@dolunaydakigelgit_
|
🚒🚒🚒 Düt düt!
Merhabalar efendim. Yangınınızı söndürmeye geldim (şşş fesat düşünmeyin :D)
Bölüm hakkında tek diyebileceğim çoğu kısım Zafir'den ve evet...
Medya: Zafir Boran Algan.
Nasıl buldunuz bakiyim bizim yiğidomuzu?
Heyecanlı bir bölümle sizleri baş başa bırakıyor ve kaçıyoruuummm.
Lütfen oy verip yorum yapalım.
Düşünceleriniz benim için önemli bu benim ilk kitabım ve acemiliğim olabilir o yüzden şimdiden kusura bakmayın.
Bölüm şarkıları; Rei 6-Uzun Bir Yol, Sezen Aksu-Geri Dön.
İyi okumalar...
Efsunkâr:Büyülü, karşı konulamayacak kadar etkileyici.
🧭
***
Zafir Boran Algan'dan...
Elimde çevirip durduğum kelebek bıçağı masaya bıraktım. Önümdeki belgeleri incelemek beni bunaltmıştı. Benim şu an görevde olmam gerekiyordu ama değildim çünkü yaralanmıştım. Yaralanmış olmak umrumda mıydı?
Hayır.
Defalarca Kemal Albay'a gitmek için hazır olduğumu söylemiştim yine de izin vermemişti.Üç gün.Tam tamına üç gündür odada sürünüyordum. Bu üç günde bir sürü kansız gebertebilirdim. Burada durmak bana göre değildi. Evet çok fazla göreve çıkmıyorduk çünkü çıktığımız görevler bir hayli uzun sürüyordu ama şimdi bir haftalık bile olsa görev arar olmuştum. Dört duvar arasını bırakın yere göğe sığamıyordum.
Aylardır beni boğan bir şey vardı. İlk başlarda şehit olacağımı düşünmüştüm çünkü şehit olan kardeşlerim şehadet şerbetini içmeden önce hep hissetmişlerdi, bende öyle sandım ama değildi işte. Bu canımı yakan her ne boksa bir türlü geçmiyordu ve bulduğum nedenlerin sonucu da bu hissi açıklamıyordu.
Son çıktığım uzun soluklu görev altı çocuk ve bir yetişkin olmak üzere yedi kişiydi. Hepsi farklı şekilde, farklı yerlerde ve zamanlarda kaçırılmış bir dağ başında o ibneler tarafından tutsak edilmişlerdi.
Görev Zamanı,Aylar önce;
"Bozkurtlarım yeni bir görev emri geldi. Bu görevde de aynı hassasiyeti ve dikkati istiyorum. Kaçırılan yedi sivilimiz var, altısı çocuk birisi yetişkin. Farklı zamanda, farklı ilçelerden aynı yöntemle kaçırmışlar. Dağda olduklarına eminiz. Ama hangi dağda,neresindeler iş burada size düşüyor. Bugün üst üste aldığımız ihbarlar üzerine sivillerin fotoğraflarına ve bilgilerine ulaştık.Bize getirilen fotoğrafları ve bilgileri tek tek inceleyeceğiz. Şimdi beni dikkatle dinleyin."
Kemal komutanın dedikleri kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Onun bunun çocuklarının şerefi yoktu ki mertçe savaşsınlar. Sivillerimize el uzatmak da neyin nesiydi? Defalarca yapmışlardı hepsinde de geberip gitmişlerdi hâlâ daha yılmıyorlardı.
Akılsız piçler.
Komutan konuşmaya başlayınca olduğum yerde dikleştim. Sağ elim masada ritim tutarken sol kolumun dirseğini sandalyeme dayamış elimi çenemde gezdiriyordum.
Ekranda bir oğlan çocuğunun fotoğrafı belirdi yanında bilgileri yazıyordu. Albay ayağa kalkarak anlatmaya başladı.
"Melih Uzun. 9 yaşında,kahverengi gözleri ve saçları var. Esmer bir çocuk. En son görüldüğünde üzerinde lacivert bir kazak ve siyah bir eşofman varmış."
Aklıma Melih'i kaydederken yeni kişiye geçilmişti.
"Çiçek Sağlam. 7 yaşında. Sarı saçlı mavi gözlü. En son görüldüğünde üzerinde pembe bir sweatshirt ve siyah bir pantalon varmış."
Timin edebiyatçısı her şeyi not almaya başlamıştı.
"Talha Gül. 8 yaşında. O da esmer bir çocuk. Siyah saçlı kahve gözlü. Kaybolduğu gün üzerinde kahverengi bir kazak ve gri eşofman varmış."
Not almaya gerek yoktu ben her şeyi kolayca aklımda tutabilen biriydim.
"Ali Öz. 6 yaşında. Sarışın bir oğlumuz. Kahverengi gözlü. Üzerinde yeşil kazak,yeşil eşofman varmış."
"Gökçen Kurt. O da 7 yaşında. Yeşil gözlü kahverengi saçlı. Üzerinde pembe bir tişört ve pembe bir etek varmış."
"Ve son olarak Boran Filiz. 8 yaşında kahve gözlü, siyah saçlı bir çocuk. Üzerinde en son ne olduğu bilinmiyor. Yetimhanede kalıyormuş kimsenin bir bilgisi yok."
Komutan çocukları anlatmayı bitirdiğinde içimdeki hırs birilerini boğup atacaktı. Bu çocuklar çok küçüktü,bu kadar küçük olmalarını beklemiyordum. Benim de fıstığım doğacaktı ve eğer böyle bir şey olsa kafayı yerdim. Özellikle aynı ismi taşıdığım Boran... Kafamdaki saçma sapan sokuk sesleri susturmam gerekiyordu yoksa ortalığı birbirine katacaktım.
