Yeni Üyelik
1.
Bölüm

GİRİŞ

@durumavii

Yeni bir yolculuktan hepinize merhaba,

 

Öncelikle bu hikayem +18'dir. Lütfen bunu bilerek devam edin.

 

Buraya başladığınız tarihi alabilir miyim?

 

Hangi Durumavii hikayesini okudunuz?

 

Daha önce Burgonya Kızı ismiyle sadece giriş kısmını yayınlandığım hikayedir. Burgonya Kızı yan isim olarak hikayemiz kalacak. Daha önce giriş olarak okuduğum kısım ise ilk bölüme dahil edilecek.

 

Bölüm günlerimiz Çarşambadır.

 

Okurken yıldıza dokunmayı unutmaz ve satır arası yorumları bırakırsanız, çok mutlu olurum.

 

Hoşgeldiniz.

 

 

🕯🕯🕯

 

"Yakala da görelim! En tepeye çıktım. Bak zürafa! Senin boyundan bile daha uzun!"

 

Küçük kız doğruyu söylüyordu. Her zaman ilk dalına kadar tırmandığı ağacın bu kez dördüncü dalına ulaşmayı başarmıştı.

 

Asil, heyecanla futbol oynarken karşına geçip nanik yapan küçük kızın niyetini anlamıştı ama peşine takıldığında ona yetişmekte geç kalmıştı.

 

"İn oradan Maviş!" diye bağırdı ağaçtaki yaramaz kıza doğru. Kız onu dinlemek bir yana, dala oturup kırmızı pabuçlu ayaklarını sallamaya başladı. "İn diyorum sana! Ne laf anlamaz kız oldun sen, o dal hiç sağlam değil! Düşeceksin."

 

"Bana ne!" Küçük omzunu silkip nispet yapar gibi dudaklarını büzdü. "Sıkıysa gel de indir!"

 

"Seni Ahmet Amca'ya söyleyeceğim. Gör bak, bir hafta dondurma yemene izin vermeyecek!"

 

Kızın koyu mavi gözleri büyüdü. Hayatında en sevdiği üç şeyden biri dondurmaydı. Kimse onu dondurmayla tehdit edemezdi! "Hele bir söyle..." Düşündü.... Düşündü... "Uyurken gelip pipini keserim, görersin Asi!"

 

Çocuk kramponlu ayağını yere vurarak, "Asi değil!" dedi. "Asil benim adım."

 

"Benim adım da Mavi ama sen bana hep maviş diyorsun. Kuş muyum ben!" Ellerini çırparak sözleri, "Asi asi asi!" olan neşeli bir melodi oluşturdu. "Zürafa Asi!"

 

Asil, zürafa lakabına bir şey diyemedi. On yaşında olan tüm yaşıtlarına göre epeyce uzundu. Zayıf olmasına rağmen yapılı bir çocuktu. Ama Asi, kısmı ona uymuyordu. O çok uysal bir çocuktu. Annesinin söylediğine göre bebekken bile ağlamamıştı.

 

"Şimdi gidip babanı çağıracağım." dedi Asil. Aslında ağaca çıkmayı düşünüyordu ama üçüncü daldan sonrası gözüne çok da sağlam görünmemişti. O dallar ikisini birlikte taşıyamayabilirdi. "Sen sıkıca tutun, biz gelene kadar bekle."

 

"Sakın gitme..." derken sesinde bir parça korku vardı Mavi'nin. Çünkü yaklaşık beş saniye önce aşağı bakmış ve korkutucu derecede yüksekte olduğunu anlamıştı. Çıkarken bu detayı neden hesaba katmadığını henüz bilmiyordu ama duygularını Asil ile paylaşmak yerine, "Eğer gidersen daha yükseğe tırmanırım!" diye onu tehdit etti.

 

Asil bir adım bile atamadı. "Gitmezsem seni nasıl kurtaracağım kızım!"

 

Küçük kız gülümsedi. Hayatının hatırladığı ilk anında Asil vardı. Ona kimseye güvenmediği kadar güveniyordu. Hatta onu dondurma kadar çok sevdiğine bile karar vermişti... "Sen bir yolunu bulursun." dedi kararlıca. "Sen beni kurtarmanın bir yolunu bulursun."

