Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm "SORGU"

@dolunaydakigelgit_

Merhabaaaa,

 

Alttaki yıldızınızı parlatmayı ve yorum yapmayı unutmayınnn...

 

Direkt bölüme ışınlanıyoruzzz.

 

İyi okumalar.

 

Bölüm şarkısı: Can Bora Tanzer-Belirsizlik İçinde Kayboluş

 

 

 

***

 

 

Aylardır göremediğim yüzleri dikkatle inceliyordum. Saat gece 4:01'di annem ve babam misafir odasında uyuyorlardı ve bende onları görebileceğim bir açıya çökmüş yüzlerini inceliyordum. Sabah karargâha gidecektim, yaşadığım her şeyi anlatacaktım. Bunu yapmak o kadar zordu ki...

 

Ailemin huzurlu uykusunu bölmemek adına odadan çıktım.

 

Tüm gece boyunca uyanıktım,hiç uyumamış her an tetikte beklemiştim. Tehlikede hissettiren bir şey olmamıştı ama her an her şey olabilirdi. Gece birisi beni taciz etmeye gelebilirdi ya da yastığımla boğmaya.

 

Tuana'nın kaldığı odanın kapısı aralıktı,o kapısı açık uyuyamazdı ama ben ona seslenirim diye açık bırakmıştı. Duvara yaslanıp yastıkta dağılan kıvırcık saçlarını inceledim kaç dakika öyle durdum bilmiyorum ama kız kardeşimi de özlemiştim.

 

Odasından çıkarken kapısını kapatmıştım. Benim yüzümden kimsenin tedirgin uyumasına gerek yoktu ben uyumazdım olur biterdi. Odama geçip kapımı kilitledim dolabıma ilerleyip kapaklarının açtım. Odamda loş ışık yayan abajurlardan birisi açıktı o yüzden rahat görebiliyordum.

 

Resmi bir yere gidiyordum,ciddiyet ve onur sahibi insanların arasına kaynayacaktım. Onlardan olmadığımı belli etmemem gerekliydi artık aşağılanmak istemiyordum. O şerefsizlerin dedikleri çok koymamıştı ama kendi askerim bana gurursuz, onursuz ve vatanıma ihanet eden bir hain olduğumu söylerse işte gercekten yaşayamaya sebebim kalmazdı.

 

Yorgun bakışlarla kıyafetlerimi inceledim. Hiçbirinin bana tam olmayacağını biliyordum. Kilo kaybetmiştim,ki kaybetmesem bile eskiden kendime yakıştığını düşündüğüm dekolteli kıyafetler giyerdim. Şimdiyse bedenimden tamamen nefret ediyordum ve sanırım bedenimdeki izleri kimse görmesin istiyordum.

 

Siyah boğazlı kazak ve altına siyah bol bir kumaş pantolon giydim. Pantalonuma kemerimi takıp ayağıma siyah çoraplarımı geçirdim.

 

Bugün baştan aşağı siyah olmak istiyordum.

 

Bileğime saatimi taktım. Zaman benim için artık çok önemliydi. Her dakikayı görmek yelkovanın akrebi takip ettiği gibi geçirdiğim her bir saniyeyi takip etmek istiyordum. Çünkü hayatımdan yeterince zamanım çalınmıştı.

 

Saçlarıma hiçbir şey yapmadım uğraşmak istemiyordum.

 

Saat belki çok erkendi ama umrumda değildi. Aşağı inip banyoya ilerledim dolapları karıştırıp ilk yardım malzemelerinin ve ilaçların olduğu çantayı açtım içinden ağrı kesiciyi bulup avcuma bir tanesini çıkardım.

 

Sessiz olmaya özen gösteriyordum.

 

Çok gürültü yaparsam ısınmış demiri bacaklarıma ve sırtıma bastırırlardı.

 

Mutfağa girdiğimde bir bardak suyla beraber ilacı yuttum.

 

Vestiyerde duran araba anahtarını aldım annemin çantasını kurcalayıp içinden kimliğimi ve ehliyetimi de aldım. Üzerime giydiğim siyah kaşe kaban ve ayağımdaki siyah botlarla evden yavaşça dışarıya çıktım.

 

 

 

Kimliğimi ve ehliyetimi kabanın ceplerine koydum ve bahçeden geçip arabaya doğru ilerledim.

 

Aylar olmuştu.

 

Ve ben kullanabilir miydim emin değildim yine de deneyecektim.

 

Emniyet kemerimi taktım ölmek istemiyordum.

 

Arabayı çalıştırıp klimayı açtım, arabanın içi buz gibiydi. Isınmak için ellerimi dudaklarıma götürüp sıcak nefesimi üfledim. Belimdeki kemer biraz sıktığında açmak için elimi belime attım. O sırada gözümün önüne gelen görüntüler içimi dağladı ve nefesim daraldı.

 

"Demek kaçıp askerlerine yardım etmeyi planladın he? Kaltak seni... Canını sökücem,ne diyordunuz siz aşağılık Türkler? Ha? Derini kemiğinden ayıracam."

 

Bir kemer darbesi daha indi çıplak belime.

 

"Asıl aşağılık sizlersiniz. Düşüncesi kıt,beyinsiz orospu çocukları."

 

Bir darbe daha.

 

Acıyla inledim.

 

"ETTİĞİM İŞKENCEYE BAŞKA KARI OLSA DAYANAMAZDI. KEDİ GİBİ DOKUZ CANLISIN TÜRK'ÜN OROSPUSU!"

 

Tekrar bir darbe,yine,yine ve yine. Defalarca...

 

Yerde kan gölü oluşana dek.