"Bu çocuklar polislere gelen ihbar sonucu bulunamayınca bize ulaşıldı. Ve böyle bir olay biliyorsunuz ki yıllar önce olmuştu o yüzden araştırdık ve bazı tanıklara ulaştık. Polislerimiz de bizimle işbirliği yapınca daha hızlı bilgilere ulaştık. Aileleri çağırdık, çocukların kimliklerini ve bilgilerini istedik onlar da her detayını anlattılar. Şimdiyse bulma sırası bizde."
Karşımdan yükselen ses 1453'e aitti.
"Komutanım bir de yetişkin var demiştiniz?"
"Var Fatih var. Senin şu sabırsızlığını ne kadar ceza verirsem vereyim çözemiyeceğiz değil mi?"
"Özür dilerim komutanım."
"Sus 1453."
1453, Fatih'in lakabıydı.
"Emredersiniz komutanım." Dediğinde sırıttım. Fatih,fazla sabırsız birisiydi ve Kemal komutan zamanında onu eğitimlerde yeteri kadar süründürse de akıllanmıyordu.
"Şimdi gelelim diğer sivilimize. Her vatandaşım benim için değerlidir ama bu kadına dikkat etmenizi istiyorum. İhbarla birlikte babası bu sabah elinde bir sürü fotoğrafla buraya geldi. Adam yana yakıla kızını arıyor. Kız benim çok değer verdiğim bir ailenin kızı ama bu onun çocuklardan farklı olduğunu göstermez. Bilgilerine bakalım." Dediğinde bu kadını merak etmiştim.
Albay için bu kadar değerli bir kadın kimdi acaba? Kaç yaşındaydı, nasıl kaçırılmıştı? Ya da neden? Kaçırılışının bir sebebi mi vardı? Komutanın değer verdiği bir aileyse kız asker çocuğu falan mıydı?
Aklımda bir sürü ihtimal dönüyordu.
"Kızımız bu. Adı Almina Öztürk. 25 yaşında. Psikoloji mezunu buraya görevini yapmaya gelmiş ama bir ay sonra kaçırılmış. Ailesi İstanbul'da yaşadığı için hiçbir bilgileri yok. Nasıl ve neden kaçırıldığı bilinmiyor. Çocuklar büyük ihtimalle elleri silah tutsun diye kaçırıldı Almina ise... Aklımda bir ihtimal var ama kesinleşmeden size söylemem. En son görüldüğünde üzerinde ne olduğu bilinmiyor. Fotoğrafı da bu..."
Ekranda aniden beliren siyah beyaz fotoğraf ard arda yutkunmama neden oldu.
Kız çok güzeldi.
Kaşlarımı çatıp time baktım hepsi gözlerini ekrana kilitlemiş dikkatlice bakıyorlardı. Bir tek Görkem abi kısa süre bakmış bir daha da bakmamıştı. Kendisi evliydi. Fatih ağzını bir metre açmış öne doğru eğilmiş inceliyordu.
Elimde ufak toplar haline getirdiğim kağıdı komutan görmeden Fatih'e fırlattım. Gözünü bile kırpmadığında derin bir nefes alıp tekrar attım. Bu seferki daha büyüktü. Aniden sıçrayıp bana döndüğünde ağzı hâlâ açıktı.
"Çeneni kapa yoksa ben bir güzel kapatacağım!" Dedim öfkeli bir şekilde.
Niye öfkelendim? Sebep sanırım benim de kız kardeşimin ve ablamın olmasıydı. Belki kızın sevgilisi,nişanlısı falan vardı. Belki de evliydi. Bizde yamuk olmazdı. Olmamalıydı. Evet ondan öfkelenmiştim.
Birine ait bir gönül ya da birbirine ait iki gönül varsa birinden birine yan gözle bakılmazdı.
"Komutanım?" Diyen Mustafa'ya dikkat kesildim.
"Söyle Mustafa."
"Almina Hanım'ın nişanlısı ya da eşi falan yok mu yalnız mı kalıyormuş? Yani bilgi açısından diyorum. Eğer yanında birisi varsa belki görmüş duymuştur. Sonuçta buraya yalnız gelmezdi."
Mustafa neyi merak ediyorsun abiciğim?!
"Hayır yok.Yalnız yaşıyormuş. En son gece vakti markete gidip eve dönerken ailesiyle telefonda konuşmuş ertesi gün de haber alınamamış."
Kızın yüzüne tekrar baktığımda aklımda bir sürü çirkin,can yakıcı sahneler canlanıyordu. Komutanın dediği süreyle birlikte tam iki buçuk ay olmuştu. Aklıma kötü şeyler geliyordu.
Bu kadar sürede,bir kadına... Ya bir şey yaptılarsa? Amaçları bu olduğu için de kaçırmış olabilirler. Albay bu yüzden mi net bi şey diyemem dedi?
Başım ağrımaya başlamıştı.
Sikik pezevenkler umarım düşündüğüm şeyleri yapmamışlardır.
"Görevinizi anladınız diye düşünüyorum. Yarın detaylı toplantı olacak ve hemen ardından göreve çıkacaksınız şimdi evlerinize gidin dinlenin ailenizle vedalaşın çünkü gideceğiniz görev her zamanki gibi riskli. Kırmızı listede aranan şerefsizlerden şüpheleniyoruz."
Komutanın ekranı kapatıp doğrulmasıyla hepimiz aynı anda ayağa kalktık.
"İyi akşamlar asker." Diyen komutana "SAĞOL!" diye hepbir ağızdan yanıt verdik ve sırayla odayı boşalttık. Aklım hâlâ sivillerdeydi. Emindim ki komutanları olduğum timim de aynı şeyi düşünüyorlardı.
Güzel bir planım vardı. Hepsini sapasağlam alacaktık.
Günümüz;
Kapıma iki defa vurulduğunda komut verdim. İçeriye giren asker karşımda selam vermiş kendini tanıtmıştı.
"Er Yasin Aktaş, Kayseri! Kemal Albay'ım sizi bahçeye bekliyor komutanım!"
