Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.BÖLÜM- MASKENİN ARDINA SAKLANAN ACILAR

@durutaskulakk_

Canlarım selam...

ÖBB'nin 10.Bölümü ile sizlerleyim.

Okumaya başlamadan önce bölümü oylamayı ve satır arası yorumlarını bana sunmayı unutmayın lütfen.

Kitabın instagram sayfası: olumlebasbasaofficiall

Kendi sayfam: durukurtk

Keyifli okumalar!

 

10.BÖLÜM MASKENİN ARDINA SAKLANAN ACILAR

17 Aralık 2018

Odanın içerisine yayılan bağırış sesleri ile gözlerimi aralayarak içeri baktım. Döve döve etrafa akıttığım kanların sahibi olan adam yerde kıvranırken bağırıyordu.

Hâlâ nasıl ölmemişti bu ruh hastası?

İçeriye giren adamlar yerde kanlar içinde kıvrılan ruh hastasına bakarak hızlı kollarından kaldırdılar. İçlerinde bana bakarak sırıtan Lucas ile göz göze geldiğimde onun gibi sırıttım.

Bana göz kırparak, öteki adamlar gibi telaşlı bir hale büründüğünde koşar adımlarla odadan çıktı. Hiçbir şey yapmamışım gibi gözlerimi yumarak yüz üstü yatmaya devam ettim.

Ben buradan çıkardım. Aklıma koyduğum şeyleri imkânım olduğu taktirde kesinlikle yapardım.

Belki buradan çıkmam günlerimi alacaktı…

Belki haftalarımı, belki aylarımı, kim bilebilirdi? Belki de yıllarımı alacaktı. Her ne olursa olsun çıkardım ama zaman alırdı.

 

Zil ikinci kez çalmaya başladığında elimdeki enjektörü yatağın üzerine fırlatarak ayağa kalktım.

Kapıyı aniden açtığımda paniklemiş bir Âhi bulmayı beklemiyordum. Hızlıca içeri girdiğinde baştan sona üzerimi incelediğinde omuzlarımdan tutarak beni kendine doğru çekti.

Hasar tespiti yapar gibi dikkatle incelediğinde beklemediğim bir şey yaparak bedenime sıkı sıkıya sarıldı. “İyi misiniz? Ben çok endişelendim. Benim dikkatsizliğim yüzünden düştünüz. Bir sorun var mı?” dediğinde başımı olumsuzca sallayacakken, bedenime sıkıca sarıldığını unutmuş olmalıydım. “Yok hayır-“dediklerini reddedecekken dudaklarımın arasından firar eden inilti ile telaşla benden uzaklaştı. “Ne oldu!”

Aniden bağırması irkildim. “Bağırmasana be!”

Yutkunup başını salladı. “Tamam, tamam. Ne oldu?”

Gözlerimi arkasında kalan mutfağa dikerek konuştum. “Bir şey olmadı.”

Bana inanamadığına dair bir bakış attığında gözleri içeride dolandı. “Ayakta durma. Bir yere otur.” Dediğinde dalgınlıkla başımı sallayarak odama girdim. Bir anda yaşadığım aydınlanma ile dudaklarım aralandı.

Benim üzerimde kısacık bir gecelik, gözlerimde yaşlar, yatağın üzerinde duran enjektörler ve ilaçlar…

Elimi hızla alnıma vurduğumda arkamda hissettiğim iri beden ile kendimi toparlamaya çalıştım. Yüzümü yüzüne doğru çevirdiğimde aynı aydınlanma ona da gelmiş olmalı ki çenemi yavaşça kavrayarak üzerime eğildi. “Ağladınız mı siz?”

Ağlamadım diye inkâr etmem dünyanın en saçma yalanlarından birisi olabilirdi çünkü karşımda hem bir bordo bereli vardı hem de gözlerimin akının kırmızılaşması ağladığımı ortaya koyuyordu.

Başımı olumlu bir şekilde salladığımda bakışları donuklaştı.

Donuklaşan bakışları yanımda kalan yatağa kaydığında kaşları yavaşça çatılmaya başladı. “Bunlar ne?” yanımdan uzaklaşıp yatağın üzerindeki enjektörlerden birisini eline alarak inceledi. “Sizin için mi bunlar?”

“Benim için.” Dediğimde bakışları yataktan kayıp bana düştü. “Neden kullanıyorsunuz? Özel değilse tabii.”

Anlatmak istemiyordum. Tam üzerime geceliğin hırkasını geçirmek için dolaba yöneldiğimde kasıklarıma giren kramp ile iki büklüm oldum. “Ah!”

“Ne oldu?!”

Sertçe bağırıp benim gibi öne eğilerek yüzüme baktığında yutkundum.

Hızlıca dolabı açarak hırkayı üzerime geçirdiğimde nefes nefese konuştum. “Bir şey yok!” istemsizce bağırarak konuştuğumda garip bir ifadeyle yüzüme baktı.

Ağrımı göz ardı ederek boğazımı temizledim. “Sen neden gelmiştin?”

Gözlerini gözlerim hariç her yerde dolandırdığında, “Benim dikkatsizliğim yüzünden düşünce kötü hissettim kendimi. Bakmaya gelmiştim.” Diyerek huzursuzca konuştu.

Anladım dercesine başımı salladığımda ne yapacağımı bilmez bir vaziyette boşluğa bakındım. “Sen git o zaman.” Dediğimde sertçe dilimi ısırdım. Bazen fazlasıyla ayarsız konuşabiliyordum ve bu durum canımı sıkıyordu.

“Peki,” dedi isteksizce. “Albay ile konuşmuştum bugün izinliyim.” Bir an durup bu cümleyi neden dediğini sorgularcasına bekledi. Bir adım öne çıkarak. “Tamam ben gidiyorum o zaman.” Dediğinde hızlıca odadan çıkmıştı.

Postallarını giymek adına yere eğildiğinde, “Bir şeyler içelim istersen sonra da gidersin.” Dediğimde kararsızca yüzüme baktı. “Senin için sorun olacaksa sonra içeriz. Biraz dinlen istersen.”

Turuncuya çalan açık renk kıvırcık saçlarını itina ile karıştırdığında bakışlarım istemsiz üzerinde gezindi. Yaptığım kendime yanlış gelmiş olacak ki gözlerim ateşe değer gibi hızla üzerinden çekildi.

Ellerimi kendime kızar gibi sallayarak, “Bazen çok patavatsız olabiliyorum. Az önce ki olay için de özür dilerim. Müsaitsen bir şeyler içelim sonrasında gidersin.” Dediklerimden sonra giydiği postalını çıkartarak, “Peki madem.” Dedi.

Salonu işaret ettiğimde içeriye geçerek benimde gelmemi bekledi. Koltuğun kenarına geçip oturduğumda Âhi hâlâ ayakta dikiliyordu. “Otursana.” Diyerek yüzüne baktığımda elini ensesine attı. “Müsaadeniz varsa mutfağa gidip içecek bir şeyler hazırlayabilir miyim?”

Bakışları hatasını örtmek isteyen küçük bir çocuk gibi halıya kaydığında, “Yok olmaz. Sen otur ben hallederim.” Diyerek karşı çıktım.

Başını iki yana salladığında. “Asıl size olmaz! Vicdan azabı çekiyoruz şurada, izin verin işte.” Diyerek homurdandığında dudaklarım yavaşça aralandı. Başımı onaylar bir vaziyette salladığımda hızla gözden kayboldu.

Yanımda kalan koltuğa baktığımda üzerinde duran telefonun kilit ekranı gelen bildirim ile yavaşça aydınlandı. Yaptığım şeyin yanlış olduğunu bilsem dahi bakmak isteyen tarafıma söz geçiremeyerek gözlerim ekrana düşmüştü.

Gördüğüm kilit ekran fotoğrafı ile kaşlarım saniyesinde çatıldı.

İki elin birbirine dolandığı fotoğrafta, serumlu olan kol bir kadına aitti. Kadraja yakın el ise kesinlikle Âhi’nin eliydi.

Kendimi oturduğum yere doğru çekerek sırtımı koltuğa yasladığımda dudaklarım büzüldü. Fotoğrafa az daha baksam aklıma bir şeyler gelecek gibiydi. Kaşlarım çatık, yüzüm düşünür bir haldeyken içeriye elinde iki kupa ile giren Âhi’ye baktım.

Kupayı yavaşça bana doğru uzattığında hafifçe tebessüm ederek elinden aldım. “Teşekkür ederim eline sağlık.” Kupanın içerisinde görmeyi beklediğim kahveye tezat süt ile kıkırdadım. Gülmem ile yüzünde büyük bir tebessüm oluştu. “Ne oldu?” dediğinde yüzümde yavaş bir tebessüm oluştu.

“Neden süt?” dedim ilk günden beri merak ettiğim soruyu kendisine sorarak.

Dudakları yavaşça büzüldüğünde omuzunu yavaşça silkti. “Tamam kahve, çay güzel şey ama süt sağlıklı. Bak için bir, nasıl güzel tadı.” Dediğinde elindeki kupayı dudaklarına yaklaştırarak ufak bir yudum aldı.

Ona bakarak tebessüm ettiğimde sütümden bir yudum aldım. İçine de bal katmıştı. Sütümü içtiğim esnada etrafta yayılan sessizlik bir uçurum kenarında beklerken ki rüzgârın hafif esinti sesini andırıyordu.

Çekingen bir tavırla Âhi’ye döndüğümde, “Elin,” hızlıca boğazımı temizledim. “Elindeki iz nasıl oldu?”

Fincanı sol eline alıp sağ elini açarak yarasına baktı. Bir süre yarasına bakakaldığında hüzünle iç çekti. “Siz bana yatağın üzerindeki enjektörlerle ne yaptığınızı söyleyin, ben de size yaranın nasıl olduğunu…”

Soruma karşılık etmiş olduğu teklif ile kısaca düşündüm.

“Benim vitamin değerlerim düşük. Bugün ki düşmenin etkisi ile de doktora gittiğimde ilaçları yazdı, kullanmaya başlayacağım işte.” Diyerek kısa çaplı bir yalanı ortaya savurduğumda yalanın ne kadar saçma olduğunu şimdi anlamıştım.

