Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40.Bölüm "SUİKAST"

@dolunaydakigelgit_

Biliyorum biraz kızgın ya da sitemli olabilirsiniz ama içimden yazmak gelmiyordu,şimdi ise bölümü sizlerin huzuruna sunuyor ve beklettiğim için özür diliyorum.

 

Sizleri seviyorum,oy verip yorumlar yapmayı unutmayınnn.

 

 

 

***

 

Yeni bir güne başlayalı dört saat olmuştu,Mihriban anneye gitmek için hazırlanıyordum çünkü kahvaltıya davetliydik. Üzerime giydiğim, bebek mavisi elbisenin bilek kısmından genişleyen kollarını düzelttim,elbise bedenime tam oturmuştu, V yakaydı ve çarpraz şekilde göğsümü sarmıştı. Saçlarımı dağınık topuz yapmıştım, gümüş halka küpelerime aynı renk kolye eşlik ediyordu. Tabi boynumdan hiç çıkarmadığım kolyem yerli yerindeydi.

 

Çok bir makyaj yapmamıştım yine de aynada yüzümde herhangi bir pürüz var mı diye kontrol ettim ve makyaj masasındaki parfümümden bir iki fıs sıktım. Çantamı da alıp aşağı inerken rahat, şık ve temiz kokuyor olmanın keyfi içerisindeydim.

 

Salonun kapısına vardığımda, yerde oturup sehpada oje süren kıvırcığa baktım. "Tuo,ben çıkıyorum!"

 

"Tamam aşkım. Çok selam söyle,özrümü ilet lütfen." Gözlerimi kapatıp açtım ve ona öpücükler attım.

 

"Söylerim..." Ben dışarıya çıktığımda kapımda bekleyen Erdem ile derin bir nefes aldım. Bu durum birkaç gündür böyleydi,şehit vermemizin üzerinden hemen hemen bir haftadan fazla bir zaman geçmişti,Zafir ise bir haftadır karargahtan ayrılmamış ve kısa zamanlı ziyaretlerinde de güvenliğimizi sağlamak için hem annesinin hem de bizim evimizin etrafına bir sürü adam yığmıştı. Başlarında da Erdem ve Kadir görevliydi.

 

Hepsi Zafer olacak o adi yüzündendi. Herkes tedirgindi ama kimse birbirine belli etmiyordu,Zafir dışında...

 

"Günaydın yenge,nereye?" Erdem hemen dibimde bitti ve elindeki telefona bir şeyler not alırken benimle birlikte yürümeye başladı.

 

"Günaydın Erdem,anneme gidiyorum." Bahçe kapısını açıp önden geçmemi sağladığında ufak bir tebessüm ettim.

 

"Tamam yenge." Derken ellerini önünde birleştirdi ve kapıdan çıktığım ilk anda nerede duruyorsa aynı yerde konumlandı. Birkaç adamın gözleri üzerimdeyken tedirgince kıpırdadım ki onların da polis olduklarını biliyordum.

 

Bana bakanlara ve bakmayan herkese de hafif yüksek sesle "Kolay gelsin." dedim ve teşekkürlerini duyduktan sonra arkamı dönüp karşı eve ilerledim.

 

Kadir de orada beni karşılaştığında Erdemle aramızda geçen diyalogun benzeri Kadir ve diğer görevliler ile de geçti.

 

Zili çalmış bekliyorken kapı Suzan teyze tarafından açıldı.

 

"Hoş geldin kızım." Suzan teyzeye tebessüm edip sarıldım. "Hoş buldum. Nasılsınız?" Dediğimde elimdeki hırkayı almış ve portmantoya asmıştı.

 

"İyi diyelim iyi olsun,sen nasılsın?"

 

"Ben de iyiyim çok sağ olun."

 

Birlikte içeriye yürürken ayak üstü sohbet ettik. Salona girdiğimde annem yeni uğraşlarıyla kaldığı yerden devam ediyordu.

 

Dört gündür Zafir'in evini düzenleme işine girilmişti,çeyizler de doğal olarak oraya götürülüyordu. İki gün sonra da benim eşyalarım yavaş yavaş oraya gidecekti.

 

"Anne,neler yapıyorsun?" Derken yerde oturmuş önünde bir sürü havlu,el işlemeli örtüler,yemek takımı setleriyle cebelleşen annemin yanına ilerledim. Bu dört günde bir sürü eşya götürülmüş hatta o evdeki bir takım eşyalar da yardıma ihtiyacı olan insanlara dağıtılmıştı, hâlâ daha bu kadar eşya olması beni çok şaşırtıyordu.

 

"Gel annem gel, bunlar son burada kalmış da yarın falan götürürsünüz diye çıkardım.

 

Elbisemin açılmamasına dikkat ederek dizlerimi kırdım ve yavaşça yanına oturdum. O, gözünde yakın gözlüğü ve elinde de tığ ile havlu kenarlarını düzenlerken ben de önümde duran çay takımından bir fincanı elime aldım.

 

Genel anlamıyla beyaza yakın bir tonda olan fincan takımında,fincanların üzerinde çiçek desenleri vardı. Kenarlarında ve kulpunda altın işlemeler olan fincanın ağız kısımları dalgalı şekildeydi,üzerindeki pembeli çiçekler o kadar zarifti ki bardağın altın renginde olan kulpu sarmaşık şeklindeydi.

 

"Annemindi." Mihriban annenin sesiyle irkildim, daldığım işlemelerden gözlerimi çekip ona baktım ve elimdeki bardağı indirerek iki avcumla kucağımda kavradım.

 

"Leyla'da da bir farklısı var. Bunu hiç kullandırtmadı bana,hep yasaktı ki nedenini asla anlamadım. Annem vefat ettiğinde aldım getirdim ama hiç kullanmadım,kullanmaya elim gitmedi. Ne zaman elimi uzatıp dokunmak istesem çocukluğumdan bir yerlerde terliği yerdim." Güldü hafifçe, gözlerini çevirip bana baktı. Elindekiler ile işi bitmiş olucak ki onları bıraktı ve gözlüğünü çıkardı. Gözlüğün ipleri sayesinde boynunda asılı kalmasıyla elini uzatıp bir fincan daha aldı.

 

"Anneme de annesinden kalmış öyle derdi,o da hiç kullanmadı bu bardakları. Rengi artık beyazdan kırılmaya başlamış hafif sararmaya yüz tutmuş. Öylece bir köşede görünce çıkarayım dedim. Melis hayatta böyle şeyleri kullanmaz ki sorduğumda o da sana vermemi istedi. Sen benim yerime kullan,ister kırılsın ister hiç bakmadan at. Ama üzerimden bu telaş gitsin istiyorum kızım,annem hiç kullandırtmadı ama sen doyasıya kullan olur mu?" Derken gülümsüyordu. Elimdeki fincana bakıp tekrar anneme döndüm ve hevesle başımı salladım.

 

"Bu fincanlarla ilk size çay yapacağım." Cümlemin noktasını koyduğum anda kahlaha attı,kendini belli eden göbeği o güldükçe sarsılıyordu.

 

"Olur,çok sevinirim." Tebessüm ettikten sonra elimizdekileri özel desenli kutuya koyduk.

 

"İsterseniz sonra devam edin, kahvaltı hazır." Suzan teyzenin sesiyle gözlerimi eşyalardan çektim ve Mihriban anneye baktım. Koltuktan tutunup ayağa kalktı ve bana bir bakışıyla beni de ayağa kaldırdı.

 

"Hadi bakalım gelin hanım." İstemsizce kıkırdadım,o hiç bana böyle seslenmezdi şimdi 'kaynanacılık' oynaması hoşuma gitmiş olabilirdi.

 

"Hiç olmadı değil mi?" Derken kendisi de gülüyordu.

 

"Hem de hiç." Suzan teyzenin konuşmasıyla ikisi önümden güle güle yürürlerken ben arkada kızarıp utanmıştım.

 

***

 

"Ee yani şimdi ben böyle panik yaptığım vakit kendimi uyumaya daha çok zorluyordum öyle değil miymiş?" Suzan teyzenin sözleriyle başımı iki yana salladım.

 

"Yok Suzan teyzeciğim,bir şey seni tedirgin ettiyse panik olduysan ve uyumaya çalışıyorsan hemen kalkıp oradan bir uzaklaşman gerekiyor. Yoksa kaygın geçtiğinde yatağa dönünce orası sana artık huzur veren değil korku veren bir yer haline gelir." Önümdeki eşyaları kutulara doldururken saat öğleni geçmişti ve biz üçümüz hem eşyaları kutulara istifliyor hem de psikoloji hakkında sohbet ediyorduk.

 

"Ay ben de diyorum niye ruhum yatakta daralıyor. Sağ ol kızım bundan sonra bir kalkar gezinirim." Gülümsedim.

 

"Ne demek Suzan teyze."

 

"Annem, şu havlu kutusu haberin olsun hepsi el işlemesi bunların."

 

"Tamam anne,çok sağ ol." Gözlerini açıp kapadı.

 

"Suzan senin kız nelee yapıyor hiç gelmiyor son zamanlarda."

 

"Ne yapsın aynı,okuluna devam ediyor, bu sene son senesi ya gelemedi bir türlü. Yazın burada inşallah."

 

Koliyi bantladıktan sonra Suzan teyzeye döndüm.

 

"Merakımı maruz görün,ne okuyordu kızınız?" Derken annem oturduğu yerden kalkmış ve yanımdan geçerken de saçlarımı eliyle okşamıştı. Başımı kaldırıp gülümsedim.

