Oy vermeyi ve yorumlarınızı eksik etmeden okuyunuz.
Yanlışım veya eksiğim var ise affola bacılar✋
İş piyasasına yeni atılan genç bir adam. Hızlı başlamıştı. Çok hızlı başlamıştı hatta. Ve düşmemek için önüne geçen, geçebilecek olan rakipleri durduruyordu. Nasıl durdurduğunu umursamıyordu. Önemli olan durdurmaktı. Bunu iyi de yapıyordu. Ve yaparken kimsenin gözünün yaşına bakmıyordu.
Henüz genç olmasından olsa gerek kanı çok hızlı akıyor ve hiçbir şey düşünmeden hareket ediyordu. Onun için önemli olan sonuçtu ve bunu şu ana kadar gayet de iyi ilerletmişti.
Elbette bu ismi de duymuştu. Yaptığı işleri, aldığı ihaleleri araştırmıştı. Kendisine rakip olarak görmüştü. Ki öyleydi. Sağlam rakipti. Emin, bunu anlamış ve anladığı gibi de işe koyulmuştu.
Eşinin hamile olduğunu ve bir oğlunun dünyaya geldiğini öğrenmişti. Öğrenmemek elde değildi zira bütün Mardin biliyordu, bunun yanında İstanbul'da da çalışan iş sahipleri öğrenmiş ve Ömer Boran'a hayırlı olsunları iletmişti.
Kısacası Emin Çetiner'in öğrenmemesi ya da duymaması bir mucize olurdu.
Duyup öğrendikleriyle işe koyulmuştu. İlk önce Ömer Boran'ın şirkete az uğramasını fırsat bilmişti. Şirkete sızmıştı. Bütün önemli sayılabilecek dosyaları aramıştı, ki bazılarını bulmuştu da. Bunun dışında şirketin bankaya bağlı olan alanına giriş yapıp yüklü bir miktarda para çekmişti.
Bir ihtiyacı yoktu paraya. Tamamen keyfine yapmıştı, önemli olan karşısındaki adamın düşmesiydi. Ve bunu aslında başaıyordu. Ta ki Ömer Boran'ın olayı fark edip işe koyulmasına kadar. Yine de iyi ilerlemişti ama durmak kanında yoktu genç adamın.
Ömer Boran'ın bu sefer şirkette çok vakit geçirdiğini fark edince ailesine yanaşmıştı. Başta aklında yoktu böyle bir plan ama ikinci plan olarak ani bir atak ile devreye girmişti.
Kapılarına gece vakti dayanmış ve kapıdaki adamları indirmiş. İşi uzatmadan içeriden Ömer Boran'ın bir tanecik, değerli eşini ve oğlunu zorla almışlardı.
Kadın çok korkmuştu. İlk defa kendisini böyle bir olay içinde bulduğundan titrek bir hal geçirmişti. Ama bunu oğluna yansıtmamak adına, göz yaşlarını zor zapt edip, kucağında kendisi gibi korkudan ağlayan oğluna sarılmıştı.
İçindeki korkuyu anlatamazdı ama. Güçlü durmaya çalışmıştı sadece. Karşılarında duran adamlar yüzünden acı çekmek istemiyordu. Bu nedenle başı dik, gözlerini ayırmadan bakıyordu olanlara. Ömer bu halini görse çok şaşırırdı emindi. O Ömer'in ürkek dediği papatyasıydı, şimdi tanımadığı adamların karşısında böyle kokrusuz durması elbette şaşırtırdı.
Kendisine helal olsun dedi içinden Rojda. Helal olsun ki ne olursa olsun böyle durmayı başarabiliyordu.
Evden alınıp arabaya koyulurken, derme çatma bir eve götürülürken de böyle durdu. İçten içe öyle korkuyordu ki. Ama durdu. Bu anlarını Ömer'in kollarında dindirecekti, işte o anı bekliyordu.
Gördüğü kızıl alev ile Ömer bir adım geri gitti. Yediremedi. O evin içinde olabilecek kişilerin düşüncesi tüm bedenini an be an yaktı kavurdu. En son öfkeye şekillenerek çıktı bu kavurucu ateş içinden.
Dişlerinin arasından boğuk bir nefesi zorla bıraktı. O nefesi alırken de verirken de göğsünün üzerindeki acı sanki gittikçe artıyordu.
"Hassiktir." Öne attı bu sefer adımını. İlerledikçe hızlanıyor, hızlandıkça öfkesi de harlanıyordu.
"Ömer. Dur lan. Nereye gidiyorsun?" Arkadan gelen sesleri dikkate almadan devam etti. "Adam ateşe yürüyor resmen." Duyduğu bir başka sesi yine kulak arkası etti.
"Dua etsin o evin içinde benim değerlim olan insanlar yoktur. Dua etsin yok!" Söylene söylene eve iyice yanaştı.
O sırada duyduğu sesler etrafına bakmasını sağladı. Silah sesleri arasında çok tanıdık ses, sesler.
Gözleri birkaç kez kırpıştı, beyni algılamıyor gibi birkaç saniye duraksadı. Durdu da. Ta ki olayı fark edip başını hızla sesin geldiği yöne çevirinceye kadar.
Gördüğü suretler bir hayli tanıdıktı. Değerlim diye bahsettiği kişilere aitti. Eşi ve oğlu. Tam karşısında, yerde oturmuşlardı. Korkuyla etrafına bakan kadına içi gitti. Kucağındaki oğluna sıkıca sarılmış Yusuf Eymen'in korkuyla bağırmasını susturmaya çalışıyordu.
Böyle bir duruma soktuğu için kendisine kızdı.
Adımları bu sefer değerlilerine doğru ilerledi.
"Yavrum." Dedi yere çöküp, Rojda'yı kolları arasına alırken. "Burdayım, tamam. Geldim."
Kadın aniden eğilip kendisine sarılan adam ile önce afallamış ama tanıdık kokuyla sakinleşip kendini bırkamıştı. "Ömer." Demişti titrek br nefes eşliğinde. "Ömer." Diyerek yeniledi. Korkuyla titreyen vücudu sanki hissettiği güvenli liman ile kendini bırakmış ve bu da daha fazla titremesine neden olmuştu.
Kısa sürmüştü lakin bu sarılma. Zira aklına gelen ile Rojda hızlıca geri çekilmiş ve Ömer'e irice açılmış gözleriyle baktı. Ömer, ne olduğunu anlamadığından kaşlarını merakla çattı. "Raşit abi." Dedi Rojda.
