı Almina,az kaldı biraz daha sabır." Dedim kendi kendime.Korkusuz askerin korkusuz yari olmalıydı. Bilmeliydik ki vatan sevgisi, yar sevgisinden üstün gelirdi ve ümitlerin bittiği yerde, Türk askerinin kudreti başlardı...

 

***

 

"Geldim!" Kapıyı çalarken tereddüt ederken duyduğum cevapla arkamdaki 'korumalarıma(!)' döndüm.

 

"Tamam siz gidebilirsiniz."

 

Kadir hemen itiraz etti.

 

"Olmaz,Almina Ha-"

 

Elimi kaldırıp susmasını sağladım.

 

"Lütfen Kadir." Dediğim an kapı açıldı.

 

Kapıya döndüğüm sırada Mihriban annenin gözleri kan çanağına dönmüştü, hızla vücudunu taradım bir şeyi gözükmüyordu ama yüzü oldukça solgundu.

 

"Anne? Ne oldu sana?!" Dedim öfkeyle.

 

"Kızım ben." Sesini bölen Berivan hanımdı,zaten başka kim olabilirdi ki?

 

"Ömer! Arabayı hazırlayın." Anlamazca kaşlarımı çattım.

 

"Mihriban,içeriye geç kır dizini otur evinde." Sinirden gözümün döndüğünü hissettim,gelini de olsa bir kadına,hemcinsine böyle saygısızca davranan ve sözünü dinlememe izin vermeden annemi kolundan tutup çdken kadına büyüğüm diye belli bir uere kadar saygı gösterirdim.

 

"Berivan hanım! Annemin kolunu bırakın."

 

Bana dik dik baktı.

 

"Sen karışma, yürü içeriye Mihriban; bugün kimse yaptığım hiçbir şeye karışmayacak." Derken Mihriban teyze gözlerinden akan yaşlarla bana mahçupça baktı. Anlam veremesem de onun ağlamasına göz yumamazdım.

 

"Karışırım Berivan hanım, karışırım. Kayınvalidesi olabilirsiniz ama bir kadını bu denli ağlatmaya hakkınız yok,kim bilir kaç saattir böyle ve eminim ki kesinlikle sizin saçma sapan sözleriniz yüzünden bu haldedir." Belki haddimi aşmıştım ama hak ediyordu.

 

"Bana bak alırım seni ayağımın altına,haddini bileceksin! Madem bir Algan gelini olacaksın, saygıda kusur etmeyeceksin, canını alsak da gelinlikle girdiğin bu evden ancak kefenle çıkarsın anladın mı beni!" Öfkeyle dedikleri yüzünden nefes nefese kalmıştım, böyle bir şey mümkün olmazdı,ne buna ben ne de Zafir izin vermezdi. Ama böyle beni korkutma çabası sinirimi bozmuştu.

 

"Nasıl yapacaksınız çok merak ediyorum,buna izin vereceğimi düşünüyor musunuz? Hadi ben bir şey yapamadım diyelim Zafir,sizce böyle bir şeye izin verir mi?" Dedim dibinde biterken. Annem ellerini ağzına koymuş ağlıyordu ve öfkemin artmasına neden oluyordu,sevdiklerim üzüldüğünde öfkeleniyordum.

 

"Sen önce bana namusunun hesabını ver de sonra konuş,onunla bununla düşüp kalktığını çok iyi bil-" beynimde şimşeklerin çaktığını hissettim.

 

"Haddinizi bilin! Siz kim oluyorsunuz da benimle böyle konuşuyorsunuz?" Parmağımı ona doğrultup konuşurken Mihriban annem kolumdan sıkıca tutmuştu.

 

"Ben kimim göstermemi ister misin?" Diyerek iyice dibime girdi. Meydan okuyan bakışlarımız birbirine odaklıydı.

 

"Bekliyorum, gösterin." Dedim inatla.

 

Arkama doğru işaret verdiğinde Mihriban anne öyle bir yakardı ki ne olduğunu anlayamadan hemen onu benden uzaklaştırdılar.

 

"Hayır,anne yapma. Boran öldürür hepsini, yapma!" Derken birkaç adam onu içeriye doğru zorla götürmüştü. Erdem'i tutan adamlar zapt etmekte zorlanıyorlardı.

 

Etrafıma göz gezdirmeme fırsat kalmadan iki adam beni de kollarımdan sıkı sıkı tuttu ve geriye doğru sürüklemeye başladılar.

 

"N'oluyor? Hey bırak lan beni! Kadir?!" Diye bağırdım çırpınırken.

 

Kadir'e doğru gözlerim kaydığında Kadir'in baygın bir şekilde yerde uzandığını görünce yüreğim ağzıma geldi. Bana dokunuyordu,dokunuyorlardı.

 

"Yenge! Bırak lan yengemi piç herif." Erdem'in,Berivan Hanımın adamlarına karşı direnci yetmiyordu. Öfkeyle çırpınıp kurtulmaya çalışsa da onu öylesine kilitlemişlerdi ki kımıldayamıyordu bile.

 

"Bırak beni bırak dedim bırak!" Temastan nefeet ediyordum ve aklıma yaşanılanlar geldikçe kendimi savurup duruyordum,midem bulanmaya başlamıştı ve kurtulamıyordum.

