Oy vermeyi ve satır aralarına yorum yapmayı unutmayın efendim, keyifli okumalar dileriz 🫶
***
Güne boynumun ağrısı ile başlamıştım. Ellerim enseme giderken gözlerimi yavaşça araladım. Dün Ömer'e bakarken uyuya kalmıştım büyük ihtimalle. Ağrıdan dolayı çatılmış kaşlarım ile Ömer'e baktım. Henüz uyanmamıştı ya da uyanmıştı ama ben fark etmemiştim. Yarı uyur pozisyonumu doğrultup ayaklandım.
Adımlarım Ömer'in yatağına doğru ilerledi. Ona bakarken iç çekmeden duramadım. Vurulmuş, hastaneye kaldırılmıştı ama neden olduğunu bilmiyordum. Anlam da veremiyordum. Ömer uyandığı zaman, daha iyi olduğu zaman soracaktım ne olduğunu.2
Sağ elini dikkatlice tutup yatağına oturdum. İki elim sağ elini, rahatlamak ister gibi sıkıca tutmuş, yavaş hareketler ile okşuyordu. Dünkü halim, olanlar aklıma geldikçe sanki biri göğsümü tutup parçalıyor gibi hissediyorum. Yaşadığımız o an hızlı olduğu kadar bizi yıpratan bir andı.
Ömer'e yeni kavuşmuşken ayrılacağımızı düşündüm. En önemlisi onu bir daha göremeyecek, sesini duyamayacağımı sandım. Dünün etkisinden olsa gerek kalbim hâlâ ağrıyordu.
Ömer'in sesini duymam ile düşünceleri kafamdan kovup kendisine döndüm. Ardından derin bir nefes alamadan edemedim. "Ömer." dedim yaklaşıp elimi yanağına koyarak. "Bir şey mi istiyorsun? Ne lazım? Söyle." diyerek sorularımı arka arkaya sıraladım.
Başını hafifçe elime doğru yasladı ardından suratıma dikkatle bakıp kaşları çatılır vaziyete döndü. "Ağlamışsın. Niye ağladın?" diye sordu yüzümü incelerken.
Ömer'in söylediğiyle benim de kaşlarım çatıldı çünkü ağladığımı hatırlamıyordum. "Ne ağlaması?" diye sordum o yüzden.
"Gözlerin dolmuş, akmaya hazır bir şekilde duruyor." diyerek kaşları ile gözlerimi işaret eder gibi hareket yaptı.
Ellerim söylediği ile gözlerimi buldu. Elime değen ıslaklık da Ömer'in haklı olduğunu gösteriyordu. Az önce aklıma gelen düşüncelerden istemsiz şekilde olmuştu büyük ihtimalle. Gözlerimdeki akmaya meyilli olan yaşları silip bakışlarımı tekrar Ömer'e çevirdim. Benden bir cevap bekler gibi bakıyordu ama verecek cevabım yoktu. Omuzlarımı kaldırıp indirmek ile yetindim o yüzden.
"Yapma kurban olayım." söylediğine anlam veremediğim için bakmak ile yetindim. "Ben bu haldeyken ağlama, silemiyorum göz yaşını."
Burnumu çekip tekrar eline sıkı sıkı sarıldım. "Elimde değil ki." dedim kısık çıkan sesim ile. "Bir anda oluyor."
"Dolmasın yavrum." gözlerimin içine, sanki ağlayıp ağlamadığımı anlayacakmış gibi bakmaya devam etti. "Hele düşünüp de kendini bu hale hiç sokma."
"Tamam." dedim derin bir nefes alarak. Ardından elinin tersine ve avuç içine bir öpücük bıraktım. "İyiyim, tamam." diyerek Ömer'e baktım tekrar.
"Yaralısın, nasıl geleyim?" diye sordum. Vücudundan iki kurşun çıkarılmıştı, aynı şekilde şu an bir monitöre, kablolar ile bağlıydı.
"Sol yanım da sen tarafından yaralı zaten bir şey olmaz, gel sen."2
Söyledikleri sırıtmama sebebiyet verdi. İçimde kendi kendime yaşayıp üzüldüklerimi yaralı olmasına rağmen yine o toparlayıp yüzümü güldürüyordu.
Bu adama şükretmeyip de ne yapacaktım.
"Ömer." dedim hayranlık bulunduran ses tonum ile.
"Söyle Ömer sana kurban olsun." dedi, gülerken kısılmış gözleriyle.
"Çok seviyorum, kalbimin sol yanı." Ardından Ömer'in isteği üzerine kendisine biraz daha yaklaştım.
Yaklaşmam ile elini kaldırıp yanağıma yerleştirdi. Daha sonra kendisine biraz daha yaklaştırıp alnıma sıcak dudaklarına bastırdı. Hissettiğim sıcaklık ile gözlerim huzurla kapandı. "İşte şimdi hızla iyileşirim." dedi geri çekilirken, ben de böylelikle kapanan gözlerimi açıp, bana bakan adama baktım. "İlacımı aldım." diyerek de göz kırptı.
Tam ben de bir şey söyleyecektim ki bir anda kapı çalınınca aklım gittiği için irkilmeden duramadım. Zira hastanede olduğumuzu unutmuştum. Çalan kapının ardından ben ayaklanmıştım ve gir diyerek de kapıdaki kişinin içeri girmesini sağlamıştık.
Gelen kişi Ömer'in dün ameliyatına giren doktoruydu, yanında da bir hemşire vardı. "Geçmiş olsun öncelikle." diyerek Mahmut Bey önce bana ardından da bakışları tam anlamıyla Ömer'e döndü. Mahmut Bey bizimle ilgilenirken yanında gelen hemşire de yaklaşıp Ömer'in serumuna ve monitöre bakıp sorun var mı diye kontrol etti.
Ömer, "Eyvallah Mahmut Bey." diyerek karşılık verdi. Bu sırada yanına yaklaşan hemşireyi farketmiş ve bana da bi bakış atmayı ihmal etmedi.
Tamam sevdiklerimi kıskanırdım da o kadar da abartmam ya. Ne olmuş vücudundaki kabloları düzeltirken eli Ömer'in karın kaslarına değiyorsa?2
İdrak etiğim ile kaşlarım çatılmış bir şekilde hızla kıza takıldı. Bilerek yapmıyordur inşallah derken gayet de bilerek yaptığını gördüm. Dişlerimi sıkıp tam sesleniyordum ki benden önce Ömer konuştu.
"Bacım." dedi hemşireye ithafen. Hemşirenin gülen bakışları Ömer'e dönünce devam etti. "Biraz temazsız mı yapsan işini?"4
Hemşirenin kaşları çatıldı Ömer'in söyledikleri ile. "Peki Ömer Bey." dedi yarım ağız.
Ben de memnuniyetle Ömer'e biraz daha yaklaştım. Hemşireye de yalandan gülümsemeyi ihmal etmedim.
Bu sırada gelen öksürük sesi ile odağımız Mahmut Bey oldu. Bizim kendisine bakmamz ile konuya direkt olarak giriş yaptı. "Her ne kadar ameliyattan çıkmış olsanız da biz yine takipte olacağız." Ömer'in bağlı olduğu monitörü işaret edip konuşmasına devam etti. "48 saat boyunca sizi aç bırakacağız." söyledikleri ile nedenini anlamadığım için kaşlarım çatıldı. "İç kanama olma riskine bakacağız." dediğinde anladım şeklinde başımı salladım. "48 saat sona sıvı gıdaları tüketebilecek. Meyve suyu, yoğurt tarzı. Bir hafta böyle geçecek. Ardından bir sorun çıkmadığı taktirde normal yeme düzenine hafif yemekler ile başlayabilecek." diyerek devam ettirdi konuşmasını.
Söylediklerini kaçırmamak için pür dikkat doktora odaklandım. Unutmamak için de dediklerini içimde tekrarladım. Mahmut Bey söylemesi gerekenleri söyleyip yanında getirdiği hemşireyle birlikte tekrar geçmiş olsun diyerek odadan ayrıldı. Böylece ben de tekrar Ömer'in yanına adımladım. Gözlerim bir monitöre bir Ömer arasında gidip geliyordu.