"İçeride." Diyebildi Rojda. Kalbi durma raddesine gelecek derecede hızlanmıştı. "İçeride, bizi çıkartıp, Yusuf Eymen'in emziğini almak için girdi içeriye."
Duyduğu ile gözlerini sıkıca yumdu. "Sikeyim." Gözlerinin açıp karşısındaki kadına baktı. "Sakın bir yere ayrılma güzelim tamam mı?" Başını salladı genç kadın. "Ben hemen geliyorum."
Tam kalkacakken koluna yapışan el ile duraksadı genç adam. Ne oldu dercesine göz kırpıp başını salladı. "İçeri mi girceksin?" Şaşkın çıkan sesi, gördüğü alevlerin büyüklüğündendi. Ateş göğe doğru yükseliyordu neredeyse. Ve göz yumarak sevdiği adamın gitmesini izleyecekti.
"Zorundayım." Diye cevapladı ve Rojda'nın bir şey demesine müsaade etmeden alnını öperek ayaklanmıştı. Arkasını dönerek o ateşe doğru ilerlemişti. Karısını ve oğlunu kurtaran adamı, sağ kolunu, en güvendiği adamını arkasında bırakamazdı.
Kapının önüne geldiğinde, önce nasıl gireceğine karar vermek adına etrafa baktı. Ardından "Bismillah." Diyerek ilk adımı attı içeriye. Bir koluyla burnunu kapatarak, gözlerini baktığı yerlerde iyice gezdirdi.
Lakin çok fazla ilerlemesine gerek kalmadan kendisine doğru gelen adamı gördü. "Raşit." Dedi. Sesi, burnunu kapattığından dolayı boğukça çıkmıştı ama Raşit'in duymasına engel değildi.
"Ağam." Diye cevapladı. Ama zor bir cevaptı. Dumandan dolayı nefes alamazken, kelime söylemek fazla zordu. Zaten başka bir şey demedi, diyemedi. İlk önce öksürükleri engel oldu konuşmasına, ardından gözlerinin kayması, kararması takip etti bu durumu.
Ömer fark ettiği ile attığı hızlı adımlarla yaklaştı, güvendiği sağ koluna. "Raşit sakın!" Dedi dişleri arasından uyarırcasına. "Sakın!" Diye tekrarladı, koluna girdiği adamı.
Raşit cevap vermedi. Duydu, duydu ama bilinci hemen ardından kapandı. Gözleri turuncu alevlere veda etti. İçinden geçen tek düşünce ile kapadı gözlerini. "Senin için ölmüşüm, çok mu ağam?"
Bunu duymadı Ömer. Raşit'i sırtına aldı. İçinde olduğu ev, cayır cayır yanarken ilerledi. Bildiği tek şey daha vardı ki eğer biraz daha içeride kalırsa, bu evden çıkmaları imkansızdı.
Önüne düşen ve yanan kalas parçası da bunu onayladı.
"Allah'ım, sen yardım et." Önüne düşen kalası ayağıyla sağ tarafa itip yol açtı. Ardından sırtındaki ağırlığa rağmen hızlıca kendisini kapının önüne attı, hemen ardından dışına.
Aldığı temiz hava ile rahatladı, şükretti. Ardından adımları evin sağ tarafına doğru ilerledi. Ama gördüğü bir başka görüntü, adım atmasına engel oldu.
Sırtındaki ağırlığa, göğsündeki ağırlık da eklenmişti.
"Ne oldu burada?" Diye sordu, sırtındaki adamı dikkatlice yere bırakırken. "Mert, Raşit'e bak." Mert, başını sallayarak yerde hareketsizce yatan adama ilerledi.
Ömer ise kalbindeki ağırlığa doğru ilerledi. Fatih, Rojda'nın başında, kolları arasında Yusuf Eymen ile kendisine bakıyordu.
Eşi yerde baygınca yatıyordu. Yaklaştıkça, gördüğü kırmızı sıvı dikkatini çekti.
"Siktir! Siktir! Siktir!" Küfrederek oturdu yere, hemen eşini kucağına doğru çekti.
Yanı başında, oğlundan gelen ağlama sesi, kucağında değerlisi kanlar içinde yatıyordu.
Hiçbir zaman kendisini böyle çaresiz hissetmemişti.
Kalbimin güneşi diyordu, lakin kucağındaki kadının bu hali güneşi batırıyordu.
"Lan iki dakikada nasıl bu hale geldiniz?"
Kucağındaki kadından çekti bakışlarını. Bir Mert'e baktı. Hâlâ Raşit ile ilgileniyordu. Sonrasında Fatih'e baktı. "Tam ortalık duruldu dedik, yengeyi gördük. Bu tarafa geldik. Yenge de bizi görmüş olacak ki ayağa kalktı." Derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti burada Fatih. "Sonrasında, biz tam yaklaşınca silah sesi geldi." Devamını anlatmadı, zaten anladı Ömer gerisini.
Bu sırada gelen öksürük sesiyle hepsinin de bakışları yan tarafa döndü. Raşit kendine gelmiş ve ard arda öksürmesi, dumandan bir hayli etkilendiğini gösteriyordu.
Kucağındaki kadına kısa bir bakış atıp tekrar Raşit'e döndü. "Raşit." Duyması adına biraz bağırmıştı.
Raşit duymuştu ama öksürükleri engeldi. "Ağam." Diyebilmişti en son. Birkaç kez öksürdükten sonra devam etti. "Kurtardım."Yüzündeki gülümseme gözle görülür derecede mutluluk saçıyordu.
"Kurtardın." Diyebildi sadece.
Raşitin biraz daha iyi olmasıyla ayaklanmışlardı. "Çabuk, kalkın. Gidiyoruz." Ayağa kalkıp eşini kucağına aldı. Hemen yanında Fatih, kucağında Yusuf Eymen ile ilerliyordu. Mert de Raşit'e destek olmak adına koluna girmişti. Ortalık durulmuştu. Etraftaki adamlar hala gözetliyordu, olabilecek tehlikeleri.
Ki daha ne tehlike olacak derken duydukları silah sesleri ile köşeye çekildiler. Tam rahat bir nefes aldık derken olacak şey miydi?
Duydukları silah seslerine küfürlü bir yakarış eşlik etti. Bu herkesin yanındakine, etrafındakine bakmasına neden oldu.
Mert'in tutmaya çalıştığı ama yine de yerle temas etmesini engelleyemediği adama baktılar en son. Ne yapacaklarını bilmez gibiydiler.
Raşit vurulmuştu bu sefer. Karnındaki kırmızı sıvı beyaz gömleğine yayılmış, iyiden iyiye kendini gösteriyordu. Bunun yanında kolunda da aynı kırmızılık mevcuttu.