 

Asil biraz geri çekilip ağaca baktı. Her gün oynadıkları küçük parkın tam ortasına kök salmış yaşlı bir ağaçtı. Etrafında koşarken büyümüşlerdi. Ağaca çıkmaya çalışsa düşebilirlerdi. Eğer yardım çağırmak için giderse Mavi daha yükseğe çıkacağını söylüyordu. Asil, o inatçı kızın dediğini yapacağını biliyordu. Başını arkasında kalan mahallelerine çevirdi. Dar ve uzun sokak; birbirine bitişik olarak inşaa edilmiş eski ve ahşap evleri ağırlıyordu. Nostaljik havası olan sıcacık bir mahalleydi. Mahalle sakinleri yazın evde oturmak yerinde kapılarının önüne birer kilim serer, çay ve çiğdem eşliğinde sohbet ederlerdi. Asil, ela gözlerini kısarak dikkatle baktığında, kendi ailelerinin sokakta olmadığını gördü.

 

"Of!" dedi sıkıntıyla. "Ne inatçı kızsın sen Maviş! Bırak da gideyim."

 

Küçük kız hiç duymamış gibi bakışlarını yukarı kaldırıp şarkı mırıldanmaya başladı. Asil onu yenemeyeceğini anlayınca eğilip kramponunun çözülen bağcıklarını bağladı ve derin bir nefes aldı. "Bekle orada, geliyorum." Zıplayarak ağacın gövdesine yapıştı ama daha yukarı çıkamadan kızın çığlığını duydu. Yukarı baktığında oturduğu dalın aşağı eğildiğini ve kızın korkuyla dala yapıştığını gördü. Hızlı bir karar vermesi gerektiğini anladı. Dalın kırılması sesiyle birlikte yere atladı.

 

"Korkma Maviş!" dedi açtığı kollarıyla birlikte "Ben tutarım seni..."

 

Kız üzerine düşerken, son gördüğü onun adı gibi Mavi olan gözleriydi.

 

*

 

"Ah be kizim! Ah be kizim! Ne işin var senin ağaç tepelerinde canim! Kizsin sen! Hiç yakişiyor mu!"

 

Mavi, dudaklarını büzerek çiçekli divalarında otururken, babasının ayak bileğini sardığı Asil'e baktı. Yüzünde hiç acı ifadesi yoktu ama burkulan ayağıyla birlikte burnu da kanamıştı.

 

"Sakin ol Eleni, çocuk işte." dedi Asil'in annesi Derya. "Hem ilk kez mi yaralanıyorlar canım?"

 

Eleni, başını bıkkınlıkla sallayarak kendisine çok benzeyen kızının yanına oturdu. "Neredeyse hepsi de benim kiz yüzünden oluyor. Oh, yavrimu..." dedi Asil'e bakıp. "Bir kere de kurtarma bre! Birak düşsün. Belki akli başina gelir."

 

Akif, oğlunun bacağını sarma işini bitirdikten sonra gülümseyerek ayağa kalktı. "Sence bu mümkün mü Eleni? Mavi'nin başı sıkışacak da Asil yardım etmeyecek, hah!"

 

Eleni kızına dönüp işaret parmağını salladı. "Ama ben yapacağimi biliyorum. Akşam baban gelsin, bir bir diyeceğim!"

 

"Anne hayır!" diye bağırdı Mavi. "Beni babama söyleme, sonra dondurma cezası veriyor."

 

"Az bile! Bu kez tam bir ay dondurma yok küçük hanim!"

 

Derya, dudağını büken Mavi'nin saçlarını okşadı. Kıyamıyordu. Çünkü elinde büyümüştü. Derya oğlu Asil'e hamileyken, kocası Akif'in yakın arkadaşı Ahmet, Yunan güzeli Eleni'ye gönlünü kaptırmıştı. Ne var ki Eleni'nin ailesi bu evliliğe onay vermemişti. O zamanlar Akif ve Derya onlara kucak açmıştı. Küçük bir mahalle düğününün ardından Asil doğana kadar birlikte yaşamışlardı. Asil doğduktan sonra ise Ahmet ile Eleni, sahibi vefat eden bitişik eve yerleşmiş, mahallelinin yaptığı eşya yardımıyla birlikte kendilerine küçük bir yuva kurmuşlardı. Asil beş yaşına bastığında ise Mavi dünyaya gelmişti. Eleni ve Derya çocuklarını birlikte büyütmüştü. Her akşam yemeğini birlikte yiyen, gidilecek her yere birlikte giden, her sıkıntıya birlikte göğüs geren, bitişik evlerde yaşayan tek bir aile gibi olmuşlardı.