 

Derin derin nefesler alıp vermeye başladım.

 

Çırpınmaya son verip sakince durduğumda kollarımdaki sızı kendini belli etmişti. Berivan Hanımın yüzündeki sırıtışla bana doğru yürümesi iyiden iyiye çıldırmama neden oluyordu. Kollarımdaki teması düşünmemeye çabaladım,istemiyordum.

 

Sakince beklerken göz ucuyla iki yanımdaki adamlara baktım. Midemin bulantısı artarken kan ter içinde kalmıştım. Gözlerim doluydu ama asla ağlamıyordum,sinirle baktım.

 

"Bırak dokunma bana,temastan nefret ediyorum. Bilmiyorsan öğren,öğrenmeyeceksen zevkle öğretirler." Dedim solumdaki adama.

 

İnadına bırakmayan adamlarla olduğum yerde kollarımı çekerek çırpınmaya başladım.

 

"Bırak şu kolumu!"

 

"Kes artık emir böyle." Dedi karakter yoksunu.

 

"Bir şey yapmayacağım bırak tamam." Dedim dururken.

 

"Sakin sakin duracaksan..." Dedi ters bir ifadeyle.

 

Önümüze yanaşan araçla hırsla ona döndüm ve yüzüne doğru bağırdım.

 

Kesin sakin dururdum.

 

"Tamam dedim, bırak!" Dediğim an tereddüt etseler de bıraktılar. Öfkeli soluklarımla gözlerim iki araç arasında gidip geliyordu.

 

"Yürü bakalım gelin!" Bastonunu belime bastırıp bir adım gitmeme neden olduğunda ona bomboş bir bakış attım.

 

"Anne yapma etme,Boran delirir." Dedi annem uzaktan ağlayarak,onu da tutsak etmişlerdi. Nefes alamıyordum sanki.

 

Berivan hanım onu umursamadan bana yürü der gibi baktı ve kenara çekilip kendi aracına ilerledi.

 

Üzerimdeki tişörtü silkelerken yavaş adımlarla önümdeki arabaya doğru yürüyordum, çırpınmanın faydası yoktu. Nereye götüreceklerini bilmediğim bir yere ise asla gitmezdim.

 

"Berivan Hanım sizi böyle alalım." Diyen adamla imalı imalı bakarak öndeki araca bindi.

 

Onun binmesiyle birlikte dikkatlerin onda olduğunu fark edip arkamdaki Erdem'in bağırışlarını önemsememeye çalışarak yavaş yavaş durduğum yerde geri geri adımladım.

 

"Yenge,gitme Allah için." Kadir ise hâlâ baygındı.

 

Derin bir nefes aldım ve gücümü toparlamaya çalıştım bu pek mümkün değildi çünkü tamamen bitmiş gibi hissediyordum. Zafir'in yokluğu üzerine gelen her gün korkuyla uyanmak derken Berivan hanımın beni zorla bir yere götürmeye çalışması... Üstelik istemediğim halde bana temas edilince artık gücümün kalmadığını hissediyordum yine de denedim.

 

Kaçtım.

 

Adamlar beni fark etmezken hızlıca arkamı döndüm ve koşmaya başladım. Hızımı arttırdığım sırada arkamdan bağırıp koşmaya başlayan korumaların sesini duyuyordum ama umursamadan koşmaya başladım.

 

Cebimde duran telefonu koşarken çıkardığım sırada soldaki sokağa saptım.

 

"Dur! Lan kahpe,dur!" Diye bağıran adama kulak asmadım. Gösterirdim ona kahpe kimmiş!

 

Titreyen ellerimle hem koşup hem de telefona bakmak o kadar zordu ki...

 

"Dur yoksa vururum!" Diyen korumayla daha da hızlandım. Duracağımı mı düşünüyordu? Yanılıyordu.

 

Kilidi zar zor açıp hemen rehbere girdim ve site güvenliğinin numarasını bulmaya çalıştım. Polis buraya gelesiye çok uzun sürerdi ve sitenin çıkışına doğru koşarken güvenliği aramak,polislere haber vermesini istemek en doğrusu gibi gelmişti.

 

Tam numarayı bulmuş arıyorken ara sokaktan çıkıp önümü kesen araçla yere düşüp yuvarlanmaya başladım.

 

***

 

Nefret belki de en gerçekçi duyguydu ama hüzün kadar gerçekçi miydi tartışılırdı, çünkü nefretten önce üzülür bir sebepten de olsa ağlayabilir ya da hüzne boğulabilirdik. Ama ilk defa hüzne boğulmadan birinden nefret ediyordum. Hayatımın mahvolduğu şu son iki yılda sabretmekten başka bir çarem yokken hüzne boğulmak bile benim benliğimden sökülüp alınmıştı.

 

Sevgi,aşk ya da adı her neyse o bile artık kalmamış gibi hissediyordum.

 

Üç gün önce yaşanılanlardan sonra hiçbir hissim kalmamış gibiydi,ne bir anlayış ne bir merhamet,ne bir bekleyiş... Hepsi beni terk etmişti.

 

Artık Zafir'i beklemiyordum,bir yanım beklese de bir yanım beklemek istemiyordu. Artık onun sevgisi içimde yanan harlı bir ateşe dönmüştü ve safi öfkeden oluşuyordu.

