Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.Bölüm "VUSLAT"

@dolunaydakigelgit_

Önemli bir bölüm oldu diye düşünüyorum,yazar yazmaz hemen yayınladım ve sizi bölümle baş başa bırakıyorum. Umarım beğenirsiniz. Yorumlarda buluşalım. Yıldızlarınızı parlatmayı unutmayınnnn. :)

 

Bölüm şarkısı:

 

Mor ve Ötesi-Bir Derdim Var

 

Keyifli okumalar...

 

🧭

 

 

 

🧭

 

***

 

Güneş ışığının aydınlattığı gökyüzü sanki zihnimin karanlığını aydınlatamamış gibiydi. Dışardan çok güzel görünse de sıcak bir hava değil soğuk rüzgarlar hüküm sürüyordu burada.Soğuk rüzgarlar esiyor zihnimin zifiri karanlığından olsa gerek yönünü bulamadığı için ruhumda oradan oraya çarpıp duruyordu.

 

Üşüyordum.

 

Gökyüzünün teninden şiddetli bir rüzgar daha koptu,bedenime çarpan soğukluk ruhuma etki edememiş gibiydi.

 

Rüzgar gözlerimdeki yanan mumları söndürmüş beni karanlıkta bırakmıştı. Elimin değdiği yerde yanmaktan tükenen mumun eriyen damlalarını hissediyordum.

 

Kan. Kendi kanım.

 

Başımı kaldırdım yerde yatan şerefsize baktım onun da vücudundan kanlar süzülmüş yattığı bölgeyi kan gölüne çevirmişti.Birini öldürmüştüm.Pişman değildim ama ben ne olursa olsun birini öldürmüştüm.

 

Silah sesleri o kadar boğuk ve cızırtılı duyuluyordu ki her şey bitti sanmıştım. Oysaki her şey daha yeni başlıyordu.

 

"Dijminé abla!"

 

Bağırış seslerine ek büyük bir patlama sesi daha duyuldu. Arkamdan gelen yüksek ses ve çocukların çığırışları beni kendime az da olsa getirmişti. Parçalanan dizlerimin üzerinde biraz daha sürünerek kendimi çocukların gizlendiği yere çektim.

 

Nefes nefese,kan ter içinde kalmıştım.

 

Sağ elimi belimden çektiğimde elimde biriken kan damlaları kollarıma doğru damarlarım gibi yol çizdi.

 

"Abla,abla çok korkuyorum neler oluyor?"

 

Çiçek'in titreyen sesi ona dönmeme sebebiyet verdi sarı saçlarına bulaşan toprağı sol elimle temizlemeye çalıştım "Kahramanlarımız geldi." Diye konuştum dişlerimin arasından. Sadece bunu dedim olduğum yerde sallanırken.

 

Katil olmuştum. Katildim ben.

 

Katilsin, senden de ancak böyle biri olurdu. Canisin sen,mesleğini yapmaya layık birisi değilsin.

 

İç sesim beynimi tırmalıyordu. Göz ucuyla çocuklara baktım.

 

Hepsi hem mutlu olmuştu hem de korkuyorlardı yüzlerinden okunan bir diğer duygu ise saf bir endişeydi.

 

Birkaç dakikanın sonunda sesler kesildiğinde başımı saklandığım tümsekten korkuyla çıkardım ve etrafa baktım uzakta olan Türk askerleri dışında kimseyi görememiştim,bir de yerde vurulan kalleşler vardı. Birisini ben vurmuştum. Etrafın temiz olduğunu düşünerek çocuklardan önce kendim çıktım. Zar zor da olsa ayağa kalktım. Nefes alışlarım zorlaşmıştı. İçimdeki korku O keskin ağrı o kadar yoğundu ki çektiğim hiçbir işkenceye benzemiyordu.

 

Biri dışında.

 

Çocuklara hızlı şekilde döndüm.

 

"K-korkmayın. Bitti her şey bitti."

 

Yanılmıştım.

 

İlk olarak kanlı elimi Boran'a uzatmıştım.

 

Keşke uzatmasaydım.

 

Elimi tereddüt etmeden tutmuştu. Sadece kandan korkuyordu o yüzden gözlerime bakmıştı.

 

Keşke elim kopsaydı da kanlı elimi tutmasaydı.

 

Onu yukarıya, yanıma çektim. O etrafa korku dolu gözler atarken bende Gökçen'e elimi uzatmıştım.

 

Daha ne olduğunu anlamadan kulağımın yanından geçen sinek vızıltısı gibi bir ses gelmişti,daha sonra derin,içimi yakan bir çığlık ve yere düşme sesine eşlik eden,o an kopan fırtına...

 

Hızla Gökçen'in elini bıraktım, yere düşen Boran'ı gördüğümde üzerine kapandım. Yerde boylu boyunca yatarken bir saniye bile onun rüzgardan etkilenmesine izin vermedim. Belimden sıyrılan kazağın açıkta bıraktığı karnıma ıslak bir şey değiyordu. Umarım dedim, benim kanımdır.

 

Yanılmıştım.

 

Yüzümü kaldırıp bedenimi geri çektim, gözleri kapanmış en huzurlu uykusunu uyur gibi boylu boyunca uzanan Boran'a baktım.

 

Bedenini taradığımda üzerindeki beyaz sweati artık kan rengiydi.