 

"Ay! Çocuklara dalıp akşam yemeğini yapmayı unuttuk Eleni!" dedi Derya bir telaşla. "Akşam seninkinin doğum günü bir de!"

 

Eleni ayağa fırlayıp saate bakti. "İki saat kalmiş! Ne yapacağiz?"

 

Derya biraz düşündükten sonra, "Dolapta biraz kıyma olacaktı." dedi. "Bir karnıyarık yapayım. Yanına da şehriyeli pilav..."

 

Eleni avuçlarını birbirine sürttü. "Ve caciki... "

 

"Ne cacikisi kız, yine bir ki koyup kaptınız yemeği! Halis muhlis cacık o."

 

"Neyse ney canim." Çocuklara dönüp, "Size çizgi film açacağim." dedi. "Burada uslu durun."

 

Büyükler hep birlikte aşağı inen merdivenlere yönelirken, Eleni "Pasta dondurmali olacak." dedi. "Ama bilin bakalim kim dondurma yemeyecek?"

 

Asil ile yalnız kalan Mavi'nin gözünden bir damla yaş aktı. Asil sağlam olan bacağının üzerinde zıplayarak kızın yanına gitti. Bazen huysuzdu, çoğu zaman inatçıydı. Mahalledeki tüm çocukları canından bezdirmişti. Biri hariç... "Bu nasıl oluyor anlamıyorum."

 

Mavi elini tersiyle yüzünü silerken, yanında oturan Asil'e bakmak için hep olduğu gibi başını kaldırdı. Asil'in kısa ve düz saçları vardı. Ela gözleri esmer teninin ortasında sarı birer yıldız gibi parlıyordu. "Ne nasıl oluyor Asi?"

 

Asil, göstermek ister gibi Mavi'ye baktı. "Sen işte. Bazen hırçınsın, huysuzsun, çekilmezsin ama bazen de... Diğer kızlar gibi uysalsın. Oturup bebeklerinle oynuyorsun."

 

"Çünkü senin arabaların sıkıcı."

 

"Demek istediğim o değil ki."

 

"Ya ne?"

 

Asil omuz silkti. Düşüncelerini açıklayacak kadar çok kelime bilmiyordu. "Boşver."

 

Mavi ıslak kirpiklerimi kırpıştırarak Bugs Bunny izlemeye dalarken, Asil ona yaklaşıp şöyle söyledi.

 

"Merak etme maviş, dondurmamı seninle paylaşırım."

 

*

 

O haftasonu iki aile piknik için ormana gitmişti. Ahmet ve Akif bir yandan mangalı yakıp bir yandan da rakılarını içerken, reçine kokusu ve cıvıldayan kuş sesleri eşliğinde iki banklı masalarını Eleni ve Derya hazırlıyordu. Çocuklar yemek olana kadar saklambaç oynarken Derya sık sık uzaklaşmamaları için uyarıyordu.

 

"Akif, patlıcanlar közlendi mi?"

 

Akif, elindeki çatalı közün üzerindeki patlıcana batırdıktan sonra "Evet yavrum." dedi. "Közlenmiş." Karısına göz kırptı. "Gelip alsana."

 

Derya boş tencereyi alıp kocasının yanına gitti. Patlıcanları tencereye alırken henüz tam olarak pişmediklerini fark etti. "E hani közlenmişti Akif?"

 

Akif, kolunu karısının beline sarıp yanağından öptü. "Gel de gül cemalini yakından göreyim, desem gelecek miydin?"

 

Derya utanarak kocasının kolunu çimdirdi. Utandığı hemen yanlarında olduğu Ahmet'ti ama onları izleyen biri daha vardı, oğulları Asil... Mavi'yi kovalarken bir an için durup şakalaşan annesini ve babasını izlemeye başlamıştı. Onları bir arada görmeyi seviyordu, babasının annesine ettiği hitapları, birbirlerine attıkları bakışları seviyordu. Karar vermişti, o da evlendiğinde karısını babası gibi sevecekti.

 

Kiminle evlenmek istediğini de biliyordu.

 

"Asil!"