 

Yatakta oturup dizlerimi kendime çektim. Güçsüz soluklarım odadaki sessizliği bozuyordu.

 

Gözlerim aynadaki görüntüme takılırken üç gün önce olanlar yüzünden gözlerimi sımsıkı kapattım.

 

Üç gün önce;

 

"Bırak artık, bırak!" Ağlayarak son nefesimde bunları söylemiştim. Yerde yuvarlanmamın etkisiyle kaburgam acıyordu ve nefes alamadıkça daha da kötü oluyordum. Artık gücüm kalmamıştı,zorla arabay bindirilip hastaneye getirilmiştim.

 

"Yürü elimde kalırsın." Diye bana kızan o adama öyle ofkeliydim ki gücüm olsa yüzüne tokatı yapıştırmıştım.

 

"Bin şu asansöre." Dedi Berivan hanım.

İçeriye doğru itilirken asansörün boş olmasıyla başımı yere eğip ağlamaya başladım çünkü çok canım yanıyordu.

 

"Nereye götürüyorsun beni?!" Dedim Berivan hanıma.

 

Cevap vermediğinde elimle yakasına yapışıp onu asansörün aynasına yasladım, adamları aynı anda beni ondan uzaklaştırırlarken nefeetle bağırdım.

 

"Nereye götürüyorsun beni dedim? Cevap ver bana! Ben senin malın değilim,ben kimsenin malı değilim,iznim olmadan beni buraya getirmenizin,beni alçakça itham ettiğiniz şeylerin bedelini ödeyeceksiniz!"

 

"Kes sesini,birisi bir şey anlarsa öldürürüm seni!" Diyerek beni asansörde kenara sıkıştırıp silahını karnıma bastıran adamla olduğum yerde titredim ama ona belli etmedim.

 

Asansörün açılmasıyla adam silahını beline yerleştirip geri çekildi. Benden oldukça büyüktü hatta Zafir'den bile büyüktü emindim.

 

Asansörden indiğimizde kadın doğum katında olduğumuzu fark ettim. Burası çalıştığım hastaneydi ve ne hikmetse geldiğimden beri ne bir hemşire ne de bir doktor ağladığımı görüp de neyin var dememişlerdi büyük ihtimalle herkes kendi telaşından beni bile fark etmemiş olabilirlerdi.

 

Berivan hanım bir kapıyı çaldığında kadın bir doktor kapıyı açtı. Bu doktoru daha önce görmemiştim.

 

"Buyrun,hoş geldiniz. Almina hanım siz olmalısınız." Diyerek bana gülümsediğinde anlamayarak Berivan hanıma baktım. Neler oluyordu?

 

"Evet,o. Hadi bakalım,sizden haber bekliyorum." Diyerek beni kapıdan itti.

 

Doktorla içeriye girdiğimizde şokla yüzüne baktım.

 

"Niye buradayım?" Dedim öfkeyle, öfkem doktora değildi.

 

"Berivan hanım bizden,sizin kaç kez cinsel ilişki yaşadığınız hakkında bilgi istedi." Ayakta durmak o kadar güçtü ki arkamdaki koltuğa yaslanıp tutundum.

 

"Ne?" Fısıldayarak konuştuğum için duysa da duymamazlıktan geldi.

 

"Almina,sakin ol. Öyle bir kontrol asla yapmayacağım zaten bu mümkün değil. Olsa da bunu yapmazdım,zorla buraya geldiğin çok belli ve bunu senden isteyen bir aile büyüğü olunca ki kendi ailenden birisi bile değil... Bunu yapmam. Meraklanma." Derken gülümsedi. Gözümden damlayan yaşlar boynuma doğru aktı.

 

"Gel lütfen uzan sedyeye ve rahatla." Kollarımdan destekleyerek kaldırdı ve sedyeye uzamamı sağladı.

 

Dizlerimi kendime çektiğim sırada kapı çalınca panikle doğruldum, başımın dönmesiyle geri yatarken gözlerim kapanmıştı.

 

"Kimsiniz?" Diye bağıran doktorla onun sesini duydum.

 

"Ayla,aç kapıyı. Alp ben,Alp Algan. Yengemi kurtarmaya geldim." Dediğinde gözümde yaş kalmamasıyla kapının açılması bir oldu.

 

"Yenge,hadi çabuk ol. Gitmemiz lazım." Dedi Alp hızla.

 

Gözlerimi zorlukla açtım,kaburgam ağrıyordu. Kalbime de oradan mı vuruyordu ki bu ağrı? Korkuyla başımı iki yana salladım.

 

"Hayır sen de onun ailesindensin,zarar vericeksin bana." Dedim çocuk gibi yakınarak.

 

"Hayır,yenge hadi lütfen." Dediği an beklemeden beni kucağına aldı telaşlı telaşlı davranıyordu, Alp de burada çalıştığı için nasıl burada olduğunu sorgulamadım.

 

"Sağ ol Alp." Doktorun sesini duymamla kapı kapandı ve Alp bir şey demeden yürümeye başladı,ona yük olmamak adına zorlukla kollarımı kucağıma koydum ve başımı omzuna yasladım.