 

Kan rengi.

 

Onun kanı.

 

Ağlıyordu. Vücudu kan ağlıyordu.

 

Neden?

 

"B-Boran?" Sesim çıkmış mıydı ki? Ses tellerim bile çalışmıyordu.

 

Boran,çok sert yel, şimşek ve gök gürültüsü, dolu ve sağanak halinde yağmurla ortaya çıkan hava olayı demekti.

 

Vücudu kan ağlıyordu bu yüzden miydi etrafımızda çıkan fırtına?

 

Gözleri kısık şekilde olsa da aralandı. Nefes alamıyordum. O alsındı. Benim bütün nefeslerimi alabilirdi.

 

"A-Almina abla..." Sesinin kısıklığından ona yaklaştım. Silah seslerinden zor duyuluyordu ki zaten,ondan değil miydi bu sesindeki sessizlik,bedenindeki acı?

 

"Ablacığım."

 

Gözlerini kırpıştırdı, bana ismimle seslenen güzel çocuğum Boran.

 

Elimin biriyle onun bileğindeki nabzı tutuyorken,diğer elimle de kazağımdan yırttığım bir kısmı onun yarasına bastırıyordum.

 

Canını yakıyordum. Cani biriydim.

 

Kendimden nefret ediyordum.

 

"Başardık mı?" Dediğinde ikinci kurşunu beynime yemişim gibi saniyesinde yıkıldı zihnimdeki düşünceler.

 

"Başardık ablacığım. Kurtulduk. Dayan olur mu? Özür dilerim canın acıyacak biraz." Dedim zorlukla. Kendi canımdan geçmiştim çok ağrım olmasına,kapanan gözlerime rağmen umrumda değildim.

 

"Onlardan daha çok acıtmazsın ki sen. Değil mi abla? Türk çocukları güçlüdür. Değil mi?"

 

Yüreğimde yanan kor kor ateş,arkamda, susmuş olan çocukların ağlamasını tetiklemişti.

 

"Acıtmam ki,acıtamam ben senin güzel canını. Evet Türk çocukları çok güçlüdür tıpkı senin gibi Boran." Dedim nefes nefese. Şakaklarımdan kayan ter damlası boynuma doğru yol almıştı. Şiddetle esen havaya rağmen hem çok üşüyor hem de terliyordum. Boran gibi.

 

"Uykum geldi."

 

Benimde.

 

"Uyumamamız gerekiyor ama. Uyumasan olur mu?"

 

"Tamam."

 

Gözyaşlarım görünüşümü bulanıklaştırsa da etrafı bir kere daha izledim. Yine sesler susmuştu.

 

Dışarıya çıkmaya bir daha cesaretim yoktu.

 

Bize doğru gelen askerleri gördüm kısa bir an. Görüntüler sürekli kayıyordu. Elimdeki bez parçasını farkında olmadan Boran'ın yarasına daha çok bastırıyordum. Nabzı çok yavaştı.

 

Acıyla bağırınca,sesine bile şükür etmiştim.

 

Diğer çocuklar endişeyle yanımda oturuyorlardı. Ne ara gelmişlerdi onu bile farkedememiştim. Hıçkırarak ağlıyorlardı ve ben ağlayamayacak kadar uyuşmuş hissediyordum.

 

Bize doğru gelen askerlerin temkinli adımlarını görüyor ve kalp atışıma eşlik eden yavaş adımlarının seslerini duyuyordum sanki. Hızla Boran'a döndüm.

 

"Boran beni bırakma olur mu?"

 

"Tamam... Anne."

 

Az önce uyuşan bedenimi çözen tek bir kelimesiyle kirpiklerime çarpan okyanusun hırçın dalgaları gözlerimden dışarıya vurdu. Bize doğru koşan iki askerin çok yakınımızda olduğunu zar zor görüyordum.

 

"Komutanım burada altı sivil var, beş sivil çocuk. Çocuklardan birisi ağır yaralı komutanım."

 

Askerin sesini duyduğumda olduğum yer sanki daha güvenli gelmişti.

 

"Boran uyumadın değil mi?"

 

"Boran?"

 

"Boran..." Kollarından tutup sarssam da cevap vermiyordu. Gözyaşlarım yanaklarımı sırılsıklam etmişti, başımı kaldırıp zar zor gördüğüm askerlere yalvardım.

 

"Yardım edin n'olur! Yalvarırım ölmesin. Ölmesin ben söz verdim,ölmesin."

 

Başımı hızla ona çevirdiğimde gözlerinin hâlâ kapalı olduğunu görünce ismini bağırdım.

 

"Boran!"

 

Yanımda diz çöken ve etrafımızı saran askerlerin varlığını farketmiştim ama deli gibi Boran'ı sarsıyordum. Elim hâlâ yarasına baskı yapmak ve kanamasını durdurmaya çalışmak için karnındaydı, hıçkırıklarım gözyaşlarımla yarış halindeydi.

 

"Hanımefendi sakin olun bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından koruma altındasınız. Lütfen askerimizin yaralı çocuğa müdahale etmesine izin verin."

 

Kim söylemişti bilmiyorum sadece geriye çekildiğimi ve askere fırsat verdiğimi biliyordum.

 

Diğer çocuklarla birkaç asker ilgileniyordu.