Hasaneye geldikleri zaman Raşit direkt olarak ameliyathaneye alınmış, Rojda ise kurşunun sıyırdığı karın boşluğu için bir odaya alınmış ve dikiş atmak için harekete geçilmişti.
Arabadayken arada uyanıp, mırıldanan kadın, Ömer'e zor da olsa rahat bir nefes aldırmıştı.
Raşit'in ise hiç uyanmaması kendisini zorluyordu.
Şu an eşinin başında dumuştu. Atılan dikiş ile Rojda normal bir odaya alınmıştı. Avucunun içindeki küçük elleri kaç kere öpmüştü bilmiyordu. Düşünmemişti de. Tek bildiği saymasa da defalarca kez şükretmiş olduğuydu.
Odada kendisi dışında annesi Berivan Hanım da bulunuyordu. Onlar da öğrendikleriyle yerinde durmamış ve hastaneye gelmişlerdi.
Rojda'nın ailesine ise henüz haber gitmemişti. Ki zaten saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kimseyi de uyandırıp telaşa sokmak istemezlerdi.
Annesinin sesiyle olduğu yerde duraksayıp kendisine baktı. "İşim var."
"Oğlum ne işi bu saatte? Karın bu haldeyken?"
"Karım için zaten." Dedi net sesiyle. "Ve Raşit için."
Başka bir şey demedi Ömer. Karısının alnına dudaklarını değdirdi. İçinden yemin etti. Ne olursa olsun bunu yapana cezasını verecekti. Bu yemin hem karısı ve oğlu, hem de sağ kolu olan adam içindi. Ardından eğildiği yerden doğruldu, adımları oğluna gitti.
Yusuf Eymen hastaneye gelene kadar huzursuzluk içerisinde hareket etmişti. Susturması, sakinleştirmesi ise bir hayli zor olmuştu. Ama neyseki en son annesi gelmiş ve olaya el atmıştı. En azından bu konuda biraz rahatlamıştı genç adam.
Oğluna da aynı şefkatli öpücüğü vermiş ve odadan çıkıp gitmişti.
Kapının önüne geldiği zaman duraksamıştı. Sağına baktı, hissettiği boşluk ile göğsünden ince bir sızı akmıştı.
Orada kim var? Orada genelde Neymar olurdu işte. Oralarda Neymar olurdu işte. Hayalini Kurdu Mbappe. Yok, Neymar yok.1
Raşit, onun için herhangi biri değildi. Belki sağ koluydu ama içten ondan da fazlaydı. Hep de öyleydi. Öyle de olacaktı.
Aklındaki düşünceleri savuşturmak adına başını salladı. Ardından ilk adımı attı ve diğer adımlar takip etti bunu.
Raşit'in ayarladığı adamlar üzerinde gözünü gezdirdi usulca. Çatışma sırasında yaralananlar vardı ama yine de devamına yetecek kadar ayakta vardı.
Mert'in sorusuyla bakışlarını çevirdi. Mert'e döndü. Başını salladı. "Gidelim." Dedi derin bir nefes alarak. "Gidelim de halledelim."
Sonrasında başka bir şey denilmedi, konuşulmadı. Ömer ilerledi, hemen solunda mert takip etti kendisini.
Fatih... O gereken yardımı yapmış ve evine dönmüştü. Evde bekleyeni vardı. Karısının ne halde olduğunu biliyordu, aynı şekilde kızının da ona ne kadar ihtiyacı olduğunu.
Arabalara binildi ve yola çıkıldı.
İstikamet: Emin Çetiner'in eviydi.
İsmi son zamanlarda, ara sıra duymuştu ama çok da üzerine düşmemişti. Sadece bir iki kişiden sağlam rakip söylemlerini duymuştu.
Elbette kendisi de bu iş piyasasında rakiplerini takip ediyordu. İş rekabet ister. Bana bulaşmayın, ben istediğimi yaparım, rahat çalışacağım gibi sözler söz konusu bile değildi. Lakin bu son zamanlardaki yoğunluğundan dolayı çok takip edemiyordu.
Ama Emin Çetiner'in, rakiplerini böyle düşürmeye çalıştığını da beklemediği kesin bir düşünceydi. Ta ki olayın içinde yer alana kadar.
Özellikle iş için evine girilmiş olması, karısına zorla götürmeleri, oğlu, güvendiği adam.
Kendisi için değerli olan kişilerdi.
Evin olduğu konuma yaklaşmışlardı. Ama yakın bir yerde durmuştu arabalar. Ev ağaçların fazlaca olduğu bir bölgede yer alıyordu. Geniş bir alanı kaplıyordu. Her an bir yerden birisin çıkması olanaktı.
Tek katlı evde görmüşlerdi, olanları ve tabi sonuçları da.
Mert yanı başındaki adama bakarken ömer cevap verdi. "Kaç kişiler içeride? Korumalar, ya da evin içindekiler?"
"Valla adam şaşırtıcı derecede rahat sanırım." Dudağını büzüp düşünceli bir tavırla devam etti Mert. Bir elini de cebine koymayı ihmal etmedi. "Ya da kendisine çok güveniyor ki fazla adam yok evin etrafında. Toplam adam sayısı 12, evin içinde kendisinden başka yaşayan da yok."
Ömer duyduklarıyla kaşlarını çattı. Bu rahatlığın hayra alamet olmadığını düşündü.
"Dikkatli olacağız önce. Tek bir kişi daha kurşuna hedef olmasın ya da gelebilecek herhangi bir tehlikeye." Ömer anlattı, etrafındaki adamlar dinledi. En son dağıldılar. Dikkatli bir şekilde etrafı gözeterek eve yaklaştılar.
Silahlarda susturucular takılıydı. İşi sessiz ve olabildiğince az sesle bitirmeye çalışacaklardı. Mert'in verdiği gizli olan giriş yerinden girdiler.
Ev büyük derken kimse yalan söylemiyordu. Bahçeyi ancak yarım saatte gezerlerdi, o da hızlı adımlarla.
İlk atış Ömer Boran'dandı. Onun başlamasıyla diğerleri işareti almış ve gördükleri adamları ellerindeki silahlarla indiriyorlardı.
Bu süre yarım saate yakın devam etti. Karşındakileri çoğunlukla indirmişler bir kaçı da yaralı kalmışlardı. En sağlam olan adamın yanına yaklaştı. Gömleğinin yakasından tutarak çekiştirdi, kendisine yaklaştırdı.
