@dolunayyikilmaz.xa
|
Ders kitaplarımı çantama yerleştirip, okul formamıda giyinmiştim. Formamız siyah, mavi renkli ve üç parçadan oluşuyordu. Gömlek, etek ve yelek. Etek diz üstü olduğu için külotlu çorap giyinmek istedim ama kardeşimin küçümseyici bakışlarına maruz kalmamak için vazgeçtim. Jean ile aynı liseye gitmek berbat bir duyguydu. Arkadaşım Helen bunun çok güzel bir şey olduğunu söylüyordu, ama Tanrı Aşkına bunda güzel olan hiç bir şey yoktu. Tabi onun bir erkek kardeşi olduğu için bir kız kardeşinin olmasını büyük bir lütuf gibi görüyordu. Tek bir şeyle teseli bulabilirdim o da son sınıf olmam. Tanrıya şükür seneye burada olmayacaktım. Bu hem iyi bir şey hem de kötü. İyi yanları artık bu insanların için de olmayıp, üniversiteyi başka bir şehirde okumam, kötü yanı da arkadaşlarımdan ayrı kalmaktı. Evet benim gibi bir Anksiyetesi olan birinin bile arkadaşları vardı. Helen benim çokta yakın olmasa da arkadaşımdı. Gözleri benim gibi yemyeşildi ve saçları ise kahverengi. Şarkı söylemeyi ve gitar çalmaya bayılırdı. Çok cana yakın ve bir o kadar da sinirliydi. Bu dünyada Cara kadar değer verdiği hiç kimse yoktu. Söz konusu Cara olursa hepimizi harcayabilirdi. Eğer Cara bana ya da Mia'ya sinirlenirse, Helen ikimizi de silebilirdi. Hem de sonsuza kadar.
Mia benim kitap arkadaşım. İkimizde kitap okumaya bayılırız. Sarı saçları ve mavi gözlere sahip. Çok güzel ve sevimlidir. Kilosu için bazı endişeleri olsa da son derece özgüveni yüksektir. Amber'ın aksine o erkeklerden nefret eder. Evlenmeyi de düşünmüyordur kendisi. Onun en büyük hayali bir gün benimle birlikte bir yardım kuruluşu açmaktır. Umarım bu güzel hayalimiz bir gün gerçekleşir. Amber demişken, lisenin başlarında tanıdığım bir arkadaşımdı. İlk başlarda ikimizin arası çok iyidi ama sonra bozuldu. Aramızı o açtı. Söylediği yalanlarla ondan soğudum. Halbuki ilk başlarda onu çok severdim. O benim kardeşim gibiydi. İşte gibiydi! Kardeşim değildi. Gerçi öz kardeşimin gözünde bile ben ezik biriyim. Okula vardığımda bahçede Mona ve Rose'yi gördüm. İkisi de her zamanki banklarında otumuş, kahve içiyorlardı. Rose her zamanki gibi kumral saçlarını salmıştı. Okul formasının içinde bile çok güzel görünüyordu. O hocaların favorisiydi. Zekiydi, güzeldi ve iyi kalpliydi. Herkes onu çok severdi. Rose Dina Honest, Boris Thought Lisesinin gözdesiydi. Arkamdan sessizce gelen Helen, sırtıma atladığında dengemi kaybedecekmiş gibi oldum. Arkadan kahkaha sesleri gelen Cara ve Mia da yanımıza geldiler. "Günaydın Mary Jane."
"Günaydın Cara." Deyip, gülümsedim. Cara'dan çekindiğim için gülümsemem gergindi. Ondan çekinmek için bir çok sebebim vardı. İlki Cara çok soğuk görünen ve bizi kolayca yargılayabilecek biriydi. Eğer bir konudaki fikrimiz ona saçma gelirse, bizi kolayca eleştirebilirdi. Seslerimizi duyan Rose ve Mona bize döndüler. "Günaydın kızlar."
"Aaa Rose kuzenin size gelmiş. Dün yolda karışılaştık." Rose yarım bir tebessümle ayağa kalktı. Kızın yürüyüşü bile hepimizden farklıydı. "Mia onun adına senden özür dilerim." Rose son derece mahcup görünüyordu. Mia ve Rose'un kuzeni arasında bir şey yaşanmış olmalıydı. "Dean, bisikiletle sana çarpmış. Bir yerin acıdı mı?" Rose'nin düşünceli sorusu Mia'nın ruhunu okşamıştı. "Hayır, olur öyle şeyler."