 

Onlardan biraz uzağa gittim, dizlerimi karnıma çekip kollarımı bacaklarıma sardım olan biteni izliyordum.

 

Üç asker; Ali,Talha,Gökçen ve Çiçek'e yiyecek bir şeyler ve su vermiş onları ısıtmak için kamufulaj ceketlerini giydirmişlerdi.

 

Melih... Melih'im.

 

Bir hıçkırık daha koptu ciğerlerimden. Daha ne kadar dayanacaktım,daha ne kadar canım yanacaktı?Bitsin istiyordum.

 

Kaç saattir haberim yoktu ondan,kurtulmuş muydu? Ulaşabilmiş miydi? Bu askerlere o mu haber göndertmişti yoksa zaten bizi kurtarmak için operasyon mu düzenlemişlerdi? Her şey planladığımız gibi miydi yoksa birer tesadüf müydü? Eğer bu bir tesadüfse Melih'imi de mi kaybetmiştim? Benim yüzümdendi, başına eğer bir şey geldiyse benim yüzümdendi.

 

Boran.

 

O da benim yüzümden yaralanmıştı. Ben eğer onu o yerden çıkarmadan askerleri bekleseydim vurulmayacaktı. Ben ne kadar da düşüncesiz birisiydim. Aptaldım,koskoca bir aptal.

 

Ben bu çocukların ailelerine ne diyecektim? "Kusura bakmayın ben bencil, düşüncesiz, aptal birisi olduğum için çocuklarınızı tehlikeye attım. Birinin ne halde olduğunu bilmiyorum diğeri de ölüm döşeğinde. Özür dilerim." Mi diyecektim?

 

Nefret ediyorum kendimden. Hiçbir zaman yaşadığım bütün o iğrenç şeylere rağmen Allah'a isyan etmedim ama keşke geberip gitsem şu an. Keşke o çocuklara bir şey olacağına bana bin katı olsaydı. Ben ne yapacaktım? Ne diyecektim? Onlara bir şey olursa bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacaktım? Onları kendi kardeşim gibi görmüşken nasıl olur da onların canının yanmasını göze alabilmiştim?

 

Boran, yalvarırım dayan. Lütfen. Seni kaybetmeye dayanamam. Küçük kardeşimi toprağa vermeye dayanamam.

 

Girdiğim transtan duyduğum iniltiyle çıktım başında ona müdahele eden bir asker vardı. Çantasından çıkardığı ilk yardım eşyalarıyla yardımcı oluyordu.Diğer taraftaki asker elinde tuttuğu telsizle sanırım birilerine haber veriyordu.Başımı önüme çevirdim bedenime yayılan derin acıya daha fazla dayanacak gücüm kalmadı.Uykum vardı ve gözlerimin kapandığını hissediyordum.

 

Yine bencillik edip kendi derdime düşmüştüm.

 

Omuzlarıma bırakılan ceketle olduğum yerde irkildim,hızla başımı yana çevirdiğimde çok yakınımda diz çöken askerle göz göze geldim. Kendimi kalçamın üstünde sürünerek geri çektiğimde yutkundum. Elindeki suyun kapağını çevirip açtı,bana uzattığında başımı önüme çevirdim. Suyu ne alacak ne de içecek gücüm vardı. İstemiyordum. Tek bir şey istiyordum. Boran'a ve Melih'e bir şey olmamasını.

 

Tozlu ve kanlı ellerimi siyah kotumun sardığı yaralı dizime doladım.Başımı dizime koyup olduğum bir ileri bir geri sallanıyordum,bir asker bana doğru gelmeye başladığında yutkundum,kendimi güvende hissettiğim için mi bilmiyorum ama artık güçlü durmak zorunda hissetmiyordum ve korkularım gün yüzüne çıkmıştı. Kendimi tamamen salmıştım.

 

"Komutanım helikopter için irtibata geçtik, güvenli bölgeye gitmemiz gerekiyor." Anladığım üzere yanımdaki adam onların komutanıydı. Ne komutan olması ne de başka bir şey beni ilgilendirmiyordu.Türk askeriydi. Benim için bu yeterliydi.

 

"Tamam Mustafa, çocukları alın. Yaralı çocuğa çok dikkat edin. Hanımefendiyle ben ilgileneceğim. Gidelim." Dediğinde bütün askerler tek tek çocukların ellerinden tutmuş ve bir asker de Boran'ı kucaklamıştı.

 

Yanımdaki komutan beni kaldırmak için omzuma dokunduğunde kendimi tekrar geri çektim. İlkte şaşırdığını hissettim ama sonra bir anda elini kaldırdı. Bana vuracağını düşündüm.

 

"Dokunma." Fısıltı gibi çıkan sesimi duymamış mıydı bilmiyorum bana doğru bir adım attı. Kollarımı başıma doladım. Kendime koruma kalkanı oluşturdum.

 

Derin,gürültülü bir nefes aldı.

 

"Hanımefendi lütfen korkmayın size asla zarar vermem. Sadece kalkmak için elimi tutun,gitmemiz gerekiyor. Tehlikeli bölgedeyiz." Dedi oldukça kısık sesiyle.

 

Kollarımı başımdan yavaşça çektim ama yine de temkinliydim. Elinin tekini bana uzatmıştı ve tutmamı bekliyordu. Gözlerim ellerime kaydığında ellerim berbat durumdaydı,çok kirliydi. Bir de şerefsiz bir kaç kişiye dokunmuştum.