 

Eleni'nin sesiyle düşüncelerini dağıttı. "Efendim Eleni Teyze."

 

"Mavi nerede? Göremiyorum."

 

Asil etrafına baktı. Sahiden de yoktu. "Az önce buradaydı. Saklanmıştır. Şimdi bulurum Eleni Teyze."

 

Asil koştu, yakınlardaki tüm ağaçların etrafına baktı. Derenin kenarını kontrol etti. Masanın altını bile kontrol etti ama Mavi'yi bulamadı. Korkuyla ağlamaya başlayınca bu kez işe büyükler de el attı. Dağılıp Mavi'yi aramaya başladılar. Mavi'nin adını seslenen sesleri ormanın içine dağılırken Asil hala ağlıyordu ama gururuna yediremediği için akan gözyaşları yanağına ulaşamadan silip atıyordu.

 

"Şu çalılıkların arkasından ses geldi. Duydunuz mu?" diyen Derya sol tarafı işaret etti. Akif, karısının önüne geçip "Bakalım." dedi. Çalılıklar aralandığında kan dondurucu manzara karşısında Eleni çığlık atarak bayıldı. Ahmet karısını tutmayı başardı ama o da kaskatı kesildi.

 

Mavi, ölü bir geyiğin yanına oturmuştu. Yere ismini yazıyordu. Mavi, yere geyiğin kanıyla ismini yazıyordu.

 

*

 

Ahmet, oturduğu sandalyede endişe ve tedirginlik ile ritim tutan karısının elini tuttu. Onu sakınleştirmek için birçok şey söylemişti ama işe yaramamıştı. Apar topar geldikleri çocuk psikiyatristi kızlarıyla ilgilenirken, boş bir odada çaresizce bekliyorlardı.

 

"Henüz çok küçük, kötü bir şey olduğunu sanmıyorum." diye kocasının yüzüne baktı Eleni. Sonra da başını iki yana salladı. "Ya korktuğum gibiyse..."

 

Ahmet karısının yüzünü okşadı. "Böyle söyleme. Kızımız daha çok küçük."

 

"Anlamıyorsun." dedi Eleni ağlayan sesiyle. "Annem de böyleydi. O da küçükken böyle şeyler yaparmış. Sonra..."

 

"Hayır. Mavi ne annene, ne de bir başkasına benziyor. O sadece korkusuz bir çocuk."

 

Keşke hepsi bu kadar olsa, diye geçirdi Eleni. Psikiyatr doktorun odaya girmesiyle ayaklandılar. Kızlarının herhangi anormal bir durumu olmadığını duymak istiyorlardı ama doktor Mavi'yi tekrar görmek istediğini ve bazı testler yapmak istediğini söylemişti. O hafta her gün kliniğe gittiler. Mavi birçok testten geçti. O hafta her gün dondurma yedi. Ne olduğunu anlamıyordu. Klinikte pedagoglar ile konuşurken, sürekli aynı soruları cevaplarken ve o garip testlerden geçerken sıkılıyordu ama dondurma yeterince iyi bir rüşvetti.

 

Kliniğe son gittikleri gün Mavi oyun odasına alındı. Psikiyatr doktor bu kez annesi ve babasıyla konuşacaktı. İlk sözü ise "Üzgünüm." olmuştu.

 

Eleni ağlamaya başlarken, Ahmet "Neden?" diye sordu. "Neden böyle söylediniz?"

 

Doktor ellerini masasının üzerinde birleştirdi ve kelimelerini seçmek için bir süre düşündü. "Emin olmak için birçok test yaptırdım, doktor arkadaşlarıma danıştım. Bir de anlattıklarınız var tabii... Ne yazık ki tahmin doğru. Mavi, bir dissosiyatif kimlik bozukluğu vakası. Anlayabileceğiniz biçimde konuşacak olursam, çoklu kişilik bozukluğu."

 

Eleni içini çekti. Korktuğu olmuştu. Annesi, hastalığını kızına miras bırakmıştı.

 

Ahmet'in sesi titrerken, "Nasıl?" diye sorabildi. "Na-nasıl olacak?"

 

"En az iki farklı ve nispeten kalıcı kişilik durumunun sürdürülmesi ile karakterize edilen zihinsel bir bozukluktur. Bu bozukluğa, alışılagelmiş bellek sorunlarıyla açıklayamayacağım bellek boşlukları eşlik eder. Kişilik durumları dönüşümlü olarak kişinin davranışında kendini gösterir; ancak bozukluğun sunumları değişir. Benlik ve bilinç duygusunun bozulması, diyebiliriz."