"Yavrum, çok bakma öyle de gel yanıma otur."
Ömer'in sesi ile kendime gelip dediği gibi geçip yanına oturdum. Yine gözüm oraya kaydı ki Ömer, elini çeneme koyup kendine çevirdi başımı. Ne yapayım? Merak ediyordum. İç kanama olursa nerden anlarım diye bakmak suç mu ki? Hem ben Ömer'e bir şey olmasın istiyorum. Engelleyeceğim bir şey olursa da bilip ona göre hazırlanmak istiyorum.
"Ben iyiyim." diyerek bir gerçeği bana hatırlatmak istercesine gözlerime baktı. "Düşünüp canımın canını sıkma."
Çenemdeki elini indirip avuçlarım arasına aldım. "Düşünmemeye çalışacağım." dedim, aynı zamanda tasdiklemek için de başımı salladım. Daha sonra konuyu değiştirmek için, "Aferin." dedim. Ne için olduğuna anlam veremediği için çatılmış kaşları ile bana bakıyordu. "Hemşireye bacım diyerek kendinden uzaklaştırmana diyorum kocacığım." diyerek gülümsedim.1
Kaşları keyifle havalandı. "Evli bir adamım ne de olsa. Vücuduma karımdan başka kimse dokunamaz." dedi göz kırparak.1
"Söylediklerini beğendim. Eğer değerse de bir daha o elin bana değemez zaten." diyerek tatlı bir şekilde sırıttım ben de.
Tabi söylediğim ile Ömer'in öksürük krizine girmesini beklemiyordum. Yaralı da olduğu için panikle ayağa kalktım."Ömer." dedim telaşlı çıkan sesim ile. Yarası olduğu için de kaldırıp sırtına da vuramıyordum. Kal geldi sanki o an bana. "İyi misin?" diye sordum öksürüğü azalırken. Su ihtiyacını da şu anlık damar yolu ile verdikleri için kalkıp su da veremiyordum ki.1
"Yavrum." dedi derin nefes almaya çalışırken. Ben panikli halimle onu dinlerken devam etti konuşmasına. "Ne dediğini duyuyor musun acaba? Mezara girmeden üstüme toprak atmak ile eş değer bu söylediğin."
"O ne biçim söz öyle." dedim kaşlarımı çatıp tekrar eski yerime geçip oturunca.
"Valla öyle yavrum. Sana dokunamzmışım falan. Ölsem bırakmam bir kere seni."
Arlanmaz bir insan olduğum için, "Öyle bir kere. Başkasına dokunursan bana dokunamazsın. Yalan söyleyemem ben." dedim.
"Bak hâlâ ne diyorsun." dedi. Ardından elimi tutup kendine yaklaştırdı. Avuç içime derin bir öpücük bıraktı. "Senin kokuna, tenine müebbet yiyen kocana söylediğin oldu mu hiç."1
Eridik tabi o yüzden yelkenler anında suya düştü. Sıcak gülümsememi Ömer'e sunmadan edemedim.
"Zaten bir tek ben tarafından müebbet yiyebilirsin kocacığım." dedim tek kaşımı kaldırarak.
"Öyle diyorsan öyledir zaten karıcığım."
"Öyle diyorum." dedim ve Ömer'in elini bırakıp ayağa kalktım. Bana anlamaz gözler ile bakarken, "Dinlenmen gerekiyor, uyu biraz." diyerek açıklama yaptım.
Söylediğine gülümseyip başımı salladım. "Ömer." dedim gülmeyi bırakıp. "Vücudun için gerçekten dinlenmen gerekiyor."
Derin bir nefes alıp verdi. "Tamam, demedim bir şey."
Ardından o gözlerini kapatınca ben de geçip köşedeki koltuğa oturdum. Bu sırada rahat bir nefes almayı ihmal etmedim. Şükürler olsun şu an her şey iyi görünüyordu. Başımı koltuğun arka kısmına yaslayıp bakışlarımı uyuyan kocama çevirdim. Şu an karşımda böyle uyuyor ve onu izleyebiliyordum ya içimde anlatılmaz bir huzur oluştu.
*
Ne kadar öyle kaldım bilmiyorum ama kapı çalınıp hemen üzerine de hızla açılınca ödüm koptu. Hızla ayağa kalkıp gelene baktım. Önde Mert abi hemen arkasından da Fatih abi girdi.
İçeri girdikleri gibi Fatih abi, Mert'in ensesine vurdu. Ardından da dişlerinin arasından. "Adamın evli olduğunu unuttun herhalde. Bi bekle de gel desinler." dedi. Ardından da bana dönüp gülümseyerek, "Afedersin yenge. Korkuttuk gibi seni de. Alışkanlık." diyerek Mert'in sırtına yandan bir tane daha vurdu.
"Al." diyerek Mert konuştu bu sefer. "Al vücudumu sök götür." Fatih'e ithafen konuştuğunu anlayınca olduğum yerde onları dinlemeye devam ettim. "Sen de rahatla ben de rahatlayayım artık."3
"Alacağım ben senin vücudunu merak etme. Çok da güzel kullanacağım senin o vücudunu."
"Ne biçim konuşuyorsunuz lan karımın yanında?"2
Ömer'in araya girip konuşması ile hepimizin bakışları o yana döndü. Tabi ben hemen yanına ilerledim. Uyudu mu bilinmez ama gözleri uykudan yeni uyanmış ya da uykuya yeni dalacak gibiydi.
"Günaydın canım kardeşim." diyerek Mert elini iki yana açıp yaklaştı. "Seni kapıda beklemekten ağaç olduk. Dayanamayıp içeriye girdik.Neyseki şükür uyandın."
Fatih abi, "Adam yaralı. Sakın sarılmaya kalkma!" diyerek Mert abinin arkadan havada olan elini tuttu. Böylece Mert abinin, havada olan adımı durdu ve aynı saniyede de geri çekildi.
"Bence de sarılma kardeşim." diyerek Ömer de Fatih'i onayladı.
Mert abi, "İyi tamam." diyerek Fatih abinin kolları arasından kurtuldu. "Sen kaybedersin." dedi ve tek kaşını da sen bilirsin dercesine kaldırdı.
Ömer de bu sırada sabır çekip gözlerini kapattı. Ben ise onların bu hallerini gülümseyerek izledim. Aralarındaki bağ, arkadaşlık, dostuk her ne ise çok güzeldi. Kim ne derse kırılmıyorlar, aldırış etmiyorlardı ve şakaya vurarak olayı keyifli hale getiriyorlardı. Cidden izlemek bile keyifliydi.
"Onu bunu bırakın da hele." diyerek bu sefer de Fatih abi konuştu. "Geçmiş olsun kardeşim."
Ömer de "Eyvallah Fatih." dedi gülümseyerek.
"Geçmiş olsun Boran Kardeş."2
Mert abinin dediği ile ben dahil diğerleri de gülmüştü. Bir anda ciddi ciddi böyle söyleyince komik oluyordu ne yapalım?
Daha sonra onlar otururken ben de telefonumu elime alıp kapıya çıktım. Annemler aramıştı, büyük ihtimalle Ömer'in durumunu merak ediyorlardı. Telefonu açıp annemin numarasının üzerine bastım. Çok geçmeden de telefon açıldı.
Annemi beklerken, "Abla." diyen Meryem ile karşılaştım.
"Ablacım." dedim boş bir yere geçip otururken. "Anne nerde?"
"Mutfağı topluyor. Telefon bendeydi."
"Telefonu anneme ver bakayım o zaman."
Meryem tamam diyerek kısa süre içinde telefonu anneme götürmüştü. "Kızım, Ömer oğlum nasıl?" diye hızla konuya giriş yaptı annem.
Gülümsedim bu panik haline karşı. Zira Ömer'i oğulları gibi görüp bu kadar değer vermeleri hoşuma gidiyordu. "İyi anne, merak etme." dedim telaş yapmaması için.
"Oh." diye bi rahatlama sesi işittim. "Yanındaysa ver de konuşam. Konuşmak yasak değil değil mi?"
"Arkadaşları geldi, onlar içeride ben de kapıdayım. Sonra konuşursunuz, olur mu?"