Anlamsızca yüzüme baktığında, oturduğum yerde iyice küçülerek ellerimi kupanın çevresine sardım.

Nefes sesleri odayı doldurmaya başladığında oturduğu yerde dikleşerek konuşmaya başladı. “İlk tanıştığımız gün anlatmıştım. Askerimizi kurtarmaya gittiğimiz sırada oldu.” Avuç içini açıp bakışlarını darbenin üzerinde gezdirdiğinde gözleri daldı.

“Zor olmalı.” Diyerek mırıldandım.

Darbesine bakmayı sürdürürken, “Öyle.” Diyerek sessizce söylendi.

“Kurtuluş ne yapıyor?”

Sorduğum soru ile durgun bakışları bir an olsun değişmedi. “Hiçbir şey. Sen gidince onlarda dinlenme odasına geçti. En son duş alacaklardı.”

Sütümden bir yudum aldığımda bakışlarım darbesine kaydı, elini kaybetmesine sebep olabilecek cinsten bir darbeydi bu.

Aklıma gelen şey ile oturduğum yerden yavaşça ayaklanarak sütümü ortada duran masaya bıraktım. Gözlerim Âhi’ye çevrildiğinde, “İki dakika bekler misin beni? Geliyorum hemen.” Diyerek odama geçtim.

Yatağın üzerinde duran ikili paket enjektörlerden ve cam şişedeki ilaçtan birini aldığımda bir anda duraksadım. Nasıl yapacaktım ki ben bunu?

Umutsuzlukla ayağa kalktığımda kapıya doğru yürüdüm. Ayağımı yanımda kalan makyaj masasına çarptığımda dudaklarımdan acı dolu bir inleme çıktı. “Ah! Armin bugün mallaştın iyice!” diyerek kendi kendime söylenirken içeriden gelen koşma sesi ile eğildiğim yerden dikleşerek salonun kapısına baktım.

“Ne yaptın kızım gene ya?” diyerek yanıma gelen Âhi’ye ters bir bakış atıp doğruldum. “Pardon da, gene derken?”

Gözlerini devirerek sertçe yüzüme baktığında, “İğneyi yapamadıysanız yardım edebilirim.” Dediğinde kararsızca etrafı inceledim. “Ya da doktora gidelim o yapsın.” Tekliflerini bana sunduğunda başımı iki yana sallayarak reddettim. “Yok istemiyorum doktor falan.”

Elleri iki yana açıldı. “Eee ne yapmayı planlıyorsunuz o zaman?”

Burnumdan sert bir nefes verdiğimde, “Yapabilecek misin de?” dedim inatla.

Ellerini yüzüne götürerek sıvazladığında bıkkın bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Yapamayacak olsam ilk başta teklif etmezdim zaten!”

“Bağırma be bana!” diyerek aynı ses tonuyla karşılık verdiğimde başını sabır dilercesine yana yatırdı.

Aramızdaki şiddetli gerilim hattı beş dakikanın ardından son bulduğunda yatağa oturarak bir eline enjektörü diğer eline cam şişeyi uzattığımda, hızla beni durdurarak lavaboya giderek ellerini yıkamıştı. Tekrardan yanıma döndüğünde ilacı enjektörün içerisine çekerek enjektörün başını değiştirdi.

Çekmeceden çıkardığım kolonyayı bir pamuğa dökerek eline verdiğimde sırt üstü uzandım.

Anlık bir afallama tüm yüzüne yayıldığında, merakla bana doğru baktı. “Kolundan yapmayacak mıydık?”

İçimden, Yok götümden yapacağız demek geçse de kendimi bozmayıp cevap verdim. “Kasıklarımdan.” Diyerek kasıklarımı işaret ettiğimde kaşları biraz çatıldı.

Aklımda sabahki gibi pantolon giydiğim kalmış olmalı ki bir anlık dumur olmuştum. Âhi bir elinde iğne diğer elinde pamuk yere baktığında yatağın örtüsünü bacaklarıma çekerek üzerimdeki geceliği sıyırdım. Kasıklarım ortaya çıktığında elindeki pamuğu kasıklarıma yaklaştırdığında bakışları anlık olarak kasıklarımın az üzerinde kalan bıçak yarasına kaydı. Gözlerini sımsıkı kapattığında göğsü aldığı sert nefes ile hızlıca inip kalktı.

Baş parmağı anlık bir refleks ile yaranın üzerini okşadığında kasıldım. Gözlerim kapandığında kasıklarımda gezinen pamuk ile iğneyi vuracağı yeri temizledi.

Pamuğu boşta kalan eline alıp sıkarak iğneyi kasıklarıma yaklaştırdı. “Hazır mısın?” başımı yavaşça sallayarak dudaklarımın arasından çıkan onay mırıltıları eşliğinde iğneyi yavaş bir hamleyle kasıklarım ile buluşturdu.

Anlık gelen sızı ile yanımdaki çarşafı avucumun arasına aldığımda, derin derin nefesler aldığım için göğüs kafesim hızla inip kalkıyordu. İlaç yavaşça kasıklarıma yayılmaya başladığında sıktığım dişlerim ile tavana bakındım.

İlaç bitmiş olmalı ki iğne yavaş bir hamle ile kasıklarımdan çıkarak bedenimden ayrıldı. Pamuğu iğne giren yere bastırdığında yüzüme bakar bakmaz gözleri büyümüşü. “Çok mu sert yaptım? Yavaş vurmaya çalışmıştım ama…” boş eli alnımdan akan teri sildiğinde yutkunarak konuştum. “İyiyim. İlaçtan kaynaklı bir durum, senlik bir şey yok. Teşekkür ederim.” Dediğinde pamuğu kasıklarımdan ayırarak komidinin üzerine enjektörün ve ilaç şişesinin yanına bıraktı.

Gözlerimi kapattığımda bir elim kasıklarımın üzerine kapandı.

Âhi yavaş adımlarla yanımdan ayrıldığında adım seslerinden salona geçtiğini anladım.

Yattığım yerden yavaşça doğrularak dolabın kapağını araladım. Dolabın içinden rahat bir eşofman altı ve uzun kollu bol bir tişört aldığımda üzerimdeki gecelikten kurtularak salona geçtim.

Çalmaya başlayan telefonum ile bakışlarım koltuğun üzerine düşmüş telefonuma kaydı. Yerime oturduğumda arayan kişinin Hüseyin olduğunu görmemle aramayı yanıtlayarak telefonu kulağıma götürdüm.

“Müsait misin kız zilli?” diyerek konuşmayı başlatan Hüseyin ile pisçe sırıttım. “Müsait olmasam açmam herhalde.”

Homurtusu kulaklarımı doldurduğunda yüzümdeki pis sırıtma ile çaprazımda oturan Âhi’ye yakalandım. Dikkat yüzüme baktığı esnada gözlerimi üzerinden çekip ilgimi telefona verdim. “Üf tamam be, sabah attığın numara için aradım.” Dediğinde oturduğum yerde dikleşerek boğazımı temizledim.

Kaşlarım yavaşça çatıldığında yüz ifadem ciddiliği ile yerini almıştı. “Öğrendin mi? Kimmiş numaranın sahibi?”

Arkadan gelen kâğıt sesleri ile not aldığını anladım. “Öğrendim, öğrendim. Bak şimdi, bu adam sizin timdeki Yıldırım’ın öz amcası.” Dedikleri ile Yıldırım’ın haklı olduğunu öğrenmiş oldum.

“Hmm.” Diyerek devam etmesini istedim. “Şimdi durumlar biraz karışık, Yıldırım’ın öz anne ve babası oldukça zengin insanlar. Biraz araştırma sonucu İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde birçok holdinglerinin olduğunu gördüm.” Duyduklarım ile çatık olan kaşlarım iyice çatıldı.

Kâğıt sesleri Hüseyin’in sesinin yerini aldığında kısa bir süre sonra hemen devam etti. “Yıldırım çok küçükken yetimhaneye verilmiş muhtemelen, bilgileriniz zaten gizli olduğu için yalnızca çocukluğu ile alakalı şeyler bulabildim. Adamlar Yıldırım’ın hayatta olduğunu biliyor, ayrıyeten yetimhaneye de bizzat öz amcası getirip bırakmış Yıldırım’ı. Yıldırım’ın öz anne ve babası hep bir kız evlat istemişler, Yıldırımı da doğana kadar kız diyerek sevmişler. Doğduğu gün erkek çıkması ile kadın Yıldırım’ı istememiş. Kocası da karısını üzgün görünce çocuğu kardeşine yani amcasına vermiş.”

Dikkatle Hüseyin’i dinlediğim esnada masanın üzerinde soğumaya yüz tutmuş sütümü elime alarak kısa bir yudum aldım.

“Amcası da çok kısa bir süre sonra Yıldırım’ı yetimhaneye bırakmış. Sabahki aramasının sebebini çözemedim.” Dediğinde araya girdim. “Gece yarısı ansızın arayıp buluşmaları gerektiğini, bir arsa olduğunu ve arsanın devir teslim işlemleri için yanına gelmesini istemiş. Benim anlam veremediğim şey, adamlar bu kadar zenginken bir arsa için neden arasınlar çocuğu?”

Konuşmaya başladığım esnada önümde duran bin parçalık yapbozun son parçasını yerine bırakır gibi olay anlaşılmaya başlamıştı.

“Buldum!”

“Buldum!”

İkimizde aynı anda konuşunca kısaca gülerek sütümden bir yudum daha aldım.

Konuşmam için sözü bana verdiğinde, “Yıldırım’ın vesayeti babasına mı yoksa amcasına mı aitmiş küçükken?” diye mırıldandım sakince.

Kâğıt sesleri dur durak bilmeksizin kulaklarımı doldurduğunda Hüseyin’in anlık gelen siniri ile yırtılan kâğıt sesine karşılık konuştum. “Yavaş olsana hayvan!”

Bakışlarım çaprazımda oturmuş pür dikkat beni izleyen adama kaydığında, Yıldırım’ın adının geçmesi onu da meraklandırmışa benziyordu.

