@dolunayyikilmaz.xa
|
Rüzgar esiyor ve yerdeki yaprakları sağa sola uçuşturuyordu. Ben salıncakta her hareket ettiğimde elma ağacının dalı gıcırdıyor ve bana artık inmem gerektiğini mırıldanıyordu. Bu ağaç en az 25 yıldır, bu evin bahçesindeydi. Her okuldan geldiğimde hiç üstümü değiştirmeden, bahçeye çıkıp, salıncağa koşmak benim vazgeçilmezim haline gelmişti. Ancak sallanınca hayal dünyama dalabiliyordum. Hayal dünyama dalınca da unutabiliyordum her şeyi. Tabi inince hayal dünyamdan da çıkmış oluyor ve geri her şey beynime hücum ediyordu. Keşke her okuldan geldiğimde beynimi sıfırlayabilseydim. Bence bilim insanları bunun için bir çözüm üretmeliler. Mesela bir makine ya da bir sözcük. O sözcüğü söyleyince ya da o makineye girince, insanoğlu tüm kötü anılarını unutabilmeli! Bu harika olmaz mıydı? Bence bu sözcükten çok cümle olabilir. Şey olsun "Kötü anılar defolsun, gitsin!" Kulağa hoş geliyor. "Mary! Tanrı Aşkına neredesin?" Ve mümkünse bilim insanları, hayallere tecavüz eden anneme de bir çare bulsunlar. "Geldim!" Salıncaktan inip, hızlıca balkondan evin içine girdim. Annem mutfağın tezgahına kalçasını dayanmış, biri ile konuşuyordu. Beni görünce koyukahverengi gözlerini kıstı. Kesin okuldan ya da matematik kursundan bir haber gelmişti. Çünkü ancak okul hayatım annemin yüzünü bu hale getirebilirdi. Telefondaki kişiyle vedalaşıp, telefeonu kapattı ve önümde duran masaya telefonunu fırlattı. Çıkan sesle yerimden hopladım. "Ne zamandır gitmiyorsun?" Annem elini alnına götürüp, sandayeye oturdu. "Nereye anne?"
"Bilmiyormuş numarası yapma!" Sesi ne öfkeli çıkıyordu ne de normal. Neyden bahsettiğini anlamıştım. Büyük ihtimale az önce kahrolası Matematik hocamla konuşmuş olmalıydı. "Anne ben o kursa gitmek istemiyorum-"
"Ne isteyip, istemeyeceğini ben karar veririm küçük hanım, sen değil!" Annemin sesi bu kez öfkeli çıkmıştı. Gözleri ise simsiyah olmuştu. Hiç bir zaman kendi üzerimde bir hakkım olmamıştı. Annem ne istiyorsa onu yapıyordum. Ne yemem gerektiğini, hangi kitabı okumam gerektiğini, uyumamı, kalkmamı hepsini annem belirliyordu. Ben onun oyuncak bebeğidim, ve o da beni istediği şekle sokuyordu. "Yarından itibaren düzenli bir şekilde kursuna gideceksin! Eğer yapmazsan seni babana yollarım." Ah bir de beni hep böyle tehdit ederdi. Eğer işin içinden çıkamıyorsa ya da bana her hangi bir şeyi yaptıramıyorsa, o da beni babama yollamakla tehdit eder, ben de onun her istediğini yapardım. Çünkü babamın yanında olmaktansa, annemin süs köpeği olmayı tercih ederdim.
Bir şey demeden odama, çatı katına çıktım. Evimiz 3 katlıydı. Mutfak, salon ve oturma odası en alt kata, annemin odası, kız kardeşim Jean'in odası ve banyo 2. kata, benim odam ve depo çatı katındaydı. Bu evde tam 6 yıldır yaşıyorduk. Ben de 6 yıldır çatı katındaydım. Odamın bir kiliti yoktu ve kapıda kırıktı. Doğru düzgün kapanmıyor, kapansa da kolay kolay açılmıyordu. Annem bir türlü kapımı yaptırmamıştı, her yeri yaptırmıştı ama benim kapımı bir türlü yaptıramamıştı. Neyse vakit bulamamıştır. Onun daha önemli işleri var.