 

"Aç kapıyı, çabuk ol. Yeminle Boran bunu duyarsa ortalık birbirine girer." Derken kimle konuştuğunu bilmiyordum çünkü gözlerimi kapatmış kimseyi görmek istemediğimi belli etmiştim.

 

"Alp,yenge iyi mi?" Dedi sesinden tanıdığım Kadir.

 

"Hiç sanmıyorum." Derken arabaya bindirildiğimi anlamıştım gerisi de zaten karanlıktı.

 

***

 

Günümüz;

 

Telefonumun çalmasıyla gözlerimi geri açtığımda ekrandaki isme uzun uzun baktım. Kemal amca arıyordu. Saatler önce ben aramıştım ama açmamıştı şimdiyse geri dönüyordu. Korkuyordum,açmak istemiyordum. Beklemiyorum demiştim ama bekliyordum da işte. Sadece bu yapılanları gururuma yediremiyordum.

 

Boran'ın hiçbir suçu yoktu ama kendisi de yoktu. Zorunluluktandı biliyordum ama olmayışı beni hüzünden oluşan bir kuyuya düşürmüştü ve o kuyudan onun yardımı olmadan çıkamadıkça öfkelenmeye başlamıştım. Şimdiyse kimseyi görmek de yardım almak da istemiyordum,tek yaptığım işe gidip gelmek;kendime bir yararım olmasa bile danışanlarıma elimden geldiğince yardım etmekti.

 

Güçsüz parmaklarımla telefonu tuttum ve aramayı yanıtladım.

 

"Almina?" Dedi Kemal amca.

 

"Yaşıyor mu?" Diye sordum korkuyla.

 

"Senin haberin yok mu,dur seni hemen arayacağım burası biraz karışık." Bir anda kapanan telefonla ne yapacağımı bilemeden ayağa kalktım.

 

Üzerime hemen dolaptan bir şeyler geçirirken Tuana odaya girdi.

 

"Nereye? Almina." Dediğinde ona bakmadan pantalonumu giyiyordum.

 

"Kemal amca aradı bir şey var." Dediğim sırada Tuana konuştu. Telaşlı halim bir anda bıçakla çizilmiş gibi kesildi.

 

"Dönmüşler,Kaan mesaj attı." ayakkabılarımı almadan ona döndüm.

 

"Nasıl yani? Sana mesaj mı attı?" Boran bana niye mesaj atmamıştı ki?

 

"Yoksa-" başını hemen iki yana salladı.

 

"Hayır hayır yaşıyorlar merak etme,iyilermiş. Yani yaraları var tabi ama hepsi ayaktaymış. Bugün sabah dönmüşler." Dediğinde omuzlarım iyice çöktü. Neden beni aramamış ya da bana mesaj atmamıştı ki?

 

"Ben bir bak-" telefonuma gelen bildirimle telefonumu elime aldım.

 

Mesajlara girip baktığımda mesajın Boran'dan gelmiş olduğunu gördüm.

 

Gönderen: Sevgilim

 

"Annemin evine gel, çabuk."

 

Gözlerimi kırpıştırarak kısacık mesajı defalarca okudum.

 

"Kimden?" Dedi Tuana donduğumu fark edip,telefonumu çekip aldı.

 

"Ne diyor?" Dediğinde parmağımdaki yüzük sanki parmağımı sıkmaya başladı, boynumdaki künye boğazımı sıkıyor gibi nefes alamadım.

 

"Ne?" Diyebildim fısıltıyla.

 

"Dur dur tamam sakin ol,şimdi sen. Bir şey yoktu,hem dönmüş belki sürprizi vardır." Dediğinde duraksadı sözlerini toparladı.

 

"Ben ilk önce biletçiyi arayayım senin uçak biletini iptal etsinler." Bir de o vardı değil mi? Kısa bir süre psikologlar için düzenlenen bir yurtdışındaki konferansa eski staj yaptığım yerin isteği üzerine davetliydim. Ama bu olaylar ve şu an gelen mesajla ne yapacağımı bilemiyordum.

 

"Telefonumu verir misin?" Dedim ve uzanıp aldım.

 

"Geliyorum."

 

Yazıp gönderdim.

 

Gönderen: Sevgilim

 

Hızlı ol.

 

Dediğinde 'tamam' diye mesaj attım ve sinirle odamdan çıkıp merdivenleri yalın ayak indim. Kapıyı açıp çıktığımda ayağıma yarı yolda spor ayakkabılarımı giymiştim.

 

Ne diye böyle yazıyordu bilmiyordum.

 

Karşı eve hışımla girdiğimde köşede Mihriban anne oturuyordu. Boran ayaktaydı.

 

"Yenge?" Diyen Kadir'e bakmadan bahçeye daldım.

 

"Almina? Yavrum bir oturun konuşun." Dedi Mihriban anne anlayamadım.

 

"Neyi konuşacağım?" Dedim karşımda gözleri dolu dolu olan kadına.

 

Gözleri ikimiz arasında gezindi.Sessizce gittiğinde Boran'a baktım,bir haftadır hasret kaldığım o yüzü yara bere içindeydi.

 

"Bana olan sevginin bu kadar ucuz olduğunu bilmiyordum. Döndüğünde bir mesaj atmayı çok görecek kadar... Ne oluyor Boran?" Dedim sorgulayan bir tavırla.