 

Bedenim acıya dayanamayıp bayılana dek, ardı arkası kesilmeyen darbeler...

 

"Yeter,yeter sus! Sus! Aptal! Düşünme. Evindesin. Güvendesin daha fazlası değil. Yaşadın ve bitti. Bu kadar. Ağlamayı kes!"

 

Dikiz aynasından yüzüme baktım, gözlerim kıpkırmızı olmuştu. Göz altlarımdaki mor renk koyu halkaları gizlemek istedim. Torpidoyu açtığımda içinde bir şeyler aradım neredeyse hiçbir şey yoktu. Makyaj yapmayı,ki bu abartmadan yaptığım doğal makyajlardı, severdim ve arabada da malzemelerim olurdu. Şimdiyse bitmek üzere tarihi geçmiş bir fondöten buldum.

 

Avcuma sıkıp gözaltılarımdan başlayarak bütün yüzüme sürdüm. Yüzümü fondotenle yıkadım.

 

Aynada gördüğüm görüntü çok olmasa da beni tatmin etti. Kendimi gülümsemeye zorladım ama olmuyordu,yapamıyordum. Çirkin yüzümü izlemeyi bırakıp arabayı çalıştırdım.

 

Dün gece bilinmeyen bir numaradan gelen karargâhın konumuna bakıp arabayı oraya sürdüm. Evet o gün gelmişti artık ifadeyi verip tamamen kendi içime kapanmak istiyordum,ne olacaksa olabilirdi.

 

🧭

 

Saat yaklaşık altı buçuğa gelmişti. Arabamla karargâhın önünde bekliyor ve elimdeki künyeyle oynuyordum. Girecektim,anlatacaktım ve bitecekti. En azından ben öyle umuyordum. Tabii bunun böyle olmayacağını bilemezdim. Kulübede nöbet tutan asker gözlerini arabama dikmiş hiç ayırmadan bakıyordu. Ve artık cesaretimi toplayıp dakikalardır beklediğim arabadan inmem karargâha girmem gerekiyordu.

 

Arabanın anahtarını çekip güçlü bir nefes aldım. Yapmam gerekiyordu,zorundaydım.

 

Arabadan indiğimde yüzüme çarpan soğuk rüzgar,sabah erken saatlerde olmamız ve daha güneşin doğmaması sebebiyle kemiklerime kadar dondurmuştu. Arabayı kilitleyip sarsak adımlarla nöbet kulübesine yürüdüm. Elinde silahla nöbet tutan asker silahını bana doğrulttu. Ve yanıma adımladı.

 

"Kimsin?"

 

Elindeki silah nefesimi keserken başımı yere çevirdim ve cebimden çıkardığım kimliği ona uzattım.

 

"Ne istiyorsun?"

 

Gözlerim elindeki silah ve gözleri arasında gidip geliyordu. Derin derin soluklarıma yutkunuşlarım eşlik ediyordu. Defalarca tekrarladığım bütün cümleleri unutmuştum.

 

"Ben,Zafir Boran Algan'la görüşecektim." Diyebildim. Ezberlediğim tek cümle zar zor ağzımdan çıkmıştı. Çenem soğuktan,ellerim korkudan titriyordu. Bedenim yalnızlığın,kimsesizliğin ve acizliğin etkisiyle sarsılırken askerin tok sesi beni afallattı.

 

"Burası resmi bir kurum hanımefendi. Her istediğinizde,istediğiniz zamanda,istediğiniz kişiyle görüşmezsiniz. Belli izinlere ihtiyacınız var. Üzgünüm sizi içeriye almam yasak."

 

Arkasına doğru yavaş yavaş adımladı gözleri hâlâ bendeyken daha da uzaklaşmasına izin vermedim.

 

"Bakın benim ifade vermem gerekiyor. Biliyor musunuz bilmiyorum ama terör örgütünün aylardır tuttukları kadın benim ve şu an vatanıma yardım etmem lazım. İfade için çağırıldım,izin verin geçeyim."

 

"Elinizde herhangi bir belge ya da kanıt var mı? Yok. Önüne gelen de bu senaryoyu söyler ve biz de inanıp alırsak burası havaya uçar anlıyorsunuz değil mi?"

 

"Anlıyorum, üzgünüm ama Zafir Bey'e ulaşamaz mısınız? Eğer ulaşırsanız sözlerimin doğruluğuna inanacaksınız."

 

"Komutanım,yani Yüzbaşı Boran Algan şu an eğitimde ve rahatsız edilmek istemez."

 

Aklıma Zafir Bey'in bana verdiği künye gelince elimdeki künyeyi gösterdim belki yardımcı olurdu. Bana inanması için ne yapmam gerekiyordu hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim haklı olduğuydu.

 

"Künyesi bende,buna da mı inanmıyorsunuz?"

 

Elimdeki künyeyi ve kimliğimi sertçe çekip aldı. Zaten yaralı olan ellerim gümüş künyenin hızla çekilmesiyle sızladı.

 

Kontrol eden asker en sonunda derin bir nefes verdi.

 

"Burada bekleyin." Dedikten sonra kulübeye gidip bir şeyler yaptı. Soğuk havanın titrettiği bedenim ve kıpkırmızı olduğundan emin olduğum yüzümle kapı önünde bekliyordum.

 

Birkaç dakika sonra yanıma gelen asker kapıyı açtı. Doldurmam için bir kağıt uzattığında sessizce doldurdum. Bu sanırım misafir kayıt formuydu bilmiyorum çok dikkat etmemiştim çünkü kaygılıydım.

 

"Buyurun efendim. Yüzbaşım sizi bekliyor."

 

"Nerede bekliyor acaba?"