 

"Estağfurullah kızım,mühendislik okuyor Konya'da. Bu sene son senesi." Başımı anladım der gibi salladım.

 

"Hayırlısı olur inşallah."

 

"Amin." Sohbetimiz bittiğinde sessizliği kapı zili bozdu. Suzan teyze hareketlense de elimi kaldırıp onu durdurdum ve gülümsedim.

 

"Ben bakarım."

 

Kapıya doğru ilerlerken içeriye giren Zafir ile irkilip bir adım geri gittim. Zafir'in hemen arkasında annem vardı.

 

"Ayaktayken bakıvereyim dedim çocuğum." Dediğinde sorun yok dercesine tebessüm ettim.

 

"İyi yapmışsın anne."

 

"Hoş geldin." Dedim Zafir'e.

 

"Hoş buldum." Diyip göz kırptı ve elini annesinin omzuna attı.Mihriban annem Zafir'e sarılırken ben onları yalnız bırakıp mutfağa geçtim ve bir bardak su doldurup sandalyeye oturdum. Şu an Zafir'e sarılmak için yanıp tutuşsam da annesine öncelik vermeliydim,bu bana göre bir saygı kuralıydı.

 

Suyumu yavaşça içtikten sonra gözlerimi balkon camından dışarıya çevirdim, gökyüzü masmaviydi ve güneş en tepede parıldıyordu. Ağaçlar yeşillenmeye çoktan başlamıştı ama hâlâ çiçeklerin açtığı yoktu.

 

Mutfak kapısının açılmasıyla gözlerimi oraya çevirdim, Zafir uzun boyuyla kapıdan geçti ardından kapıyı kapatıp kilitledi. Gözlerim büyürken ayağa kalktım.

 

"Sevgilim ayıp olur,neden kilitledin?" Ona yürürken o öylece durmuş gözleriyle ayaklarımdan başlayarak bedenimi yukarıya doğru süzdü.

 

"Ne dedin,odaklanamadım da. Odağım başka bir yerdeydi." Bana doğru yaklaşırken sivil kıyafetlerine baktım. Üzerinde beyaz renk ona hafif bol gelen kısa kollu bir tişört ve siyah,dar olmayan kot pantolon vardı. Boynundaki gümüş zinciri esmer teninde bir güneş gibiydi.

 

"Kapıyı şey yaptın..." Gözlerim onun üzerindeyken konuşmak çok zordu.

 

"Ne yaptım, kapıyı?" Ellerini belimin iki yanına koydu ve parmaklarıyla kavrayıp sıktı. Boynundaki kaviste olan gözlerimi çektim ve gözlerimi kapatıp açarak bulanıklaşan gözlerimin odağını yakalamaya çalıştım. Büzüldüğünü fark ettiğim dudaklarımı da yalayıp düzeltmeye çalıştım.

 

"Kilitledin." Gözleri dudaklarıma kaydığında orada oyalandı.

 

"Kilitlendim." Gözlerine bakarken birbirimize yaklaşmaya başladığımızın farkına varınca muziplik yapmaya karar verdim.

 

"Bana mı?"

 

Kaşları hafifçe havalandı.

 

"Ne sana mı?"

 

Kısık bakışları hâlâ dudaklarımdaydı.

 

"Kapı bana mı kilitlenmiş? Kapı aşık mıymış bana?"

 

Kaşları hızla çatıldı, gözleri sonunda gözlerime değdi.

 

"Ne demek kapı sana aşık, kapı kim la?" Kendimi zar zor tutarken yüzüne karşı gülmemek için başımı yana çevirdim ve güldüm.

 

"Sen,seni var ya..." Belimdeki parmakları sıkılaştı.

 

"Ee? Beni var ya..."

 

"Isırırım görürsün." Gözlerimi büyütüp ona baktım.

 

"Yok artık. Ben ne yaptım şimdi? Dikkatiniz çok dağınık Zafir Bey, böyle olmaz." Gülüp başımı geriye doğru çektim.

 

"Kimin yüzünden acaba?" Yaklaşıp burnumun ucundan ısırınca irileşen gözlerimle ona baktım ve avcumla hafifçe omzuna vurdum.

 

"Ya acıttın!" Derken burnumu kırıştırdım.

 

"Bir şey olmaz. Hadi hazırlan da gidelim." Geri çekildi ve etrafa öylece baktıktan sonra mutfak masasında bulunan kurabiyeden ağzına attı.

 

"Nereye gidiyoruz?" Dedim kapıya ilerlerken.

 

Omzunu silkti ve dolu ağzını açmadan kurabiyeyi çiğnemeye devam etti.

 

"Pekala, çıkıyorum." Dediğimde eliyle kapıyı işaret etti ve bir nevi reverans yaptı. Kapının kilidini yavaşça çevirip açtım ve mutfaktan çıkıp salona ilerledim. Zafir,hemen arkamdaydı.

 

İçeriye girdiğimizde her şey kolilenmişti ve hazırdı,Suzan teyzeyle annem de sohbet ediyorlardı ki bizi görünce sustular.

 

"Anne,Almina'yı götürüyorum." Zafir'in sesiyle annem ikimize baktı,ellerimi önümde birleştirip parmaklarımla gizliden gizliye oynamaya başladım. Ayıp oluyor muydu ki?

 

"Nereye çocuğum daha yeni geldin?" Gözlerim, kolunu salon kapısının kenarına yaslayarak annesine bakan Zafir'e kaydı.

 

"Akşam yemeğe geliriz,bir Aysun teyzeleri ziyaret edeceğiz." Mihriban annenin yüzü yeniden hüzünlenirken başını salladı.

 

"Ama bana ihtiyacınız varsa kalabilirim anne,ben yarın da uğrayabilirim." Derken biraz mahçup hissediyordum,sanki böyle Zafir'i ben ikna etmişim de işten kaçıyormuşum gibi olmuştu.

 

"Yok kızım,gidin siz. Zaten hepsi hazır başka bir şey kalmadı,senin eşyaların var tek." Dedi gülümseyerek.

 

"Kadirlere söylerim eve taşırlar."

 

"Ben de gideyim onlarla da yerleştireyim bari." Diyen Suzan teyzeye hemen itiraz ettim.

 

"Yok Suzan teyze,çok teşekkür ederim ama hem sana zahmet vermeyeyim hem de ben döşemek isterim,tabi size uygunsa." Niye bilmiyorum ama gerildikçe gerilmiştim.

 

Suzan teyze kalkar gibi olduğu yere tekrar otururken başını anneme çevirdi. Annem gözlerini açıp kapadı ve onay verdi. Teşekkür edercesine gülümsedim ve nişanlıma döndüm.

 

"Ben sizi geçireyim." Annemin sesiyle Zafir çekildi ve annesini bekledikten sonra Suzan teyzeye el salladı. Elini annesinin omzuna atarken onlar önümden yürüyorlardı. "Akşama bir şey lazım mı?"

 

"Yok oğlum,yemeğimizi yaparız yeriz." Portmantoda asılı olan hırkamı Zafir uzattı,üzerime giydiğimde annem ilk önce Zafir'in deri ceketini sonra da benim üzerimdeki hırkayı düzeltti.

 

"Tamam o zaman,bir ihtiyaç olursa ararsın." Dedi ve eğilip annesinin yanağından öptü. İstemsizce tebessüm ettiren hareketiyle iç çektim. Ailemi özlemiştim, aslında görüşeli uzun zaman da olmamıştı nişanda birlikteydik ama ister istemez özlüyordum hem şimdiki ailemi hem de biyolojik ailemi...

 

"Tamam,dikkat edin kendinize aman diyim üşütmeyin bu havalar insanı aldatır." Derken sırtımı sıvazlamıştı.

 

"Tamam anne, çok bir şey hazırlamayın olur mu? Ben gelince yardım ederim size." Annemin gözleri parlarken kapıdan çıktık, ayakkabılarımızı giydiğimizde annemin dudaklarını kıpırdatarak dua ettiğini fark ettim. Zafir elini uzatıp tutmamı bekledikten sonra annesine el salldı. Ben de el salladıktan sonra önüme döndüm ve yan yana ilerleyip kapıdan çıktık.

 

"Kadir?"

 

"Efendim komutanım?" Her seferinde değişik seslenmesi beni bile şaşırtıyordu.

 

"İçeride benim eve taşınacak koliler var onları götürüp içeriye bırakıverin."

 

"Hemen hallederiz."

 

Zafir başını salladı ve diğer adamlara döndü.

 

"Kolay gelsin."

 

"Sağ olun." Diyen adamlardan sonra arabaya bindik. Kemerimi takıp elbisemi düzelttim. Zafir de kemerini taktıktan sonra arabayı kullanmaya başladı. Gideceğimiz yer sebebiyle sessizce yolculuk yaparken Semiha teyzeleri evini geçince merakla Zafir'e döndüm.

 

"E evi geçtik." Dedim yan aynadan geride kalan eve bakıp.

 

"İlk başka bir yere uğrayacağız." Kaşlarım merakla havalandı.

 

"Nereye gidiyoruz peki?"

 

"Senin özlediğin birine." Benim özlediğim biri kimdi ki? Düşünmeye başlarken önüme dönüp akan yolu izledim.

