Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz, keyifli okumalar.
Bölüm şarkısı- Cem Adrian- Ben seni çok sevdim
"Ali" Diye seslendim endişeli sesimle. "Sanki ateşi daha da çıkıyor gibi." Bakışlarım Ali'ye kaydı, kendisinden cevap ister gibi.
"Önce sakin ol güzelim, panik yapma sakın."
"Nasıl yapmayayım?" Diye araya girdim. "Gece oldu, değişen bir şey yok ve sanki gittikçe fazlalaşıyor."
"Panik yaptığın için sana öyle geliyor Fulya'm." Kısa süreliğine bakışlarını kucağında uyuyan kızımıza çevirdi. Sağ elinin parmak uçlarını Nergis'in yanağında, tüy gibi hareketlerle gezdirdi. Kıyamaz şekilde bakıyordu.
Nergis sabahtandır hastaydı ama bu kadar göze çarpan bir hali yoktu. Saatler geçtikçe sanki bu hali daha da kötüye gidiyordu. Evde, Ali işten gelene kadar tektim. Ve ne yapacağımı bir türlü bilemiyordum. Bildiklerimi ise unutmuş gibiydim. Halbuki annem olsun, Ali'nin annesi olsun her şeyi söylemişlerdi. Şu an geriye kalan hiçbir şeyi hatırlayamamdı. Bu durum ise benim, kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu. Neyseki Ali gelmiş de tek kalmamıştım.
Çalan telefon beni düşüncelerimden sıyırdı. Yatağın üstünde duan telefonu alıp Ali'ye uzattım. Arayan çok yakın arkadaşıydı. Ali biraz önce arabasını istemişti, hastaneye gitmemiz için. Nitekim de Ali telefonu açınca arabayı getirdiğini anladık. Çok uzatmadan telefonu tamam diyerek kapatmıştı. "Hadi inelim." Diyerek odadan çıkmıştık.
Kapının önüne gelince Nergis'i kucağıma verdi. Önce ayakkabısını giydi, ardından benim ayakkabımı giymeme de yardımcı olarak en son hazırladığım çantayı eline alarak evden çıkmamızı sağladı.
Dışarı çıkınca arkadaşı arabasına yaslanmış olarak bizi bekliyor olduğunu gördük. Ali eyvallah diyerek arkadaşı ile el sıkışıp anahtarı aldı. Kilitli olmayan kapıyı açıp arka koltuğa yerleştim, o sırada Ali de arabaya bindi.
Kucağımdaki kızımın ağlama sesi arabada yükselince içimi yine, her ne kadar istemesem de endişe kaplamıştı. Sanki dünyaya ilk defa gelen bir bebeğin şaşkınlığı vardı üzerimde. Ne yapacağımı bilmiyordum. "Kızım." Dedim alnına dudaklarımı, ateşine bakmak için değdirirken. Hâlâ hafif bir ateş mevcuttu. "Ali." Dedim öndeki adama. Bir yandan da Nergis'i kucağıma alarak sırtını okşuyordum. "Hâlâ ateşi var ama."
"Normal yavrum." Diye cevapladı. "Evdeyken zaten vardı, birden bire düşmez." Bildiğim gerçekle başımı salladım. "Hem şu an panik yapıyosun. Kızımız bunu anlayıp daha huzursuzlaşırsa?" Gözleri dikiz aynasından kısa bir süreliğine bana değdi. Rahatlamak ister gibiydi bakışları.
"Ne bileyim Ali'm." Dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. "İlk defa karşılaşıyoruz bu durumla. Ya iyi edemezsek?"
"Edeceğiz Allah'ın izniyle. Sen bu düşünceleri kafandan çıkar."
Başımı salladım söyledikleriyle. Derin bir nefes alıp kucağıma yan şekilde aldım Nergis'i. Ali haklıydı. Şu an stresten kendi kednime kafamda kuruyor, ve kendimi de düşürmeme sebep oluyordum.
Hastanenin önüne gelene kadar arada Nergis'in huzursuzluktan mızmızlanıp ağlamaları dışında çok bir aksiyon yaşamadık. Şimdi de sıra almış ve bekliyorduk. Ali de bu sürede Nergis'i kucağına alıp gezdiriyordu. Benim ise bir gözüm onlarda bir gözüm de sıra numarasına takılmıştı.
En son girebilmiştik ve minik kızımızın üşüttüğünü öğrendik. Ama nasıl üşüttüğünü asla bilmiyorum çünkü elimden geldiğince sıcak tutuyordum. Sonrasında doktorun takılmasını istediği serum bitince hastaneden çıkmış, verdiği ilaçları alıp eve geçmiştik. Kızım ise bu sürede uyumuştu, belli ki serum iyi gelmişti.
Şimdi ise salonda yarı uykulu adamın yanına ilerledim. İşten yorgun gelmiş ve bu sürede şikayet etmeden kızıyla ve benim korkularımla ilgilenmişti.
"Ali." Dedim yanına oturutken. Gözlerini bana çevirdi. "Çok mu yorgunsun ki?"
"Değer." Dedi sadece. Yorgunluktan hali yoktu ama o yine de şikayetsiz şekilde bizim için değer diyordu.
"Hadi yüz üstü uzan şuraya." Diyerek koltuktan kalktım.
"Ne yapacaksın?" Dedi afallayan bir surat ifadesiyle.
Onun bu masum haline gülüp, "Masaj yapacağım kocacığım." Dedim tekrar uzanmasını ister gibi kaşımı oynatarak.
Aydınlanmayla beraber "Haa." Diyerek yüz üstü koltuğa uzandı. Tam uzanmadan önce durdurup üzerindeki tişörtü çıkarmasını istedim. Onu da yapıp ytamamıyla uzandı. Bir eli yere sarkarken, diğere eli başının altındaydı. Gözünü kapatmıştı.
Bacaklarına oturup ellerimi çıplak beline koydum. Hafif sert ve yavaşça yukarıdan aşağıya doğru masajıma başladım. Bu iyi gelmiş gibi, memnuniyet barındıran mırıltılar çıkarıyordu.
Bizim için kendini çok yoruyordu. Şikayet etmiyor veya dile getirmemesi bunu görmediğim anlamına gelmiyordu.
Masajın sonlarına doğru daha ben ne olduğunu anlamadan kendimi Ali'nin altında buldum. Ona şok olmuş bir surat ile bakarken, o ise sırıtan suratıyla bakıyordu.
"Masajını çok beğendim karıcım." Dedi imalı sözlerle. "Bunun için sana ödül veremem gerekiyor diye düşündüm."
"Yaa." Dedim şoktan çıkıp ellerimi boynuna sararak. "Neymiş o ödül?"
"Her iki tarafın da mutlu olacağı bir ödül diyorum."
Kaşları mi öyle mi dercesine havalanmıştı. "Bir deneyelim o zaman, mutlu oluyor muyuz görelim." Dedim. Ellerim ise beklemeden ensesindeki saçlarla çoktan buluşmuş. Bu halden bile mutlu olduğunu belli ediyordu.