 

Şimdi onun o temiz, kötülüğe bulaşmayan eline benim bu kirli ellerim değsin istemedim. Onu da kirletmek artık benim sonum olurdu. Onun gibi gururlu ve namuslu birini benim gibi gurursuz,namussuz birisi kirletmemeliydi.

 

"Ellerin kirlenmesin." Dedim sadece ona bakmıyor gözlerimi postallarında gezdiriyordum. Birkaç saniye sessizliğin ardından göz ucuyla ona baktım elini üniformasının cebine attı,oradan siyah deri eldivenlerini çıkardı. Sağ eline eldivenin tekini geçirip tekrar elini uzattıktan sonra "Ellerin kirli değil ama eğer için rahat edecekse..." gözleriyle elini gösterdi ve elini tutmamı bekledi. Yüzünde maskesi vardı ve tek açıkta kalan yeri gözleriydi. Kahverengi hatta ela diyebileceğim gözleri vardı. Ve birkaç saniye önce gözlerine bakma cesaretini göstermiştim.

 

Aklım yavaş yavaş yerine geliyordu.

 

Sanırım.

 

Bir süre boş boş eline baktım. Korkuyordum ama o bir Türk askeriydi ondan başka kime güvenecektim?Yutkunup elimi tereddütle avcuna bıraktım. Beni çekip kaldırdığında acıyla inledim. Gözleri parçalanan pantalonuma ve yaralanmış dizlerime kaymıştı. Oysa belim daha çok acıyordu.

 

Sırtımdaki ceketine uzanıp ona vermek için hareketlendiğimde dudaklarından kısık sesle bir küfür duyuldu.

 

Ardından kuvvetli sesiyle askerine bağırdı, öyle yüksek sesi vardı ki korkmuştum bir de bana bakarak bağırınca korkmuştum işte. Olduğum yerden iki üç adım geriye gittim ve ondan uzaklaştım.

 

"FATİH BURAYA GEL!"

 

Elimde tuttuğu ceketini inadına almıyor gibiydi.

 

Sonradan farkettim ki ceketine kan bulaşmıştı. Buna mı kızmıştı ki?

 

Yıkar verirdim, evime dönünce. Yemin ederim yıkar verirdim. Çok mu kızmıştı? Vurur muydu bana? Dokunur muydu tenime?

 

Yapmazdı.

 

Yapmazdı değil mi?

 

Yanımıza gelen Fatih dediği asker "EMREDİN KOMUTANIM!"

 

"İlk yardım çantasını getir çabuk ol diğerleri yola devam etsin arkanızdan geleceğiz."

 

"Emredersiniz komutanım!"

 

Koşarak giden askerle karşımdaki adam bana bir adım attı. Korkuyla geri gittim. Gözlerim bulanıklaşmaya başlamıştı.

 

"İsmin ne?" Dedi.

 

"A-Almina." Dedim fısıltıyla.

 

Gözleri dudaklarıma düşmüş ardından çenesini sıkmıştı.

 

"Buyrun komutanım."

 

Ne zaman yanımıza geldiğini anlamadığım askerle tekrar sıçradım. Benim bu halimi gören asker anlayışlı bakışlar atıyordu ve gözlerindeki endişeyi de görebilmiştim,komutanları ise gözleriyle bile öfke saçıyordu yine de şefkatli bakışlarını hissediyordum.

 

Galiba...

 

"Gidin Fatih."

 

Elindeki çantayla bana bir adım daha attı ve elimdeki ceketini hızla çekip aldı. Sıkı sıkıya tuttuğum ceket yüzünden ona doğru bir adım atmak zorunda kalmıştım. Acıyla tekrar inledim.

 

Üzerimdeki kıyafetler siyah olduğu için iyiki kanım gözükmüyordu çünkü şu an kazağım ve pantalonum sırılsıklamdı. Fatih bey hızla baş selamı verip uzaklaştı.

 

"Nerede?"

 

Anlamadığımı belli eden bir bakış attım ona.

 

"Ne?"

 

Derin bir nefes aldı, kaşlarının çatık olduğunu düşünüyordum çünkü öfke dolu bakıyordu.

 

"Yaran diyorum nerede?"

 

Elim belime giderken yavaşça yırtık kazağımı sıyırdım ve arkamı döndüm daha fazla salak gibi davranıp askere zorluk çıkarmak değil eve gitmek istiyordum.

 

Dişlerinin arasında sesli bir nefes aldı.

 

"Siktir."

 

Yan dönerek ona baktım.Sırtındaki çantayı hemen indirip az önce bana verdiği suyu çıkardı. Ayağa kalktığında boyunun ne kadar uzun olduğunu farkettim, onu hiç incelememiştim. Yaram esen rüzgarla sızlarken bir anda belime değen soğuk su irkilmeme yol açtı. Dişlerimi sıktım ve boşta duran sol elimi onun koluna koyup var gücümle sıktım. Ki bunu bilinçsizce yaptığımın farkındaydı sanırım çünkü bende kolunu tuttuğumun farkında değildim.

