@dragras
|
Marcus'un babası eski bir savaş mühendisiydi. Elektrum işleme, kesme ve bileme konularında eline su dökülemezdi. Emeklilik zamanında bile tahta kılıç yapıp satıyordu. Kılıçlar bir yana, kask ve zırh yapımında da ustaydı. Elit şövalye zırhlarının son tasarımını bile kendisinin bulunduğu çalışma grubu yapmıştı. Marcus'un üstündeki eski zırh da kendisine aitti. Sisler Savaşı'nda ordunun yarısı zaiyat verilince, eli kılıç tutan birçok erkek savaşa çağrılmıştı. Marcus'un babası da işini bir kenara bırakıp savaşa katıldı. Mağlubiyetin ucundan dönüldü, Kronomorlar kızgın kumlara geri çekildi. Lâkin Marcus'un babası uzun süre tedavi altına alınmıştı. Bir bacağı kronik sakatlandı, bastonla yaşamaya mâhkum edildi. Marcus üstünde gitgide ağırlaşan metal zırhı taşımakta zorlanıyordu. Babası olsa ne yapardı diye düşündü. "Büyük annemin nüfuzunu kullanırdı ama artık o yok." Zamanı daralıyordu ve şövalye hâlâ at arabasının yanındaydı. Atılan taşı eline almış, etrafına bakınıyordu. Marcus'un aklına çocukken babasının anlattığı şövalye efsanesi gelmişti. "Elit şövalyelerin kanı akmaz Marcus. Öldüklerinde bile." Bu efsane ilgi çekici olduğu kadar korkutucuydu da. Bir insanın kanı nasıl akmaz? Şövalye olmadan önce kanlarını mı veriyorlar? Öyle ya da böyle Marcus'a bir kask gerekiyordu. İçlerine sızmak ve Yelena'yı kaçırmaktan başka plan düşünememişti. Yanında getirdiği tâlim kılıcını hazırda bekletti.
Bu esnada Clorusy ve Yelena karşılıklı oturmaktaydılar. Magenta elinde bir kağıt parçası ile yanlarına geldi. "İşte evlilik sözleşmesi müstakbel kralım." Yelena yerinden kalkıp sitem etti. "Ben evlenmiyorum. Çok istiyorsanız ikiniz evlenin, beni rahat bırakın!" Clorusy, Yelena'nın sözlerine kahkaha atarak araya girdi. "Beni yanlış anladınız galiba leydim. Bize biraz müsaade edin." Şövalyeler odayı terk etti. Magenta kardeşine sinirli bir bakış atarak odadan çıktı. Clorusy: "Benden korkuyor musunuz?" "Hayır. Korkmalı mıydım?" "Belki. Ama beni kafanızda yanlış yer etmenizi istemem. Buraya sizinle evlenmeye geldiğim doğrudur." "Ben evlenmek istemiyorum dedim. Yoksa dedenin tahtına kardeşini geçireceğinden mi korkuyorsun?" Clorusy duraksadı. Küçük kardeşi Chasey ile aralarında iki yaş vardı. Chasey'nin kılıç ustası olma hayali yoktu, sorumluluk alabilen birisi hiç değildi. Clorusy ne kadar kendini geliştirse de önce evlenen Chasey olursa taht onun olurdu. Ne Üç Bayrak, ne dedesi Kral Carlex bir şey yapamazdı. Chasey'nin evlenme potansiyeli abisine göre daha yüksekti. Clorusy şövalyelerle antrenman yaparken, Chasey yatağına kız atmakla meşgul oluyordu. "Evet. Kardeşim benden önce evlenirse dedemin elinden bir şey gelmez. Anlıyor musun?" "Anlıyorum ve reddediyorum." "Sana dokunacağımı düşünüyorsan aklımın ucundan bile geçmedi. Stratejik bir birliktelik olacak, lütfen Yelena." Yelena konuşmaktan sıkılıp pencere kenarına yürüdü. Clorusy devam etti. "Kaç yaşındasın? Evlilikten mi çekiniyorsun?" "On dokuz. Ve hayır." "Ben yirmi bir oldum yakın zamanda." Yelena cevap veriyordu ki sürünerek at arabasının arkasına giden birisini gördü. Aklına ilk Marcus gelmişti, o olmalıydı. "Dinle, Clorusy. Uzatmaya gerek yok. Kararım kesin. Başka soylu kızlarla şansını denemelisin." Clorusy'e lafını söylettirmeden odadan çıktı. Tam evden de çıkıyordu ki abisi önünde belirdi. İğrenç haykırışıyla Yelena'nın kulaklarının çınlamasına neden oldu. "Sen nereye gittiğini sanıyorsun küçük hanım!" Magenta ile atışmaktan yorulmuştu. Onun bu aciz hallerine daha fazla katlanmak istemiyordu. Cevap verecekti ki evin önünden bir ses geldi. Clorusy ve şövalyeleri önden çıktılar. İlk gördükleri şey kaskı olmayan şövalyenin yerde baygın şekilde yatıyor oluşuydu. Marcus yanında nefes nefeseydi, şövalyenin kaskını çıkartıp kendi kafasına takmıştı. Gafil avlayarak bayıltmış, ayakta kalmıştı. Bu onun için büyük başarıydı. Clorusy'nin şövalyeleri ilk kez seslerini çıkarttılar. "Sen de kimsin?" Marcus cevap veremedi, saniyelerini isim uydurmakla harcamıştı. Clorusy ellerini göğsünde birleştirip şövalyelerine saldırı emrini verdi. Kılıçlarını kınlarından çıkartan şövalyeler, teker teker saldırmaya başladı. Marcus bir eliyle tâlim kılıcını diğer eliyle bayılttığı şövalyenin kalkanını tutuyordu. Çevik ve sert darbeler karşısında atak yapamıyor, yorgun düşüyordu. Kalkanıyla bir şövalyeyi püskürtmeyi başardı. Arkasına geçen şövalye ile önünde kalan şövalye bu sefer aynı anda saldırdı. Marcus kılıcını arkadan saldıranın kılıcıyla çarpıştırdı, kılıçlar x harfini andırırcasına duruyordu. Diğer şövalyeyi ise kalkanıyla tekrar püskürttü. Ancak sadece bir saniye sürmüştü. Şövalye ciddileşip sert bir darbeyle Marcus'un dizine vurdu. Marcus acıyla yere çöktü, kalkmaya çalıştı. Tekrar kılıç atağı yaptılar. Marcus'un kılıcı kırılmak üzereydi. Onların kılıçları elektrumdandı, kendisininki basit bir taş kılıçtı. Clorusy: "Durun. Yüzünü görmek istiyorum." Marcus'un kılıcını uzağa savuran şövalye sertçe başını tutup kaskı çıkarttı. Kaşı patlamış, nefes nefese Clorusy ile bakışan Marcus bitik görünüyordu. Arkalarından Yelena hızlı bir şekilde çıkarak Marcus'un yanına koştu, Magenta yaklaşmasını engelledi. Clorusy, Yelena'ya döndü. "Kim bu çocuk Yelena?" Yelena Marcus'a bakakaldığı için Clorusy'i duymamıştı bile. Marcus tamamıyla diz çökmüş ve önündeki şövalyenin boğazına dayadığı kılıçla duruyordu. Kılıcı bir milim daha yaklaştırsa boğazını kesecekti. Yelena cevap vermeyince Magenta araya girdi. "Sevgilisiymiş müstakbel kralım." Clorusy az önce uğradığı üzüntüye bir yenisini daha ekledi. Yelena tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. Dudaklarını yalayıp önce Marcus'a, sonra tekrar Yelena'ya baktı. "Demek sevgilin vardı. Bu kılıç savuramayan çocuk için mi benimle evlenmek istemiyordun?" Magenta da dahil oldu. "Bundan sonra odandan çıkamayacaksın." Yelena'nın gözleri dolmuştu. "Ona ne yapacaksın?" Clorusy eliyle yerde baygın yatan şövalyesini gösterdi. "Kralın torununa suikast. Delili de orada. Cezası ölümdür." Yelena ağlayarak karşı çıktı. "Hayır! O beni burdan çıkarmak için buraya geldi!" Clorusy sözlerini umursamadı. Hayal kırıklığına uğramıştı. "Bu bir şeyi değiştirmez. O bir hain." Şövalyelerine doğru bakarak işini bitirmelerini söyledi. Marcus tam gözlerini kapatıp ölüme boyun eğiyordu ki Yelena'nın sokakta yankılanan sesi ile gözlerini tekrar açtı. "Clorusy! E-Eğer seninle evlenirsem, onun hayatını bağışlayacak mısın?" Clorusy yine umursamadı. "Dediğin gibi, başka soylu kızlarla şansımı denerim." Yelena son lafını da onun arzuladığı şeyi söyleyerek bitirdi. "Tahtından daha mı değerli?" Clorusy düşündü. Zayıf ve güçsüz Marcus'a bir istisna yapabileceğine karar verdi. "Haklısın. Benimle evlenmeyi kabul ediyor musun peki?" "Ediyorum. Ediyorum. Onu serbest bırakın şimdi!" Clorusy şövalyelerine geri çekilmelerini emretti. Marcus, boğazına dayatılan kılıcın verdiği çaresizliği ve soğuk ölüm kokusunu hiçbir zaman unutamayacaktı. Doğrulup sendeledi, evin yanındaki basamağa oturdu. Kaşındaki yarayı, vücudundaki ağrıları hissedemiyordu bile. Yelena'nın bunu yapması onu hem yaşatıyor hem bitiriyordu. Konuşacak hâli hiç kalmamıştı, başını evin duvarına yasladı. Magenta içerden evlilik sözleşmesini getirdi. Yelena gözyaşlarını silerek abisinin uzattığı aile mührünü bastı. Clorusy kraliyet mührünü bastı. Artık nerdeyse evli sayılırlardı. Clorusy Yelena'nın yanına yaklaşıp onu teselli etti. Bir yandan da aciliyeti olan konuları hatırlattı. "Başkent'e gitmeliyiz leydim. Yolda prosedürleri anlatırım." Yelena'nın isteyip istememesinin bir önemi kalmamıştı. Sevdiği için kendi hayatını feda etmişti. Marcus ve Yelena son kez bakıştı. Marcus'un yüzünde pişmanlık ve öfke, Yelena'nın yüzünde zorunluluk ve mahcubiyet vardı. Clorusy'nin uzattığı eli tutmak zorundaydı. El ele tutuşarak at arabasına bindiler. Şövalyeler baygın şövalyeyi de kaldırarak öne geçtiler, atları kamçıladılar. Araba hareket ederek evden uzaklaştı. Marcus, arkalarından öylece bakarken düşündüğü tek şey Yelena'yı tekrar görebilmekti.
Eretna'dan aldıkları elektrumlar ile Başkent'e dönen dört şövalye, Yedinci Karargah'a doğru gittiler. Sokaklarda insan ve hayvan kalabalığı vardı. Bölge oldukça hareketliydi. Karargaha vardıklarında onları karşılayan kimyager, elektrumları özel kaplara yerleştirdi. Kayıt dışı bir programa alındı. "Hepsi bu kadar mı?" "Evet. Sana yeterli gelir." "Pekâlâ. Kral Carlex'e selam olsun." Şövalyeler Yedinci Karargah'tan ayrıldılar. Sadece elektrumları silaha dönüştürmek için kullanılan bir karargahtı. Yüzden fazla insan çalışıyordu, kimyagerler Üç Bayrak'ın renklerinin olduğu özel bir elbise giyiyorlardı. Ancak bu kimyager sadece Carlex'in temsil ettiği rengi, gri rengini giymişti. Aldığı elektrumları koyduğu kaba baktı, gülümsedi. Kral Carlex gizli planlarını çok yakında uygulayacaktı.
|
0% |