"Hay hay." Diyerek yaklaşmış ve dudaklarımızı birleştirmişti. Bir eli başımın yanında dururken diğere eli yavaşça tişörtümden içeri sızmak için hareketlenmişti.
Yoğun başlayan öpüşmemiz bir süre sonra Ali'nin geri çekilmesiyle kesilmişti. Üzerimdeki tişörtü çıkarmak için hareketlenince, yardımcı olarak tişörtten kurtulmuştum. Şu an üstümde sadece sütyen vardı. Ali'nin dudakları bu sefer boynumda kendine yer buldu. Şefkat ve yoğun duyguları bırakıyordu her tarafıma.
Ta ki içeriden gelen ağlama sesine kadar. Aslında gayet iyi gidiyorduk. Ali nefes nefese geri çekilip, zevkten yoğunlaşmış gözleriyle bana baktı. Ben ise masum masum, suçun bende olmadığını anlatmak istiyordum gözlerimle.
Başımın yanındaki kolunu tutmam ile kendine gelip üzerimden kalktı. Ben de koşar adımlarla kalkıp odamıza geçtim. Ağlayan kızımla beraber tekrar salona geçtim. Ali ise oturur pozisyona geçmişti. Hemen yanında yerimi aldım ve sağ göğsümü çıkarıp kızımın emmesi için hazır ettim.
Ali'nin ayağa kalkmasıyla sorgu dolu gözlerim kendisine kalktı. "Nereye?" Diye sordum sanki gece gece nereye gidebilecekmiş gibi.
"Duş alacağım." Derken başka ne olacaktı der gibiydi tonlaması.
Onun bu haline gülerek kızıma dönmüştüm.
"Ömer." Diye seslendim. Önündeki dosyalara ciddiyetle baktığı için beni duymamıştı. Paytak ve yavaş adımlarımla biraz daha ona doğru yaklaştım. Oturduğu için ona üstten bakıyordum şu an. Beni hissetmiş gibi bu sefer ben seslenmeden bana çevirmişti gözlerini.
Çatık kaşlarıyla bakıyordu ama bana bakmasıyla kaşları normal halini aldı. Gülümsemesi anında yüzünde yer edindi. Oturduğu sandalyeyi hafifçe geri itip dizlerine iki kere vurdu. Anladığım ile harekete geçtim ve aralık bacağının arasına geçerek sağ dizine yavaşça oturdum. Anında bir eli belimde kendine yer buldu, diğer eli de karnımın üzerindeydi.
"Ömer." Dedim tekrar. "Efendim güzelim." Diye cevapladı. "İşin çok mu ki?" Diye sordum masanın üzerindeki dağınıklığa göz ucuyla bakarken.
"Yani." Dedi duraksayıp ne için sorduğumu anlamak ister gibi yüzümü incelerken. "Ne oldu?"
Elimdeki küçük defteri kaldırarar havada salladım. "Bu ne?" Diye sordu bu sefer de.
"Defter." Dedim işi şakaya vurup sırıtarak. Göz devirdi cevabımla. "Şaka yapıyorsun karıcığım?" Diye sordu kısık gözlerle. Omuzlarımı oynattım cevap vermek yerine.
"Önemli olan, içindekiler." Dedim ve defteri açıp Ömer'e gösterdim.
"Soru sormayı yasaklıyorum sana!" Dedim çatık kaşlarımla. "Anlatıyorum ayriyeten bırakırsan." Başını salladı. Bence soru soracaktı ama bunun yerine başını sallamıştı da hadi neyse. İşime dönerek açtığım sayfaya göz gezdirdim. "Bak bir sürü isim buldum sen işini yaparken."
Başını salladı ama ben cevap bekliyordum. Kaşlarımı yine çattım, alttan alttan baktım gözlerine. "Niye bir şey demiyorsun ki yani? Çocuğumuza isim koymayalım mı? İsimsiz mi olsun oğlumuz?"
"Tövbe yarabbim." Dedi şaşkınlıkla. "Soru sorma diye uyardın yavrum, hatırlıyorsan." Kaşlarım hatırlamış gibi ha öyle mi dercesine aydınlanmışçasına havalandı. "Soracağım diye trip atarsın diye sessiz kaldım. Ama buna da gerek yokmuş, her türlü trip atacaksın anlaşılan."
"Ne ya? Unutmuşum. Hem ben hamileyim farkındaysan." Afallar şekilde bakıyordu şimdi de. "Unutkanlığım olabiliyor bazen." Dedim açıklamak ister gibi, o da anlamış olacak ki bu sefer normal bakıyordu. "Hem o zaman sorma dedim, şimdi değil."
"Tamam güzelim." Dedi sakince. "Şimdi göster bakayım bulduğun isimleri." Hevesle başımı sallayıp defteri aramıza aldım, ikimizin bakmasını kolaylaştırmak ister gibi.
Akşam herkes odasına geçerken biz yürüyüşe çıkmıştık Ömer'le. Çünü akşam yatmış ve uykumu da alarak kalkmıştım. Her gece elimden geldiğince hamileliğe iyi geldiği için de yürüüş yapıyordum. Sonrasında eve gelmiştik. Yorulmuştum biraz ki artık sancılarım da çoğaldığı için fazla da yürüyemiyordum
Uykum gelmediği için ben salonda kalmaya devam etmiştim. Ömer de her an doğuracağımdan korkar gibi beni iki sakika yalnız bırakmıyordu. Bu yüzden gidip yatmak yerine işle ilgili, eve getirdiği birkaç dosyayı alarak salondaki masaya kurulmuştu. Ben de o sırada oğlumuz için isimlere bakıp not ediyordum. Arada yine bakıyordum ama pek de içime sinen bir isim olduğunu söyleyemezdim
Yazılan isimlere bakarken Ömer çatık kaşlarıyla bir yere bakıp, "Bu ne?" Diye sordu. Bana baktı bir cevap ister gibi. "Ne?" Dedim ben de anlamadığım için.
Defteri tutup biraz havaya kaldırdı. "Berkecan ne yavrum? Abidik gubidik isim." Yüzünü buruşturdu beğenmemezlikle. "Berkehan desen hadi tamam diyeceğim."1
"Abartma Ömer." Dedim göz devirme eşliğinde. "Öyle araya kaynamıştır, bilerek yazmadım."
"Bence de bilerek olmasın zaten. Nıç yani." Söylene söylene bakmaya devam etti. Bu kadar da ciddiyetle yapmasına gerek yoktu aslında bu isim bulma işini de hadi neyse.
Bir süre sonra Ömere aniden döndüm, o da şaşkın bakışlarıyla bana baktı. "Eymen... Eymen nasıl? Çok tatlı değil mi? Hı? Çok yakışır oğlumuza eminim..." Ellerimi çeneme koyup sırıtarak düşüncelere daldım. "Eymen... Güzel ve tatlı." Başımla onayladım dediklerimi.
Ömer'e döndüğüm zaman o da düşünüyor, kafasında tartıyor gibiydi. En son bana baktı. "Eymen güzel bir isim ama tatlı yavrum. O ne öyle. Biraz sert olsun."