"Geliyorum asker. Çıkabilirsin."
"Emredersiniz komutanım!"
Yasin çıktığında sandalyemi geri iterek dosyaları düzenledim ve sağ taraftaki dolabın içine yerleştirip dolabı kilitledim. Üniformamı düzelterek odamdan çıktım. Aşağıya indiğimde etrafta hareketlilik hakimdi. Bu yine kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Az çok tahminim vardı ve yıllar geçse de nasır tutmuş kalbimin tekleyerek atmasına neden olacak korkuyu bir türlü yenemiyordum.
Kardeşlerimin şehit olacak olması beni hem gururlandırıyor hem de korkutuyordu.
Büyük ve kendinden emin adımlarım albayın karşısında son buldu.
"Yüzbaşı Boran Algan,Mardin. Beni emretmişsiniz albayım!"
"Rahat.Timin geldi Yüzbaşım.Yaralımız yok.Bana olan öfken dinmiş mi dye merak ettim?"
Kaşlarım çatıldı ve sağ tarafımda duran albaya hafif açıyla döndüm. O ise zaten bana bakıyordu.
"Estağfurullah komutanım. Komutanları olduğum tim hakkında en son bilgi almak sanırım time yeni bir komutan bulduğunuzdan. Ayrıca öfkem size değil,kalleşlere.Yarama..." diyip önüme döndüm.
Bahçeye giriş yapan araçla harketlenmek istedim ama Kemal komutan kolumdan tuttu. İlk önce tuttuğu koluma sonra da komutana baktım.
"Öfkeli bir yapın olduğunu biliyorum Boran. İsmin gibi esip ortalığı birbirine katan bir fırtına gibisin. Senden de timinden de çok memnunum ve yeni birini komutan yapma gibi bir düşüncemiz yok ama sana hep dediğim gibi öfkeni asla belli etme. Yoksa yanlış anlaşılır. Sana en son söylemesinin sebebi dün gece saat üçte alınan haber yüzünden buraya gelip bahçede onları bekleyecek olmandan." Diyen komutan beni arkasında bırakıp araca ilerledi.
Bana ne demek istediğini anlıyordum. Evet öfkeli bir yapım vardı. Kolay sinirlenmezdim ama uzun vadede içimde biriken öfkeyle herkesi yakar yıkardım.
Hakediyorsa.
Ve Kemal albayın demek istediği öfkemi timin yanlış anlamasaydı. Yaralandığım için öfkeliydim,göreve gidememiştim. Daha dikkatli olsaydım belki de yaralanmayacaktım. Eğer öfkemi yansıtırsam tim kendilerine sinirli olduğumu düşünebilirdi.
Evet hepsi yıllardır arkadaşımdı ve beni tanıyorlardı.İki kişi hariç çünkü onlar time yeni gelmişti.
Araçtan inen Adayış timine dikkatle baktım. Teğmen Adem İzci'nin durumu iyiydi. Arkasından inen Asteğmen Fatih Polatlı ve Asteğmen Salih Yıldırım da genel anlamda iyiydi. Tabi ki yaraları vardı. Ama bunlar çok normaldi. Çizik bile almadan gelmeleri imkansızdı. Emir komuta Üsteğmen Orhan Yakıcı'daydı. O da indiğinde geriye kalan Astsubay Kıdemli Başçavuş Emre Karaca da inip karşımızda hazır ola geçitler.
Adayış Timi bende dahil olmak üzere altı kişiydi.Emre ve Salih time yeni gelmişlerdi ama birkaç ay oluyordu.
Orhan bir adım öne çıkarak asker selamı verdi. Kemal komutanın izniyle yüksek sesi duyuldu.
"Üsteğmen Orhan Yakıcı, Bir Kıdemli Başçavuş, İki Asteğmeni olmak üzere Adayış timi emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!"
"Rahat asker,bizi yine gururlandırdınız. Üç gün izinlisiniz gidip dinlenin.Yüzbaşım sizin için bu izin geçerli değil." Diyen komutan bana bakmıştı.
Başımı eğip "Emredersiniz komutanım." Dedim.
Timim "Emredersiniz komutanım." Dediğinde Albay arkasını dönüp gitti.
Tim hâlâ hazır olda beklerken derin bir nefes aldım.
"NASILSIN ASKER?!"
"SAĞOL!"
"NEREDESİN ASKER?"
"EMRİNİZDEYİM KOMUTANIM!"
"NEREDESİN ASKER?!"
"VATANIMDAYIM KOMUTANIM!"
"Rahat!" Dediğimde hepsi rahata geçti.
"Hepiniz revire gidip yaralaranıza baktırıyorsunuz sonra da sizi burada görmiyeyim." Dedim.
Hepsi emrimi kabul ettikten sonra yanıma geldiler.
Kardeşlerime sırayla sıkı sıkı sarıldım.
Fatih "Boran abiciğim sen kilo mu verdin?" Dedi kaşlarını çatıp geri çekilirken.
"Ne alaka lan?" Dediğimde baştan aşağıya beni süzdü.
"Sapık mısın oğlum anladık 3 haftalık göreve gittin de kurudun mu n'aptın. KİMLERE KALDIN SEN FATİH! VAH Kİ NE VAH! Komutanım götünüzü kollayın. Aramızda hainler olabilir." Diyen Salih'e dik dik bakmamdan sebep gözlerini benden çekip ıslık çalarak gökyüzüne bakmaya başlamıştı.
Bulutlarla kaplı gökyüzüne.
"Sen sus ayakçı Salih. Şimdi bi şey derdim de ben senin gibi ahlaksız değilim. Neyse,komutanım.Cidden zayıflamış gobi geldiniz. Bize özleminden yataklara mi düştün Boran?" Diyerek kaşlarını yukarıya doğru evirdi. Dudağını bükerek suratıma baktığında sağ elimle omzunu ittirdim ve onu kendimden uzaklaştırdım.