“Heh! Buldum.”

Bir müddet kâğıdı okuduğunda, “Vesayeti doğduğunda babasına değil, amcasına verilmiş.” Etraf sessizliğe kurban giderken anlık masaya vurma sesi ile kaşlarım çatıldı. “Ne oluyor be?”

“Lan! Yıldırım hâlâ amcasının vesayetini taşıyor. Babası olarak görünen kişi aslında amcası!” duyduklarım ile dudaklarım yavaşça aralanmış anlamaya çalışır gibi boşluğa baktım.

“Çözdüm galiba. Dur, dur, dur.” Kendi kendine mırıldandığında bir şeyler okumaya başladı.

“Aha! Yıldırım’ın babası ile amcasının arası doğumdan birkaç ay sonra holdinglerin başında kim duracak kavgası ile açılmış. Bir süre sonra amcasının holdingdeki hakları elinden alınmış ve beş parasız kalmış. Kendi kendine işlettiği restoranı ile kısa sürede kendi işini eline almış. Şu an ki zamanda ise okuduğum habere göre, ‘Yıllar öncesine dayanan KIRAN kardeşler kavgası sonucunda Emre Kıran’ın kendi açmış ve uzun yıllar sonucu yürütmüş olduğu restoran zincirleri iflas eşiğinde…’ Haber başlığı bu. Adam son üç aydır batmak üzereymiş. Yıldırım’ı arayıp arsa için konuşması da muhtemelen Yıldırım’ın öz babasının Yıldırım adına bırakmış olduğu arsa. Arsa her ne kadar Yıldırım adına bırakılmış olsa Amcasının da hakkı var. Arsayı satıp restoranları kurtarmak istiyor muhtemelen.” Dediğinde sıkıntılı bir nefes aldım. Dinlerken fenalık basmıştı resmen. “Hangi arsaymış peki bu?” meraklı sesim Hüseyin’i arayış içerisine sokmuştu.

Uzun süreli sessizlik beni yormuştu. Oturduğum yerde yayılarak ayaklarımı uzattığımda, “Oha!” diyerek çıkış yapan sese ek olarak birkaç kısık küfür kulaklarımı doldurdu.

Kaşlarım çatıldı. “Ne oluyor ya!”

“Kızım zenginmiş lan adam!” dediğinde sinirle konuşmaya başladım. “Sabahtan beri aynısını diyorsun zaten geri zekâlı! Ben sana başka bir şey sordum değil mi?”

Bağırışıma karşılık sertçe konuşmaya başladı. “Salak! Babası değil. Yıldırım zenginmiş!” duyduklarım ile kaşlarım havalandı. “Nasıl yani?”

“Şöyle ki her ne kadar annesi Yıldırım’ı istemese de babası Yıldırım’ı düşünerek arsayı oldukça iyi bir yerden bırakmış.”

Sinirle ofladığımda, “Lan adamı sinir etme de söyle artık! Acun gibi ne kadar uzattın ya!” diyerek kısa kesmesini sağladım.

“Amaaan, tamam be. İki heyecan yaptırtmadın şurada. Bak şimdi, Yıldırım adına bırakılan arsa KIRAN holdingin ilk açılış yeri olan Ankara da ki holdinglerinin arsasıymış.” Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

“Oha!” dudaklarımdan istemsiz firar eden cümleyle karşıdan gelen kahkaha sesini duydum. “Tamam olay çözüldü. Sen şimdi bana adamların terörle bağlantısı var mı yok mu ona bak. Bide babasının ortakları vardır belki, onlara da bak.”

Karşıdan gelen onaylar mırıltının ardından kısaca konuştu. “Tamam bu biraz uzun sürer sen kapat ben atarım birkaç saate.”

Başımı kaşıdığım esnada kısık bir sesle sordum. “Benimkiler ne oldu?”

Benimkilerden kastım, Füsun ve beni orada tutan kişilerin kimler olduğu gibi bilgilerden oluşuyordu. Sıkıntılı nefes sesi kulaklarıma geldiğinde içim karardı. “Hallediyorum. Her şey tamamlansın buluşunca anlatacağım.”

Sanki görebilecekmiş gibi başımı salladığımda telefonu kapattım.

“Bir sorun mu var?” arkamda kalan adamın sesi kulaklarımı doldurduğunda içimdeki sıkıntı toz olmuştu adeta.

Yattığım yerden doğrulmaya çalışırken anında kilitlenen belim ile olduğum yerde kaldım. Âhi oturduğu yerden kalkarak yanıma geldiğinde bir elini belime sardı. Diğer eli ile de elimi sıkıca tuttuğunda oturmama yardımcı oldu. “Teşekkür ederim.”

“Rica ederim. Yanınızda olduğum için bende dinledim kusura bakma ama Yıldırım’ın adı geçince merak ettim ister istemez.” Dedi.

Biten sütüme üzgün bakışlar attığımda bir şeyler yemeden oturmanın çok sıkıcı olduğuna kanaat getirerek ayağa kalktım. “İki dakikaya geliyorum. Anlatacağım.”

Mutfağa geldiğimde buzdolabını açarak sebzelikten çıkardığım altı salatalığı lavabonun içerisine attım. Bütün salatalıkları güzelce yıkadığımda elime aldığım bıçak ile belirli yerlerini soyarak, işimi bitirdiklerimi tabağa aldım.

Miralay sağ olsun dolapta yazlık kışlık her şey vardı.

Salatalık tabağını elime aldığımda içeriye geçip ortadaki masanın üzerine bıraktım. Elime aldığım salatalığı hızlı hızlı yemeye başladığımda konuşmaya kendi atmam kısa sürmüştü. “Bak şimdi, gece yarısı Yıldırım’ı birisi aramış. Güya amcanım ben senin diye. Ben bir araştırayım dedim.” Salatalık dolu ağzım yüzünden konuştuklarım boğuk çıktığında kendimi bozmadan devam etti. “Yıldırımı yetimhaneye bırakan kişi amcasıymış. Öz annesi hep kız çocuk istediği için Yıldırım doğunca erkek olunca kadın istememiş. Babası da gitmiş kardeşine vermiş. Oda gitmiş yetimhaneye-“ bir anda tutan öksürük krizi ile cümlem kesildi.

“Yazık çocuğuma ya. Bu nasıl olay kardeşim.” Diyerek kendi kendime mırıldandığımda Âhi’nin beton gibi bakışlarına boş bir bakışla karşılık verdim. “Neyse işte. Babası Yıldırım adına bir arsa bırakmış. Sorun şu, arsa Ankara da ilk açmış oldukları holdingine aitmiş.”

Öyle böyle derken tüm olayı anlattığımda Âhi büyümüş gözleri ile halıya bakmaya başlamıştı. “Şuna bak lan cılız zengin çıktı ya!”

Cılız demesine karşılık güldüğümde bakışları gülüşüme düştü. Elimde tuttuğum salatalığı yemeğe devam ettiğimde hiç salatalık yemediği fark ederek tabağı işaret ettim. “Yesene ya!”

Kaşlarını havalandırarak, “Yok ben sevmem.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Ne demek sevmem? Mis gibi bahçe salatalığı yesene işte.”

“Sevmem ben tadını.” Diyerek mızmızlandığında yanına oturarak tabağı kucağıma çektim. Elimdeki salatalığı hızlıcana yediğimde bir diğeri Âhi’ye doğru uzattım. “Ye.”

Kaşları yere inmemiş bir biçimde, “Yemem.” Dedi.

Başımı sabır dilercesine yana yatırdım. “Bahçe salatalığı!”

Bakışları salatalığa düştüğünde dudakları büzüldü. “Bahçe?” dedi sorarcasına.

“He bak ne kadar güzel kokuyor.” Salatalığı burnuna yaklaştırdığımda yavaşça kokladı. Salatalığı burnundan çekerek dudaklarının arasından yolladığımda gözleri büyüdü. “Yavaş kızım ya!” ağzı dolu olduğundan boğuk çıkan sesi ile yavaşça güldüm.

Elim yavaşça yanağına giderek çarptığımda, “Ağzında yemek varken konuşulmaz! Sus bakayım.” Dedim gülerek. Salatalığı ısırarak eline aldığında kötü kötü yüzüme bakmaya başladı.

Yedirmenin verdiği sevinçle pisçe sırıttığımda bakışları gülüşüme düşmüştü. İstemsizce aynı hareketi bende tekrarladığımda dolgun dudaklarına bakarken bulmuştum kendimi. Kaşlarım çatılırken ne olduğuna anlam veremedim. Dudaklarımız arasından birkaç santimlik mesafe kaldığında, Âhi bir anda ne yaptığını hatırlamış gibi geri çekilerek başını arkasında kalan koltuğa yasladı.

Kucağımdaki tabağı masaya bıraktığımda durgunlaşan bakışlarım halıya düştü.

Omzumun üzerinde hissettiğim ağırlık ile kısık ses kulaklarımı doldurdu. “Özür dilerim. Çok özür dilerim.” Ağırlık saniyesinde yok olduğunda yanımda hissettiğim boşluk hissi ile kalbim sıkıştı.

Oturduğum yerden aniden ayaklandığımda antreye çıkarak postallarını giyen Âhi’ye baktım. Gözleri yerdeydi. Bakışları durgundu.

“Âhi.” Dedim kısık ama kulağa bir o kadar ılık gelen melodi eşliğinde.

Bakışları giydiği postlarından ayrılarak yüzüme tırmandığında, “Bir anlık oldu. Komutanım olduğun gerçeği değişmeyecek. Özür dilerim,” dedi.

Gözlerim neden olduğuna anlam veremediğim bir biçimde dolmaya başladığında çenem kasıldı. “Önemli değil.” Diyerek fısıldadığımda dudaklarım aralık kalmış bir vaziyette kapının karşısında dikiliyordum.