"Nerde lan o patronun?" Adam cevap vermedi. Ömer sinirlendi. Bu sefer eli yakasından ayrılmış direkt olarak boğazına yapıştı. Baş parmağı ile sıktığı yerden, adamın boynundaki atan damarı hissediyordu. Adamın kızaran yüzü de ciddiyeti anlamış olacak ki öksürmeye başladı.
Ömer ise adamı öldürme pahasına sıkıyordu boğazını. Öyle ki sinirden şakaklarındaki damarlar kendini belli edecek derecede şişmiş ben buradayım diye bağırıyorlardı. Ömer'in kararan gözleri, ve gözündeki beyaz bölgelerde ortaya çıkan ince kırmızı damarlar durumun ciddiyetini fazlaca belli ediyordu. Korkutucu derecede fazla fena görünüyordu Ömer ağa.
"Adam son nefesini vermeden bıraksan mı kardeşim?" Hemen yanı başında bileğine dolanan parmaklar ile ancak kendine gelebildi.
Elleri altındaki adamı hiç istemese de bıraktı. Ayağa kalktı, sakinleşmek adına birkaç adım attı, derin nefesler eşlik buna. İçninde yanan bu öfke kıvılcımları artan saniyelerle beraber iyice harlanıyorken nasıl tutsun kendini? Nasıl sakinleşsin?
"Lan!" Dedi durup dişlerinin arasından tıslarcasına konuşurken. "Bugün bana cehennem yaşatıldı hem de ben daha yaşıyorken." Gözleri usulca yerdeki adama değdi. "Ben de size cehennemi yaşatmaz mıyım?" Bu bir soru değildi bu bir bilgilendirmeydi. Olacakları önceden haber vermekti. Yerdeki adamın gözlerinde oluşan o korku an be an Ömer'in gözlerine yansıdı. Keyiflendi bu durumda Ömer, hem de fazlaca.
Daha fazla ses çıkartmamak adına adımları bu sefer evi bulmuştu. Hemen kapının önünde, yerde kalan adamın ceplerinde bulduğu anahtar ile kapıyı birkaç deneme sonucunda açmışlardı.
Yanında Mert ve arkasında iki adamla beraber içeri girmişlerdi. Alt katı tek tek gezmiş, bakılmadık oda bırakmamışlardı. Sıra üst kata gelmişti. Beş kapı vardı. Her biri bir kapıyı açtı. Ömer ise eliyle bulmuş gibi açtığı kapıdan baktığında, aradığı adamı bulmuştu. Bu mutlu etmişti kendisini.
Geniş ve yuvarlak olan yatakta, yüzünde memnun bir gülümsemeyle rahatça yatan adama kaşlarnı çatarak baktı. Sabır dolu bir nefes çekerek yatağa ilerledi. Emin Çetiner'in başında durdu. Kendisine tepeden bakıp sağ eliyle adamı ensesinden tuttuğu gibi havalandırdı başını.
Emin Çetiner olayın şokunda etrafına bakındı. "Ne oluyor lan?"
"Henüz hiçbir şey." Diye cevapladı Ömer Boran.
Emin Çetiner, kendine gelmek için başını sallayıp elini de ensesindeki elin üzerine koydu. Kurtulmak için çekiştirdi ama bir etkisi olduğu söylenemezdi. Ömer ensesini iyice sıktı, bu onu tatmin etmiş gibi yüzünde bir tebessüm oluşmasını sağladı.
"Lan." Emin Çetiner hissettiği acıyla dişlerinin arasından tıslarcasına konuştu. "Bırak beni şerefsiz!"
Ömer yalandan ibaret olan bir kahkaha attı. "Şerefsiz öyle mi?" Emin'in yüzünü çevirdi kendisine doğru. Biraz eğildi ve adamın gözlerinin içine bakmaya devam ederek konuştu. "Göstereceğim ben sana şerefsizi, sen merak etme."
Emin Çetiner gördüğü tanıdık sima ile gözlerinin şaşkınlıkla büyümesine engel olamadı. Onun, şu an o tek katlı evde olması gerekiyordu ve emin olduğu ile rahatça yatmıştı. Bu nedenle Ömer Boranın karşısında olmayı geçti, evinde ve yatak odasında olmasını beklemiyordu.
"Ben ya." Dedi ömer karşısında, kendisini beklemeyen adama. "Beklemiyordun değil mi?" Gözlerini kısıp karşısındaki adamın suratını inceledi. "Ben de beklemiyordum." Devam etti. "Karımın ve oğlumun bir çocuk tarafından kaçırılmasını."
Adam duyuğu hitap karşısında kaşlarını çattı. "Ne çocuğu ya? Ben tam 26 yaşındayım."1
"Çocuksun işte." Dedi Ömer geri adım atmadan. "Daha fazla sohbet edemem." Dediği gibi ensesinden tuttuğu adamı yataktan apar topar çıkardı.
Ters bakışları elinin altındaki adama döndü. "O el şu an orada. İtirazın olursa senin o eli götüne sokarım. Anladın mı küçük adam?"
Anlamak istemese de anlamıştı Emin Çetiner. "Nereye götürüyorsun beni?"
"Ateşi çok sevdiğini öğendim." Diye cevapladı sakince. "O yüzden seni de görkemli bir ateşe götüreceğim."
Dediği gibi de yaptı. Adamı yaka paça evden çıkarıp bahçeye götürdü. "Ne yapacaksınız?" Dedi adam korkuyla.
"Yaşattığını, yaşatacağız diyelim."
Ömer, Emin'in önemli dosyaları evinde bulunduğunu öğrenmişti. E bunu duyup harekete geçmemek imkansız olurdu. Verdiği işaretlerle, elinde benzin bidonlarıyla adamlar içeriye girdi.
Emin ise gördükleriyle hızla başını ömere çevirmişti. "Lan hayır! Bunu yapamazsınız!"
Ömer sırıttı sadece. İçeriden getirilen sandalyeyi bahçenin ortasına, hemen evin karşısına koydurdu ve beklemeden de oturdu. Emin Çetiner ise hemen yanı başında elleri arasındaydı. "Bak bakalım nasıl yapıyormuşum." Ardından Emin'in yüzünü eve çevirdi.
Evnin yanmasını ve önemli olan dosyaların içerisindeyken yanmasını büyük bir keyif ile izlemişti. Emin Çetiner'in yakarışlarına rağmen ona da izletmişti. Hak etmişti.
Bu da yetmezmiş gibi Ömer, evin yanması yüksek ve harlı bir hal alınca Emin Çetiner'in hem omzuna hem de topuğuna sıkarak ayrılmıştı oradan.