 

Hiç kimse aklıma gelmiyordu,ailem ve arkadaşlarım değildi büyük ihtimalle çünkü Mardin'de değillerdi. Acaba buraya mı geldiler diye düşündüm ama öyle olsa da bir şekilde anlaşılır gibiydi,acaba Emir mi gelmişti? Ama bu zordu,Emir ile aramız bozuktu. Nişanımıza onu davet etmiştim ama çok ani geliştiği için biraz geç söylemiştim ve o da işini ayarlayıp gelememişti bana kızgındı,beni her yerden de engellemişti. Oysa onu çok özlüyordum,belki de yaptığım şey onu kırmıştı biliyordum ama benim elimde olan bir şey de değildi sonuçta. Sadece üç gün önceden haber vermiştim, beni bu yüzden bir kalemde hayatından çıkarması oldukça kırmıştı.

 

Emir ile aramızın bozuk olduğunu Zafir'e daha anlatamamıştım,sadece Tuana ve kendi ailem biliyordu ki Tuana da oldukça üzgündü.

 

"Hiç kimse aklıma gelmiyor." Derken arabanın gittiği yollar tanıdık gelmeye başladı.

 

"Şimdi anlayacaksın." Dedikten sonra direksiyonu avuç içiyle çevirdi ve sağa saptık. Karşımızda çocuk esirgeme kurumunu görünce içimde değişik bir his uyandı.

 

"Boran'a geldik!" Dedim heyecanla.

 

Gülüp başını salladı. Uzun süredir ziyaret edemiyordum çünkü her ikimizin de işleri yoğundu,ben bu hafta daha boştum ve Zafir de görevden yeni döndüğü için daha rahattı. İznini kullanmamış ve karargahta çalışmaya devam etmişti ki o izni yaza saklıyordu. Şimdi boşluk bulup buraya getirmesiyle kalbimin kanat takıp ona uçması engellenemezdi.

 

"İn bakalım prenses." Arabadan heyecanla inerken bizi kapıda karşılamak üzere bekleyen görevliye doğru ilerledim. Zafir'in geride kaldığını görünce arkama baktım,elinde oyuncak poşetleriyle bana doğru yürüyor, gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. Bu ince ve düşünceli hareketiyle gözlerim hafifçe doldu ve kendi kendime hayıflandım,ben hayatın telaşına kapılıp geçmişimi unutmaya başlamıştım. Bir çocuğun benim yüzümden yaralandığını göz ardı etmiş gibi hissediyordum.

 

"Hoş geldiniz efendim. Buyurun lütfen Boran sizi bekliyor." Zafir anlamış gibi kaşlarını çattı ve yanımdan geçerken saçıma ufak bir buse bıraktı.

 

"Unutman çok normal,kendini suçlama." Başımı öylesine salladım. Elimde değildi,kendimi kötü hissetmiştim. Birlikte içeriye girerken biraz çekingendim ya Boran bana kızgınsa diye düşünmeden edemiyordum.

 

Ama öyle olmadı. Boran oldukça büyümüştü biraz olsun boyu uzamıştı ve bize doğru heyecanla koşuyordu. Kollarımı açıp onun boyuna gelebilmek için diz çöktüm. Boran da kollarını açıp,kollarımın arasına girdi. Onun narin bedenini sararken Zafir elindeki eşyaları görevli bir kadına teslim etmişti.

 

"Hiç gelmeyeceksiniz sandım,çok korktum!" Geri çekilip bana biraz küskünce baktı sonra da kollarını kalp hizasında tuttu,bir nevi kendine sarıldı.

 

"Hiç olur mu öyle şey,neden kollarını böyle yaptın yoksa seni rahatsız mı ettim?" Minik adımlarla ondan bir adımcık uzaklaştım.

 

Minik burnunu kırıştırdı. "Kalbim size küstü o yüzden kollarımla onu koruyorum." Masum cümlesiyle kaşlarım havalandı ve dudaklarım usulca kıvrıldı.

 

"Peki kalbin bizi ne yaparsak affeder?" Zafir de benimle aynı hizada diz çöktü ama Boran'a bir tık daha yakındı.

 

"Neden hiç gelmediniz? Hep sizi bekledim." Öğretmeni olduğunu düşündüğüm kadın da başımızda duruyor, gülümseyerek bekliyordu.

 

Tam konuşacaktım ki Zafir,zorlandığımı fark edip benden önce davrandı. Boran'ın saçlarını okşadı ve güç verircesine minik omzuna elini koydu.

 

"Ama bunu konuşmuştuk küçük kahraman..." Bunu söyledikten sonra sesinin tınısını düşürüp fısıldayarak devam etti. " Hani biz Almina ablanla beraber kahraman olduğumuz için iyilere yardım ediyorduk ya o yüzden vaktimiz olmamıştı,şimdiyse seni görmeye geldik çünkü senin bana verdiğin görevi yerine getirdim."

 

Boran küskünlüğü kenara bırakarak kollarını indirdi, gözleri heyecanla parladı ve ikimize de sırayla baktı.

 

"Gerçekten mii?" Yaklaşmış ve minik, tombik ellerini Zafir'in omuzlarına yerleştirmişti.

 

"Evet,inanmıyorsan Almina ablana sor." Merakla onları dinliyordum ki hiçbir şey anlamamıştım.

 

"Sana inanıyorum kahraman ama yine de Almina ablama da sorayım mı?" Zafir gülümsedi ve bana döndü.

 

"Sor tabi."

 

Boran'a merakla bakarken o bana doğru çekinceyle yaklaştı, öğretmenine kaçamak bir bakış attıktan sonra ellerini benim de omzuma yerleştirdi. Dikkatla saçlarıma dokundu.

 

"Almina abla,siz anne baba mı olacaksınız?" Şaşkınlıkla bakakalırken başımı Zafir'e çevirdim.

 

Elini kaldırıp yüzüğünü gösterdi, Boran'ın kastettiği 'anne,baba' figürü 'karı koca' olmalıydı.

 

"Evet,biz evleniyoruz." Dedim.

 

Gözleri tekrar hevesle parlarken öğretmenine bakıp bana tekrar yaklaştı ve fısıldadı.

 

"Çocuğunuz olunca buraya gönderecek misin? Boran abim, göndereceğiz dedi. O benim kardeşim olacakmış. Benim hiç kardeşim yok, lütfen olsun. Onu da buraya gönderir misin?"

 

Yutkunup gözlerimi onun masum ifadesinden ayırmak zorunda kaldım.

 

Zafirle göz göze geldiğimizde ifadesiz bir suratla bana baktığını gördüm,Boran ise hevesle bakıyordu.

 

"Benim daha iyi bir fikrim var." Dedim aklıma gelenler ile. Heyecandan kalbim hızlı hızlı atarken,bu fikri Zafir'in de seveceğini umut ettim.

 

"Neymiş?" Dedi minik Boran.

 

"Onu göndermek yerine sen bize gelsen nasıl olur? Bizimle yaşamak ister misin?"

 

Boran açılan minik ağzı, şaşkınlıkla kırpıştırıp durduğu kirpikleriyle o kadar tatlıydı ki... Yanaklarını ısıracaktım.

 

"Evet! Ama önce öğretmen anneye sormam lazım." Boran ona doğru yürürken ondaki odağımı hızla Zafir'e yönlendirdim.

 

Öylece durmuş yüzünde sersemleyen bir ifadeyle bana bakıyordu, dudağının kenarı kıvrılmıştı.

 

"Emrivaki yapmış gibi oldum,fikrini almam gerekirdi. Aslında bunu çok önce düşünmüştüm ama sana söyleyemedim, özür di-"

 

"Hayatımda daha iyi çok az şey duydum."

 

Yüreğime su serpen sözleri ve bana bakan aşk dolu gözleriyle rahatladım.

 

"Öğretmenim izin vermedi, büyük amcalarla görüşmek lazımmış. Çok vakit gerekiyormuş." Boran'ın üzgün ifadesine Zafir müdahale etti.

 

"Öğretmeni,bu aslan parçasının doğum günü ne zaman?" Kadının ilgili bakışları Zafirdeydi. Gözlerimi kısıp kadına baksam da oracılı olmadı.

 

"On Eylül'de." Zafir ise gözlerini Boran'dan hiç ayırmadı.

 

"O zaman şöyle yapalım,biz amcalarla konuşalım. Gereken ne varsa yapalım,sen de bir dahaki doğum gününde bizim yanımızda olursun. Anlaştık mı?"

 

"Ama daha çok var..." Boran'ın üzüntüsüyle söylemekle iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi yaptığımı kestiremedim.

 

"Ama kahramanlar sabrederse ve umudunu yitirmezse istediklerini kazanırlar,değil mi?"

 

Boran başını salladı.

 

"O zaman biraz sabredebiliriz değil mi Almina ablası?" Yutkundum ve gülümsedim.

 

"Evet,hem güzel şeyler beklemeye değer." Dedim Zafir'e bakıp.

 

Gözleri bendeyken dudağının kenarı serseri bir şekilde kıvrıldı.

 

"Tamam,bekleyeceğim. Ama bunu arkadaşlarıma söylemeyelim yoksa üzülürler." Kocaman yüreğinden öpecektim şimdi.

 

"Olur canım,söylemeyiz." Boran ellerini uzatıp ikimizin de boynuna sarılırken biz de ona sarıldık.

 

"Kalbim sizi affetti,hadi diğer arkadaşlarımla oyunlar oynayalım." Boran'ın hevesli ve heyecanlı durumu bu bir yılda hayatında çok şeyin değiştiğini gösteriyordu,pedegog yardımı alması ve arkadaşları, aldığı eğitim ona iyi gelmişti. Umarım ona iyi birer ebeveyn olabilirdik.