Kapı açıldı. Kapı kapandı. Gözyaşlarımın bu sesi beklercesine akmaya başladığında neden ağladığıma anlam veremiyordum. Bir hafta en kötü iki haftadır tanıdığım bir adam karşı savunmasız bir hale gelecek biri mi olmuştum anlam verememiştim. Akan gözyaşlarımı sildiğimde odama geçtim. Makyaj masasının aynasından gördüğüm yüzüm ile bir anda omuzlarım sarsıldı. Şu an çok çirkin görünüyordum çünkü. Ağlamamın komikliği gün yüzüne çıktığında dudaklarımın arasından kopan kahkaha yüzünden hem ağlayıp hem gülmeye başlamıştım.

Yatağın üzerinde duran enjektör ve ilaçları içleri boş olan komidin çekmecesine yerleştirdiğimde dolabın altına olası bir taşında duruma karşılık koyduğum kolilerden birisini açarak bugün vurulduğum ilacın şişesini ve enjektörünü attım. Bakmak istiyordum. Yaşanmışlıklara…

Yatağın içine girdiğimde bir saat kadar uyumayı kafama kurarak gözlerim yorgunluğun vermiş olduğu huzursuzluk ile kapandı.

 

KURTULUŞ

Göz kapaklarım guruldayan karnım ile açıldığında yattığım yerden kalkarak esnedim.

Yattığı yerin yorganını düzelttiğimde mutfağa geçtim. Ne yapacağımı düşünmek adına sandalyeye oturduğumda telefonumun yokluğunu hatırlayarak etrafa bakındım. Salonda olduğunu hatırlayarak içeriye giderek telefonu aldım. Mesaj, arama ya da önemli bir şey var mi diyerek telefona baktığımda hiçbir şey gelmediğini gördüm.

Dolabı açarak içerisine bakındığımda ilk gözüme çarpan fasulye poşetini elime alarak masaya geçtim. Fasulyelerin iki ucunu kopararak ortadan dört, beş parçaya bölmeye başladığımda gözlerim açık kalan telefon ekranına düştü. Saat daha çok erkendi.

Fasulyeleri kırmayı bitirdiğimde içerisine fasulye biriktirdiğim leğeni lavaboya bırakarak suyu açtım. Su leğenin içerisine akarken çıkardığım tenceremin içerisine yağ soğanı kavurarak başladım. Soğan kavrulmaya başladığında leğenin içinde kalan fasulyelerin suyunu lavaboya döktüğümde kavrulmaya başlayan soğanımın üzerine eklediğim fasulyelerimi güzelce karıştırdım. Fasulyelerim belli bir süre kavrulduğunda doğradığım domatesleri ve bir yemek kaşığı salçamı ekleyerek karıştırdım. En son olarak eklemiş olduğum sıcak su, tuz ve karabiber ekleyerek bitirmiş olduğum yemeğimin kapağını kapatarak pişmeye bıraktım.

Fasulye pişene kadar odama geçerek dolabın içerisinde duran üniformamı üzerime giydim. Belime takmış olduğum beylik tabancamın oturunca bir yerlerime batmaması adına ayarladım. Künyemi de boynumdan geçirdiğimde cebime attığım cüzdanım ile hazırdım.

Her ne kadar Miralay’dan izin istemiş olsam da Yıldırım ile konuşmam gereken bazı olaylar vardı. Aynanın karşısında geçerek saçımı açtım. Elime aldığım tarak eşliğinde saçlarımı özenle taradığımda, çengelli toka ile sıkıca bağladığım saçlarıma baktım.

Fasulyenin güzel kokusu evi sardığında her ne kadar aspiratörü açsam da yemek kokuları evin içini sarmıştı. Tencerenin kapağını açarak tahta kaşık eşliğinde karıştırdığım yemeğe baktım. Fasulyeler yumuşamış, yenmek için hazırlardı.

Dolaptan çıkardığım yemek tabağına tahta kaşık eşliğinde belli bir miktar fasulye koydum. İçeride kalan salatalık tabağını alarak mutfak masasına yerleştirdiğimde koparmış olduğum ekmeği yemeğin suyuna banarak yemeye başladım. Kısa bir süre içerisinde yemeğimi bitirdiğimde bulaşıkları yıkayıp mutfaktan ayrıldım.

Postallarımı ayaklarıma geçirdiğimde arabamın ve evin anahtarını alarak dışarı çıktım.

Çok oyalanmadan arabama bindiğimde ana yola çıkarak yola koyuldum. Radyodan gelen ses ile dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu.

Belki bir şarkının her sesinde

Belki bir sahil meyhanesinde

Belki de içtiğim sigaranın dumanısın

Bu şarkıyı ne zaman dinlesem tüylerim kabarır, içime garip bir his düşerdi. İç ceplerimi kurcaladığımda elime gelen paket ile sırıttım. İçerisinden bir dal çıkartıp dudaklarımın arasında sabitlediğimde, ince dalın ucunu alevlendirdim.

Camı yarım araladığımda içeriye dolan soğuk hava ile bedenim titredi. Sigaranın dumanı arabanın içerisini doldurmaya başladığında yolu yarılamıştım.

Son demlerini çektiğim sigarayı dışarıya fırlatıp camı kapattığımda ormanlık yolun içerisine dalarak gördüğüm demir kapılar ile kornaya bastım. Kapıda nöbete duran erlerden birine camı yavaşça aralayıp dışarı uzattığım askeri kimliğimi gösterdiğimde demir kapı sert bir sesle yana kaymaya başladı.

Arabamı içeriye aldığımda, park edip dışarıya yöneldim. Arabayı kilitlediğim esnada bakışlarım bahçede gezinmeye başlamıştı. Çardakta oturan erler ve bahçenin ortasında duran geçen ki içtimada gördüğüm tim vardı.

Kurtuluş üyelerinden hiçbirini görememenin verdiği boşluk hissiyle içeriye girdim. Dinlenme odasına geldiğimde kapıyı açarak başımı içeriye uzattım. Gördüğüm kişiler, görmek istediğim kişiler değildi.

Âhi, Ertuğrul ve Tekin üçlüsü ile bakışmamı bölen şey Ertuğrul’un sesi oldu. “Komutanım hoş geldiniz. İzinlisiniz diye biliyorduk sizi.” Dediğinde sohbet çok uzamasın diyerek kısa kestim. “İzinliydim ama halletmem gereken işlerim var ondan geldim. Yıldırım ile Kalender nerede?”

Soruma karşılık veren kişi Tekin olmuştu. “Kalender siz yoksunuz diye dosyalarla ilgilenmeye çıktı. Yıldırım da yardım için yanında.” Başımı anladığıma dair salladığımda kapıyı kapatarak merdivenlere yöneldim. Koridorda dolanan Erdem’e başımla selam verdiğimde aynı şekilde karşılık aldım. Çalışma odasına geldiğimde kapı çalma zahmetinde bulunmaksızın içeri girdim. Beni gören ikili hızla ayağa kalktığında umursamayarak yerime oturdum. “Oturun.”

Masamda duran birkaç dosyaya baktığımda sinirlerim iyice gerilmeye başlamıştı. Terör ele başlarının bilgilerinin olduğu dosyalarını önüme yığmışlardı. Okumaya başladığım dosya ile ellerim yavaş yavaş titremeye başlamıştı.

Askerlerimizin kampı patlatmak adına gittiği görevde olay tam tersine dönerek bir adet destek timimizi şehit vermiştik. Şehitlerimin dosyalarını okumaya başladığımda beş tanesinin taze evli olduğunu, üç tanesinin eşinin hamile olduğunu ve altı tanesinin yeni çocuğu olduğunu gördüm. Destek timinden kimse geri dönememiş, toplam on sekiz şehidimiz olduğunu gördüm. Önümdeki dosyaları ileriye doğru fırlattığımda, “Erdem!” diyerek bağırdım.

Bağırışım Kalender ve Yıldırım’ı şaşırtmış, ikisi de oturduğu yerden kalkarak iki yanıma geçmişlerdi.

Açılan kapı ile içeriye koşarak dalan Erdem’e baktım. “Gel buraya!”

Tam karşımda durduğunda sert bir sesle konuşmaya başladım. “Bir daha masama terör dosyalarını doldurursanız parçalarım sizi!” Erdem boş bakışları ile yüzüme bakarak yere dağılan dosyaları eline alarak odadan çıktı.

Oturduğum yerden ayaklandığımda Yıldırım’a dönerek, “Gel benimle, bir şeyler konuşacağız.” Dedim. Odadan seri adımlar eşliğinde ayrıldığımızda bahçeye çıktık.

Sigara içtiğim çardağa geldiğimizde, yerime oturduğum esnada yanımda geçen ere iki çay getirmesini isteyerek bekledim.

Kısa bir süre sonra elinde iki çay ile yanımıza yaklaştığında çaylarımızı önümüze alarak teşekkür ettik.

Boğazımı temizleyerek başladım. “Sabah ki olay için bilgiler elime ulaştı.”

Yıldırım yerinde dikleştiğinde her ne kadar ciddi dursa da gözlerindeki korku ve endişe gün yüzüne çıkıyordu.

“Seni doğana kadar kız sanmışlar. Doğduğunda ise annen erkek bebek istemediği için baban seni kardeşine yani bugün seni arayan adama vermiş. Adam gerçekten amcan. Amcan kısa bir süre sonra seni yetimhaneye bırakmış ama vesayeti hâlâ üzerindeymiş. Baban seni muhtemelen yanında istiyordu ama eşine söz geçirememiş. Baban sana bugün amcanın da dediği üzere bir arsa bırakmış. Bu arsa da Ankara da açılan ilk holdingin arsasıymış ve senin üzerine bırakmış.” Dediğimde kaşları çatıldı. “İlk holding derken?”

Yavaşça güldüm. “Zenginsin zengin. Şaka bir yana baban zengin ve ilk açılan holdingin arsasını sana bırakmış. Amcanla baban arasında sen doğduktan kısa bir süre sonra kavga çıkmış. Amcanın üzerinde olan hisselerin hepsini elinden almışlar. Durum böyle olunca amcan da kendi işine girerek restoran açmış. İşleri büyümüş ve restoranın zincirleri oluşmuş. Adam son üç aydır batmamak için uğraşıyormuş ama olmamış. Durumunu düzeltememiş. Babanın senin üzerine bıraktığı arsa da amcanın da hakkı olduğu için satmak için aramış. Kısacası durum böyle yani.”