"Ben Eymen olmasını istiyorum ama." Küskünce dudak büzüp kollarımı kavuşturdum. Yaklaşıp büzmüş olduğum dudakklarıma kısa bir öpücük bıraktı. Tam o anda yine karnıma bir sancı girdiğinden dolayı, çatılan kaşlarımla ağzımdan bir inleme çıktı
Bu halime bir şey diyecekti ki sıkıntılı bir nefes verip önüne dönmekle yetindi. "Eymen olmasın demedim ki yavrum?" Nasıl ya der gibi bakıyordum şu an da. "Yanına bir isim ekleyelim hiç olmazsa. O kadar tatlıyı benim yüreğim kaldırmaz valla."
Bu sefer düşünen taraf bendim. Ve en son hem benim hem de onun seçtiği isim olsun diyerek onayladım. Ömer memnuniyetle ikinci ismi düşünmeye başladı. "Hem..." Diye söze başlayan adamı büyük bir merak ile dinledim. "Durgun ve ağır hareketlere sahip olan, güzel ahlaka sahip, toplumda örnek, iyi huylu anlamlara sahip olan Yusuf olsun diyorum ben."
Bana baktı, onaylayıp onaylamayacağımı çözmek ister gibiydi daha çok ama anlayacak bir şey yoktu. Kabul ettim. Bu kadar güzel anlamı olan bir isme nasıl hayır diyecektim ki? "Çok güzel." Dedim hayranlık bulunduran ses tonum ile. "Anlamı ise ayrı güzel."
"Tabi kızım." Dedi büyük bir gururla. Omuzları da aynı derecede kabarmıştı. Bu hali gülmeme sebep olmuştu ki ben de kahakahamın önüne geçememiştim.
"Eymen Yusuf mu? Yusuf Eymen mi peki?" Diye sordum tam ağzını açıp konuşacaktı ben önce davrandım. "Yusuf Eymen daha güzel oldu."
"Güzelim madem soruyorsun bırak da cevaplayayım." Dedi eğlenir şekilde. Omuzlarımı salladım bana ne dercesine. Bu halime gülüp beni gıdıklamaya çalıştı. Yapma diyerek engel olmaya çalıştım ama dinlemedi. Kahkahalarımı tutamıyordum artık.
Tam da o anda gelen ayak sesleri ile kahkahamı yarıda bırakarak susmak zorunda kalmıştım. Ömer'in yardımıyla ayağa kalktım yavaşça. Kapıdan giren Yâde Havin ile o pozisyondan çıkmamız iyi olmuştu diye düşündüm. Sonuça Ömer'in babaannesinin, beni torununun kucağında görmesini istemezdim.
Uykudan yeni kalkmış olduğundan olsa gerek kaşları çatılmış vaziyetteydi. Bizi görünce adımları bizim tarafa geldi. Aynı anda da konuşuyordu. "Ne işiniz var bu saatte burda?"
"Asıl senin ne işin var bu saatte burda Yâde?" Diyerek soruyu kendisine yönlendirdi Ömer.
"Aman." Dedi Yâde. "Acıktım, yemek yiyeceğim. Ses gelince buraya bakayım dedim önce." Bakışları Ömer ile ikimizin üzerinde kısaca gezindi. "Siz ne yapıyorsunuz?"
"Uykum gelmedi." Diye cevapladım. "Ömer de işle ilgili dosyalara bakıyordu."
Ömer tekrar araya girerek, "Hem bu saatte ne yemeği? Zararlı değil mi sana?"
"Kim demiş zararlı?" Diye sordu Yâde Havin şaşkın bakışlarla.
"Doktor?" Diye cevapladı Ömer.
Yâde, "Valla ben hatırlamıyorum." Dedi umursamazca omzunu hafifçe oynatarak. "Ben sadece midemden gelen sesleri dikkate alırım." Diyerek kendisince haklı bir açıklama yaptı. "Hem o kadar uykudan kalkmışım, sırf midem yemek istiyor diye. Bir de doktoru düşüneceğim?"
Ömer'in cevab vernesine fırsat tanımadan yaklaşıp koluma girdi ve kapıya doğru ilerletmeye başladı. Ben daha ani hareketin şokundan çıkamazken Ömer, "Yâde, karımı nereye götürüyorsun?" Diye sordu sert bir tonda. Yanımıza geldiği için çatık kaşlarını da görebiliyordum.
Yâde Havin durunca ben de durdum. Ömer'e tersçe baktı. "Korkma yemeyeceğim karını." Dedi. Ömer'in umrunda değildi ama bu durum. Beni yiyeceğinden cidden korkuyor olabilir miydi? "Yemek yiyeceğim, gelin kızım da benimle yiyecek. Korkma, yemek yedireceğim karına." Diye devam etti Yâde. Konuşması bitince tekrar ilerledik. "Sen de gel de bize bir şeyler hazırla." Diyerek arkamızdan gelen adama homurdandı. Ömer bir şey demedi, ya sabır nefesi eşliğinde peşimizden ilerledi.
Mutfağa girdiğimizde Yâde Havin oturmuş hemen karşısına da benim oturmamı istemişti. Kendisine ayak uydurarak oturmuş ve anlamaz gözlerle ayakta bize bakan adama çevrimiştim bakışlarımı. Sessizliği bozan Yâde oldu.
"Ne duruyorsun evladım?" Diye hafif yüksek sesle Ömer'e seslenmişti.
Ömerin bakışları benden kopup babaannesine döndü. "Ne istiyorsun Yâde'm." Demişti sakince.
"Biz buraya neye geldik de soruyorsun? Üst değiştirmeye mi." Diyerek tersçe Ömer'e bakmıştı Yâde. "Aklın iyice gitti senin de ha! Yaşlandın mı ne oldu?"
"Ne yaşlanması ya?" Diye itiraz edip bana döndü Ömer. Benden cevap almak ister gibiydi.
Lakin Yâde cevap vermemi beklemeden tekrar söze girdi. "Hiç öyle Rojda kızıma bakma." Dedi. "O seni sevdiği için sana yaşlısın demez." Diyerek Ömer'i çıldırtmak ister gibi devam etti.
Ömer aniden tekrar bana döndü. Cidden yaşlısın diyeceğimden korkuyordu sanırım. "Yaşlı değilsin kocacığım merak etme." Gülümsedim hemen ardından.
"Değilim demi?" Diye sordu emin olmak ister gibi.
"Değilsin." Dedim başımla da onaylayarak.
Ellerini beline yerleştirdi. Ardından çatık kaşlarıyla Yâde'ye döndü. "Aşk olsun Yâde'm." Dedi başını da senden beklemezdim dercesine sağa sola sallayarak. Bu halleri çok komikti, ki sırıtan suratım da beni ele veriyordu. "Ayıp değil mi şu gencecik torununa yaşlı damgası vurmak."