 

***

 

Şehit evinin kapısının önünde öylece dikilirken çevremizi kuşatan ılık rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu. Gözlerim,evin balkonunda asılı olan şanlı bayraktaydı,Zafir ise sol tarafımda ama bir adım gerimde durmuş o bayrağa bakarak sigara içiyordu. Yaklaşık beş altı dakikadır bu haldeydik, ayaklarım ileriye gitmiyor çocuklarla hayal dünyasında oyunlar oynarken unuttuğumuz gerçekler kalbimi deliveriyordu.

 

Hırkamın üzerinden sırtıma değen parmaklar,beni bir an olsun ayrılmadığım gerçekliğe döndürdü. Asıl benim Zafir'e destek olmam gerektiğinden bencillik yapmayı bıraktım ve ona doğru dönüp tebessüm ettim, yüzü gergindi. Bakışları öylesine bakarken bile titriyordu,dudaklarını birbirine bastırmıştı, kaşları çatılmıştı biraz da öfkeliydi.

 

Tebessüm etmedi,gergin olduğunun farkında olduğum için hiç önemsemedim.

 

"Hadi gidelim." Dedikten sonra vücudunun yanında salınan elini tuttum ve parmaklarımı birbirine kenetledim,ellerinin soğukluğu sıcak ellerimi üşütürken onun elleri ısındığı için mutluydum.

 

Bahçeden içeriye girdik ve kapıyı çaldık,geriye çekilip beklerken Zafir'in diğer elindeki poşeti sıkıca kavradığını beyazlaşan eklemlerinden anladım.

 

Kapı korkuyla değil de aksine buz gibi bir ifadeyle açıldığında ben ufakça tebessüm ettim.

 

"Merhaba efendim,biz ziyarete gelmiştik ama müsait miydiniz?" Dedim Zafir konuşamayacak durumda olduğu için.

 

Kadının hüzünlü gözleri yanımdaki adama kaydı ve onu yavaş ve dikkatlice süzdü. Oğlunu hatırlamış olmalı ki gözleri buğulanmaya,dolmaya başladı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp açtı.

 

"Buyurun tabi,hoş geldiniz." Kapı ardına kadar açılırken Zafir geçmem için bekledi ve ardından o da içeriye girdi. Yere bırakılan ev terliklerini giydim ve kadının yol göstermesiyle aşina olduğum koridorda yürüdüm.

 

"Buyurun geçin. İsmail,misafirlerimiz var." Şehidin babası oldukça çökmüş görünüyordu,bembeyaz sakalları uzamış yanakları içe göçmüştü.

 

Adam yavaşça ayağa kalktı ve Zafir'e doğru elini uzattı.

 

"Hoş geldiniz." Dediğinde Zafir adamın elini sıktı ve başını eğip kaldırdı.

 

"Hoş bulduk." Dedim ben tebessüm ederek.

 

"Oturun lütfen. İsterseniz eşyalarınızı koyuvereyim." Derken Zafir'in elindeki poşete bakıyordu. Zafir ise duvardaki resime... Poşeti öyle sıkı tutmuştu ki eli morarmaya başlamıştı.Parmaklarımı bileğine doğru sardım. Diğer elimle de elindeki poşeti almaya çalıştığımda Zafir gözlerini duvardaki resimden alıp bana çevirdi.

 

Gülümseyip kaş göz işareti yapmaya çalıştım.

 

Yutkundu ve elindeki poşetleri ileriye doğru uzattı.

 

"Bunları sizin için getirmiştik. Bir eksiğiniz var mıydı bilmiyorum ama her şeyden aldık." Yaklaşık bir saat süren sessizlikten sonra söylediği ilk cümle bu olmuştu, çünkü Boran'ın yanından ayrıldığımızdan beri neredeyse hiv konuşmamıştı. Dolmaya meyilli gözlerimi kırpıştırdım. Aysun teyzenin elleri poşetleri almaya gidemezken poşetleri ben aldım.

 

"İsterseniz yardım edeyim birlikte yerleştirelim olur mu?" Dedim gülümseyip.

 

Aysun teyze,yüzünde mahçup bir ifadeyle başını salladı.

 

"Geç kızım." Biz onunla mutfağa giderken İsmail amca da Zafir'e 'otur oğlum' demişti.

 

"Ne diye zahmet ettiniz ki,zaten her şeyimiz var. Almıştınız hiç gerek yoktu." Dudaklarımdaki tebessümü yitirmemeye çalışıyordum çünkü gülümsemek bulaşıcıydı.

 

"Olur mu hiç öyle şey ne zahmeti..." Poşetleri tezgaha bıraktım.

 

"Ben yerleştiririm onları six hiç yormayın kendinizi." Ellerini önünde birleştirmiş ovalıyorken gözleri bu mahçubiyeti taşıyordu,endişeliydi.

 

"Ben çay koyayım o zaman."

 

Elimdekileri dolaba döşemeye başlarken başımı hemen iki yana salladım.

 

"Hiç gerek yok,siz lütfen geçin oturun ben de hemen geliyorum."

 

"Ama..."

 

"Lütfen." Diye rica ettim.

 

"Peki."

 

Dolabı hemen güzelce yerleştirdim,dolaptaki bozulmaya yüz tutmuş yiyecekleri çöpe attım. İçeriye geçerken Zafir'in çalan telefonunun sesini duydum ve kapının gerisinde görünmeden durdum.

 

"Kusura bakmayın,izninizle."

 

Kapıda beni görmesiyle sol elini ensesine attı, gözleriyle mutfağı işaret ettiğinde arkasından tıpış tıpış yürüdüm.

 

"Ne oldu?" Dedim sessizce.

 

"Psikolog hanıma bir sorum olacaktı." Dudaklarım kıvrıldı.

 

Sonra genzimi temizleyip ciddi bir ifadeyle yüzüne baktım.

 

"Tabi buyurun."

 

"İbrahim bana son dakikalarında bir cüzdan verdi. İçinde:kolye, vesikalık fotoğraflar ve bir kağıda yazdığı vasiyetler var. Ailesine şimdi vermem doğru bir davranış olur mu?"

 

"Profesyonel yaklaşmak gerekirse net bir şey söylemem doğru değil fakat vermen bence daha iyi olur diye düşünüyorum. Hem bir şeylere geç kalınmamış olur,geç kalırsan aile belki ters tepki gösterebilir. Ha şimdi değil daha sonra acıları biraz olsun soğuduktan, birkaç ay geçtikten sonra da verebilirsin ama bu acıyı tekrardan açığa çıkarabilir. Karar sizin Boran Bey."

 

Elindeki cüzdanı dikkatle inceledi. Kararsızca gözlerime baktığında koluna dokunup gülümsedim ve karar vermesi için onu yalnız bırakıp salona girdim.

 

"Gel hanım kızım."

 

Aysun teyzenin yanına oturdum.

 

"Nasılsınız efendim,bu haftayı nasıl geçirdiniz?"

 

"Nasıl olalım,azalacakmış gibi dursa da ilk günkü gibi devam ediyor bu acı. Yine de İbrahim'im yaşayalım diye kendini feda ettiğinden yaşamaya mahkumuz." Hüzünlü gözlerimi gizleyemeden İsmail amcaya baktım. Zafir salona girip yerine geçti.

 

"Haklısınız,bir yardımım dokunursa ve eğer siz de kabul ederseniz size psikolojik destek sağlayabilirim." Dedim içtenlikle.

 

"Sağ ol kızım." İtiraz etmelerine bir şey demedim. O sırada gergin bir duruşla oturan Zafir elini ceketinin iç cebine attı.

 

"Aysun teyze,İsmail amca... Bunu yapmam ne kadar doğru bilmiyorum ama en doğru kararı vermek için düşündüm. İbrahimle aynı görev yerindeydik,ikimiz de birlikte savaştık son anılarımızı bir arada geçirdik. Son sözlerinde bile siz vardınız ve gerçekten mutluydu, acı çeker bir hali yoktu. Bir teselli olur mu bilmiyorum ama sizlere bunları bıraktı." Elindekileri uzattığında gözü yaşlı aile ufak tefek eşyaları alınca ağlamaya başladılar.

 

"Ah oğlum ah,kurban olurum senin kokuna." Eşyalara sarılıp gözyaşlarını akıtırken İsmail amca da hemen yaşlı gözleriyle eşini kollarıyla sardı.

 

"Ağlama gülüm,bak bize ne güzel anılar bırakmış." İkisi içli içli ağlarken sadece durduk ve müdahale etmeden bekledik. Zafir'e doğru yavaşça göz ucuyla baktığımda gözlerimin dolduğunu fark ettim. Buz gibi ifadesi ve duygusuz gözleriyle aileyi izlerken koltukta öne doğru kaymış dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini de diz hizasında birleştirmişti.

 

Benim ona baktığımı fark ettikten sonra usulca bana döndü.

 

Buruk bir tebessüm yolladım, dudağının kenarı çok az kıvrıldı. Tebessüm etmeye bile mecali yok da ben üzülmeyeyim diye gülümsemiş gibiydi.

 

İsmail Amca'nın sesi iç çekişlerin ardından duyuldu.

 

"Ben bir sigara içeyim."

 

Salondan ayrılmak için ayaklandığında Zafir de ayağa kalktı.

 

"Ben de size eşlik edeyim."

 

Gözlerim ikisi üzerinde gezinirken Zafir önümden geçerken avuç içiyle yanağıma dokunup geçmişti. İçimde biriken sıkıntılı nefesi verdim ve kalkıp Aysun Teyze'nin yanına geçtim,elimi dizine koydum destek olmak için ufak bir tebessüm ettim. Elindeki eşyaları,orta boydaki kağıdı okuduktan sonra,göğsüne bastırmıştı.