Mia, Rose'la ilkokulda sınıf arkadaşıymış, bana geçenlerde söylemişti. O zamanlarda bile Rose okulun gözde kızımış, öğretmenler ve öğrenciler onu çok severlermiş. Rose hem hemen herkesin hiç sorun yaşamadığı tek öğrenciydi. Okul yönetimi ondan gurur duyuyordu. Annem onun ailesini tanıdğı için onu hep överdi. Onun ne kadar yetenekli ve benim de ne kadar yeteneksiz oluğumu durmadan dile getirir ve beni üzerdi. Keşke benim yerime o annemin kızı olsaydı. Belki o zaman annem mutlu olurdu.
Sınıfa girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey, arka sıradaki masaya yatan montlu çocuk oldu. Kafasını masaya yaslamış, uyukluyor gibiydi ya da gürültüden kaçıyordu. Onu ilk kez görüyordum. Sırama geçince yanımda oturan Mia'yı dürttüm. Ne var dercesine başını salladı. Sessizce kulağına eğildim. "Arka tarafta yatan çocuk, yeni mi geldi? Onu hiç görmedim." Mia çaktırmadan çocuğa doğru baktı. "Tabi dün sen okulda yoktun. Dün öğleden sonra geldi. Son senesini burada okuyacakmış!"
"Son senede okul mu değitirmiş yani?" Mia gözlerini devirip, güldü. "Hayır güzelim, sınıf değiştirmiş. Yan sınıftan geliyor o!"
Bir insan neden son senesinde sınıf değiştirir ki? Hem de bu lise sonsa! 9 ay sonra sınava girecek bir öğrenci neden dikkatini dağıtır ki? Tamam da bunun derdini neden ben düşünüyorum?
Cara ve Helen kantine çay almaya indiklerinde, Amber'da onların sırasına oturup, bana doğru döndü. Tanrım, acaba yine nasıl bir yalan söyleyecekti? Bu onun huyuydu, durup dururken zihninden bir yalan uydurmak. Artık ona çok alıştığım için ağzından çıkacak şeylere şaşırmıyordum. "Duydun mu?" Umursamadan nefes verdim. "Neyi?" "Charles ve Rose sevgiliymiş!" Amber'ın sesi sessiz çıkmıştı ama yinede kafamda yankı yaptı. Nefes almakla almamak arasında kaldım. Amber omuzlarını silkip, konuşmaya devam etti. "Belliydi zaten durmadan yan yanalar, Charles hep Rose'un yanında. Kıza zarar gelecek diye adamın aklı çıkıyor." Çaktırmadan Rose'a doğru baktım. Arkadaşlarıyla konuşuyordu. Her zamankiden daha çok gülüyor, daha çok kahkaha atıyordu. Önüme dönüp, hiç bir şey olmamış gibi ders kitabımı açtım. "Amber yerine geç. Son sayfaya tekrardan göz gezdir. Hoca soru sorabilir." Amber kafasını salladı. Ben Charles için hiç bir zaman bir seçenek olmamıştım. Gerçi o daha onu sevdiğimi bile bilmiyordur. Amber haklıydı. Charles için en değerli şey Rose ve onun kumral saçlarıydı. Amber bu sefer yalan söylemiyordu. Keşke bu kez de yalan söylemiş olsaydı. Keşke bu bir yalan olsaydı.
Tüm ders boyunca hoca söz hakkını sadece Rose'a vermişti. Bir soru sorduğunda hepimiz parmak kaldırsak bile hep Rose, Charles ve Mona'yı seçmişti. Çok istisna Cara, Grant ve Kane'de söz hakkı verdi. Bu duruma Zoe ve Helen çıldırıştı. Çünkü hocalar doğru cevap verene +5 puan veriyordu ve o puanlar sözlümüzü etkiliyordu. Ancak doğru cevabı bilsek bile hoca söz vermedikçe ne işimize yarayacaktı ki?