 

"Biraz acıyacak ama idare etmesi lazım,kurşun içerde değil. Bu iyi bir şey, sıyırmış ama yakın mesafe bu yüzden yaran derin, kurşun da arkandan gelmiş. Çok fazla kan kaybetmişsin. Her tarafın kan."

 

Ne dediğini bile zar zor algılıyordum. O ise yarayı temizledi sonra da gazlı bez bastırdı. Acı tenimi yakıp geçiyordu. Alnımdaki terler boynuma süzülüyordu.

 

"Bitti."

 

Kazağımı indirip tekrar ceketini bana giydirdi. Çantaya malzemeleri koyduğunda ben hâlâ şoktaydım sanırım olan biteni algılayamıyor bana müdahele etmesine izin veriyordum,kolunda olan elim yanıma düştü.Aklımın bir yarısı Boran'da diğer yarısı Melih'teydi.

 

Bir de bana ceketi için vurmamıştı. Mutlu olmuştum.

 

Çantasını sırtına aldığında bana döndü "Kucağıma almama iznin var mı? Bu saate kadar nasıl bayılmadın anlamıyorum da yürümeye devam edersen yedi dakika içinde bayılırsın." Dedi tok ve kalın sesiyle.

 

Ne diyeceğimi bilemedim. Bayılmak istemiyordum onlara soru sormam gerekiyordu ama soru soracak da gücüm yoktu. Ona yük de olmak istemiyordum,bana dokunmasını da istemiyordum ama buradan da çabucak gitmek istiyordum ki maalesef yaralıyken hızlı yürümem pek de mümkün değildi.

 

Yine de yürümeyi tercih ettim.

 

Başımı olumsuz anlamda salladım. Ellerimi bedenime doladım "Teşekkür ederim." Dedim fısıltıyla. Bedenime birinin dokunması artık çok tedirgin ediyordu.

 

Sen bilirsin der gibi kafasını salladı elindeki eldiveni de çıkarıp cebine koydu ve yürümeye başladı.

 

Arkasından adımlarken benim önüne geçmemi bekledi.

 

Elinde silahı vardı.

 

Etrafı her an kolluyordu. Yanıma geldiğinde aynı hizada ama o kadar yavaş yürüyorduk ki...

 

Bir anda telsizinden bir ses duyuldu. "Komutanım güvenli bölgeye vardık helikopter iniş yapmak üzere sizi bekliyoruz bir sorun var mı?"

 

"Sorun yok asker. Helikopterin inmesine kaç dakika var?" Diye sordu bana bakarken. Hâlâ yürüyorduk,durmamıştık ve ben acıyla kıvranıyordum. İçimden sayabildiğimce altı dakikadır yürüyorduk.

 

"Az önce geçilen anonsa göre 4 dakika 50 saniye komutanım."

 

"Tamam asker."

 

Dediğinde telsizi yerine koydu.

 

Kendi kendine konuşur gibi "Oraya varmamız bu şekilde en az 12 dakika sürer." Dedi.

 

Bunu söylemesiyle durduğumda o da yukardan bana bir bakış attı ve durdu.

 

Sadece gözlerine bakıyor nasıl söyliyeyim diye düşünüyordum.

 

Ne deseydim ki?

 

Beni kucağına alırsan hızlı gideriz. 6 dakika 28 saniye.

 

Beni kucağına alabilirsin. 6 dakika 32 saniye.

 

Az önce izin vermemiştim ama hızlı gitmemiz gerekli sanırım. 6 dakika 39 saniye.

 

Zaman ilerliyordu.

 

Ben bunları düşürken daha ne olduğunu anlamadan kendimi onun kucağında buldum. Yarama dikkat ederek beni kucağına almıştı.

 

"B-ben." Dedim ne diyeceğimi bilemeyip sustum çünkü şaşırmıştım.

 

"Hızlı gitmemiz lazım. Korkma sana zarar verecek değilim." Dedi ters bir bakışla.

 

Ne diyeceğimi bilemeyip "Teşekkür ederim." Dedim.

 

Elimi alnıma vura vura beynimi ezmek istiyordum. Teşekkür mü etmiştim? Aptal gibi hissediyordum ama teşekkür etmekten başka ne diyebilirdim ki.

 

Başımı taşıyacak halim yoktu.

 

Düşünmeyi bıraktım ve başımı dik tutmaya çalıştım çünkü ona daha fazla dokunmak istemiyordum. Ama bu çok kısa sürdü başım omzuna düştü. Ben bana bir şey der de kızar diye gerilirirken o hız kesmeden yürümeye devam ediyordu.

 

"Uyumamaya çalış bu kadar dayanmışsın birkaç saat daha sabretmen gerekiyor."

 

Bir şey demeden sessiz kaldım. Çok uykum vardı ve bütün vücudumda bir ağrı. Dayanabilinecek bir ağrı değildi.

 

Hızlı hızlı arşınladığı yolda ara sıra gözleri bana değiyordu ama genel olarak etrafa bakıyor ya da ayak bastığı yerleri dikkatle inceliyordu. "Melih'i tanıyor musun?" Diye sordum. Vicdan azabımın verdiği acı vücudumdaki acıyı geçmişti.

 

Kaşlarını çattı."Hangi Melih? Şu bize ulaşan aslan parçası mı?" Dediğinde kalbim hızlandı. Onu tanıyordu.