 

"Bize ağlamayın,birbirinize iyi bakın demiş. Gideceğini hissettiğinden yazmış, gideceğim yer bana huzur ve mutluluk verecek,ben iyi olacağım ama siz de iyi olursanız diye bitirmiş..." Yüzümdeki huzur verici o buruk tebessüm büyüdü.

 

"Bu çok güzel bir haber,sizi düşünmüş son anında... Size bir hatıra bırakmış sizin de onun hatırasına sahip çıkıp iyi olacağınıza hiçbir şüphem yok." Aysun Teyze elindeki eşyalara bakıp iç geçirdi ardından gözlerinde beslediği o umutla tebessüm etti.

 

İçeriye girdiğini hissettiğimiz beylerle birlikte başımızı kapıya doğru döndürdük. Kapı eşiğinde durmuş ve omzunu kapıya yaslamış Zafir "Kalkalım mı?" Diye sorunca gözlerim Aysun teyzenin yanına oturan İsmail amcaya doğru kaydı, daha iyi olduğunu ve eşini de iyi yapacağını hissettiğimden başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Olur." Diyip ayaklandım.

 

"Aa nereye,yemek yerdik birlikte." Aysun Teyzenin İsmail amca da ona katıldı.

 

"Evet çocuklar,kalsaydınız." Yine de kabul etmedik,baş başa kalmaları daha doğru olacağından evden ayrıldık.

 

Zafir önden gitmiş arabanın yanında elleri cebinde durup kaputa yaslanmıştı, başı önüne eğik bir şekilde derin derin bir şeyler düşünüyordu ve ne düşündüğünü tahmin etmek de zor değildi.

 

Yanına ilerleyip önünde durdum,beni fark ettiğini biliyordum hatta daha kapıdayken bile geldiğimi anlamıştır fakat şu an sadece yalnız kalıp düşüncelerinde boğulmak istediğini de çok iyi anlıyordum.

 

"Sevgilim yapma böyle,ne de güzel güçlü güçlü duruyordun..." Ellerimle,ceplerindeki ellerini çıkarıp tutmaya çalıştım.

 

"Öyle de... Olmuyor işte,zor geliyor." Gözleriyle beni öyle bir süzdükten sonra sol kolunu kaldırıp omzumdan tutarak sarıldı ve beni göğsüne çekti.

 

"Sen iyi misin?" Dediğinde kollarımı beline doladım, yanağımı göğsüne sürttüm.

 

"İyiyim,sen?"

 

"Daha iyiyim,temiz hava iyi geldi." Başımı kaldırıp alttan bir bakış attım.

 

"Sadece temiz hava mı?" Gülüp başını iki yana salladı,alt dudağının kenarını dişleriyle ısırdı.

 

"Haylaz bir kız çocuğusun." Omuz silkip göz süzdüm, kollarının arasından çıkıp yanından geçtim ve ön koltuğa bindim. Çok geçmeden yanımdaki yerini aldı,kemerini takarken telefonu arka arkaya çalsa da o ısrarla açmadı sormak istesem de bana göz ucuyla bile bakmaması bu soruyu yutmama sebep oldu.

 

Ve onun evine... Pardon,evimize gitmek ve kalan işlerin birazını halletmek için yola çıktık.

 

***

 

Yazardan bir hafta sonra:

 

Tim toplantı odasında toplanmış koltuklarına yerleşmişti fakat Boran hâlâ daha ortalıkta yoktu,albay Mustafa Kemal Yılmaz onu beklemeyeceğini sert bir dille ifade etmiş bu yaptığı davranışı göreve itaatsizlik olarak kabul etmişti.

 

"Operasyonun merkezi Cizre,sizinle birlikte bir tim daha gelecek. Detaylarını daha önce konuşmadığımız için bu açıklamayı şimdi yapalım istedik yoksa göreve daha var. On gün sonra buradan Cizre'ye gidiyorsunuz,oradaki timle birlikte buluşup görevinize başlıyorsunuz. Bu bir hafta boyunca da timle kaynaşmanız ve birbirinizin özelliklerine göre hareket etmeniz gerekiyor,her zamanki gibi... Şimdi Yarbay Ali Gümüşhan,timiyle beraber bizimle iletişime geçecek."

 

Albay kolundaki saate baktı, kaşları çatık, yüzünde memnunuyetsiz ve öfkeli bir ifade vardı.

 

"Yüzbaşı Boran Algan,bu göreve dahil edilmeyecek. Hatta iki ay boyunca hiçbir göreve de gidemeyecek! Bunu kendisine iletirsiniz, bugün gelmediği gibi başka bir gün de buraya gelmesine gerek yok. Komutanınız görevde, diğer timin komutanı Üsteğmen Hüseyin olacak. Yüzbaşının adını ağzınızdan duymayacağım!"

 

Timdeki herkes şaşkındı,Boran hiçbir zaman böyle yapmamış hep mesleğine sadık kalmıştı. Şimdi ortalıkta olmaması hatta timin aramalarını reddetmesi onları şoka sokmuştu. Albay'ın bu kadar kızgın olması da ayrı bir meseleydi,Mustafa komutan; Boran'ı her zaman çok sever ufak aksilikler olduğu zaman görmezden gelirdi. Demek ki durum ciddi,diye düşünen tim. "Emredersiniz!" Diyerek hep bir ağızdan konuştular.

 

Onlar da Boran'ı çok sevseler de emir demiri keserdi. Yine de hepsinin aklında bir soru işareti oluşmuştu,acaba ne olmuş ve Boran neden buraya gelmemişti?

 

Timin düşünceli hâlini fark eden Mustafa Albay,sinirle elini masaya vurdu. Tam konuşacağı sırada toplantı odasındaki beyaz perdeye görüntü yansıdı.

 

"Albay'ım?" Konuşan Ali Yarbaydı.

 

Mustafa Bey, eğildiği masadan sakinlikld doğruldu ve dimdik durarak karşısındaki adama baktı. Bu adamı iyi tanırdı.

 

"Yarbayım." Der demez Adayış Timi, diğer Timle birlikte ayaklandı ve hazır ola geçtiler.

 

Ekrandaki net görüntüden askerlerin yüzünü süzen iki komutanın keyfi yerindeydi. Tabi Mustafa albay hâlâ sinirliydi.

 

"Rahat asker,oturabilirsiniz." Her iki komutanın konutundan sonra iki tim de yerlerine oturdular.

 

"Başlayalım mı Albay'ım?" Albay da yerine geçtikten sonra elindeki kalemi parmaklarının arasında döndürdü.

 

"Başlayalım Yarbay'ım, başlayalım."

 

İki tim görev için hazırlanırken Boran ise Mustafa Kemal Yılmaz'ın odasındaydı.

 

***

 

Toplantı bitmiş tim dağılmıştı hepsinin aklında görevden çok Boran vardı.

 

"Abi, hâlâ aklım almıyor.Çok şaşkınım komutanım hiçbir göreve itaatsizlik yapmazdı." Fatih'in sesi durgundu,bu alışılmadık bir durumdu çünkü Fatih her zaman ortamı eğlendiren birisi olmuş,her şeyi şakaya vurarak insanları eğlendirmişti ama şimdi öyle değildi,sesindeki sıkıntı time yayılmıştı.

 

Hazırlanma odasındaki kendine ait dolabın içine üniformasını yerleştiren Kaan konuştu. En yakın arkadaşı diyebileceği adam,her şeyden önce disiplinli bir bordo bereli silah arkadaşı olan Boran ilk defa böyle bir şey yapmıştı,defalarca aramasına rağmen telefonu açılmayan Kaan oldukça dumura uğramıştı.

 

"Ben de anlamadım,bu adamla benim yediğim içtiğim ayrı gitmez ama hiçbir halt bilmiyorum."

 

Emre sessizliğini her zamanki gibi koruyordu fakat o da anlam verememişti. Bazen Boran ile ufak tartışmalar yaşasalar da birbirlerini destekleyip,seviyorlardı şimdiyse kaşlarını çatan Emre oturduğu sandalyeye iyice yayılmış çıplak üst bedeninde kollarını kavuşturmuş ve bir noktaya dalarak düşünceli bir hâle bürünmüştü.

 

Oturduğu yerde öne doğru eğilip el hareketleriyle hararetli bir konuşma yapmaya başlayan Salih'i herkes dikkatle dinledi. "Oğlum belki yengeye bir şey olmuştur ya da bu Zafer manyağı, adamın annesine falan bir şey yapmış olmasın?"

 

Timin babası olarak adlandırılan Orhan katladığı tişörtü kenara koyup sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Öyle bir şey olsa ilk yardım isteyeceği kişi bizdik,ya da ne bileyim kendi hallederdi ama en azından Kaan bunu bilirdi. Ortalık da bu kadar sakin olamazdı." Ona hak verenler başını usulca aşağı yukarı hareket ettirdiler.

 

Elleri cebinde,ayakta durup kenardaki kolona yaslanan timin doktoru Umut söze girdi.

 

"Kendisine falan bir şey olmasın... Ama Kemal komutan, konuşmuştu doğru. Hiçbir şey mantıklı gelmiyor,mecburen bekleyip görece-" Umut'un cümlesi yarıda kalmıştı çünkü içeriye destursuzca giren kişi Zafir Boran Algan'dı.

