Bu bölüm, bir önceki bölümün devamı gibi bir şey, gün olarak. Yani farklı ya da ara girmiş bir günden devam etmiyoruz. Bunu bildirelim, öyle geçelim bölüme.
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeden okuyunuz, keyifli okumalar 🤍
Bölüm şarkısı : Bahadır Sağlam • Kır papatyası
Derin bir nefes eşliğinde başını, yanı başında bekleyen adama çevirdi. "Her şey hazır mı Raşit?"
Başını salladı Ömer. "Çıkalım." Diyerek önden ilerledi. Mert, Fatih ve Raşit hemen arkasından hızlı adımlarla takip ediyordu kendisini. Kapıya çıktıklarında Ömer, etrafta kendisinden haber bekleyen adamlar üzerinde bakışlarını gezdirdi. Adamları, güvendiği sağ kolundan toplamasını istemişti. Raşit, aldığı emirle hem adamları toplamış hem de kısa sürede aradıklarını bulmuştu.
Çatık kaşlarının altındaki sinirden kararmış gözleri, önünü bile görmesine engel olacak derecede koyuydu genç adamın. "Arabalara geçin." Sert sesiyle cevap beklemeden kendi arabasına ilerledi.
"Ağam ben?" Raşit'in sesiyle açtığı kapının üzerinden ona baktı.
"Raşit!" Derken derin bir nefes aldı. Dişlerinin arasından konuşarak devam etti. "Başka bir arabayla geliyorsun! Ben tek gidiyorum." Sözü bittiği an açtığı kapıdan içeri girmiş ve anında arabayı çalıştırmıştı.
"Daha yeni başlıyoruz." Dedi önündeki yoldan gözlerini çekmeden. "Karımı almaya geliyorum!"
Akşam yemeği çok şükür ki mideme inmişti. Büyük bir zevkle aç karnım kucaklamıştı yemekleri. Yemekten sonra koltuklara serpilmiş sıcak bir sohbetin ortasında bulmuştum kendimi. Yusuf Eymen ise emzirmeme rağmen üzerinde bir huysuzluk mevcuttu. Bu nedenle çift kişilik koltuğa oğlum ile oturmuş, arada da edilen sohbete ortak oluyor, konuşuyordum.
Ömer ise ayrı oturmamızdan dolayı kaşlarını çatmış, bana ara sıra bakıp duruyordu. Umursadığım bir durum olduğu söylenemezdi. Hemen kucağına atlayacağımı düşünüyorsa büyük bir yanılgı içerisindeydi. Kendisine tersçe bakıp tekrar oğluma döndüm.
"Kızım, Yusuf hastadır? Niye böyle huysuz?"
Berivan Daye'nin konuşmasıyla bakışlarım kendisine döndü. "Bilmiyorum ki." Dedim dudak büzerek. Yusuf'a bir bakış attım. Öyle görünen ya da yansıyan bir hastalığı yoktu gibi, ben mi görmüyordum acaba? "Belli olur mu öyle?"
"Bakalım kızım." Diyerek ayağa kalkıp yanıma geldi. Boş olan yere oturup benden tarafa döndü. "Oy benim yakışıklı torunum. Yesin seni Dayen." Tebessümle söylediklerine karşılık elini Yusuf'un başına koydu. Ardından gözlerini bana çevirdi. "Ateşi yok çok şükür." Dedi rahatlamış bir nefes vererek. "Gazı olmasın. O yüzden huysuzluk etmiştir. Ömer de öyleydi bebekken. Çok zorlardı bu konuda beni."
Gülmemek için kendimi zor tutarken bakışlarım istemsiz Ömerin tepkisine bakmak için ona döndü. Çenesi, annesinin onun hakkında söyledikleriyle gerilmişti. Bu da yanaklarımın içini dişlememe sebep oldu. Yoksa tutamaz ve sinirime rağmen kahkahalarla gülerdim.
"Daye." Dedi dişlerinin arasından. Bu sırada üzerimde, onun bu haline gülmemek için zor durduğumdan kaşlarını çatarak bakıyordu bana. Benden aldığı bakışların annesine çevirdi. "Ne alaka benim küçüklüğüm şimdi?"
"Ne demek ne alaka?" Bu sefer Berivan Daye ters bakışlarını Ömer'e çevirdi. "Senin oğlundur." Dedi daha ne olsun dercesine.
Onların bu dalaşına daha fazla dikkat kesilmeden oğluma döndüm. Kucağıma alıp ayaklandım. Sırtını sıvazlamaya başladım yavaş yavaş. Ardından salondan çıkıp mutfağa doğru ilerledim.
"Bebeğim benim." Aynı zamanda Yusuf Eymen ile iletişimi kesmiyor, sohbet ediyordum. Gerçi huzursuz olduğundan beni dinliyor mu bilemiyordum tabi. "Niye böyle oldun sen?" Mutfağa girdiğimizde önce kendime bir bardak su doldurmuş ve sandalyeye oturarak içmiştim.
Daha sonrasında ayaklanmıştım ki önümde Ömer'i görmüştüm. Tek kaşımı kaldırıp kendisine sorgular şekilde bir bakış gönderdim.
"Güzelim." Dedi yumuşak bir sesle. "Özür dilerim karıcığım."
Yumuşak konuşmasına aldırmamaya çalışmak uğruna boğazımı temizleyip gözlerimi kaçırdım.
"Şşş." Demesiyle parmaklarını çenemde hissettim. Bu da gözlerimin tekrar kendisine dönmesine sebep oldu. "Ben yanında olduğum sürece o gözler benden ayrılamaz demedim mi?"
"Şu an seninle konuşmak istemiyorum." Dedim sitem ve trip barındıran ses tonum ile. Ufakça çatılmış kaşlarımın altından kendisine ters bakışlar gönderiyordum. Tabi ne kadar etkili oluyordu bilinmez
"Konuş yavrum. Ben, sen yanımda sessizce dururken mutlu mu oluyorum sanıyorsun?" Omuzumu bana ne dercesine oynattım. "Karım bana kırılmışken onu tek bırakacağımı sanıyorsan yanılıyorsan güzelim."
Kaşlarımı kaldırdım. "Ben, seni görmemezikten gelirim o zaman." Dedim duruşumu bozmadan. "Malum sen de görmemiştin." Daha fazla yanında kalamayarak arkamı döndüm, mutfaktan çıktım.
Yusuf Eymen'in altına yaptığını anladığım için salona geçmedim, direkt olarak adımlarım merdivene yöneldi.
"Böyle dedin diye salona gidip oturamam yavrum." Arkamdan gelen ses ile irkilip adım attığım merdivende duraksadım. "Anladın mı karıcığım?" Kulağımın dibinden gelen kısık ses ile karnımda bir şeyler hareket etti ve bu his bütün vücuduma yayıldı.
Boğazımı temizleyip duraksadığım adım ile tekrar merdivenlerde yürümeye başladım. Cevap vermeyi de ihmal etmemiştim. "Duymadım." Dedim küçük bir yalana baş vurarak. "O yüzden de anlamadım."
Arkamdan kısıkça gelen gülme sesini umursamadım. Aklımı toparlamam lazımdı, oğluma çevirdim bakışlarımı ve ilgimi.
Odaya girip Yusuf Eymen'i direkt yatağa yatırdım ardından dolaptan bez, ıslak mendil ve değiştirirken altına serdiğim örtüyü de alarak yatağa ilerledim tekrar. Ömer de bu sırada dolaba ilerlemişti, ne yaptığını merak etsem de bakmamıştım.
Yusuf Eymen'in önüne oturdum ve sırayla üstünü çıkarmaya başladım. En sonunda kirletmiş olduğu bezi açtım ki burnuma gelen ağır koku ile hızlı bir şekilde temzileyip yeni bezi taktım. Hazır üstünü çıkarmışken eğilip, tombik olan bacaklarına öpücük bıraktım. "Oh." Dedim her öpücük sonrası. "Anne yesin mi bunları." Eymen'in de hoşuna gitmiş olacak ki dudakları kıvrılmış, gülüyordu. Elleri iki yanda sürekli olarak hareket halinde, özgürce oynuyordu.
Bacaklarını tutup düz bir konuma getirdim. Ardından diz kapağından büküp açma germe hareketlerini yaptım. Küçükken annem, Meryem'e yapardı oradan aklımda kalmıştı. Altını her değiştirdiğimde olmasa da arada bir bu hareketleri yapıyordum. Bu durumdan en çok oğlum memnundu, zira her seferinde mutlulukla mırıldanıyor, gülümsüyordu.