"Lan oğlum siktirtme belanı. Ne sulu herifsin sen. Canın görev sonrası iznini kullanmamak istiyor sanırım. Sorun değil koçum söylemen yeter hemen iptal ettiririz izni." Diyerek kızdığımda gözleri büyüdü ve kendi de benden uzaklaştı.
Bu salakların yüzü gözü kan içindeydi. Heriflerin umrunda bile değildi. En çok bunu seviyordum. Biz askerler ne kadar canımız yansa da belli etmemek üzerine eğitiliyorduk.
Orhan'la sarıldığımızda "Nasılsın abi?" Demişti.
Kendisiyle aramızda sadece iki yaş vardı ama bana abi diyordu çok takılmıyordum.
"İyidir aslanım sen nasılsın?"
"İyi Allah'a şükür."
Emre sadece tokalaşmakla yetindiğinde bir şey demedim. Onlar revire giderken odama çıkıp kalan ıvır zıvır dosyalarla uğraştım.
Yeni gelen askerlerin kim olduğu,hangi dosyaya koyulması gerektiği ya da tayini çıkan askerleri inceleyip dosyalara koyuyordum. Ki bunlar incelenmiş dosyalardı. Albay bana aklınca ceza vermişti sebebi de görev için olan yoğun ısrarımdı.
Hepsini bitirdiğimde kalemi fırlatarak masaya attım.
"Başlıyacağım şimdi yarasına." Diye kalkarak odadan çıktım.
Yaram artık iyileşme evresindeydi tamam mikrop kaptığı için ilk zamanlar ağır geçmişti. Hafif olan yaram büyümüştü ama şimdi dikişlerini bile aldırmıştım ve bu ısrara öfkeleniyordum.
"Komutanım!" Diyen bir sesle arkamı döndüm.
"Söyle Çavuş." Diyerek direkt lafa girmesini istedim. Karşımda sert duruşuna rağmen korktuğunu belli eden asker gözlerimin kısılmasına neden oldu.
"Kemal Komutan sizi çağırıyor." Albay kendine sadece üstleri varken 'albay' şeklinde hitap etmemizi istiyordu onun dışında hep Kemal komutan derdik ki ben albayım da derdim. Bana pek bir şey diyemiyordu.
Gözlerimle tekrar karşımdaki adamı süzdü. Benden yaşça küçük olduğu belliydi. Hareketleri korkudan değil heycandandı bunu farketmiştim. Gözleri ışıldıyordu.
"Pek bir mutlusun Çavuş. Hayırdır ne bu heyecan?" Dediğimde güçlükle yutkundu. Sesim biraz sert bir ses tonuydu. Askeriyeye gittiğim ilk zamanlarda bile bununla çok alay edilmiş sürekli sesimi kalınlaştırmak için çiğ yumurta içtiğimi öne sürmüşlerdi.
İçmiştim ama bağışıklık için. Ses için değildi ve sesim babamdan kalan bir miras olabilirdi. Oldukça bariton bir ses tonum vardı ve eğitimine girdiğim askerler genel olarak ses tonumdan tırsarlardı. Bu da işime geliyordu.
Ses tonumla tanınıyordum.
"Sizinle konuşmak benim için bir şeref komutanım ondan bu heyecanım." Dediğinde içten içe gururum okşansa da belli etmedim.
"Sağol asker şimdi görevin neyse onu yap." Dedim arkamdan emredersiniz dediğini duymuştum ama dönüp bakmamıştım.
İndiğim katları kısa sürede tekrar çıkıp odaya girmiştim. Albay eve gidip dinlenmemi emrettiğinde timle göreve hazırladığımız odaya gidip sivil kıyafetlerimi giydim. Üzerime giydiğim siyah kazak altına giydiğim kot pantalon ve siyah postallarım beni oldukça rahatsız hissettiriyordu. Üniformaya alışıktım evet ama duş almadan sivil kıyafetler giyince rahat edemiyordum.
Tim bir anda odaya doluşunca gözlerim onları buldu. Üniformamı asmaya devam ettim.
"Ooo komutanım nereye?" Diyen Orhan'a ters bir bakış attım. Hesap vermeyi sevmezdim.
"Eve." Dedim sadece ardından devam ettim. "Anlatın lan nasıldı bensiz dağlar?"
"Boran bir öldürmüşüz var ya öf! Görmen gerekiyordu abi. Çok iyiydi her zamanki gibi. Canımız yanmadı ya çok şükür. Ondan bu sevincim." Diyen Salih'e güldüm. Onlar benim arkadaşımdı ve ben görevde olmadığımız sürece rahat davranmalarını istiyordum ki rahat davranmalarının yılların getirisi olduğunun farkındaydım.
Canımızdan kastı askerlerimizdi. Şehit olanlardan bahsediyordu. Götsüz sikler yüzünden kaç kardeşimi şehit, gazi vermiştim... Ama hepsinin intikamını almış kanılarını yerde bırakmamıştım.
Bırakmamıştık.
"Çıkıyorum ben. Bir şey diyor musunuz?" Diyen Orhan hepimize selam vermiş yanında Emre'yi de alıp gitmişti.
"Bu Emre de ne garip adam fazla sessiz."
Fatih'e dönüp baktığımda o hâlâ kapıya bakıyordu.
"Boşver belki vardır bir derdi. Boran da öyleydi ilk zamanlar. Adamdan tırsıyorduk amınakoyayım. Hâlâ öyle gerçi de. Ehe." Demiş ve garip bir şekilde gülmüştü.
Göz devirip cüzdanımı, arabanın anahtarını ve telefonumu aldım. Deri ceketimin iç ceplerine koydum.
"Sus çok konuşma gider ayak ceza kesecek şimdi senin şu boş boğazlığın yüzünden." Diye konuşan Salih çok kısık sesle konuştuğunu düşünüyordu. Biz askerdik?