 

"Odası binanın üçüncü katında sağdaki koridor,sonuncu oda."

 

"Teşekkürler." Dediğimde avcuma uzatılan künyeyi sıkı sıkı tutup elimi göğsüme bastırdım. Kimliğimi de cebime koydum.Etrafı inceleyerek tedirgin adımlarla binaya doğru yürüdüm. Etraf sessiz sakindi ve aşırı temizdi. Tek bir çöpü bırakın yaprak bile yoktu. Arka taraftan geldiğini tahmin ettiğim marşın sesi sessiz ve boş çevrede yayılıyordu. Başımı sola çevirdiğimde birkaç asker durmuş bana bakıyordu. Ellerinde kağıt bardaklar vardı.

 

Bana bakmaları beni gererken midemdeki ağrı kendini belli etmişti. Onlardan hemen bakışlarımı çektim, önümdeki merdivenleri tırmandım. Elim hâlâ kalbimin üzerindeydi ve avcumda da onunkünyesi vardı. Asker,eğitimde olduğunu söylemişti ama bana yardımcı olacak tek kişi oydu ve odasında bekleyebilirdim. Yani izin verirlerse...

 

İçeriye girdiğimde ilk önce boş bir koridorla ardından da ilerisinde kapıların önünde hazır olda bekleyen askerle karşılaştım. Başlarında duran komutanları olduğunu düşündüğüm adamın gözleri beni buldu. Ardından da diğer askerler bana baktı.

 

"Buyurun hanımefendi? Siz kimsiniz?"

 

Elimi kalbimin üzerinden indirip cebime koydum. Rahat görünmeye çalışıyordum. Ama onlarca kişinin bakışları altında rahat olduğum falan yoktu.

 

"Ben Zafir Bey'in odasına çıkacağım da..." Ne diyeceğimi bilmiyordum ki? Aylardır doğru düzgün insanlarla bile konuşmamıştım.

 

Adamın kaşları havalanırken diğer askerler gözlerini anında benden çektiler ve karşılarına diktiler ki hâlâ hazır olda bekliyorlardı.

 

"Hayırdır Boran'ın nesisin sen?" Dediğinde kaşlarım çatıldı.

 

"Biz sizin hiçbir şeyiniz değiliz."

 

"Malımsınız bundan sonra."

 

"Bize çalışacak kölelersiniz. Ama merak etmeyin sizi özgürlüğünüze kavuşturacam. Ama nasıl orası bana kalsın." İğrenç bir kahkaha...

 

"Öldürecem tabi ne özgürlüğü onlar artık benim malım."

 

Tam cevap verecekken merdivenlerden duyulan sarsıcı adım sesleriyle gözlerim oraya kaydı, kabanımın cebinde olan avcumu biraz daha sıktım. Elimdeki künye garip bir şekilde bana ne olduğunu bilmediğim bir hissiyat veriyordu.

 

"Hayırdır Üsteğmen'im askerler bitti şimdi de misafirimi mi sorguya çekiyorsunuz?" Diyen kişi Zafir Boran Algan'dan başka biri değildi.

 

Üzerine tam otursa bile hafif bol duran üniforma ayağında da postalları vardı. Ellerini arkasında birleştirmiş merdivenin ikinci basamağında ayaklarını iki yana omuz genişliğinde açmış şekilde dik duruşu ve bakışlarıyla dikiliyordu.

 

"Yok komutanım ne münasebet. Ben misafiriniz olduğunu bilmiyordum. Bu saatte de hanımefendiyi görünce sorgulamak istedim."

 

"Adımı verdiyse sorgulama,yoluna çıkma, yolunu aç Zafer." Dedi ve bana ters bir bakış attı. Arkasını döndüğünde bende önümden çekilen Üsteğmen sayesinde peşinden gittim. O önümde ben arkasında merdivenleri çıkarken midemdeki ağrı beni kıvrandırmaya başlamıştı.

 

Sonunda odası olduğunu düşündüğüm yere ulaştığımızda kapısının üzerinde büyük altın harflerle adı yazıyordu.

 

Kapısını açıp kenara çekildi. Ufak bir solukla odasına girdim. Arkamdan kapıyı sertçe kapadığında korkuyla sıçradım.

 

Dişlerini sıktığı belli olan çenesine ve alev saçan gözlerine sırayla baktım.

 

"Bir şey mi oldu?" Diye endişeyle sorduğunda yutkundum ve başımı eğdim.

 

"Y-yok ben ifade için geldim." Dedim zar zor.

 

"Bu saatte?"

 

Kaşları çatık bir hâl almıştı.

 

Başımı olumlu anlamda salladım elimi cebimden çıkardım. Parmaklarımla oynamaya başladım.

 

"Ne zaman gelmem gerektiğini söylemedin ki."

 

Derin bir nefes aldı ve başını sabır diler gibi yukarıya doğru kaldırdı. Sonra bana bakmak için başını eğdi ve gözlerini kıstı.

 

"Dinlenmeliydin,sorguya alacağız dedim ama bunu hemen yarın derken ciddi olarak kastedmemiştim."

 

Gözlerine bakmaya devam ettiğimde dudaklarını yaladı "Eğitime inmem gerek. Uzun sürer istersen sonra gel." Dedi.

 

"Yok,sorun yok ben beklerim seni." Dedim çekinceyle. Nasıl davranmam, konuşmam ve bakmam gerektiğini bilmiyordum. Pusulam şaşmış yolumu kaybetmiştim ve doğru yolu ne zaman bulacağım şüpheliydi. Kaşlarını çattı "Uzun sürer, o zaman görevlendirdiğim bir asker alsın ifadeni." Dedi oldukça nazik bir ifadeyle.