Hem daha fazla üşümemesi için hem de bacaklarını ısırmamak için kendimi zor tutmamak adına bir süre sonra üstünü giydirdim. Şimdi daha uysal kalmıştı. Aşağıdaki huzursuzluğu geçmişti. Anladığım bir şey daha var dı ki o da, Yusuf Eymen kalabalık sevmiyor. Odamızdayken mutlu, fazla ağlamıyor ama evdekilerle bir araya geldiğimizde huzursuz oluyor, hiçbir mutluluk belirtisi olmuyordu. Çok nadirdi mutlu olduğu anlar. Utanmasa babası gibi kaşlarını çatacaktı kalabalık ortamlarda.
Ömer'in sesiyle daldığım yerden çıktım. "Hmm?" Dedim kendisine bakarken.
Babasına benzeyen oğluma demedim onun yerine, "Hiç." Dedim. "Aklıma bir şey geldi de." Kendisine bakarken kıvrılmış olan dudaklarımı da düzeltmiştim. Hala tribim yerli yerinde bana eşlik ediyordu.
Tek kaşı havalanmıştı cevabımla. Dudağını dişleri arasına almış, bana öyle mi bakışları atıyordu. "Demek öyle." Derken yatağa biraz daha yaklaştı. Her adımında yutkunmadan edemiyordum. Hayır neden böyle üzerime geliyordu ki?
"Ne yapıyorsun?" Dedim kaşlarımı çatıp adımlarını takip ederken.
"Ne yapıyormuşum?" Umursamadan adımları tam odak bana yaklaşıyordu. "Ya da ne yapmamı istersin?" Göz kırpıp başını sol omzuna yatırdı.
"O ne demek?" Diye sordum titrekçe. Sesimdeki pürüzden dolayı da hemen boğazımı temizlemiştim.
"Ne anladın güzelim de böyle kızardın?"
Umursamaz bir hava takınarak cevapladım. "Ne anlamışım ya? Hem ne anlamam gerekiyormuş?" Tam önümde durdu. Alttan kendisine baktım. "Amacın ne senin?"
"Hiç bir şey." Dedi masum bir ses ile.
"Hiç güven vermiyorsun şu an."
Kaşları havalandı, üzerime biraz daha eğildi. Benim ise kaşlarım çatıktı, onun bu halini umursamadan ters ters bakıyor, yerimden ayrılmıyordum.
O benim aksime hemen yanımda olan Yusuf Eymen'in yanına oturdu. Rahatlamış bir şekilde, Ömer farketmeden tuttuğum nefesi serbest bıraktım. Tamam bana yaklaşmasını seviyordum ama bu sıralar dışında. Sinirliyken yanaşması hoş değildi.
"Babasının aslanı." Sesiyle kendime geldim. "Yusuf Eymen'in yanına uzanmış karnına öpücük konduruyordu. "Benim oğlum ne yapıyormuş bakalım? Anneye iyi baktın mı ben yokken?" Hafifçe doğrulup yatak başlığına yasladı sırtını, Yusuf'u da kucağına aldı.
Ne olursa olsun şu görüntüyü gördüğüm zaman benim hafızam sıfırlanıyor gibi bir şey oluyordu. Kendimi zorlamıyor ve dudağımda anlamlı bir tebessüm eşliğinde izliyordum bu görüntüyü.
Ömer oğluyla konuşmak istiyordu, Yusuf'un tersine. Bu, oğlumuzun babasına bakarken çıkardığı huysuzca mırıltılardan anlaşılıyordu.
Ömer kaşlarını çatıp ciddi bir ifadeyle baktı Yusuf'a. "Erkek adam ağlar mı aslanım?" Yusuf'u hafifçe dürtüp kendisini dinlemesini sağlıyordu, umarım oğlumuzun umrunda olmadığın farkındaydı bu konuşmanın. "Biraz babana bak oğlum. Erkek adam nasıl olur öğren."
Burnumu kırıştırdım görüntü karşısında.
Ömerin ağzından çıkan kısık sesli küfür eşlik etti. "Sikeyim!"
Yusuf Eymen babasının üzerine kusmuştu. İçimdeki gülme isteğini asla zorlamadım. Açık açık güldüm bu hallerine. Yusuf Eymen kusmanın ardından rahatlamışçasına sırıtıyordu. Ömer ise çatık kaşlarıyla bir oğluna bir de üzerinde olan beyaz sıvıya bakıyordu.
Ömer, Yusuf'u yan tarafına yatağa bıraktı. Oğlumuz ise keyfinden bir şey kaybetmemişti. Elleriyle alkış yapmaya çalışıyordu. Bu hali yüzünden bilerek yaptığını düşünecektim resmen.
"Kesin bilerek yaptı." Diyen Ömer de benim düşündüklerimi düşünmüş olacak ki isyanla beraberr sesli şekilde dile getirmişti. "Oğlum olmasa bana garezi var artık diye düşüneceğim."
"Yok artık." Dedim uzanıp Eymen'in çenesine bulaşmış beyaz sıvıyı ıslak mendil ile silerken.
"Seninde hoşuna gitti yavrum, fark etmedim sanma."
Çenesini sildikten sonra başımı Ömer'e çevirdim. "Ne alakası var?" Dedim düz tutmaya çalıştığım ses tonumla. Halbuki içten içe gayet keyifli olduğum da bir gerçekti.
"Ben bilmez miyim karımı?" Dedi kendinden emin bir ses tonu ile. "Yeme şimdi beni Rojda'm." Ardından yataktan kalkıp oğlunun üzerine kustuğu siyah tişörtü çıkardı. Burnunu buruşturup elindeki tişört ile banyoya doğru yürdü, homurdana homurdana.
"Bilerek mi yapmış benim oğlum hı?" Yusuf sorumla keyifli bir mırıltı çıkardı dudakları arasından. Güldüm. "Babayı sinir etmek hoşuna gidiyor bebeğimin." Yaklaşıp boynuna sıkı bir öpücük bıraktım. Eymen'in dudaklarındaki keyifli kıkırtılar yüzünden bunu birkaç kez tekrarlayıp öyle geri çekildim.
"Keyfiniz yerinde tabi." Gelen sesle arkamı döndüğümde Ömer başını duvara dayamış, kollarını çıplak göğsünde birleştirerek bize bakıyordu. Cevap vermedim, zaten cevap beklediği de söylenemezdi. Derin bir nefes aldı içine, bakışlarımızı kesmeden devam etti konuşmasına. "Şu an bu odada benimle berabersin, bizim çocuğumuzun sesi duvarlarda yankılanıyor." Yüzündeki ifade bu söylediklerine şükrediyor gibiydi. "Benim en büyük mucizemsiniz, en güzel mucizemsiniz."
Kalbime uzattığı o zeytin dalı çok yakınımdaydı. Boynuna atlayacak derecede hem de. Zor tuttum kendimi.
Yaslandığı duvardan ayrılıp yanımıza doğru geldi. Odada ses yoktu. Oğlumuzun çıkardığı ufak mırıldanmalar dışında. Onun da pek uykusu yok gibiydi zaten.
Yatağa oturdu, hemen yanıma. Uzanıp Yusuf Eymen'i kucağına aldı. Yüzüne bakıp tüm dişlerini gösterecek derecede bir gülümseme sundu oğluna. "Paşam benim." Yaklaşıp alnına dudaklarını değdirdi. Öpmeye bile kıyamaz şekilde fazla sıkmadan öptü. "Şükür sebebimsiniz." Bu sefer yaklaşıp boynunu koklayıp oraya da kısa bir öpücük bıraktı. Daha sonra göğsüne yatırdı ve belini okşamaya başladı.
Bakışlarını bana çevirdi. "Hadi." Dedi. Kaşlarımı çattım, neye hadiydi? "Yat sen, uykun var farkındayım. Bakarım ben oğlumuza." Ardından yataktan kalktı kucağındaki küçük bey ile. Karşımda durup tekrar yatağı işaret etti.
Ben ise başka bir alemdeyim. "Böyle mi çıkacaksın?" Çıplak göğsünü işaret ettiğimi anlamıştır umarım.
Başını hafifçe eğip kendisine baktı. Tekrar bana baktığında, tek kaşı havadaydı. "Küssün ama kıskanmadan duramıyorsun yavrum."
Tabii kide duramazdım, bunu ona söylemek yerine sustum.
"Tamam güzelim, tişört giyer sonra çıkarız." Dedi ve Yusuf'u kucağıma bırakıp dolaptan kendine bir tişört çıkardı. Giyinmeden önce bana baktı. "Oluyor mu böyle?"
Salondaki koltukta bir süredir oturuyordum. Beş belki on dakikadır. Görünüşte oğlumla oynuyordum belki ama içten içe karımı düşündüğüm bir gerçekti.
"Ne yapacağız biz oğlum?" Yanımda, koltuğa uzandırdığım Yusuf'a çevirdim bakışlarımı. Sorumla ufak bir bağırtı yaydı etrafa. Ne olduğunu anlamadığım için kaşlarımı çattım anlamak için ama zordu. Zira şu an beynimin yarısı odamızda yatan kadındayken anlamak güç geliyordu.
Eğilip avucumun içine, minik ellerini alıp dudaklarımı değdirdim avuç içine. "Anneyi nasıl affettireceğiz? Üzdük." Bir mırıltı daha salonda yankılandı. "Tamam ben üzdüm." Gerçeği dile getirip başımı salladım onaylamak adına. "Gözüm nasıl görmez anlam veremiyorum. Sinirimi sevdiğim kadına nasıl gösteririm!" Sert çıkan sesim, kendime olan sitemimdendi.
Tekrar oğluma döndüm. "Sen de hiç yardımcı olmuyorsun be evladım." Uzanıp kucağıma aldım bu sefer. "İleride kız arkadaşın oldu mu gelirsin ama yardım istemek için." Yumruk yaptığı elini ağzına götürüp mırıldanmaya devam etti. Dudaklarım karşımdaki görüntü ile kıvrıldı.
Oğlum vardı benim. Bu gerçek bir kez daha düştü beynime. İnanılır gibi değildi ama o kadar da güzel bir gerçekti.
"Oğlumsun." Dedim, sevinç barındıran bir ses tonu ile. "Evladımsın. Babayım." Bu gerçek ile her karşı karşıya geldiğimde inanamıyor gibiydim.
Değişik, farklı bir histi. Güzeldi ama, fazla güzel. Mucizeydi.
Duyduğum ses ile düşüncelerimden sıyrıldım. Ayakta duran kadına çevirdim bakışlarımı. Merakla bize bakıyordu.
Yüzü yumuşamış gibiydi ya da bana öyle geliyordu. Ama ne olursa olsun o gözlerinden yansıyan ufak parıltılar, ilk düşüncemi onaylıyor nitelikteydi. Yine de affettiğini onun ağzından duymayana kadar rahat etmeyecektim.
"Gelmedi." Dedim hafifçe toparlanarak. "Sen niye uyumadın?"
"Sizi merak ettim." Dedi hemen. Söylediğiyle boğazını temizleyip tekrar panik ve aceleyle konuştu. "Yani Yusuf Eymen'i merak ettim, malum bebek ya. Annesiyim ben de."
Boğazımdan gelen gülme sesi, salonda yankılandı. "Evet annesisin yavrum sen." Dedim eğlenen bir tonda. "Merak etmen normal."
"Tabi normal." Dedi kaşlarını çatarak. "Annesiyim ben."
"Ben başka bir şey mi söyledim?" Tek kaşımı kaldırmış, onun bu hali karşısında gülmemek için kendimi sıkıyordum.
"Çok fenasın." Dedi sinirlenmiş şekilde. "Ve bu halimle eğleniyorsun." Karşımda duran koltuğa oturdu büyük bir triple. "Bu yüzden sana üç gün daha trip atacağım."
Söyledikleriyle, kucağımdaki oğlumla beraber oturduğum yerden doğruldum. "Ne demek üç gün daha?" Sesim şaşkınlığın en büyük tonunu barındırıyordu. "Ben iki gündür mahvolmuş haldeyim zaten, bir de üç gün daha mı eklenecek buna?"
"Evet." Dedi istifini bozmadan. "Beğenmediysen kapı orda." Kaşlarını, söyledikleriyle onaylar şekilde hareket ettirdi.
"Ama Hanım Ağası benim." Dedi sol bacağını, diğerinin üzerine atarak. Şu an çok fena duruyordu ama düşünmem gereken başka bir şey vardı.
"Evden mi kovacaksın?" Diye sordum şaşkınlığımdan ödün vermeden.
"İstersen neden olmasın." Rahat bir tavırla arkasına yaslandı. Az önce rahat olan bendim ama yerlerimizi değiştirmişti tek söylediğiyle.
Ve biliyordum ki ömrüm boyunca devam edecekti bu olay. Memnundum, yalan yok.
"Senin içinde olduğun bir evden çıkacağımı düşündüren ne? Ben orayı kaçırdım." Tek kaşımı kaldırıp, cevap bekledim.
"Hareketlerin olabilir bence." O da tek kaşını kaldırdı meydan okurcasına.
Nefesimi verip arkama yaslandım. "Pes ediyorum karıcığım." Dedim Yusuf'u da göğsüme yatırırken. "Sadece sana özel bu durum ama."
"Bir zahmet." Dedi yine rahatça.
Küsken bile kıskanıp, bu hallerini göstermesi beni fena yükseltiyordu, farkında değildi. Alt dudağımı dişlerim arasına aldım. Karşımdaki kadını tüm beğeniyle süzdüm. Süzmeyip de ne yapacaktım, böyle karşımda dururken?
"Uyudu." Sesiyle kendime geldim. Kendisi de oturduğu yerden doğrulmuş kucağımdaki oğlumuza bakıyordu. Benim de bakışlarım Yusuf Eymen'e değdi. Uyumuştu. Bunu kapalı gözleri ve aldığı huzurlu nefes alışveriş sesleri belli ediyordu zaten. O kadar dalmıştım ki Rojda'ya, farkında bile değildim. Zaten söylemese farkında olacağımı da düşünmüyordum.
Boğazımı temizleyip, uyanmaması adına temkinli ve ses çıkarmamaya özen göstererek ayağa kalktım. Yusuf Eymen göğsümde yatmaya devam ederken onu sıkıca sardım. Ayağa kalktığım gibi, benim gibi oturduğu yerden kalkmış olan karıma baktım. "Önden karıcığım." Dedim kaşlarımla salonun kapısını işaret ederek. Bir şey demedi, onun yerine ilerledi. Arkasından kollarım arasındaki oğlumla beraber yürüdük.
Odaya geldiğim gibi Yusuf Eymeni beşiğine yatırmak için hareket etmiştim ki Rojda'nın sesi engel oldu bana. "Ne yapıyorsun?"
Vücudumu kendisine doğru çevirdim. "Yatağına yatırıyorum işte." Dedim, daha ne olsun dercesine.
"Ama yanlış yere yatırıyorsun."
Elini beline yerleştirmiş kadına anlamaz şekilde baktım. "Beşiği zaten yatağı değil mi?" Diye sordum. "Niye gece gece beni bu triplere sokuyorsun Allah için yavrum."
"Ben kimseyi tribe sokmuyorum." Dedi umursamadan. "Yusuf Eymen yanımda yatıyor, senin aksine."
Kaşlarımı çattım. "Efendim yavrum? Ne dedin sen?"
"Oğlumla beraber yatıyoruz." Dedi yatağa ilerlerken. "Sen nerede yatarsın bilmem artık." Kucağımdaki küçük adamı beşiğe koyup arkamı döndüm. Döndüğüm gibi de kaşları çatık kadın ile karşılaştım. "Oğlumla beraber yatıyoruz dedim."
Baskın çıkan sesini göz ardı edip yatağa ilerledim. Bakışlarım gözlerinden kopmadan konuştum. "Aynı odada bulunduğumuz sürece o yatağa tek girdirmem, aramızda ne geçerse geçsin dememiş miydim ben. Ve bunu demişken şimdi bu yatakta seni tek yatırır mıyım?"
"Kusura bakma kocacığım." Dedi alaya alarak. "Hak ettiğin bu ve benim canım bunu yapmak istiyor. Tabi istiyorsan salona gidebilirsin." Yüzüne taktığı sahte tebessüm kaşlarımı çatmama sebep oluyordu.
"Rojda'm" Dedim, dediğim gibi de sözüm kesilmişti.
"Hiç açıklama yapmaya kalkma, uykum var ve seni duymuyor, görmüyorum. Belki bir ihtimal yarın dinlerim. İyi geceler kocacığım." Cümlesi biter bitmez yatağın içine girip, örtüyü boğazına kadar çekti. "Bu arada." Ben onun bu hali karşısında afallarken aklına yeni gelen şeyle devam etti. "Dolapta yedek yastık ve battaniye var, alabilirsin." Son noktayı da koyup huzur içinde gözlerini kapattı.
Ben ayakta öylece, afallamış şekilde dururken...
Uyanmıştım ve alışkanlığım gereği elimi yatağın diğer tarafına koydum. Hissettiğim boşluk ile gözlerimi hızla açıp elimi atıp, boşluk hissettiğim tarafa baktım. Yeni uyandığımdan dolayı algılayamadığım için yatakta oturur pozisyona geçip kısık gözlerim ile ayılmaya çalıştım.
Alışık değildim tek uyanmaya bu yüzden garipsemiş ve yatakta oturur pozisyona gelmiştim.
Ta ki hatırladıklarıma kadar. Aklıma gelenler ile yüzümde keyif dolu bir tebessüm peyda oldu. Aynı tebessüm bozulmadan önce oğluma bakmış sonra da üzerimi değiştirmiştim. En son uzun zamandır yapmadığım şeyi yapmış ve makyaj malzemelerimin önüne oturmuştum.
Saçlarımı at kuyruğu yapıp bağlamış ve yapabildiğim kadar yapmıştım makyajımı. Son olarak dudaklarıma koyu renk pembe bir ruj sürerek bitirmiştim.
Koyu ruj tercihimin Ömer ile bir alakası yoktu.
Ardınadan uyanan oğlumun üzerini de değiştirip odadan çıkmıştık. Saat baya erken olduğu için ortalıkta ses seda yoktu. Direkt olarak adımlarım salona doğru ilerledi. Ömer'i görmem lazımdı. Ondan çok, koltuğun üstünde yatarken nasıl durduğunu merak ediyordum. Düşündüğüm şeye gülerken kapalı olan kapıyı açıp salonda gözlerimi gezdirdim.
Ömer, koltuğun üzerinde resmen iki büklüm yatıyordu. Sığmamıştı. Hayır koltuğu açıp yatak haline getirmek varken bu eziyet de neydi?
Tabi gözüme değen diğer bir gerçek ise tüm çıplaklığı ile karşımdaydı.
Kaşlarımı çatarak yanına ilerldim. Uykuda olsa bile yukarıdan çatık kaşlarımı gönderdim kendisine. Hayır yani bu neyin sıcağıydı da böyle üstü çıplak yatıyor salonun ortasında.
"Ömer." Diye seslendim uyanması adına. Sesimle önce kaşları çatıldı ardından gözleri usulca aralandı.
"Yavrum." Dedi yeni uyandığı için boğuk çıkan sesiyle. Bir elini gözlerine koyup ovuşturdu. Kendine gelmeye çalışıyordu. Beklerdim tabi ama böyle salonun ortasında yarı çıplak uyumasaydı. Elini çekip bana baktı alttan alttan. "Bir şey mi oldu?"
"Hıı oldu." Dedim başımı sallayarak. Dedim de ne olduğunu nasıl söyleyeceğim. Düşünceler arasında dudağımı dişlerken sesiyle kendime geldim.
Üstündeki ince battaniyeyi atmış, net bir şekilde önümde duruyordu çıplak göğsü. Kaşlarımı çatıp boğazımı temizledim. "Söyleyecek misin artık güzelim ne olduğunu?"
"Oğlun seni özlemiş." Dedim ve dediğim gibi de Yusuf Eymen'i göğsüne bıraktım, Ömer'in çıplak göğsünü kapatacak şekilde.
Ömer şaşkınlıkla göğsüne bıraktığım oğlumuzu tutarken "Yavrum tamam da niye atıyorsun?" Diye sordu.
Yanındaki boş yere oturup kendisine döndüm. "Ne atması ya? Göğsüne koydum işte."
Ömer, Yusuf ile birlikte daha doğru bir pzoisyona geçmek için hareketlendi ve oğlumuzu kendisinden hafifçe uzaklaştırdı. "Ne yapıyorsun?" Dedim şaşkınlıkla yükselen sesim ile.
Ömer de şaşırmış olacak ki afallayan suratıyla bana döndü. "Oturuyorum." Dedi masum masum.
"Onu mu diyorum?" İyice dönüp bir ayağımı altıma alacak şekilde oturdum bu sefer. "Neden Yusuf'u kendinden uzaklaştırıyorsun?"
"Tövbe yarabbim." Dedi şaşkınlıkla. "Yavrum uzaklaştırmasam nasıl oturacağım pozisyonu ayarlayayım?"
"Ben sana oğlun seni özlemiş, göğsünü özlemiş diyorum!" Dedim bastıra bastıra. "Kendinden uzaklaştırmadan yap ne yapacaksan!"
Sinirlenme sebebimi anlamamış gibi bir süre beni inceledi anlamak ister gibi, ardından göğsündeki oğlundan gelen mırıltılar üzerinden bakışlarını benden çekti. "Babacığım." Dedi dolu dolu bir sesle. "Anne neden böyle davranıyormuş?"
"Nasıl davranıyormuşum pardon?" Göğsümde, kollarımı kavuşturup arkama yaslandım.
Tek kaşı havada, dudağının bir köşesi kıvrılmış olarak yüzünü bana çevirdi. Aynı zamanda da Yusuf Eymen'in yanağını okşuyordu. "Kıskançlıktan sabah sabah, daha kendime gelmeden beni böyle oğlumuzla kapatmaya çalışmalar falan?" Kaldırdığı tek kaşını aynen öyle dercesine onayladı kendini. "Neyseki karımı biliyorum. Yeni uyanmış olsam da artık biliyorum."
"Ne alakası var ya?" Dedim itiraza baş vurarak.
Çok fazla alakası vardı tabi ama bilmese de olur yani.
"O zaman oğlumuzu şöyle koltuğa uzandırayım diyorum." Yapmasını istemeyeceğimi bildiği için böyle rahat davranıyordu. "Olur mu karıcığım?" Cevap vermeyip sustum.
Ama tam Yusuf Eymen'i kendinden ayıracaktı ki ani bir öksürük ile karşılık verdim. Bu halim de Ömer'i keyiflendirmişti. Attığı kahkaha da bunu onaylıyor nitelikteydi.
"Tabi karım alakası yok diyorsa yoktur." Diyerek ayaklandı. Bakışlarını Yusuf'a çevirdi. "Oğlum, sence de anne tam yemelik değil mi şu an." Bana kısa bir bakış attı. "Hele o kızaran yanakları yok mu." Başını sallayıp güldü. Dudağımda büyümeye çalan tebessümü durdurup yanak içimi ısırmaya başladım.
"Sus Ömer." Dedim daha fazla rezil olmadan.
"Emrin olur karıcığım." Diyerek göz kırpıp Yusuf'a döndü, yanaklarına öpücük kondurdu.
Tam onları izlerken salonun kapısı çalınca hızla ayağa kalktım. Ömerin çıplak göğsü yine görüş alanımda olduğu için hemen önüne geçtim.
Kapı açılınca Yağmur göründü eşikte. "Ağam, Hanımım." Dedi afallamış bir ifadeyle. Bizi görmeyi beklemdiği kesindi. Sonuçta her sabah burada, böyle kalmıyoruz.
"Şey etrafı toparlamak için kontrol ediyordum da ses gelince önce kapıyı çalayım dedim." Açıklamasını yapıp gözlerini kaçırdı.
"Tamam yağmur, sen diğer taraflara bak." Demem ile Yağmur başını sallayıp salonun kapısını kapattı.
"Sence şu an kapatmış mı oluyorsun beni?" Üzerime eğilip, kulaklarıma fısıldarcasına konuşan adam ile kendime geldim.
Böyle yakın, hatta çok yakın durması kalbime iyi gelmiyordu. Boğazımı temizleyip yavaşça döndüm ve yüz yüze gelmemizi sağladım. Hareket etmeden üzerime eğilmiş duruyordu hâlâ. Bozmadım ama, bu halimi, üzerimdeki etkisini göstermemeye çalıştım elimden geldiğince. Tabi oluyorsa.
"Ne kapatması ya?" Dedim kendimi resmen salağa yatırırken. Utançtan gözlerimi kapatıp, arkama bile bakmadan kaçmak istediğim bir an yaşıyordum.
"Yemezler yavrum." Dedi kendinden emin bir ses ile. Bana doğru bir adım attı, aynı şekilde bir adım geri attım. "Hem merak etme. Bu vücud karıma ait, ondan başkası ne bakabilir, ne de dokunabilir. Sadece sana."
Gözlerimizi bile ayırmadan söyledikleri kalbimdeki yerini büyütüyordu. Derin bir nefes aldım. Cevap veremedim. Şu an gözlerindeki o yoğun duygu beni çekiyordu, zor bir durum içerisindeydim.
Gözleri, gözlerimden yavaşça dudaklarıma kaydı. Tek kaşı kalkmış, dudağının bir taradı da usulca kıvrılmıştı. "Rujun." Dedi, alt dudağının üstünde dilini gezdirirken. "Fark etmedim sanma. Yakışmış."
Gözlerimiz tekrar buluştuğunda benim de tek kaşım kalkmıştı. "Evet." Dedim, yakıştığını onaylamak adına.
"Yakışacak daha güzel şeyler biliyorum dudaklarına." Söylediği beni şaşırtırken, bu hakimden keyif alırcasına devam etti. "Ama senin tribin bitince." Göz kırpıp keyifli bir ifade takındı yüzüne.
Tekrar bir adım attığında, "Dur." Dedim kendime gelip göğsüne yerleştirdiğim elimle. Hissettiğim çıplak ve tenindeki sıcaklık beni yine yakıyordu. Bu adam ile ne yapacaktım bilmiyorum.
Adımlarım durunca o da durmuştu. Boğazımı temizleyip devam ettim konuşmama. "Sen şu batteniyeyi al." Dedim ve gidip koltuğun üzerinde duran batteniyeyi alıp ona uzattım. Kaşlarını çatmış ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. "Hadi." Dedim bir kez daha battaniyeyi uzatarak. Aldı bir eline. Elim boş kalınca uzanıp Yusuf Eymen'i aldım. "O battaniyeyi kendine sar. Sonra odana çıkabilirsin." Diyerek arakamı döndüm. Arkamdan gelen keyif dolu kahkahayı umursamadan salonun kapısını açtım ve çıktım
"Baban çok fena bir adam oğlum." Dedim Yusuf'un saçlarına dudaklarımı değdirirken. "Ama sen böyle yapma tamam mı bebeğim. Yoksa böyle utanırız."
Yumruk olan elini ağzına götürdü, hemen ardından bir çığlık attı. Cevap veriyordu sanırım ve umuyorum ki dediğimi onaylıyor şekildeydi bu bağırışı.
Mutfağa geçtim. İçeride Remziye teyze vardı yalnızca, sanırım Yağmur cidden diğer tarafları toplamaya gitmişti. "Kolay gelsin." Dedim tezgaha yaklaşırken.
Elindeki tabağı bırakıp bana döndü. "Sağol hanımım." Dedi büyük bir tebessümle. "Var mı bir isteğiniz? Hazırlayayım hemen."
"Yok Remziye teyze, sağol." Dedim ve mutfaktaki köşe takımına geçip oturdum. Yusuf Eymen'i de hemen yanıma bırakıp, ona döndüm. Aynı zamanda da Remziye teyze ile sohbet etmeye başladım.
Burada kaldığım, yaşadığım sürece en ufak ters bir hareketini bile görmemiştim. Ne onun ne de kızının. Sadece hizmet etmek için varlardı resmen. Ve evden biri yanlarına gelince direkt olarak bunu sorması belli ediyordu.
Kendi hallerindeydi. Sessiz ve işlerini yapıyorlardı sadece.
"Remziye teyze." Gelen ses ile sohbetten kopup ikimiz de kapıya döndük. Ömer siyah bir takım elbise içinde karşılıyordu bizi.
Hayır küsüm diye mi böyleydi. Yoksa ben mi farkına yeni varıyordum
Ona baktığım gibi, bakışları bana döndü. Remziye teyzeyi es geçip benim yanıma geldi. Hemen önümde durdu. "Yavrum." Dedi sakince. "Ben şimdi gidiyorum." Daha kahvaltı bile yapmamıştı, nereye gidiyordu diye düşünürken cevapladı. "İşe. Hâlâ daha şirkette kalmam gerekiyor, başında durmam lazım işlerin."
Boğazımı hafif bir öksürükle temizleyip ayağa kalktım. "Şey, kahvaltı."
Derin bir nefes aldı. Bir elini kaldırıp yanağıma koydu. Tepkisiz kaldım. "Beni böyle düşünmen." Dedi duraksayıp. "Hem de bana tripliyken." Kendine kızıyordu, anladım.
E bi zahmet yani, ben de kızıyordum çünkü kendisine.
"Özür dilerim yavrum, bir kez daha özür dilerim." Dedi ve yaklaşıp alnıma sıcak dudaklarını değdirdi. Hissettiğim sıcaklık ile gözlerimin kapanmaması için kendimi zor zaptettim. Çok şükür beni bu dertten kurtarıp geri çekildi ve yanımdan geçip Yusuf'u da öptü, birkaç kez hem de.
"Remziye teyze." Dedi ardından.
"Yumurtalı ekmek yapar mısın Rojda için?" Demek bu yüzden mutfağa gelmişti. Düşüncesini yerdim ama barıştıktan sonra.
"Tabi ağam yaparım." Aldığı cevapla memnuniyet barındıran şekilde başını sallayıp bana döndü. Göz kırpıp mutfaktan çıktı.
Dayanamadım ama Yusuf'u Remziye teyzeye emanet edip Ömerin peşinden aşağıya indim. Onu da tam kapıdan çıkarken yakaladım.
"Ömer." Diye seslendim. Koştura koştura geldiğim için nefeslenmek adına biraz duraksadım olduğum yerde.
Sesimle bana döndü. Büyük ihtimalle peşinden neden geldiğimi sorguluyordu. Ben de bilmiyordum. Kendimi bir anda burada bulmuştum işte.
Tekrar içeriye girdi ve arkasından kapıyı kapattı. "Yavrum?" Dedi sorgularcasına. Cevap vermeyip hareketlendim olduğum yerden. Yanına gittim, hemen önünde durdum. Başımı biraz geri atıp gözlerine bakmaya çalıştım.
"Bir şey olmadı." Dedim sadece.
"Niye o zaman koştura koştura geldin güzelim?"
Omzumu oynattım. "Bilmiyorum."
Yüzümü inceledi biraz, her bir zerremi en çok ise gözlerimi. "Seni seviyorum." Dedi ve yaklaşıp bana sıkıca sarıldı. Başım göğsünde yer edinirken saçlarıma dudaklarını değdirdi. "Çaw keska dılemın." Söylediğiyle dudaklarım kıvrılmış, gözlerim parıldamıştı. "Allah'a emanetsin güzelim, sen ve oğlumuz." Geri çekilip söylediklerinden sonra az önce kapattığı kapıyı açıp çıktı.
Biraz öyle kalıp tekrar mutfağa geçtim. Sırasıyla oğlumla ilgilendim sofra kurulana kadar. Ardından Azad baba, Berivan Daye'nin gelmesiyle biraz onlarla oturmuş sohbet etmiştik. Sofranın hazır olmasına yakın Yâde Havin gelmiş ve sofraya geçmiştik.
Duyduğum ses ile gözlerimi açmadan cevap verdim. "Uyumak istiyorum."
Yatağın çökmesiyle, yanıma oturduğunu anladım ama yine de açmadım gözlerimi. "Ama kahvaltı hazır, hadi annesi." Hemen ardından gelen, kızımızın sesiyle dudaklarımda bir tebessüm peyda oldu.
"Bak kızımız da kalkmanı istiyor." Elini yanağımda hissettim. "E kalkıyor musun Fulya'm."
"Mecbur." Dedim ve gözlerimi açtım. Kalkmak istemiyordum. Gece kızımız sağolsun çok uykusuz kalmıştım, ihtiyacım vardı. Ali yaklaşıp saçlarımı öptü. Geri çekildiğinde yüzünde eşsiz bir gülümseme ile bakıyordu. "Günaydın güzel karım."
"Günaydın." Dedim ve ekledim. "Yakışıklı kocacığım."
Ellerini çırpıp bize bakan Nergis'e döndüm. "Anneciğim." Dedim dolu dolu bir sesle. Her ne kadar uykusuz bıraksa, bazen çok yorsa da o benim yavrumdu, bebeğimdi. Kıyamazdım. Arttıkça çoğalacaktı sevgim. Çünkü annelik böyle bir şeydi.
Yataktan çıkmamızla Ali, Nergis ile beraber mutfağa geçerken ben de banyoya girip elimi yüzümü yıkadım. Kendime gelmemle rahat bir nefes almış, saçlarımı toplamıştım.
İşim bittikten sonra mutfağa geçtiğimde, Ali oturduğu sandalyede kızımız ile oynuyordu. Yakışmıştı kız babası olmak ve ben bunu her gördüğümde içimi amansız bir mutlulk kaplıyordu.
"Geldim." Demememle bana baktı. "Çayları ben doldurayım bari." Dedim sofraya bakarken. Benden iyi hazırlamıştı. Kendisi de uykusuzdu ama yine de benim için kalkıp hazırlamıştı. "Maşallahın var Ali bey."
"Tabi kızım." Dedi kendinden emin şekilde.
"Tabi." Dedim onun gibi. "Arada böyle isterim yani. Söyleyeyim de haberin olsun canım."
Seve seve dercesine boynunu büktü bana. "Sevdiğim kadına boynum kıldan ince biliyorsun."
"Yer seni, sevdiğin kadın." Dedim ve yaklaşıp yanağına sıkı bir öpücük bıraktım.
"Yesin tabi bu kadın." Dedi ve ben geri çekilmeden başını çevirip dudaklarıma minik bir öpücük bırkatı. "Karşılıklı olacaksa neden olmasın?" Göz kırpıp keyifli bir sırtma ile baktı.
Tek kaşım havalanmıştı. "Tabi efendim." Dedim. Kızıma döndüm bu sefer. Eğilim yanaklarına sıkı, iki öpücük kondurup geri çekildim. Sonrasında masadan uzaklaşıp çaylarımızı doldurup yanlarına geçtim.
Canım sıkılmıştı. Ve ilk defa böyle oluyordum. Göğüs kafesime baskı yapan bir sıkıntı vardı sanki ya da ben öyle olduğunu var sayıyordum. Günümden de pek tat aldığım söylenemez. Sadece ortama ayak uyduruyordum.
Göğsümü emmeyi bırakan küçük oğlumu kendimden ayrımadan kucağımda bir süre sevdim. Bakarken mutlu olduğum değerlim benim. Gülüşümü bozmadan yaklaşıp boynuna sıkı bir öpücük bırakıp göğsümü kapattım. Uykusu olmadığı için de odadan beraber çıkıp salona girdik.
Yâde Havin ben aşağıdayken namaza gideceğini ardından da uyuyacağını söyleyerek odasına gitmişti. Halen daha burada olmadığına göre, bu da demek oluyor ki uyumuş gerçekten.
"Kızım." Diye seslenen Berivan Daye ile yanına gidip oturdum. "Oy hanimiş beni torunum? Hanimiş benim paşam? Hanimiş benim aslanım?" Yusuf'a bakarak söyledikleri gülmeme sebep oldu. "E burdaymış." Dedi ve kucağına aldı. "Oh mis gibi de kokarmış evladım." Yaklaşıp Yusufu öpücüklere boğdu.
Ta ki Yusuf mızmızlanana kadar. Hiç hoşlanmazdı öpülmekten. Bir bana, bazen de babasına izin veriyordu. Berivan Daye de bunun farkındaydı tabi ama bazen böyle dayanamıyordu işte.
Onları baş başa bırakıp telefonuma gelen bildirime döndüm. Siyah ekranı açtığımda Ömer'den mesaj geldiğini gördüm.
Karnımdaki kelebekler hareketlenmedi değil desem yalan olur.
"Güzelim, bir tanecik karım. Odamızda senin için bir şey var. Bakabilir misin?" Okuduklarım heyecanlanmama sebep vermişti.
Oturduğum yerden kalkıp Berivan Daye'ye birazdan döneceğimi söyleyerek yanından ayrıldım. Adımlarım sakin ve yavaştı, içimde ise bir o kadar deprem yaşanıyordu.
Tuttuğum kapı kolunu indirmeden önce derin bir nefes aldım. Sakinleşip indirdim kapı kolunu. Gözlerim direkt olarak odayı taradı. Ne aradığımı bilmiyordum ama gördüğüm ile aradığımı bulmuş gibiydim.
Yatağın üzerinde duran bir kutu ve hemen yanında da bir demet papatya vardı. Yaklaşıp papatyaları kucağıma aldım, ardından burnuma götürüp derin bir nefes çektim içime.
Az önce kendimi hiç iyi hissetmiyorum derken, şimdi Ömer'in böyle bir şey yapması tüm günümü değiştirmişti. Dudaklarımda oluşan tebessüm en geniş halinde, en içten şekildeydi.
Kutuya kaydı bakışlarım. Aynı sakin hareketlerle yatağa oturdum. Kucağımdaki papatya buketini, sağ tarafıma yatağa bırakırken, kutuyu dizlerimin üzerine aldım.
Ne olduğunu bilmiyordum, belki de fazla heyecan yapmamın nedeni buydu.
"Sen her şeyimsin benim. Ve bu her şeyden bir küçük zerre eksilse ben bomboş kalırım." Diyor Nazım Hikmet. Benim her şeyim olan sensin Rojda'm, her dakikam, her saniyem, hayatım... Ve en ufak bir eksiğinde bomboş kalırım, her şekilde. Eksilme benden, eksilme bizden. Gittikçe fazlalaşalım, beraber. Özür dilerim tekrar, hiç sıkılmadan bir kez daha.. Geç geliyorum ama sen önceden kavuş istedim."
Yazdığı notu dolmuş gözlerimle okudum. Kalbimdeki sertlik yumuşamıştı iyiden iyiye.
Bu yazdığı not da aklıma, daha evlenmeden önce, hatta ben evet demeden önce bana her hafta gönderdiği notları getirdi. Belki de hatırladıklarım da duygulanma sebebimi arttırmıştı.
Hediyeyi açtım usulca. Elimin titrediğini göz ardı etmeye çalıştım. Derin bir nefes alarak odaklandım. Açtığım gibi beni karşılayan bir kolye olmuştu. Beyaz papatya duruyordu ucunda, papatyanın etrafında italik yazıyla Gün ışığım yazıyordu. İsmimin bir anlamı. Hayranlıkla elime aldım. Parmaklarım ağır hareketlerle her bir detayının üzerinde geziyordu.
O anda bir bildirim sesi geldi tekrar. Yanımda duran telefonu alıp açtım. Ömer'dendi yine. "Umarım beğenmişsindir yavrum. Çünkü sana yakışacağını, boynuna takınca eşsiz güzelliğinin gözümün önünde canlandığını düşündüm, düşünüyorum da."
Beğenmiştim. Yazdığı notu, hediyeyi. Ayrı ayrı hem de, bayılmıştım.
"Beğendim." Dedim sadece. Yüz yüze teşekkür etmek istiyordum, bir mesaj üzerinden değil.
Ardından telefonu kapatıp kenara koydum. Gardrobumu açıp ikinci bölmede, arka tarafa koyduğum kutuyu alarak az önce kalktığım yere oturdum. Dizlerimin üzerine koydum, az önce dolaptan aldığım kutuyu. Kapağını açıp içindeki notlarda gezdirdim gözlerimi.
Hepsi Ömer'in yazıp, bana verdiği notlardı.
Şimdi de bir yenisi, yanlarında kendisine yer ediniyordu. Gülümsemem anlamlı bir tebessüme dönüşmüştü. Ömer'in yeni verdiği notu da diğerlerinin yanına bıraktım. Ardından son kez notlarda gözlerimi gezdirip kapattım.
Yanımda duran papatyalı kolyeyi elime aldım tekrar. Güzeldi, anlamlıydı.
Uçlarından tutup boynuma taktım. Sonra kutuyu kucağımdan alıp yatağa bıraktım. Sonrasında ayağa kalkıp aynanın önüne geçtim. Boynumda duran kolyeyi inceledim bir süre. Yakışmıştı tenime, tıpkı görmese de Ömer'in dediği gibi.
Saate bakdığında çoktan dokuz olduğunu görmüştü genç adam. Başını oturduğu koltuğun gerisine yaslayıp derin bir nefes aldı. "Bu işleri başıma salan adamı bir elime geçireyim! Ebesine kadar sikmezsem ne olayım!" Sinirle söylediklerinin ardından uzanıp telefonunu eline aldı.
Derdi işler değildi. Karısı ile fazla vakit geçiremeyeceğinden korkuyordu. Her ne kadar tripli olsa da kendisi ile yine de konuşuyordu.
Hele de anlatmadan kıskançlığını fark ettirmesi yok mu. Ömer'in en keyif aldığı olaydı.
Rehbere girip eşinin isminin üzerine bastı. Birazdan şirketten çıkacaktı ama çıkmadan sesini duymak istemişti.
Bugün gönderdiği hediye karısının mutlu olması içindi. İsterse dünyaları sererdi ayaklarının altına ama karısı küçük şeylere daha ilgiliydi.
Sanki çok ciddi bir iş yapıyormuş gibi hafifçe doğrulup, dik konuma aldı kendisini. Telefon çalarken masada duran sigara paketine uzanıp içinden bir dal çıkardı. Ardından duaklarının arasına bıraktı, çakmakla ucunu yaktı. Çıkan dumanla derin bir nefes çekti içine. Rahatlamışçasına gözlerini yumdu kısa bir saniye.
Eşi ve çocuğu için kısıyordu yanlarında sigarasını. Onlara rahatsızlık versin istemiyordu, bağımlı olduğu şeyin.
Bu sırada çalan ama açılmayan telefon ile kaşlarını çatıp kulağından uzaklaştırdı. Tekrar aradı ama yine açan olmadı. Bu da içine tedirginlik tohumları ekmişti. Evet karısı kendisine fazla yüz vermiyordu belki bu aralar ama ne olursa olsun telefonu aradığı zaman açardı. Bunu biliyordu.
Oturduğu yerden kalktı. Birkaç kere tekrar denedi. Yatıyor, duşta, tuvalette ya da ne bilsin aşağıdadır, telefonunu yanına almamıştır. diye düşündü.
Parmaklarının arasında duran sigarayı hırsını çıkarmak istercesine son dumanına kadar içine çekti. Ama olmuyordu. Bilinmezlik yerini tedirgin bir duyguya bırakmıştı.
Sigara izmaritini odasındaki küllüğün içine bıraktı. Yeni bir sigara yaktı hemen ardından. Baş parmağı ve işaret parmağı arasında duran sigarayı izledi bir süre.
Bu sefer annesini aradı. Sonuçta tüm gün beraberlerdi.
Telefon açıldı. Bu da kaşlarının iyice çatılmasına neden olmuştu.
"Daye?" Dedi sorgular bir ses ile. "Rojda neden telefonuna bakmıyor? Hatta sen bir telefonu ver Rojda'ya."
Sabırsızca söylediklerini annesi bozdu. "Rojda yok." Dedi karşı taraf.
Ömer olduğu yerde kaldı. "Ne demek yok? Karım nerde?"
"Yok oğlum." Diye cevapladı Berivan Hanım oğlunun telaşlı, sabırsız sorusunu. "Bilmiyoruz. Yusuf Eymen ile alıp götürdüler." Ve ekledi. "Zorla."
Ömer duyduklarıyla parmakları arasındaki sigarayı avucuna aldı, yumruk yaptı. Yanan sigarayı ezdi. Avucuna değen sıcaklığı hissetti mi bilmiyordu. Zira şu an düşündükleri farklıydı.
Hiçbir şey demeden önce odasından, sonra şirketten çıktı. "Ağam." Diye kendisine yaklaşan adama baktı. "Eve gidiyoruz?"
Arabanın önüne gelmeleriyle duraksadı. Yönünü tam olarak Raşit'e çevirdi. "Raşit." Dedi baskın bir ton ile. "Karım ve çocuğum kayıp, yoklar."
Raşit'in duyduklarıyla, gülümsyen suratı silindi. Yerine şaşkın bakışları bıraktı. "Ağam." Dedi inanamaz şekilde. "En son evdeydiler ama. Nasıl kayıp."
"Bilmiyorum Raşit, bilmiyorum." Diye cevapladı düşünceli bir sesle. "Ama bulacağız. Karım ve oğlum sağ salim gelecek yanıma."
Başını salladı Raşit. Hâlâ duyduklarının etkisindeydi ama yine de onayladı ağasını. Her şekilde yanı başında, onaylardı Ömer'i. Yol ne olursa olsun, sonuç ne olursa olsun, ağası neredeyse ne derse o olurdu.
Arabaya binip konağa geçtiler. Ömer kapıda adam göremeyince çatılı kaşları sanki biraz daha çatılmak için zorluyor gibiydi.
Kapıyı açıp içeri girdiler. İlk işi salona geçmek ve ne olduğunu öğrenmekti. Ama ağlayan annesi ve babaannesini görmeyi beklemiyordu. Babası da düşünceli duruyordu. Onun dışında ses yoktu. Ne karısının, ne de oğlunun çıkardığı sesler.
Üçünün de bakışları kapıdan içeri giren adama döndü. Berivan Hanım ayaklanıp oğluna dolu gözlerle bakıyordu. Gerçi diğerlerinin de pek bir farkı yoktu bundan.
Sorusunu yeniledi bir kez daha. "Ne oldu? Karım nerede?"
Sabırsızdı Ömer. "Karım nerede?" Dedi her bir kelimeyi bastıra bastıra.
"Götürdüler." Diyebildi Berivan hanım. Ama mahçupluktan mı bilinmez sesi öyle kısık ve tirrek çıkmıştı ki...
"Bilmiyoruz. Birden geldiler ve kızımızı, torunumuzu alıp götürdüler. Ne yapacağımızı bilemedik."
Ömer sinirini durdurmak adına gözlerini yumdu.
Evine girmişlerdi. Evine girmiş ve karısıyla çocuğunu götürmüşlerdi.
"Ben etrafa haber saldım oğlum." Babası Azad Beyin sesiyle açtı gözlerini. Babasına baktı. "Çocuklar her yerde arıyorlar."
Bu yetmedi Ömer'e. Bir şey demeden salondan çıkıp gitti. Odasının önüne gelince durdu. Kapı koluna uzandı. Titreyen ellerini ancak o zaman fark etti.
Karına, oğluna bir şey olacak korkusu dışarı yansıyordu. "Allah'ım." Diyebildi kısık sesiyle.
Derin bir nefes alıp kapıyı açtı, odaya girdi. Gözleri etrafta gezindi. Odada değişik bir farklılık yoktu. Her şey aynıydı ama karısının eksikliği hissedilir cinstendi.
Normalde bu saatlerde odasında olurdu karısı. Oğluyla yatağa uzanır, gülerek bir şeyler anlatır, severdi Yusuf Eymen'i.
İçindeki öfke harlanırken odada telefon sesi yankılandı. Ömer cebinden çıkardığı telefonu açıp kulağına götürdü. "Ağam." Diyen Raşit in sesiyle beklentiyle dinledi. "Bir şeyler bulduk gibi ama henüz emin değiliz. Haber vereyim dedim."
Ömer biraz da olsa rahatlamış gibi nefes verdi. Raşit bir sağ koldan fazlasıydı onun için. Ne isterse kısa zamanda bulur. Ne yaşarsa, Raşit de onunla yaşar. Üzüntüsünü, mutluluğunu, sevincini, her şeyini.
Aşağıya tekrar indiğinde karşısında Fatih'i ve Mert'i göremyi beklemiyordu. Haber vermemişti çünkü. Ki vermek de aklına gelmemişti. Siniri yine dünyadaki her şeyi silmişti, tek kişi dışında.
"Kardeşim." Dedi Fatih yaklaşıp tokalaşırken.
"Ömer." Diyen Mert ile de tokalaştı.
"Siz?" Tek kaşı havada nereden öğrendiklerini sorguluyordu.
"Evet biz canım." Dedi Mert. "Raşit olmasa hiç demiyorsun şu gariban kardeşlerimi de çağırayım." Mert ayıplayıcı bir bakış attı Ömer'e. "Zaten uzun zamandır tasasız bir hayatımız var. Bak heyecan sıfır diyorum" Gözleri büyümüştü Mertin, söylediklerinin ciddiyetinin altını çizmek ister gibi
"Eğlence yapıyoruz sanki." Dediği gibi ensesine vurdu Fatih. Ömer ise memnunca başını salladı Fatih'e.
"Eğlence mi dedim ben oğlum? Heyecan dedim. Bir dinlemeyi öğrenemediniz gitti. Yoksa yengemiz, yeğenimiz kaçırılmış diye mutlu değiliz."
"Kavgayı falan şimdi boş verin." Diyerek araya girdi Ömer.
"Haklısın." Diye Onayladı Fatih ve devam etti. "Ne olmuş, nasıl olmuş bu?"
Ömer kendinden emince konuştu. "Bu aralar şirkete çok uğramıyordum." Diye başladı. "Şirkette birkaç büyük sorun oluşmuş. Halletmeye başlamıştık yine."
Ters bakışları Mert'teyken devam etti. "Büyük ihtimalle bu kaçırılma da bununla ilgili. Her yerden saldırmaya çalışıyorlar, beni düşürmeye, hatta yok etmeye çalışıyorlar iş piyasasından."
Fatih ve Mert de kendisi gibi düşünceli bir ifade takındı. Mantıklı gelmişti ki başını salladı ikisi de.
Neredeyse iki hatta üç saat, gelecek bir haberi beklemişlerdi. Ta ki Raşit içeriye girene kadar. "Ağam." Dedi panik ve aceleyle.
Oturduğu yerden ayaklandı Ömer. O da Raşit kadar aceleciydi. "Söyle."
"Bulduk." Dedi sadece. Gerisini dinlemedi. Yeterdi duyduğu kelime. Salonda duran ev üyelerine bir bakış attı. "Rojda'nın ailesine haber vermiyorsunuz. Karım bulunsun sonra söyleriz. Şimdi endişelenip üzmesinler kendilerini."
"Tamam oğlum. Sen git kızımızı getir." Berivan Hanımın söyledikleriyle başını sallamıştı.
Derin bir nefes eşliğinde başını, yanı başında bekleyen adama çevirdi. "Her şey hazır mı Raşit?"
Başını salladı Ömer. "Çıkalım." Diyerek önden ilerledi. Mert, Fatih ve Raşit hemen yanında, hızlı adımlarla takip ediyordu kendisini. Kapıya çıktıklarında Ömer, etrafta kendisinden haber bekleyen adamlar üzerinde bakışlarını gezdirdi. Adamları, güvendiği sağ kolundan toplamasını istemişti. Raşit aldığı emirle hem adamları toplamış hem de uzun sayılmayacak bir sürede aradıklarını bulmuştu.
Çatık kaşlarında sinirden kararmış gözleri önünü bile görmesine engel olacak derecede koyuydu genç adamın. "Arabalara geçin." Sert sesiyle cevap beklemeden kendi arabasına ilerledi.
"Ağam ben?" Raşit'in sesiyle açtığı kapının üzerinden ona baktı.
"Raşit!" Derken derin bir nefes aldı. Dişlerinin arasından konuşarak devam etti. "Başka bir arabayla geliyorsun! Ben tek gidiyorum." Sözü bittiği an açtığı kapıdan içeri girmiş ve anında arabayı çalıştırmıştı.
"Daha yeni başlıyoruz." Dedi önündeki yoldan gözlerini çekmeden. "Karımı almaya geliyorum!"
Ömer gaza yüklendiği kadar yükleniyordu. Sabırsız oluşu burdan da belli oluyordu, zor değil onu anlamak.
Raşit'in bahsettiğine göre Rojda'yı kaçıran adamlar, şirkete sızan adamlarla aynı kişilerdi. Bu da düşüncelerini doğruluyordu. Rakipleri eşinin doğum yapmasını, Ömer'in yoğunluğundan fırsat bilip her köşeden saldırmıştı.
En sinirlendiği bir nokta ise bunu yaparken bir kadını kullanmalarıydı. Kadın bir aracı değildir, bir eşya, bir alet değildir. Kadın kadındır. Bizi biz yapan canlıdır. Kalkıp da böyle gereksiz bir şey için alet edilmesi sinirlendiriyordu genç adamı.1
"Ulan sen dur lan." Dişlerinin arasından tıslarcasına fısıldıyordu. "Sikini götünden çıkarmazsam bana da Ömer Boran demesinler lan."1
Yollar, en son bahsedilen yere çıkmıştı. Tek katlı bir ev vardı görünürde. Fazla yaklaşmamışlardı. Biraz uzak durmuşlardı, etrafı görmek, ne olduğunu anlamak adına. Lakin bir şey görmemeleri her birini ayrı ayrı tedirgin ediyordu. Pusu düşüncesi ağır basıyordu.
"Burası niye bu kadar sessiz?"
Mert'in kısık ses ile söylediklerinin hepsi de farkındaydı. "Bi bokluk var." Dedi Ömer.
"Katılıyorum size ağam." Diye onayladı Raşit.
"Bir şey olduğu kesin." Dedi Fatih de.
"Zaten ağanı onaylamasan şaşarım." Diye araya girdi Mert. Bakışları kısa süreliğine Raşit'e kaydı.
Raşit de Mert'in kendisine bakmasıyla ona döndü. "Ağam hep haklı." Dedi bozmadan. Ki öyleydi de. Raşit için Ömer'in tek sözü yetiyordu. Doğrusuna yanlışına bakmazdı. Ağası ne derse haklıydı.
Mert burun kıvırıp işine döndü. "Bilmez miyiz? Aşkı da saçma buluyordu ama gel gör ki yengemiz için şu an elimize silah aldık." Gerçeği dile getirip Ömer'e tek kaşını kaldırmış şekilde bir bakış attı
"Siktirme belanı Mert!" Uyarıcı sesi Mert'te, bakışları çevredeydi. "Zamanı mı sohbetinizin?"
"Emriniz olur ağam." Dedi ve sustu Raşit.
"İmriniz olur iğim." Diye taklit etti Mert.
Onlar birbiriyle uğraşırken Fatih, fark ettiğiyle Ömer'e döndü. "Ömer." İsmini duymasıyla başını Fatih'e çevirdi. "Evin sadece bir odasında ışık yanıyor. Tuzak olması yüksek ihtimal ki etrafta kimse de görünmüyor."
Ömer fark ettiği gerçek ile başını salladı. "Öyle duruyor." Burnundan alıp verdiği nefeslerle sakinleşip düşünmeye çalıştı ama şu an zor. O içerideki ışığı yanan odada, karısının olabileceği düşüncesi beynini durduruyordu.
"Ağam ben girip bakayım mı önden?" Raşit yanına gelmiş kendisinden cevap bekler gibi gözlerine bakıyordu.
"Beraber gireriz, aceleye gerek yok." Başını sallayıp, ayak uydurdu ağasına.
Temkinli adımlarıyla kapının önüne kadar gelmişlerdi. Lakin kimse görünürde yoktu hâlâ. Bu da kapıdaki adamları düşündürüyordu.
"Etrafa dağılalım, emin olalım öyle içeriye girelim." Ömer'in söylediğiyle hepsi başını salladı onaylar nitelikte. Ardından dağıldılar. En son kapıda Raşit kalmıştı.
Tam ilerliyordu ki duyduğu ses ile olduğu yerde kaldı. Bir bebeğin ağlama sesi.
Kendi isminden emin olduğu kadar biliyordu ki bu ses küçük ağasına aitti.
Adımları olduğu yerde kaldı. Emin olmak istercesine. Diğerleri bir hayli uzaklaşmıştı bu yüzden duyamazlardı. Ama bunun da bir pusu olduğunu düşünerek hareket etmek istedi. Ya Yusuf'un sesini, ses kaydı olarak almış ve onları tuzağa taşımak istiyorlarsa?
Vakit kaybetmeden arkasını dönüp eve doğru ilerledi. Kapı kolunu tutup sakince aşağıya indirdi. Kapının açık olması iyi bir şey değildi, orası kesindi. Yine de temkinliğini elden bırakmadı. Bu sırada ağlama sesinin iyice yaklaştığının farkındaydı.
Ses gelen odaya doğru ilerledi, bir elinde de sıkıca tuttuğu silahı vardı. Etrafta geziyordu gözlerini, her hangi bir tehlikeye karşı. Önünde durduğu kapının arkasından sesler iyiden iyiye kendini belli ediyordu.
Açtı kapıyı. Açtığı gibi de karşılaştığı görüntü ile adımları durdu. "Hanım ağam?, küçük ağa?" Sessizce, afallamışçasına kurmuştu cümlelerini.
O sırada etrafta biraz gezinen adamlar tekrar bir araya gelmişlerdi. Kimsenin görünmemesi kafa karıştırıyordu. "İçeri giriyoruz." Demeye kalmadan silah sesleri ile herkes bulduğu yere saklandı.
"Sikeyim." Diye tısladı Ömer. "Bekliyordum bunu. Piç kuruları."
Karşılıklı silah sıkılmalarıyla bir ses yükseldi, bir ışık. Hepsinin bakışları sesi ve ışığı takip etti.
Evin her yanından çıkan turuncu ışıklar göğe doğru yükseliyor ve gri bir dumana dönüşüyordu.
Uzun zaman sonra geldik ama nasıl geldik🔥
Buyrun kaos, olay efendim. Keyiften dört köşeyim canım
Bölüm hakkında genel yorumlarınızı şöyle alalım 👉
Okur Yorumları | Yorum Ekle |