 

Eli kapının kolunda duruyordu, üzerinde üniforması yoktu sivildi. Siyah kot pantolon, üzerine giydiği siyah oversize tişört ve deri ceketiyle daha da karanlığa bürünmüş bir gizemdi kendisi.

 

"Abi sen neredesin ya? Arıyoruz açmıyorsun, hayır insan bir haber verir hem Kemal komutandan haberin var mı? Biz göreve gidiyoruz ve seni görevden aldı çok saçma,bir şey falan mı oldu?"

 

Boran boş boş baktıktan sonra bir şey demeden kapıyı kapattı ve kendi dolabına ilerledikten sonra kapaktaki şifreyi girerek eşyalarını dolaptan çıkarmaya başladı.

 

"Komutanım,ne oluyor?" Timdeki arkadaşlarına cevap vermek istese de şu an değil çıkarken bunu yapacaktı çünkü çok fazla soru soracaklarını biliyordu

 

Eşyalarını bir el bavuluna öfkeli bir şekilde tıktı. Düzene ve tertipe dikkat eden birisiydi ve şu an bu kadar dikkatsiz bir şekilde çanta hazırladığını gören görev arkadaşları etrafında hilal şeklinde durmuş onu izliyordu. O ise ne onlara bakıyor ne de konuşuyordu.

 

Kaan bu sessizliğine göz yummayı boşverip öne bir adım attı ve kaşlarını çatarak yakın arkadaşının kolundan tuttu.

 

"Abi sana noluyor?" Boran'ın gözleri ilk önce kolundaki eli sonra da can kardeşim dediği dostunu buldu.

 

Buz gibi bakışlarından taviz vermeyerek diğerlerine de bir bakış attı, göreve gidecek olan arkadaşlarıyla aynı sahayı paylaşmayacak olmak bir yana onları kaybetme korkusu diğer bir yana savrulup içindeki acıyı harlamıştı.

 

"Bir şey olduğu yok, göreve katılmak istemiyorum. Evleniyorum ben,eşimle ilgilenmek istiyorum. Almina bana bir şey olacak korkusuyla yaşamak istemiyor,annem de öyle. Geri kalan hayatımı da bir yerde işe girerek idame ettiririm. Silahımı ve üniformamı az önce teslim ettim,sizle de helalleşelim siz yolunuza ben yoluma gideyim." Her bir cümlesinde şoktan şoka giren Adayış timi birbirlerine şaşkınlıkla baktılar.

 

"Ne?!" Kaan bir anda gülmeye başlayınca Boran ona dik dik baktı, zaten inanmalarını bekleyen yoktu.

 

"Saçmalamayın komutanım,siz bu mesleğe yıllarınızı verdiniz. Hatta yıllarınızı geçtim gönlünüzü verdiniz şimdi vaz mı geçiyorsunuz?" Salih'in haklı sözlerine bir şey demeyen Boran derin bir nefes verdi.

 

"Böyle olması gerekiyordu ve olması gereken şeyi yapıyorum. Zaten artık çok geç,şu an geri dönmek istesem bile beni kabul etmeyecekler ki ben de istemiyorum zaten. Siz de daha fazla uzatmayın,sizinle birlikte savaşmak benim için bir onurdu."

 

Bu durumu içten içe kabul etmese de söz bırakmadığı için kabullenen Orhan elini Boran'a uzattı.

 

"Hayırlısı olsun,seni tanımak benim için bir efsaneydi. Hakkını helal et." Boran o eli sıktı ve arkadaşına erkekçe sarıldı.

 

"Helal olsun,sen de helal et."

 

Hepsiyle sırayla vedalaşan Boran sıra Fatih'e gelince duraksadı çünkü Fatih kollarını göğsünde kavuşturmuş istediği olmayan küçük şımarık bir çocuk gibi küserek başını yana çevirmişti.

 

"Kardeşim uzatma ama. Yine hep beraberiz zaten, takılma bu kadar." Fatih omuz silkti.

 

"Aynı şey değil,hani ölene de buradaydık? Başında boşuna mı ağladım ben? Hem sen bir kadının gözyaşları için görevini bırakacak kadar mı aşık oldun Boran Algan?! Yengemi çok severim yanlış anlama ama bu kararın doğru değil!" Fatih haklıydı kendince fakat Boran umursamazdı.

 

Fatih'i zorla çekip sarıldı.

 

"Uzatma... Benim için bu en iyisi olacak. Hakkını helal et,ne güzel hem başında ağlayacağın biri kalmadı oğlum sevinsene sen."

 

"Ya yürü git,helal olsun. Sen de helal et ama bu yaptığını unutmayacağım." Fatih büyük hayal kırıklığı yaşıyordu, aslında timin geneli öyleydi ama yapacak bir şey yoktu.

 

Geri çekilen Zafir bir adım geriye gitti, eline aldığı çantayı sıkı sıkı kavradı. Sağ elini havaya doğru kaldırdı ve "Hadi, Allah'a emanet." Geri geri yürürken karşısında dizilmiş duran yoldaşlarına bakıyordu.

 

Kapıdan çıktıktan sonra durmadan kendinden emin bir şekilde adımlarını atıyordu,sertti, sağlamdı, yüzünde kimsenin çözemediği bir donukluk ve soğukluk hakimdi.

 

Elinde çantasıyla çıkarken bahçede haberi alan askerler gözlerini ona dikmiş merakla bakıyorlardı,herkesin hayran olup merak ettiği o gizemli komutan Zafir Boran Algan, görevini bırakıyordu.

 

Onu kapıda bekleyen araçla arasında sadece o büyük kapı vardı, hazır ola geçen askerler saygıyla selam verdikten sonra kapıyı açtılar. Her ne olursa olsun bu adamın estirdiği fırtına dinmeyecek ve ona olan saygı bir an olsun azalmayacaktı.

 

Başıyla selam veren Zafir arkasına bakmadan o kapıdan çıktı, bütün askerler ki Kemal komutan bile onun heybetli bedeninin gidişini camdan izlediler bütün askerler endişeliyken, üzüntü yüreklerini kuşatmışken gülümseyerek bakan tek bir kişi vardı: Albay Mustafa Kemal Yılmaz.

 

***

 

(Bir hafta önce)

 

Zafir'in acil bir şekilde karargaha çağırılması üzerine Almina eve tek başına gitmişti. Zafir ile beraber yaşayacakları evlerini düzenleme işine girişmek istemişti. Zafir ise karargahtaydı,karargahta tim yoktu Zafir üzerine üniforma giymeden Mustafa komutanın odasına çıktı.

 

Kapıyı çalıp,gel,komutunu bekledi ve ardından içeriye girdi.

 

"Gel Boran, geç otur."

 

Zafir başını aşağıya doğru eğdikten sonra geçip tekli deri koltuğa oturdu.

 

Bir zamanlar bu koltukta Almina da oturmuştu,o zamanlar o, kuş gibi titriyorken Zafir çaresizdi. Aklına bu anının gelmesiyle iç çeken Zafir,nereden nereye,diye düşündü.

 

"Nasılsın?" Diyen Kemal komutana saygıyla cevap veren Zafir "Sağ olun komutanım,siz nasılsınız?" Diye sordu.

 

Kemal komutan keyifle gülümsedi.

 

"İyiyim. Seni buraya neden çağırdığımı merak ediyorsun biliyorum. Fazla uzatmadan da konuya girmek istiyorum."

 

Zafir kahve bakışlarını kıstı,dikkatle dinlemek için yaptığı bu hareketiyle Kemal komutan konuşmaya başladı.

 

"Seni bir gizli göreve yollamak istiyoruz Boran, görev Zafer ile ilgili. Seni Zafer'in olduğu karargaha göndereceğiz bir nevi ikiniz de aynı işi yapacaksınız ama orada görünmez olman gerekiyor. Başka bir görevin de var,karargâh içinde ve karargâh dışında da Zafer'i izleyeceksin,ne yapmaya çalıştığını kanıtlayacak ve kimlerle görüştüğünü bulup bize o tepedeki haini sen getireceksin."

 

O kadar boşluğun olduğu bu görevde Zafir kaşlarını çattı,bu görevi tabi ki kabul edeceketi ama soru işaretleri ve boşluklar çok fazlaydı öne doğru eğilen Zafir konuşmaya başladı.

 

"Detayları öğrenmek istiyorum. Boşlukları çok fazla." Diyen Zafir ile komutan gülümsedi.

 

"Bunu görevi kabul ettiğine dair kanıt olarak sayabilirim,o zaman toplantı odasına geçelim." İki adam ayaklanırken Zafir'in aklında tonla soru vardı.

 

*

 

"Görevden istifa etmeme timdekiler inanmaz." Zafir'den istenen belliydi buradaki görevini bir şekilde sonlandırıp kendini buradan koparması gerekiyordu, burası basitti ama timdekiler hayatta inanmazdı.

 

"Bir hafta sonra göreve çıkacaklarını tahmin ediyoruz,o gün görev toplantısına katılmayacak ve timin inisiyatifini almak istemeyeceksin nedenini kaybettiğimiz şehidinize bağlayabilirsin, telefonlarını açmayacaksın. Almina'yı öne sürebilirsin, görevinden sonra en değer verdiğin şeyin ailen olduğunu çok iyi biliyorlar. Almina'nın bunu istemediğini,evleneceğinizi kullan."

 

Zafir usul usul başını salladı, görevi nasıl yürüteceğini şu an zihninin içinde tasarlamaya başlamıştı bile.

 

"Peki, görev sonu? Sonunda elimize geçecek olanlar?"

 

"O herif kilit bir isim, içimizdeki köstebek. Zafer bizi ona götürecek, bakalım gizli görevde mi yoksa gerçekten bir hain mi olduğunu da sen anlayacaksın ve onları canlı bir şekilde bize getireceksin."

 

"Hem Zafer ile birlikte gizli görevde yer alacağım hem de Zafer'in hain olup olmadığını anlayacağım yani çifte gizli görev içinde olacağım." Derken elinde çevirdiği kalemi parmaklarında ahenkle oynatıyordu.

 

"Evet,tam olarak bu." Zafir başını usul usul salladı.

 

"Başlayalım o zaman." Derken karşısında öbür karargahın komutanı da vardı.

 

Kemal komutan ve Ali komutan birbirlerine bakıp gülümsediler çünkü ikisi de Zafir'in gözlerinde yanan o intikam ateşini çoktan görmüşlerdi.

 

*

 

Bugün;

 

(Yazardan Zafir Boran Algan)

 

"Oradan buraya geçmenin bir tesadüf olduğunu düşünmüyorum devrem." Zafer'in sesini dahi duymaya tahammülü olmasa bile buna katlanmak zorundaydı,bu karargaha geleli birkaç saat olmuştu ama Zafir eşyalarını yerleştirmiş askerlerin bir kısmıyla çoktan tanışmıştı, yarbay Ali Bey ise Zafir'den saatler sonra gelmişti formalite bir 'hoş geldin' merasiminden sonraysa herkes dağılmıştı.

 

"Hayret ilk defa doğru düşünüyorsun." Diyen Zafir,sandalyede yayvanca oturmuş sağ ayak bileğini sol dizine koymuştu. Sol kolunu yan tarafındaki masaya yaslamış ve iki parmağını,orta,işaret parmaklarını,birleştirerek şakağına dayamıştı.

 

"Öff,sen buraya bana laf sokmaya mı geldin oğlum? Arasaydın,gelmene gerek kalmazdı hem sen o 'biricik' arkadaşlarını nasıl bıraktın?"

 

Zafir fark ettirmeden sinirle iç çekti,Zafer evet kurnaz ve zekiydi ama oldukça da salak ve aptaldı.

 

"Göreve geldim diyorum,anlamıyor musun sen?"

 

Zafer,iki saattir uğraştığı o dolabı kapattı ve Boran'a cevap vermek için dudaklarını araladı,tam o sırada tıklanan kapıyla ikisinin de başı kapıya doğru döndü.

 

"Gel." Diyen Boran,çoktan askerleri kendi komutasına almıştı çünkü onun burada olduğunu duyan birçok asker merakla kendisini görmek istiyor, konuşma fırsatı yakalamak için an kolluyordu.

 

"Komutanım,rahatsız ediyorum ama Ali Yarbay sizi çağırıyor."

 

Boran,kendisiyle göz temasını kurarken zorlanan askere bakıp içten içe tebessüm etti ama yüzüne yansıtmadı. Alayvari bir gülüşle ayakta duran Zafer'e döndü. İkisine ortak oda verilmesi tabi ki tesadüf değildi.

 

Boran, kaşlarını yukarıya doğru kıvırdı acıyarak Zafer'e baktı. "Devrem,sen istersen bir dama bak." Ciddiyetle kurduğu akıl karıştırıcı cümlesiyle birlikte ayağa kalktı ve aheste adımlarla yürümeye başladı.

 

"O niyeymiş?" Diye alık alık bakan Zafer soruyu anlamamıştı.

 

"Pabucun diyorum,damda olabilir bir oraya bak istersen." Çocuk gibi laf sokup keyifle Zafer'in yanından geçen Boran yüzündeki alayvari tebessümü sildi. Anlamaması için böyle davranmak gerekiyorsa öyle yapardı. Kapıda bekleyen askerin yanına ilerlerken kolundaki saate basıp odanın farklı yerlerine yerleştirdiği ses dinleme cihazlarını aktifleştirdi.

 

Her şey çorap söküğü gibi gelecekti.

 

Ve Boran emindi ki Zafer gerçek bir haindi.

 

**

 

Bugün

 

(Almina'dan)

 

"Evet anne şimdi kendi eşyalarımı yerleştiriyorum,mutfak bitti. Yatak odasındaki tadilat bitmişti şimdi Zafirle ikimizin eşyalarını yerleştireceğim sonra da Tuana'nın yanına giderim."

 

Elimdeki bavulu merdivenlerden çıkarmak için ayağa kalktım,telefonumu sabitlediğim yerden aldım. Annemle görüntülü konuşuyorduk.

 

"Tamam kızım,ay ay hâlâ inanamıyorum evlendiğine." Zerrin anneme tebessüm ettim. Ben de inanamıyordum ama çok mutluydum.

 

"Babacım duygusallık vakti gelmiş sen kapat da ben anneni bir dolaşmaya çıkarayım sen de eşyalarını yerleştir." Kameranın açısına giren babama gülümsedim.

 

"Tamam babacığım, lütfen üzülmeyin. Ben çok iyiyim,çok da,mutluyum şu telaşeler bitsin daha sık görüşeceğiz zaten. Hiç merak etmeyin." Dedim telkin vererek.

 

"Haklısın kızım haklısın,dikkat et kendine çok yorulma yarın da yaparsın,daha vakit var. Öpüyoruz seni." Yüzümden silinmeyen tebessümle onlara öpücükler gönderdim.

 

"Tamam tamam,ben de sizi öpüyorum. Allah'a emanet olun, görüşürüz." Vedalaşıp kapattıktan sonra telefonumu cebime sıkıştırmadan saate baktım, Zafir ne zaman gelirdi bilmiyordum ama genelde görev harici yarım saat sonra evde oluyordu.

 

Bavulu merdivenlerden zar zor çıkardım. Gerçekten biraz(!) abartıp her şeyimi bugün taşıma kararını nereden almıştım acaba?

 

Dinlene dinlene çıkarsam da yorulmuştum odaya girerken soluk soluğaydım,oturma odasında TV ünitesi ayarlandığı için aşağıdan matkap sesleri geliyordu.Korumaların bir kısmı da aşağıdaydı bu yüzden rahat hissediyordum,odaya girdiğimde de kapıyı kapattım. Bavulu kenara koydum ve yatağın ucuna oturdum,biraz soluklanmak bana iyi gelecekti.

 

Kenarda duran eşyalara baktığımda Zafir'in de eşyalarının bir valizde olduğunu anladım, giyinme odası büyütüldüğü için çoğu eşyası buradaydı bir kısmı da çalışma odasında duruyordu.

 

Bu kadar dinlenmenin yeteceğini düşünüp ilk önce Zafir'in eşyalarını yerleme kararı aldım çünkü benimki oldukça uzun sürecek ve vakit kaybettirecekti.

 

İlk önce camekandan oluşan sol taraftaki bölüme gömleklerini askıya takarak yerleştirdim, gömleklerin hemen altındaki askılığa da kumaş pantolonlarını astım,kemerlerini koymak için yaptırdığı çekmecelerdeki bölmelere kemerlerini ve saatlerini döşedim.

 

Orta kısma geçtiğimde en üstten başlayarak alta doğru olan bölmelere kazaklarını, sweatshirtlerini, kısa kollularını ve kot pantolonlarını katlayarak koydum.

 

Diğer boş olan camdan kısma ceketlerini,kabanlarını astım,onun altındaki bölmeye de katlanmış çoraplarını ve alt çekmeceye iç çamaşırlarını yerleştirdiğimde sadece üniformaları kalmıştı. Onun için ayrı olarak yaptırdığı gömme camekanı şifresini girerek açtım dikkatli bir şekilde üniformalarını asarken bordo beresini de omzuna sabitledim.

 

Şifre yanlış girilince cam buzlanıyor ve kendini kilitliyordu,buranın şifreli olmasının ve bu camekanın kurşun geçirmez olmasının en büyük nedeni alttaki kasada önemli belgelerin, Zafir'in silahlarının ve aile yadigarı olan özel eşyaların var olmasıydı.

 

Kasaya dokunmadan botlarını da yerleştirdim ve ayağa kalkıp burayı kilitledim.

 

Saatlerinin olduğu kısmı boş bıraktım çünkü biraz da birlikte bir şeyler yapmak ve odamızı beraber yerleştirmek istiyordum. Bu planlarımız arasındaydı fakat Zafir karargahtan çağırılmıştı.

 

Kendi bölümüme geçip elbiselerimi, gömleklerimi onun gömleklerinin bölümünün karşısına astım. Karşılıklı bir şekilde uyumu yakalamaya özen gösterdim. Kışlık ve yazlık kıyafetlerimi tek tek katlayıp yerleştirdim. İç çamaşırlarımı da alttaki çekmeceye düzenli bir şekilde koydum. Alışveriş yaparken aldığımız takımları görünce utançtan yandım ve elimi çabuk tuttum.

 

Tıpkı Zafir'in saatlerini bıraktığım gibi kendi takılarımı da kenara bıraktım. Bunları bir aradayken yerlerdik.

 

Ortadaki pufun kenarından geçip kapıda durdum ve şöyle bir eşyalarımıza baktım gururdan kabaran göğsümle kapıyı kapattım ve çalışma odasını düzenlemek adına yatak odamızdan çıktım.

 

Telefonumu cebimden çıkarıp herhangi bir bildirim var mı diye kontrol ettim, olmadığını fark edince Zafir'i arayıp aramamakta kararsız kaldım ve kısa bir mesaj atmakta karar kıldım.

 

Çalışma odasına gitmeyi biraz erteleyip merdivenlere yöneldim ve inerken bir yandan da Zafir'e mesaj atmaya koyuldum.

 

"Sevgilim,işin vardır diye aramadım. Ne zaman geleceksin?"

 

Mesajı gönderdikten sonra oturma odasına geçtim. Kadir'i görünce tebessüm ettim. Hemencecik yanıma geldi.

 

"Yenge,bir isteğin mi var?" Deyince başımı iki yana salladım.

 

"Yemek yediniz mi ustalar falan açsa bir şeyler söyleyeyim." Mutfak alışverişini yapmamıştık bu yüzden yemek yapamazdım.

 

Kadir başını geriye doğru attı ve itiraz etti. "Yok yenge biz hallettik,zaten usta toparlanıyor gidecek şimdi. Kalanına da yarın devam edecekler, çoğu bitti. Bir bak istersen."

 

Usta kapıda belirince içeriye girmek için attığım adımım durdu.

 

Adamın bakışları yerden kalkıp beni buldu ve mesafeli bir tebessüm sundu.

 

"Kolay gelsin ustam,bitti mi?" Derken acaba kaba mı kaçtı diye düşünsem de artık çok geçti.

 

"Bitti hanım kızım, yarına az bir kısmı kaldı. Gelip bir saat hallediveririz." Başımı salladım.

 

"Çok sağ olun. Kolay gelsin o zaman sizlere yarın görüşürüz." Dedim.

 

"Eyvallah kızım sağ ol,bize müsade." Geçmeleri için izin verip kenara geldim. İçeriden bir koruma onları geçirmek adına kapıya ilerledi.

 

"Bakayım," diyip içeriye adımladım. Kadir ise hâlâ yanımda dikiliyordu.

 

Gördüğüm duvar ve ünite oldukça hoşuma giderken gözlerimin parladığına emindim.

 

"Çok güzel olmuş, aşırı beğendim. İstediğimiz gibi." Derken ileriye adım attım fakat içeride bulunan bir koruma öne atılıp beni durdurdu.

 

Gözlerimi ona çevirirken Kadir'in gerildiğini hissettim.

 

"Hanımefendi,girmeseniz daha iyi yerlerde çiviler ve cam kırıkları mevcut." Başımı eğip yere bakarken onların siyah ayakkabılarının yanında benim pembe çoraplarım biraz absürt kaçmıştı.

 

Başımı sallayıp geriye doğru bir adım attım ve oturma odasından çıkmış oldum.

 

Kadir adama kısa bir bakış attı.

 

"Yenge biz görev yerimize dönelim,işin bitince seni eve bırakırız." Telefonuma gelen bildirimle Kadir'e doğru parmağımı kaldırıp 'bir saniye' işareti yaptım.

 

Bildirim Zafir'dendi.

 

Yanına geliyorum güzelim.

 

"Zafir buraya geliyormuş onunla dönerim artık sağ olun Kadir." Dedim hem adama bakıp hem de ona bakarken.

 

İkisi de dışarıya çıkarken ben de üst kata çıkıp çalışma odasına girdim. Kolide bulunan dosyaları yerleştirmem gerekiyordu. Çünkü hem benim hem de onun belgeleri buradaki rafları da genişletmemiz sonucunda karışmış bir şekilde koliye konulmuştu.

 

Koliyi zorlukla yan çevirip belgeleri yere döktüm. Kendi dosyalarımı ayırmaya başlayıp sırayla raflara diziyordum.

 

Hem hastalarımın hem de kendime ait bir sürü dosyam vardı. Kimisi Kanada'da eğitim görürkenki kimisi staj dönemindeki dosyalardı. Hepsini kronolojik sıraya göre dizerken araya dikkatimin dağılması sonucu Zafir'in dosyaları da sıkışıyordu bu sefer onları çıkarıp kenara koymak durumunda kalıyordum. Bunu önlemek adına yere oturup kendileriminkini bir tarafa onunkileri bir tarafa olacak şekilde ayırmaya başladım.

 

DEHB vakaları

 

Depresyon

 

Yanılsama,uyuklama,bilinçdışı...

 

Bu dosyaları sağa koyarken;

 

Kıdemlilik

 

Çatışmada ölüm,çatışmada kayıp,ağır silah...

 

Gibi belgeleri de sol tarafa koyuyordum.

 

Bir kısmını ayırdıklarımı ayağa kalkıp dizdim,sonrasında aynı işlemi Zafir'e ait olan rafa da uyguladım. Yeniden oturup ayırma işlemine devam ettim, kucağıma koyduğum dosyalarla ayağa kalktım almayı unuttuğum dosya kayıp yere düşerken içindeki belgeler etrafa yayıldı elimdeki dosyaları dizerken ofladım.

 

Yorulmuştum ve oldukça da bitap bir haldeydim, keşke burayı yarın düzenleseymişim. Dağılan belgeleri toplayıp odadan çıkmayı düşünüyordum. Eğilip uçuşan belgeleri sırasına göre toplamaya başladım. Sayfa 1,sayfa3...

 

Elimde toparladıklarımı dosyanın içine koyarken gözüm ilk sayfadaki soy ağacına takıldı:

 

Savcı Barış& Hakime Ender Öztürk

 

Kızları:

 

Almina Öztürk.

 

%99,9 kan bağı uyumu.

 

Barış Öztürk:

 

Doğum yeri,tarihi: Çanakkale,1972

 

...

 

 

Ender Öztürk:

 

Doğum yeri,tarihi: İzmir,1974

 

...

 

Annem ve babamın bilgilerini okuyunca yutkundum,titreyen ellerimle arka sayfaya geçtim. Annem ve babamın sırasıyla ölüm nedenleri yazıyordu.

 

Ender Öztürk ölüm nedeni:

 

Taranan araçta ön sağ koltuk tarafındaki açık camdan başına,boynuna isabet eden 0,8 mm iki kurşun saplanması sonucu ex.

 

Barış Öztürk ölüm nedeni:

 

Taranan araçta sürücü koltuğunun tarafındaki yarı aralık camdan 0,8 mm çapında sekiz kurşunun isabet edip kafatasına üç,boyna dört,omza bir kurşun saplanması sonucu,kontrolden çıkan araba ve yaralılar ex.

 

Araç raporu:

 

Araç AK47 ile taranmış olup,kurşun geçirmez olan aracın aralık camlarından içeriye giren kurşunlar sonucu şoförün kontrolden çıkan araçla şarampole yuvarlanmasından kaynaklı ağır hasarlı araç.

 

Olay bilgisi:

 

Oradan geçen bir vatandaşın itfaiye ve ambulansa sonrasında da polise haber vermesiyle olay yerine intikal eden ekiplerce cesetler çıkarılmış, çocuklarının küçük olması sebebiyle otopsiye Mustafa Kemal Öztürk girmiş ve ceset doğrulama işlemini gerçekleştirip kimlikleriyle birlikte onaylamıştır.

 

Açılan dava sonucu:

 

Suikast üzerinden açılan davada yakalanan Adar A.,Bejno K. tutuklanarak hapse gönderilmiş ancak delillerin ispatlanamaması sonucu bu davadan beraat edilmişlerdir.

 

Her bir sayfada öğrendiğim yeni bilgilerle beynimden vurulmuşa dönüyordum. Yıllardır şüphelendiğim araştırmaktan ölesiye korktuğum gerçek tam da karşımdaydı,bu bilgiyi bilen nişanlım kse bunu benden gizliyor muydu?

 

Kapının açılmasıyla gözyaşlarımla oraya doğru baktım, yüzümdeki ıslaklık boynuma doğru kayıyordu. Hıçkırmamak adına dudaklarımı dişledim. İki yana açıp oturduğum bacaklarım daha otururken bile titriyordu, ayağa kalkacak halim yoktu. Zafir öylece dikilmiş biraz şaşkınlıkla ve biraz da endişeyle bana bakıyordu.

 

Elini kapı kulpundan çekip bana doğru yürüdü,yerdeki dosyalara dikkat ederek yanıma çöktü.

 

"Bebeğim." Dediği anda daha fazla tutamadığım boğazımı yırtıp geçen hıçkırık dudaklarımdan kaçtı. Acı çeker gibi gözlerini sıkıca kapattı ve saçlarımdaki titreyen ellerini çekip yanağıma koydu.

 

"Sana söyleyecektim...Biliyordum, söz vermiştik gizlimiz saklımız olmayacaktı ama ben de çok yeni öğrendim." Gözlerimi ondan çekip önümdeki belgeye eğdim. En üst sağ köşesinde çıktı saati yazıyordu.

 

Tarih düne aitti, dün sabah saat 10.32'ye.

 

Başımı salladım.

 

"Kader ağlarını bilerek örmüş yani." Dedim. Kağıttaki isimleri tekrar tekrar okuyarak.

 

Zafir sesli ve içli bir nefes çekti. Yere oturup elimdeki dosyayı kenara koydu ve beni dizine yatırdı. Yerdeki halı şu an bana çivili bir tahtadan farksızdı.

 

"Bunu bekliyordum ama bu isimleri görmeyi... Beklemiyordum." Dedim gözyaşlarım akarken. Elleri saçlarımda ve akmakta olan gözyaşlarımdaydı.

 

"Almina,hiçbirisi hapiste değil."

 

Kaşlarım havalanırken ona bakmaya devam ettim.

 

"İçin soğur mu bilmem güzelim ama ben yasaları ihlal edip hepsini öldürttüm."

 

***

 

 

Bittii.

 

Görüşlerinizi bekliyorum.

Loading...
0%