Yâde Havin bir elini masaya dayamış, çenesini de eline yaslamıştı. Ömer'e çok da umrumda bakışları atıyordu. "Yaşlı değilmiş." Diyerek burnunu kırıştırdı. "Gelmiş otuz yaşına hâlâ ne diyor. Yolu yarılamış, geçmişsin."
"Yâde Allah aşkına gece gece, hatta uykudan kalkmana rağmen nasıl bu kadar enerji dolusun ki benle uğraşacak kuvvetin var."
Yâde "Ben senle uğraşmayı seviyorum eşşek sıpası." Diyerek Ömer'e sitem etti. "Hem benim enerjim hep var, sen yaşlanmışsın, benim ruhum genç elhamdülillah."2
Ömer daha fazla uğraşmamak adına arkasını dönüp dolaba ilerledi. Ben gülerken Yâde Havin de bana eşlik edip Ömer'in arkasından onun bu halini işaret ediyordu.
Sabah akşam tatrışsınlar lütfen. Sıkılmadan izlerdim.
Aklıma gelen ile Yâde Havin'e heyecanla baktım. "Yâde'm." Dedim. "Biz isim bulduk oğlumuza."
"De valla." Söylediğine karşılık başımı salladım. "Neymiş benim torunun ismi?"
"Yusuf Eymen." Dedim büyük bir mutlulukla. "Çok güzel değil mi?" Oğlumuza bulduğumuz ismi ilk defa birisine seslice söylüyordum ve bu da kalbimin hızla atmasına neden olmuştu. Mecburen kendimi sakinleştirmek istercesine bir elimi heyecanla atan göğsümün üzerine bıraktım.
"Kızım hele sakin ol." Dedi Yâde Havin bu heyecanımın karşısında. Gülerek söylemişti bunu. Heyecanım yüksekçeydi ve bu kalbimin hızlı atıyor oluşu gerçeğini değiştirmiyordu. "İsim de güzel valla ha. Allah analı babalı büyütsün kızım." Dedi büyük bir tebessümle bakarken.
O sırada Ömer aramıza iki tabak bırakmıştı. İki tabağın içinde birer sandviç vardı. Pek aç olduğum söylenemezdi ama yine de önümdeki sandviç beni memnun etti.
Yâde Havin için aynı şeyleri söyleyemezdim ama. "Bu nedir Ömer?" Diye sordu şaşkınca.
"E yemek için bir şeyler istemedin mi sen Yâde? Ben de bunu yapabildim."
Çatık kaşlarıyla Ömer'e bakıyordu. "Bunu ben de yaparım. Ben de dedim başka bir şey hazır edersin. Tüm keyfim kaçtı ha." Söylene söylene önündeki tabağa bir bakış attı. "Bir de bir saattir uğraşıyorsun. Bir tane ekmek arası için hem de."
Memnuniyetsiz bakışlara aldırmadan elindeki meyve sularını da masaya bırakıp yanımdaki yerini aldı Ömer. "Benden bu kadar geliyor ne yapayım?"
"Ben dedim ha Berivan'a. Şu oğlunu iki kere mutfağa sok diye ama nerde. Kıyamadı diye böyle beceriksiz kaldın başımıza." Sitemine gülmemek için elimi ağzıma kapattım.
"Bir yemek için beni gömdün ha." Yâde Havin yine umursamadı, memnuniyetsiz bakışları tekrar önündeki tabağa döndü. Ağlayabilse ağlayacaktı sanki. Çok tatlı duruyordu böyle de. "Hem ne yapayım? Gece gece kavurma mı yapayım sana?"
"He valla kavurma yapsaydın keşke, bundan daha iyiydi."
Onların tartışmasını izlerken bir yandan da önümdeki ekmeği alıp ısırmaya başladım. Onlar da artık bir süre sonra susmuştu. Gerçi Yâde hâlâ homurdanıyordu istediği yemek önünde yok diye ama aç olduğundan ötürü el mecbur o da yemeye başlamıştı.
Bir istiridyenin kıymetli incisi
Bi bahar dalının narin tomurcuklarını
Bir yanda arabada yankılanan şarkıya eşlik ediyor, bir yandan da Ömer'i izliyordum.
Çok derin, derin, derin, derin, derin, derin
Bir armağan gibi Tanrı'dan bana
Kış güneşinde altın kirpiklerin
Ömer benim en büyük armağanımdı. Hayatıma eklenen duyguların mimarıydı da.
Ben seni çok sevdim, ben seni çok sevdim
Belki zordur anlaması sessizliğimden
Çok sessiz kalmıştım sevgim konusunda. Bazen çok korkuyordum anlamamasından ama o her ne olursa olsun anlıyordu beni, her an her şekilde hem de.
Ben seni çok sevdim, ben seni çok sevdim
Sen oku kelimeleri gözlerimden
Gözlerimden çok şeyi anlamıştı. Sevgimi en başta, diğer duygularımı da. Yansıtamazdım, beceremezdim çoğu zaman ama yine de anlamıştı her şekilde.
Belki zordur anlaması sessizliğimden
Çok seviyordum hem de. Bazen konuşmak, bakmak da yetmiyordu sanki. Duygularım konusunda bu kadar kapalıyken bile beni çok kez anlamış, bana ayak uydurmuştu. Minnettardım ona. Her zaman hem de.
Şarkı bittiğinde nefes nefese kalmış şekilde iyice koltuğa yaslandım. Bir şarkı söyledik diye ciğerlerimden oluyordum az kalsın. Açık pencereden giren hava neyseki biraz da olsa serinletiyordu beni.
"Sesim nasıldı?" Diye sordum sol omzuma başımı hafifçe yatırıp ona bakmaya devam ederken. "Yani tamam kabul, seninki kadar güzel değil ama nasıldı? Güzel miydi?" Küçük bir kahkaha döküldü dudakları arasından. Cevabı merak ettiğim için bunu görmezden geldim. Sabırsız şekilde. "Hadi cevap versene." Dedim.
Bu halim keyfine keyif katmıştı. Kısa süreliğine bakışlarını yoldan ayırıp bana baktı."Hayatımda duyduğum en güzel ses sana ait yavrum. Ne söylersen söyle değişmeyecek bu düşüncem."
Gözlerimdeki parıltılar kalbe dönüşüyordu sanırım. Öyle hissettim. "Yaa gerçekten öyle mi düşünüyorsun?" Diye sordum dudağımda artan tebessümle
"Yalan söylediğimi nerde gördün?"
"Hiçbir yerde. " Dedim kendimden emin bir tonda.
"E o zaman." Diyerek göz kırptı. Derin bir nefes aldı. "Sen anlat, sen konuş, sen söyle ama yeter ki sen olsun bunları yapan." Gözlerini kısa süreliğinden yoldan çekip bana baktı tekrar. "Her şeyine razıyım ben, senden geldiği sürece."