Her şeyi çok iyi duyardık. En sessizlerin sesini bile...
"Duyuyorum sizi farkındasınız değil mi?"
Onlara öfkelenmiyordum ama öyle yansıtıyordum. Çünkü haklılardı ben gereksiz samimiyet seven birisi değildim. Yüzüm çok gülmezdi,askerliğin ve karakterimin yapısı gereği soğuk birisiydim. Öfkem düşman avladığım dağlar kadar büyük olur,sevgim engin gökyüzü kadar uçsuz bucaksız olsa da siz sadece baktığınız kısmını görürdünüz.
Üçümüz de çıktığımızda yan yana yürüyorduk. Onlar hâlâ işin goygoyundalardı.
Kendi evime geçmeden önce,ailemin evine uğrayacaktım. Aynı site içersinde farklı evlerde oturuyorduk. Babam bize yüklü bir miras bırakmış vefat etmişti. Babamın ailesinin durumu iyiydi,bir zamanlar Mardin'deki büyük bir aşiretin başlarındalarmış. Sonra babam,ablam ve ben doğduktan yıllar sonra İstanbul'a gitmek üzere bu toprakları bizimle terketmişti.
Bundan da tüm suçlu babaannemdi.
Hiçbiriyle görüşmüyorduk.
Salih ve Fatih arabalarına binip ayrıldıklarında ben de karargahtan çıkmak üzere dışarıya adımladım. Arkamdan seslenen birisi büyük adımlarımın durmasına neden oldu.
Ellerimi yumruk yapıp içimden sert bir küfür geçirdim.
"Komutanım! Boran Yüzbaşım?"
"Ne var asker?"
Soluk soluğa yanıma gelen asker elindeki kağıdı bana uzattı.
"Bu mektup size gelmiş komutanım. Kontrol ettik tehlike arz etmiyor. Merak etmeyin içini açmadık komutanım."
Elime verilen mektubun bir önünü bir arkasını çevirdim.
Üzerinde adım yazıyordu.
Zafir Boran Algan'a.
"Nereden bu?" Dedim çünkü isim falan yazmıyordu. Bu devirde mektup mu kalmıştı?
"Yurtdışından gelmiş sanırım. İsim vermediler Yüzbaşım."
"İyi, görevinin başına dön."
Dediğimde hazır ola geçip arkasını döndü ve gitti.
Mektubu da ceketimin iç cebine koyup arabama bindim. Arabada sensör vardı ve bir tehlike yani bomba,patlayıcı yerleştirimi yapıldıysa anında ötüyordu şimdi uyarı falan vermemişti bu yüzden yola çıktım.
Siteye doğru hızla giderken aklım mektuptaydı. Kim bana niye mektup yollardı ki? Teknoloji çağında? Babaannem olacak kadın yollamadıysa kimse de yollamazdı diye düşünüyordum.
Kendisini geliştirmeyi beceremeyen birisiydi.
Siteye giriş yaptığımda kendi evimi es geçip annemlerin evine sürdüm. Arabayı park ettiğimde bahçeden içeriye girdim ama ışıklar yanmıyordu. Arkamdan yaklaşan adım seslerini duyduğumda elim belimdeki silaha gitmişti. Hemen dönmedim ve camın yansımasından gelen kişiyi görmeyi bekledim. Ablamı görünce silahımdaki elimi indirip arkamı döndüm.
Aniden dönüşüm sebebiyle korkan ablam elini karnına koydu. Evet hamileydi. Dayı olacaktım.
"Aklımı aldın manyak çocuk. Niye ani hareketler yapıyorsun? Hamileyim ben. Kız anasıyım,kız anası! Ah ah..."
Göz devirip derin nefes verdim.
"O zaman arkamdan sinsice yaklaşma abla. Askerim ben, her an tetikte olmak zorundayım. On yıl oldu hâlâ öğrenemedin mi?"
"Ablan kurban olsun sana. Öğrendim öğrendim. Seni sinir etmek hoşuma gidiyor."
"Annem nerede? Ve sen nereden geliyorsun?"
"Annem karşı komuşuya yemeğe gitti. Senin de arabanı görünce davet ettiler bende çağırmaya geldim. Biraz yürüyeyim diye sonra hazmedemiyorum yediklerimi." Yedi aylık hamileydi ve haklıydı karnı kocamandı.
"İyi gidelim hadi." Dediğimde içten içe gitmek falan istemiyordum. Ne alakaydı bu adamlar? Zaten şu üç ayda ailemle gayet samimi olmuşlardı. Albay, güveniyorum ben,demese evlerine annemlerin adım atmasına bile izin vermezdim.
Ki zaten rahat durmamış araştırmıştım. Bir sorunları yoktu. Ama bu gözler neler neler görmüştü...
Geniş bahçeye girdiğimizde masa bahçedeydi. Almina'nın üvey ailesi, arkadaşı Tuana ve annemle ablam vardı.
"Hoşgeldin oğlum." Diyen anneme sarıldım.
"Hoşbuldum annem."
"Hoşgeldin Boran. Şeref verdin." Dediğinde bana gururla bakan adamın elini sıktım ve başımla selam verdim.
"Hoşbuldum."
"Hoşgeldin Boran'cığım. Geç otur lütfen, açsındır. Tuana, kızım sana zahmet bir tabak daha getiriver."
Tuana bana selam verip içeriye gittiğinde ne kadar itiraz etsem de yemeklerden yemiştim.
"Ee Boran sen nasılsın? Var mı bir sıkıntı ya da görev falan?" Diyen adamla kaşlarım çatıldı.
Elimdeki çayı masaya bırakıp boğazımı temizledim. "İyiyim Tarık bey. Bir sıkıntı da görev de yok şu anlık." Dedim.
O da sadece gülümsedi.
"Bey ne oğlum amca de gitsin." Dediğinde kıkırdayan seslerle kendimi kastım. Resmiyeti kaybetmeye gerek mi vardı? Birkaç defa annemlere gelmişlerdi evet onlar birbirlerini seviyorlardı ama benimle çok görüşmüyorlardı.