 

"Yani... Kızımızın iki başka kişiliği olduğunu mu söylüyorsunuz!"

 

"En az iki başka kişiliği olduğunu söylüyorum Ahmet Bey. Bunlardan biriyle tanıştığınız için buradasınız.Bakın, en açık şekilde anlayabileceğiniz şekilde konuşacağım. Mavi'nin sahip olduğu ikinci kişilik ya da kişilikler birbirine zıt ve çoğu zaman tutarsız görünebilir. Klinik olarak herhangi bir anda bu kişiliklerden yalnızca biri mevcuttur ve o an için büründüğü kişiliği baskındır. Orjinal kişiliği, diğer kişiliği hakkında bilgi sahibi değildir, olmayacaktır. Büründüğü kişiliğinin yaptıklarından, etkileşimlerinden orjinal kişiliği sorumlu değildir. Çünkü orjinal kişilik ne olduğunu bile algılamayacaktır." Eleni'ye bakıp, "Sizinle Mavi hakkında uzun uzun konuşmuştuk." diye devam etti. "Bana kızınızın çoğunlukla içine kapanık olduğunu söylediniz. Diğer yandan çok uçlarda eylemleri olduğundan da bahsettiniz. Sizin ya da eşinizin ailesinde bu hastalığa sahip başka biri var mı?"

 

Eleni gözyaşları içinde başını salladığında doktor bu bilgiyi not aldı.

 

"Bu... Geçici bir şey mi?" diye sordu Ahmet. "Kızımız daha küçük, çok küçük. İyileşir değil mi?"

 

"Belirli bir ilaç tedavisi bulunmamakla birlikte, Mavi çocuk yaş grubuna dahil olduğu için ilaç kullanımı kişiye ve duruma özel olarak uzman psikiyatrlar tarafından reçete edilecektir. Psikoterapiler gerçekleştireceğiz. Sizi iyi bir haberim var, bu hastalık çocukluk döneminde tedavi edildiği takdirde sonuçları oldukça başarılıdır. Anlayacağınız yolum uzun Ahmet Bey, sizden ricam sabırlı olmanız ve umutsuzluğa kapılmamanız..."

 

Doktorun son söyledikleri Eleni ve Ahmet'in içine biraz da olsa su sertmişti. Doktorun hastalık hakkında verdiği ayrıntılı bilgileri ve kendilerine düşen sorumlulukları iyice dinledikten sonra ellerinden daha sıkı tuttukları kızlarını da alarak yuvalarına geri döndüler.

 

O akşam için Eleni gözyaşları içinde kızının en sevdiği yemekleri yaptı. Kızaran gözlerini görmesin, diye yüzüne bakmadı ama ona sık sık sarıldı. Ahmet de en az karısı kadar yıkılmıştı ama sevdiği kızlar için o daha sağlam görünüyordu. Akşam yemeğinden sonra evlerinin kapısı bir yabancı tarafından çalındı. Eleni, küt ve kızıl saçlı kadını karşısında gördüğüne çok şaşırdı. Her halinden o mahalleye yolu düşmeyecek kadar zengin biri olduğu ortadaydı. Önce kadının yanlış geldiğini düşündü. Bu yüzden içeri girme talebini reddetti.

 

"Kusura bakmayın, sizi tanımıyorum."

 

Eleni kapıyı kapatacakken, kadın "Kızınız için geldim." dedi. "Mavi için..."

 

Eleni şaşırmıştı. Yine de kadının ağzından kızının adını duyduğu için onu evine buyur etti. Mavi, yüksek topuklu botlarından, gözlüklerine kadar siyahlar içinde olan kadını görünce televizyon ünitesinin arkasına saklandı. Kadından hoşlanmamıştı. Evlerine sinen ağır parfümünü hiç sevmemişti. İlk kez birinin evlerinden gitmesini istiyordu.

 

"Hanımefendi, bizi nereden tanıyorsunuz?" diye sordu Ahmet, kadının karşısına otururken. "Sizi ilk kez görüyorum."

 

Kadın, bordo rujla boyanmış ince dudaklarını kıvırdı. "Tanımıyorsunuz. Ben de sizi tanımıyorum."

 

"O halde neden buradasiniz?" diye sordu Eleni. Evine her gelene illa ki bir çay ikram ederdi ama o kadına su vermek bile gelmemişti içinden.

 

"Bir süre önce ormanda avlanırken, sevgili kızınızı gördüm. Vurduğum geyiği kontrol etmek içi çalılıkları araladığımda...." Kadın gözlüğünü çıkardığında, Mavi onun parlayan siyah gözlerini gördü. "Oturmuş, hayvanın kanıyla bir şeyler yazıyordu. Yerinde başka bir çocuk olsaydı bağırırdı, korkardı, kaçardı ama o..." Gözlerini kapattı, gülümsedi. Gülümsemesi buz gibiydi. "Hayvanın leşine bir şahesere bakıyormuş gibi baktı. Çok etkilendim, kızınız çok özel bir çocuk."

 

Eleni ve Ahmet şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. "Doktor musunuz?" diye sordu Eleni. O kadının karşısında olmasına başka bir anlam verememişti. Üstelik açtığı konu taze yaralarını daha fazla kanatmıştı.

 

"Hayır. Ben sizin kurtuluşunuzum." Kadın, gözlerini aileden ayırmadan çantasını açtı ve bir çek defteri çıkardı. "Uzatmanın manası yok. Buraya istediğiniz rakamı yazacağım. İstemeniz yeterli."

 

Ahmet'in kaşları çatıldı. İçinde bulunduğu anın bir düzmece olduğunu düşündü. "Ne karşılığında?"

 

Kadının siyah gözleri, ünitenin arkasından bakan bir çift mavi göze döndüğünde yeniden gülümsedi. "Kızınız." dedi, soğukkanlılıkla. "Onu istiyorum."

 

Bu inanılmazdı! Karşılarındaki kadın, küçük kızlarını bir eşyayı istermiş gibi istemişti. Bir masayı, bir tabağı, bir vazoyu istermiş gibi...

 

Mavi'nin annesi ve babası ilk şoku atlattıktan sonra ayağa fırladı. Eleni konuşmaya çalıştı ama başaramadı. Ahmet nefes nefes kolunu dışarı uzattı. "Dua edin kadınsınız. Şimdi terk edin evimi. Bir daha sizi bırakın evimde, mahallemde görmeyeceğim."

 

Kadın bir film izliyormuş gibi karşısındaki çifti izledi. Sonra yavaşça ayağa kalktı, çantasını koluna taktı. "Ah... Yazık oldu." Dudaklarını birbirine bastırdı.

 

Kadın merdivenleri inerken, "Olmadi!" diye bağırdı Eleni. "Biz kizimizi seviyoruz. Ona iyi bakacağiz. Yazik falan olmadi."

 

Kadın üçüncü basamakta durdu ama yeniden onlara bakmadı. "Mavi için söylediğimi de nereden çıkardınız?"

 

Mavi, uyurken kadının son söylediklerimi düşündü ama bir türlü çocuk beynine sığdıramadı. Son zamanlarda anlayamadığı çok fazla şey oluyordu. Gözlerini kapattı. Annesinden ve babasından iyi geceler öpücüğünü alalı saatler oluyordu ama bir türlü uyuyamamıştı.Odasının dışa açılan camından bir tıkırtı duyduğunda sevinçle doğruldu. O sesi ilk duyduğunda korkmuştu ama artık korkmuyordu. Koşup camı açtı ve gecenin ıssız karanlığında, Asil'in esmer yüzünü gördü.

 

"Sen de mi uyuyamadın Asi?" diye fısıldadı bol, beyaz geceliğinin içindeki Mavi.

 

Asil, kızın odasının önündeki ağaca tırmanmıştı, kollarını tutunduğu dala sıkıca sarmıştı. Ayağından biri hala sargılıydı. "Sana bir şey sormam gerek."

 

"Bana mı? Ne soracaksın ki?"

 

"Neden o kliniğe gidip duruyorsunuz? Annemlere soruyorum ama geçiştirip duruyorlar." Kaşlarını çattı. "Maviş, hasta mı oldun sen?"