 

Anında itiraz ettim. "Olmaz. Sana anlatsam olmaz mı?" İstemsizce onun beni kurtardığını ve yargılamayacağını düşünüyordum. Başka birisine anlatabilir miydim hiçbir fikrim yoktu. Evet kimseyle güvenmiyordum ama yine de sanki kurtarıcım oymuş gibi geliyordu.

 

"Bak, bugün sana yardımcı olabilecek vaktim pek yok yani saatleri bulur... Zaten yorgun görünüyorsun, aşağıdan birilerini arayayım ifadeni ver gerisini de bize bırak ve hayatına bak. Nasıl fikir? Hem senin için daha kolay olur." Dediğinde yutkundum sesinin kalınlığı söylediği herhangi bir cümleyi bile olabildiğince sert hale getiriyordu ya da ben kırılmak için yer arayan bir psikolojiye sahiptim.

 

"Anlıyorum,ben sadece... Her neyse sen nasıl istersen,farketmez."

 

Yutkunup derin bir nefes aldı,elini ensesine atıp kısa saçlarını çekiştirdi ve bakışlarını kaçırdı. Tekrar gözlerime baktığında ellerini beline koydu ve gözleriyle arkamdaki deri tekli koltuğu işaret etti.

 

Sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Sen burada otur. Bir saate eğitimi bitirmeye çalışırım ya da devrederim sonra da gelir ifadeni alırım,tamam mı? Bir şey içer misin?" Dediğinde eline odadaki telefonu aldı.

 

Mahçup şekilde ona bakarken başımı olumsuz anlamda salladım. Aslında sıcak bir şeyler mideme iyi gelebilirdi ama isteyemezdim.

 

"Odama çay ve simit yollat. Acil."

 

Telefonu kapadığında bana döndü. Gözlerim üniformasının üzerinde yazılı olan soyismine kayıp dudaklarında son bulduğunda ne yaptığımı farkedip utançla başımı eğdim.

 

"Kahvaltı yapmamışsındır diye düşünüyorum... Her neyse gün uzun olacak mutlaka bir şeyler yemelisin. Asker gelince odamda rahatça yemeğini ye. Bir şey olursa o telefondan yediyi tuşla bana bir şekilde ulaşırsın." Dedi sakince.

 

Başımı olumlu anlamda salladım ve kısık sesle teşekkür ettim. Ardından kapı çalındı ve içeriye asker girdi.

 

"Komutanım..." Diyip cümlesini tamamlayamadan Zafir Bey elinden tepsiyi aldı ve başıyla dışarıyı işaret etti.

 

Asker çıktıktan sonra tepsiyi önüme itti.

 

"Sana afiyet olsun. Bir saate gelirim. Odama kimse gelmez ama olur da gelirse kendisi benim üstümdür. Eğitimde olduğumu söylersin." Dedi ve bir şey dememe izin vermeden odadan çıktı. Zaten diyecek bir şeyim de yoktu.

 

🧭

 

Saat akşam üzeri dördü geçmişti ve ben hâlâ odada Zafir Bey'i bekliyordum. Dediği gibi eğitimi sanırım uzun sürmüştü. Telefonum sabahtan beri yirminci kere çaldığında ofladım. Kimseyle konuşmak istemiyordum.

 

"Efendim anne?"

 

"Kızım gelmiyor musun? Saat geç oldu."

 

"Daha ifade vermedim ki."

 

"Yarın verirsin gel artık şu eve. Ne ifadeymiş sanki kaçıyor!"

 

Annem sıkı ve disiplinli bir kadındı oldukça baskıcıydı ama bir şey diyemiyordum. Onu seviyordum,babam annemin aksine daha rahattı ikisi de ailemdi her ne kadar baskıları beni bıktırmış olsa da silip atamazdım.

 

Şu üç ayda kim bilir benim gibi değmeyecek biri yüzünden ne acılar çekmişlerdi.

 

Odaya giren Zafir Bey ile birlikte telefonda anneme veda edip kapattım ve ayağa kalktım. O bir askerdi hemde yüzbaşıydı, saygı duymak boynumun borcuydu. Bana göre...

 

Beni görünce afalladı.

 

"Sen gitmedin mi?"

 

Ellerimi önümde birleştirdim. "Hayır sizi bekledim."

 

İç çekip yanımdan geçti ve çekmecesinden bir şey aldı. Onu izlediğimi biliyordu. Yüzünde mahcup bir ifade vardı.

 

"Benim ufak bir görevim vardı o yüzden geciktim. Kusura bakma." Dedi.

 

Ardından karşıma dikildi.

 

"Alalım bakalım şu ifadeyi." Dedi ve arkasını dönüp kapıdan çıktı,bende kolumda kabanımla birlikte çıktığımda kapıyı kilitledi.

 

Ardından yetişmek zor olsa da ona ayak uydurmaya çalışıyor peşinden gidiyordum. Yanından geçtiğimiz askerler ona selam veriyorlar hazır ola geçiyorlardı.

 

Bir odaya girmeden önce kapıdaki asker "Komutanım,albayımız sizi cam arkasından izleyecek ve kayıt tutulacak." Dedi.

 

Başıyla onaylayıp odanın kapısını açtı ve benim geçmemle kendisi de geçip kapıyı kapattı.

 

🧭

 

"Kaçırıldığın günden başlayalım. Camın arkasından seni iki kişi daha dinleyecek birisi albayım diğeri de kayıt tutmakla görevli bir asker. Sana biraz ağır davranabilirim çünkü resmi kayıt altında olacağız fakat istediğin an durabiliriz. Söylediklerin,hareketlerin kayda alınacak,bu ifade ağır olacak kesin dediğin yerde duracağım yoksa can sıkıcı olacak şimdiden özür dilerim. Şimdi,hazırsan başlayalım."