Hayatta beklenmedik şeyler çok fazla olurdu. Bunların yarısı iyiyken yarısı da kötü olaylardan oluşuyordu. Başıma çok fazla iyi şey gelmişti sanırım ki en son böyle kötü bir olay ile karşılaşmıştım.
Kendimden çok, oğlum için korktum. Ona bir şey olma korkusu. Daha küçüktü, koruyamazdı kendisini. Bu düşünce en başından, şimdiye kadar ayakta tutmuştu beni.
Şimdiyse gözlerimi bir hastane odasında açmıştım. En son yaşadığımız olaylar da gözümün açılmasıyla bir bir akın etmişti beynime. Hatırladıklarım ise unutmak ister gibi gözlerimi sıkıca yummama neden oldu.
Hemen ardından açmam ise duyduğum ağlama sesindendi. Gözlerimi hızla açıp etrafııma baktım. Gördüklerim ile gözlerim dolmuştu. Berivan Daye'nin kucağında huzursuzca ağlayan oğlum. Berivan Daye ise Yusuf Eymeni susturmaya çalışıyordu ama bir etki ettiği de söylenemezdi. Acıkmış olması muhtemeldi.
"Daye." Dedim beni fark etmesi adına ki fark etti de.
Bana bakmasıyla yüzü rahatlar şekilde bir hale büründü. "Kızım." Ayağa kalktı, hemen başucumda durdu. Yaklaşıp saçlarımı öptü. "İyisin? Bir şeye ihtiyacın var mı?" Yüzündeki ifade beni ağlatmak ister gibi bir cinstendi. "İyisin?" Diyerek yeniledi sorusunu.
Valla pek iyi olduğum söylenemezdi. Hele beynimin içinde birbiriyle çatışan düşünceler, yaşadığım anların yoğunluğu. Ama yine de bunun aksini dile vurdum. "İyiyim." Dedim sadece, ardından bakışlarım oğluma döndü. Kucağıma istediğimi belirtir şekilde sağ kolumu oynattım. Bunu anladı Berivan Daye. Hemen kucağıma verdi Yusuf Eymen'i.
"Annem." Dedim içli bir sesle. Saçlarını öptüm yanaklarını öptüm. Derin bir nefes aldım rahatlamışçasına. "Bitanem benim." Yanağımdan akan yaşa engel olamadım ama.
Yusuf'un ağlamasını engellemek adına sağ gögsümü açıp emmesi için dudaklarına yaklaştırdım. Hemen aldı dudaklarına, emmesi ile mırıltıları etrafa yayıldı.
Aklıma gelen ile bakışlarım tekrar Berivan Daye'ye döndü. "Ömer?" Dedim sorarcasına. "Ömer nerede?"
Cevap vermek için ağzını açmıştı ki açılan kapı buna engel oldu. İkimizin de bakışları kapıya döndü.
Gördüğüm ile dudaklarım öne büzüldü titrekçe. "Ömer." Dedim kısık bir sesle.
Kapıdan içeri girdi. Yanıma yaklaştı. Bu sırada Berivan Daye bizi yalnız bırakmak için odadan çıktı. Baş başa kaldık.
"Ömer." Dedim tekrar. Devam edemedim ama, boğazımdaki yumru beni çok fazla zorluyordu. Kendimi bütün durumlarda tutmuşken şimdi tutamıyordum, zaten tutmak da istemiyordum. Gözümden akan yaş da söylediğimi tasdikliyordu.
"Güzelim." Dedi yaklaşıp elimi tutarken. Dizlerinin üzerine çöktü. Tuttuğu elimi çevirip avuç içime derin bir öpücük bıraktı. "Buradayım, iyisiniz. Tamam mı?"
Ağlıyordum, bu nedenle cevap veremiyordum. Kalktı ayağa bir eli yanağıma gitti, akan yaşlarımı sildi. Başımı sallayabildim sadece. Bakışlarım her ne kadar buğulu olsa da ondan kopmuyordu. Kopmasın da. Onun yanımda olduğunu bilmek, görmek iyi geliyordu.
Yanıma oturacağını anlayınca hareket etmek istedim ama karın boşluğumda hissettiğim acıyla inlememi tutamamıştım. "Ah be yavrum." Ömer'in çatık kaşlarıyla karnıma bakması bir oldu. "Dikkatli ol, yaran var." Bakışları tekrar gözlerime tırmandı. "Benim yüzümden."
Başımı hayır dercesine sağa sola oynattım. "Senin yüzünden değil."
Bu sefer o bana dikkat ederek yanımda yer edindi. Sığmamıştı ama yan dönerek, olabildiğince en rahat konuma geçti. Ben de yan dönmek isterdim ama kolumda yatan ve göğsümü emen küçük adam yüzünden bu biraz zordu.
Kısa süreliğine Yusuf Eymen'e döndüm. Ona hiçbir şey olmaması her şeyden daha önemliydi benim için. Bana olanları asla umursamazdım yeter ki ona bir şey olmasın.
Ömer bu süreçte beni olabildiğince göğsüne çekti. Öyle kaldık bir süre. Ta ki Yusuf Eymen göğsümü emmeyi bırakıp uyuyana kadar. Oğlumuzun uyumasıyla Ömer ayaklandı. Ardından Yusuf'u dikkatle kucağına aldı.
Gözlerinden akan pişmanlığa an be an şahit oldum. Bu da benim kalbimden bir şeyler kopardı sanki. Onu böyle görmek istemezdim hiçbir zaman. Ne benim yüzümden, ne de onun yüzünden.
"Oğlum." Dedi içli ve fısıltılı bir sesle. Burnunu Yusuf'un boynuna yerleştirdi. Derin bir nefes çekti içine. Gözlerini kapatıp ana bırakmıştı kendisini. Dudakları ise oğlumuzun göğsünde yer edinmişti, Ömer orayı da birkaç kez öpmüştü. Biraz öyle kaldıktan sonra başını kaldırmış ve oğlunun boynuna minik bir öpücük koyarak göğsüne yasladı.
Baba oğulu bu şekilde izlemeyi çok seviyordum. Böyle hastane odasına izlemek ister miydim, tartışılır tabi.
Ömer oğlumuzu, odada bulunan küçük beşiğe koyduktan sonra adımlarını bana çevirdi. Göz göze gelmemizle dudaklarım yine titrek bir şekilde öne büzüldü.