"Afferin Rose Dina Honest. Söyle bakalım gelecekte ne olmak istiyorsun?" Bay Sheldon'nın sorusuna iyice sinirlenen Helen sessizce bize döndü. "Hırsız olacak!" Ben ve Mia gülmemek için ağzımızı kapattık. "Yazar olmak istiyorum, Bay Sheldon." Yüzüm birden gerilmişti. Cara ve Amber arkalarına dönüp, bana baktılar. Elbete herkes yazar olabilir, olmakta isteyebilirler. "Senden harika bir yazar olur. Sınıfımızın yazarı Rose!" Rose bir çok konuda iyi. Matematik olsun, spor olsun, resim olsun, müzük olsun, hepsinde çok iyi... Ama ben tek bir konuda iyiyim, o da yazı yazmak. Rose gülümseyerek, defterine geri döndü. Galiba bir sonraki testi çözüyordu. Bende önüme dönüp, ne kadar boş bir insan olduğumu düşünmeye başladım. Cidden iyi olduğum bir alan var mıydı? Rose gibi yetenekli değilim, onu biliyorum. Zaten istediğim şeyde her alanda iyi olmak değil. Tek bir alanda en iyisi olmak. Bay Sheldon birden bire arka sırada oturan çocuğa seslendi. "Oğlum, sen neden arkada oturuyorsun?" Herkes arka tarafa döndüğünde çocuk derin bir nefes aldı. İlk o an yüzünü görebilmiştim. Mavimsi, siyah saçları ve gece mavisi gözleri vardı. Bu hali bana bir çizgi film karakterlerine andırıyordu. Bay Sheldon kuru bir sesle öksürdü. "Oradan kalk. Mia ve... Neydi şu kızın ismi, her neyse onun arkasındaki sıraya otur!" Göz devirmemek için kendimi zor tutmuştum. Bay Sheldon hep ismimi unutuyordu ve unuttuğunda da "Şu kız" diyordu. Bu sinir bozucuydu. Mavi saçlı çocuk yerinden kalktığında ne kadar uzun boylu olduğunu yeni anlamıştık. Sınıftakilere bir göz gezdirdiğimde James hariç herkes çocuğa bakıyordu. Kızlar hayranlıkla, erkeklerde imrenerek tabi. O an gözüm James'e kaydı. İlk defa James, Rose'un nereye baktığını görünce o da o tarafa doğru baktı ve mavi saçlı çocuğa gözleri takıldı. Yüzü birden sertleşti. Sevdiği kızın bir başka çocuğa bu şekilde bakması onu rahatsız etmiş olmalıydı. Herkes mavi saçlı çocuğa bakarken, ben James'e bakıyordum. Durumun tuhaflığından hemen önüme döndüm. Çocuk ise arka sıraya yerleşmişti. Teneffüs zili çaldığında ben ve mavi saçlı çocuk hariç herkes dışarıya çıktı. Mia ve Helen zorlasada bahçeye çıkmak istemedim. Bahçeye çıkmak yerine hikaye yazmayı tercih ettim. Karakterimin adını Emma koydum. Benim gibi 17-18 yaşlarında. Kumral saçları, koyukahverengi güzel gözleri ve ince bir vücudu vardı. Karakterimi zihnimden oluşturabilmek için tam 6 günümü harcamıştım ve daha yeni bulmuştum. Hemen defterime güzel bir başlangıç yapmalıydım. Zil çalana kadar olabildiğince yazdım. Kafamın karıştığı ya da beğenmediğim yerleri silmiştim. Bazen cümle kurmak ve kelime bulmak çok zor olabiliyordu, ama ben bu işinde üstesinden gelmeliydim. Öyle değil mi?
Rose, Mona ve Zoe içeriye gülerek girdi. Üçü sıkı dosttu ve hep eğleniyorlardı. Birlikte sinamaya, yemek yemeye, dans etmeye, her yere gidiyorlardı. Aslında bazen onlara özeniyordum. Keşke bende arkadaşlarımla bir şeyler yapabilsem, fakat Helen ve Cara çoğunukla birlikte takılmak için bana ya da Mia'ya haber vermezlerdi. Mia'nın ise bir çok arkadaşı olduğu için bana haftada sadece 1 gününü ayırabilirdi. Amber zaten yeni bir arkadaş görünce beni direk ekiyordu. Benden daha eğlenceli birini görürüse Amber beni hiç takmazdı.
"Ben asla Amber kadar flörtöz, Helen kadar eğlenceli, Cara kadar zeki ve yetenekli, Mia kadar sosyal ve Rose kadar iyi biri değilim. Aslında bakarsanız benim özel olan hiç bir yönüm yok." "Yeşil gözlerin var." Arka taraftan gelen sesle irkildim. Hemen sese doğru döndüm. Olamaz galiba düşündüğümü yüksek sesle söylemiştim. Umarım Rose ve diğeri bunları duymamıştır. Göz uçuyla onlara baktığımda, kendi hallerinde eğlendiklerini gördüm. Mavi saçlı çocuk bana doğru eğilip, iyice gözlerimin içine baktı. Bende otomatik olarak kendimi geri çektim. "Çokta büyük ve güzeller. Yeşil gözler, mavi gözler gibi değildir. Herkese yakışmaz! Ama...sana yakışmışlar." Dudaklarının kenarları kıvıldı. "İlaa birileri gibi flörtöz, sosyal, cana yakın ya da söylediklerinden herhangi biri olmak zorunda değilsin. Bence insanları ve hayatı kafaya çok takma." Yüzünde tatlı, hoş bir tebessüm vardı. Koyu mavi gözleri, parlıyordu ve sesi çok etkileyiciydi. Gözlerimi ondan alıp, kapıdan içeriye giren canım arkadaşlarıma baktım. Dördü güle oynaya geliyorlardı .Ancak bana değil arkamdaki çocuğa bakıyorlardı. Özellikle Amber makyajını tazelemiş, kıvırta kıvırta geliyordu. Amber'ın yeni sevgilisi de belli olduğuna göre artık rahat bir uyku çekebilirdik.
Mia hemen yeni gelen çocuğun ismini öğrenmek için onunla derin bir sohbete girdi. Amber'da yine her zamanki gibi yakışıklı bir çocuk görünce ona sırnaşmaya başladı. Mia ve Helen çocukla arkadaş olmak istiyorlardı, Onu anlamıştım. Helen böyle tuhaf tiplere bayılırdı. Zaten en yakın arkadaşı Cara'da tuhaf bir tipti. Ama Amber'ın niyetini hepimiz biliyorduk. "Eee bize ismini söyle." Mia heyecanla atıldı. "Thomas, Adım Peter Thomas Worker." İsmini daha yeni öğrendiğim Thomas ya da Peter herneyse, kızların ilgisinden özellikle benim sapık arkadaşımdan bıkmış gibiydi. Onun bu hallerine gülemeden edememiştim. Tabi güldüğümü bir tek Cara fark etmişti. Gülemem onu güldürmüştü. Bir dakika Cara gülmüş müydü? Hayretle ona bakarken bana göz kırptı. Cara gülünce birden o sert duran dış görünüşü yok olmuştu. Aslında Helen'ı şimdi anladım. Cara gülünce insanın içine huzur kaplıyor. Biz kendi aramızda eğlenirken, hocanın bugün derse girmeyeceğini öğrendik. Benim için eğlenceli, Thomas için ızdıraplı dakikalar başlıyordu. Mia, Helen ve Amber çocuğa bin farklı soru sordu. Thomas ise kıyamam hepsine cevap verdi. Tabi onlara cevap verince bana da yandan yandan bakıyordu. Ben her kahkahayı bastıkça "Gül gül. Sen eğlen!" Dermişcesine başını salıyordu. Kızlar, Thomas'ı sıktıça, ben ve Cara kahkahayı basıyorduk. İlk kez okulda bu kadar gülüp, eğlenmiştim. Aslında okulda gülmek çok eğlenceliymiş. "Artık ben size soru sorabilir miyim?" Kızlar birden sustular. Thomas derin ama çok derin bir nefes verip, bana baktı. "Arkadaşınızın ismi ne acaba? Size soruyorum çünkü konuşuyor mu konuşmuyor mu bilmiyorum? Henüz hiç sesini duymadım." "Yalancı duydun ya!" Benim bu ani çıkımla hepsi şaşırmıştı. Genelde ben okul ortamında sesimi pek yükseltmezdim ama bugün onu da yapmıştım. "Konuşabiliyormuş." Thomas zafer kazanmışçasına dudaklarını büzdü. "Mary Jane adı. Evet o pek konuşmaz." Mia gülerek, omzumu okşadı. İlerleyen dakikalarda Thomas ve Helen ortak sevdikleri filmler ve diziler hakkında konuşmaya başlamışlardı. Amber dedikleri hiç bir filmi izlemediği ve bilmediği için çoktan canı sıkılmıştı. Mia ve ben de telefondan House of the Dragon dizisinin 8..bölümünü izlemeye başladık. Benim favori karakterim Daemon Targanyen, Mia'nın ise Aemond Targanyen'dı. Duramadan ikisi hakkında konuşup durduk. Cara daha 6.bölümünü bitirmediği için bizimle birlikte izlemedi. Onun yerine karakalem çizdi. "Yaa Thomas, bende artık senin yanına otursam nasıl olur?" Amber'ın inceltti sesi, canımı sıkmıştı. "Önde tek başıma oturmak istemiyorum. Canım sıkılıyor." "Tek başına oturmak istediğin için yanımdan ayrılmıştın, Amber!" Sesimin olabildiğince kontrolü çıkmasını sağlayarak, arkama döndüm. Kol dirseğimide, Thomas'ın masasına yasladım. Amber kekeleyek, bana cevap vermeye çalıştı ama beceremedi. Daha doğrusu aklına uyduracak bir yalan gelmedi! Yüzümdeki kaslar sertleşmişti. Muhtemelen tek kaşımı kaldırmış, dudaklarımı bükmüştüm. Bazen mimiklerime hakim olamıyordum, özellikle öfkelendiğimde. Gözlerim Amber'dan, Thomas'a kaydığında bana hayranlıkla baktığını fark ettim. Gece koyusu gözleri birden bire gökyüzü mavisine dönmüştü sanki. Gözlerine baktıkça aklıma Charles'ın okyanus mavisi gözleri geldi. Charles Wizard, ona ne zaman, hangi ara, hangi gün aşık oldum bilmiyorum. Ama tek bildiğim şey onu her gördükçe yeniden tutuluyorum. Onun hayaleri ile yaşıyor, onun hayaleri ile yazıyordum. O bana ilham veriyordu. "Du" dedim çünkü artık vermiyor. Uzun zamandır, onu düşünerek bir karakter tasarlamadım. Ve galiba artık onu düşünerek bir karakter tasarlayamayacağım. Artık sevgilisi olan bir adamı düşünmek istemiyorum, fakat hâlâ aşkını kalbimde hissedebiliyorum. Hâlâ onu seviyorum. Hem de çok. Okul çıkışı doğru eve gittim. Salıncakta sağlanmaya vakit bulamadım çünkü kız kardeşim hasta olduğu için annem onunla ilgilenmemi istedi. Kendisinin işleri olduğu için eve bugün geç gelecekti ve daha yemek bile hazır değildi. Hızlıca Crab Ckae ve çorba yaptım. Kardeşimin en sevdiği yemeği yaptım çünkü başka bir yemek yemeği kabul etmedi. Annem de gelince masayı hazırladım ve masaya hep birlikte oturduk. Annem çorbayı beğenmedi, ama yine de bitirdi. Çorbayı bitirine kadar da ne kadar becereksiz olduğumdan bahsedip durdu. Bu sözlere alışkın olduğum için moralimi fazla bozmadım. Rose ve Charles yüzünden moralim yeterince bozuktu zaten. Jean yemeğini bitirdikten sonra önündeki tabağı kaldırmaya tenezül bile etmeden, masadan kalkıp gitti. Annem de eni biraz daha eleştirdikten sonra odasına çekildi. Koca masada bir tek ben kalmıştım. Önümdeki tabağıma bir az daha yemek ekledikten sonra, göz yaşı akıtarak çorbamı içtim. Çorba gayet iyidi, sorun aşçıdaydı.
BÖLÜM ÇOK GEÇ GELDİ. AMA BİR DAHA GEÇ GELMEYECEK, UMARIM. Yazım yanlışı olduysa özür dilerim.
|
0% |