"Tamam kızım" dedi. "O zaman sonra konuşuruz. Dikkat edin, bir şey olursa bizi habersiz bırakmayın tamam mı?"
"Tamam anne, görüşürüz. Selam söyle." diyerek telefon görüşmesini sonşandırdım ve ayaklanıp tekrar Ömer'in kaldığı odaya ilerledim.
*
Gelirken her ne kadar tedirgin olsam da kafenin önünde gördüğüm yüz ile içim rahatlamış ve gülümsemiştim. Yaklaşır yaklaşmaz o da beni farkedip mutlulukla gülümsemişti. "Hoşgeldin güzelim." diyerek de beni sıkıca kollarının arasına aldı.
"Hoş buldum." dedim sıcak karşılamasına karşılık vererek. "İnşallah çok bekletmedim." derken de geri çekildim.
"Merak etme." dedi önüme gelen saçımı geriye atarken. "Geç kalmadın."
Söylediğini kendisine geç kalmadım şeklinde anlamamak için zor tuttum ama öyle anladım gitti. Sonuçta bana böyle derin derin bakarken kafeye, onu burda fazla bekletmediğini söylediğini anlayamazdım ya.
"İyi o zaman, hadi içeriye geçelim."
Söylediğim ile elimi avucunun içine hapsedip ilerlemeye başladı. Kafeye girdiğimiz gibi Eren bekletmeden bizi boş olan bir masaya ilerletti. Benim oturmam için sandalyemi çekince ona vay be dercesine bi bakış attım. O da bana tabi ne sandın bakışı atınca gülerek geçip oturdum. Benim oturmam ile Eren de geçip karşımdaki yerini aldı.
Bizim oturmamız ile bir garson gelip siparişlerimizi aldı. Yemek yemek için uzun bir vaktimiz olmadığı için ben, bir kahve ve çikolatalı pasta istedim. Kürt de olsan kahvesiz duramıyorsun işte. Eren de benim tersime çay ve şerbetli bir tatlı istemişti.
Siparişler alındıktan sonra biz de baş başa kaldık. "Ee Eren'cim." diyerek söze girdim. Bana ne oldu anlamında göz kırpınca devam ettim. "Sebebi ziyaretinizi neye borçluyuz?"
"Sevgilime olan özlemime borçluyuz, uygun mudur?"
Gülerek başımı salladım. "Çok uygundur canım." dedim keyifle.
Aslında aklımızda buluşmak gibi bir plan yoktu. Aniden gelişmişti olay. Eren ile telefonda mesajlaşırken doğru düzgün vakit geçiremediğimizden yakınmıştık. Sonra aniden Eren böyle buluşalım deyince kabul etmiştim. Zira gerçekten de doğru düzgün buluşamıyorduk.
"Annenin, abilerinin haberi var mı dışarı çıktığından? Sonra bir sorun çıkmasın."
"Merak etme." dedim uzanıp elini tutarken. "Sorun çıkacak bir şey olmaz. Haberleri var."
Annem yine konuşmuştu dışarı çıktığım için, moralimi bozmuştu yalan yok ama Miran abim evde olduğu için anneme 'Bırak kız biraz nefes alsın' diyerek beni anamın elinden kurtarmıştı sağ olsun.
Gerçi belli edemese de, bana ne kadar değer verdiğini, beni ne kadar önemsediğini görüyordum. Sanırım evde beni önemseyen tek insandı Miran abim.
Babam kendi halinde, evde olduğu zaman bana dokanmayan yılan bin yaşar şeklindeydi. Bir elinde telefonu, diğer elinde de kumandası mutlu mesut kanepesinde uzanıyordu genel olarak.
Yusuf abim ise beni sinir hastası etmek için önceden doğmuş sanki. İşi gücü beni delirtmek. Bir insan yanındaki bir eşyayı eline vermek için yan odadan birini çağırır mı ya? Gram düşünme yetisi yok diye düşünmüyor değilim bazen.
Annem zaten tam bir kıyaslama uzmanı. İşi gücü beni gördüğü insanlar ile kıyaslamak zaten. Ne de yapsam asla yaranamıyorum, zira bu düşünceyi bana uygulatıyor. Zaten beni en son Rojda ile kıyaslaması, o ağa ile evleniyor deyip arkadaşımda bulunduğu itham beni ağır yaralayan bir olaydı.
Biz Rojda ile aynı köyde doğup büyüdük. Ne zaman çok yakın olduk bilmiyorum zira gözümü açar açmaz onunlaydım diyebilirdim. Benim tersime çok açık sözlü veya atılgan bir yapısı yok. Utangaç, kendini savunmaktan bile çekiniyor bazen. Bu yüzden ona da çok kızıyordum ama Gül'ü yolup konaktan attığını anlatınca söylediklerimin işe yaradığını gördüm ya da kocasının yanında güç buluyor, bilmiyordum. Ama her ne olmuşsa çok iyi olmuş bu da bir gerçek.
Önümüze koydukları siparişler ile ben kahvemden hemen bir yudum aldım. Soğumuş kahveyi asla içemezdim, Eren de benim gibi çayından bir büyük yudum aldı. Şu an bile ne kadar zıt olduğumuz görünüyordu. Ama zıt kutuplar birbirini çeker diyor ve Eren'e biraz daha çekiliyordum.
Bence hayatın da kanunu budur. Kendinde olmayan özellikler karşı tarafında olunca ister istemez ona çekiliyorsun. Tamamlanıyoruz da denebilir tabi.
"Eren." dedim bana odaklanması için. "Hazır böyle buluşmuşken birbirimizi tanısak, daha iyi tanısak yani." Sonuçta ben ona hep abi gözü ile bakmıştım, hiç böyle bir ilişki yaşayacağımızı da tahmin etmiyordum açıkçası. Beklemediğim bir durumdu.
"Tanıyalım güzelim." diyerek ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "En sevdiğin yemek, tatlı, renk ne?"
Arka arkaya sıraladığı sorulara tebessüm ile baktım. Tanışalım derken bundan bahsetmemiştim ama olsun, yine de bozmadım. "En sevdiğim yemek tavuk kızartması. En sevdiğim tatlı, çikolatalı olan her şey. En sevdiğim renk, siyah." diyerek sorularına cevap verdim.
"Tavuk kızartması, çikolatalı her şey ve siyah." diyerek söylediklerimi başını sallayarak tekrarladı.
"Senin peki?" diye sordum bana sorduklarını kast ederek.
"En sevdiğim yemek, içli köfte. En sevdiğim tatlı, baklava tabiki, ve en sevdiğim renk yeşil ama senin göz rengin olan yeşil." dedi gözlerime anlamlı şekilde bakarak.
Kaşlarım havalanmıştı son söylediğiyle. Bunu da tıpkı şu anki ilişkimiz gibi beklemiyordum. Zira bugüne kadar kimse en sevdiği rengin benim göz rengim olduğunu söylememişti.
"Teşekkür ederim." dedim. Dilimden dökülen, içimdeki memnuniyetdi.
"Ne için?" diye sordu çatılmış kaşlarıyla.
"Öylesine, içimden geldi." dedim.
Söylediğime inanmamış gibiydi ama söylemek istemediğimi anlamış olacak ki üstelemedi ve başını sallamak ile yetindi. "Ben varım artık yanında, canını sıkma." demeyi eksik etmemişti ama, ardından yaklaşıp elini yanağıma yerleştirdi. Memnuniyetle yanağımı, eline yasladım
"Biliyorum." dedim başım ile onaylayarak.
Bir süre sonra benim kahvem, Eren'in de çayı bitince birer çay daha istedik. "Asuman, güzelim." Eren'in bana ciddi şekilde bakması ile anlamsız bir ciddiyet beni de sardı.
"Sana bir şey söyleyeceğim? Ama dinle beni önce tamam mı?"
"Tamam." dedim hemen devam etmesini istercesine.
"Ben diyorum ki bizi... ailelerimize söylesek. İşleri ciddiye bindirsek?" Tam cevap verecektim ki bekletmeden devam etti. "Hem iki taraf bilse hem biz rahat oluruz hem de onların içleri rahat olur."