Bu anı bekliyordum zaten. Onu göreyim ve kendimi bırakayım istiyordum. Öyle de oldu. Ömer tekrar yatağa oturdu, yan döndü. Ben de yan döndüm. Anında beni göğsüne çekti. Başımın göğsüne düşmesiyle gözlerim bir pınar gibi aktı. Ağzımdan çıkan hıçkırıklar, ağlamalar durmak istemez gibi devam etti.
"Şşş." Dedi Ömer. Saçlarıma dudaklarını bastırdı. Bir eli bedenimi sıkıca sararken, diğer eli de saçlarım arasında geziniyordu. "Geldim güzelim. Buradayım, yanınızdayım. Korkma."
Demesi kolaydı tabi. Ama o evde kaldığım anlar, oğluma ya da bana bir şey olucak korkusu. Ömer'in bizi bulamayacak korkusu tüm bedenimi sarıp sarmalamıştı. Belki o zaman bir tepki verememiştim ama şu an yanımda olan adamla beraber o anların korkusu gün yüzüne çıkıyordu.
"Korktum." Dedim cılız çıkan sesimle. "Geçmiyor bir anda." Derin bir nefes aldım daha net konuşabilmek adına.
Saçlarımdaki eli durmadan hareket ediyor, varlığını hissettirmek ister gibiydi. "Ben yanındayım, geçer."
Başımı salladım bildiğimle. Geçecekti çünkü.
Ne kadar öyle koyun koyuna kaldık bilmiyorum ama çalan kapı ile kendimize geldik.
Hafifçe toparlanmamızla Ömer gir dedi.
Kapı açıldı, içeriye Mert abi girdi. Bakışları bende değil, Ömer'deydi sadece. "Ömer." Dedi derin bir nefes alarak. "Raşit."
Durduğumuz odanın önünde birbirimize baktık Ömer ile. İçimde nefes almayı unutan kız vardı. Her an ölecek gibi zorluyordu beni.
Elimi tuttu Ömer, destek olmak istercesine. Ardından kapı koluna uzandı, yavaşça açtı kapıyı. İlk adımı o attı içeriye, ardından ben.
Yatakta uyuyan adam ile derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim, aldım da. Yanımdaki adamın hali de benden farksızdı ki o da derin bir nefes almıştı.
Yatağa yaklaştık iyice. Ben stresten dolayı Ömer'in elini iyice sıkıyordum. Tamamıyla içsel bir durumdu, bilerek veya isteyerek yaptığım bir hareket değildi. Ama Ömer'in bana bakıp, anlayışla gözlerini açıp kapaması beni anladığının göstergesiydi.
Zaten o, ne olursa olsun, hangi durumda olursak olalım beni hep anlamıştı.
"Çok şükür." Sessizliği bozan Ömer oldu. Bakışları bu sefer Raşit abinin üzerinde geziniyordu.
Gözlerindeki duyguyu tek bir kelimeyle anlatabilirdim; Minnet. Raşit ağabeye duyduğu minnet, bakışlarına yansımıştı.
Mert abi odaya gelip Raşit ağabeyin ameliyathaneden çıktığını ve iyi olduğunu söyleyince Ömer gitmek için hareketlenmişti. Ben de, gelmek istediğimi söyleyerek onu durdurmuştum.
Beni ve oğlumu gelip o evden, henüz ateş yanmadan kurtarması. En az Ömer kadar benim de ona minnet duymamı sağlamıştı.
Ömer isteğimi kırmamış ve beni de yanında götürmüştü. Berivan Daye de bizim çıkmamızla şaşkın bakışlarını üzerimizde gezdirmişti. Ona koda bir açıklama yaptıktan sonda Yusuf'u ona emanet ederek oradan ayrılmıştık.
Şimdi ise başında beklediğimiz bu adama minnet duygusu ile bakıyorduk.
Ömerin Raşit ağabeye böyle bakması...
Bir şey olsaydı kolay toparlanmazdı sanırım. Neyseki, çok şükür yaralarımız da olsa hepmiz de iyi ve hayattaydık.
Raşit ağabeyin uyanması ise hepmizin yüzüne bir gülümseme yerleştirmişti. "Ağam." Demişti başucunda gördüğü adamla. "Kurtardım." Diye devam etmişti.
Ömer ise sırıtamasına rağmen kaşlarını çatmaya çalışarak konuşmuştu. "Kurtardın." Dedi başını sallayarak. "Kendini ateşe atıyordun ama."
"Ağam senin için değer valla." Diye cevapladı Raşit ağabey. Yüzündeki gülümseme de gerçekten değer olduğunu kanıtlar nitelikteydi.
Raşit ağabeyin, Ömer'e olan bağlılığı göz yaşartıcı cinstendi. Ona bir şey olsa Ömer kadar olmasa da ben de fazlaca üzülürdüm. Bu kesindi. Her ne olursa olsun evliliğimiz boyunca hep bir adım uzağımızdaydı, bizim için hareket ediyordu. Onun sayesinde çok fazla eğlendiğim anlar olduğunu geri plana atamazdım.
Raşit ağabeyin yanında biraz daha kaldıktan sonra hep beraber eve geçmiştik. Etraf yeni yeni aydınlanıyordu ve üzerimizeki yorgunluk ele avuca sığmaz cinstendi. Ömer de fazlasıyla yorgundu. Hiç dile getirmese de gözlerinden ve bedeninden belli oluyordu. En azınadn ben anlıyordum onu.
Konağa girmemizle ilk önce Yâde Havin karşılamıştı bizi. Bana sıkıca sarılmıştı. Ağladı ağlayacak gibi duruyordu ama ağlamamak için verdiği mücadele gözlere şayandı. Beni incelemişti. İyi olduğuma kanaat getirmek isterceine bakındı. Gördüğü ufak sıyrık ile kaşlarını çatıp homurdanmıştı da.
Sonrasında bizim için hazırlattığı sofra ile zorla da olsa birkaç lokma yemiştik. Ardından yanlarından ayrılarak odamıza geçmiştik.
Kapıdan içeri girdiğim gibi derin bir nefes almıştım. Evimize, odamıza dönmemiz rahatlatmıştı bünyemi. Ömer, Yusuf Eymen'i yatağa bırakıp gelip önümde durdu. Gözlerime baktı usulca, saçlarımı sevdi, dudaklarını alnıma mühürledi ve beni sıkıca sarıp sarmaladı. "Özür dilerim." Dedi kulağıma doğru.
Ne için özür dilediğini biliyordum ama özür dileyecek bir şey de yoktu, bunu da biliyordum. "Özür dileyecek bir şey yok." Dedim bende kısık sesle. Bir elim de Ömerin göğsünde, ufak hareketler ile geziniyordu olduğu yerde. Onun göğsünde olmak zaten bana en büyük iyi gelişti. Saatlerce hatta günlerce burada durabilir, uyuyabilirdim.