Anlattıklarım karşısında sessiz kalmayı seçerek önündeki çayını içti. Telefonuma gelen bildirim sesi ile kilidi açarak mesaja girdim. Hüseyin’in attığı bilgileri okumaya başladığımda ne ortakların ne de ailesinden kimsenin terörle bir bağlantısı olmadığını görmek beni sevindirmişti.

“Hadi gene iyisin. Hiçbirinin terörle bağlantısı yok.”

Dediklerime karşılık sırıttı. “Ayak üstü zengin olduk iyi mi?”

Yavaşça attığım kahkaha ile çayımı içmeye başladım. Okuduğum bilgilerden gördüğüm şey ile pisçe sırıtmaya başladım. Sırıtışım ona hiç hayrı alamet gelmemiş olacak ki değişik bir ifadeyle yüzüme baktı. “Hadi bir kere daha iyisi. Abin de Yüzbaşıymış.”

İçtiği çay boğazında kaldığında art arda öksürmeye başladı. Hızlıca yanına geçerek oturduğumda sırtına belirli bir hızla vurmaya başladım. “Helal, helal.”

Öksürüğü durduğunda yavaşça tebessüm etti. “Abim mi varmış?”

Başımı sallayarak gülümsedim. “Abin varmış.”

Gözleri yere daldığında ağladı ağlayacak hale gelmişti. Ortamı biraz ısıtmak adına, “Abini bulunca bizi unutmada.” Dediğinde sırıtarak yüzüme baktı. “Abimi size yapalım bence, hazır Yüzbaşıyı bulmuşuz.” Dediğinde bu sefer öksüren taraf ben olmuştum.

Aynı şekilde sırtıma vurarak, “Helal, kız!” dedi.

Gözlerimi devirdiğimde, “Evlenmem ben.” Dedim umursamazca.

Başını he he kesin dercesine salladı. “Aynen, timden ilk evlenen sen olursan yediririm bu lafları sana.”

Serte gözlerine baktığımda gülmeye başladı. “Boş boş konuşma da kes sesini.”

Gülmesi kahkahaya dönüştüğünde yanından kalkarak Tugayın içerisine doğru yürümeye başladım. Deli gibi anırmasından kaynaklı sesi bahçeye yayıldığında erler dönüp çardağa bakınmaya başlamıştı. Kızarmış yanaklarımı avuçladığımda, sinirle soluyarak dinlenme odasına girdim. İçeride Yıldırım hariç tüm kadro vardı.

Kendimi koltuğa attığımda başımı koltuğun üzerine yaslayarak soluklandım.

Karşımda oturan Kalender, “Komutanın iyi misiniz? Kızarmışsınız.” Dediğinde oturduğum yerden dikelerek gözlerimi devirdim. “Çok.”

Kısa cevabım ona komik gelmiş olacak ki yavaşça güldü.

Kapının açılma sesi ile bakışlarım sağıma kaydığında, içeriye anırarak giren Yıldırım ile hızla yerimden kalktım. Kafasına geçirdiğim tokat ile gözlerinden akan yaşları silerek bana döndü. “Ne yapıyorsunuz be!”

“Az daha gülersen ağzın yırtılacak. Otur ve sus artık!” diyerek çemkirdiğimde yavaşça yutkundu.

Odanın ilerisinde bulunan tezgâha geldiğimde kendime çay doldurduğumda az önce kalktığım yere oturdum.

Kalender ile göz göze geldiğimizde, “Mine hediyesini beğendi mi Kalender?” dedim.

Yavaşça gülümsediğinde sorduğum soruyu başını sallayarak onaylamıştı. “Beğenmez olur mu? Çok beğendi. Size teşekkürlerimi iletmemi istedi.”

“Ne demek.” Dedim kısıkça.

“Komutanım gelmediğiniz için çok şey kaçırdınız. Çok eğlendik gerçekten.” Diyen Tekin’e döndüğümde güldüm. “İşim olmasa bende gelecektim ama olmadı.”

Yanıma tüneyen Yıldırım kısıkça konuştu. “Ne eğlenme ne eğlenme ama.”

Dibimde oturduğu için duymam kolay olmuştu. Sorgularcasına yüzüne baktığımda yutkunarak başını çevirdi. Ne çok yutkundun be adam!

“Annenlerin yanında gene boğuşmasaydınız her şey daha güzel olabilirdi.” Diyen Ertuğrul’a baktığımda kıkırdadım. “Gene mi çikolata?” sorduğum soruya karşılık gülen Ertuğrul, “Yok bu sefer işler değişti. Pasta mücadelesi verdiler.” Dediğinde dudaklarım gerildi.

Boş boş bir Kalender’e bir Tekin’e baktığımda ikisi de pisçe sırıttı. İğrenir gibi bir hareket yaptığımda herkesten gelen gülme sesleri odayı doldurmuştu.

Çayımdan bir yudum aldığım esnada beynim bulanmaya başlamıştı. Tim benim dönüm noktam olmuştu. Kafamı dağıtmam gereken yerde, beni olayların içerisinden titizce çekip çıkarmışlardı sanki… Onlara alışmıştım. Hepsini benimsemiştim. Bu durum ise bana, sanki yıllarca yanımdalarmış gibi hissetmeme neden oluyordu.

Dudaklarımda ufak bir tebessüm oluştuğunda gözlerim huzurla kapandı. Sertçe çalınan kapı ile daha demin kapanan gözlerimi öfkeyle açarak bağırdım. “Gir!”

Kapıdan nefes nefese kalan Erdem ile göz göze geldiğimde sabır diledim. “Bir kere de bir huzur! Allah rızası için ya!” kendi kendime söylenmeme rağmen Kurtuluş beni duyarak gülmeye başlamıştı.

“Komutanım kusura bakmayın ama Miralay tüm Kurtuluş üyelerini toplantı odasına bekliyor.” Dediğinde içimdeki his oturduğum yerde huzursuzca etrafa bakınmamı sağladı.

“Tamam sen çık geliyoruz.” Bakışları tereddüt eder gibi odada gezindi.

“Komutanım acil-“

Gözlerimi kapatarak sıktığım dişlerimin arasından sert bir sesle konuştum. “Ulan çık dışarı, geliyoruz dedim ya!”

Bağırmamın üzerine kafasını kapının arasından çekerek çıktığında elimdeki kupayı sertçe masaya bıraktım. “Neler oldu acaba? Hadi bakayım!”

Kendi kendime sinirle konuşmam hiçbirini etkilememiş gibi oturmaya devam ediyorlardı. “Kalksanıza!”

Hepsi hızlıca yayıldığı yerden kalktığında kapıyı aralayarak merdivenlere yöneldim. Toplantı odaları Boz’un olduğu kattaydı. Toplantılar çoğunlukla üstler arasında yapıldığı için odasının yakınına toplantı odaları kurulmuştu.

Merdivenleri ardımızda bıraktığımızda toplantı odasının önüne durup time baktım. Tüm ekip eksiksiz bir şekilde ardımda duruyordu.

Üzerimde ki üniformaya çeki düzen verdiğimde, hepsi beni tekrarlamış ve üzerlerini düzetmişlerdi.

Kapıya birkaç kez vurduğumda içeriden gelen onay ile kapıyı araladım. Ben önde olmak üzere herkes rütbe sırasına göre yanımda dizilmişti.

“Üsteğmen Armin Tan, emredin Komutanım!”

Benim tekmilim ile hepsi tekmil verdiğinde uzun masanın en ucunda, baş köşede oturan Miralay konuşmaya başladı. “Rahat. Oturun hepiniz karşıma.”

Masaya ilerlediğimde Miralay’a en yakın sandalyeyi çekerek oturdum. Yanıma oturan Kalender’in karşısında Ertuğrul oturmuştu. Tekin ile Âhi otururken Yıldırım’ın karşısı boş kalmıştı.

Ellerimi masanın üzerinde birbirine kenetlediğimde, “Bir sorun mu var komutanım?” dedim merakla.

Başını yavaşça iki yana salladı. “Sorun değil de müjde diyelim Üsteğmenim.” Dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Çenem kasıldığında karşımda oturan adama bakarak konuşmasını bekledim. Müjdeleri şimdiye kadar pek hayırlı olmamıştı da…

“Hepinizle ilk konuştuğum zaman dediğim şey aynıydı. Tim en az altı, en fazla sekiz kişi olacak diye.” Dediği şeyle avucumu yüzüme sürttüğümde, yüzüm kapalı derin bir nefes aldım. Kurtuluş’a yeni alışmışken yeni birini daha çekemezdim.

Ellerimi yüzümden çekip gözlerimin hizasında sertçe birbirine vurduğumda konuşmamak için kendimi sıkıyordum. Ellerimi masanın altına götürerek bacaklarımın üzerinde iki adet sıkı yumruk yaptım. Ellerimde hissettiğim eller ile bakışlarım yanıma döndüğünde Kalender ile göz göze geldim. “Sakin ol. Önce bir konuşsun.” Dudaklarını oynatarak dediği şeye karşılık sert bir nefes bırakmıştım ortaya.

“Erdem!” diyerek kapıya doğru bağırdı. “Time katılacak olan arkadaşınız…”

Kapı çalındı. Bakışlarım kapının olduğu tarafa kaydığında dudaklarım gerildi. Tip olarak pek tekin gelmemişti bana kendisi.

“Üsteğmen Azad Yükmen, emir ve görüşlerinize hazırdır Komutanım!” diyerek odaya giriş yaptığında üzerini inceleme şansını kendime sunmuştum.

Önyargılı davranmamak adına saçma düşüncelerimi göz ardı ettiğimde, koyu buğday teni, geriye yatırılmış kopkoyu siyah saçları ile değişik gözüktüğüne kanaat getirdim.

Çenemin altında hissettiğim el ile bakışlarım Kalender’e döndü. “Kapat şu ağzını. Düzgün bak adama.” Diyerek ağzının ucundan konuştuğunda dudaklarımı birbirine bastırarak yutkundum.