Sessizce yan profiline baktım bir süre. Dilimdeki kelimeler sanki birbirine dolanmış gibi ağzımdan bir şey çıkmıyordu. "Şükür sebebimsin." Diyebildim en son. Yoğun sevgi duygusundan dolayı gözlerim de dolmuştu ki bu bir süre sonra yanımdaki adamı bulanık görmeme neden olmuştu. Ama bu aşktandı. "İyi ki varsın Ömer." Dedim aşkımın yanına eklenen hayranlıkla.
Bana bakınca kaşları çatıldı. Neden gözlerimin dolduğuna anlam vermeye çalışıyordu. Anlam veremezdi çünkü ben de bu hallerime anlam vermeyi bırakmıştım artık. "Yavrum ağla diye mi söyledim?"
"Mutluluktan." Dedim masumca alttan bakıp, omuzlarımı da oynatarak. "Seni sevdiğimden. Kötü bir şey olmadı."
"Mutluluktan olsa da göz yaşı akıtmanı sevmiyorum karıcığım." Dedi önüne dönerken.
Kırmızı ışıkta durmamızla hafifçe bana döndü. Elimi tutup kaldırdı, dudaklarını avuç içime bastırdı. Diğer elim ile saçları arasında gezdim. Elime değen tuttamlarla mutlu oluyordum. Başını kaldırmasıyla bu sefer elim yanağındaki hafif çıkan sakallarda gezindi. "Şu bana olan bakışın için her şeyi yakarım." Dedi büyük bir yemin eder gibi.
"Yakma hayatım." Dedim büyük bir gülümseme eşliğinde. "Güzelleştir bizi."
"Yanımda sen varken güzelleşmemesi imkansız sanki."
Ömer'in tarafındani cam tıklatılınca mecburen arkasını döndü, aynı şekilde benim bakışlarım da o yöne döndü. Küçük bir kız çocuğu elinde duran bir sepet ile bize bakıyordu.
"Abi." Dedi. "Bir gül vereyim mi? Ablaya verirsin hem."
Ömer beklemeden cevap verdi. "Papatyan var mı bakalım?"
Kız hevesle başını salladı. "Olmaz mı abim. Ne kadar vereyim?"
"Ne kadar varsa." Diye cevap verdi Ömer.
Kız mutlu olmuşçasına elindeki sepetten büyük bir buket hazırlayıp Ömer'e uzattı. Ömer papatyaları alıp kıza yüksekçe bir para verip gitmesini sağladı. Ardından ban döndü elindekilerle. "Karıma." Dedi. "Onun gibi, en ürkek ama en güzel çiçeklerden."
Uzattığı papatyaları alıp kucağıma çektim. Bir kez daha aşık olmuştum. Bir kez daha aşık etmişti. Ve bunun için büyük bir şey yapmasına gerek yoktu. Aldığı bir çiçek, söylediği bir söz dâhi beni fazlasıyla kendisine bağlıyordu.
Araba tekrar hareket etti ve biz gitmemiz gereken yerin önüne gelmiştik en son.
Bugün son kontroller için Ömer işten gelince hastaneye gitmiştik. Ve her şeyin yolunda olduğunu söylemişti doktorumuz. Doğum için her an hazır olmamızı, aynı zamanda onların da hazır olduklarını söylemişti. Bu aralar fazlalaşan sancılarımdan da bahsetmiştim. Bunun sebebi de yaklaşan doğumdan kaynaklıymış. Bu da beni heyecanlandırmıştı. Çünkü her an oğlumuzu kucağımıza alabileceğimizi öğrenmiştim. Hastaneden çıkınca da Ömer ile bebeğimize beşik almak için anlaşmış ve oraya gidiyorduk ki gelmiştik de.
Ömer arabadan inip benim tarafıma geldi. Elimdeki papatyaları bir kez daha koklayıp arabaya, hiç istemeyerek de olsa bıraktım. Daha sonra Ömer'in yardımıyla arabadan indim.
Mağazadan içeriye girdiğimiz andan itibaren birkaç göz bize döndü. Bunu es geçip gözlerimle etrafı taradım. Hayır bu beşik işini neden bu kadar geç ayarladıysak? İşin gerçeği hiç halim yoktu. Bu yüzden de Ömer'in ısrarlarına rağmen gitmiyorduk.
Bir kaç dakika sonra yanımıza gelen genç bir kadınla durmak zorunda kaldık. Mağazanın sahibi olduğunu düşündüm. "Hoş geldiniz Ömer Bey. Ben mağaza sahibi Gülşen, yardımcı olayım size." Demesi de bu düşüncemi doğrular nitelikteydi.
Ömer "Beşik bakacaktık eşimle." Diye cevapladı.
Kadın başını sallayıp, "Buyrun efendim şöyle." Diyerek yolu gösterircesine önümüzden ilerledi. Asansör ile bir alt kata indiğimizde gözüme çarpan bir çok beşik modeli oldu. İşte bu kalbimin heyecandan hızla atmasına sebep oldu. Kalbim pır pır ederken Ömer'in eline yapışıp çekiştirmek suretiyle peşimden ilerlettim.
Bir çok çeşit vardı. Ahşap, beyaz, siyah, pembe, mavi ve daha bir çok renk. Ama benim istediğim beyaz olmasıydı, renk tercihim bu yönde. Diğer renkleri eleyip beyaz beşiklere odaklandım.
Yusuf Eymen biraz büyüyene kadar bizim odada kalacaktı. Ve bizim oda genel olarak beyaz ve ahşap renklere sahipti, oğlumuzun beşiği de odayla uyumlu olmak zorundaydı.
İki tane beşiği geçmiştim bile. Şu an başka birinin önündeydik. Beşikten çok oda takımı gözüme hoş gelmişti. Dolap, çekmece, yatağı. Hepsi ayrı güzeldi. Ben incelerken Ömer de kollarını kavuşturup bu halimi izliyordu.
Dönüp, "Sen bakmayacak mısın?" Diye sordum.
"Önemli olan senin beğenecek olman."
Başımı memnuniyetle salladım. "Sen bilirsin kocacığım." Dedim ve dönüp incelemeye devam ettim. Ki çok bakmadan da beğendiğime karar verdim. Beşik dışında oda takımını da almak istiyordum.
"Bu oda takımını çok beğendim." Dedim Ömer'e yaklaşarak.
Ömer başını sallayıp takıma göz gezdirdi. "Karım beğenmiş, istiyorsa alacağız mecbur." Dedi. Gülümseyerek elini tuttum. Ellerimi ayırdı, onun yerine belime yerleştirip, beni kendisine çekti. Saçlarımın arasına dudaklarını bastırdı.
Tekrar yukarı çıktık. Ömer alacağımız odanın ücretini hallederken ben de bir köşeye oturdum. Malum ki hamileydim ve bu kadar ayakta kalmam bile beni çok yormuştu. Zaten hamilelikten dolayı şişen ayaklarımın üzerinde fazla duramıyordum. Bir debunun yanında arada giren sancılar da beni yeterince zorlamıştı.
Oturduğum yerden gözlerime takılan bir nokta oldu. Ömer'e ağzı açık bakan iki kız.