 

Mat siyahlarla çevrili kutu gibi bir odadaydık, önümde mat siyah bir masa vardı. Masanın üzerinde birkaç kağıt, karşımda da o. İkimizde karşılıklı sandalyede oturuyorduk. Benim sol,onun sağ tarafında siyah bir cam vardı ve karşı tarafı göremiyordum ama onların bizi gördüğünü biliyor ve geriliyordum.

 

"Hazırım." Dediğimde elini kaldırıp cama işaret verdi sanırım o an kayıt başladı.

 

"Ben Yüzbaşı Zafir Boran Algan. Tüm dürüstlüğüm ve bilgilerimle aylardır terör örgütünün elinde tutsak edilen vatandaşımız Almina Öztürk'ün ifadesini almak üzere görevi üstlendim. Almina Hanım,sizden de aynı dürüstlüğü,yalansız dolansız bir şekilde neler yaşadığınızı,size bunları kimin yaşattığını anlatmanızı bekliyorum. Bana dürüst olacağınıza karşı Türk bayrağının ve canınızın üzerine yemin eder misiniz?"

 

Yutkundum. Çok düzgün bir diksiyonu vardı. Ve gözleri sürekli hareketlerimdeydi. Asker olduğu için psikolojik eğitimlerden de geçiyordu ve eminim ki hareketlerimi okuyabilir yalan söyleyip söylemediğimi de anlayabilirdi.

 

"Türk bayrağının ve canımın üzerine yemin ederim ki size karşı dürüst olacak, yalansız dolansız bildiğim, gördüğüm her şeyi anlatacağım." Dedim.

 

Başını sallayıp gözlerini gözlerimden çekip elindeki kağıda baktı, gözleri endişeliydi fakat profesyonelliğini korumaya çalışıyordu ve bunu da başarıyordu.

 

"Kaçırıldığınız günü bana anlatır mısınız? Nasıl kaçırıldığınızı,kimin kaçırdığını,nerde olduğunuzu..."

 

Gözlerimi kaçırıp masaya diktim o güne dönmek kabuk bağlamış bir yarayı düşüp tekrardan kanatmak gibiydi.

 

3 ay önce,kaçırılma günü;

 

"Evet iyiyim merak etmeyin."

 

"Kızım bak bir şeye ihtiyacın olursa hemen ara,kargoyla yollarız." Annem bugün yüzüncü defa aynı şeyi demişti.

 

"Anneciğim,zaten şu an markete geldim. Bir şeyler alıp evime döneceğim, yemeğim de hazır merak etme artık." Birazcık yalandı, yemek falan yapmamıştım. Üşengeç biriydim,mutfakta oyalanmaya bayılırdım ama işten sonra yorucu oluyordu.

 

Ve bir de markete değil bakkala gelmiştim gecenin bu saati açık market de yoktu ki. Neyse annem bilmesin yeter.

 

"İyi bakalım öpüyorum dikkat et oralarda."

 

"Bende annem,sizde dikkat edin babama selam söyle iyi geceler."

 

"İyi geceler kızım onun da selamı var." Dedi ve kapattı.

 

Bakkala girip hırkamın önünü kavuşturdum. Havalar serinlemeye başlamıştı. Bakkaldan birkaç makarna,krema ve kola alıp çıktım. Gece ıssız olan mahallede ilerlemeye başladım. Ne olur ne olmaz diye telefonumdan Kades uygulamasını açtım.

 

Bu durumda olmaktan bile nefret ediyordum ve elimden de bir çözüm gelmiyordu.

 

Apartmanın önüne sağ salim ulaştığımda arkamdan gelen bir ses kalbimin kuş gibi çırpınmasına neden oldu ve hemen arkamı kontrol ettim. Çöpten atlayan kediyi gördüğümde mutlulukla gülümsedim. Aklım çıkmıştı.

 

Kapıyı açtığımda önüme çıkan adamla tam bir adım geriye atıyordum ki elini ağzıma kapatıp beni apartmanın içine çekti,elimden yere düşen telefonum bodruma inen merdivenlerden aşağı yuvarlandı diğer elimdeki poşetleri sıkıca kavrayıp adama vurmaya çalıştım ama beceremeden elindeki bezle burnuma bastırdı. Ağır koku başımın dönmesine neden olduğunda o adamın yüzünü son kez görmediğimi, tekrar göreceğim bir yüz olduğunu bilmiyordum.

 

Ve anında sızdım...

 

Şu an,sorgu odası;

 

"Gerisini hatırlamıyorum. Sadece o kişi oradaki şerefsizlerden birisiydi." Dedim o gün yaşadıklarımı anlattığımda.

 

İç çekip elindeki kağıtları düzenledi. Derin bir nefes aldı.

 

"Uyandığında neredeydin,kimler vardı ve size o günden sonra neler yaptılar?"

 

İşte asıl şimdi başlıyorduk. Çünkü benim için en zor kısım buralarıydı.

 

"B-ben uyandığımda bir mağaradaydım. Yanımda altı çocuk vardı. Hepsi de çok küçüklerdi ve ağlıyorlardı,korktum. Sonra bağırdım,içeriye..." Yutkundum derin bir nefes alıp dolan gözlerimi tavana doğru kaldırdım.

 

"Su içebilirsin." Dediğinde başımı iki yana salladım.

 

"İçeriye o girdi."

 

"O kim?"

 

"Adar diye birisi. Aslında ben baştan anlatsam?" Dedim cümleleri toparlayamıyordum. Alnımı ovaladım.