 

"Hıhım,o iyi mi?" Dedim o kadar canım yanıyordu ki bayılacakmış gibi hissediyordum ve dişlerimi sıkarak konuşmuştum.

 

"Bize ulaştığı köye hemen bir ekip yollattık. Bizim askerler oraya gidesiye kadar köylüler, çocuğun karnını doyurmuş, kıyafetlerini değiştirmiş. Melih gayet iyi,şu an ailesinin yanına ulaştırmışlardır. Merak etme." Dedi bana sesindeki gururlu ifadeyle.

 

Rahatlayan vücudum aldığım derin solukla daha da gerildi. Birisi parmağını sokmuş da yaramı sanki deşiyor gibi hissediyordum.

 

"Yoruldun mu?"

 

Kısa bir an duraklamış etrafı sessizlikle kontrol etmiş ardından bana saçmalama der gibi bir bakış atmıştı.

 

"Hayır."

 

"Ne kadar yolumuz kaldı?" Helikopter sesi artık çok yakından geliyordu.

 

"Son bir dakika, sakın uyuma. Konuş benimle." Dedi.

 

"Boran,yaşar değil mi?" Sesim titrek ve boğuk çıkmıştı.

 

"Allah izin verdiyse yaşar, merak etme. Kaç yaşındasın?" Çok soğuk kanlı davranıyor ve konuşuyordu. Sanki hissiz, cansız bir varlık gibi.

 

"25." Burada 25 olmuştum.

 

"Nerelisin?"

 

"İzmir."

 

"Mardin'de ne işin vardı kızım senin? Gezmeye mi geldin buraya?" Sesi kızgın ve hayret doluydu.

 

"Özür dilerim." Gözlerim gitgide kayıyordu. Sesim yok gibi çıktı.

 

"O neden?"

 

"Uykum geldi. Çok geldi." Dedim.

 

Yaşadıklarım çok geldi bana.

 

Bedenimi biraz aşağı çekip tekrar kavradı. Her ne kadar zayıflamış olsam da sonuçta bir ağırlığım vardı,sırtındaki çanta,üzerindeki üniforma ve taşıdığı silahlarla beraber yorulduğunu düşünsem de o bana mısın demiyordu.

 

"Çok güçlüsün,bunca zamandır dayandın. Biraz daha sık dişini. Özür de dileme."

 

Birilerinin bize doğru koştuğunu hissettim gözlerim yarım yamalak açıktı ve birisi bedenimi kucaklamıştı. Gözlerim korkuyla açıldığında az önceki komutanın,askerine çantasını teslim ettiğini gördüm.

 

Ardından bana döndü kucağında olduğum askerden beni tekrar kollarının arasına aldı. Hareket ettikçe ağrıdan delirecek gibi oluyordum. "Çocuklar iyi mi asker?" Dedi yürürken, sanki soracağımı biliyor gibi. "İyiler komutanım,hepsinin karnını doyurduk,susuzluğunu da tekrar giderdik şu an birkaç tanesi uyuyor. Yaralanan çocuğada müdahele etti gönderilen doktor,kanaması durdu ama kurşun içerde."

 

Benim yüzümden.

 

Artık gözlerim kapalıydı sadece hissetmeye çalışıyordum. Yürüdüğünü hissettim, ardından helikoptere bindiğimizi... Ve ben hâlâ arsız gibi onun kucağında yatıyordum.

 

"Üşüyorum." Cekete biraz daha sarıldım o sırada üzerime bir ceket daha atıldı. Artık bilincim tamamen kaymış gibiydi.

 

"Komutanım?" Dedim bilinçsizce.

 

Bedeni kasıldı. "Efendim küçük hanım?"

 

"Birazcık uyuyabilir miyim? Çok az." Dediğimde üzerimdeki ceket hızla çekildi. Üzerimdeki kazağı birisi sıyırdı. Tenime yapıştırılan gazlı bezde derimi koparır gibi çekildi. İçimde tutamadığım çığlık helikopterde yayıldı,uzamış tırnaklarımı komutanın ensesine geçirdim.Belime ilk önce soğuk bir sıvı değdi ardında düz bir zemine yatırıldım. Ellerim iki yanıma düştü. Yüz üstü uzanıyordum.

 

Tenimde gıdıklayıcı bir his vardı. Sanırım bahsettikleri doktor bana da müdahele ediyordu.

 

Birkaç dakika sonra kazağım ve üzerimdeki ceket tekrar örtüldü. Komutan beni tekrar kucağına aldı. "Komutanım dikiş attım ama hastanede yine de bakılması gerekiyor.Çok kan kaybetmiş görünüyor." Dedi doktor.

 

"Şimdi uyuyabilirsin." Diye fısıldayan tok ses beynimde defalarca yankılandı. Sanki zihnim emrine itaat etmek zorundaymış gibi uyku moduna geçti çok geçmeden burnumdaki barut kokusuyla uyuyakaldım.

 

🧭

 

Gözlerime vuran ışık rahatsız edici derecedeydi. Migreni olan birisi olarak ışıklardan başım ağrıdığında nefret ediyordum ve şu an başım çatlıyordu.

 

Yanımda birilerinin ağladığını duyuyordum. Başım ağrıdığında yüksek seslerden nefret ediyordum.

 

Hastane kokusu o kadar ağırdı ki midem bulanıyordu. Başım ağrıdığında aldığım tüm kokulardan nefret ediyordum.