Başımı eğdim sadece. Ablam elimi sıktığında ona döndüm. Sessizce yaklaşıp gülen suratıyla "Canım istersen biraz daha öfkeli bak,adamları bakışlarınla kurşuna dizdin." Dedi.
Ters ters bakıp göz devirdim. Çaya uzanıp bir yudum aldığımda ortada dönen muhabbete kulak kesildim.
"Almina'm da burada olsaydı keşke."
"Az kaldı Zerrin'ciğim,hem bak kendin okudun ne güzel mektup yazmış göndermiş size." Dediğinde çay boğazımdan zar zor geçti.
"Bu mektup size gelmiş komutanım."
"Nereden bu?"
"Yurtdışından gelmiş sanırım."
"Zafir bey'e gelmiştim..."
"İyi geceler Zafir..."
Bana ilk ismimle seslenen çevremde bir tek o vardı. Boran ismi hem lakabım olduğu için hem de Boran'ı babam koyduğu için herkes onu kullanıyordu.
Bir tek Almina bana Zafir diyordu.
Zafir bey.
Beymiş beyi sikiyim.
"Aylar sonra nefes gibi oldu,çok haklısın Mihriban ama elimde değil ne yapayım?"
"İnan bana seni çok iyi anlıyorum." Diyen annem,Zerrin teyzeye sarılmıştı.
Daha fazla dayanamayacağım için hızla ayağa kalktım.
"Hayırdır oğlum nereye?" Diyen anneme "Eve gideceğim anne. Dinlenmem lazım." Dedim.
Hepsi beni uğurladığında,bilmiyorum ama Tarık amcanın samimiyeti içime biraz olsun işlemişti.
Arabayı son sürat kullandığımda zaten sitenin içinde olan evime bir dakika gibi bir sürede ulaştım. Arabadan inip koşarak eve girdim ve üst kattaki odama çıktım. Hızlı bir duş alıp altıma gri bir eşofman giydim. Kıyafetlerimi kirliye atıp deri ceketimin cebinden çıkardığım cüzdanımı,çekmeceye koyduğum silahımın yanına fırlattım.
Elime aldığım mektubu zarftan çıkardım.
Kurutmadığım saçlarımın suyu çıplak göğsüme düşüyor oradan da eşofmanıma kayıyordu.
Mektubu açtığımda içimdeki bu değişik hisse anlam verememiştim. Saçma sapan bir şeydi.
Kanada'dan vatanıma,
Zafir.
Diye başlayan mektubu yavaş yavaş okumaya koyuldum. Ki içimdeki bu sikik hisse anlam veremiyordum.
🧭
Almina Öztürk'ten;
"Ben bir adet karamel makiyato alabilir miyim?" Dediğimde garson siparişimi alıp gitmişti. Bugün klinikten çıkışımın ikinci günüydü. Bir otel odasına yerleşmiştim bir süre yalnız kalmak gitmeden önce kafamı dinlemek istiyordum.
O kadar mutluydum ki. Sanki omuzlarımdan koca bir yük kalkmış gibiydi. İstediğim gibi giyenebiliyor,gezebiliyordum. Bir sürü yer gezmiştik Kanada'da. Bir süre daha kalabilirdim ya da dönebilirdim bilmiyorum. Daha karar vermemiştim.
Mektuplarımın ulaştığını düşünüyordum. Telefonum yanımdaydı ama açmamıştım. O gün getirdiğim kıyafetler de duruyormuş ve çıkışımda bana verilmişti.
Kahvem geldiğinde teşekkür edip önümdeki kitabı okumaya devam ettim.
Anlık bir kararla telefonumu açtığımda bir sürü arama ve mesajdan dolayı telefonum oldukça dondu. Ama bir süre sonra kendine geldi hicbir şeye bakmadan direkt internete girdim ve uçak biletlerine bakmaya başladım.
En yakın bilet tarihi yarın sabaha karşıydı. Türkiye'yle arasında yedi saat olduğunu düşünürsek öğlen saatlerine denk geliyordu ve yaklaşık 13 saat uçacak ardından da aktarmayla Mardin uçağına binecektim öyle de 2 saat havada kalacaktım. Yani ertesi gün sabaha karşı Mardin'de olmuş olacaktım. Benim için yorucu olacaktı ama yine de bunu kabul ettim ve biletimi ayırttım.
Yüzümde aptal bir sırıtış vardı. Aklıma Alex'in ve Angelina'nın söyledikleri gelince huzurla içimi çektim.
"Sen artık uyuşturucu da dahil fiziken ve ruhen her şeyden tamamen arındın. Umarım güzel bir hayatın olur tatlım." Diyen Angelina.
"Bu temiz kanına ve ruhuna asla zarar verme Almi. Ve merak etme benim kızla, işleri halletmeye başladık. Kendine iyi bak." Diyen Alex.
İkisiyle de vedalaşıp orayı terk ettim.
Evet kanım tamamen, az miktarda olsa vücudumda bulunan uyuşturucudan arınmıştı. Psikolojim düzelmişti. Bana sadece izler ve arada gördüğüm kabuslar,panik ataklar kalmıştı. Atlatacağımı umuyordum.
Hesabı ödeyip otele gitmek üzere yollardan geçtim. Herkes işinde gücündeydi gayet sakin olan bu yer benim çok hoşuma gitmişti. Otele vardığımda sıcak bir duş aldım ve kıyafetlerimi giyinip bavulumu toparladım.
Aklımda aileme ve Zafir'e gönderdiğim mektup vardı. Yolda telefonumu tekrar kapatmıştım ama aklım delice fikirler üretiyor onları aramam için sebepler sunuyordu. Ailem neyse ama Zafir'i neden bu kadar görmek istiyordum? Neden onu merak ediyordum bilmiyorum.
İçimde uzun zaman sonra değişik, adlandıramadığım hisler vardı. Ve ben bunu inatla dönecek olmamın heyecanına yoruyordum.
Telefonumu açtım ama kurcalamadan alarm kurup uyumaya çalıştım. Yoksa birilerini arayıp bütün planlarımı mahvedecektim.
Zafir'den devam;
Gözlerim, sabaha kadar yüzlerce kez okuduğum mektuptaydı. Sabah olmuştu ve kahvaltı masasında oturmuş elimdeki mektubu okuyordum. Kelimesi kelimesine ezberlemiştim ama hâlâ okuma isteğim vardı.
Ve içimdeki bu okuma isteği eğer somut bir varlık olsaydı,parçalara ayırırdım.
Mektuba cevap vermeyecektim. Zaten yakın zamanda geleceğini söylemişti ve o zaman konuşulması gerekenler konuşulurdu.
Sabaha kadar içimdeki hisse anlam vermeye çalışmış en sonunda doğruluğundan emin olmasam da bir isim bulmuştum.
Sanırım merhamet ediyordum.
Kız buradan giderken veya onu bulduğumda,onu gördüğümde öyle kötü durumdaydı ki içimdeki bu insani duygulara engel olamamıştım. Şimdi yine bunu hissediyordum. Benden yardım istemişti ve benim de vicdanımın sesi sanki garip bir his yayarak vücuduma yayılmıştı.
Ona acıyor da olabilirdim.
Evet evet kesinlikle böyleydi.
Kahvaltımı yapıp yukarıya çıktım. Mektubu çekmeceye koyup silahımı aldım ve karargâha gitmek üzere yola çıktım.
Kafamdaki sesleri susturmak için radyoya tıkladım Sezen Aksu'nun sevdiğim bir şarkısı çalarken aklıma gelen kişiyle radyoyu hızla değiştirdim.
Beyindeki bu sokuk sesleri susturamıyor muyduk? Çünkü ben ilk defa böyle sesler duyuyordum.
Karargaha geçtiğimde üzerimi giyindim.Aşağıya inip içtima yaptığımızda,eğitim için askerlerin yanına ilerledim. Bütün gün eğitimle geçti. Düzenli spor yapan birisi olduğum için timle akşam spora gitmiş oradan annemi ziyaret ettikten sonra tekrar eve geçmiştim.
İki gün sonra göreve gidecektik. Görev detaylarını hâlâ bilmiyorduk. Ama gizli bir görev olduğu söylenmişti yani ortada bir şeyler dönecekti.
Önümde incelediğim dosyalar yakalanması gereken kansızlara aitti. Hepsine dair kafamda ayrı ayrı plan kurmuştum. Hepsinin ipini çekecektim çok az kalmıştı.
🧭
"Komutanım,bunu da imzalamanız gerekiyormuş."
Önüme uzatılan kağıdı imzaladığımda yukardan inen asker Albay'ın aşağıya indiğini söyledi.
Bahçeye çıktığımızda tüm tim hazır oldaydı. Yarınki görev için sabah toplantı yapmıştık ve hazırdım.
"Adayış Timi yarınki gizli operasyonunuzda hepinize başarılar. Bugün hepiniz arkadaşım Tarık'ın evine davetlisiniz. Büyük bir yemek organize ediyorlarmış. Gelmeniz bir rica değil emirdir."
Emredersiniz dediğimizde komutan gitmişti.
"Ohhh nerde beleş oraya yerleş kardeş."
Fatih,Salih'in ensesine yapıştırdığında ikisi koşuşturmaya başladılar. Görev başında ciddiyetle ve bakışlarıyla adam öldüren bu adamlar çoğu zaman velet gibilerdi.
"Kesin şamatayı,siktirip gidin. Giyinip gelin aşağıya, gideriz birlikte." Dediğimde ikisi yukarıya çıktı.
Orhan yanımda belirdiğinde "Abi ben gelmesem karım evde şimdi yalnız kalsın istemiyorum."
"Emir büyük yerden yoksa bende gitmeye meraklı değilim aslanım. İstiyorsan eşini de al gel. Sorun çıkaracak bir aile değiller."
Bu yemek olayı nerden çıktıysa zaten?
"Bilmiyorum abi yani... Olur mu ki?"
"Eşine sorsana amınakoyayım ben ne biliyim olur mu olmaz mı ona göre albaydan izin alırsın ya da gelirsiniz."
Emre'ye baktığımda sessizce gidip gelmiş yanımda dikiliyordu. "Geliyor musun Karaca?" Soyismiyle soru sordum.
"Emir böyle,geliyorum komutanım."
"Gel bakalım Başçavuşum."
Albay da geldiğinde arabalarımızla yola çıktık. Orhan eşi çekindiği için gelmek istememişti Kemal komutandan izin almıştı ve yol ayrımında ayrılmıştık.Sağ elim direksiyonda ritim tutarken aklım bu alakasız yemeğin nedenindeydi. Hadi beni ve Kemal komutanı tanıyorlardı ama tim? Timim ne alakaydı?
Evin önüne geldiğimizde arabadan indim. Üzerimde hâlâ üniforma vardı.
Ağır adımlarla geniş bahçeye geçtiğimizde oldukça kalabalık bir masa bizi karşıladı. Nedenine anlam veremesem de anneme baktım. Ablam yoktu ve annem,Zerrin teyzeyle bir köşede dünyadan bir haber sohbet ediyordu. Tarık amca bize selam verdi ve ardından Kemal komutanla bahçe takımlarından birine oturdu.
Salih ve Fatih direkt masaya geçtiklerinde hastanede gördüğüm ve sadece isim olarak bildiğim iki kız ve bir adam da masadaydı.
Öylece ayakta dikilirken mutfağın bahçeye açılan kapısından kahkahalarla çıkan Almina'yı görünce yutkundum.
Gelmişti.