"Benim işlerim yüzünden oldu." Diyerek suçu üstlendi.
"Bilemezdin." Dedim ona gerçeği söyleyerek.
"Bilmeliydim ama." Diyerek bir kez daha itiraz etti.
"Bilmediğin bir şey var ama." Başımı hafifçe geri çekip, göz göze gelmemizi sağladım. Söylediğimle, kaşları merak ile açtılmıştı. Onu daha fazla merakta bırakmamak adına konuştum. Yüzüme bir tebssüm kondurtuktan sonra. "Ne olursa olsun, niye olursa olsun benim, seni her zaman seveceğim." Dedim.
Kaşları indi, dudakları kıvrıldı "Bak sen." Dedi hayranı olduğum sesiyle. "Bunu bilmediğimi mi sanıyorsun?"
"Ama söylediklerin bilmediğini gösteriyor."
Başını hayır dercesine salladı. "Benim söyleme amacım farklı."
Tek kaşım merakla havalandı. "Neymiş o?"
"Benim işlerim yüzünden başınıza gelen saçma sapan olaylar. Ve inan böyle bir şeyin önüne geçme ihtimalim olurdu, eğer dikkatli olsaydım."
"Düşünme öyle." Dedim göğsündeki elimi tekrar hareket ettirirken. "Sanki isteyerek yapmışsın gibi de konuşma." Bakışlarım göğsüne indi. "Ve bu kalbin benim için nasıl hassas olduğunu biliyorum." Yaklaşıp göğsüne dudaklarımı bastırdım.
"Ah Rojda'm." Dedi içli bir nefes eşliğinde. "Ne hale getiriyorsun beni. Bir bilsen."
Başımı göğsünden uzaklaştırıp tekrar göz göze gelmemizi sağladım. "Ne hale getiriyormuşum?"
Gözlerime nasıl baktığını keşke anlatacak bir kelime olsa. Onun bakışları, tüm betimlemeleri yok edecek kadar özeldi. Ve ben, o betimlemeleri yok eden bakışları çok seviyordum.
"Bir gülüşünle kalbimi hızla attırıyorsun, bir bakışınla bana cenneti yaşatıyorsun, bir yakınlaşmanla vücudumu hiç olmadığı kadar özel hissettiriyorsun. Beni yaşatıyorsun güzelim. Yetmez mi?"
Söyledikleri dudağımdaki tebessümü büyüttü. İçten bir gülümseme sundum ona. "Yeter." Dedim başımı tekrar göğsüne saklayarak. "Çok fazla yeter hem de."
Bir süre sonra ayrılmıştık. Yusuf'u tekrar emzirmiştim, altını değişmesi gerektiğini söyleyince Ömer olaya el atmıştı. Zordu ama başarmıştı da. Altını uzun uğraşlar sonucunda değiştirmişti. Ardından tekrar uyumuştu Yusuf Eymen.
Sonrasında ben banyoya girmek istediğimi söyleyince Ömer de peşimden gelmişti.
Önce benim üzerimi çıkarmamda yardımcı olmuştu. Karın boşluğumu sıyıran kurşunun bıraktığı yara eğilmeme şu an engeldi. Ömer üzerimi tamamen soyduktan sonra kendisi de soyunmuştu. Böyle, önümde bu halde olması beni fazla zorluyordu ve sanırım ben de onu.
Ateş ve Barut misali beraber suyun altına girdik. Ben bir şey yapmadım. Ömer beni yıkamıştı, ben öylece durmuştum. Yarama da su değmemesi adına kapatmıştık ve oraya elinden geldiğince dikkat ediyordu.
Beni bir bebekmişim gibi yıkadıktan sonra kendini de alelacele yıkadı. İkimizin durulanmasıyla önce adım atıp kapının arkasında olan pembe bornozu bana uzattı. Yaklaşmam ile kollarımı geçirdim. Önümde durup kuşağımı bağladı. Kendisi de aldığı beyaz havluyu beline bağlayınca banyodan çıktık.
İkimizin de gözleri ilk önce Yusuf Eymene kaydı. Orada olduğunu bilmek iyi hissettirmişti. Dün olanlar, aklımdan zor çıkacaktı. Kötü bir kabusun peşimde bıraktıklarıydı bu hallerim.
Ben geçip yatağa otururken Ömer dolaba ilerledi. Hem benim, hem de kendisi için kıyafet alıp yanıma geldi. Elindekileri yatağa bıraktı. Eline aldığı iç çamaşırlarım ile hemen önümde durdu. Eğilip kuşağımı açtı. Çıplak vücudum gözler önündeydi ve bu bana sıcak basmasına neden oluyordu.
Önümde diz çöktü. Külodumu ayaklarımdan geçirip yukarı doğru çekti. Hafifçe doğrularak giydirmesine yardımcı oldum. Giymem ile yaklaşıp çıplak bacaklarımda dudaklarını değdirdi. İçim ürperdi. Dudaklarının sonraki durağı ise sağ tarafındaki karın boşluğunun olduğu kısımdaki yaraydı. Önce yaranın etrafında gezdi dudakları. Ardından yaranın üzerinde. Dudaklarının her çıplak vücudumla olan teması beni yerle bir ediyordu. Odaklamamı engelliyordu.
Ömer ise beni daha fazla zorlamak istemez gibi geri çekildi. Ayağa kalkıp, benim için getirdiği diğer kıyafetleri giydirdi. Böylece ben yatağa attım vücudumu. Ömer de altına çektiği pijama ile yanıma geldi. Beni göğsüne hapsetti.
Yorgunluktan ölsem bile uyuyamazdım. Bunu biliyordum. Ama güvendiğim limanın kolları arasında olduğumu bilmek, az da olsa bu gece iyi hissetmemi saplayacaktı.
Sabah geç uyanmıştık. Dün, sabaha geliyordu neredeyse gözlerimizi kapattığımızda. Yine bunun yanında bir iki kez uyanan oğlumuz da yatma süremizi uzatmıştı. Dün olanları annemler bilmiyordu. Hem gece olduğu için hem de kimseyi telaşlandırmamak adına.
Gerçi duyduklarında baya fazla telaşlanmışlardı. Bir etkisi olmamıştı yani saklamamızın. Babamlar duyar duymaz yola çıkmışlardı. Birazdan da burada olacaklardı. Gelmelerini isterdim tabiki. Hem ailemin yanımda olması beni daha a iyi hissettirrdi, gerçekti bu.
