@dragras
|
Uçsuz bucaksız vadilerin, heybetli dağların ve sonu olmayan ormanların ortasında bir şehir vardı. Kızıl Okyanus'tan binlerce kilometre uzak, soyluların ve yarı soyluların yaşadığı bu şehir, adını kurucusundan aldığı Renn Şehri'ydi. Şehrin surları öylesine sağlamdı ki, dünya üzerindeki hiçbir güç bu surları yıkamazdı. Onlarca kuşatmadan sağ salim çıkmışlardı. Gökyüzünde süzülen kuşlar, surların tepesinde dinlenir, ardından ormana doğru uçmaya devam ederlerdi. Renn Şehri'nde hava güneşli, meydan sakindi. İnsanlar henüz yeni yeni dışarı çıkıyordu. Elinde bastonu olan ihtiyar adam, evinin önüne çıktığında gözlerini açmakta zorlandı. Güneş ışınları neredeyse derisini yüzecekti. "Tanrılar öfke kusuyor olmalı." dedi sesli bir şekilde. Zar zor bakarak şehir meydanına doğru yürüdü, gözden kayboldu. Aynı evden birkaç dakika sonra, genç bir erkek çıktı. Başına kaskete benzeyen bir şey takmıştı. Yanına koşarak bir kız geldi ve üstüne atladı. "Marcus! Dün gelmeni beklemiştim." Sarılışına karşılık veren genç Marcus, bir saniyeliğine duraksadı. Sevgilisini ilk defa ekiyordu. "Şey, üzgünüm. Ev işlerini hallederken uyuyakalmışım." "Bugün gideceğiz o zaman. Kaçışın yok." "Bugün gidelim Yelena." Marcus ellerini belinden çekip Yelena'ya baktı. Yelena soylu bir ailenin en genç üyesiydi. Henüz 19 yaşında olmasına rağmen çok daha olgun görünüyordu. Sarı saçları, al yanakları ve özellikle dolgun dudakları dikkat çekiyordu. Ailesi Üç Bayrak'ın soylu aileleri arasında önemli bir yere sahipti. Başkent'e gidip orada yaşamaya başlamışlardı. Ancak Yelena, doğup büyüdüğü Renn Şehri'nde abisiyle birlikte kalmayı tercih etmişti. Marcus'la bu sayede tanışmışlardı. İkisi de kılıç tâlimi aldıkları yerde yakınlaşmışlar, yaklaşık iki aydır birbirlerini seviyorlardı. Marcus 18 yaşına yeni girmişti, Yelena'dan küçüktü. Yelena yanağına bir öpücük kondurup konuşmaya başladı. "Bugün Yeni Şehir'den misafirlerimiz gelecek. Elektrumu Başkent'e götürüyorlarmış." El ele tutuşup yürümeye başladılar. Marcus söylediklerinden şüphelendi. "Neden yollarını uzatıyorlar? Yeni Şehir oraya daha yakın. Burada ne işleri var?" "Beni beğenen birisi varmış. Konuşmak istiyormuş ama gitmeyeceğim. Abim soyluluğunu güçlendirmek istiyor sadece." "Kimmiş seni beğenen?" "Aman Marcus. Kral Carlex'in torunuymuş falan. Ne fark eder? Ben seni seviyorum, başkasını değil." Marcus Yelena'ya güvense de abisi Magenta'ya güvenmiyordu. Soylu olduğu kadar güvenilmez bir serseriydi. Yürümeye devam ederlerken Yelena'nın elini daha sıkı tuttu. "Ben de seni seviyorum canım." Elektrum, dünyadaki en değerli hammaddedir. Özellikle Yeni Şehir'in madenlerinde yoğun elektrum vardır. Bu hammaddeden yapılan bir kılıcın körelmesi zor, kırılması imkansızdır. Bu hammaddeden yapılan bir ok, üst üste iki zırhlı şövalyeyi öldürebilecek güçtedir. Savaş alanında kullanıldığı gibi ticaret alanında da önemli işlevi vardır. Bilinen en eski elektrumdan yapılma kılıç, şu an Deanon'un kullandığı Nefes Kesen'dir. Deanon (Taçsız Kral) efsaneye göre 90 yaşında olmasına rağmen yaşlanmamıştır. Üç Bayrak'la yaptığı Obsidyen Savaşları'nı kaybetmiş, gezegenin diğer ucundaki Obsidyen Dağı'na kadar çekilmiştir. Dağ, büyük bir set ile çevrelenerek korunmaktadır. Elit Şövalyeler seddi geçemeyince bir ateşkes yapılmış ve günümüze kadar geçerliliğini korumuştur. Obsidyen Dağı'nda kendine elektrumlardan taht yaptırdığı, her geçen gün ordusunu güçlendirdiği söylenir. Taçsız Kral denmesinin sebebi ise, Kraliçe Nuxuyi'nin biyolojik amcası olmasıdır. Üç Bayrak'ta hak iddia etmiş, reddedilince isyan edip kendi yönetimini kurmuştur.
Marcus ve Yelena, Renn Şehri'nin manzarası bol bir tepesine çıkmışlardı. Öğlen vakti geçmişti, güneş bulutların arasında saklanıyordu. Yelena yanında getirdiği kitabı çıkardı, çimlere oturdu. Marcus yanına oturup Yelena'nın başını omzuna çekti. Saçlarını okşayarak manzarayı seyrettiler. Yelena kitabın sayfalarını karıştırmaya başladı, bir sayfada durdu.
Kristal Kule'de Düğün Gecesi Kral Baryus, soylu olmayan Marry Mclay ile evleniyor. Bu tarihte bir ilk, daha önce hiçbir kral soylu olmayan birisiyle evlenmemişti. Kristal Kule hazır, şölen başlamak üzere!
Marcus'un doğduğu zamanlarda yapılmış bir düğündü. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Yelena sessizce mırıldandı. Başını çevirip Marcus'un gözlerine bakındı. "Biz de böyle olacak mıyız bir gün?" Marcus gülümseyip onun başını öptü. "Bir kere ben soysuz değilim, yarı soyluyum. Büyük annemin soylu kanı bize yeter de artar." Yelena ikna olmadı, tekrar sordu. "Olacak mıyız?" Marcus hiç düşünmeden cevap verdi. "Olmamız için elimden geleni yapacağım." Yelena gülümsedi ve Marcus'a yaklaştı. Dudağını dudağına bastırdı. Birkaç saniyelik öpüşmelerinden sonra arkalarından gelen bağırtı ile geri çekilmek zorunda kaldılar. Marcus ve Yelena arkalarına döndüler. Romantik ortam, bir anda gergin bir ortama dönüştü. Yelena'nın abisi Magenta hızla yaklaşıyordu. "Ne yapıyorsun sen burada bu çocukla?" Marcus ayağa kalkıp Yelena'nın önünde durdu. Yelena bağırarak konuşmaya başladı. "Bu çocuk dediğin benim sevgilim abi. Kimseyle görüşmeyeceğim de evlenmeyeceğim de!" Magenta elini Yelena'nın koluna doğru uzatınca Marcus eliyle engel oldu. Sertçe kolunu tutup ona direnmeye başladı. Magenta dik bakmaya devam ederek derin bir nefes aldı. Marcus gardını düşürmedi ve sakinlikle araya girdi. "Bizi rahat bırak. Yelena çocuk değil." "Evet, değil. Yeterince büyüdü ve evlilik zamanı geldi. Senin gibi soysuz bir piçle gönül eğlendirme günleri geride kaldı." Yelena sinirden ağlayacak gibi oldu. "Doğru konuş Marcus'la! Senden daha soylu." Atışmalar devam ederken Magenta'nın arkasından iki şövalye geldi. Onur Şövalyeleri'nden oldukları armalarından belli oluyordu. Sadece şehir içi güvenlikten sorumlu Onur Şövalyeleri, aslında azat edilmiş kölelerden oluşmaktaydı. Bir şövalye yaklaşıp Marcus'u geçerek Yelena'yı tuttu, yavaşça kendine çekti. Marcus engel olamadı, gücü yetmiyordu. Magenta'ya döndü. "Kimseyi zorla evlendiremezsin. Bu bir suç!" "Kimse zorla olduğunu söylemiyor. Kardeşim bir gün doğru olanı anlayacak." Yelena kendini şövalyeden kurtarmaya çalışsa da mecburen yürümek zorundaydı. Magenta arkalarından yürümeye başladı. Tepeden inerlerken Yelena Marcus'a doğru dönüp baktı. Gözünden yaş geliyordu. Marcus ise öfkeli ve çaresizdi. Daha ilişkilerinin ikinci ayı dolmak üzereydi. Bu gece zorla evlendirilecek olma ihtimali onu parçalıyordu. Aklına yapabileceği hiçbir şey gelmemişti, hızla tepeden inip babasını bulmaya koyuldu. Babası bastonlu ihtiyar, şehir meydanındaki küçük tezgahında tahta kılıç satıyordu. Tahta kılıçlar çocukların gözbebeğiydi. Oyuncak olarak kullanıldığı gibi kılıç tâlimlerinde de işe yarıyordu. Bu işi yıllardır yaptığı için usta sayılır, herkes tahta kılıçları ondan satın alırdı. Yanına geldiğinde nefes nefese kalan Marcus, durumu izah etmeye çalıştı. Babası duruşunu bozmadan cevap verdi. "Zoraki evlilik yasak. Üç Bayrak izin vermez." "Evet ama abisi çok kararlıydı. Onu bulmam gerek." "Canına mı susadın evlat? Sen kendini bile zor koruyorsun." "Şövalye kılığına gireceğim. Kimse kaskın ardındakini görmeyecek."
Elektrum tüccarları gece karanlığında yürüyorlardı. Çetin hava koşulları yolu daha da tehlikeli yapıyor, Eretna'ya varılmasını geciktiriyordu. Eretna, Üç Bayrak'tan önce dünyanın eski merkeziydi. Kızıl Okyanus'a yakın, Başkent'e uzaktı. Kral Menthis Eretna'da doğup büyümüş, bu sayede şehrin tamamı Üç Bayrak'a ait olmuştu. Menthis'in torunları Eretna'da, Nuxuyi'nin torunları Renn'de, Carlex'in torunları ise Yeni Şehir'de yaşıyorlardı. Bir sonraki krallar ve kraliçeler bu torunlar arasından gelecekti. Zaman hızla akıp giderken, Kızıl Okyanus'un öte tarafındaki Deanon tehdidi devam ediyordu. Tüccarlar gecenin sonunda Eretna'ya varmışlardı. Şehir kasvetliydi. Sokaklar hayvan leşi kokuyordu. İnsan görmek mümkün değildi. Şehrin bu yakası harabe olduğu için pek insan uğramıyordu. Ticaret sokağına vardıklarında onları bekleyen manzara dört onur şövalyesiydi. Elektrumları sakladıkları taş bölmeden çıkartıp şövalyelere gösterdiler. "Bunlar Kulvar Çölü'nün etrafından. Kalan hammaddeler birkaç hafta içinde gelecek." Şövalye konuşmadı, altın dolu keseyi tüccarların önüne atıp elektrumu aldı. Tüccarlardan birisi ağzını tutamadı. "Kral Carlex'e selam olsun." Elektrum madenleri bellidir: Yeni Şehir, Çukur ve Obsidyen Dağı. Elektrumun getirileceği yer de bellidir: Başkent. Kimse Kulvar Çölü'nde elektrum arayıp, bulunanları Eretna'da gizli bir şekilde satamaz. İçeriden emir gelmediği sürece. Kulvar Çölü, canlı olmayan varlıkların yuvası olduğu için tehlikeli bir yerdir. Bu canlı olmayan varlıklar, cansız da değillerdir. Görünüşleri maymun, kanguru ve zürafa melezine benzer. Kronomor adı verilen, garip bir mutant çeşidi olarak bilinmektedir. Kronomorlar ile yapılan Sisler Savaşı'nı Üç Bayrak kıl payı kazanmıştır. Bu savaşta Kral Baryus ölmüş, yerine Kral Carlex geçmiştir.
Kral Carlex'in büyük torunu Clorusy bir kılıç ustasıydı. Dedesinin makamına bir gün kendisinin geçeceğini biliyordu. Babası geçemezdi çünkü Clorusy yedi yaşındayken ölmüştü. En iyi ustalardan eğitim alıp, en iyi şövalyelerle antrenman yapıyordu. Savaşçı bir kral için biçilmiş kaftandı. Önündeki tek engel bekar olmasıydı. Üç Bayrak tarihinde bekar kral ya da bekar kraliçe görülmemişti. Sonunda stratejik de olsa Yelena'yla evlenecek ve dedesini mutlu edebilecekti. Yakasını düzeltti, saçlarını taradı. Atlar varış noktasına ulaştıklarında kişniyorlardı. Kişnemeyi duyar duymaz arabadan indi, Yelena'nın yaşadığı eve baktı. Eski bir evdi, Magenta eve kız atmak dışında pek uğramıyordu. Yelena zorla giydirilip süslendirilmiş, odasında oturmaktaydı. Abisi içeri girip telaşlı bir sesle konuştu. "Geldiler. Sakın beni küçük düşürme Yel." Yelena'nın dolu gözlerinin arkasında alaycı bir gülümseme vardı. "Buna pişman olacaksın abicim." Clorusy ve iki elit şövalye içeri girdi. Magenta'nın selamını umursamadan geçen Clorusy, Yelena'nın odasından çıktığını görünce ona yaklaştı. Elini tutup centilmence öptü. "Memnun oldum leydim." Yelena zorunluluktan bir gülümseme ile ona baktı. "Ben de." Evin önünde de bir elit şövalye duruyordu. Birden at arabasına büyük bir taş isabet etti. Şövalye etrafına bakınmaya başlayıp arabanın yanına yürüdü, kılıcını kınından çıkarttı. Sokakta sessizlik hakimdi, kuş uçmuyordu. Taşı atan Marcus, eski püskü bir şövalye zırhı giymişti ancak kaskını bulamamıştı. Elit şövalye evin önünden uzaklaşınca koşarak evin yan tarafına doğru geçti, camlara yaklaştı. İçerisi fazla gözükmüyordu. Yelena'nın veya başka birisinin sesi bile duyulmuyordu. Acil bir plan düşündü. İşler çirkinleşmeden Yelena'yı almak zorundaydı.
|
0% |