 

"İstediğin şekilde anlat." Dedi ve arkasına yaslandı. Üzerinde sadece yeşil kısa kollu askeri tişörtü, askeri pantalonuyla botları vardı.

 

 

 

 

 

Dikkatim kolay dağıldığı için başka şeylere odaklanmaya çalışıyordum ama yaptığım yanlıştı. Karşımdaki adam evli veya nişanlı olabilirdi. Yüzüğü yoktu ama görev başında takması yasak da olabilirdi bilmiyorum ki öyle olmasa bile sevgilisi de olabilirdi onu özellikle çok ağır şeyler yaşamışken böyle süzmem çok ayıptı.

 

Anlatmaya devam ettim odaklandığım masa ve anılar zihnimi kararttı.

 

"Dara diye birisi onların başları. Bütün her şeyi o yönetiyor,liderleri gibi bir şey. Herkes ondan izin alıyor,onun emrinin altında çalışıyorlar."

 

"Dara hakkında başka bir şey biliyor musun?" Yüzüne baktım.Kaşları çatıktı çözmeye çalışıyordu.

 

"Dış görünüşü oldukça esmer tenli,uzun kırlaşmış sakalları var ama saçları kısa ve simsiyah, gözünün önünde kocaman bir iz var. Bu iz sağ gözünün hemen altında. Bir de sol gözünün altında büyük bir ben var. Gözleri siyah gibi. Boyu benden kısa ve biraz kilolu. Orta yaşın üzerinde. Çok ortalıkta görünmez,hep çadırın içinde durur ve emir yağdırırdı."

 

"Tamam peki başka? Başka birileri var mıydı?"

 

"Onun oğlu var adı Adar, benden uzun sizden çok daha kısa,fazla zayıf onun da babası gibi bembeyaz sakalları ve siyah saçları var o da esmer tenli. Yirmili yaşlarında, alnından şakağına doğru çizilmiş bir A harfi var, bıçak iziyle yapılmış gibi."

 

"Adar ne yapıyordu?"

 

Küfür etmek istiyor ama yapması imkansız gibi bakıyordu.

 

"Adar bana ve çocuklara çok kötü davrandı, zaten o şerefsizlerden iyilik bekleyecek değilim ama çok çok fazla kötü şey yaptı. Adar, babasının eli ayağı gibi. Bütün ayak işleri onda,silah taşıma,getirme götürme, saldırı planları,mekan seçimleri..."

 

"Adar çocuklara ne yaptı?"

 

Nefesim daralmaya başladı,midemdeki ağrı yediğim yarım simit ve içtiğim sıcak çayla geçmişti ama şimdi tekrar başlamıştı. Sıra bana geliyordu.

 

"Çocuklara hep şiddet uyguladı,gerek psikolojik gerek fiziksel... Gözlerinin önünde beni dövüyordu ya da işkence ediyordu. Çocukları birbirlerine vurmaya zorluyordu. Yemek vermezdi,çocuklara hep artık ya da küflü şeyleri yedirirlerdi. Onlara silah,kurşun taşıttırırdı,su bile vermez hayvan dışkılarından içirmeye çalışırdı. Hatta..." Duraksadım,benim miniklerime yaptığı şeyler gözümün önüne geldikçe tırnaklarımı avcuma saplıyordum.

 

"Hatta... Ne?" Dedi önündeki masaya eğilerek.

 

"Şey, çocukların birazı kız birazı erkekti bildiğiniz gibi ve onları c-cinsel ilişki yaşatmaya zorladı ama bir şey yapamadı ben engel oldum. Çünkü bana saplantılı gibi bir şeydi."

 

Ağzının içinde sürekli bir şeyler mırıldanıyordu ben bu anlattıklarımı ona bakarak anlatamıyor sürekli masayı inceliyordum. Bir elimi mideme bastırdım. Elindeki kağıda bir şeyler yazdı.

 

"Peki ya sana neler yaptı?" Kafama darbe almışım gibi başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerimde ne gördüyse bir an ağzı açıldı ve cama baktı ama sonra tekrar bana döndü ve konuştu.

 

"Bu konuya birazdan döneceğiz. Şimdi oradaki diğer itleri anlat." O kadar rahatlamıştım ki derin bir nefesle omuzlarımı düşürdüm.

 

"Bejno vardı. Adar'ın arkadaşı gibi bir şeydi. O sürekli neredeyse hiç durmadan dağda geziyordu ve bomba yerleştiriyordu. Bazen gizlice onun nasıl bomba yaptığını ve imha ettiğini inceliyor ardından gece olunca uyumayıp onun bomba yerleştirdiği yerleri buluyordum ve bombaları imha ediyordum. İmha edemediklerimin yanına da işaret bırakıyordum. Askerlerimiz farketsin diye." Dedim utanarak başımı eğdim. Aylarca askerimize zarar vermek isteyenlerin yanında tutsaktım ve sanki çok bir şey yapmışım gibi bunları anlatınca utanıyor ve çekiniyordum.

 

"Bu durumu o şerefsizler farketmedi mi?"

 

"Nasıl yani?"

 

"O bombalar hiç patlamıyor,bir şekilde imha ediliyor hiç mi şüphelenmediler?"

 

"Hayır çünkü Bejno'nun beceriksiz olduğunu ve Türk askerlerinin her bombayı ustaca imha edeceklerini biliyorlardı. Kendi aralarında konuşuyorlardı."

 

Yüzünde serseri ve sinsi bir gülümseme oluştu. Hem çok korkunç hem de gizemli görünüyordu.

 

"Başka kim vardı?"