"Eren." diyerek duraksadım, söyleyeceklerimi toparlamak için kendime zaman tanıdım da denebilirdi. "Ben bilmiyorum... yani böyle daha yeni başlamışken.. birbirimizi yeni tanımaya başlamışken... hemen söylemek nasıl olur ki?" kesik kesik konuşmamı bitirip Eren'e, tepkisine bakmak için döndüm.
Bu benim hemen evet diyeceğim bir şey değildi. İçimdeki korkumdan dolayı, güvensizlik duygumdan dolayı, neyin nasıl olacağını bilememden dolayı içimde oluşan panik duygusundan dolayı... En çok da annemin vereceği tepkiden dolayı. Bunlar belki benim dışımdakiler için bir neden ya da sorun değil ama ben bunları göz önünde bulundurmadan duramıyorum. Korkuyorum ve bu korku beni bu düşüncelere itiyor.
Eren söylediklerime bir cevap vermedi ama yüzündeki haklılık payı olduğu, hayal kırıklığı her şeyi anlatıyordu. Ben konuşuncaya kadar beni sessizce dinledi. En sonunda da başını ağırca salladı öyle olsun dercesine.
Bu hareketi ile içim cız etti ama aksi bir tepki de veremedim öylece gözlerinin içine, beni anlamasını umut ederek baktım.
"Tamam." dedi sonunda konuşarak. "Güvenmiyorsun bana, bize." hayır dercesine başımı sağa sola salladım. "Ben senin için, rahat ol diye önden herkese söyleyelim istiyorum ki sonra adın köyde çıkmasın. Üzülme, ailen de başını eğmesin diye. Ama sen olmaz diyorsun. Peki istediğin gibi olsun, kimse bilmesin."
"Eren." dedim beni yanlış anladığını belirterek. "Onun için demedim ben. Elbette sana güveniyorum ama ailemdekilerin tepkisini kestiremiyorum, o yüzden korkuyorum." içimdekileri ona şeffafça belli ettim. Beni anlamasını ümit ederek.
"Anladım zaten ben seni." diyerek tekrar başını ağırca salladı. "O zaman ailenin tepkisi içine sinince konuşuruz. Sonra maazallah yanlış anlarlar seni." ben söylediklerine şaşkınca bakarken o son kez konuştu. "Gidelim o zaman." dedi ve ayağa kalktı.
Üzerindeki hayal kırıklığını anlıyordum ama onun da beni anlaması lazımdı. Evde benim ne yaşadığımı bilmiyordu. Özellikle annemin bana sürekli dediklerini. Ya da Rojda'ya, kız kardeşine bulunduğu ithamı bilmiyordu. Bunları açık edip de daha fazla sinirlendirmek istemiyordum ki. Şu an belki anlamıyor ama anlayacaktı elbet bir gün. Tek temennimin o gün geldiğinde ikimiz için de geç olmasındı.
*
"Yavrum. Tamam değil misin artık? Şuradan çıkalım yoksa bana fenalık yüklenecek, elimden bir kaza çıkacak valla."
"Ömer." dedim hazırladığım çantayı kapatıp. "Susar mısın artık? Gideceğiz birazdan. Hem yaralısın, ne yapabilirsin Allah aşkına?"
"Biraz daha kalırsak ne yapacağımı göstereceğim." dedi bezmişlikle. "Gidelim, Allah için gidelim zaten." diye de devam etti. Söylediği ile derin bir nefes alıp başımı sallamak ile yetindim, ardından işime geri döndüm.
Bugün, 48 saat dolunca, doktorumuz Mahut bey son kontrolleri de yapıp bir şey olmadığına kanaat getirince taburcu işlemlerini yaptık. İki gündür de Ömer alışık değilim böyle uzanıp, boş boş durmaya diyerek huysuzlanıyordu. Ben ise sessizce ve sabırla şikayetlerini dinliyordum.1
"Tamam çıkabiliriz artık." diyerek çantayı elime alıp Ömer'in kalkmasına yardımcı olmak için yanına yaklaştım. "Kalkabilirsin Ömer'cim."
Ben kalkmasını beklerken o "Raşit!" diye sert sesi ile bağırdı. Bu adamın ani çıkışları bazen beni korkutmuyor değildi. Ömer'in bağırması ile kapı çalınıp hızla açılmıştı. Raşit abinin yanında Mert ve Fatih abi de vardı. Onlar panikle bakarken, Ömer "Şu çantayı al, önden ilerle." dedi Raşit abiye ithafen.
Raşit abinin ve diğerlerinin panikli ifadeleri rahatlamış yerini normal bakışlara çevrilmişti. Gerçi kim olsa Ömer'in o bağırmasına panikle karşılık verirdi. Raşit abi yaklaşıp elimdeki çantayı alıp odadan çıktı.
"Niye bir şey olmuş gibi bağırıyorsun oğlum?!" diye sordu Fatih abi yaklaşırken.
Ömer sorusuna bir cevap vermek yerine "Boşver benim bağırmamı da hele gel de yardım et bana, ayağa kalkayım." dedi. Ardından bir yanına Fatih bir yanına da Mert abi geçti ve Ömer'i dikkatlice kaldırdılar.
"Yenge sen önden çık istersen, biz arkadan gelelim." Mert abinin söylediği ile ben önden onlar da hemen arkamdan çıktılar.
Arabanın önüne geldiğimizde Raşit abinin bizim için kapımızı açıp beklediğini gördük. Ömer, arkadaşlarının yardımıyla arka koltuğa dikkatlice oturunca ben de beklemeden yanına geçip oturdum. Bizim yerleşmemizle Raşit abi kapımızı kapatıp şoför koltuğundaki yerini aldı.
Raşit abinin sorusu ile Ömer derin bir nefes alıp gözlerini yumdu. "Allah'm sabır." dedi gözlerini tekrar açarken. "Bir işin mi var Raşit? Birini mi bekliyoruz?" diyerek Raşit abiye dikiz aynasından ters ters bakıp soru sordu. "Raşit! Sürsene lan şu arabayı! Bir de dinliyor te Allah'ım ya." diye yükseldi bu sefer. Bünyem Ömer'in ani çıkışlarına önlem almış gibi bu sefer irkilmedim çok şükür.
Raşit abi de hızla "Tamam ağam." diyerek arabayı çalıştırdı.
"Ömer." dedim dişlerimin arasından Ömer'e yandan bir bakış atarak. "Biraz sakin mi olsan?" diyerek yalandan bir gülüş atıp tekrar önüme döndüm.
Bu iki gündür net anladığım bir şey vardı ki o da Ömer'in aç olduğu zaman ve hasta olduğu zaman fazlasıyla, üst düzey seviyede hatta bir huysuzluğa sahip olmasıydı. Ve öğrendiğim bilgiyle ömrüm boyunca ne Ömer'i aç bırakmak ne de hasta olmasına sebebiyet verecektim. Aman Allah korusun diyordum.
Yol boyunca Ömer'in sinirlenmemesini sağladım. Çok şükür ki başardım, sessiz sedasız konağa vardık en son.
Biz konağa yaklaşmaya başlayınca Raşit abi kornaya üst üste basmaya başladı. Bizim arabadan gelen korna seslerine arkadan gelen iki araba da eşlik etti. Konağın önüne geldiğimizde ise davul ve zurna sesleri iyice yükseldi. Kurulan masalar, toplanan insanlar konakta bir düğün varmış etkisi yaratıyordu.
Araba durur durmaz tanımadığım bir adam koşarak Ömer'in tarafından kapısını açtı. "Ağam hoş gelmişsiniz, geçmiş olsun. Valla çok mutlu olduk ha." diyerek yaklaşıp Ömer'in elini tutup öptü ve başına koydu. Gelen adamın arkasında da yine birileri vardı. Ömer'e iyi mi diye bakmak istiyorlardı büyük ihtimalle.
"Eyvallah aslanım." diyerek Ömer de başını salladı. Ardından Ömer bana bakıp, "İnelim yavrum." dedi. Ben başımı sallayıp kendi tarafımdan inmek için hareketlenince o da yanındaki adamın yardımıyla arabadan indi. İner inmez Ömer'in yanına geçtim.
Sanki hastaneden çıkıp arabaya inene kadar arkadaşlarının yardımıyla gelmemiş gibi tek başına vücudunu dikleştirmiş yanına gelenlere sağolun diyordu.
Ne gerek vardı yani böyle şovlara?
Biraz daha öyle kalınca Ömer geçmek için hareketlenince diğerleri de kenara çekildi. Böylece Ömer yaklaşıp kimseyi önemsemeden elimden tuttu ve ilerlemeye başladı.
"Kocacığım." dedim yandan yandan tatlı tatlı gülümserken. "Hmm." diye bir tepki verince devam ettim. "Gerek var mı böyle şovlara acaba?"
Zira yürürken bile yarası acıdığından olsa gerek yüzü arada buruşuyordu. Ek olarak bir de adımları yavaştı.
"Bir şey olmaz bana. Sen yanımda ol yeter." demesiyle kapıdan konağın içerisine girmemiz bir oldu.
Girmemizle de "Oğlum, hoş geldin evine." diyerek Berivan Daye yaklaşıp Ömer'e sıkıca sarılması ile Ömer'in ağzından acıyla bir inleme çıktı. Berivan Daye de panikle geri çekilip Ömer'in yüzünü inceledi. "Unutmuşum oğlum, çok ağrıdı mı?"
Ömer'in "Tamam daye, iyiyim." demesiyle Berivan Daye geri çekildi, onun arkasından Yade Havin geldi bu sefer. Sırasıyla ev sakinleri geldi önümüze. Ama en son geleni beklemediğim için şaşkınlıkla onlara baktım.
Zira Senem hala ve hemen yanında kızı vardı. Gözüm üstünde takılı kalmıştı. Sinirden gözüm seğiriyordu sanki. Ne yüzle gelmişti bu buraya?
"Yavrum." Ömer'in seslenmesi ile ona baktım. "Elimi sıkıyorsun, ne oldu?" o diyene kadar elini sıktığımı bile farketmemiştim. Ellerimize bakığımda cidden sıkı sıkı eline yapışmıştım.
Elimi gevşetip, "Fark etmemişim." dedim. Daha bir şey demedim çünkü Senem hala geldi Ömer'in yanına. Ben onlara bakmadım zira gayet de Gül'e kitlemiştim bakışlarımı.
Benim kadar Ömer de şaşkındı ki Senem halaya, "Haberim yoktu geleceğinizden." dedi.
"Vurulmuşsun. Nasıl gelmeyeyim oğlum?" dedi Senem hala. Ardından bakışları bana döndü. "Geçmiş olsun kızım." bana olan bakışlarında hâlâ mahcubiyet mevcuttu.
"Sağol Senem hala." dedim gülümseyerek. Sonuçta hatalı olan kızıydı, kendisi değildi. O yüzden de Senem halaya tepkili olmam saçma olurdu.
Ardından tüm hızıyla ilerlemeye devam ettik. Geçmiş olsuna gelenler çoğalıyor muydu bilmiyordum ama bitmediği de kesindi. Gelenler arasında benim de ailem vardı. Onlar da Ömer'in boş kalmasını bekledikleri için sonradan yanımıza geldiler.
"Ekrem baba." dedi Ömer. Babam kendisine bakınca devam etti. "Siz bizim ailemizsiniz, ilk sizin gelmeniz gerekiyordu yanımıza. Ne diye köşede beklediniz?"
"Bir şey olmaz oğlum. Hem böyle daha rahat konuşuyoruz işte, arkamızdan biri gelip de bölmez bizi."
Babamın söylediği ile Ömer de öyle olsun dercesine başını salladı. "Geçmiş olsun eniştee." diyerek Meryem de kucağımdan Ömer'e seslendi.
"Sağol Meryem'cim." dedi Ömer de gülerek.
Meryem bu sefer de "Neyin var ki, hastalanmışsın?" diye sordu.
"Üşütmüşüm." dedi Ömer sakince.
Meryem de anladım şeklinde başını sallayıp başını göğsüme yaslayıp etrafa bakındı. "Düğün mü var? Niye bu kadar kalabalık ki burası?" diye sordu etrafa bakmaya devam ederken. "En son seninle enişemin düğününde böyle kalabalıktı." son söylediği ile bakışları bana döndü.
"Eniştenin hasta olduğunu duymuşlar Meryem'cim, geçmiş olsuna geldiler insanlar." diyerek açıkladım kendimce.
"E biz hastalanınca niye kimse gelmiyor ki bize?"
Ne diyeceğimi bilemediğim için susmak ile yetindim. Diğerleri de benm gibi suspus kalmıştı.
Bir süre sonra gelen kişilere Ömer için kesilen kurbanlardan yapılan yemekler dağıtılmıştı. Ömer ise oturmuş yemeklere resmen içi giderek bakıyordu. Zira önünde bir kase yoğurt vardı. Normal yeme düzenine bir hafta sonra başlayacağı için böyle ilerleyecektik bir süre.3
Ömer'in canı çekmesin diye şu an bir şey yemiyordum ben de. Ömer de bunu anlamış olacak ki yoğurttan memnuniyetsizce bir kaşık alıp "Yavrum." dedi. "Yemek yemediğin gözümden kaçmadı, bir sorun mu var?"
Başımı hayır anlamında salladım. "Sen ye bi ben sonra yerim."
"Benim canım çeker diye yemiyorsun. Bilmez miyim ben karımı?" daha ben bir şey demeden yanımızdan geçen bir kadını durdurup, "Hanım Ağamıza yemek vermemişsiniz? Hemen getirin!" dedi sert bir tonda.
Kadın gidince şaşkınlıktan büyümüş gözlerim, Ömer'e döndü. "Cidden seni anlayamıyorum." dedim.
"Ne var güzelim?" dedi bir kaşık yoğurdu ağzına götürürken. "Kocan aç diye, senin aç kalmana gönlüm razı mı gelecek sandın?" diyerek göz kırpmayı ihmal etmedi. Gülerek başımı sallayıp önüme döndüm. Zaten çok geçemden de benim için yemek getirildi. Ömer yoğurt yerken benim yanında dolu bir tabak yemekle durmam biraz garip olmuştu tabi.
Bir iki saat sonra artık gelenler hasta ziyaretinin kısası makbuldür diyerek ayaklanıp gitmişlerdi. Gerçi kısa mıydı orası tartışılır. Gidenlerin arasında babamlar da vardı. Ömer şu an yorgun, başka zaman yine geliriz, diyerek gitmişlerdi. Böylece biz de evde kalanlar ile salona geçmiş oturuyorduk. Gerçi benim moralim bu ortamda bulundukça kötüleşiyordu sanki. Zira karşımda yeni tanıştığım abileri ile Gül oturuyordu. Sinirlenmemek elde değildi valla.
"Senem kızım, ha ne zaman gideceksiniz? Ben de sizinle geleyim diyorum."
Yade Havin'in sorusu ile hepimizin de bakışları ona döndü. "Bir iki gün kalırız daye." diye cevapladı Senem hala.
Yade Havin"E iyi o zaman ben hazırlanmaya başlayayım yavaştan" diyerek başını salladı.
"Biz odama çıkıyoruz." Ömer'in ortaya bomba gibi düşen söylediğine karşılık afallamış şekilde ona çevirdim bakışlarımı.
Berivan Daye mahçupça "Çık tabi oğlum, dinlen sen. Unuttuk biz seni." diyerek onayladı Ömer'in dediğini.
Ömer de böylelikle ayaklanmaya çalışırken beklemeden ben de kalkıp yardımcı oldu. Doğrulurken bile yüzü buruşuyordu, kim bilir canı nasıl acıyordu. Sanki kurşun benim bedenimden çıkmış gibi vücudumda o ağrıyı hissettim.
Gerçi sevgi bu değil miydi? Sevdiğinin canı yanarken, acıyı senin de hissedip onunla canının yanması...
Biz salondan çıkarken arkadakiler sohbetlerine kaldıkları yerden tüm hızıyla devam etti.
Odamızın önüne gelince kapıyı açıp aynı dikkatle de içeriye adımladık. Girmemizle de arkadan kapımızı kapatmayı ihmal etmedim. Ömer'in yatağa oturmasını sağlayınca geri çekildim, o da dikkatle kendini sırt üstü yatağa bıraktı. Kapanan gözleriyle de yorgun olduğunu belli etti.