“Gel Azad otur bakalım.” Diyerek benim karşımı işaret eden Miralay’a sert bakışlarımı yollayarak gözlerimi kapattım.

“Timde aday olarak Azad da vardı. Uzun süreli gittiği özel görevden daha yeni döndüğü için aranıza geç katıldı ama bundan sonra sizinle beraber olacak.” Dediğinde bayıkça masaya baktım.

“Azad Tim Komutanın ile tanış.” Dedi beni işaret ederek.

Sert ve ruhsuz bir sesle, “Üsteğmen Armin Tan.” Dedim.

Başını yavaşça eğdi. “Üsteğmen Azad Yükmen.”

“Bundan sonraki yardımcın Azad olacak Armin-“ diyen Miralay’a döndüğümde kasılan çenem ile konuşmaya başladım. “Benim bir adet yardımcım var. Teğmenim Kalender Çiler bana yetiyor zaten, fazlasına lüzum yok.” Sert sesime karşılık tek kaşını kaldırarak bana bakmaya başladığında ortam yavaş yavaş geriliyordu.

“Çıkın dışarı!” diyerek timi odadan kovan Miralay’a inatla baktım.

“Komutanım nereye geçelim.” Diyerek kulağıma fısıldayan Kalender’e karşılık, “Dinlenme odasına geçin ve beni bekleyin. İçeriye de kimseyi almayın ben gelene kadar.” Fısıltısına fısıltıyla karşılık verdiğimde karşımda oturan adam da kalkarak odadan çıktı.

Miralay ile tek kaldığımızda aramızdaki resmiyeti bir kenara atarak konuşmaya başladım. “Bu da ne demek oluyor?”

“Her şey açık ve net!” dedi sert çıkan sesiyle.

“Net? Net öyle mi? Ben time alışmak için subay eğitimlerini baştan alırken sen ne yapmaya çalışıyorsun? Daha bu sabah yaptığımız eğitimin ölüm riski kaçtı?” dediğimde rahatça, “Yüzde yetmiş dört.” Dedi.

Sabır dilenircesine başımı yana yatırdım. “Aynen öyle. Ben onların eksikleri var mı, operasyonda canımı emanet edebilir miyim diyerek elimden gelen eğitimleri üzerlerinde uygulamaya başladığımda yeni birini getirmek de ne demek?!”

Sandalyesine rahatça yaslandığında kollarını önünde bağladı. “Sana soran olmadı ki.”

Kaşlarım havalandı. “Bana soran olmadı,” dudaklarımdan bir gülüş kaçtığında, “Timin Komutası bana aitse gayette bana soracaksınız beyefendi! Şimdi adamı timin içine katmadan başka time göndersen iyi edersin çünkü onunla tek bir göreve dahi çıkmam.”

Net sesime inat kaşları havalandı. “Çıkmazsın, öyle mi?”

Meydan okumasına karşılık başımı sallayarak ellerimi masanın üzerine yaslayıp yüzüne doğru eğildim. “Aynen öyle.”

Oturduğu yerden hızlıca ayaklandığında masaya sertçe bir tekme savurdu. “Yardıma ihtiyacının olduğuna ne zaman karar vereceksin Armin!”

Dedikleri ile ağzım bir karış açıldı. “Yardıma ihtiyacım mı var? Şaka mısınız siz!”

“Benimle düzgün konuş! Ayrıca aynen öyle yardıma ihtiyacın var.”

Tek kaşım havalandığında dudağımın kenarı havalandı. “Kalender bana yetiyor merak etme.” Dedim sinirle.

“Demek ki yetmemiş ki Azad’ı time sokma zahmetinde bulunmuşum.” Dediğinde, “O zaman sen daha fazla zahmete girme çünkü tim yardımcılığı başvurusunu kabul etmeyeceğim.”

Dediklerime karşılık alay edercesine güldü. “Ne hakla?”

“Tugaydaki imza yetkisinin kimlerde olduğunu unuttun mu? Hatırlatmama gerek var mı yoksa?” dedim sinir bozucu bir sesle.

Kaşları hızlıca çatıldı. “O yetkiyi elinden almam ne kadar sürer sence?”

Dudaklarım öne doğru büzüldü. “İster yetkimi iptal et, istersen Azadı time sok. Olacaklardan ben sorumlu değilim.”

Başını iki yana eğerek kütlettiğinde bir hızla kalktığı sandalyesine geri oturdu. Bende çok beklemeden oturduğumda tekerlekli sandalyeler eşliğinde bir sağa bir sola dönerek ortamın daha ne kadar gerilebileceğini düşünmeye başladım.

“Azad bu tim için oldukça önemli bir yere sahip,” diyerek sakince konuştuğunda meraksız sesimle sordum. “Timdeki yeri ne tam olarak?”

“İstihbarat.”

Kulaklarım doğru duyduğundan emin olmak adına bir süre durarak düşündüğünde, dudaklarımın arasından bir gülme sesi çıktı. “İstihbarat mı? Ben neyim burada? Bir tane yetmiyor mu?”

Sorularıma karşılık göz devirdiğinde kapıyı işaret ederek sinirle konuştu. “Çık ya! Allah aşkına git şuradan!”

Elimi alnıma götürerek ovuşturduğumda yerimden kalkarak kapıya ilerledim. Hızlıca odadan ayrılarak merdivenlere yöneldiğimde koşar adımlarla dinlenme odasına gelerek kapının kulpunu zorladım. “Açsanıza lan kapıyı!”

“Komutanımın kesin emri ver açamam kusura bakmayın.” Diyen Tekin’in sesini duyduğumda elimi yüzüme sertçe vurdum.

“Tekin aç kapıyı çocuğum, hadi evladım, hadi yavrum!” sonlara doğru sertleşen sesim ile kapı hızlıca aralandı. İçeriye girerek kendimi koltuğa attığımda, sinirle önümdeki masaya geçirdiğim tekme ile masa ileriye kaydı.

İki elimi yüzüme kapattığımda sakinleşmek adına derin nefesler aldım.

“Niye bu kadar büyüttün? Gelsin işte ne olacak? Zaten bizde yeni kaynaştık.” Diyen Ertuğrul’un sesini duyduğumda ellerimi yüzümden çekerek yüzüne baktım. “İstemiyorum.”

“Niye?” dedi Kalender.

Neden? Bende bilmiyordum ama içimdeki his Kurtuluş’un böyle kalması gerektiğini ve yeni kişilerin aramıza girmesini istemediği haykırıyordu. “Yeni birini daha istemiyorum. Size yeni alışmışken bir de onunla uğraşamam.” Dediğimde Ertuğrul ve Kalender aynı anda göz devirdi.

“Şu an çocuk gibi davranıyorsun Armin. Ortada büyütülecek bir durum yok. Hem Albayın dediğini duymadın herhalde adaylar arasında Azad da varmış. Senin isteğine bağlı değil ki bu durum.” Diyen Kalender’e baktığımda, adamın ilk defa mantıklı konuşmasını dinlemek istememiştim.

Kaşlarım bir yukarı bir aşağı inip düştüğünde, “İstemiyorum. Daha bugün en başta girdiğimiz eğitimlere geri döndürdüm timi. Hepimizin ölüm riskini alarak… Ben sizin eksiğiniz varsa düzeltmek için çabalarken yeni birini daha time alamam. Eğer yardımcım olmak istemiyorsan resmiyetten kaldırırız Kalender sorun yok. Hatta şöyle yapalım, Azad gelsin başınızda dursun bende tayinimi isteyeyim nasıl fikir?” diyerek sertçe yerimden kalktığımda arkamdan bağıran Kalender’in sözlerine kulak asmadım.

Bahçeye çıktığımda arabamı park ettiğim yere yürürken tam karşıdan bana doğru gelen adam ile göz teması kurmadım. İlla bu Tugayda durmak istiyorsa elli çeşit tim vardı. İstediğine gidebilirdi. Ben istemiyordum.

Arabaya bindiğimde demir kapının önüne gelerek kornaya bastım. Kapı sert sesi ile yana kaydığında telefonumu kulağıma götürerek ilk aklıma gelen kişiyi aramaya başladım.

“Ne o? Daha dün gördün. Hemen özledin mi kız!” diyerek gülen sesini duyduğumda bir anda bu kadar samimi olmayı beklemediğim kadına tebessüm ettim. “Emek müsait misin?”

Ciddi çıkan sesim ile gülmesini kestiğinde, “İzinliyim bu hafta, ne oldu?” diyerek karşılık verdi.

“Şu an için müsaitsen buluşma imkânımız var mı?”

Ümitli çıkan sesimi kırmayarak, “Var tabii ki. Nerede buluşacaksak konum at gelirim birazdan.” Dediğinde, “Yarım saate kadar buluşabiliz. Çok acele etme üzerimi değiştirip geleceğim çünkü.”

“Tamam, tamam. Sen müsait olunca yazarsın işte, çıkarım hemen.”

Kısa bir süre içerisinde vedalaşıp telefonu kapattığımda, son sürat eve sürmeye devam ettim.

İçim doluydu. Birine anlatmam gereken şeyler vardı, hissediyordum. Çevrem hep erkek kaynadığı için, dertlerim ve sıkıntılarım içimde kalıyordu sanki. Emek ile baya baya ayak üstü tanışmıştım ama onu da yıllardır tanıyor gibi hissediyordum. Kurtuluş da olduğu gibi.

Eve geldiğimde aceleyle arabadan inerek eve geldim. Vakit kaybetmeden üniformamı üzerimden sıyırdığımda dolabın kapağını açarak içerisine baktım. Gözüme çarpan kazak ve etek ikilisini elime alarak üzerime geçirdiğimde kendime baktım.

Üzerimdeki beyaz kazağı kalın, uzun siyah eteğimin içerisine sokuşturarak bol bir görüntü elde etmiştim. Kazağın uçlarının sıkı durması adına elime aldığım siyah kemeri de belime sabitlediğimde hazırdım.

Saçlarımı güzelce tarayarak açık bıraktığımda kenarda duran siyah gözlüklerimi de gözlerimin üzerini örtecek şekilde taktığımda kendimi beğenmiştim.