Gelişi bu evdeki kasveti dağıtmış annem de dahil olmak üzere herkese neşe getirmişti. Gülüşü bahçede yankılanıyor ama gürültünün arasında kayboluyordu.
Gökteki ay ve bahçedeki ışıklar yüzünü aydınlatmış olsa da geceye ışığını veren galiba onun gülüşüydü.
Saçları uzamıştı,oldukça kilo vermesine rağmen Allah var hâlâ çok güzeldi. Yüzündeki yaralar geçmişti. Ama ruhundakileri bilmiyordum.
Yanında yürüyen Tuana onu dürttüğünde gülüşü sakinleşmiş yüzünde tebessüm olarak kalmıştı. Gözleri çekingenlikle bahçede gezinmiş utanmasının sebebiyet verdiği kırmızılık yanaklarına tutunmuştu.
Ne yapıyordum ben?
Neden durmuş onu inceliyordum?
Acıma,merhamet... Başka? Neydi içimdeki bu değişik his? Ablamın çocukken başına gelenlerin benzerini bu kız yaşadığı için miydi vicdanım? Koruma hissim? Onu kız kardeşim yerine mi koymuştum?
Boktan sesler yine beynime doluşmuştu.
Elindeki tabakları masaya bıraktı.
Bakışları önce Komutanımı sonra da askerlerimi buldu.
"Hoşgeldiniz." Dediğinde sesi mırıltıdan ibaret değildi.
Değişmemişti.
O çekingenliği,utangaçlığı aylar geçmesine rağmen aynıydı.
Gözlerinde kimsenin farketmediği bir buğu vardı.
Geçmeyecekti de biliyordum.
Ablamda da geçmemişti. Ama Ahmet, Lale'yi seviyordu biliyordum. Ablamı onun sevgisi iyileştirmişti.Lale'yle aramda iki yaş vardı ama ona abla demek hoşuma gidiyordu. Ki Ahmet onun eşiyken ona abi diyemiyordum. Bir nedeni yoktu. Ahmet'i severdim.
"Hoşbulduk kızım, asıl sen hoşgeldin." diyen Kemal komutana ufak bir gülümseme yolladı ve "Hoşbuldum." Dedi.
Fatih olayın çoğunu bilirken,Salih olayı anlamaya çalışıyordu. Çünkü o zamanlar o yarasından dolayı bu göreve katılamamış yerine diğer timden Mustafa'yı almıştık. Sonra ise iki tim göreve çıktık.
Almina bana döndüğünde ortamda çıt çıkmıyordu.
Hoşgeldin demek için araladığım dudaklarım onun birkaç adımda bana sarılmasıyla geri kapandı. Parmak uçlarında yükselmiş boynuma kollarını dolamıştı. Bedenim kaskatı kesilirken ne yapacağımı bilemedim. Gözlerim kısaca herkese değdiğinde herkes en az benim kadar şaşkındı.
Özellikle de Tarık amca.
Ona has parfümünün kokusu burnuma dolduğunda yutkundum. Bedeni öyle çok titriyordu ki bana, onu ilk gördüğüm günü anımsattı.
Kulağıma dolan fısıltısı günlerdir beynimde susmayan sesleri bastırmaya yetecek kadar güçlüydü. Sesler bir anda kesildi.
"Mektupta da dediğim gibi sana böyle teşekkür etmek istedim. Belki bu senin için çok değersiz bir şey ama aylar sonra kendi isteğimle dokunduğum,sarıldığım ilk adamsın. Bunu en çok senin sonra da babamın hakettiğini biliyorum. Beni önce sen sonra da o kurtardı. Teşekkür ederim Zafir. Çok teşekkür ederim."
Gözlerimin önüne ezberlediğim,mektubun bitişine parantez açarak gizlice aldığı not geldi.
"Mektupta sana teşekkür ettim biliyorum ama kuru bir teşekkür etmek vicdanımı rahatlatmıyor. Senin için ne kadar değerli olur bilmiyorum ama benim için çok değerli bir şekilde,döndüğümde sana teşekkür etmek istiyorum. Umarım beni geri çevirmez ve küçümsemezsin."
Sanırım umutsuzluğa kapılmıştı ki kolları hafifçe bollaştı. İç çektiğini duyduğumda bedeni daha da titremeye başladı bacaklarının titreyişini çok net hissettiğimde kollarımı sıkıca beline doladım. Tedirgin dokunuşum onun rahat bir nefes vermesiyle son bulduğunda onu daha sıkı tuttum ve sarıldım.
"Teşekkürünüz kabul edildi küçük hanım.Zamanında sana dediklerim için affet beni,niyetim kalbini kırmak değildi sadece seni kendine getirmeye çalışıyordum ama yanlış bir yöntemmiş. Vatanına hoşgeldin efsunkâr." Dediğimde kıkırdadı. İçimde bir şeylerin devrildiğini hissettim.
"Özrünü kabul ediyorum ama kırgınlığım geçmiş değil.Çok hoş buldum vatanımı,Zafir Boran Algan." Dediğinde ortamdan soyutlanmış bir şekilde birbirimize bakıyorduk.
***
Bölüm sonuuu...
Ohh yandan yandann.
Nasıldı bölüm?
Bence gayet sakin ve huzur vericiydi böyle aksiyonlardan önce bir dinlenme bölümü oldu diyebilirim.
Hop size spoi evet aksiyonlu bir takım olaylar bizi bekliyor.
Yine kontrol etmedim hatam varsa kusura bakmayın. Bu aralar aşırı yorgun hissediyorum...
Zafir'i sevdiniz mi?
Peki ya Almina'yı?
Ya bir erkeğin ağzından yazmak çok zor umarım size Zafir'i yansıtabilmişimdir...
Oy vermeyi,bol bol yorum yapmayı ve çok değerli olduğunuzu unutmayın.
Sizleri seviyorum sonraki bölümde görüşmek üzere inşallah... 🧡 |
0% |