 

Çünkü bütün bunlar başım ağrıdığında midemi bulandırıyordu.

 

Beynime üşüşen düşünceler ve belime giren ağrı bir anda gözlerimin açılmasına neden oldu. Hemen etrafı inceledim. Başımın ağrısını bir kenara attım.

 

Evet hastanedeydim. Başımı yana çevirdiğimde gördüğüm kişilerle bir anda gözlerim doldu ve gözümden süzülen yaşlar şakaklarıma doğru aktı. Arkadaşım,ailem hepsi yanımdaydı. Sevdiklerime,vatanıma kavuşmuştum.

 

Sonunda vuslata ermiştim.

 

Güvendeydim.

 

"Anne."

 

Hepsinin gözleri beni bulduğunda "Annem! Kızım,yavrum. Nasılsın güzel yavrum benim?" Diyerek bana doğru atılıp sarılan anneme serum olmayan kolumu doladım.

 

"Anne,çok kötüyüm anne." Dedim hıçkırarak ağlarken.

 

Aylarca çocuklara her seferinde gülümseyip iyi olduğumu söylerken de kötüydüm anne.

 

Herkesi o kadar özlemiştim ki. Annemin ferhatları benim gözyaşlarımla karışmış zihnimde kuruyup son bulmuştu.O yüzüme öpücüklerini sıralarken,babam yanıma ulaşıp yaşlı gözleriyle alnıma derin bir öpücük bıraktı. Bedenim hızla gerildi. Ellerini yüzüme uzattığında biraz geri çekildim. Belime giren sancıyla inledim.

 

"Almina iyi misin,hemen doktor çağırayım." Tuana, en yakın arkadaşım,sırdaşım, benim için deli gibi ağlayan dostum demişti bunu.

 

Koşarak kapıdan çıktı. O kapıdan çıkar çıkmaz babam konuştu "Kızım bir kere sarılayım,yavrum neden korkuyorsun benden?" Dedi.

 

Yutkundum. Ben erkeklerden çekiniyordum. Artık en yakınım da olsa bana dokunmalarını istemiyordum. Babamı çok seviyordum ama istemiyordum işte.

 

Korkuyordum.

 

"Tamam Tarık. Biraz kızımız kendine gelsin olur mu?"

 

Babam gözlerini silip annemin başına öpücük kondurdu ve ardından son kez bana bakıp dışarıya çıktı. Birkaç dakika sonra kapının aniden açılmasıyla irkildim. Farkında olmadan elimi tutan annemin elini sıkmıştım,annem hâlâ ağlıyordu.

 

İçeriye giren Selin'i ve Asu'yu görünce rahatladım. Selin ve Asu kuzenlerdi. Selin bizim üniversiteden arkadaşımızdı. Hepimiz İstanbul'da yaşıyor ve okuyorduk. Sonra mezun olduk.

 

Her şey bitti demiştik ama erken konuşmuştuk.

 

Benim zorunlu görevim Mardin'e çıkmıştı. Arkadaşlarım,ailem hepsi İstanbul'da kalmıştı ve ben Mardin'e geldikten bir ay sonra kaçırılmıştım. Şu an neredeydik hiçbir fikrim yoktu.

 

"Hih güzel arkadaşım benim. Sana o şerefsizler neler yaptı?!"

 

Selin çok duygusal bir kızdı. Asu da tam tersi çok dik duruşlu,duygusuz birisi gibiydi ama içinde duygusal bir kız çocuğu vardı ve ben ikisini de çok seviyordum.

 

"Tamam Selin sakin ol. Bunca ay sonra sapasağlam görmeyi beklemiyorduk. Yaşıyor ya Allah'a şükürler olsun. İyileşir benim koyun bakışlım." Asu'nun dediğine gülen annemle iç çektim. Eli hâlâ elimin arasındaydı.

 

Asu'nun bana dediği garip iltifatları bile özlemiştim.

 

Selin ve Asu sırayla bana sarıldılar o sırada odaya giren doktor hepimize bir bakış attı. "Hanımlar burası biraz fazla kalabalık olmuş. Hastamız yaralı ve yorgun. Mikrop kapmaması gerekiyor o yüzden sizi dışarıya alsam ve sadece bir kişi kalsa?" Diyen sarışın gençten bir kadın doktorla annem dışında kızlar dışarıya çıktılar.

 

"Kapıdayız canım tamam mı?"

 

Başımı salladım.

 

"Almina Hanım kendinizi nasıl hissediyorsunuz, ağrınız çok mu? Buraya getirildiğinizde ameliyata alındınız çok kan kaybetmiştiniz ama kan verdiler,kurşun bedeninizi derin bir şekilde sıyırıp geçmiş,organlarınızda bir zarar yok. Kısa sürede iyileşeceğinizi umuyorum ama bol bol dinlenmeniz lazım. Vücudunuzdaki şiddet izleri için çok üzgünüm maalesef izleri kalacak gibi görünüyor ama eğer cerrahi bir operasyon isterseniz-." Sözünü yarıda kestim.

 

"Başım çok ağrıyor." Dedim fısıltıyla.