Kaşlarım çatıldı istemsiz. Hayırdır yani? Benim kocama neden böyle bakılıyor? Yorgun olmama rağmen kalkıp Ömer'in yanına gittim. Bu bile düşüp bayılmama neden olacak kadar yorucuydu.
Kızlara ise ters bakışlarımı yolladım, beni fark ettiler mi bilmiyorum çünkü dönüp Ömer'in koluna dokundum. O da ben yoruldum diye oturmamı sağlamıştı. Şimdi ne diye geldiğimi merak ediyordur. Ömer bana baktı. Bir şey demeden sol elini tuttum. Tabi o sırada yanımızda olan kızlara da bir kez daha baktım.
"Bir şey mi oldu güzelim?" Diye sordu.
"Hayır." Dedim tebessüm eşliğinde. "Tamam mı?" Diye sordum.
Başını salladı. "Çıkarız şimdi." Diye cevapladı. O ara yine gözlerim istemsiz o kızlara kaydı. Kol kola girmiş, benim Ömer'in yanında oluşumu umursamadan hâlâ Ömer'e bakıyorlardı. Pes yani.
İçimde kaynayan bir şeyler vardı. Öfke mi, kıskançlık mı olduğunu anlamadım ki ikisi de fazlacaydı. Dişlerimi sıkmak suretiyle başımı çevirdim o taraftan. Ki dönmem ile Ömer'le göz göze geldik. Bu halimi anlamamıştı ama benim baktığım tarafa bakınca olayı çözmüş gibi kaşları havalandı. Aynı saniyelerde dudağının sol köşesi keyifle, usulca yukarı doğru kıvrılmıştı.
Ben ise bu hareketiyle kaşlarımı çattım. Hayırdır yani? Hoşuna giden şey neydi? "Niye sırıtıyorsun sen?" Diye sordum dişlerimin arasından.
Söylediğimi umursamadan elini belime yerleştirip ilerlememi sağladı. Ona ayak uydurdum ama ters bakışlarım bu sefer yandan kendisine bakıyordu. "Ömer! Hayırdır yani? Niye bu kadar mutlu oldun sen? Ne olmuş yani?"
Alt dudağını keyfi azalmaz şekilde dişlerinin arasına aldı. Mağazadan çıkar çıkmaz durup geri çekildim biraz. O da durmam ile durmuştu. Kaşlarım hâlâ çatık, kendisinden bir cevap bekliyordu. Önce yaklaşıp çatılan kaşlarımın arasına bir öpücük bıraktı. Bu hareketiyle kaşlarım tam normal halini alıyordu ki zor durdum.
"Senin o kıskanan halini severim." Dedi mutlu mesut.
"Niye hoşuna gidiyor bu? Görmedin mi sana nasıl, seni yiyecek gibi bakıyorlardı." Sinirlenmemek için kısa bir duraksama yaşadım. "Bir de yanında ben vardım. Hiç de utanmadan gayet açıkça seni süzdüler."
"Hoşuma giden onların bana nasıl veya ne şekilde baktıkları değil." Dedi tebessüme dönüşen bir ifade ile. "Beni, senden başkasının nasıl baktığı ilgilendirmez." Saçımı omzumdan geriye atıp devam etti. "Benim hoşuma giden, sen tarafından kıskanılmak yavrum. Beni nasıl sevdiğini görüyorum."
"Ben seni zaten seviyorum kocacığım." Dedim elini tutup yürüyerek. "Ama illa kıskanmama gerek yok. Ya da sana yiyecek gibi bakmalarına." Son söylediklerim yine içerideki olanları aklıma getirdi, bu da tekrar sinirlenmeme neden oldu.
Arabaya binip yine Ömer'in aldığı papatyayı kucağıma aldı. Sakinleşmek ister gibi bir kaç kez derin nefes çektim içime. İşe yaramıştı da.
"Sinirine hakim ol karıcığım." Diyen adama yan bir bakış attım. Utanmasa kıskandığım için halay çekecekti. "Gidelim de yemek yiyelim. Kurt gibi acıktım valla ha." Diyerek arabayı çalıştırdı.
Eve geldiğimizde ev halkı salondaydı. Azad baba da gelmiş, Yâde Havin ve Berivan Daye'ye eşlik ediyordu. Ben ise uykum olduğundan dolayı eve zar zor gelmiştim. Salondakilere selam vermiş ve yatmak için odama geçmiştim. Tabi beni asla yalnız bırakmayan biriyle.
Odaya girmemiz ile karnıma giren sancı hareket etmeme engel oldu. Ağzımdan acıdan dolayı bir inleme firar etti. Dişlerimi sıktım sanki geçecekmiş gibi. Ömer de durmuş korkuyla bana bakıyordu.
"Yavrum ne oldu?" Diye sordu. Cevap veremeden bir sancı daha girmişti kasıklarıma. Ömer bu sefer kucağına almak için yaklaşmıştı ki zor da olsa bir elimle engel oldum. Çünkü herhangi bir hareket karşısında sanki daha da fazla ağrım olacak gibiydi. Bu Ömer'in hoşuna gitmemişti ama geri de çevirmemişti beni.
Dişlerimi sıkmış, derin nefesler almaya çalışıyordum. Ama sanki aldığım nefesler bile acı olarak dönüyordu kasıklarıma. "Ömer." Dedim inler şekilde. "Sanırım doğum yaklaş-" Cümlemi bitiremeden bir sancı daha bana merhaba demişti.
Ömer bu sefer durmadı ve hızla beni kucağına aldı. Geldiğimiz yönden tekrar çıktık. Merdivenleri acele ama dikkatle indi. Salondakilere bir şey demeden avluya indik. Acı gittikçe fazlalaşıyordu, nefes almam zorlaşıyordu. Ağzımdan kesik kesik çıkan inlemelere ise engel olamıyordum.
Raşit abi bizi görür görmez arabanın kapısını Ömer için açtı. Arabaya beni koyunca Raşit abinin şoför koltuğuna geçmesini söyleyip yanıma oturdu. Başımı göğsüne çekip ellerimi tuttu. Sol elimin avuç içine bir öpücük bıraktı. Normalde buna erimek ile meşgul olabilirdim ama şu an gözüm bir şeyi görmüyordu. Derin nefesler alıp inlemekten başka bir şey yapamıyordum. Bir yandan da Ömerin ellerini sıkıyordum.
"Sakin ol yavrum." Dedi sesindeki telaşla.
"Ömer sus!" Dedim tahammülsüz bir sesle.
"Tamam." Dedi teslim olur gibi. "Derin nefesler al, sıkma kendini."
"Nasıl sıkmayayım? Arabada mı doğurayım ben?" Burnumdan soluyordum resmen. Kendimi o kadar sıkmıştım ki bütün damarlarım dışarıdan görünüyor gibi hissettim.
"Ne arabada doğurması?" Dedi şaşkın bir sesle. "Ben daha iyi hisset diye dedim."
"Şu an ne denirse densin kendimi iyi hissetmem." Dedim sonda ağzımdan çıkan bir inleme ile beraber.