 

Özlemiştim çok özlemiştim. Ama onun gözlerinde öfke vardı, kırgınlık yer edinmişti.

 

"Ne olursa olsun benden bir şey gizlenmesinden hoşlanmam demiştim,sen bu kuralı çiğnemişsin! Asıl bunu neden yaptın önce bunun hesabını ver." Dedi bana doğru bir adım atarak.

 

"Ne gizlemesi ben bir şey gizlemedim senden." Ellerimi iki yana açıp kaşlarımı çattım.

 

Güneş batmak üzereydi ve kızıllığı son kez yüzüne vuruyordu.

 

"Sana sordum,sana en başında sordum. Neden söylemedin? Neden?!" Diye bağırdı,anlamayarak ona baktım.

 

"Neyi söylemedim,neyi... Söylesene!" Diye yükseldim ben de. Gözleri eve doğru kayar gibi oldu sonra tekrar bana odaklandı.

 

"Sana önceden biri oldu mu dedim,direkt olmasa da dolaylı yoldan sordum. Bana olmadı dedin,sen vardın dedin. Başka kimse olmadı dedin,kimse tenime dokunmadı,kalbime kimseyi almadım; dedin. İnandım,aptal gibi inandım; yalansız dolansız sevildiğimi düşündüm. Neden yaptın neden gizledin,söyleseydin sorun mu edecektim lan?! Etmezdim Almina,söyleseydin etmezdim!" Diye bağırdı yüzüme doğru, gözleri az da olsun dolmuştu. Sanki bir seyler imanetmeye çalışıyordu ama anlamıyordum,bana söylediklerine öyle odaklanmıştım ki...

 

Gözlerim şokla irileşti,ne ilişkisi? Neyden bahsediyordu bu? Kim aklını bulandırmıştı?

 

"Ben sana zaten doğruyu söyledim ne saçmalıyorsun? Senden önce kimse olmadı evet hoşlandığım birileri vardı ki ergenlik çağındaydı bu kadar dedim, kimseyle de bir şey yaşamadım. Sen beni ne ile itham ediyorsun?!" Diye sorduğumda sesimi yükselttim. Boran,yerinde duramıyor elleriyle saçlarını çekiştirip yürüyordu,o normalde bu kadar abartılı tepki vermezdi evet sinirlenince ortalığa yıkan bir tarafı olduğunu biliyordum ama... Garipti işte.

 

"Hiç yalan söyleme gelin hanım,doktorun söyledi; önceden bir sürü kişiyle münasebetin olmuş." Berivan hanımın sesiyle irkildim. Hızla başımı ona çevirdim.

 

"Siz, nasıl? Doktor..." İyi de doktor bana yardımcı olmuştu beni Alp çıkarmıştı oradan, nasıl böyle bir şey olabilirdi?!

 

Kandırılmış mıydım?

 

"Şimdi ben kimmişim öğrendin mi?" Dedi bana ters ters bakarak,o an bir oyun döndüğünü anladım. Boran elini kaldırıp onu susturdu.

 

"Sus babaanne,git buradan!" Sinirlenmişti.

 

Berivan hanım yüzünde iğrenç bir gülüşle bahçeden çıktı ve eve geri girdi.

 

"Sen,babaannene mi inanıyorsun?! Boran ben hiçbir şey gizlemedim tamam mı? Ben sana anlatılanların hiçbirini yaşamadım, öyle bir durum olsaydı seninle paylaşırdım ya ben tacize uğradığımı bile ilk kez sana anlatabildim nasıl böyle bir şeyi senden gizlediğimi düşünürsün?!" Son cümleyi kısık sesle ve parmaklarımı birleştirerek söylemiştim. Kendimi ona inandırmaya çalışmak bile kalbimi kırdı, gözlerim doldu.

 

"Zaten Berivan'a inandığım falan yok,babaannemin böyle bir..." Küfür edecekken sustu ve ellerini uzamış saçlarından geçirip öfkeyle tekrardan bana baktı.

 

"Almina,anlasana!" Durdu yutkundu,bekledi anlamayarak baktım ona sonra konuşmaya devam etti.

 

"Bir şey yaptığına inanmadım,öfkelendim. Sana bunu yapmaya cüret edemezdi.Yalan söylediğini düşündüm,seni oraya zorla götürmüş. O gün doktor aynı şeyleri demiş ki bu sorun falan değildi. Sorun bana geçmişini söylememen. En çok da neyi yediremiyorum biliyor musun,bana tecrübesizmiş gibi yaklaştın,hiçbir şey yaşamadığına inandırdın,ilk kez sana dokundum ben. Hayatımda dokunduğum,hayaliyle kendimden geçtiğim o kadın sendin ve beni resmen kandırdın,ben sana daha ne diyeyim ki?"

 

Kısık sesle yakarışlarını dehşetle dinledim.

 

Beni kandırmış,o doktor bana yalan söylemişti. Nasıl yapmıştı bunu? Hiç mi şerefine,hipokrat yeminine saygısı yoktu?

 

"Ya ben,sikeyim böyle işi,bakma şöyle anla artık!" Tekrardan bağırdığında yutkundum.