 

"Tamam hemen bir ağrı kesici yapalım. Eğer ifade verebilecek durumdaysanız dışarda bir asker sizi görmek istiyor." Demişti. Başımı olumlu anlamda salladım,her ne kadar ifade vermek ve konuşmak için hazır hissetmesem de bunun elbet zamanı gelecekti. Ertelemenin anlamı yoktu. İçeriye kapıyı çaldıktan sonra bir hemşire girdi.

 

Doktor hanım, hemşireye birkaç talimat verdi.

 

Hemşire serumun içine sanırım ağrı kesici karıştırıp çıktı. İçeriye giren askerle annem ve doktor hanım da çıkmıştı.

 

Gözlerinin kahvesinden tanıdığım askerin yüzünde maskesi yoktu. Onu böyle görmek beni afallattı. Üzerindeki üniformada soyismi yazıyordu. Bu bana giydirdiği üniformaydı sanırım.

 

Algan.

 

Alan,fetheden,fatih anlamına geliyordu.

 

"İznin var mı?" Dedi ilk önce,sonra cevabımı bekledi. Başımla onayladığımda sandalyeyi ters çevirip bacaklarını iki yana açarak oturdu.

 

"İyi misin klişesine girmeyeceğim. Ağrın çok mu?" Bunu sorarken Kısık gözleri ve çatık kaşlarıyla yatağımı inceliyordu.Onun baktığı yere bende bakmaya çalıştım ama tabii ki başarılı olamadım.

 

Kimseyle cidden konuşmak istemiyordum.

 

İfade veririm demiştim ama verebilecek durumda değildim.

 

Sorduğu soruya sadece başımı olumsuzca iki yana sallayarak cevap verdim.

 

Kaşları havalandı, gözlerini kıstı. Başını öne eğdi ve biraz yana yatırdı yüzümü dikkatle inceledi. "O zaman baya çok,şu yüz ifadene bakılırsa." Dedi dudaklarını yalayarak.

 

Ona bakmayı kestim ve başımı kapıya çevirdim. Kısa bir sessizlikten sonra tekrar ona döndüm.

 

Eyvallah dercesine eğdi başını.

 

"İfadeni burada almayacağım. Yaşadıkların fazla ağır şeyler." Etrafı inceledi. Elini ensesine attı sonra başını doğrulttu ve kolunu indirip sandalyeye dayadı.

 

"Karargâha gelmen gerekli. Taburcu olunca." Diye devam etti.

 

Başımı olumlu anlamda salladım sadece. Olabildiğince göz göze gelmemeye çalışıyordum. Erkeklerden korkuyordum, onların kim olduğunu bilmeme rağmen bana zarar vereceklermiş gibi geliyordu.

 

Ayağa kalktı ve sandalyeyi geri koydu, göz ucuyla bakıyordum ona.

 

Bana doğru döndü. Bir adım attığında ellerimi yumruk yaptım,nefes alışverişlerim hızlandı.

 

Sakin ol. Korkma.

 

O şerefsizlere korkumu belli etmemiştim çünkü bir Türk onlara yenilecek kadar onursuz değildi. Onlardan korktuğumu görmeleri yerine ölmeyi seçerdim.

 

Ama karşımda Türk askeri vardı, tüm Dünya'ya korku saçan ama kendi kanına saygıda kusur etmeyen zarar vermeyecek kadar asil Türk askeri.

 

Onlara güveniyordum ama mesleklerini bir tarafa bırakınca korkuyordum işte. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordum.

 

Uzun süre sessiz kaldı,onun da elleri yumruk olmuştu. Yüzümü tamamen ondan tarafa çevirdim. Ne diyeceğini bekledim.

 

"Neyse sonra tanışırız,Almina Öztürk." Dedi yüzüme dikkatle bakarken ve geriye adımladı. Şaşkınlıkla kalakaldım, bana son kez baktı ve arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü. Hatırladıklarımla o an aklıma ve kalbime düşen kor ateş nasıl da bencil biri olduğumu yine ve yeniden haykırdı, alevler içimi dağlayarak dudaklarıma tırmandı ve adını fısıldadım, nasıl olur da unuturdum onu.

 

"Boran?"

 

***

 

Ayayayayay bölüm sonu.

 

Nasıl buldunuz bölümü?

 

Her şey yeni başlıyor.

 

Bakalım komutan beyimizin kimmiş,adı neymiş? Diğer bölümde öğreneceğizzz. (Bu da ufak bir spoiydi.)

 

Açıkçası normalde şehir adı vermeyecektim çünkü bu doğu illerini kötülüyormuşum gibi hissettirecekti. Ama yine de vermek istedim aklınızda bir yer canlansın diyerek. Lütfen hiçbir şehri kötülediğimi düşünmeyin. Her şehrimiz ayrı ayrı çok güzel. Kısacası Mardin'i şehir olarak belirledim,hiç görmediğim ve bilmediğim bir şehiri yazmak zor olacak bu yüzden hatalarım olursa şimdiden affola.

 

Aynı şekilde bu askerlik için de geçerli. İnternetten araştırma yaparak yazıyorum ve tabii ki hatalarım olacaktır. Yanlış bulduğunuz bir yer olursa lütfen yorumlarda belirtin.

 

En hatasız şekilde yazmaya çalışacağım.

 

Yorum yapmayı unutmayın. Diğer bölümde görüşmek üzere hoşça kalın. 💗

 

dolunaydakigelgit

Loading...
0%