Raşit abi ise ayrı bir alemdeydi. "Ağam şarkı açayım mı?" Diye sorması da buna örnekti.
Ömer "Ne şarkısı lan? Düğüne mi gidiyoruz?" Diye sertçe yükseldi.
"Ağam sakinleşirsiniz diye dedim ben." Raşit abi Ömerin yüksek çıkan sesine karşı hafifçe koltuğuna sinmişti.
Arabada böyle yükselişlerle inişlerle beraber en son hastaneye varmıştık. Halbuki birkaç saat önce hastanedeydik.
Sedyeye yatırılmam ile bünyemi korku sardı bu sefer. Bunun en büyük nedeni de ilk doğumum olması ve içeride nasıl bir ortam ile karşılanacağımı bilmemem. Gözümden akan yaşlar da bundan olsa gerekti.
Ömer sedyeyle beraber, elimden tutarak ilerliyordu. Dolmuş gözlerim bir yana acı bahşeden sancılar bir yanaydı. Ömer sakin ol, rahatla gibi cümleler kurarken bu beni pek ilgilendirmiyordu açıkçası.
Ben ne yapacağımı bilmiyordum.
Bu anlar doğumhanenin önüne gelene kadar devam etti. Ömer ile ayrılan ellerimiz ise acıma acı eklemişti sanki. Dolu gözlerim ile son kez baktım ona. Gözleri dolmuştu sanki ya da benim dolu gözlerim görüşümü yanıltıyordu.
İçeri girdim ve kapılar kapandı...
Rojda'nın içeri girmesinin üzerinden neredeyse iki saati geçmişti. Artık sabırsızdım. Ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu, bu da kafayı yememe sebepti.
Sinirimden dolayı önünde durduğum duvara bir yumruk atmıştım. Elim acıyor muydu bilmiyorum çünkü hiçbir şey hissedemiyordum.
Hissetmek, bilmek istediğim tek şey içerideki kadının ve oğlumuzun iyi olduğunu bilmek.
Bakışlarım etrafta gezindi. Bizim gelmemizden hemen sonra konaktakiler ve Rojda'nın ailesi de gelmişti.
Benim kadar mı bilmem ama onlar da heyecanla içeriden Rojda'nın ve oğlumuzun çıkmasını bekliyorlardı.
Bir gün. Bir gün hiç ummadığım bir anda bir çift yeşil göze vurulmuştum. O günden sonra hayatım asla eskisi gibi olmamıştı.
Çünkü gördüğüm o bir çift yeşil göz aklımdan çıkmamıştı.
Ne yapsam ne etsem de günün sonunda benimleydiler. Bir süre sonra ayrılmadılar benden.
Rojda'ya, o çeşmenin başında açıldığım zaman... o ürkek halleri, benden beklemediği sözler karşısında şaşkınlıktan ne diyeceğini bilememesi...
Tam bir papatyaydı, ürkek nazik bir çiçek o. Belki bu yüzden papatyayı ona çok yakıştırıyordum.
Beni bekletmesi ise kızamayacağım bir konuydu. Ben ki iki yıl, kendime yedirememiş kabul etmemiştim kendime. Sevdiğim kadın yedi ay bekletmiş çok mu? Sonunda cevabının evet olması bile bana yetiyordu.
Şimdi ise hayatımın dönüm noktası olan o kadından bir çocuğum olmuş ve dünyaya gelecekti. Sevdamın tohumu o. Sevdiğim kadından.
Heyecanım, sabırsızlığım bundandı belki. Onları görmek.
Bu sürede kapı açılmış ve Rojda'nın doktoru çıkmıştı, kendisine doğru ilerledim. "Karım nasıl?" Diye sordum sabırsızca.
"Oğlum nasıl?" Diye sordum bu sefer de. "Oğlunuz da iyi Ömer Bey. Şimdi Rojda hanım normal odaya alınacak. Oğlunuz da sonrasında yanınıza gelecek." Dedi.
Yanımızdan ayrılmasıyla sedyenin üstünde Rojda göründü. Yaklaşıp elini tuttum, terden sırılsıklam olmuş saçlarına dokundum. "Güzelim benim." Dudaklarımın arasında fısıldıklarımı sadece ben duymuştum. Karnının ise hamilelikten arınmış izi vardı. Artık şiş değildi. Bu görüntüye o kadar alışıktım ki, şimdi ne düşüneceğimi bilmiyordum.
Şükür ettim ama. Şükürler olsun ki sorunsuz şekilde gerçekleşmişti doğum.
Rojda normal odaya geçince hemşire bir kadın ne zaman uyanacağını söylemiş ve Rojda'ya son kez bakıp odadan çıkmıştı. Şimdi sadece ailesi vardı.
Annesi yanı başındaydı. Kızının ilk doğumu ne de olsa. O da kendi içinde ayrı bir duygu yaşıyordu. Ben ise duvara yaslanmış, hayattan soyutlanmış şekilde karımı izliyordum. Henüz uyanmamıştı ama bu hali bile izlenecek en güzel manzaraydı benim için.
Uyuduğu zaman bile başıma belaydı.
Ortamda ise oluşan bir kalabalık vardı ve bu da sinirlendiğim başka bir noktaydı. Rojda uyandığında eksik bir şey olmasın diye birbirlerine ha bire bir şey soruyorlardı, tahammül seviyemi zorladıklarının farkında değillerdi. Her an toplu bir kovma yapabilirdim. Şu an susmamın tek sebebi saygı duyduğum büyükler olmalarıydı.
Yine de sessiz kalıp Rojda'ya odakladım bakışlarımı, kimseyi umursayacak halim yoktu. Benim için önemli olan, şu an karşımda her şeyden habersiz duran kadındı.
Saniyeler sonra gözleri hafifçe aralanmıştı. Anında sırtımı yasladığım duvardan çektim ve karıma yaklaştım. Diğerleri de uyandığını görmüş olacaklar ki soruları birbirine değil de Rojda'ya çevirmişlerdi.
Benim önümde duran babası yüzünden karıma yaklaşmamak ise beni daha da sinirlendiriyor, bir şey diyememek ise zora sokuyordu.
"Kızım." Dedi annesi kıyamaz bir tonda. "Kendini nasıl hissediyorsun?" Merak ettiğim bir konu olduğu için cevabına dikkat kesildim.
Rojda bir süre sessiz kaldı. Etrafta gözlerini gezdirdi. Bakışları bende uzun kalmıştı. Daha sonra karnına kaydı bakışları. Dudakları hafifçe titremiş, gözleri dolmuştu. "Oğlum nerde?" Diye sordu kısık sesle.
Şu an yaklaşıp onu göğsüme çekememek beni mahvediyordu.
"Getirecekler kızım birazdan." Diye cevapladı annesi.
"Sen nasılsın kızım hele onu söyle?" Babası sorusunu sorup eğildi ve Rojda'nın saçlarını öptü. Ailesinin onunla ilgilenmesine izin vererek tekrar, az önce yaslandığım duvarın önüne geçip, sırtımı duvara bıraktım.