 

Üzerime bir adım daha geldi,bana bir şey yapamayacağını bilsem de bir adım geriye gittim.

 

Bunu fark edip bir adım o da geriledi, karşısında benim olduğunun farkına vardı.

 

"Ben ne olursa olsun bir kadına şiddet uygulamam,ben seni tanıyamamışım ama senin beni iyi tanımış olman gerekiyordu. Ne de olsa mesleğin bu,Psikolog Almina Öztürk. Tanımadın mı beni?" Dediğinde titreyen çenemle titrek bir nefesi ciğerlerime soludum.

 

"Keşke bana vursaydın ama bu sözleri söylemeseydin, inan bana vücudumda bıraktığın acı geçerdi ama şu söylediğin sözlerin acısı geçmeyecek Boran." Derken gözlerim onun bedeninin arkasında kalanlara takıldı herkes ne ara buraya gelmişti?

 

Kaan,Alp,Tuana,Mihriban teyzem.

 

"Alp,Alp sen bir şey söyle! O gün beni oradan sen kurtardın, öyle bir şey yok sana yalan söylüyorlar desene!" Dedim ağlamaya başlayarak. Alp başını eğdi ve göz ucuyla bana baktı.

 

"Söyledim ve sana inanıyor zaten o. Demek istediğini anlamadın mı?.." Derken yutkunuyordu.

 

"Herkes eve girsin! Sinema seyretmiyorsunuz." Diyerek bağırdı herkese.

 

Herkes şokta gibiydi.

 

Gözyaşlarımı sildim,madem öyleydi yapacak bir şey yoktu. Karşısına geçerken Tuana'nın elindeki kargo dikkatimi çekti ama zar zor Zafir'e,odaklandım.

 

Boran'a...

 

"Seni kandırmadım." Dedim son hir umut. Ama o kafasını çevirdi sanki ağlamamı görmek istemiyordu. Bana inandığını biliyordum ve kırgın olduğu sinirli olduğu konu gizleme mevzusuydu ama iki türlü de bir şey yapmamıştım. Çok gücüme gitmişti. Yüzümü elimin tersiyle kuruladım.

 

"Bitti mi yani?" Dedim sakince.

 

Başını eğdi ve bana baktı.

 

"Sorun boynumu sadece sana eğmişken, sana her şeyi anlatmışken bana en istemediğim şeyi yapman,gizlemen." Gözlerimi gökyüzüne çevirip tekrar ona baktım.

 

"Tamam, öyle olsun. Madem sevgin yetmiyor,bitsin o zaman. Ben bunlara katlanmışken babaannenin bana alçakça yaptığı her şeye rağmen gururumu yıkmışken ve seni beklemişken... Tamam." Dedim gülerek.

 

"Öyleyse sen değil,ben senden ayrılıyorum Zafir Boran Algan. Senin babaannenin bana yaptığı bu aşağılık tavırlar yüzünden zaten birkaç gündür,sen dönünce ara vermeyi düşünüyordum. Sen benden önce davrandın. Seni,sana ve senin kanından olanlara rağmen bekleyecek birini bul. Beni neyle itham ettiğine bak! Aşağılık herifin tekisin,sevgin bu muydu? Benden sonra seveceğin kadına acıyorum,şerefin nerede? Haysiyetin? Yoksa dağda mı bırakıp geldin?!" Gözyaşlarım yüzüme doğru süzüldü. İnadına yapıyordum,sırf altta kalmamak için yapıyordum.

 

"Konu bu değil sen beni anlamıyorsun,sonra konuşalım baş başa." Duymamazlıktan geldim.

 

Ellerim boynuma gitti ve boynumdaki künyesinin aynısını çıkardım. Gözlerim dolu olsa da kalbim paramparça olsa da kırıkların üzerine çıplak ayaklarımla bastım. Ona doğru bir adım attığımda çok canım yandı ama yine de parmaklarımın ucunda tuttuğum künyesini boynuna takmak istedim. Yavaşça yükseldiğimde yutkundu.

 

"Tak bunu,ben de sana ait bir şey kalsın istemiyorum." Bana sadece kalbimde bir sevgi bırakmıştı onu da söker atardım. Künyeyi boynuna geçirdim. Ve ellerimi omuzlarına koyarak ayaklarımın yere tam basmasını sağladım.

 

Parmağımdaki yüzüğü de zorlukla çıkardım ve avcunu tutup içine koydum. Vedalaşmak gerekti,en azından güzel günlerin hatrına...

 

Ona veda ediyordum. Zaten geri çekilirken de kokusunu içimde götürüyordum. Gözlerine baktığımda dolan gözlerimi gördü. Buruk bir tebessüm yer edinirken yüzümde,derin bir nefes aldım kısıktı sesim çığlık atan küçük kız çocuğunun sesi kısılmıştı. Boynunu eğdiğinde sağ elimi yüzüne koydum ve çenesine hafif baskı yaparak başını kaldırmasını sağladım.

 

Temas etmemi garipsedi.

 

Belki de temas edemiyorum dediğim zaman da onu kandırdığımı düşünüyordu.

 

"Senin başın yere hiç eğilmesin, ayağına taş bile değmesin, tökezleme, düşme. Düşmanlarına asla boyun eğme. Yolun hep açık olsun ama gittiğin yerde ilk önce kaybettiklerini ara tamam mı? Her şeye rağmen, bu dediklerine rağmen bile hakkım helal sana. Ben vatanına aşık bir adamı sevdim ama anladım ki oraya beni sığdıramamışsın,sevseydin böyle yapmazdın.Vatan aşkın baki kalsın,lüzum yok ben kendi sevgimi de alıp giderim. Gönlüne yük olmam." Elimi kolundan çekip kalbinin üzerine koydum. Öfkeyle baktım ona.

 

"Kalbindeki vatana yakışır gururlu birini sev olur mu? Ve sadece onun aşkı için başını eğ o senin düşmanın olmayacak eğer vatanına onu aldıysan sana ihanet etmez. Ben hep sınır dışında kalmışım ve sen beni hiç kurtarmamış,vatanına almamışsın. Ben o sınırda hep seni bekledim ama artık öldüm,senin düşmanların beni öldürdü. Sen beni düşman gördüğün için öldürdün ve beni vuranlara inandın." Gözlerim camın ardından bizi izleyen Berivan hanıma kaydı ve tekrar Boran'a baktım.

 

"Kendine iyi bak Boran. Bana acımadın ama sen yine de benden sonra kendine iyi bak olur mu? "

 

Sağ ol Boran n'olur şehit haberin yakmasın beni.

 

Usulca gülümsedim gözlerimin doluluğuna rağmen. Ağlamadım. Sadece gülümsedim. Ellerimi bedeninden kopardım. Kokusu ciğerlerimde, teninin sıcaklığı ellerimde,gözleri aklımda, sevdası kalbimde kaldı. Arkamı dönmeden önce Mihriban teyzeye döndüm gözleri dolu doluydu eliyle ağzını kapatmıştı. Tuana ağlıyordu. Alp ağzı beş karış açık bakarken Kaan'ın da yüzlerindeki şaşkın ifadeyi görüyordum. Tuanayla göz göze geldiğimde kargoyu işaret ettim. Ne dediğimi anladığında ağzı açıldı ama bir şey demedi sadece onayladı. Sanırım herkesle vedalaşmam daha doğru olucakti.

 

"Anne." Dediğim an dilimi ısırdım, Boran'ın bedeni ayakta durmakta zorlanır gibi sallandı. Bunu beklemiyordu,annesine anne dememi...

 

Kendimi toparlayıp bir daha konuştum. "Mihriban teyze her şey için çok teşekkür ederim size de. Annem gibi oldunuz benim,bu evi hep kendi yuvam gibi hissettim. Bana kucağınızı açtınız sardınız sarmaladınız sofranızda bir tabak daha koydunuz benim için hâlâ çok değerlisiniz emeklerinizin karşılığını ne kadar verebilirim bilmiyorum ama kapım size her zaman açık. Eğer siz isterseniz tabi." Dediğimde gözyaşları akmıştı Mihriban Hanım'ın.

 

"Olur mu öyle sey kuzum,annesi nasıl yavrusuna gitmez? Sende benim evladımsın hep öyle kalacaksın kapım da her zaman açık sana ama lütfen bir konuşun ani karar veriyorsunuz. Oğlum lütfen."

 

Gülümsedim. Öyle kötüydüm ki karşımdaki adamın bizi izlediğini biliyordum ama umursamamaya çalışıyordum ve onun bedeni hiç hareket etmiyordu.

 

Boran tam bir şey diyecekti,sesini duyar gibi oldum ve onun sözünü kestim.

 

Güldüm ve gözlerimden yaşlar aktı, "Geleceğim söz,asker sözü." Dedikten sonra dediğim şeyle Boran irkilmişti. İyi olmuştu bilerek demiştim.

 

Bundan bile utandım,onun canını yakmak için yapıyordum. Her sözde beni hatırlasın diye,öfkem gözümü kör etmişti.

 

Alp'e döndüğümde "Tanıştığıma çok memnun oldum Alp, hayatımda kazandığım değerli insanlardan birisin ve o gün yardım ettiğin için sağ ol."

 

"Ben mi? Saçmalama kızım asıl sen benim hayatımda kazandığım mücevherlerden birisin rica ederim yine olsa yine yaparım." Dedi geldi ve bana sarıldı. "O şu an sadece sana kırgın,yoksa gelir gelmez ilk seni aradı ama babaannem ona yalan söyledi. Yalan söylediğini de biliyor ama neden böyle yaptığını anlamıyorum. Sadece ondan haber bekle eminim ki bir şey planlıyor." Kaşlarımı çattım,dedikleri yüreğimde bir yerlere su serpse de o kadar kırılmıştım ki Boran'ın neyi ne amaçla yaptığıyla ilgilenemiyordum.

 

Geri çekildim,geriliyordum uzun süre sonra.

 

Kaan'a baktım. Yanlarındaki Tuana bana tamam işareti yaptığında o an karar vermiştim. Gözlerimi açıp kapadım.

 

"Sizlere de veda edeyim."

 

"Neden öyle dedin biz hep erkek kardeşlerin olarak kalmayacak mıyız?" Güldüm.

 

"Tabi ki öyle kalacaksınız sadece ben gidiyorum uzun bir süre burada olmayacağım," yalandı kısa sürede dönecektim. "O yüzden vedalaşmak istedim. Sonuçta yarın yaşayıp yaşayamayacağımızın garantisi yok."

 

"O nasıl söz sus. Hem ne demek burada olmayacağım nereye gidiyorsun?" Demişti Kaan.

 

"Nereye gidiyorum bilmiyorum. Ama uzun süre burada olmayacağım. Hatta belki dönmem geriye." Demiştim.

 

Geri de dönecektim ve nereye gittiğimi de biliyordum ama onların bilmesine lüzum yoktu. Boran'ı belki ben de kırmıştım ama hak ediyordu.

 

Herkes buna da şaşırmıştı.

 

Kaan'a da sarıldığımda tek bir cümle kurmuştu.

 

"Kendine çok iyi bak."

 

Gözlerimi açıp kapadım.

 

Yüzüm onlara dönük şekilde geri geri adımladım.Her bir adımda gözlerim daha çok dolmuştu.

 

Boran Bey'in yanından geçtiğimde kolum koluna değmişti. Ama ona bakmadım. Sanki yokmuş gibi davranmıştım.

 

Ellerimi kaldırdığımda "Sağ olun. Hoşca kalın." Dedim ve salladım. Arkamı dönüp hızla kapıya yürüdüm. Kadirle Erdem bile şaşkındı sanırım içerdeki askerin bir vatandaşına nasıl bu kadar kırıcı davrandığını düşünüyorlardı. Ama bilmiyorlardı ki ben o vatandan değildim. Ben onun vatandaşı değildim. Ben onun düşmanı bile değildim.

 

Koşuyordum. Eve doğru o kadar hızlı koşuyordum ki yaşlar gözlerimden yanaklarıma kaymadan rüzgarla yok oluyordu sanki. Nefes alamıyordum. O kadar nefes alamıyordum ki...

 

Ölüyordum hayır ölmüştüm. Ben hak etmemiştim.

 

Ben nefes alamıyordum.

 

Yolun ortasında durmuştum ben durmuştum ama etraf dönüyordu sanki. Tişörtümün yakasını çekiştirdim biraz nefes alabilmek için. Ama düşüncelerimi kenara çekemiyorum ki nefes alabileyim.

 

Bana yaklaşan adım seslerini farkettim iyice kafam döndü yere düştüm.

 

"Almina Hanım" sesler o kadar boğuktu ki kimdi anlamıyordum.

 

"Kadir çabuk bir şey yap ben de evdekilere haber veriyim." Erdemdi bunu diyen. Nefes almıyordum evdekilere haber versin istemiyordum.

 

"Hayır olmaz bir dur. Tartıştılar sanırım, abi şimdi onu böyle görmesin. Almina Hanımın gururu incinebilir." Dedi ve beni düştüğüm yerden kucakladı.

 

"Erdem durma oğlum koş su bul hadi." Kadir 'e minnettarım.

 

Erdem koşarak su bulmaya gittiğinde bizim de evime girdiğimizi fark etmiştim.

 

Evin önüne geldiğimizi bile bilmiyordum.

"Almina yenge şey Almina Hanım çok üzgünsünüz biliyorum ama lütfen nefes almaya çalışın."

 

Bir yere oturmuştu beni.

 

Erdemin ayak seslerini duyduğumda elimdeki suyu açıp ilk önce önümde cansız duran ellerime döktü. Ardından kendi eline döküp yüzümü ıslattı.

 

Bunları yaparken elleri çok titriyordu çekinir gibiydi.

 

"Almina hanım nolur nefes alın birlikte de yapabiliriz,abi öyle yapıyordu oğlum ne ters ters bakıyorsun?" Erdemin sesi bir tık daha netti ama her Boran'ın adı geçtiğinde geriliyordum.

 

Kadir ve Erdem küçük çocuk gibi derin ve yavaş nefesler alıp veriyorlardı bir süre sonra istemeden onlara eşlik etmeye başladım.

 

"Nefes..." Alamıyordum.

 

"Yok bu böyle olmaz ben çağıracağım." Diyip ayaklandı.

 

Elimi kaldırıp onu durdurdum, gökyüzüne baktım. Güneş batmıştı,derin derin soludum. Nefesim bir süre sonra düzeldi. Ve daha iyiydim.

 

Kendime geldiğimde ise "B-ben cok teşekkür ederim çok sağ olun." Dedim ikisine de.

 

"Ne demek Almina ye- hanım görevimiz." Diyen Erdem ve Kadir iyi olduğumdan emin olduktan sonra görevlerinin başında dönmek için evden çıktılar ve yuvama gittiler.

 

Onun yanına,yuvamın;kalbimin,sevdiğim adamın...

 

Bense tektim. Artık yalnız kaldığımda bile yalnızdım önceden yalnızken bile kalbimde Zafir vardı şimdi o da yoktu.

 

Kimsem yoktu.

 

Bitmişti,bir vardı.

 

Bir yok olmuştu.

 

***

 

Bitti.

 

Bir varmış bir yokmuş.

 

Yorumlarınızı bekliyorum,sizleri de çok seviyorum.

 

Kendinize iyi bakınnn...

 

💙

Loading...
0%