Her ne kadar hava soğuk olsa da bazen öğlenleri çıkan güneş göz alıyordu.

Tabancamı belime sabitlediğimde üzerine beyaz uzun ceketimi geçirdiğimde son olarak siyah botlarımı da giyerek evden ayrıldım.

Tugay’a giderken yol üzerinde gördüğüm kafelerden birisinin konumunu Emeğe yolladığımda yola koyuldum.

Çok uzun sürmeyen araba yolculuğumun sonuna geldiğimizde arabayı kilitleyerek mekâna doğru yürümeye başladım. İçerisi oldukça şık ve ferah görünen mekânı girer girmez beğenmiştim. Çok kalabalık olmayan sakin yer, benim için iyi bir seçim olmuştu. Köşelerden boş bir masaya kurulduğumda sakince Emeği beklemeye başladım.

Yanıma gelen garsona bir arkadaşımı beklediğimi söylediğim esnada kapıdan içeriye gire Emek ile dudaklarımda hafif bir tebessüm oluştu.

Çok güzel bir kadındı.

Üzerinde kiremit rengi bol salaş bir gömlek, altında ise beyaz keten pantolon vardı. Küt saçlarını açık bırakmış, rengini güzel bir fön eşliğinde ortaya çıkarmıştı. Hayranlık içeren bakışlarım üzerinde gezinmeye devam ederken yanıma geldi. Oturduğum yerden kalkıp sıkı sıkıya sarıldığımızda aynı anda konuştuk.

“Çok güzel olmuşsun.”

“Çok güzel olmuşsun.”

Birbirimizden ayrılıp kısa çaplı bir kahkaha attığımızda yerime oturdum.

Tam karşıma oturarak etrafı incelediğinde, “Çok güzelmiş burası. Uzun süredir buradayım ama ilk defa geliyorum.”

“Evime yakın bir yer, işe giderken hep önünden geçiyordum. Bugüne kısmet oldu.” Dedim.

Yanımıza gelen garson ile kendime bir adet çikolatalı kek ve kahve istemiştim. Emek de aynı şekilde siparişini verdiğinde yüzümü incelemeye başladı. “Evet şimdi dökül bakayım.”

Sanki senelerdir arkadaşmışız gibi konuşması komiğime gitmişti. Kısa çaplı güldüğümde konuşmaya başladım. “Nereden başlamam lazım bilmiyorum aslında.” Dedim kararsızca.

Arkasına yaslanarak omuzunu silkti. “Hakkâri’ye neden geldiğinden, hatta gelmeden önce neler olduğundan başlayabilirsin mesela.”

Önümüze bırakılan tatlılar ve kahveler ile masaya kısa bir bakış attım.

“Aslında ben daha yeni kendime geldim.” Dediğimde kaşları çatılarak masaya yaklaştı. “Nasıl yani?”

Yutkunduğumda bakışlarım kahveye düştü. Başkasından dinlediğim hayatımı şimdi kendi ağzımdan anlatacaktım. “Hakkâri’ye gelmeden önce Ankara da yaşıyordum. Bir timim vardı, mesleğe ilk başladığım zamanlardan bu yana işte… İki buçuk sene önce falan,” sandalyeye doğru yasladığım sırtım ile gözlerim Emeğe çevrildi.

Dikkatlice anlattıklarımı dinliyordu.

“Son zamanlar. Aralarından bazıları garipti… Nasıl desem? Bir şeyler saklıyorlarmış gibi düşün. Tabii ben o zaman hem mesleğe kendimi yeni vermenin salaklığı mı desem hem de ilk timin olmasının acemiliği gibi… Açıkçası tecrübesizlik.”

Önümdeki kahve fincanını avuçlarımın arasına aldığımda devam ettim. “Düşündükçe anladım, kandırıldığımı. Tabii bunun kesin olup olmadığını hâlâ bilmiyorum ama düşüncem bu yönde. Bir görev vardı. Aslında gayet normal ve kolay bir görev.” Masaya doğru eğilerek sessizce, “Al, çık.” Dedim. Emek pisçe sırıttığında kahvesinden bir yudum aldı.

Yavaşça güldüm. “Her şeyi planladık. Bana göre basitti, yardımcıma göre de…” Barkına göre de basitti… “Planın üzerinden yüzlerce kez geçtik. Hazırdık. Sahaya indiğimizde çatışma başlamıştı ve beklemediğimiz bir şey oldu. Etrafımız sarıldı.”

Emek kaşlarını çatarak bana baktı. “Bilgiler sızdırılmış!” sessiz ama sert bir sesle konuştuğunda burukça tebessüm ettim.

“Öyle.” Dedim başımı aşağı yukarı sallayarak. “Timden kimse söylemezdi. En azından o an ki Armin böyle düşünürdü. Etrafımız sarıldığında hazırlıksız yakalandığımız için yaralandım. Hal böyle olunca geri dönmek zorunda kaldık. Döndüğümüzde ben hastaneye kaldırıldım. İlk haftamın sonunda görev gelmiş. Tabii benim haberim yoktu. Göreve çıkar çıkmaz arkadaşlarımdan birisi bana haber verdi. Apar topar hastaneden çıktığımda görevin bilgileri de elime ulaşmıştı.” Yavaşça güldüğümde omuzlarım ağlar gibi sarsıldı.

Kahvemden bir yudum aldığımda Emek gözlerimin tam içerisine bakıyordu.

“Görev yerine geldim. Etraf hiçbir görevde olmadığı kadar kalabalıktı. Çatışma başlamış, pusuya düştükleri için de destek timi gelmişti.” Dediğimde Emeğin gözleri büyümüş, ağzı yavaş yavaş açılmaya başlamıştı.

“Beyaz.” Diyerek sessizce fısıldadığında elimdeki kahve fincanı sarsıldı.

“Ne?” dedim fısıltıyla.

Yutkunarak elindeki fincanı masaya bıraktı. “Oradaki destek timi bizdik.”

Duyduklarım ile fincanı masaya bıraktığımda ellerimi dudaklarımın üzerine kapatarak gülmeye başladım. “Ben artık hiçbir şeye şaşırmıyorum.”

Bana yabani hayvan görmüşçesine bakmaya başladığında kıkırdadım. “Devamını biliyor musun yoksa anlatayım mı?” dediğimde gözlerini yavaşça yumdu. “Ben destek ekibindeydim. Seni hastaneye benimkiler götürdü. Devamını pek bilmiyorum o yüzden.”

“Patlama esnasında yarama saplanan bir parça ile kan kaybından bayılmışım. Senin demen üzerine seninkiler ile birlikte hastaneye gelmişiz.” Bakışlarım donuklaştığında merakıma yenik düşerek sordum. “Patlama nasıldı?”

Emek çekingence yutkunarak bakışlarını ben hariç her yerde gezdirdi. “Birbirlerini korumak için çok mücadele ettiler. Aynı şekilde bizde destek vermek adına çok uğraştık ama biz vurdukça yenileri geliyordu. Destek ekibi mevzi değiştirmek için ayaklandığında onlardan uzaklaşmıştık. Kısa bir süre içerisinde gelen şiddetli ses ile son duyduklarımız çığlıklar olmuştu. Biz patlamanın etkisi ile bayılırken bir ekip daha gelmiş. Uzuvlarını toplamak için…” dedikleri ile sertçe yutkundum. “Sonra biz kendi görev yerimize geri döndük. Onlarda askeri hastaneye gidiyordu. Otopsi…”

Duyduklarım ile bakışlarım bulandı. Hatırladığım son günler bana yapılan bir ihanetmiş gibi yüzüme vurulurken başkalarından dinlediklerim de ihanete inanmamı haykırıyordu resmen.

“Ben hastanedeyken kaçırıldım. İki sene, ne olduğuna anlam bile veremediğim iki sene benim için çok zordu Emek. Bir gün bir şey oldu, beni buldular. O gün kurtulduğuma dair kulağıma fısıldanan sözler kesik kesik. Hastaneye kaldırıldığımda geçirdiğim krizler sonucu komaya girmişim. Uyandığımda ise kısa bir süre sonra Hakkâri işte.”

Kahvemi içmeye başladığımda Emek bir mucizeye bakarcasına yüzüme bakmaya başladı. “Niye bu kadar kolaymış gibi anlattın kızım sen bunu?”

Şaşkınca sorduğu soruyla kahkaha attım. “Aman, her gün başka birinin benim hayatım hakkında bir şeyler bildiğini öğreniyorum. Ağlamaktan sıkıldım artık.” Halime tebessüm ettiğinde tatlısından bir çatal alarak yüzümü izlemeye başladı.

“Sen ne zamandır buradasın?” dedim merakla.

“İlk senem dolmak üzere.”

“Benim daha ilk haftam anca doldu.” Dediğimde kahkaha attım.

Sürekli gülmem onu da eğlendirmiş olacak ki gülmeye başladı. “Acılarına mı?”

Anlamayarak kaşlarımı çattım. “Ne?”

Yavaşça tebessüm ederek elimi tuttu. “Acılarına mı gülüyorsun?” dediği şeyle tebessüme ederek omuzumu silktim. “Ağlamayı sevmiyorum başımı ağrıtıyor.”

Dediklerim karşısında sessiz kalarak kahvesine yöneldi.

“Az da sen anlat bakayım. Hep benden konuşmak olmaz.” Dediğimde yavaşça tebessüm etti. Bir acı daha başlıyordu anlaşılan.

“Timdekiler ailem oldu.” Tatlısından bir çatal aldığında devam etti. “Ama biri vardı ki her şeyim oldu.” Dediklerine karşılık yüzümde büyük bir tebessüm oluştu. “Armin ben nasıl sevilir bilmiyorum.” Diyerek dert yandığında aynı şekilde karşılık verdim. “Tam adamına geldin. Ben de nasıl sevilir bilmiyorum.” Dediklerim ile yüzü düştüğünde, “Onu çok seviyorum, her gün her gün yanımda olması kalbimin yerinden çıkmasına sebep olacak dereceye getiriyor beni. Ne yapıp ettiysem aylardır söyleyemedim. Aslında söyleyememe sebeplerimden birisi de bana karşı bir hissi olup olmadığını bilmememden kaynaklı.”

Dedikleri karşısında düşünerek tatlımdan bir çatal aldım. “Sana karşı nasıl davranıyor?”

“Ayı gibi.” Dediğinde gözlerimi devirdim. “Ciddi misin Emek! Senin gibi bir kadının bir ayıdan hoşlanmaması işin lezbiyen olmaya hazırım.” Dedim şakayla karışık.

Hayıflanmam karşısında omuzuma hafif bir yumruk geçirdiğinde sırıtarak sustum. “Ya aslında normal davranıyor ama benim ona karşı hissettiğim duygular yüzünden bana ayı gibi davranıyormuş gibi hissediyorum. En ufak olayda kalbim kırılıyor, bana karşı olumsuz bir şey söylemesi beni darmadağın ediyor.”

“Hangisi?” dedim timdekileri aklıma getirmeye çalışarak.

“Dur bekle göstereyim.” Diyerek çantasından çıkardığı telefonu ile uğraşmaya başladı.

Kısa bir süre içerisinde gösterdiği kişi ile kaşlarım havalandı. “Bu o gün yaralanan kişi değil mi?” telefonu kapatarak naifçe başını salladı. “O, sizin yardıma geldiğiniz gün vurulduğu için kalbim darma duman oldu. Bir an ne yapmam gerektiğini unuttum, afalladım. Az kalsın timdekilerin vurulmasına sebep olacaktım.” Dediklerine karşılık yavaşça kıkırdadığımda yüzü kızarmaya başlamıştı.

Emeğin rütbesini sormadığımı fark ederek, “Rütbesi ne?” dedim ortaya karışık.

“Benimle aynı, Kıdemli Üsteğmen. Aynı zamanda Tim Komutan yardımcısı işte.”

“Hmm, yakışıyorsunuz da.” Dediğimde omuzuma bir öncekine nazaran daha sert bir yumruk geçirdiğinde gülerek tatlımı yemeye devam ettim.

“Benim ona karşı olan hislerimi fark etmesinden korkuyorum Armin.” Duyduklarım ile kaşlarım çatıldı. “Niye? Bilmek onunda hakkı. Hem nereden biliyorsun ki? Belki onun da sana karşı hisleri var.”

Cümleme karşılık başını iki yana salladı. “Benim gibi bir kadını ne yapsın ki?”

Duyduklarım sinirlenmeme yok açtığında sertçe Emeğe baktım. “Sen ne kadar güzel bir kadın olduğunun farkında değil misin Emek! Bıraksana, böyle düşünmek yerine oluruna bırak. O kim ki seni beğenmeyecek! Benim gibi bir kadını ne yapsın ne demek Allah aşkına? Eğer ki böyle bir düşüncesi varsa peşinden koşmanı gerektirecek bir durum da yok zaten!”

Sinirle sarf ettiğim sözlere karşılık bir süre düşündü. “Söylesem mi ya?”

Omzumu silkerek kahvemi ellerim arasına aldığımda sandalyeme yaslandım. “Keyfin bilir. Bence çok beklemenin bir lüzumu yok. Aylardır bekleyip durmuşsun zaten söyle gitsin.”

Dediklerimi bir süre kafasında tarttı. “Tamam söyleyeceğim.”

“Hazır bu hafta izinliymişsin çağır bir mekâna söyle. Uzatmanın bir manası yok” Dediğimde tebessüm ederek başını salladı. Çaprazımızda kalan masaya bebekli bir aile yerleştiğinde bakışlarım pusetin içerisinde uyuyan bebeğe kaydı. O kadar masum ve saf duruyordu ki… Bakışlarım bebeğin üzerine kitlendiğinde Emeğin kolumu dürtmesi ile kendime geldim. “Beş kere seslendim. Nereye daldın öyle?” dediğinde bebeği göstererek yavaşça tebessüm ettim.

Bakışları bebeğin üzerine kaydığında tekrar bana döndü. “Ne kadar masum duruyor değil mi?” dedim fısıltıyı andıran sesimle.

“Öyle,” Dedi benim gibi karşılık verirken. “Öyle de, neden takıldın bu kadar?”

Omuz silktiğim esnada dudaklarım büzüldü. “Bilmem, bebekleri çok seviyorum.”

Bakışlarım oldukça uzun bir süre bebeğin üzerine takıldığında Emek defalarca kez bana seslense dahi gözlerimi üzerinden alamıyordum. En son çare gözlerimi sıkıca yumduğumda derin bir nefes alarak gözlerimi Emeğe çevirdim. “Armin bir sorun mu var?” dediğinde biraz hassaslaşmıştım.

“Benim yumurtalıklarımda bir sorun var Emek.” Dediklerim karşısında kaşları çatıldı. Masanın üzerinden bana yaklaştığında meraklı gözleri eşliğinde sordu. “Nasıl bir sorun bu peki?”

“Yumurtalıklarımda bir kist var ve bu kist zararlı. Bugün sabah biz bir eğitim yaptık-“ lafımı kesti. “Evet hemen ünlendiniz merak etme.” Dedi.

Kaşlarım çatıldığında merakla sordum. “Nasıl?”

“Olası bir duruma karşılık gelen ekiplerden birisi çektiği videoyu askeri bir gruba yollamış. O yüzden artık ünlüsünüz.” Güldüğünde yavaşça tebessüm ettim. “Sabahki eğitimde bir sorun oldu ve timdeki arkadaşı koruyayım derken sert bir şekilde rayların üzerine düştüm. Düşmenin etkisi ile kistler patlayarak pıhtı atmış. Doktorla konuştuğumda ameliyat olmamı önerdi.”

“Olsana o zaman.” Dedi saniyesinde.

“Öyle değil işte. Eğer ameliyat olursam mesleğe devam edemem. Ani hareketimde pıhtı atma gibi bir durum söz konusu. Başka bir çözüm yolu da ilaçlardı. İlaçlar ile büyümesi gerilecekmiş. Şu an ilaçlara başladım ama eğer ki kistler büyümeye devam ederse ne yapacağımı bilmiyorum Emek.” Dedim huzursuzca.

Anlattıklarımı duymayı beklemiyor olacak ki bana değişik bir şekilde bakmaya başladı. “Nasıl ya,” dedi sessizce. Oldukça üzülmüşe benziyordu. “Armin bence düşünmene gerek yok. Sağlık her şeyin başını çeker. Şimdi şöyle düşün, göreve çıktınız ve yaptığın ani bir hareket karşısında kistin patladı. Görev ortasında öylece kalacaksın. Neden ameliyat olmayı reddediyorsun ki?”

Kahvemin son yudumunu içtiğimde garsondan bir kahve daha isteyerek Emeğe döndüm. “Emek anlamıyor musun? Bunca sene çekmiş olduğum acılar, işkenceler varken ameliyat ile hayatımı mı karartacağım-“

“He yani böyle hayatın çok parlak olacak.” Sert sesi ile kaşlarım çatıldı.

“Aynı şey değil.”

“Aynı şey. Sağlıklı olmadıktan sonra devam etsen ne etmesen ne? Adam iki türlü de aynı şeyi dememiş mi zaten? Ameliyat olsan da dikkat edeceksin. İlaçlarını alsan da…”

Merakla sordum. “Ameliyat oldum diyelim. Sonra ne olacak peki?”

Sorduğum soruya karşılık başka bir soruyla cevap verdi. “Senin yan alanın ne?”

“İstihbarat.” Dedim kestirip atarcasına.

Önüme bırakılan kahve ile garsona teşekkür ettiğimde büyük bir yudum alarak Emeğe döndüm.

“Kızım oradan devam edersin işte.” Dediğinde kaşlarım havalandım.

“Masa başı?” dedim sorarcasına.

Elini başına götürerek kaşıdığında, “Tamam yani uzun süre sahada çalıştıktan sonra garip olabilir ama farklı meslek değil ki. Yönlendirme yaparsın. Yardım çağrılarına destek ekip yollayarak elinden geleni yapasın her zaman ki gibi.” Diyerek cevap verdi.

Başımı kararsızca iki yana salladım. “Emin değilim. Düşünmem gerekiyor. Daha Kurtuluş ile yeni kaynaşmışken bir anda değişmek…” sessiz kalarak kahvemi yudumlamaya başladım.

Düşünmem gereken çok şey vardı. Şu an olduğu gibi.

“Sana kalmış. Şunu unutma, ne karar verirsen ver yanında olacağım Armin. Kısa sürede tanışmış olmamız benim için bir şey ifade etmiyor çünkü sana güveniyorum.” Dediğinde masanın üzerinden elini elimin arasına alarak yavaşça sıktım.

“Teşekkür ederim.” Diyerek mırıldandım.

Başını omzuna doğru yatırarak, “Lafı bile olmaz.” Dedi.

Gülümsediğimde, aslında gülümsemelerin yalnızca yüzümüzde takılı kalan bir maske olduğunu anlamıştım. Acılarımız, maskenin ardına saklanıyordu. Güçlü durmamız gereken yerde taktığımız maske, yüzümüze yapışarak acılarımı emmeye başlıyordu. Yalancı gülümsemeler, bir yerden sonra acılara gülmeyi öğretiyordu bize.

Belki de bundandı insanlara yaşadıklarımı anlattığımda benim yerime üzülmeleri…

Yüzüme yapışıp, acılarımı emen maske ile mutluydum. Maskem bana acılarıma karşılık olarak gülümsemeyi öğretmişti.

 

Evet canlar...

Yıldırım'ın aile olayı?

Azad hakkındaki düşünceleriniz?

Sizce Azad time gelmeli mi?

Armin ve Miralay inatlaşması?

Emek ve Armin dedikoduları?

Emek'in Armin'in geçmişinde yer alması?

Emek Armin dostluğu?

Kurtuluş timi hakkındaki düşünceleriniz?

Armin'in bebek sevgisi?

Pamuk eller yıldıza gençler!

 

 

08.09.2024

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

 

 

 

Loading...
0%