Rojda üzerindeki duygusallığı atamamıştı, gözünden akan yaşlar da bunu belli ediyordu. Babası saçlarını okşayıp, sakinleştirmeye çalışıyordu. Annesi de diğer yandan destek olacak sözler sarf ediyordu.
Onlar kendi halindeyken odanın kapısı açılmıştı.
Kalbim sanki hızlanmıştı ya da ben heyecandan öyle hissediyordum.
Duvardan çekilmiş ve oğlumun yanına gitmiştim. Gördüğüm yüz ile ne tepki vereceğimi, ne yapacağımı hatta ne diyeceğimi bilmiyordum. Kala kalmıştım sanki.
Teni hafif esmere kayıyordu, yüzü yuvarlaktı. Saçları ise bir çocukta ilk defa görebileceğim şekilde fazlaydı.
Hemşirenin göstermesiyle kucağıma aldım. İşte tam o an kelimelerin kifayetsiz, duyguların eksik kaldığı bir andı.
İç çekerek kucağımda duran bebeğe baktım, kendi bebeğime ama. Ellerimdeki hissettiğim o yumuşak vücud benden bir parçaydı.
Fark etmesem de dolmuş olan gözlerimle, yatakta duran kadına baktım. Büyük bir tebessümle izliyordu bizi. Yanına yaklaştım, annesi geri çekilip, benim geçmeme müsaade etmişti.
Yavaşça yatağın köşesine oturdum. Bana bakan bir çift yeşil göze baktım. Elimdeki bizden olan parçayı ona uzattım. Titreyen eller ile dikkatle kucağına aldı. Sağ yanağından süzülen bir damla yaş da buna eşlik etti.
Oğlumuza değdi bakışları, hemen arkasından da yaklaşıp boynunu öptü, derin bir nefes çekti içine. Manzarama manzara eklemişti.
Sevdiğim kadın, kucağında ise oğlumuz.
Sevmeyeceksin de ne yapacaksın bu manzarayı.
Rojda hafifçe geri çekildi. Gözlerinde ışıldayan bir parlaklıkla, büyük bir tebessümle bana baktı.
Bu halimizi bozan ise hemşire oldu. "Bebeğin emzirilmesi gerekiyor." Dedi.
Annem ve Rojda'nın annesi hızlıca onay vermişlerdi. Babam ve Ekrem baba böylece odadan çıkmışlardı. "Oğlum hadi sen de çık." Denilmesi üzerine bakışlarım anneme kalktı.
"Ben neden çıkıyorum?" Diye sordum anlamayarak.
"Çünkü Rojda bebeği emzirecek."
"Ee." Dedim ne var bunda dercesine. "Emzirebilir."
"Oğlum senden izin mi istedik? Çık dışarıya da kız rahatça emzirsin."
"Daye karım yanımda gayet rahat olabilir." Dedim.
"Ana sözü ikiletilmez. Çık dediysem çık." Diyerek beni umursamadan ayağa kaldırdı, bir de yetmezmiş gibi odanın dışına koyup, üstüme de kapıyı kapattı.
Bir şey dememek adına dişlerimi sıkarak babamların yanına geçtim. Benim karım benim yanımda gayet rahat. Sanki sürekli yanımızda kalacaklar. Aklıma gelen ile olmamasını temenni edip ilerlemeye devam ettim.
Kucağımda büyük bir iştahla göğsümü emen küçük adama, dudaklarımdaki derin bir tebessüm ile bakıyordum. Hemşire nasıl emzireceğimi gösterip yardımcı olmuştu ve Yusuf Eymen ise zorlanmadan emmişti.
Ömer annemlerin biraz daha kalması üzerine onları eve göndermişti. Israrları görmezden gelmiş ve Karıma ben bakamayacak mıyım?" Diyerek onları geri çevirmişti.
Şimdi ise baş ucumda oturmuş büyük bir sevgi ile bakıyordu bize. Bir elim Yusuf Eymen'in belinden sıkıca kavramış, bir elim ise siyah ve gür saçlarının arasına karışmıştı. Saçları ilk görüşte göze çarpıyordu. Fazla yoğundu. Ben ise hayranlıkla bakıyordum.
"Rüyadayım sanki." Diyen sesi ile kendisine baktım. Akşam olduğundan dolayı, oğlumuzun rahatsız olmaması için odadaki gece lambası açıktı. Loş bir ortam mevcuttu. Buna rağmen ışıldayan gözlerini görüyordum. "Karşımdasın, kucağında oğlumuz var." Sesi de yüzü gibi inanamıyor gibiydi. Ya da ne dese az kalacağından, diyecek bir şey bulamıyordu.
Bu sırada oğlumuz doymuştu. Ağzı göğsümde, hareketsizce durmuştu. Çıkmayan sesi de uyuduğunu gösteriyordu. "Uyudu." Dedim sessizce. Alması için Ömer'e işaret verdim, anlayarak dikkatle kucağına aldı. Asıl o benim nasıl bi rüyada olduğumu bilmiyordu. Baba olmak o kadar yakışmıştı ki... Kucağında duran bebeğimiz onu çok farklı göstermişti sanki.
Ömer, Yusuf Eymen'i alınca ben de yataktan destek alarak kalktım. Onu yatağına yerleştirdikten sonra tekrar bana döndü. Soru sorarcasına bakan suratına "Lavaboya gitmem gerkiyor." Dedim. Başını sallayınca dikkatle ilerleyip odada bulunan çok da küçük olmayan banyoya girip, işlerimi halletmeye koyuldum.
Banyodan tekrar yavaçşa çıkmıştım. Dikişlerim yeniydi. Hem oluşan bir ağrı vardı, hem de patlamasından korktuğumdandı bu yavaşlık.
Başımı kaldırmam ile Ömer'i oğlumuzun başucunda gördüm. Bu görüntü fazlasıyla eşsizdi benim için.
Yanlarına yaklaştım. Ömer nasıl dikkatli bakıyorsa beni fark etmemişti. Ancak yanına geldiğimde bakışlarını bana değdirmişti. Beni önüne çekti. Ellerimi cam küveze yasladım. Ömer de ellerini ellerimin üstüne koydu. Başı ise omzuma yerleşti. Yanağıma tüy gibi hafif bir öpücük bırakıp, oğlumuza çevirdi bakışlarını.
Hiçbir şey konuşmadık. Sadece anı yaşadık. İçimizdeki duyguları hissettik.
Anne olmuştum, karşımda, baktığım yerde artık bir çocuğum vardı. İçimdeki o duyguyu nasıl anlatacağımı bilmiyordum. anlatılabilir miydi onu da bilmiyordum. Bildiğim tek şey çok güzel bir duygu olduğuydu. İyi ki yaşamak nasip olmuştu...
ÇOK DUYGUSALIM İMDAT!!! BABAANNE, ANNEANNE OLDUM. Off çocuğum doğurdu. AĞLIYORUM.2
Bölüm hakkındaki genel yorumlarınızı alalım.
Oy verdiğiniz için ve yaptığınız yorumlar için teşekkür ediyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |