Oy vermeyi ve satır aralarına yorum yapmayı unutmayın efendim, keyifli okumalar dileriz🫶
***
~YİRMİ DOKUZ YIL ÖNCE~
Berivan Hanım eşi Azad Bey ile beraber geldikleri özel hastaneden çıkmışlardı.
Genç kadın 25 yaşındaydı, 6 yıllık evliydi. Eşiyle bir çocuklarının olmasını istiyorlardı ama lakin olmuyordu bir türlü. Denemedikleri doktor, gitmedikleri hastane, araştırmadıkları yer kalmamıştı. Her ümitsiz tepkide genç çiftin de umudu tükeniyor, ümitsizliğe kapılıyorlardı. Gittikleri her doktordan bebeğiniz olmayacak cevabını almak için gidiyorlardı sanki.
Eşinin seslenmesi ile bakışları kendisinin bu haline üzülen kocasına çevirdi. Gülümsemek istedi lakin içindeki yıpranmış bekleyiş buna engel oluyordu. Başını sallamak ile yetindi kocasına.
"Böyle yapma." Azad Bey'in tekrar konuşması ile yine bakışlarını kaldırdı. "Kaybetme ümidini. Elbet Allah nasip etmişse bizim de evladımız olur. Biz elimizden geleni yapıp araştırıyoruz zaten."
Azad Bey de zor durumdaydı. Karısı ile severek evlenmişlerdi. Bu yüzden canından çok sevdiği eşi kendisine bir evlat veremediği için kendini yıpratıyordu. Bu da Azad Bey'i fazasıyla üzüyordu.
Bunun dışında bir de aşiret vardı tabi. 6 yıldır çocuklarının olmaması aşiretin gözüne batmış, konuşmalar başlamıştı. Kulaktan kulağa diyerek başlayan konuşmaları artık tüm Mardin biliyordu.
Aşiret, olayı öğrendikten sonra Azad Bey'i çağırmış ve çocuk için sıkıştırmışlardı. Nerden öğrendiklerini bilmiyordu ama aşiretin büyükleri kendilerince kabahat olan kusurun Berivan Hanım'dan olduğunu öğrenmişlerdi. Bu yüzden çağırmış ve Azad Bey'e kuma almasını söylemişlerdi.
Hayır söylememişlerdi, buyur etmişlerdi. Ya kuma alırsın ya da aşiretimizi, çocuğu olmayan bir ağaya bırakmayız diye tehditte bulunmuşlardı.
Azad ise bu söylenen emirleri umursamamış hiddetle ayağa kalkmıştı. Karşısında kendisini tehdit eden kişilere tek tek bakıp "Kumayı unutun!" demişti hiddetle. "Karım bana evlat vermek zorunda değil. Ne de ben aşiret için kuma getirmek zorundayım!" Karşısında aralarında en büyük olan yaşlı adam tam konuşacaktı ki ona fırsat vermeden devam etti. "Aşiretin başından kovmakla mı tehdit ediyorsunuz? Buyrun gelin. Evim bellidir, yerim bellidir. Eğer aranızda kendine güvenip karşıma çıkacak, bana silah doğrultacak varsa gelsin."
Son sözleri bu olmuştu Azad Bey'in. Daha sonra arkasına bakmadan çıkmıştı toplandıkları evden. O, yanındaki kadının bakışına bile kıyamazken bir de üzerine kuma mı getirecekti? Ne hakla düşünürlerdi böyle bir şeyi? Ne hakla isterlerdi?
Bu olayın üzerinden günler geçmiş ve tekrar karısının ısrarı üzerine özel bir hastaneye gelmişlerdi. İstemiyordu Azad Bey. Gelen her cevap üzerine eşinin gözlerinin içindeki ışığın nasıl kaybolduğuna şahit oluyordu. Bunu görmek istemiyor, eşinin de yaşamasını istemiyordu.
Biliyordu ki kendisinden çok eşi üzülüyordu. O da her ne kadar baba olmak istese de Berivan Hanım'ın ki ağır basıyordu. O anne olmak istiyordu. Sevdiği adama bir evlat vermek istiyordu. Ama nasip olmamıştı.
Azad Bey karısını incitmeden elini tutmuş ve ilerideki arabaya doğru ilerletmişti. Arabanın önünde durup önce eşinin kapısını açmış, o oturup yerleşince de kendi tarafına geçip oturdu.
Berivan Hanım araba henüz çalışmamıştı ki eşine döndü. "Azad." Kocasının kendisine bakmasıyla devam etti. "Beni çarşıya bırakır mısın?"
Nedenini anlamadı Azad. Karısı her dışarıya çıktığında mutlaka üzülürdü, biliyordu. İnsanlar da artık çekinmeden konuşuyordu. Berivan her seferinde duyuyor ve biraz daha üzülüyordu. "Hayırdır Berivan? Bir şey lazımsa söyleriz evdekiler getirir." Karısına kıyamıyordu, gönlü el vermiyordu fütursuzca konuşan insanların arasına göndermeye.
Berivan başını olumsuz anlamda salladı. "Öylesine çıkmak istiyorum. Lazım olan bir şey yok."
Azad Bey daha fazla soru sormak istemedi. Zira karısı çok fazla ısrar etmezdi, uzun zaman sonra ısrar edince kırmadı. "Tamam" demiş bulundu. Kendisi yanında olacak, gerekirse konuşmaları önceden duyup kesecekti.
Daha fazla durmadılar. Araba çalışmış ve çok uzun sayılmayacak sürede çarşıya gelmişlerdi.
Müsait olan bir yerde durmuş ve beklemeden arabadan inmişlerdi. Azad Bey iner inmez karısının tarafına geçmiş ve her şeye rağmen o eli sıkıca tutmuştu. Ardından beraber ilerlemeye başladılar.
Azad Bey'in başı dikti. Sert maskesini takındı, içindeki hüznü ve çıkmazı o maskenin altına gizledi. Acımasız, korkusuz yönünü dışarıya yansıttı. Bu onun güçlü kalma yöntemiydi.
Berivan da aynı durumdaydı. Gülümsemeye çalıştı. Her seferinde bir çocuğunun olmayacağını yüzüne acımadan söylemelerine rağmen. Yüzüne eşsiz olan o gülümsemesini takındı.
Berivan yürüdüğü esnada birini gördü. Çok eskiye ait bir yüzdü ama hatırladı. Uzun yıllardır görüşmediği Sevcan'dı gördüğü yüz. Azad'ın elini bırakmadan Sevcan'ın yanına doğru ilerledi. Tam önünde durarak, "Sevcan." dedi.
Kendisi gibi genç olan Sevcan, başını kaldırıp seslenen kişiye baktı. O da aynı Berivan gibi aynı duyguları yaşadı. Başta tanıdık geldi ama sonra hatırladı. Karşısında kendisine bakan kadın çocukluğuydu. Buradan taşınmadan önce ayrılmadığı, her anı beraber geçirdiği arkadaşıydı.
"Berivan" dedi şaşkınlık karışımı bir ifade ile.
Azad ise yanlarında, olayı anlamaya çalışıyordu lakin araya girip de bölmek de istemiyordu.
Berivan, Sevcan ile ayak üstü konuşup sohbet etti bir süre. En kısa zamanda da buluşmaya söz verdiler. Berivan, günün başında yaşadığı hayal kırıklığını bir nebze unutmuş kendini daha iyi hissetmişti.
O günden sonra Berivan ve Sevcan sık sık görüşür oldular. Berivan'ın durumunu öğrenen Sevcan ise arkadaşının umudunu kaybetmemesi için elinden geleni yapıyordu. Bütün motivasyonunu sağlıyor en ufak ümitsizliğe düşmesini engelliyordu.
Günler geçtikçe Sevcan bir akrabasının yönlendirmesi ile Berivan' a hamile olabilmesi için duyduğu hastane ismini haber vermişti. Böylece Azad Bey ve eşi hazırlanmış ve en kısa sürede hastane için yola çıkmışlardı.
Berivan arkadaşının yönlendirmesinde bir sorun görmemişti. Zira Sevcan'ın yönlendirmesi ile gittikleri hastane kendilerine yıllar sonra güzel bir haber vermişlerdi.
Çocuk sahibi olabileceklerdi...
O günden sonra Sevcan yine aynı şekilde Berivan'ın yanında yerini almış elinden gelen desteği göstermişti.
Sonuç olarak zor da olsa hamile kalmıştı Berivan. Bir oğlan çocuğuna hamile kalmış ve konuşan herkesin ağzına bir fermuar çekmişti.
***
~ŞİMDİKİ ZAMAN~
Kulağımdaki telefondan gelen silah sesi ile çökmüştüm. Bu halimi farkeden diğerleri de panikle yanıma geldi.
"Ne oldu kızım? Ne Ömer'i? Ne oluyor?"
Yade Havin'in sorduklarını duyuyuordum ama sanki konuşma yetim alınmış gibi cevap veremiyordum, olduğum yerde donup kalmıştım.
"Kızım, Rojda." Bu sefer seslenen kişi Berivan Daye'ydi. Ellerini saçıma koyup okşuyor, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "Ne oldu?"
Kendime yavaşça gelip, "Ömer." diyebildim kısık bir ses ile. "Ömer." dedim ikinci kez. Bu sefer sesim daha yüksek çıkmış ve olduğum yerden hızlıca ayaklanmıştım.
"Azad Baba." dedim. Tam karşısında dolu gözlerimle durup, "Ömer... Ömer vuruldu... Telefonda silah sesi geldi... Cevap vermedi." dedim az önce duyduklarımı yansıtarak.
"Ne vurulması kızım? Ne silah sesi?" Berivan Daye'nin yanıma yaklaşıp şaşkınlık ile söylediklerine cevbım yoktu. Zira ben de ne olduğunu bilmiyor ve sadece duyduklarımı söylemiştim.
Daha yaşayacak çok şeyimiz, biriktireceğimiz çok anımız vardı. Hem ben ona sevgimi daha gösterememiştim ki.
"Ben gidiyorum." dedim ve diğerlerinin bir şey demesine müsaade etmeden salondan çıktım. Hava karanlıktı, esiyordu ama bunu umursamadım.
Hiçbir yere bakmadan direkt olarak konaktan çıktım. Kapıda gördüğüm bir adama seslenip arabaya bindim. O kişi de şoför koltuğuna geçince bekletmeden harekete geçtik.
Önce şirkete gidecektim. Orada olmazsa bile geçtiği yollara bakardık diye düşündüm. Ta ki elimde çalan telefona kadar. Arayan Raşit abiydi, Ömer'in sağ koluydu. Önceden numarasını Ömer vermişti kaydetmem için, belki bir gün lazım olur diye.
Böyle lazım olmasını istememiştim ama.
Bekletmeden telefonu hızla açtım. "Efendim abi."
Son hatırladığım buydu. Ne ara hangi hastane olduğunu sorup öğrendim ve ne ara şoför koltuğundaki adama oraya gitmemiz gerektiğini söyledim bilmiyorum.
Şu an ise araba hastanenin önünde durmuş ve ben hızla arabadan kendimi dışarıya atmıştım. Ardından koşar adımlar ile hastanenin içine girdim. Tam danışmana Ömer'in yerini soracaktım ki Raşit abinin "Yenge." diye yanıma gelmesi ile ona döndüm. "Ağam ameliyatta. Gel götüreyim seni" dedi.
Başımı sallayıp peşinden ilerlemeye başladım. Ameliyathanenin önüne geldiğimizde kimse yoktu. Raşit abi, diğerlerinin yolda olduğunu söyledi ve onları da karşılamak için tekrar yanımdan ayrıldı.
Neden ameliyattaydı Ömer? Ne olmuştu?
Üzerimde hem şaşkınlık hem de anlamaz bir hal vardı. Yavaş adımlar ile ilerledim ve duvara yaslandım. Gözlerim öyle boş bakıyordu ki kendimde olduğuma şüphe ettim bir an.
Başımı sağa sola salladım. Düşünmek istemiyordum. Ömer'e kötü bir şey olmuş gibi hareket etmek istemiyordum. Güçlü durmalıydım çünkü kocam o ameliyattan çıkacak ve beni görecekti. Karşısında çökmüş biri olarak çıkmak istemiyordum.
Bu yüzden derin nefesler aldım. Ama böyle yaparak hata etmiştim zira aldığım nefesler göğüs kafesimi sıkıştırıyor, nefesim bana batıyordu. Elim boynuma gitti. Bir elimle kendime hava yapmaya çalıştım. Öyle acı bir durumdaydım ki şu an, öleceğim sandım.
Öleceğim ve yok olacağım sandım.
Kocam içeride ameliyattaydı. Belki de ölüm kalım savaşı veriyordu, bilmiyordum. Bildiğim tek şey Ömer'in ne halde olduğunu bilmememdi. Nefesimi kesiyordu bu düşünce.
Gözümü kapattım. Takrar düşünceleri kovmaya çalıştım. Tam o anda sesler gelince mecbur gözlerimi açtım. Azad babalardı gelen. Onlar da ne olduğunu bilmiyorlar, bu afallamış yüzlerinden belli oluyordu.
Yaslandığım duvardan yavaşça ayrıldım. Bana doğru gelen Berivan Dâye'nin önüne geçip hızlıca sarıldım. "Dâyem." dedim aynı anda.
Bu sürede içimdeki sıkıntılar kendini gösterir gibi göz yaşlarım firar etmişti. Yanağımdaki ıslaklıklara hıçkırık seslerim de katılmıştı.
"Ağlama kızım." Berivan Dâye de beni sakinleştirmeye çalışıyordu ama o da zor durumdaydı, sesi çatallı çıkıyordu.
Biraz geri çekilip sarıldığım kadına baktım. "Dâye." dedim kelimeleri toparlamaya çalışarak. "Ömer içeride. Ne olmuş? Nasıl olmuş bilmiyorum."
"Öğreneceğiz kızım ama önce Ömer sağ salim çıksın."
"Çıksın Daye, çıksın." dedim ağlamaktan dolayı çatallaşan sesim ile. Berivan Daye geçip boş bir yere oturunca ben de hemen yanında yerimi aldım. Ellerini de birbirimizden güç almak istercesine sımsıkı tuttum.
Yade Havin ve Azad Baba da hemen karşımızda oturuyorlardı. Yade her ne kadar kendini tutmaya çalışsa da gözlerinde kendini belli eden ıslaklık onu ele veriyordu. Azad baba da ise her ne kadar iyi görünse de omuzları çökmüştü.
Bu aileyi ilk defa böyle darmadağın görüyordum. Gördüklerim de ister istemez üzüntüme üzüntü katıyordu.
Bir süre sonra ağlamam yerini artık iç çekişlerine bırakmıştı.
*
Yarım saat olacaktı neredeyse ama ne gelen bir doktor ne de giden bir hemşire vardı. Kimse Ömer hakkında haber vermeyince ben dahil burada bulunan herkes kötü oluyordu.
Bizden sonra Ömer'in yakın arkadaşları olan Faih ve Mert abi de gelmişti. Tabi onlar dışında aşiretten de duyanlar gelmişti. Nerden duyduklarına dair de hiçbir fikrim yoktu. Kötü haber tez yayılır diye de içimden düşündüm ve bu beni istemsizce düşürüyordu.
Elimde değildi. Düşünmek, kafamda kötü düşünceler oluşması elimde değildi. İstemsiz kendiliğinden oluyordu ve engelleyemiyordum.
Annemin omzuna başımı koyup ben de bir haber bekliyordum. Tabi babamlar da duymuş ve onlar da aceleyle soluğu burada, hastanede almışlardı.
Herkes bekleyiş içindeyken tam o anda ameliyathanenin kapısı açıldı ve kıyafetinden anladığımız kadarıyla bir hemşire çıktı. Belki Ömer'in ameliyatında bulunmuştur diye hızla ayağa kalktım ve gitmek üzere olan hemşirenin önünde durdum.
"Ömer nasıl? Ameliyatta mı hala? Son durumu ne?" diyerek aklıma gelen soruları hemşireye sordum.
"Ömer Bey'in ameliyatı devam ediyor, bunun dışında başka bilgi veremem maalesef."
Aydınlandık çok sağol demek istedim lakin durdurdum kendimi. Zira bana söyledikleri beni tatmin etmemişti ve bulunduğumuz an da söyleyeceğim şeye uygun değildi.
"Şimdi müsaadenizle." diyerek hızla yanımızdan ayrıldı.
Omuzlarım daha ne kadar çökecekti bilmiyorum ama son anarda olduğum kesindi. Bir yandan çaresiz bekleyiş, bir yandan saatin gece yarısını geçmesinden mütebelli üzerimde oluşan yorgunluk beni zorluyordu.
Ama ne olursa olsun yine direndim. Adımlarım tekrar anneme doğru ilerledi. Yanına oturdum ve tekrar sıcak göğsüne sokuldum.
"Rojda, güzelim." Fulya yengemin sesini işitmem ile başımı kaldırdım. Sağolsunlar onlar da abimle beraber gelmişlerdi. Elindeki suyu almam için uzattı.
"Sağol yengem." dedim ve uzattığı suyu daha fazla ısrar etmesine izin vermeden aldım. Yengem de başını önemli değil anlamında sallayıp abimin yanına geçti.
Ali abime baktığımda onun da gözlerinin bende olduğunu farkettim. Benim bu halime karşı geldiğinden beri gözlerini üzerimden ayırmıyordu. Kötü olmamı engellemek ister gibiydi.
Gülümsemeye çalıştım bana olan dikkatli bakışlarına karşılık. Benim tepkimle abimin de çatık kaşları yumuşadı ve aynı şekilde tebessüm edip göz kırptı hemen ardından.
*
Bir saati geçmiş artık iki saate doğru yol alıyorduk. Bu sürede çok şükür ameliyathane kapısı açılmış ve kapıda bir doktor görünmüştü.
Benim gibi doktoru farkeden diğerleri hemen ayaklanmışlardı. "Doktor." dedi Azad Baba. "Ömer nasıl? Cevap verin artık."
Karşımızdaki doktor önce derin bir nefes aldı.
Bu tepkisini kötü bir habere yormak istemiyordum lakin düşünceler bünyemi esir almış gibiydi.
"Ömer Bey hastaneye geldiğinde silah ile yaralanmış şekildeydi. Karın boşluğu ve karaciğerinden vurulmuş, iki kurşun da vücudundaydı."
Doktorun anlattıklarını dinlerken stresten kalbim göğüs kafesimi deşip geçecek gibi hissettim. Engel olmak ister gibi bir elim, kalbimin üzerinde yerini aldı. Heyecandan da olsa gerek nefes alışverişim hızlanmıştı.
"Kan kaybı da çoktu. Ama neyseki kan kaybını durdurmayı başardık. Kurşunlar her ne kadar bizi yorsa da çok şükür tehlikeli sonuca varmadan çıkardık. Şu an Ömer Bey'in durumu stabil."
Doktorun son söyledikleri yanan içime bir kova buz dökmek ile eş değerdi, fazlasıyla rahatlamış ve derin derin nefes almıştım.
Çok şükür dedim, çok şükür Allah'ım Ömer'i benden almayıp bana bağışladığın için.
Hepimiz derin bir nefes almıştık. Gülümseyerek hemen yanımda olan anneme sıkıca sarıldım. Ardından sırayla önce Berivan Daye'ye ve Yade Havin'e sarıldım.
Koridorda bekleyen aşirettekiler de mutlu olmuş ve aynı şekilde birbirlerine sarılmışlardı. Bu nedenle ortam aniden gürültülü oldu. Hemen ardından uyarı için gelen hemşire de bunu onaylar nitelikteydi.
Çok geçmeden Ömer normal odaya alınmıştı. Şimdi tek istediğim Ömer'i görüp sesini duymaktı.
Sevdiğim adam, gönlümün yarısından fazla yer kaplamış olan adamın bugün aniden ameliyata girdiğini öğrendim.
Bugün Ömer'in yaşadığı olaydan dolayı ölüm ile burun buruna gelmiştim ve evet her ne kadar o ameliyat yatağında yatan Ömer olsa da en az benim de bir parçam o yataktaydı. Ömer'e bir şey olsaydı yaşar mıydım bilemem. Yaşardım belki ama yaşayan ölü olarak. Çünkü Ömer kendini içime öyle bir işlemiş ki ben bırakmak istesem bile ruhum itiraz eder bu duruma
*
Ömer'in odaya alınması ile bir adam ellerinde çay tepsisi ile hepimizi çaylamıştı. Sanırım Ömer'in iyi olduğunu böyle kutluyorlardı, bilemedim.
Önünde durduğumuz odadan, ameliyata giren, adının Mahmut olduğunu öğrendiğimiz doktor çıkıp Ömer'in birazdan uyanacağını söylemişti. Yade ve Berivan Dâye Ömer henüz uyanmadan yanına girip çok kalamadan çıkmışlardı, sanırım kalırlarsa üzüntüleri dışa vururdu diye düşünmüşlerdi. En son da ben girmiştim tabi.
Kapıyı yavaşça açıp içeriye adımladım. Karşımda, sedyeye uzanan adamı görünce kalbim yine ilk günkü gibi heyecanla hızlandı. Şükür edercesine sol gözümden bir yaş aktı, yaşa tezat şekilde de dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.
Yavaş adımlarım en son sedyenin önünde durdu. Yaklaşıp gerçek olduğunu idrak etmek istercesine ellerim saçlarına değdi. Sakin şekilde saçlarında gezindi parmaklarım. Sedyeye dikkatle oturdum, ardından eğilip Ömer'in alnına, şükür edercesine bir öpücük bıraktım. Dudaklarım bu anın gerçek olduğunu anlaması için bir süre öyle kaldı.
Ardından geri çekildim. Ellerim, sağ tarafında oturduğumdan dolayı, sağ elini avucuma aldım. İki elim, Ömer'in elini ancak kavrıyordu. Bu hali bile mutluluğuma mutluluk kattı. Ellerinden ayırdığım bakışlarımı bu sefer yüzüne çıkardım. İzledim, sanki benden alınacak, doyasıya bakamayacakmışım gibi izledim.
Kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Tuttuğum elini hafifçe kaldırıp elinin tersine öpücük bıraktım. "Şükürler olsun Allah'ım." dedim dışımdan. Ne diyebilirdim ki şükürden başka. Ardından tekrar bir öpücük bıraktım elinin tersine.
Henüz başımı kaldırmamıştım ki, "Yavrum." diye boğuk çıkan sesini duydum.
Gözlerim parladı duyduğum ses ile. Bakışlarım hızla Ömer'e döndü. Gözleri açık ama zorlandığından olsa gerek kısıktı. Baygın bakışları da gözlerinin zorla açık tuttuğunu belli ediyordu.
"Ömer." dedim heyecanla. "Uyandın. Şükürler olsun."
"Beni bu kadar özleyip, uyandığıma şükür etmen hoşuma gider yalnız." Her ne kadar zorla konuşsa da araya îmalarını sıkıştırmayı ihmal etmiyordu.1
Ne yalan söyleyeyim henüz yirmi dört saat olmasa da îmalarını bile özlemiştim.
"Özledim." dedim gülümseyerek. "Kocamsın, nasıl özlemeyeceğim."
Boğuk ve kısık bir gülme sesi işittim kendisinden. "Böyle açık sözlü olman hoşuma gitmeye başladı." yaptığı itiraf gülmeme sebep olmuştu ama bir şey demedim.
Daha çok konuşmak isterdim lakin, Ömer konuşurken bile gözleri kayıyordu. Daha fazla yormak istemediğim için de yavaşça sedyeden kalktım. Tabi Ömer anında "Nereye?" diye sordu yorgun çıkan sesi ile.
"Buradayım." dedim, yandaki çift kişilik koltuğu işaret ederken. Berivan Dâye, Ömer'in yanında kendisindense benim kalmamı tercih etmişti. Her ne kadar annesi olsa da karısının yanında daha rahat olur diye bana öncülük tanımıştı. Ben de seve seve kabul etmiştim.
"Olmaz öyle." dedi kapalı gözlerinin ardından.
"Olur Ömer, olur." dedim saçlarını okşarken. "Hem yorgunsun, yat dinlen sen."
"Yanımda yat bari." diye bir teklif sundu bu sefer de. Gözlerini açmış bana, gözlerimin içine lütfen dercesine bakıyordu.
Başka bir şeyden dolayı burada yatıyor olsaydı teklifini reddetmez anında sıcak kolları arasına girerdim. Ama maalesef olduğumuz durum, bu teklifi kabul etmem için normal değildi.
Zor da olsa Ömer'i ikna etmiştim. Hem yarası vardı. Nasıl yanında rahatça yatardım? Bir şey olacak korkusundan gözümü bile kırpmazdım ki. O yüzden Ömer zaten yorgun olduğu için daha fazla benimle münakaşaya girmeden uykuya teslim oldu. Ben de koltuğa geçip oturdum. Yattım mı bilemem ama gözümü kırpmadan Ömer'i izledim tüm gece boyunca. Belki ağrısı olur, bir şeye ihtiyacı olur diye gözümü bile kırpmaktan korktum.
***
Nasıl buldunuz bölümü efendim? Yorumları şöyle alalım👉1
Sevcan olayını da anlamışsınızdır umarım.
Normalde daha da dramatize ederdim de neyse, hadi yine iyisiniz. Berdel'de olsaydık yapardım ama zira bilen ne demek istediğimi anlar😉
Oy verdiğiniz için ve yaptığınız yorumlar için teşekkür ediyorum, seviliyorsunuz 🫶
Okur Yorumları | Yorum Ekle |