 

"Arin vardı bir de. Arin,Dara'nın hmm nasıl desem?" Biraz bekledim. Gözleri gözlerimi yokladı. Utançla yanaklarım yandığında en makul kelimeyi buldum ve cümleyi kurdum.

 

"Yatak arkadaşıydı ama sadece Dara'nın değil. Hem Adar'ın hem de Bejno ve diğerlerinin. Diğerlerinin adını bilmiyorum,onlar konuşmuyordu. Bizle muhattap olmuyordu sadece işkence ortamını hazırlıyorlardı ya da Dara'nın dediklerini yapıyorlardı. Arin,Adar,Bejno ve Dara'yı biliyorum en çok onlarla muhattap olmak zorunda bırakıldım." Dedim.

 

"Az önceki soruya dönecek olursak... Adar piçi sana neler yaptı?"

 

İşte şimdi ayağımın bağları çözülmüştü. Korkudan titremeye bile başlamıştım. O da bunu farketti.

 

"Hangisinden başlayayım?" Diye sordum ona yaklaşarak kısık sesle. O kadar utanıyordum ki... Burnumun ucuna dokundum.

 

"En hafifinden." Dedi aynı tonla.

 

"Çok şiddet gördüm, hepsinden ama en çok Adar'dan. Çocukları korumak için kendimi hep öne attım,pişman da değilim yine olsa yine yaparım. Ama o her öne atlayışımda beni ellerimden ağaçlara bağlar ardından üzerimdeki kıyafeti sıyırarak vücuduma ısınmış demir basardı. Babası Dara'ya çok karşılık verirdim,susmazdım ve o zaman da Dara'nın önüne yatırıp sırtıma kemerle vururdu. Beni her seferinde bağladığı ve hareketlerimi kısıtladığı için karşı da koyamadım. Dediğim gibi bana saplantılı bir sapıktı,ona karşılık vermeyince beni çocukların önünde döver ardından da aç bırakırdı. Zaten ben neredeyse hiçbir şey yemezdim."

 

Nefesim daraldığında önüme bardağı itti.

 

"İç lütfen. Biraz bekleyebiliriz." Dediğinde gözyaşlarımı sildim. Ağlayacağımı biliyordum. Zaten ona bakarak konuşmuyordum.

 

"Devam edip bitirmek istiyorum." Dedim yaşlı gözlerimle gözlerine bakarak.

 

Gözlerini açıp kapadı.

 

"Sen nasıl istersen." Dedi yüzünde endişeli bir ifade vardı.

 

"Geceleri uyumadan önce içtiğim suya az miktarda uyuşturucu karıştırıp getiriyormuş. Ben uyurken de ayağımdan sürükleyerek herkesten uzak,ormanda bir yere götürüyormuş. Uyandığımda onu ü-üzerimde buluyordum. Arbede yaşanıyor bu sese de Dara geliyordu. O da bize katılmak istediğini söyleyince Arin beni öldüresiye dövüp mağaraya götürüyor çıkarmıyordu."

 

Hıçkırdım.

 

Gözlerine baktım. Alttan bakışlarıyla beni izliyordu.

 

"Ama ama yemin ederim ben istemedim hiçbir zaman istemedim. Bedenime dokunsun istemedim, vatanıma ihanet etmedim. Yemin ederim ben hiçbir şey istemedim sadece sizin bizi kurtarmanızı bekledim. Gerçekten, inanıyorsunuz değil mi? Ben yapmadım ben hiçbir şey yapmadım. Yemin ederim." Nefesim kesilince tekrar hıçkırdım ve ağlamaya devam ettim. Nefes alamıyordum. Sandalyede biraz eğildim.

 

Sandalyeyi çekip ayağa kalktı ve masanın üzerine kağıtları dizdi.

 

Kağıtlarda bir sürü resim vardı. Kimisi kırmızı yuvarlak,kimisi sarı yuvarlak dairelerle işaretliydi.

 

Ne yapmaya çalıştığını anlayamadım.

 

Öylece bakakaldım çünkü kağıtlarda o şerefsizlerin fotoğrafları vardı.

 

"B-bunlar?" Dedim titrek sesimle.

 

"Bunlar seni ve çocukları tutsak eden orospu çocukları. Şimdi doğrula bu fotoğraftaki kim?"

 

Adar.

 

"A-Adar."

 

"Bu kim?"

 

Arin.

 

"Arin."

 

Hıçkırdım. Deli gibi ağlıyordum o üstümde baskı kurmuş ağlamamı umursamıyordu.

 

"Bu?"

 

Nefeslenemedim.

 

"..."

 

"Bu kim dedim?" Derken sesi çaresizce çıkıyordu. Resmiyetini korumak zorundaydı biliyordum ona kızmıyordum.

 

"Dara." Diye fısıldadım.

 

"Bu?"

 

"Bejno." Dedim ardından gözlerim karardı. Hiçbir tepki veremezken ellerim uyuşmaya başladı.

 

Kağıtları toparladı.

 

"Dürüst olduğunuz için teşekkür ederiz. İfadenizi onaylıyor musunuz?" Dedi gaddarca.

 

"O-onaylıyorum."

 

Duyabildiğine şüphem vardı çünkü ben bile duyamamıştım.

 

"Güzel. İfadeniz şimdilik sona erdi. Gidebilirsiniz." Dedi ve odadan çıktı.

 

Sorgu masasında arkasından şaşkınlıkla bakakalmıştım. Midem bulanmaya başladığında uyuşmuş sol kolumu ovaladım. Gözlerim sanki perde inmiş gibiydi. Gözyaşlarım zaten durmuyordu.

 

Hiç kimse bana inanmıyordu.