 

Mavi, dudağını büzerken ellerinin iki yana açtı. "Bilmiyorum ki zürafa. Annemler hasta olmadığımı söylüyor ama beni her gün o kliniğe götürüyorlar. Biliyor musun? Orada çok sıkılıyorum." Eğilip, Asil'in kulağına yaklaştı. "Orada bana hep aynı soruları soruyorlar. Galiba gerizekalılar, bir kereden anlamıyorlar."

 

Asil gülümsedi. Mavi onu her defasında gülümsetmeyi başarıyordu. "Bunu sormak için mi geldin? Ayağında sargılı hala. Acımıyor mu?"

 

"Yok, acımıyor."

 

"Neden?"

 

"Erkek adamın canı öyle kolay acımaz."

 

Bu kez kıkırdayan Mavi oldu. Zayıf bir kızdı, çelimsiz görünüyordu. Kalçalarına uzanan düz ve koyu kumral saçları o kadar gürdü ki neredeyse bedeni kadar yer kaplıyordu. Koyu mavi gözlerini gece ustalıkla gizlemişti ama Asil güneşin alnında nasıl parladıklarını da biliyordu.

 

"Maviş, bir şey daha sorabilir miyim?"

 

Küçük kız başını salladı.

 

"Neden ölmüş geyiğin başında duruyordun?" Gerisini söyleyemedi.

 

Mavi, düşündü. O anı hatırlıyordu ama o an neler hissettiğini bir türlü hatırlayamıyordu. "Bilmiyorum, dersem bana inanır mısın?"

 

Asil başını salladı. "İnanırım."

 

"Ne söylesem inanır mısın?"

 

"İnanırım."

 

Mavi, elini ağzının yanına koydu. "Küçük sırrımızı saklayacak mısın?"

 

Asil fısıldadı. "Sonsuza kadar."

 

"O zaman bir ödülü hak ettin zürafa." Mavi, boynundaki gümüş kolyeyi çıkardı. Ucunda küçük bir haç fiğürü bulunan kolye ona annesinden kalmıştı. Annesine de hiç tanımadığı anneannesinden... "Al bunu." Kolyesini, Asil'in açılan avucuna bıraktı. "Ona iyi bak tamam mı?"

 

Asil avucunu kapattı, sıkıca. "Bakarım."

 

"Şey..."

 

"Hı?"

 

"Bana yarın da dondurmandan verecek misin?" Mavi'nin dondurma cezası kalkmıştı ama Asil'in dondurmasından yemek için bu küçük detayı henüz onunla paylaşmamıştı.

 

"Ne obursun kızsın sen, tamam veririm."

 

Mavi sessizce el çırptı. "İyi geceler Asi! Yarın görüşürüz."

 

"İyi geceler Maviş, yarın görüşürüz."

 

Yarın görüşemediler. Sonraki gün de... Daha sonraki gün de görüşemediler. Çocuklukları bir daha hiçbir zaman bir araya gelemedi. Maviş, bir daha Asi'nin dondurmasından yiyemedi. Parkta oynayamadılar. Asil bir daha Maviş için yaralanamadı. Bir daha hiç sırları olmadı. O gece, Mavi'nin evinde aniden başlayan yangın, bitişikteki Asil'in evine sıçradı. İki eski ahşap ev, çığlıklar arasında geceyi acı bir turucuya boyadı.

 

İtfaiye erlerinin alevlerin arasından son anda kurtardığı Asil, sarıldığı battaniyenin arasından cayır cayır yanan evine baktı.

 

"İmdat!" diye bağırıyordu birileri. "İMDAT! İçeride insanlar var! İMDAT!"

 

Ortalık cehennem yeriydi. Herkes bağırıyordu. Asil'in hiç sesi çıkmıyordu.

 

Köhne gece Asil'den annesini, babasını, Eleni Teyzesini ve Ahmet Amcasını almıştı.

 

Ancak iki evden, beşinci ceset torbası çıkmamıştı.

 

Asil, kayıbın ölümden daha acı olduğunu yıllar sonra anlayacaktı.

 

🕯🕯🕯

 

Bu hikayeye başlamak beni çok heyecanlandırdı. Umarım sizler de sevmişsinizdir.

 

Kalıcı karakterlerimizle gelecek bölümde tanışacağız.

 

Her hafta Çarşamba günü tam burada buluşalım mı?

 

Hep birlikte daima yeni hikayelere...

 

Bana instagramdan ulaşabilirsiniz/_durumavii

 

Sevgilerimle...

 

 

Loading...
0%