"Ömer." dedim elimi belime yerleştirirken. Gözlerini açmadan dinlediğini belirten mırıltılar çıkardı. "Üstünü değiştirelim rahat rahat uyu sen." başını tamam anlamında sallayınca dolaba ilerleyip Ömer için rahat bir pijama çıkardım, üzeri için de siyah bir tişört çıkardım. Normalde üstsüz yatardı ama şu an yaralı o yüzden tişörtlü yatması daha iyiydi.
Ömer'in üzerini değiştirip yatağa daha rahat yatmasını sağlayıp ben de banyoya geçtim. İki gündür hastanedeydik, bunun yüzünden üzerime hastane kokusu sinmiş gibiydi sanki. Bu koku da hiç hoşuma gitmemişti . Banyoya girip duş almam şarttı yani.
Yaptığım kısa duş sonrası fazlasıyla rahatlamıştım. Üzerime bornuzumu geçirip banyodan çıkmadan aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım. Ardından da üzerimi giymek için odaya geçtim. Önce beyaz renk bir iç çamaşırı takımını alıp hızlıca üzerime geçirdim ardından da elime geçen turuncu renk bir pijama takımını üzerime geçirdim.
Daha sonra adımlarım yatağa doğru ilerledi. Yatağın sağ tarafında Ömer yatıyordu onun boş olan, sol tarafına, ben dikkatlice girdim. Ömer'e fazla yaklaşmadan köşeye kıvrılarak sırtımı yatakla buluşturdum. Ellerimi yanağımın altına yerleştirerek Ömer'e döndüm.
Ömer ise o sırada gözlerini aralayarak bana baktı kısılmış gözleriyle. "Niye uzak kaldın öyle?" diye sordu. Yeni uyandığından dolayı sesi boğuk ve daha kalın çıkıyordu. Bu sesi bana fazla karizmatik geliyordu yalan yok.
Aklımdaki düşünceleri kovup, "Yaralısın diye, zarar vermek istemiyorum yanlışlıkla." dedim. Yani uyurken yanlışlıkla bir hareket yapsam ve Ömer'in yarasına denk gelirse? Düşüncesi bile irkilmeme sebep verdi.
"Bir şey olmaz." dedi yutkunurken. "Gel yanıma, hem zarar vermezsin."
Sol kolunu gelmem için uzatınca bekletmeden biraz daha yanaştım, tabi gözüm de yarasına değmeden edemiyordu. Olabildiğince göğsüne sinerken onun da elleri saçlarıma değdi. Hissettiği ıslaklıkla "Banyo mu yaptın?" diye sordu. "Hm hmm." dedim gözlerimi kapatırken. "Hiç duymadım. dedi.
"Uyuyordun çünkü." dedim. "Hem uyanık olsan ne yapacaksın?"
"Yaralı olduğum için maalesef yanına gelemeyeceğim kesindi." dedi memnuniyetsiz bir tınıyla.
Dediğine kıkırdadım. "Uyusana sen, hem yorgunsun zaten belli."
"Uyuyalım." diyerek saçlarımın arasına bir öpücük bırakıp derin bir nefes çekti içine. Bana hissettirdiğiyle gözlerimi açmadan memnuniyetle gülümsedim.
**
Sabah uyandığımda önceki iki güne göre daha dinçtim. Hastanede kaldığımız zaman boyunca bir türlü rahatça gözlerimi kapatamıyordum. O yüzden de haliyle yorulmuştum ama bu uyku o iki günü bana unutturacak derecede iyi gelmişti. Ömer'e bakmak için biraz geri çekildiğimde onun da uyanık olduğunu gördüm.
"Rojbaş (günaydın) ağam." dedim uykudan dolayı çatallı çıkan sesim ile.
"Rojbaş, Rojda'ymın (günaydın gün doğumum)"
Söylediği iltifat ile sesli şekilde güldüm. Gülerken de dudaklarımın üzerine kapanan dudaklar ile öylece kaldım. Kısa bir öpücükten sonra bana bakıp "Gülüşünden öperim." dedi dudaklarımı işaret ederek. Kaşlarımı öyle mi dercesine kaldırdım ama o cevap vermedi ve tekrar dudaklarımızı birleştirdi. Bu seferki daha yoğundu. Dudaklarımı esir almış sömürüyordu. Bir elim yanağına giderken bana yardımcı olup üstüne dikkatle uzanmamı sağladı.
Pozisyonu düşünemeden bir eli saçıma gidip sertçe tutup sanki kendine yapıştırmak ister gibi biraz daha bastırdı. Yaptığı ile dudaklarımın arasından onun dudaklarına bir inleme yol aldı. Bu Ömer'in hızlanmasına yetti. Bir eli üstümden içeri sızarken çıplak tenimle buluşması çok sürmedi. Etimi sıkarken destek almak için elimi Ömer'in karnına koydum.
Ama Ömer'den acı dolu bir inleme çıkınca aniden üzerinden doğruldum. Gözünü kapatıp başını geriye atmıştı. "Sikeceğim ben böyle işi ha." diyerek dişlerinin arasından söylenmeyi de ihmal etmedi.
Ben de fark ettiğim ile bakışlarımı karnına çevirdim. Anın getirdiği zevkle yarası olduğunu tamamen unuttuğum için elimi koyarken asla fark etmedim. Ama çok şükür ki kan falan görünmemişti.
"Çok mu acıttım?" diye sordum bakışlarımı yüzüne çevirirken.
Gözlerini açıp bana baktı. Derin bir nefes alıp, "Başka zaman olsa acının yerini zevke bıraktırırım da..." ben söylediği ile utanırken o kendi kendine söylenmeye devam etti. "O siktiğimin evladını bulup mahvetmezsem... Şu halime bak! Karımla rahatça sevişemiyoruz bile!"3
Gözlerim açık söylenmelerine karşı büyürken hafifçe koluna vurdum. "Ömer, ayıp ya!" dedim. "Niye böyle konuşuyorsun?"
"Rojda'm" dedi tekrar derin bir nefes alarak. "Sence sorun bu mu?" diye sordu.
"Evet." dedim başımı sallayarak. Yanımda yapılan açık konuşmalara, söylenen küfürlere alışık değildim.
Bir cevap vermedi. Onun yerine "Daha fazla geç olmadan kahvaltıya inelim." dedi.
Yataktan çıkıp, "Yalnız sen kahvaltı yapamazsın hatırlatayım." dedim. Niyeymiş o der gibi bakınca "Meyve suyu içebilirsin, doktorun dediğini unutmamışsındır inşallah."
Ömer sıkıntılı bir nefes verirken ben dolabın önüne geçip giymek için hem kendime hem de Ömer'e kıyafet çıkardım. "Kızım Mardinli'yim ben. Nasıl yemeden duracağım?"2
Sorusu ile elime aldığım kıyafetlerle dönüp yatağa doğru ilerledim. "Mardin'li olman yaralı olduğun gerçeğini değiştirmiyor ama kocacığım."
Üstümüzü değiştirip Ömer'e destek olarak dikkatlice merdivenlerden inip solda bulunan kapıdan içeriye geçtik. Evdekilerin hepsi de buradaydı zaten. Ömer ile ilerleyip boş bir yere geçecektik ki Azad babanın hazırlanmış kahvaltı sofrasına ilerlemesi ile biz dahil oturan herkes o tarafa doğru ilerledi.
Herkesin de oturması üzerine Remziye teyze çay servisi yapmıştı, Ömer'in önüne de bir bardak meyve suyu koymuştu. Herkes önündeki kahvaltıya dönerken Ömer de el mecbur önündeki meyve suyundan içmeye başladı.
Gönül isterdi ki gönül rahatlığıyla ben de kahvaltımı edeyim ama masada oturan Gül buna engel oluyordu. Hâlâ "Gerekirse Ömer'in koynuna girerim... Ağa sonuçta kuma alabilir Ömer." diyen sesi kulaklarımdaydı ve bu ister istemez kendisine ters bakışlar atmamı sağlıyordu.
Zaten hangi yüzle geldiğini hâlâ anlamamıştım ya. Bilmediğimden dolayı acaba kurduğu planı mı tamamlamaya geldi diye düşünmeden de etmedim.
Böyle böyle derken kahvaltımızı yapmış ve ayaklanmış koltuklardaki yerimizi almıştık. Ömer vurulduğunda beri yanından ayrılmaya gönlüm el vermiyordu. Sanki iki dakika gözüm üzerinden ayrılsa bir şey olacakmış gibiydi. O yüzden o oturur oturmaz ben de yanında yerimi aldım.
"Oğlum." Azad babanın Ömer'e ithafen konuşmasıyla Ömer'in bakışları babasına döndü. Azad baba da devam etti. "Buün de yine geçmiş olsuna gelenler olacak, hatta birazdan gelirler."
"Kim geliyor?" diye sordu Ömer. "Dün onca insan geldi. Gelemeyen kim kaldı?"1
Azad baba "Var oğlum gelmeyenler. Onlar da bugün gelecekler işte." dedi daha fazla uzatma der gibi.
Ömer başını sallayıp derin bir nefes aldı. Senem halanın yanındaki iki oğlunun ikisi de Ömer'den küçüktü. Dün öğrendiğim kadarıyla büyük olan 27, küçük olan da 25 yaşındaydı, laf arasında konuşulurken öğrenmiştim. Sanırım büyük oğlana da dönünce kız isteyeceklermiş.
Biz bir saat anca oturmuştuk ki Azad babanın bahsettiği misafirler gelmişti. Ben de hiç istemesem de Ömer'in yanından mecburen kalktım ve kadınların oturacağı kısma geçtim. Gelenlere hoş geldin dedikten sonra oturmuştuk ama burda oturmama rağmen aklım hala Ömer' deydi.
Yağmur'un ikram ettiği kavelerle sohbet hız kesmeden devam etti. Gelenler kazanın nasıl olduğunu falan da sormuştu ama biz de bilmediğimiz için cevap vermemiştik bu konuya.
"Rojda." ben mi Ömer'in sesini çok düşünmekten hayal görüyordum yoksa gerçekten duymuş muydum bilmiyorum. Başımı kendime gelmek için sallayınca odadakilerin bakışlarının kapıda olduğunu gördüm, ardından da hepsinin ayaklandığını. Benim de bakışlarım onların baktığı yöne dönünce kapıda Ömer'i görmem bir oldu.
Ben afallamış halde ayağa kalkıp Ömer'e doğru adımladım. Oturduğumuz alandan uzaklaşınca "Ne oldu? Bir şey mi oldu? Yaran mı açıldı? Ha?" diye sordum karnına bir bakış atarken.
"Önce bir sakin ol hele." demesiyle bakışlarımı yüzüne çıkardım. "Gidiyoruz."
Bu sefer kaşlarım anlamadığım için çatılmıştı. "Nereye? Niye gidiyoruz?" diye sordum.
"Çiftlik evine." dedi gayet normal bir tonda.
"Amaç?" dedim bir elimi belime koyarken. "Hem de evde senin için geçmiş olsuna gelen misafirler varken." tek kaşımı kaldırmış karşımdaki adamın ne yapmaya çalıştığına bakıyordum.
Benim bu halimi es geçerek yaklaşıp bir elini belime yerleştirip usulca kendine çekti ama yarası olduğu için aramızda biraz boşluk bırakmıştı. "İki gündür zaten doğru düzgün hayattan bir tad alamadım." tane tane konuşup bir elini de saçlarıma çıkarmış, önüme düşen saçımı parmağına doluyordu. "Zaten iki gündür seninle yatamıyorum. Şu an kimse umrumda değil yani. Anladın mı güzelim."
"Gayet iyi anladım yakışıklı kocacığım ama insanlara ne cevap vereceksin ben onu merak ediyorum."
"Halledemeyeceği bir şey yok bu kocanın." dedi ve yaklaşıp alnıma bir öpücük koyup geri çekildi. "Hadi sen git de hazırlan." başıyla gitmemi tasdik ederken kolları arasından ayrıldım.1
Ömer bıraktığım yerde dururken ben de adımlarımı merdivene doğrulttum. Odaya girdiğimde orta boydaki valizi alıp yatağın üstüne bıraktım. Ardından da dolaba yönelip hem kendime hem de Ömer için bir kaç parça, lazım olacak kadar kıyafet çıkardım ve yatağın üstüne bıraktım. Sonra da iç çamaşırlarını da getirip çıkardığım kıyafetleri katlayarak valize koydum.
Katlama ve yerleştirme işim bitince kol çantamı elime alıp içine Ömer'le şarj makinalarımızı ve Ömer'in ilaçlarını koydum. Ardından son kez unuttuğum bir şey var mı diye etrafta göz gezdirdim. Her şeyin tamam olduğuna kanaat getirince valizi kaptıp yataktan aşağıya indirdim. Kol çantamın içine telefonumu da koyarak elimdekilerle beraber odadan çıktım.
Çıkmam ile Gül'ü gördüm. O da beni görünce bi duraksadı ama devam etmesine müsaade etmeden yaklaşıp kolunu tuttum. O bana anlamaz gözlerle bakarken, "Ne işin var senin burda? Niye geldin, daha doğrusu hangi yüzle geldin?" diye sordum.
Tuttuğum kolunu benden kurtarmaya çalışırken, "Keyfimden gelmedim herhalde." dedi.
"Pardon da o nasıl oluyor?" diye sordum. Madem istemiyor ne diye gelmişti o zaman?
"Nasıl anlamak istiyorsan öyle anla işte." dedi ve kolunu çekip bir şey dememe müsaade etmeden yanımdan çekip gitti.
Ne demek naıl anlamak istiyorsan öyle anla? Ben istediğim gibi anlarsam Gül'ün hayırlı bir şey için gelmediğini anlardım.
Gözümü yumdum sakin olmak için ardından valizi de alıp aşağıya indim. Ömer de tam o anda bana doğru geliyordu. "Valizi sen niye getiriyorsun?" diye sordu kaşlarını çatarak.
Ömer'in bir valiz için bile sinirlenmesi hayra alamet değildi lakin şu an bende bulunan sinir onunkinin yanında bir hiçti. "Ömer abartma Allah aşkına." dedim valizi köşeye iterken. "Alt tarafı bir valiz, ölmedim merak etme."
"Neyse, gel gidelim biz. Raşit arkadan getirir valizi." diyerek elimi tuttu.
Tam ilerleyecekti ki ben hareket etmediğim için o da durup bana baktı. Ne oldu dercesine başını sallarken, "Kimseyi görmeden mi gidelim?" dedim. "Hem Yâde Havin biz gelmeden gider belki. Görmeden gidersek ayıp olur. Gerçi böyle gitmemiz de ayıp oluyor ama neyse."
"Ama çok oyalanma." diyerek başıyla gitmemi işaret etti sağolsun.
Salona utanarak gitmiştim. Zira hâlâ oturan misafirler vardı. Yanlarında nasıl diyeyim biz Ömer'le çiftliğe gidiyoruz diye. Çok ayıp olur.
Utana sıkıla geçip yanlarına oturdum. Gerçekten konuya nasıl giriş yapacağımı, nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Çareyi oturarak düşünmede bulmuştum.
Beni düşüncelerden ayıran kısa bir süre sonra Ömer'in salona girip, "Geçmiş olsuna geldiğiniz için eyvallah. Siz konuşmanıza devam edin, biz gidiyoruz." demesi oldu. O kadar ciddi ve sert söyledi ki bir an gelenler acaba bizi kovuyor mu diye bile düşünmüş olabilirlerdi.
"Yade." diyerek utanarak ayaklandım. "Biz gelmeden giderseniz..." dedim elini tutup öperken.
Saçlarımı okşayıp, "Sağol kızım. Sen benim ha bu deli torunu götür bize de ateş püskürtmeden." dedi.
Başımı sallayıp Senem halaya döndüm. Aynı şekilde onun elini öptüm daha sonra da o beklemiyordu ama yaklaşıp sarıldım. "Yine gel olur mu hala." dedim geri çekilirken.
Gözlerindeki memnuniyetten oluşan bakışlarıyla "Olur kızım." dedi başını sallayıp. "Geliriz."
Berivan Daye ile vedalaşmadan Ömer tekrar araya girdi. Daha doğrusu elimi tutup salondan "Hadi eyvallah." diyerek çıkardı bizi.
Sabır mahiyetinde bu sefer ben derin bir nefes aldım. "Niye insanların içinde aniden biz gidiyoruz, diyorsun?" diye sordum yandan bir bakış atarak.
"Baktım senin söyleyeceğin yok ben el atayım." dedim.
Söylediği ile, "Aferin sana." dedim ve sinirle tekrar önüme döndüm.
Önce o Gül'ün aklıma soktuğu düşünce, bir de üstüne bu derken sinir kat sayım yükselmişti.
Dışarı çıktığımızda Raşit abi de bizi bekliyordu. Arabaya binip yerleşmemiz ile çiftlik evine doğru yola çıktık. Yol boyunca ağzımı bile açmadım zira kafamdan atamadığım düşüncelerle uğraşıyordum. Ve düşündükçe iyice bileniyordum.
Araba çiftliğin önünde durunca kimseyi beklemeden arabadan inip evin kapısına doğru ilerledim. Ömer'i de Raşit abi getirsin bir zahmet. Zaten o kızın geleceğini bana söylememiş, bu da beni sinirlendiren başka bir noktaydı.
Arkamdan gelen adım sesleri ile ciddileşerek yaklaşmalarını bekledim. Zaten çok sürmeden de geldiler, Ömer kapıyı açınca Raşit abi valizi içeriye bırakıp evden çıktı. Ömer'in dış kapıyı kapatmasıyla da evde baş başa kaldık.
"Hayırdır yavrum." sorusu ile kendimi kanepeye bıraktım ama cevap vermek yerine kollarımı kaldırıp indirdim. "Seni öyle getirdiğim için mi böyle yapıyorsun?" kastettiği insanların arasından beni kaldırıp götürmesiydi. Başımı hayır anlamında salladım.
Yanıma ağırca oturup çeneme parmaklarını yerleştirdi ve yüzümü yavaşça kendine çevirdi. "Konu ne o zaman?" diye sordu göz kırparak. "Benim karım neden şu an bana surat asıyor o zaman?"
Gözlerine baktım bir süre, o da beni bozmadan eşlik etti bu duruma. "Çünkü vuruldun ve neden vurulduğunu bilmiyorum. Söyemiyorsun da bana." söyledikten sonra dudağımı büzdüm. Gerçi söylemek istediğim başka bir şeydi ama ağzımdan çıkan bu oldu. Gerçi bu konuyu da merak ediyordum. "Hem zaten." diye devam etmemle konuşmak için araladığı ağzını kapatmak durumunda kaldı. "Hastanede ayrı burda ayrı sinirlisin. Tamam bir daha aç bırakmayız seni." dedim sonda triple.
İlk sorumu es geçerek, "Yavrum ne alaka aç olduğum için sinirli olmam?" diye sordu.
"Öylesin." dedim. "İki gündür yemek yemiyorsun. O yüzden böylesin kesin. Yoksa sinirleneceğin bir şey yok." kolarımı önümde birleştirip Ömer'e bakmaya devam ettim.
O ise bu halime karşı gür bir kahkaha attı. Benim de kaşlarım çatıldı kahkahasıyla. Ben burda acılarımı anlatıyordum o ise keyifle kahkaha atıyordu. Yandan koluna bir tane vurmadan duramadım. "Ne gülüyorsun be?" diye sordum.
Kahkahasını bastırıp derin bir nefes alıp bana döndü. Gözlerinin içi gülüyordu zira keyifle parıldıyordu karaları. "Sen o yüzden mi öyle sandın?"
"Başka ne sanacaktım pardon?" dedim çatık kaşlarımın altından.
"Sinirli olmamın başka bir nedeni var." Neymiş o dercesine bakınca devam etti. "İki gün boyunca sensiz yattım." daha ne olsun dercesine söylemişti bunu. "O yüzdendi sinirim."
Söylediğine karşı tam gülümseyecektim ki tuttum kendimi zira daha sormam gereken sorular vardı.
"Peki niye vuruldun?" diye sordum bu sefer.
"Raşit bakıyor ona. Sadece aracın İstanbul plakası olduğunu biliyoruz, tabi değiştirmediyseler."
Anladım diyerek başımı salladım. "Peki halanların geldiğini niye söylemedin daha doğrusuo kızın?"
"Bilmediğim için olabilir mi yavrum?"
Omuzumu bilmem dercesine silktim. "O kızı sevmiyorum, görmek de istemiyorum." Ardından gelmeden önceki karşılaşmam aklıma gelince "Hem halan tek gelseydi. Kızı ne mana buraya geliyor? Bir de utanmadan yüzümüze bakıyor ya!" sonda sinirlendiğim için sesim yüksek çıkmıştı.
"Yâde istemiş." deyince kaşlarım çatıldı. "Konuştum sen yukarı çıkınca. Gelsin özür dilesin, hatasını telafi etsin diye."
"Çok güzel telafi ediyor gerçekten, hayran kaldım." dedim yalandan memnuniyetle.
"Hem boşver onu bunu." diyerek beni kendine çekip göğsüne yasladı. "Buraya senle baş başa kalabileyim diye geldim. Elalemi konuşalım diye değil."
"Tamam." dedim usul usul başımı sallayıp. Zaten merak ettiğim konuların cevabını almıştım en azından, bu beni rahatlatmıştı. Aynı saniyelerde Ömer de başıma bir öpücük bırakmayı ihmal etmedi.
"Ne kadar kalacağız?" diye sordum ellerimi göğsünde gezintiye çıkarırken.
"Ne kadar kalmamızı istersin?" diye sordu muzip bir ses tonu ile.
"Ömer." dedim göğsüne hafifçe vurarak, o gülerken devam ettim. "Şunu açkça söylemeyi düşünüyor musun?"
"Niye bir hafta?" zira ben iki, üç gün hadi en fazla dört gün kalırız diye düşünmüştüm.
"Bir hafta sıvı gıdalar tüketeceğim. E evde de maşallah çeşit çeşit yemek yapılıyor. Sinirlenmedim dedim ama öyle gözümün önünde dokunamadığım, yiyemediğim çeşit çeşit yemekler görürsem asıl o zaman sen gör beni."
İtirafına bu sefer ben güldüm. "Ne olacak ya? Biz de sana çeşit çeşit meyve suyu koyardık sofraya."
"Dalga geçme kocanla, karıcığım."
"Napim?" dedim gülmeye devam ederken. "Komikti ama."
"Neyse artık bir hafta idare edelim de."
"İyi de bir hafta sonra da yine ağır yemekler yiyemezsin anca hafif?"
"İçli köfteye hafif mi diyorsun." diye sordum şaşkınlıkla.
"Tabiki de hafif. Onu ben çerez niyetine yiyorum." dedi.
"İçli köfteye çerez diyorsan normal yemek, gözünde acaba ne?"
"Gösteririm sana normal yemeği merak etme." dedi. Söylediğine sadece başımı sağa sola sallayarak karşılık verdim.
Daha fazla konuşmadım zira Ömer'in dinlenmesi gerekiyordu. O yüzden ayaklanıp önce ilacını verdim ardından da dinlenmesi için salona yatak hazırladım. Her ne kadar odada yat desem de burda yatmak istediğinde ısrarcı olmuş ben de en son tamam diyerek salona hazırlamıştım.
O, geçip hazırladığım yatağa girince ben de valizle beraber odaya geçtim ve valizdeki kıyafetleri çıkarıp odada bulunan dolaba yerleştirdim
***
Herkese bölüm sonundan selam 🫡
Nasıl buldunuz bölümü? Yorumları şöyle alalım.👉
Eren ve Asu olayı?1
Bu sefer de bölüme kısa oldu diyen olursa yıkılsın karşımdan. Zira uzun yazayım derken fıtık olma yoluna gidiyordum.
Oy verdiğiniz için ve yaptığınız yorumlar için teşekkür ediyorum, seviliyorsunuz
Okur Yorumları | Yorum Ekle |