 

İhanet etmemiştim ki ben.

 

Bedenime dokundurmamıştım. Zor olmuştu ama engellemiştim hep.

 

Sadece ruhuma leke sürmüşlerdi, ondan mı bana kötü davranıyordu? Beni de mi düşman olarak görüyordu?

 

Ben kötü biri miydim ki?

 

Ama ben birinin ruhuna leke sürmemiştim.

 

Ayağa kalktığımda başım aniden döndü ama kabanımı aldım gözyaşlarım hâlâ akıyordu masada duran kağıda ve kaleme baktım.

 

Cebimden künyesini çıkarıp masaya kağıdın üzerine koydum,kağıda titreyen ve uyuştuğu için hissetmediğim sol elimle "Her şey için teşekkür ederim..." Yazdım.

 

Odadan çıkarken boynum bükük,gerçeği kabullenmiş sırtım kamburdu.

 

Kapıyı kapatıp çıktığımda başım yerde,koridorda uyuşak uyuşak yürüyordum. Bedenim sert bir şeye çarpmanın etkisiyle geriye savrulduğunda avcumu başıma koyup özür diledim ve yanından geçmek için adım attım. Kim olduğu umrumda değildi, gitmek istiyordum.

 

Kolumdan tutup durdurduğunda korkuyla geriye adımladım bu sefer de arkamdaki temizlik arabasına çarptığımda düşmemek için duvara tutunmaya çalıştım ama belimden bir kol bana destek oldu. Başımı o an kaldırmamla Zafir Bey'i gördüm.

 

Boynunda,masaya bıraktığım künye vardı dudakları aralanmış sıcak nefesi saç diplerime vuruyordu. O künyeyi ne ara alıp takmıştı?

 

"Dikkat et,iyi görünmüyorsun biraz dinlenmek ister misin?"

 

Bir şey demeden belimdeki elini çekmeye çalıştım ama o kadar sıkı tutuyordu ki mümkün değildi. Korkuyla titreyen bedenim elini sırtıma bastırmasıyla beni inletti.

 

"Dok..." O an nefeslenemedim, gözlerim acıyla kapandı. Birinin, özellikle bir erkeğin dokunuşları beni çok rahatsız ediyordu. "Dokunma..." Diye tamamladım kelimemi.

 

"Sikeyim. Özür dilerim, farkında değildim." Diyip belimi bıraktı.

 

Yanından hemen geçip gitmeye çalıştım ama arkamdaki ses adımlarımı durdurdu.

 

"Almina."

 

Ona döndüm. Korkuyla baktım. Göz bebeklerimin titrediğini biliyordum.

 

"Senin adına operasyon başlattık. Adar'ı yaralamıştın ama kaçmış. Herkes onu benim yaraladığımı biliyor senin ceza almaman için.Vicdanın rahat olsun. Diğerleri de kaçmıştı Bejno dışında,o geberdi ama sana hastanede ne dediğimi hatırlıyorsun değil mi?"

 

Bir şey dememi beklemeden ekledi.

 

"Sana hastanede bir söz vermiştim..."

 

"A-asker sözü." Diye mırıldandım. Gözleri bugün ilk defa şefkatle baktı.

 

"Askerin sözü, bayrağının üzerine ettiği yemindir. Bayrağımın üzerine yemin ederim ki yaşadığını yaşatmadan şehit düşmeyeceğim." Dedi. Kalbimdeki ağrı daha da arttı. Sol kolumu hissetmiyordum.

 

"Hiç şehit düşmeseniz olmuyor mu?" Dedim masum çıkan sesimle.

 

Kaşları havalandı.

 

Sustu.

 

Ben konuştum.

 

"Bana inanıyor musun?"

 

Kaşlarını çattı.

 

"Ne için?" Dedi ve bana yaklaştı.

 

Ağrıyan mideme avcumu bastırdım.

 

"Vatanıma ihanet etmediğime inanıyor musun?" Dedim fısıltıyla. Gözleri dudaklarımdaydı ve dudaklarımı okuyordu.

 

"İnanıyorum,tekrar aynı şeyi yaşamaktan korksam da inanıyorum." Dedi kasteddiğimi anlayınca ama ben onun neyi ima ettiğini anlamamıştım. Belki de geçmişiyle ilgili bir sorundu.

 

"Yemin et." Dedim. Gözlerim kayıyor gibiydi.

 

"Asker sözü." Dedi elini alnına koyup selam vererek.

 

Gülümsemeye çalıştım.

 

O konuştu.

 

"Peki sen söz veriyor musun?" Dedi.

 

"Ne için?" Dedim duvara boştaki avcumu bastırırken.

 

"Bana bu yolda yardım etmek için."

 

"Bayrak yemini." Dedim. Kirpiklerimdeki yaşlar yüzüme süzüldü. Yer altımdan kayarken kaderimde ne yazdığını bilmeden bir cümle kurdum. Galiba ben artık hastanelerden kurtulamayacaktım.

 

En son onun ettiği küfürü ve askerlerine verdiği talimatı duydum. Kollarında yükselen bedenim kurtulmak için bile çırpınamıyordu. Vücudumdaki ağrıya yenilen başım onun göğsüne düştüğünde burnuma dolan barut kokusu ve yüzüme değen metal künyenin soğukluğu bana güveni bahşediyor,teslim olmamı sağlıyordu.

 

***

 

Bölüm sonuuu.

 

Beğendiniz mi?

 

En çok sevdiğiniz sahne?

 

Biraz kısa olmuş olabilir bu sıralar fazla yoğunum :/

 

Umarım beğenmişsinizdir, lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınızz.

Loading...
0%