Odama girer girmez, masamın yanına gittim. Sandalyemi çekip, oturdum. Elime bir A4 kağıdı ve Iron Man desenli bir uçlu kalem aldım. Ve ne istersem onu yazmaya başladım. Rastgele, aklımdan ne geçiyorsa onu yazıyordum. Bu da benim vazgeçemediğim huylarımdan biriydi. Bir günde neler yaptığımı günlüğüme yazamadığım için böyle bir yöntem bulmuştum. Bir kağıda istediğim her şeyi yazıyor daha sonra da annem bulup, okumasın diye bahçedeki eski fırında yakıyordum. Önceden bu aklımdakileri ve günlük yaşadığım olayları bir deftere yazıyordum fakat ben bir gün okuldayken, çok sevgili annem defterimi bulup, her şeyi okumuştu. Hâlâ aklım almaz 583 sayfalık defteri, 2 saatte nasıl okudu bu kadın?
Tabi annem yazdığım her şeyi okuduktan sonra hemen beni eski bir dostu olan psikiyatrist arkadaşına götürüp, benim deli olup olmadığımı bile sormuştu. Hayır annecim ben değil ama sen tam bir delisin. Sen ve babam bir akıl hastahanesine yatmalısınız. Ancak o zaman iyileşebilirisiniz. Gerçi doktor tedaviyi size soksalar bile iyileşmezsiniz ama neyse!
Bu yöntem bir az saçma gibiydi ama yazı yazmaktan vazgeçemezdim. Dediğim gibi yazı yazmak beni vazgeçilmezsim! Sandalyemde dik oturup, bugün okulda neler yaşadım... daha doğrusu sınıf arkadaşlarım neler yaşadı onları yazmaya başladım.
"Okulun Big Boyu olan Daven, sınıfımızın Şımarık Prensesi İsabel Armas'a herkesin önünde çıkma teklifi etmişti. Bizim prenses şaşkın ve heyecanlı bakışlarla Daven'e sarıldı. Sanki çocuk ona evlenme teklifi etti. Ne bu havalar cidden! Daven ve İsabel'in sevgili olduğunu öğrenen kızıl saçlı Zoe, kızlar tuvaletine gidip, iki ders boyunca oradan çıkmadı. Hadi kendine acımadın, o gözlerine de mi acımadın be kızım? Daven ve Zoe önceden sevgili olduğu için bu olay onun çok zoruna gitmişti. Zoe hâlâ bizim zeka seviyesi alçakta olan Daven'i seviyordu ama kızı sınfın en zeki kızı Mona ile aldatınca, kızda ondan soğumuş numarası yaptı. Soğmadı numara yaptı. Keşke soğsaydı. Daven de fırsat bu fırsat cümlesini uygulayıp, İsabel'e çıkma teklifi etti. Zavallı Zoe kalbi çok kırılmış olmalı."
Daven, Mona, İsabel ve Zoe bunlarla kaç kelime konuştum bilmem ama haklarında bir çok şey biliyordum. Yanlış anlamayın sapık ya da onları durmadan izlediğimden değil, sınıfın ortasında bize film gibi kendilerini izlettiklerinden.
Cidden her şeyi milletin önünde yaşamak zorunda değilsiniz!
A4 kağıdı önlü arkalı yazdıktan sonra iki kere katlayıp, cebime attım ve odamdan çıktım. Anneme görünmeden bahçeye çıkıp, eski fırına gittim. Fırının altına sakladığım, çakmağı elime alıp yaktım. Cebimden çıkardığım kağıdın uçunu yavaşça yakıp, fırının içine attım. Kağıt hızlıca yandı ve kül oldu. Eve gitmek için arkama döndüğümde, kız kardeşim jean'nin bahçeye çıktığını gördüm. Bana doğru geliyordu. Yüzünde de ise hiç hoşlanmadığım küçümseyici ve alaycı o gülüşü vardı. Tam önüme geldiğinde, kollarını göğsünde bağlayıp, başını sola yasladı. "Annemi yine çıldırtmışsın!"
"İşine bak Jean." Deyip, yanından geçip, gittim. Benden sadece 3 yaş küçüktü ve benden yine 4 santim büyüktü, boy olarak. Benim aksine Jean'in ince ve kum saati bir bedeni vardı. Saçları yine benim gibi sarıydı ama gözleri kahverengiydi. Bazen beni kıskandığını düşünürdüm. O yüzden bana kötü davranıyor sanırdım. Ama yanılmışım kardeşim beni kıskanmıyor, benden nefret ediyordu. Benden nefret ettiğini nasıl mı anladım? Bir şey yapmasına ya da söylemesine gerek yok,.gözleri yeterliydi. O bakışların başka bir açıklaması olamaz.
Bu benim ilk bölümüm. Yazım hatası olduysa, özür dilerim. Yorum atmayı ve beğenmeyi unutmayın.
|
0% |