Ömer ise babamlar geldiği için işe gitmiyordu. Yanımda kalmıştı. Gerçi babamlar gelmese de gitmez gibiydi.
Çalan kapı ile ayaklanmıştık. Havalar sıcak olduğu için aşğıda, avluda oturuyorduk hep beraber. Kapının açılmasıyla ailem içeriye giriş yaptı. Onlara bakınca yine bir duygu sarıp sarmaladı beni. İçimdeki ağlama isteği sanki daha da gün yüzüne çıkmış gibiydi ama yine de tuttum kendimi.
Ortada buluştuk. İlk önce babamın elini öptüm. O da yaklaşıp alnımı öptü, bana yaklaşıp sıkıca sardı. Memnunca ellerim belinin iki yanında yer buldu. Babamların yaramdan haberi olduğu için dikkat ediyordu.
Babam hep böyleydi. Ben küçükken de, şu an evliyken de. Değişen bir şey yoktu. Babamın gözünde hala dokunmaya kıyamadığıydım.
Her zaman babam bize böyleydi ama yine de üzerimde bir çekingenlik mevcuttu. Lakin bu, ben evlendikten sonra değişti. Çekinmiyordum şimdi. Belki de evden ayrılmamın verdiği şeydi bu, bilmiyordum.
Babamdan sonra anneme yaklaştım. Elini öptürmedi ama onun yerine beni öyle sardı ki, tekrar şükrettim böyle bir ailem olduğu için.
Ali abim, Fulya yengem, Eren abim, Asu, Meryem. Hepsi de buradaydı. Hepsiyle de sıkı sıkı sarılmıştım, beni sıkı sıkı sarmalamışlardı.
Sarılma ve hoşgeldin faslı bittikten sonra avluda oturmaya devam etmiştik, daha kalabalık şekilde. Yanımda, uyuyan oğlumun başına tünemişti Meryem.
Ben teyzeyim diye ortalıkta geziyordu. Hakkıydı da, teyze olmak güzel şeydi. Meryem'in hem hala hem de teyze olmasını kıskanmıyor değilim.
Yağmur'un biz oturduktan sonra gelip benim aileme de çay dağıtmasının üzerine sorular sorulmaya, merak edilenler ortaya dökülmeye başlandı.
Haklarıydı tabi, ne diyebilirdim ki?
İlk gelen soruyu derin bir nefes eşliğinde cevapladım. "Avluda oturuyorduk aslında, öyle çok büyük bir şey yoktu. Zaten ne olduysa o ara oldu. Bir anda dışarıdan silah sesleri geldi, çok geçmeden de kapı açıldı. İçeriye tanımadığımız adamlar girdi." Aklıma gelenler, tekrar yaşadığım anları bedenime nüfus etmiş gibydi. Biraz duraksamanın ardından devam ettim. "Sonra işte. Aldılar bizi. Bir şey demeden, ne için olduğunu söylemeden."
Ömer'in karşımda durup bakışlarıyla beni iyi hissettirmesi... diyecek hiçbir şeyim yoktu. Gülümsedim sadecece. Zordu ama başardım. Zira yaşadığım korku gülümsememe de engeldi.
Bir yanımda babam oturuyordu, diğer yanımda da oğlumuz zaten. Ömer önceliği babama vererek karşıma geçip oturmuştu ama gözleri üzerimden ayrılmamıştı.
Babam söylediklerimle uzanıp elimi tutmuştu. Göğsüne çekip saçlarım arasına dudaklarını değdirdi.
İkinci bir diğer soru soruldu. "Bir şey yaptılar mı? Tuttukları yerde nasıl davrandılar sana?"
Ömer sorunun merakıyla öne doğru eğildi biraz. Sanki vereceğim cevaba göre hemen hareket edecekmiş gibiydi. Dudaklarımı büzdüm. "Aslında bir şey yapmadılar. Sadece orada olmamın verdiği bir korku vardı. Tek başımaydım, bilmediğim bir yere götürülmüştüm. Yanımda oğlum vardı." Korku sanki bedenimde tekrar yer edindi. Titreme geldi bedenime. "Bir adam geldi. Sırıtıp duruyordu ve onun öyle olması, bir psikopat ile karşı karşıyaymışım gibi hissettirdi." Manyak gibiydi adam, o halimden, korkumdan zevk alırmış gibi gülerek gelip gitti.
"Bir şey dedi mi?" Bu sefer soru Ömer'dendi. "Seni tehdit ettiği bir şey oldu mu?" Sanki evet desem, adamı gidip aynı şeyle tehdit edecek gibiydi.
"Sadece senden bahsetti." Dedim bakışlarımı Ömerden ayırmayarak. "Kocan yok olacak artık." Dudaklarımı büzdüm bilmiyorum dercesine. "Saçmaladı sadece."
Birkaç soru daha geldi. Hepsine de cevap verdim. Ama sorular hep aynı, tıpkı cevaplar gibi.
Avluda oturduk, konuştuk. Herkesin gözü üzerimdeydi normal olarak. Tabi böyle bakmaları bana iyi mi geliyordu? Belirsizdi.
Sonrasında Asuman ve yengem ile odama çıkmıştık. Asuman sıkı sıkı sarmıştı beni. Sanki onun başına gelmiş gibi aynı duyguları yaşıyordu benimle. Yengemin de Asu'dan farkı yoktu gerçi. İkisinin gözlerindeki duygu, zaten beni anladıklarının göstergesiydi.
Nergis ile biraz kafamı dağıtmak adına oynadım, biraz sohbet edip kafamı boş bırakmadılar. İyi de gelmişti, yalan değil. Eğer gelmeseler ne olurdu, bugünü nasıl atlatırdım bilemezdim.
Yemek vaktinden önce aşağıya indik. Ailece yapılan bir sohbetle aklım dağıldı. Arada bir gelen ürperti karşılıyordu bedenimi sadece, onun dışında düşünmemeye, hatırlamamaya çalışıyordum.
Sonuç olarak evimde, ailemleydim. Bir sorun yoktu. Bunları düşünüp şükrettim. Aileyle edilen sohbete dahil oldum.
Nasıl buldunuz bölümü? Genel yorumları şöyle alalım.
Bendeki kaos, aksiyon da anca bu kadar.
Neyse Raşit ölmedi, devam edebilirim.
Raşit ölse yazmayı bırakırdım. Öyle de seviyorum kendisini. Ömer, benim kadar sever misin? Sanmıyorum🦦
Oy verdiğiniz için ve yaptığınız yorumlar için teşekkür ediyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |