Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.BÖLÜM- BİR BORDO MESELESİ

@durutaskulakk_

Canlar selam!

ÖBB'nin 11.bölümüyle sizlerleyim...

Okumaya başlamadan önce bölümü oylamayı ve satır arası yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin lütfen.

Kitabın instagram sayfası: olumlebasbasaofficiall

Kendi sayfam: durukurtk

Keyifli okumalar!

11.BÖLÜM BİR BORDO MESELESİ

24 Aralık 2018

Sertçe açılan kapı ile yattığım yerden yavaşça doğruldum.

“Tutun kapıyı!”

“Kapının önünden ayrılanı gebertirim!”

“Patron Fransızca!”

“Kes lan sesini! Fransızca mı kaldı?”

Yanıma geldiğimde tam karşımda durarak bana baktı. “Daha, daha nasılsınız majesteleri?”

Bayık bakışlarım üzerinde gezindiğinde gevşekçe gülümsedi.

İçeriye beraber girdiği adamların sırtı bize dönük bir vaziyette kapının önünde bekliyorlardı.

Karşımdaki ruh hastasını kale almayarak yerime uzandığımda karnımdaki sargı bezleri ve yaram hareketlerimi kısıtlıyordu.

Bir hafta önce ruh hastasını zincirleyerek öldüresiye dövmem sonucu kendisine gelir gelmez soluğu dibimde almıştı. Karnımdan bıçaklandığım ilk zaman olduğu gibi aynı yerde aldığım çakı darbesi sonucu karnım sargı bezleriyle dolmuştu.

Yatağın yanına gelerek oturduğunda pisçe gülümsedi. “Hep acı, hep acı. Biraz da eğlenelim ama değil mi?”

Ben bu malı geçen hafta ne diye dövmüştüm? Hiç akıllanmıyordu puşt. Ayağımı sertçe karnına vurduğumda afallayarak geri çekildi. “Ne yapıyorsun lan sen?”

Bayıkça yüzüne baktığımda yataktan kalkarak kapıya ilerledi. “Bağlayın şunun ellerini! Çabuk lan çabuk!”

Yanıma gelen iki adam ellerimi zar zor bir şekilde bağlamaya başladığında bakışlarım adama kaydı. Lucas. Bana bakarak pisçe sırıtıp göz kırptığında ellerimi zincirlere bol bol dolayarak çözebileceğim bir konuma getirdi. Yanımdaki adamın yanına giderek kulağına bir şeyler fısıldadığında öteki kolumu da aynı şekilde bolca sararak kapının önüne gittiler.

Ellerimin zincirlenmesi ona cesaret vermiş olacak ki hızlıca yanıma geldi.

Seri hareketlerle yatağa çıktı. Bacaklarımı bacaklarının arasına alarak üzerime abandığında cebinden çıkardığı çakıyı eşofmanıma geçirerek boydan boya yırtıp, bacaklarımın üzerinde gezen keskin metal içimi huylandırmıştı.

Açıkta kalan bacaklarıma hayranlıkla baktı. Bir eli baldırlarıma sarıldığında yüzündeki ifadeye bakarak iğrenircesine konuştum. “Ne o, çok mu beğendin?” ukalaca sorduğum soru ile eli sertçe bacağıma sarıldı. “Senin dilin fazla uzamış küçük!”

Kaşlarım havalandığında, “Küçük mü?” attığım kahkaha odada duyulduğunda sesim içeride yankılanmıştı. “Küçük, olsa olsa senin bir tarafların olur lan puşt!”

Duydukları ile anlık afalladığında yüzü kızarmaya başladı. Hırsla üzerime abandığında elleri yukarılara kaymaya başlamıştı. “Senin o dilini keserim!”

Eli haddinden fazla bir şekilde yukarıya kaydığında ellerimi sertçe zincirlerden kurtararak bir elimi boğazına sardım. “Bende seni parçalarım ulan!” Üzerine atlamam ve boğazına sarılmamla kesilen nefesi eşliğinde yere düştük. “Sen akıllanmaz mısın? Ne laf dinlemez bir adamsın ulan!” Elim boğazına baskı uygulamaya devam ettiğinde yüzü morarmaya başlamıştı. Anlık gelen gücü ile bedenimi geriye savurduğunda ileriye doğru kaydım.

Ellerimden kurtulmanın verdiği cesaret ile cebinden çıkardığı çakısı ile üzerime yürüdü. Çakısı ile yanımda bittiğinde elim çakıya uzandı. Üzerime serilmiş bir vaziyette olan vücudunu göz ardı ederek, elindeki çakıyı almak için uğraşmaya başladım.

Bir elim bacağımın iç kısmına sarıldığında derin bir nefes alarak çakısına uzanmak adına çırpındım. Elime gelen çakıyı sert bir hamle ile çektiğim esnada bacağım iç kısmında hissettiğim keskin metal ile nefesim kesildi.

Donmuş bir vaziyette gözlerim bir noktaya kilitlendiğinde elimin altında olan çakının ucu bacaklarımın arasında kaymaya devam ediyordu.

Sağ bacağımdaki keskin sızı bakışlarımı donuklaştırırken, çakı sağ bacağımdan ayrılarak sol tarafıma geçti. Leğen kemiğim üzerinde hissettiğim çakıyı sert bir hamle ile geriye doğru ittiğimde, dudaklarımın arasından firar eden inleme ile gözlerim kapandı.

Bir eli göğsümün üzerine kapandığında altında debelenmem hiçbir işe yaramamıştı. Ellerim sertçe göğsüne bir baskı uyguladığında geriye doğru savruldu.

Kapıya doğru koştuğum esnada saçlarımın çekilmesi ile yere düştüm. “Bırak lan orospu çocuğu!”

Tek kaşı alayla kalktığında, “Ne yapabilirsin ki? Burada emirler benden sorulur yavrum!” diyerek üzerime geldi.Eli göğsüme kapandığımda üzerimdeki kıyafeti yırtarak göğsümün altından sertçe geçirdiği bıçak ile nefesim kesildi.

Karnımdaki dikişlerin patlaması sonucu akan kanlar, bacaklarımdaki kanlar ile bütünleşmişti.

Göğsümün altından firar eden kanlar ile gözlerim büyüdü.

Ben Armin Tan. Gene ağlayamıyordum. Kanlarım göz yaşlarımın görevini üstlenmeye devam ederken büyümüş gözlerim ile tavana bakıyordum.

Elim yavaşça kalkarak göğüs altıma kapandığında elimi yavaşça yüz hizama tuttum. Gözümün altına damlayan kan ile gözlerim istemsizce kapandı. Gözlerimden kendime ait bir damla yaş düşmezken, kanım gözyaşı görevini görerek yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı.

Gözlerim yavaşça aralandığında nereden geldiğini bilmediğim deli gücü ile elindeki çakıyı ani bir hareketle alarak bedenini ileriye doğru ittim. Yere düşen bedeninin üzerine çıkarak oturduğumda elimde olan çakıyı geriye doğru götürerek sertçe kalbine sapladım. Çakıyı çektiğimde kanlar hızla etrafa yayılmaya başlamıştı.

Sürünerek arkamda kalan dolaba ulaştığımda elime gelen temreni alarak kalbine sert hareketler ile saplamaya başladım. Çıkarıp sertçe geri sokup durduğum termenin izleri kalbinin ve göğüs kafesinin her yerini doldurmaya başlamıştı.

Gözleri büyümüş adamın bakışları üzerimde gezindiğinde kesik eksik nefesler vermeye başladı.

Göğüs kafesi gün yüzüne çıkmaya başladığında temreni boynunun altından sert bir baskı ile ileri itekledim. Boynunun altında ittiğim temren çenesinden çıkarken parçalanan eti iki ayrıldı. Gözlerim kocaman olmuş vaziyette yaptığım cinayeti izlerken, bedenim ve hareketlerim donuktu.

Boynunda oluşan büyük delik ile son bir nefesini havaya karıştırdığında bedenim yana düştü. Ben bugün birisini öldürmüştüm. Bile isteye, birisini…

Bedeninden akan iğrenç kanlar yığılıp kaldığım yere doğru akmaya başlamıştı. Bir elim göğsümün hemen altında, diğer elim ise bacaklarıma sarılmıştı.

Açılan kapı ile içeriye giren ikiliye bayık bakışlarımın ardından bakmaya çalıştım.

“Kızım!” diyerek feryat kadın Füsun’umdan başkası değildi.

“Annem.” Dedim fısıltıyı andıran sesime inat duyması adına.

“Yavrum!” elleri yüzüme sarıldığında son gördüğüm şey dolan gözleri olmuştu. “Kızım! Ne yaptın sen bir tanem! Ne yaptı sana!” başımı kolları ile sardığında hissettiğim anne sıcaklığını başka hiçbir kimsede hissetmemiştim.

Her zaman dediğim gibi, kanlarım gözyaşlarımın görevini üstlenirdi. Şu an olduğu gibi…

 

Tatlımdan bir çatal aldığım esnada aklıma gelen şey ile bakışlarım Emeğe çevrildi. “Time yeni biri geliyormuş.”

Yeni söylediği kahvesinden kısa bir yudum alarak dudaklarını büzdü. “İyi bir haber değil mi?” sorarcasına sorduğu şey ile bıkkınca bir nefes verdim. “Bilmiyorum!” yüzümü sıvazlayarak devam ettim. “Daha bu sabah ölmek uğruna eğitim yapmışken yeni birini daha istediğimi sanmıyorum. Ben onlara yeni alıştım Emek. Yeni birisi için hazır hissetmiyorum kendimi.”

Yüzüme anladığında dair bir ifade ile bakındı. “Ama buna sen ya da biz karar veremeyiz ki bebeğim. Albay derki, yeni tim arkadaşınız ile tanışın. Bizde gider tanışırız. Hem anladığım kadarıyla daha gidip tanışmamışsın bile. Bir şans vermen için çok da geç gibi durmuyor.”

Bedenim camdan içeriye sızan rüzgâr ile anlık bir şekilde titrediğinde omuz silktim. “Onlara yeni alıştım. Daha Yıkımın yokluğuna kendimi zor ikna ettim. Kendime yeni bir yardımcı daha istemiyorum.” Dediklerimle bakışları yumuşadı. “Seni anlayabiliyorum. Komutanları olarak yetki sende ve isteğini belirtmekte özgürsün.”

“Başka bir time gitmesi için geçişini yapacağım.”

Dediklerimi kafasını sallayarak onayladı. Konuyu dağıtmak istercesine ellerini havaya sallayarak pisçe sırıttı. “Az da sen anlat bakayım. Aşk meşk…”

Dedikleri ile yüzüm garip bir hâl aldığında ellerini birbirine çarparak heyecanla oturduğu yerde hareketlendi. “Ay bir şeyler var! Anlat çabuk Armin!”

Yüzüm buruştuğunda ellerimi başımdan savmak istercesine savuşturdum. “Ya yok bir şey. Ben inanmam aşka falan.” Dediğim şey ile alay edercesine güldüğünde gözleri kısıldı. “Hadi be! Sallama.”

Gözlerimi devirdiğimde bıkkın bir nefes verdim. “Aşk değil ama garip bir şeyler var.

Emek gözlerini büyüterek masanın üzerinden bana eğildi. “Kızım çatlatmasa insanı, söyle işte ne oldu?”

Dedikleri ile güldüğümde kahvemden bir yudum aldım. “İlaç tedavisi iğne eşliğinde oluyor. Bugün iğnelerimi aldığımda incelemeye başladım. Tam o esnada kapı çalınca baktım ki biri gelmiş.” dediklerim ile hızlı hızlı ellerime vurarak yerinde zıpladı. “Ay! Hangisi, hangisi?”

Gözlerimi yumarak gülmeye başladığımda telefonumu elime aldım. Genel olarak timle hiç fotoğrafımız olmadığı için nasıl göstereceğim hakkında bir fikrim yoktu.

Timin kurulduğu zaman elime geçen bilgi dosyalarını açtığımda Âhi’nin dosyasını bularak Emek’e gösterdim. Telefonu elimden alarak dikkatlice baktığında gözleri büyüdü. “Bu mu? Ay ben öteki sandım kızım ya.”

Duyduklarım ile kaşlarım çatıldı. “Öteki kim ya?”

“Timin fotoğrafı yok mu hiç?”Dediği şeye karşılık tüm timin vesikalık fotoğraflarının yan yana olduğu panoyu açtığımda eline verdim.

Dikkatlice fotoğrafa bakındığında bana çevirerek gösterdiği adama şaşkınlıkla baktım. “Bununla yakışıyorsunuz kızım! Öteki de güzel ama küçük duruyor sanki?”

Gösterdiği kişi tam olarak Kalenderdi. Ağzım açık bir şekilde parmağının ucuyla işaret ettiği fotoğrafa bakındığım esnada çenemin altından ittirerek ağzımı kapattı. “Hepsi iyi sakin ol.”

“İsmi neydi?” diyerek naif bir sesle sordu.

“Âhi ama bunun aşkla bir ilgisi yok.” dedim sessiz bir mırıldanmayla.

Bakışları yumuşadı. Yüzünde oluşan büyük tebessüm ile gözlerime baktığında, “Peki ne oldu?”

Kaşlarım anlamadığıma dair çatıldı. “Nasıl yani?”

“Ona karşı hislerini nasıl anladın? Ya da sana nasıl davranıyor?”

Dudaklarımı yalayarak yutkundum. “Ona karşı bir şeyler hissetmiyorum. Bana normal davranıyor ama hani olur ya böyle bir gizliliğin içerisinde düzeni bozmamaya çalışırsın… her neyse dur. Bugün diyordum işte.” önümdeki kahve imdadıma yetiştiğinde büyük bir yudum alarak bakışlarımı kahveye sabitledim. “Eve geldiğinde iğnemi yapmamda yardımcı oldu. Sonra içeride otururken bir anda bana yaklaştı, her şey çok ani oldu anlamadım. Tam yakınlaşacakken bir anda geri çekilip özür dilemeye başladı. Sonra apar topar ayaklandı. Kapıdan çıkmadan son kez baktığında, ‘Bir anlık oldu. Komutanım olduğun gerçeği değişmeyecek. Özür dilerim.’ Diyerek gitti. Bende anın şokuyla ne yapacağımı şaşırdım. Böyle bir durumun içerisinde kalmak istemiyorum Emek. Ona karşı hiç bir şey hissetmiyorken, onun benden medet ummasını istemiyorum. Onu daha doğru düzgün tanımıyorum bile! Amacı ne anlam veremedim.” Sızlanırcasına söylediklerim karşısında dudakları büzüldü. “Paniklemiş.”

Oflayarak kollarımı göğsümde toparladım. “Bu beni ilgilendirmiyor. Çok gizemli ve garip anlıyor musun?”

Gülümseyerek başını salladı. “Anlıyorum tabii ki ama bu durumu onunla konuşsan daha faydalı olabilir. Gizemli hallerini ben bilmediğim için çok da yorum yapamıyorum ama dediğim gibi en kısa sürede sen git bir konuş.”

Kaşlarım havalandığında, “Sende Allahtan anlamıyorsun bu işlerden he!” diyerek alay ettim. Omuzuna yavaşça vurduğumda hafif bir kahkaha attı. “O kadar da değil bebeğim. Ben ona karşı hissettiklerimi anlayamıyorum sadece.”

Sohbetin devamında Emek’in aşkını dinlemiştim. Gerçekten de onu anlatırken gözlerinin içi parlıyordu ve çok heyecanlanıyordu.

Çalan telefonum ile bakışlarım masaya düştüğünde Miralay’ın aradığını gördüm.

Telefonu hızla elime alarak cevapladım.

İnatçı ve huysuz bir sesle konuştu. “Neredesin sen?”

“Dışarıdayım.” Şu anda ona Albayım veya Komutanım diyerek seslenemeyeceğim için normal bir şekilde konuşuyordum.

“Yarım saat içerisinde yavru eve geliyorsun. Kuşlar yuvadan çıkıyor.”

“Yarım saat, yavru ev. Hemen geliyorum.” telefonu kapatır kapatmaz eşyalarımı toplayarak ayaklandım. Yavru ev dediği duyan Emek de aynı şekilde toparlanmış bana bakıyordu. Yavru ev bizde Tugay veya askeriye için kullanılan bir isimdi. Miralay ile müsait bir ortamda olmadığımız zamanlarda bu şekilde konuşuyorduk.

Hesabı ödemek için hızlı adımlarla kasaya gittiğimde Emek arkamdan hızla çıkarak yanıma geldi. Yandan bir bakış attığımda, “Ben çağırdım ben ödüyorum.” Dedim kısaca.

“Acelen var diye ısrar etmiyorum ama bir sonrakine benden olacak.” Dediğinde yavaşça tebessüm ederek başımı salladım. Hesabın parasını fazlasıyla bıraktığımda hızlı adımlarla dışarı çıktık. Kapının önünde durduğumuzda aynı anda kollarımızı açarak bedenlerimizi sıkı sıkıya sarmaladık.

“Dikkat ediyorsun. Döner dönmez sesini duymak için bekliyor olacağım.” Kulağıma doğru fısıldadığı cümle ile yavaşça kıkırdadım.

“Emredersiniz komutanım!” sessiz ama güçlü bir tonlamayla fısıldadığımda gülerek omzuma vurdu. Kıdem farkı kıdem farkıydı yani… Hâlâ Üsteğmen olmam beni gerse de görevden sonra bir rütbe sürprizi ile karılaşabilirdim belki.

Sıkı sıkıya sarılıp sağa sola sallanmamız en sonunda sona erdiğinde yanaklarını güzelce öperek arabama ilerledim. Hafif bir korna eşliğinde kafeden ayrıldığımda Tugay’a yakın olmanın rahatlığı ile ana yola çıktım. Ormanlık alanın sapma yoluna girdiğimde kısa bir süre içerisinde beni karşılayan demir kapının önünde durdum. Erler her ne kadar arabamı tanısa dahi illa bir kimlik serüveni yaşıyorduk. Camı yarım aralayarak aradan çıkardığım askeri kimliğimi görür görmez aralanan kapı ile aracımı içeriye alarak bahçeye çıktım. Uzun eteğim ve askeriyeye asla uymayan kombinime kısa bir bakış atarak oyalanmadan içeri geçtim.

Yedek üniformalarım ve görev kıyafetlerim teçhizat odasında olduğu için vakit kaybetmeden merdivenlere yöneldim. Kapının önüne geldiğimde parmağımı kapıya okutarak hızla içeri girmem ve çıkmam an meselesi olmuştu. Beşinin de üzeri çıplaktı.

Kısa bir süre sonra Kalender’in kapıyı aralaması ile içeri geçtiğimde, “Çıkın dışarı!” diyerek beşini de kibarca kovdum. Hepsi hızlıca odayı terk ettiğinde kapıyı kilitleyerek üzerimdeki kıyafetleri teker teker çıkartarak özenle katladım. Kişisel dolabıma koyduğum kıyafetlerim yerine üniformamı çıkarttığımda, jilet gibi duran takım ile dudaklarımda bir tebessüm oluşmuştu. Üniformamı giydiğimde saçımı ensemde sımsıkı bir topuz yaparak beremi kafama geçirdim. Geldiğimden beri ilk takışımdı. Genelde içtima veya dosyalar ile ilgilendiğimden hiç takmamıştım.

Beremi yana yatık bir vaziyette taktığımda dolabın içerisindeki küçük aynadan yüzüme bakındım. Oldukça asil duruyordu. Künyemi üniformanın altına aldığımda, beylik tabancamı belime takarak cüzdanlarımı ve telefonumu ceplerime attım.

Hızlı adımlarla Miralay’ın odasına geldiğimde kapıyı çalıp içeriye geçtim.

Başımdaki bereyi görür görmez kaşları havalandı. “Hayret! Takmak yeni mi aklına geldi!”

Yüzümdeki ciddi ifadeyi bozmadan, “Beni emretmişsiniz Komutanım!” diyerek konuya giriş yaptım.

“Geç otur konuşacağız.” Eliyle işaret ettiği sandalyeye yavaşça kurulduğumda ciddiyetle yüzüme baktı. “Bu gece bir sevkiyat yapılacak. Oldukça büyük bir silah kaçakçılığı söz konusu. Sınırdan geçirdikleri silahları anlaşma yaptıkları ülkelere dağıtarak ellerindeki paralar ile kaçmayı düşünüyorlar.”

“Hangisi Komutanım?” hangisinden kastım ele başı olan teröristin kim olduğuydu.

“Kobra.”

Duyduğum isim ile gözlerim devrildi. Her yerin altından çıkmayı beceriyordu. Yıkım ile gitmiş olduğum çoğu görev bu haysiyetsizin başının altından çıkıyordu.

“Bu gece tam on iki de. Toplam beş tır dolusu beylik tabancaları, patlayıcılar, özel üretim bombalar, havan topları ve keskin nişancı tüfekleri… Tırların hepsini sağ salim alıp dönmeniz gerekecek. Görevin asıl dikkat çekici yanı ise Kobranın operasyonun içinde olması. Normalde hiçbir sevkiyata bizzat kendi gitmez. Çoğunlukla sağ kolunu ve yardımcılarını gönderir ama bu görevde kendisinin de gideceğini içeride olan askerlerimizden öğrendik.”

“Tuzak.” Dedim sessizce.

Başını yavaşça iki yana savruldu. “Bundan emin değiliz ama tuzak olma ihtimalini de göz ardı edemeyiz. Serdar sizi sınıra yakın bir yerde indirecek. Tabii ki tek tim siz olmayacaksınız. Bir destek timi, bir hava yardım timi ve son olarak sizden önce sahada tırların başına bir iş gelmemesi adına orada bulunacak bir saha timi olacak. Tek değilsiniz, görev sizin ama yardım edecek arkadaşlarda orada olacak. Tırların ve silahların başına bir iş gelmemesi adına çok dikkatli olmalısınız. Özellikle de Kobra sahadayken. Onu sağ istiyorum Arsen!”

Masadan hızla kalkarak selama durdum. “Emredersiniz komutanım!”

“Sen gelmeden önce gereken konuşmayı Kurtuluş ile yaptım. Akşam ona kadar hazır olun. On iki de sevkiyat başlayacak. Git ve timini hazırla!”

“Emredesiniz komutanım, benim bir maruzatım olacak-“ dememle, “Başka bir time geçişini yaptık. Gene burada olacak ama senin timinde değil merak etme.” Dediğinde yüzümde gülümseme oluşmasını engelleyerek son kez selam verip odadan ayrıldım.

Sallana sallana koridorda yürümeye başladığımda elindeki dolu çay tepsisi ile yanımdan geçen asker anlık duraksadı. “Komutanım çay?”

“Kurtuluş Timinin dinlenme odasına altı tane getirebilir misin aslanım?” Lanet olsun içimdeki insan sevgisine!

Başını olumlu bir şekilde sallayarak sorumu yanıtladı. “Tabii getiririm komutanım ama önce Albayım ve Tuğgeneralimin odasına bırakmam lazım.”

Başımı onaylarcasına sallayarak ilerlemeye devam ettim. Beremi takmam ayrı bir duruş katmıştı sanki. Omuzlarım her zamankinden daha dik, bakışlarım her zamankinden daha deliciydi. Aheste aheste gelmiş olduğum odanın önünde derin bir iç çektiğimde elim kapının koluna gitti. Aralanan kapı ile hepsi hızla ayağa kalkıp önüme geçti.

“Hayırdır koçum? Dingonun ahırımı burası?” Ertuğrul’un sözleri ile dudaklarımda pis bir tebessüm oluştu.

“Dilini yuttun herhalde canım.” Diyen Yıldırım ile başımı dik bir konuma getirdiğimde hepsi bir adım geriledi.

“Komutanım?” diyen Kalender’e boş gözlerle baktım.

“Efendim canım.” Dedim gıcık bir ses tonuyla.

Hepsinin gözleri bereme kaydığında gözlerindeki ışıldamaya şahit olmak güzel bir histi. Tam karşımda kalan Ertuğrul ve Kalender ikilisini kenara iterek koltukta yayıldım. Çalan kapı ile, “Gir!” emri vermem sonucu elindeki çay tepsisi ile içeriye giren er önce bana baktı.

“Komutanım nereye bırakayım?”

Gözlerim saatler önce tekmelediğim masaya kaydığında düzelttikleri gördüm. “Masaya bırak. Eline sağlık.”

Çayları tek tek masanın üzerine dizdiğinde, “Afiyet olsun komutanım.” Diyerek odadan ayrıldı.

Elime aldığım çay bardağı ile hepsi yerine oturmuştu. Gözlerim odanın içerisinde gezindiğinde kapının tam yanında bulunan ses sistemini aktif hale getirerek konuşmaya başladım. Böylelikle konuştuklarımız dışarıdan duyulmayacaktı. “Akşam görev var. Albay zaten sizinle konuşmuş ama ben bu görevde bir tuzak olduğunu düşünüyorum. Kobra,” çayımdan bir yudum alarak arkama yaslandım. “Şimdiye kadar yapmış olduğu hiçbir sevkiyatta veya pislikte olay yerine gitmemişti. Ne oldu da bu görevde gidesi tuttu anlam veremedim. Her zamankinden daha dikkatli olmamız gerekecek. Albay Kobrayı da alıp gelmemizi istiyor. Zaten tek olmayacağız, bir destek timi, bir hava yardım timi ve son olarak bizden önce sahada tırların başına bir iş gelmemesi adına orada bulunacak bir saha timi olacakmış. Hedefimiz, tırların yanında duran adamları indirmek ve

Kobrayı sağ bir şekilde buraya getirmek.”

“İstihbarat sağlam mı acaba?” diyen Yıldırım ile göz göze geldim. Başımı onaylar bir biçimde salladım. “Sağlam. Bizzat içeride olan askerlerimiz tarafından gelen bir istihbarat bu.”

Çayımı içmeye devam ederken aklıma gelen şey ile konuşmaya başladım. “Dinlenmek için biraz vaktimiz var. Kendinizi yormayın enerjinizi geceye saklayın. Ben birazdan uyumaya gideceğim sizde çaylarınızı içtikten sonra çantaları hazırlayın.” Kalender ve Tekin ikilisini göstererek söylediğim sözlere karşılık ikisinden de onaylar mırıltılar yükseldi.

Çayımı hızlıca kafama diktiğimde ayaklandım. “Komutanım erzak çantası ve ihtiyaç çantasını kim hazırlasın?” Ertuğrul’un dedikleri ile gözlerim boş boş oturun üç kişiye kaydı.

“Yıldırımla ikiniz hazırlayın Teğmenim. Ben yatmaya gidiyorum akşama doğru kalkarım konuşuruz son kez.” Ben kapıya giderken hepsi çaylarını bitirmiş ayaklanmıştı. Çok fazla bakmayarak odamın olduğu kata geldim.

Ceplerimi karıştırdığımda tesadüf bir şekilde bulduğum anahtar ile içeriye geçtim.

Başımdaki beremi, beylik tabancamı ve üniformanın ceketini çıkarttığımda üzerimde kısa kollu hâki yeşili bir tişört kalmıştı. Telefonumun alarmını her ihtimale karşılık saat yediye kurduğumda yatağa uzanarak gözlerimi kapattım.

KURTULUŞ

Yarım saattir tıklanıp duran kapı ile yerimde sinirle soludum. Ellerim yeni uyanmış olmanın verdiği sersemlik ile yüzüme kaydığında esnedim. Kapı artık normalce çalınmıyor yumruklanıyordu.

“Ağzınıza sıçayım sizin bir uyutmadınız! Ne var lan ne?!” yerimden hızlıca kalktığımda anlık hissettiğim baş dönmesi ile elimi kapıya koydum.

Kendime gelir gibi olduğumda kapıyı hızla açarak karşımda dikilen beş danaya baktım. “Ne var!” çatık kaşlarım ile yüzlerine bakmam hiçbirinin hoşuna gitmemiş olacak ki hepsi yerinde kıvranmaya başladı.

“Komutanım ihtiyaç çantasına konulacak eşyalarımızı odada bulamadık. Hazır saat yaklaşmışken size soralım dedik.” Kalenderin dedikleri ile kapıyı tutan elime doğru başını yaslayıp yan bir şekilde yüzüne baktım. “Erdem’e deseydiniz getirirdi. Beni niye uyandırıyorsunuz oğlum?”

“Heyecandan.” Diyerek saçmalayan Tekin’e sert bir şekilde baktım. “Bir gidin başımdan ya! Hadi hadi!”

Sertçe kapadığımda kapıyı sırtıma alarak yatağımın yanına bıraktığım üniformamın ceketini üzerime geçirdim. Beremi takmak üzere başıma götürdüğümde saçımın dağıldığını fark etmemle aynanın karşısına geçerek saçımı ensemde sıkı bir topuz haline getirdim. Beylik tabancamı da belime yerleştirdiğimde telefonumu alarak odadan çıktım.

Saate baktığımda yediyi yirmi dokuz geçmesi ile güldüm. Çalmaya başlayan alarmı kapatarak teçhizat odasına geldiğimde parmağımı cihaza okutarak açılan kapıdan içeriye girdim.

“Sorununuz ne söyleyin şimdi.”

Gördüğüm dört büyük çanta ile sorunu anlamaya çalıştım. “Komutanım sağlık çantaları ve erzak çantası hazır. Gece orada kalmak zorunda kalırsak diye uyku tulumlarını da koyacaktık ama bulamıyoruz nerede olduklarını.” Elimi yüzüme vurduğumda beşini kenara ittirerek, özel dolaplarımızın yanlarında duran matları ve yer yataklarını önlerine attım. “Bakar kör oldunuz herhalde.”

Dudağını ısırarak çekinircesine konuşan Tekin, “Vallahi görmedik Komutanım.” Duyduklarım ile gözlerimi devirdim. “Neyse tamam,” gözlerim Yıldırıma döndüğünde yerdeki matları işaret ettim. “Çantaya yerleştir. Herkes hazır mı?” üzerlerine baktığımda görev üniformalarını giydiklerini görmem ile yüzümde memnun bir ifade oluştu. Hepsi tüfeklerini çıkartarak kendi dolaplarının önüne bırakmıştı.

“Hazırız komutanım, sizi bekledik sadece.” Diyen Kalender ile başımı salladım.

Kendi dolabımın önüne geldiğimde alt rafta gördüğüm çelik yeleği elime aldım. Üniformanın düğmelerini açarak içime geçirdiğim yelek ile bir nevi hazırdım.

Operasyonda kullanacağım tüfeğimi üzerime yasladığımda mermilerimi çıkarmaya başladım. Başımdaki beremi dolabın içerisinde bıraktığımda kafama oturttuğum kaskımı çenemin altından sıkılaştırdım. Hâki yeşili üzerimdeki üniformalarla uyumlu olan peçemi de burnuma kadar çektiğimde yalnızca gözlerim gözüküyordu. İç ceplerime doldurduğum şarjörlere kısa bir göz atarak eksiğim olmadığına kanaat getirdim.

Tüfeğimi çapraz tutuşa aldığımda bakışlarım odada gezindi. “Çantaları alın çıkıyoruz.”

Odadan çıkarak dinleme odasına geçtiğimizde kısa bir süre içerisinde çalan kapı ile içeriye giren kişi Erdem’den başkası değildi. “Komutanım hazırsanız bahçeye geçelim.”

Kurtuluşa verdiğim işaret ile hepsi hızlıca ayaklanarak arkamdan yürümeye başladı. Bahçeye çıktığımızda ormanlık alana doğru yürümeye başladık. Adımlarımız arttıkça git gide şiddetlenen pervane sesi ile helikopterin bizi beklediğini anladım. Bahçede duran Albay bizi görür görmez hepimizi baştan aşağı süzdü.

Bir adım öne çıkarak yüksek bir sesle konuşmaya başladım. “Kurtuluş Timi bir Üsteğmen, İki Teğmen, bir Astsubay Başçavuş, bir Astsubay Kıdemli Üstçavuş ve Astsubay Çavuş ile verilen göreve çıkmak için hazırdır Komutanım!”

“Rahat asker! Biraz daha erken gitmenizi uygun gördüğümüz için birazdan yola çıkacaksınız. Dediğim gibi tırları ve Kobra denilen lanet adamı burada görmek istiyorum. Olası bir durumda merkezle irtibat halinde olmayı unutmayın. Emir komuta Armin Üsteğmende. Hepinizi sağ bir şekilde görmek için burada sizi bekliyor olacağım! Önce Allah’a sonra birbirinize emanetsiz!”

“Sağ ol!” altı kişinin sert sesi ormanlık arazide yayıldığında Albay başıyla helikopteri işaret etti.

Yıldırım’a dönerek geçmesi adına işaret verdiğimde hepsi hızlıca helikoptere geçti. Son kez etrafa bakındığımda helikopterin basamağına basarak kendimi yukarı çektim. Kapanan kapı ile içeriye dolan tek ses helikopterin pervane sesi oldu.

Bakışlarım Tekin’in üzerindeyken konuşmaya başladım. “Görev ihlali istemiyorum. Olur da bana bir şey olursa Kalender Teğmenin sözünden dışarı çıkmıyorsunuz. İlk hedefimiz tırların etrafını temizlemek olacak bunu unutmayın. Tabii bunu yaparken Kobraya dikkat edeceğiz. Gerekirse yalnızca onun üzerine oynayarak dört bir yanını saracağız. Ben atış serbest emrini vermeden kimseden bir hareket de bulunması istemiyorum. İki önemli hedefimiz var; birincisi tırların sınırdan geçmesini engellemek, ikincisi Kobra. Anlaşıldı mı?!” maskenin ardından çıkan sesim boğuk ve kalın çıkıyordu. Gözlerim hariç açıkta kalan hiçbir yerim olmadığı için bilmeyen birisi tarafından erkek de sanılabilirdim.

Beşi de ciddi bir ifade ile beni dilediğinde hep bir ağızdan bağırdılar. “Anlaşıldı komutanım!”

“Güzel.” Diyerek mırıldandığımda bunu duyan yalnızca Kalender olmuştu. Yanımda Kalender karşımda ise Kurtuluş’un geri kalan dörtlüsü vardı.

Gözlerimi kapatarak başımı geriye yasladığımda uzun yıllar sonra Kobrayı göreceğim gerçeği benimde huzursuzluğa yok açıyordu. Kobra bana eskileri hatırlatıyordu. Yıkım ile çıktığımız operasyonları.

Gözlerim uzun bir süre kapalı kaldı. Bu süre içerisinde Yıldırım’ın mırıldanmaları, Tekin ve Ertuğrul’un kısa çaplı konuşmalarını da duymuştum.

Helikopterin pervane sesleri yavaşlamaya başladığında gözlerim açıldı. “Armin Üsteğmenim, sınıra yakın bir yerde sizi indireceğim. Kısa çaplı bir yürüyüş sonucu alanı görürsünüz.”

Sessizce mırıldandım. “Tamam Çavuşum teşekkürler.”

Beş dakikaya yakın bir süre içerisinde helikopterin yerle buluştuğunu hissettiğimde, ayaklandım. Açılan kapı ile yere dikkatli bir şekilde atladığımda peşimden bütün Kurtuluş ekibi inmişti.

Gözlerim Âhi’ye döndüğünde, “Ne kadar yürüyeceğiz Üstçavuşum?” diyerek sordum.

Bakışları kolundaki saate kaydığında bir süre durdu. “Çok değil Komutanım. On beş, yirmi dakika içerisinde alana varmış oluruz.”

“Merkeze, geldiğimize dair haber ver hemen.” Diyerek Kalender’e doğru konuştum. Sert adımlarla ilerlemeye başladığımda bakışlarım yerdeydi. Olası bir mayın durumuna karşılık adımlarımı dikkatli atıyordum.

Etraf sessizdi ve bu güzel bir haber değildi. Sevkiyata çok fazla zaman kalmamasına rağmen hiçbir hareketlilik yoktu.

“Komutanım hazır yokken ateşin közünü mü ayarlasak?” diyen Tekin’e döndüğümde kısa bir süre düşündüm.

“Olabilir. Gelirlerse yerimiz belli olmaz en azından, başlayın hızlıca.” Geceleyin ateşin dumanı ve rengi etrafa yayıldığı için yerimizi belli etmemek adına ısınmak için yanıp sönmüş ateşin közünü kullanıyorduk.

Âhi ve Tekin hızla çantaları karıştırıp gerekli malzemeleri çıkardıklarında biraz ileriye giderek ateşin çok gözükmeyeceği bir yerde hazırlanmaya başladılar.

Gözlerim Kalender’e döndüğünde, “Hadi gel biraz etrafa bakınalım.” Dememle yanımda bitti. Son kez Ertuğrul’a baktığımda, “Göz kulak ol, bir hareketlilik görürsen bildir hemen.” Diyerek yanından ayrıldık.

Sınırın olduğu yerde hiçbir hareketlilik göremiyordum. Kalender’e dönerek, “Sen bir şeyler görüyor musun Teğmenim?” diye sordum çünkü ben hiçbir hareketlilik göremiyordum.

Kalender dikkatle etrafa bakınmaya devam ederken sorumu yanıtladı. “Şu an dikkatimi çeken bir hareket olmadı komutanım.”

Kenarda duran kayaların yanına çömelerek oturduğumda Kalenderde hareketimi tekrarlayarak yanıma oturdu.Şu anda bulunduğumuz yer tırların geleceği yerin gözle görülecek derece uzağındaydı.

KURTULUŞ

Aradan geçen yarım saatte hâlâ hareketlenme yoktu. Yanımıza yaklaşan adım sesleri ile hızla ayaklanarak silahlarımızı ileri doğrulttuk. “Benim komutanım, Yıldırım.”

Silahlarımızı indirerek Yıldırım’a baktık.

“Komutanım hazır ateşi yakmışlarken çay demledik. Gelin sizde için.”

Kalender emin olmak adına bana baktığında başımla ileriyi işaret ettim. “Zaten oradan da aynı yer gözüküyor. Çay içerken bakarız yine, gel gidelim.”

Yıldırım bize söyleyip yanımızdan ayrılmıştı. Kalender ile birlikte sakin adımlarla bizimkilerin yanına geldik. Ateşin dumanını söndürmüşlerdi. Geride kalan közleri ise getirdikleri özel çantanın içerisinde muhafaza etmek adına koymuşlardı.

Yıldırımın iki elinde duran bardakları Kalenderle bana uzattığında, ellerimi bardağın çevresine sararak yere çömeldim. Peçemi boynuma doğru çektiğimde derin bir nefes aldım.

“Sevkiyatın zamanı yaklaşmaya başladı komutanım.” Diyen Yıldırıma döndüm. “Ama hiçbir hareket yok.” Elim belimde duran telsize kaydığında birkaç ayarlama sonucu merkeze bağlandım. “Kurtuluş’tan merkeze.”

“Merkez sizi duyuyor komutanım. Bir sorun mu var?” Tanımadığım ses ile ne olur ne olmaz diyerek, “Albayı bağlayın.” Dedim.

Kısa bir süre sonra telsizden gelen cızırtılar ile Miralay’ın sesi kulaklarımızı doldurdu. “Kurtuluş! Bir sorun mu var?”

“Komutanım sevkiyatın zamanı yaklaştı ama ortalıkta hiçbir hareket yok.” Dedim kısaca.

“Bekleyin, eğer hareket olmazsa yarın geceye doğru tekrar alırız sizi.” Demesi ile, “Emredersiniz komutanım.” Diyerek söylendim. Telsizi sağ göğsümün üzerine sıkıştırdığımda çayımdan bir yudum aldım.

“Tuzak mı sizce?” Sessizce konuşan Âhi’ye döndüğümde derin bir nefes aldım.

“İçimdeki his tuzak olduğunu haykırıyor.” Diyerek mırıldandığımda Yıldırım gözlerini devirdi. “Ay aman sizde! Azcık enerjik olun be, gelirlerse hepsini bir iki mermiyle öldür, paketle oh mis! Gelmezlerse de bir sonraki operasyonda zaten geberecekler. Karalar bağlayın hemen! Aferin size!” Susmak bilmeyen adama aynı şekilde göz devirerek karşılık verdiğimizde omuz silkerek çayını içmeye devam etti.

Esen rüzgâr ile içim titremişti. Ellerimi olabildiğinde sardığım çay bardağına sardığımda koca cüssemi ısıtmasını beklediğim çay bardağı ile dudaklarımdan küçük bir kıkırdama kaçtı. Hepsinin bakışları bana döndüğünde aralarında bana bakarak sırıtan tek kişi Yıldırım olmuştu. Başımı ne var? dercesine salladığımda sırıtarak yanıma oturdu.

Beni, kalçasıyla oturduğum yerden ileriye doğru ittiğinde timden biraz uzaklaşmıştık. “Ne oluyor ya?” diyerek çemkirdiğimde pisçe sırıttı.

“Ne o kenarda kendi kendine gülmeler falan? Ne oldu kız âşık mı oldun?” duyduklarım ile koluna sert bir çimdik attım.

“Kessene sesini. Duyacaklar, yanlış anlayacaklar bir de!” kısık ama sert sesime inat sırıtmaya devam etti.

“Kime? O düğünde yanında duran uzun saçlı vardı. Neydi lan adı Hamsi? Levrek?-“ elindeki çay olmasa karın boşluğuna sert bir dirsek geçirmek içimden geçse de kendimi tutarak bacağına sertçe geçirdim. “Uzatma!”

“Aha! Hüseyin! Kız çen âşık mı oldun çen?” eli çeneme gittiğinde başımı sağa sola sallayıp duruyordu.

Çenemdeki eline sertçe vurduğumda sırıtması yüzünden ayrılmıyordu. “Boş boş konuşma Yıldırım!”

Çayımdan bir yudum aldığımda Yıldırım doğrudan yüzümü inceliyordu. “Hüseyin değilse kim? Samet değil, sevgilisi varmış-“ dediğinde kaşlarım çatıldı. “Sen nereden biliyorsun Samet’in neyi var neyi yok acaba?” diyerek sorduğumda gülmeye başladı. “Geçen tanıştırdığın gün sohbet ederken numarasını aldım. Konuşuyoruz arada, sohbeti sarıyor.” Duyduklarım ile oflayarak bakışlarımı ileride gezindirdim. “Tövbe yarabbi ya.” Mırıldanmam ile bir kere daha güldü.

Onu terslememe kırılmış gibi yere bakarken başını sertçe vurup yanından kalktım.

Ateş yakılan yerden gelen sıcaklık ile bir umut ısınmak için yere oturdum. Elimde yarım kalan çayı dudaklarımın arasından yolladığımda herkes kendi arasında sohbet ediyordu. Yıldırım hariç. En son kafasına vurmam ile hâlâ aynı noktaya bakıyordu. Sanırım kırılmıştı.

Biten çayımla etrafa bakındım. Bir anda elimden alınan bardak ile bakışlarım alan kişiye döndü. Âhi kenarda duran termostan bardağa döktüğü çay ile tekrar bardağı ellerimin arasına bıraktı. “Sağ ol Üstçavuşum.” Dedim ciddiyetle.

Aynı şekilde, “Rica ederim komutanım.” Diyerek karşılık verdiğinde gözlerim çayın buharına takıldı. Hâlâ aynı yerde oturan Yıldırım’a yanımdan aldığım bir taşı fırlatarak konuştum. “Gel lan buraya!”

Hızla arkasını döndüğünde elindeki çaya dikkat ederek ayaklandı. “Emredersiniz komutanım.”

Buharı üstümde tüten çayımdan ufak bir yudum aldığımda bakışlarım ilerideydi. “Geliyorsanız gelin lan artık!” kaşlarım çatık bir vaziyette oturduğum yerden konuştuğumda Kalender araya girdi. “Kobranın geleceğinin haberinden belliydi zaten bir şeyler olduğu.” Başımı salladım. “Aynen öyle.” Dememle ileriden gelen araba sesi ile yerimde dikleştim. Elimdeki çayı hızlıca içtiğimde Tekin’e uzatarak, “Çayı sakın yere dökmeyin, toparlanın hızlıca.” Dedim.

Tekin hızla bardakları topladığında çantaları alarak silahları çapraz tutuşa aldılar.

Sol taraftan gelen tekerlek sesi ile bakışlarımız oradaydı. Yaklaşmaya başlayan araç ile, “Gözükmeyecek şekilde mevzilenin.” Diyerek kendimi az önce çay içtiğimiz kayalıkların ardına attım. Gelen araba tam önümden geçtiği sırada silahımın dürbünü ile süren kişiye baktım. Başına doladığı kat kat şeyden yüzü görünmüyordu.

“Komutanım ne yapıyoruz?” dedi Kalender.

Hırsla, “İndireyim mi komutanım!” diyen Tekin’e karşılık, “Lan bir dur! Bir bakalım ne yapacak.” Dediğimde hepsi sessizleşti.

Arabanın içerisinden inen adama baktığımda bir süre etrafı inceledi hemen ardından cebinden çıkardığı telefonu kulağına götürerek konuşmaya başladı. Dürbünü dudaklarına hizaladığımda artık konuşmasını bende görüyordum.

“Etraf sessiz, askerlere haber gitmemiş daha.”

Bir süre karşı tarafı dinleyip devam etti. “Ne olur ne olmaz, şimdi siz çıksanız arkanızdan gelirlerse tırlar elimizde patlar. En iyisi sabaha karşı çıkarmak.”

Dudakları büzüldü. Hemen ardından, “Sen bilirsin, ben buradayım gelirken haber verirsiniz.” Diyerek başını salladı.

“Sabaha karşı, tamam.” Başını sallamaya devam ederek telefona odaklandı. “Tamam, tamam hallederim.”

Telefonu kapattığında ellerini ceplerine koyarak bir süre etrafa bakındı. Kısa bir süre sonra arabaya binerek arka koltuğa boylu boyunca uzandı. Ne kadar da emindi kendinden, vurulmayacağından, etrafta asker olmadığından…

“Komutanım indireyim mi!” diyen Tekin ile bıkkınca bir nefes verdim. “İndirme oğlum, indirme.”

Yarım saate yakın bir süre arabanın içerisinde uyuyan adamı izlediğimde, “Herkes dikkatlice kayalığın arkasından yanıma doğru gelsin.” Dedim kulaklıklarını çıkarmamış olmalarını dileyerek.

“Emredersiniz komutanım.” Kısa bir süre sonra hepsi kedi yavrusu gibi peş peşe yanıma geldiğinde, “Valla adam rahat. Etrafın temiz olduğunda da bir o kadar emin-“

“Embesil, şerefsiz!” diyerek lafımı bölen Tekin’in bacağına silahla vurdum. “Kes lan sesini artık! Bunlar sabaha doğru gelecek ama biz gene de bir yere kurulup izlemeye devam ederiz.” Dediğimde Kalender onaylayarak karşıdaki mağara tarzı oyuğu gösterdi. “Komutanım en iyi yer şu anlık orası. Hem aşağıdan bakan göremez hem de ani gelişen bir durum olursa açık vermeden indirebiliriz.”

Kalender’in dedikleri kulağıma mantıklı gelmişti. “Tamam o zaman, sessizce devam ediyoruz.”

Kalender yanıma geçerek nereden gitmemiz gerektiğinden bahsetmeye başlamıştı. Kalender’e güvenerek oyuğa doğru yürümeye başladım. Kısa sürede hızlı ama bir o kadar sessiz adımlarla geldiğimizde, içeriye göz attım. Kimse yoktu ve yerler pis değildi. Kendimi yere atacakken kolumdan çeken kişiye baktım. “Komutanım yatakları atalım öyle oturun.” Diyen Tekin ile başımı sallayarak doğruldum.

“O zaman şöyle yapalım, Kalender ile ben dışarıda nöbete duralım sizde ateşin közleri ile yatakları ayarlayın.” Dediğimde hepsinin onaylaması ile dışarı çıktık.

Oyuğun kenarında kalan taşlara sırtımı yasladığımda Kalender de yanıma çöktü. Ediyle büdü gibi geziyorduk ortalıkta.

“İki tüttürsem?” diyerek mırıldanan Kalender’e döndüm. Gözlerim etrafta gezinirken kimsenin olmamasının ve kayalıkların bizi gizlemesinin verdiği rahatlık ile iç cebimden iki dal sigara ve çakmak çıkardım.

Sigarayı uzattığımda dudaklarının arasına sabitledi. Aynı şekilde dudaklarımın arasına sıkıştırdığım sigaranın ucunu alevlendirdiğimde başımı yana çevirerek sigaram ile sigarasını alevlendirdim.

Çakmağı cebime attığımda sigaramdan bir nefes aldım.

“İçtiğini bilmiyordum.” Diyen Kalender’e yandan bir bakış attım.

Omuz silkerek, “İçmezdim zaten, arada sıkıntıdan falan.” Diyerek yanıt verdiğimde dudakları büzüldü.

Kalender’i ilk defa bu kadar yakından inceliyordum. Çene hatları oldukça keskindi. Tıpkı bir V harfini andıran çene hattı çıkık elmacık kemikleri, kısa ama kıvırcıkları belli olan saçları ile oldukça iyi görünüyordu. Yüzündeki peçeyi ben indirdiğim zaman hepsi indirmişti ve şu an tırların gelmesini beklerken sigara keyfi yapıyorduk. Normalde görev başında sigara içen bir kişiliğim yoktu zaten ama şu an hem etrafın boş olması hem de can sıkıntısından içiyordum.

“Gözlerindeki acının sebebi ne Armin?” diyerek gözlerini arabada yatan kişiye diktiğinde derin bir nefes aldı.

“Eskiler, geçmiş. Bir zamanlar hatırlamak için çabalarken şimdi unutamamanın verdiği çaresizlik… Kim bilir?” omuz silktim.

İkimizin de aynı anda içimize çektiğimiz zehri havaya bıraktığımızda, “Eskiler dedin. Eskilerden kastın, bize anlatırken üstü kapalı bir şekilde bahsettiğin timin değil mi?” dedi.

Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştuğunda, “Öyle,” ağır ağır başımı sallarken iki parmağım arasına sıkıştırdığım sigaramdan bir nefes çektim.

“İsmi gibi bana Yıkımlar yaratan bir tim oldu.” Dedim boynumu çıtlatarak.

Bacaklarını öne attığında rahatça kayalıklara yaslandı. “Bir devir kapanır,” dediğinde lafını kestim ve, “Bir devir açılır.” Diyerek devam ettim.

“Çok takma, sonradan pişman olursun.” Dedi omuz silkerek.

Sigaramı postalımın altına bastığımda çöpünü cebime attım. “Sende ne var ne yok?” dedim merakla.

Bu kadar beyefendi bir kişiliği varken illaki bir şeyler olurdu ama öyle değil mi?

“Bende hiçbir şey yok.” Dedi umursamazca.

Kaşları hızla havalanıp düştü. “Sebep?”

“Sıradan bir hayatım var. Ailem ve ben işte… tek aksiyon mesleğim.” diyerek soruma soruyla karşılık verdi.

Gözlerimi kapatarak bir elimi alnımın üzerinden gözlerimi kapatması adına üzerine koydum. Gözlerimi baş parmağın ve orta parmağım eşliğinde sıktığımda esen hava ile içim titredi.

“Gel biz biraz içeri geçip ısınalım, Yıldırımla Âhi geçsin.” Yorgunluktan oturduğum yerde boş boş bakmakla yetinirken Kalender tekrardan bana seslendi. “Geçmeyelim mi?”

Bakışlarım boşluğa daldı. Kol altlarımda hissettiğime eller ile ayaklandığımda Kalender anlamsızca yüzüme baktı. “Yürür müsün? Sırtıma mı alayım?”

Derin bir nefes alarak omuzuna sert bir yumruk attığımda gülerek omuzumdan ileriye itekledi. Ayağımı baldırına takarak bedenini öne çektiğimde sersemledi. Düşecek gibi olduğunda kolundan güçle tuttum. İtişe kakışa oyuğa geldiğimizde közün dibine girip ısınan dörtlüye baktık.

Aklımdan geçenleri söyleyen Kalender’e bakarak sırıttım. Kalender sinirle kaşlarını çatıp konuşmaya başladı. “Bizim dışarda bir yerlerimiz donsun beyefendiler burada keyif yapsın! Oh ne âlâ! Yıldırım, Âhi çıkın ağabey dışarıya.”

Yıldırım omuz silkerek bana baktı. “Komutanım emir vermedi kalkamam.”

Dedikleri ile tek kaşım kalkık bir biçimde Kalender’e döndüm. Aramızda kısa süreli bir bakışma geçtiğinde alay edercesine konuşmaya başladım. “Yıldırım ve Âhi ikinizde dışarıya çıkın hemen!”

Yıldırım yıkılmışçasına yüzüme baktığında hiç yüzüne bakmadan Kalender’e dönerek sırıttım. Elini havaya kaldırdığında hızla eline çarparak güldüm. İkisi hızla dışarı çıktığında kalktıkları yere oturarak közden dışarı çıkan sıcak buhar eşliğinde bedenimi ısıtmayı umut ettim.

Sırtıma bırakılan battaniye ile Kalender’e bakarak kolumu kaldırdım. Battaniyenin bir ucunu da onun bedenine sardığımızda yavaş yavaş ısınmaya başlamıştık.

Tekin kenarda duran çantaları karıştırarak hızlıca çay doldurduğunda gülümsedim.

Aklıma gelen şey ile gülen yüzüm soldu. Kolumla Kalender’i dürttüğümde bakışlarını dolan çaylardan çekerek bana döndü. “Ne oldu?”

Yutkunduğumda, “Bugün biraz atarlandım kusura bakma. Sinirlenince ağzımı tutamıyorum saçmaladığım için özür dilerim.” Diyerek kısık bir seste konuştum.

Dudaklarında güzel bir gülümseme oluştuğunda başını iki yana salladı. “Önemi yok, sende kendine göre haklısın. Ben sadece biraz sakin kafayla düşünmen için konuşmuştum.”

Gülümseyerek yüzüne baktığımda aynı şekilde karşılık verdi.

Tekin ikimize çaylarımızı uzattığında dışarıya çıkan ikiliye çay götürmek için ayaklandı.

Çaylarımızı içmeye başladığımızda kısa bir süre içerisinde uyuşan bedenim ile arkamızda kalan yataklara kısa bir göz attım. “Kalenderle ikimiz biraz uyusak, Yıldırımlar üşüyünce siz geçseniz olur mu?” diyerek Ertuğrul’a döndüğümde olumlu bir şekilde başını salladı. “Siz biraz uyuyun biz yorulursak sizi uyandırırız.” Dediğinde bakışlarım Kalender’e döndü.

“Yatmak istersen gel, yan yana kurmuşlar tüm yatakları.” Dedim arkayı göstererek.

Başını salladığında battaniyenin altından kalkarak elimdeki çay bardağını da alıp çantaya koydu. Battaniyeyi kirletmemek için sağlık çantasının üzerine katlayarak bıraktım.

Uyku tulumunu açarak postallarımı ve kaskımı çıkartıp içine girdim. Kısa bir süre sonra gözlerim içerinin sıcağından kapandığında bedenim de uyuşmaya başlamıştı.

KURTULUŞ

Omuzuma uygulanan parmak baskısı ile gözlerim aralandı. “Güneş doğacak birazdan kalk hadi.”

Kalender gözleri yarı açık bir şekilde beni uyandırmaya çalıştığında tulumun içinden çıkarak bedenimi esnettim. Elimle yüzümü sıvazladığımda oturduğum yerden postallarımı ayağıma geçirdim. Kaskı geçirmeden önce açılıp dağılmış olan saçlarımı sıkıca topladım. Üzerime başıma çeki düzen verdiğimde uyku tulumunu toplayarak çantaların yanına bıraktım. Silahımı da çapraz tutuşa aldığımda dışarıya çıktım.

“Günaydın Komutanım.” Diyerek beni karşılayan beşliye baktım.

“Sağ olun arkadaşlar. Siz de uyudunuz değil mi?” diyerek dikkatle yüzlerini incelediğimde hepsinin enerjik olduğunu gördüm. Tekin soruma cevap verdi. “Düzenli bir şekilde değişerek bizde uyuduk Komutanım, merak etmeyin.”

Başımı salladığımda biraz ilerleyerek arabanın içerisinde yatan ayıya baktım. “Daha uyuyor mu bu dana?”

Bıkkınca bir nefes veren Yıldırım, “Uyanmıyor bu Komutanım!” dedi.

Dudaklarımdan istemsiz bir kıkırtı çıktığında, “Ölmüş olmasın mal.” Diyerek karşılık verdim.

Verdiğim tepkiye karşılık hepsi güldüğünde havanın yavaştan aydınlanmaya başladığını gördüm. “Bunlar da bir gelemedi. Ne güzel karşılama töreni yapacaktık.” Dediğimde hepsi gülmeye devam etti.

Tekin ve Yıldırım’a içeriyi işaret ettim. “Ben uyku tulumlarını toparladım. Siz içeriye geçip çantaları alın.” Dememle ikisi de içeriye geçti.

Esen rüzgâr ve kapalı hava içimi daraltıyordu.

Tekin ve Yıldırım çantalar ile yanımıza geldiklerinde ilerideki hareketlilik dikkatimi çekti. “Şuraya bakın.” Başımla işaret ettiğim yere baktıklarında, arabada uyuyan adamın yanına bir kişi daha eklenmişti. Şu anda ikisi de bir şeyler konuşuyordu. Elimi arkaya doğru uzattım. “Dürbün verin çabuk.”

Elime bırakılan dürbünü konuşan adamın dudaklarına yaklaştırdığımda, “Ne zaman gelecekler? Beklemekten sıkıldım artık.”

“Sakin ol, bir saat içerisinde hazırlıklar başlar. Sonra da tırları getirecekler.”

“Tamam, gel arabaya geçelim.”

“Ne dediler Komutanım?” diyen Ertuğrul’a döndüğümde, “Bir saate hazırlıklar başlarmış. Sonrada tırları getireceklermiş.

KURTULUŞ

Aradan geçen bir saat içerisinde birkaç araç olduğumuz noktaya gelmiş hazırlanıyorlardı. Şu an yanımda Kalender ve Ertuğrul vardı. Karşı kayalıkların orada ise Tekin ve Âhi ikilisi vardı. Görev yerlerini belirlerken Yıldırım ben gidiyorum diyerek hızla yanımızdan uzaklaşmış, yerini sorduğumda ise hiçbir şey söylememişti.

Yerde yüz üstü yatar bir vaziyette ileriyi izliyordum. “Komutanım Yıldırım’a bir seslenseniz mi? Nereye kayboldu bu? ben göremiyorum.” diyerek mırıldanan Kalender ile kulaklığı aktif hale getirdim.

“Keskin! Neredesin lan sen?” lakabı ile seslenmek yerine kendi kafama esen lakap ile seslenmiştim.

“Komutanım söylesem ne olacak sanki? İyi benim yerim!” diyerek direten Yıldırım’a karşılık derin bir iç çektim. İnat etmişti pislik.

“Gidince seninle ilgileneceğim ben oğlum, bekle sen.” Dediğimde oflayarak karşılık verdi.

İleriden gelen tekerlek sesleri ile bakışlarım hızla yol belledikleri alana kaydı. En önde olan korunaklı gözüken aracın içerisine dürbünümü yaklaştırdığımda gördüğüm kişi ile yüzüm buruştu. “En öndeki araçta Kobra var. Herkes gözünü kulağını dört açsın.” Dedim gözlerim aracın içerisinde gezerken.

“Emredersiniz Komutanım.”

Araç diğer arabaların yanında durduğunda içeriden önce dört adam en sonda Kobra indi. Gözleri fıldır fıldır etrafı incelerken yanına geçen adam ile tırlar hakkında kısa bir konuşma yaptı.

“Komutanım tırlar geliyor.” Diyen Yıldırım’ın sesini duyduğumda, “Tamamdır, önce ne yapacaklarına bakıyoruz sonra da emirimle beraber ateş açıyoruz.” Dedim.

En önde gelen tırın yüklü olduğu, hızından anlaşılıyordu. Beş tır kısa bir süre içerisinde araçların arkasında yan yana dizildiğinde Kobranın yüzünde pis bir sırıtış belirdi. Adamlar tırların kapılarını açarak içlerine bakınmaya başladıklarında, bir araç sürüsü daha buraya gelmeye başlamıştı.

“Kaç araç geliyor?” diyerek sordum.

“Şu anlık yedi.” Dedi Yıldırım.

Arabadan inen adamlar tırların önünde durduklarında Kobra ile el sıkışıp silahları incelemeye başladılar.

“İndireyim mi komutanım!” diyen Tekin ile yerimde sinirle soludum. “İndirme oğlum! İndirme!”

“Komutanım ne yapıyoruz?” diyerek soran Kalender’e karşılık, “Kobra hariç hepsini indiriyoruz ama ondan önce beni saha timine bağlayın hemen.” Dedim.

Kalender’in bacaklarıma doğru fırlattığı telsizi alarak, “Kurtuluş timi konuşuyor, saha timi burada mısınız?” diye sordum.

“Evet komutanım, emrinizi bekliyoruz.”

“Tırlar geldi, Kobra da olay yerinde. Sizden isteğim, ateş başlamadan birkaç dakika önce tırların yakınlarında bulunmanız. Hepsini indirdikten sonra tırları sağ salim buradan çıkarmamız lazım.”

“Tamamdır komutanım ama Kobra ne olacak?”

“Onunla bizzat ben ilgileneceğim. Siz olduğunuz yerden çıkmaya başlasanız iyi edesiniz beş dakika içerisinde atışa başlıyoruz.” Dedim.

“Anlaşıldı, geliyoruz.”

Telsizi tekrardan Kalender’e fırlattığımda, ileride gördüğüm hareketlilik saha timine aitti. Araçların çok yakın bir yerine çember şeklinde dağıldıklarında bunu bizden başka kimse fark etmemişti. Salaklar etrafın temiz olduğundan o kadar eminlerdi ki ayak üstü çay keyfi yapıyorlardı.

“Keskin, ilk atış sende. Keskin’in atışı ile Kobra ve tırlar harici her yer serbest!” diyerek yükseldim.

“Ya Allah Bismillah!” Yıldırım’ın sesini takip eden sert atış sesi ile araçların önünde elleri arkalarında bağlı duran adamların başlarına nişan aldım. Kobra bu anı bekliyormuş gibi elindeki bardağı fırlatarak arabalara koştuğunda, hızla aracı çalıştırdı.

“Komutanım Kobra kaçıyor!”

“Kobra bende siz devam edin!” diyerek aracın lastiklerini indirdiğimde elini hızla direksiyona vurdu. Arabanın bir yerlerini karıştırmaya başladığında eline aldığı bomba ile sırıttı.

“Kaç kişi kaldı? Bombayı patlatmayı hedefliyor!” diyerek bağırdığımda Âhi yüksek bir sesle konuşmaya başladı. “Komutanım sahada çok adam kalmadı aşağı inelim.”

“Siz yerlerinizden ayrılmıyorsunuz. Doktor! Gel benimle.” Yanımda kalan Kalender hızla mevzilendiği yerden çıktığında koşar adımlarla sahaya indik.

“Koruma ateşi!” diyerek yüksek sesle bağırdığımda karşı kayalıklardan çıkan destek timi ile işimiz kolaylaşmıştı.

Arabanın yanına geldiğimizde kapıyı zorladım. Kilitli olan kapı ile silahımın kabzasını aracın camına geçirdiğimde patlayan cam ile Kobranın küfürleri birbirine karıştı. Yalnızca gözlerim görünse dahi, gözlerimden çıkan ateşler ona yeterdi. “Bombayı patlatıp kaçabileceğini mi sandın?!”

Yan koltuğun olduğu cam hızla kırıldığında içeriye kafasını uzatan Kalender ile göz göze geldi. “Ne o yavrum? Korktun mu?”

Yüksek sesli bir kahkaha attığımda kulaklarıma dolan atış sesleri ile göz temasını bir an olsun kesmedim. Kolundan sertçe kavradığımda, “Gel lan buraya!” diyerek dışarıya fırlattığım adama iğrenircesine baktım.

“Sizi geberteceğim! Nasıl olur da benim işimi bozmaya cüret edersiniz?” duyduklarım ile kaşlarım havalandı. Kalender’e dönerek, “Merkezle iletişime geç helikopteri yollasınlar.” Dedim.

Kalender bir adım arkamda merkezle konuşmaya başladığında bakışlarım yerde yatan ite kaydı. “Hayırdır? Bir tarafların mı kalktı? En son seni gördüğümde ölmemek için yalvarıyordun çünkü.” Diyerek alay ettiğimde gözleri irileşti. “Sen?”

Kaşlarım havadan bir an olsun ayrılmazken dudaklarımda ukala bir gülüş vardı ama göremiyordu. “Ne ben?”

“Seni gebertirim asker!” yakından duyduğum ateş sesi ile bedenim titredi. Bakışlarım aşağı kaydığında bedenimden akan kanı görmem ile yüzüm kızardı.

“Sen kimi gebertiyorsun lan!” yakasından tuttuğum gibi yüzünü yüzüme yakınlaştırdığımda, yumruk halindeki elimi yüzüne geçirdim. “Seni burada parçalarım bir Allah’ın kulu da bulamaz cesedini!”

Yumruklarımın ardı arkası kesilmezken elim hızla boğazına sarıldı. “Senin nefesini şuracıkta kesebilirim, duyuyorsun beni değil mi?”

Boğazını tüm gücümle sıktığım için yüzü kızarmaya hatta morarmaya başlamıştı. Nefes alamamaya başlamasıyla elimi gevşeterek yumruklarımı yüzüne indirmeye devam ettim. Karnımdan bacaklarıma süzülen sıcak sıvı ile bedenimdeki üşüme hissi yerini yanma hissine devretmişti. Ellerime bulaşan kan patlayan dudağı ve kırılan burnuna aitti. Gözlerim hırstan dönmüş gibi ellerimi üzerinden çekemiyordum.

İki kolumda ve bacaklarıma hissettiğim eller ile Kobranın üzerinden sertçe çekildim. Elimi tutanlardan birine sert bir yumruk attığımda, “Ah! Komutanım ne yapıyorsunuz ya?” diyen bir ses duydum.

Kollarımdaki ve bacaklarımdaki ellerden hızla kurtulduğumda ayağa dikildim. “Siz niye çıktınız yerlerinizden?”

Çatık kaşlarım ile sorduğum soruya koluma giren Kalender cevap verdi. “Yarım saattir çatışma bitti diye sana sesleniyoruz. Merkeze haber vermek için konuşma yaptığımda araçtan inen adamlar ile çatışmaya tekrar girdim. Bir de geldim ne göreyim, adamı öldürecek!”

Koluma giren kolunu sertçe ittiğimde, yerde yatan şahsa döndüm.

“Helikopter geldi.” Diyen Yıldırım ile yerdekini gösterdim. “Taşıyın şunu hemen.”

Yavaş adımlarla tırların yanına gittiğimde saha ve destek timi tırların başındaydı. “Tırları ne zaman götürmeyi düşünüyorsunuz?” diyerek yanlarına gittiğimde hepsinin bakışları bana döndü.

“Komutanım yaralanmışsınız siz gidin hemen biz çıkıyoruz şimdi.” Diyen çavuşa baktığımda başımı iki yana salladım. “Nasıl götüreceksiniz?”

“Merak etmeyin Üsteğmenim. Destek Timi, saha Timine nazaran daha kalabalık olduğu için önden gidecekler. Destek timinin hemen ardından tırlar en arkada ise saha timi gelecek. Tırları sizin Tugaya götürüyoruz zaten orada konuşuruz tekrar.” Diyen Teğmene baktığımda başımı salladım.

“Tamamdır Teğmenim kolay gelsin. Hepinize desteğiniz için teşekkürler, dikkat edin.”

Helikoptere doğru yürümeye başladığımda boynumdan ve alnımdan akan terler ile bedenim yanmaya başlamıştı. Bacaklarımdan akan sıcak sıvı ile kaşlarım çatıldı. Yürüdükçe artmaya başlayan ıslaklık yalnızca yaramdan mı geliyordu? Bana doğru koşan Ertuğrul’u gördüğümde yavaş adımlarla ona yaklaşmaya çalıştım. Bedenimi hızlıca sararak helikoptere soktuğunda koltuğa oturdum.

Herkes yerlerine yerleştiğinde yerde yatan Kobraya bakarak gözlerimi kıstım. Ayağımı kaldırıp sert bir tekmeyi yüzüne geçirdiğimde inleyerek gözlerini aralamaya çalıştı.

Tekrar tekme atmak adına kaldırdığımda bacağıma baskı uygulayan el ile bakışlarım yanımda oturan Kalender’e kaydı. “Rahat dur! Öldüreceksin daha götürmeden.”

Alnımdan akan terler başımdaki kask yüzünden gün yüzüne çıkamıyordu. Kanlı elim başımdaki kaskı çıkarmak için yukarı kalktığında kaskı çıkartıp Kobranın yüzüne attım. Sinirle bana bakan Kurtuluş üyelerini göz ardı ederek peçemi indirdiğimde alnımdan ve boynumdan akan terleri silerek derin nefes aldım.

Bel boşluğumda hissettiğim baskı ile gözlerim tampon yapılan yere kaydı. Muhtemelen sıyırmıştı. Çok yakından ateş edildiği ve tam çelik yeleğin bitimine denk geldiği için yara almıştım.

Kalender baskı uygulamaya devam ederken üzerimdeki üniformanın kolu sıyrıldı. İri yarı bedeni ile önümde eğilen Tekin’e baktığımda sağlık çantasından çıkardığı serumu hazırlamaya başladı.

Koluma giren iğneyi hissettiğimde gözlerim yorgunlukla kapandı. Başımı arkaya yasladığımda içimde kalan Kobrayı dövme isteğini sorgusuna sakladım.

Gözlerim bacaklarımdan akmaya devam eden kanı izlediğinde helikopterin zeminine damla damla düşen kanlara bakındım.

Susadığım için koltuğun üzerinde duran açılmamış şişeyi açarak birkaç küçük yudum ile dudaklarımı ıslattım. “Ertuğrul tırları götüren ekip ile iletişime geç. Yola çıkmışlar mı sor hemen.” Dediğimde göğsünün üzerinde sabit duran telsizi çıkartarak frekansı ayarladı.

“Kurtuluş Timinden Teğmen Ertuğrul Duman, tırlar yola çıktı mı çavuşlar?” diyerek telsize doğru sordu. Birkaç cızırtı sonunda çavuşun sesi helikopterin içerisini doldurdu. “Tırlarla beraber yola çıktık komutanım. Sizden yarım saat, kırk dakika sonra tugayda varmış oluruz.”

“Tamam koçum eyvallah.” Diyerek telsizi geri eski yerine koyduğunda derin bir nefes aldım. Az önce yanan bedenin şimdi donmaya başlamıştı.

“Ne kadar kaldı kaptan!” diyerek arkamda kalan pilota bağırdığımda, “Son yirmi.” Diyerek karşılık verdi.

Gözlerim kapanmaya başladığında son duyduklarım gözlerimi açmam için söylenen sözlerdi.

KURTULUŞ

Anlık sarsıntı ile gözlerim aralandığında helikopterin kapısı aralanmıştı. Koşar adımlarla aşağı atlayan Tekin yüksek sesle bağırmaya başladı. “Sedyeyi yaklaştırın.”

Oturduğum yerden yavaşça doğrulduğumda, Tekin bedenimi, kollarımın altından aşağı doğru çekmişti.

Sedyeye yatırıldığımda başım dönüyordu. Sedyeyi, Tugayın arkasında kalan askeri hastaneye doğru yönlendirdiklerinde kısa bir süre içerisinde kolumdaki eski serumu sökerek, hızla bir serum daha taktılar.

Üzerimdeki üniformayı çıkartıp yerine hastane önlüğü giydiren hemşireyle göz göze geldiğimizde yaramı görür görmez bakışları donuklaştı.Muhtemelen yeni başlamıştı.

Yaram çok derin veya hayati risk taşıyan bir noktada olmadığı için pansuman yapılmaya başladılar. Yaram güzelce temizlendikten sonra su geçirmez bant ile üzerini kapatarak sargı bezleri ile güzelce sardılar.

İşini bitiren hemşire yerinden kalktığında, “Seruma ağrı kesici ekleyebilir misiniz?” diyerek sordum.

Başını anlayışla salladığında kısa bir süre içerisinde seruma ilacı ilave etti. “Bir de son olarak telefonunuzu kullanabilir miyim?” dediğimde cebinden çıkardığı telefonu bana uzattı.

Hızlıca Erdem’in numarasını tuşlayarak çaldırdım. “Kimsiniz?” diyerek sert bir sesle konuştuğunda, “Benim Armin Üsteğmen.”

“Komutanım siz hastanede değil misiniz?”

“Evet, yatıyorum şu an. Kurtuluş’a söyle; üniformaları ve berelerini takıp dinlenme odasında beni beklesinler. Senden bir şey isteyeceğim. Bizim teçhizat odasında benim dolabımda üniformalarım ve telefonum var getirsene buraya.”

“Tamam komutanım geliyorum on dakikaya.”

Telefonu kapattığında son kayıtlardan numarayı silerek hemşireye uzattım. “Teşekkürler.”

“Ne demek, rica ederim. Serumunuzu on dakika sonra çıkarmaya geleceğim. Gelmeden önce bir serum daha takmışlar zaten bu size yetecektir.” Dediğinde başımı sallayarak gözlerimi kapattım.

Kısa bir süre sonra açılan kapı ile gözlerim aralandı. “Komutanım üniformanız ve telefonunuz.” Diyerek elinde tuttuğu parçaları gösterdiğinde yanımdaki sandalyeye oturdu. “İyi misiniz?”

“Bomba gibiyim.” Diyerek sırıttığımda yavaşça güldü. “Geçmiş olsun komutanım.”

Başımı salladım sağ ol dercesine. “Beni bir kaldır bakayım.” Dediğimde ellerindeki sandalyenin üzerine bırakarak ellerimi tuttu.

Yattığım yerden yavaşça doğrulduğumda açılan kapı ile içeriye giren hemşire gözlerini büyütüp ikimize baktı. “Aaa beyefendi ne yapıyorsunuz siz? Bırakın hemen kadını!” diyerek bağırdığında Erdem beni doğrultup ellerini çekti. “Sesinize dikkat edin lütfen hanımefendi.”

Hemşirenin kaşları çatıldığında, “Beyefendi yaralı kadını neden kaldırıyorsunuz yatağından? Hoş mu sizce?” dedi.

Atarlı atarlı konuşması Erdem’i şaşırtmış olacak ki kaşları havalandı. “Zorla mı kaldırdım sizce hemşire hanım?”

“Beyefendi dışarı çıkın lütfen.” Eliyle kapıyı gösterdiğinde derin bir nefes alarak kaşlarını derinden çattı.

Erdem sabır dilercesine başını yana yatırdığında, “Tamam, tamam çıkıyorum. Komutanım başka bir şey ister misiniz, dışarıda bekleyeyim mi sizi?” dediğinde başımı sallayarak, “Sen dışarı çık geliyorum hemen.” Dedim.

Erdem büyük adımlarla odayı terk ettiğinde hemşire kızarmış yanaklarına elleri ile hava verdi. Yanıma geldiğinde kolumu nazikçe kavradı. “Çok mu agrasif konuştum sizce?” diyerek utandığını belli eden bir sesle konuştuğunda yavaşça güldüm.

“Alışık değil böyle bir tepkiye ondan şaşırdı haliyle.” Dediğimde başını sallayarak iğneyi çıkardığı yere pamuk bastırdı. “Ben giyinmenizde yardımcı olayım.” Dediğinde eli hastane kıyafetinin arkasına gitti. Belimdeki düğümü çözdüğünde üzerimden düşen önlük ile yarama baktım.

Sargı bezi hafif kanlanmıştı.

Temiz iç çamaşırı paketini gördüğünde bana uzattı. “Temiz iç çamaşırlarını da giydireyim isterseniz?” dedi sorarcasına.

Eğilemediğim için yardım ettiğinde yere damlamaya başlayan kanlar ile bakışlarımız kanın kaynağına kaydı. Bacaklarımın arasından firar eden kan normal bir şey değildi çünkü su gibi kan akıyordu.

Hemşire hızla yerinden kalkıp kapıya yöneldiğinde kısa bir süre sonra elinde bir tepsi ile içeri girdi.

Bacaklarımdan akan kanları sildiğinde kanın kaynağına tampon yaparak kısa bir sürede kanamayı durdurdu. Temiz iç çamaşırına hijyenik bir ped taktığında üzerime giydirerek üniformamı da giyinmeme yardımcı oldu.

Saçlarımı ensemde sıkı bir topuz yaptığımda bordo beremi başına yan bir şekilde takarak telefonumu elime aldım. “Tekrardan teşekkür ederim her şey için.”

“Ne demek, görevim.”

Yavaş adımlarla kapıya yürüdüğümde duvara yaslanmış beni bekleyen Erdem’e başımla işaret vererek yürümeye başladım.

“İyi misiniz komutanım?” dedi tekrardan.

Başımı olumlu anlamda salladım. “İyiyim Erdem merak etme.”

Yavaş adımlarla askeri hastaneden çıkarak Tugayın büyük bahçesine adımladık. Yaram hafif hafif sızlasa da yürümeme engel değildi.

Tugaya geldiğimizde Erdem’e getirdikleri beklediği için teşekkür ederek dinlenme odasına girdim.

Gördüğüm manzara ile genişçe gülümsedim. “Ay ne kadar güzel olmuşsunuz!”

Benim tepkime karşılık hepsi sırıttığında, “Silahlarınızı alın bahçeye gelin,” aklıma gelmiş gibi elimi salladım. “Benim silahımı da tabii.”

Sırıtarak odadan çıktığımda bahçenin dört bir yanında duran bank ve çardaklara kısa bir bakış attım. Tam yanımda duran banka oturduğumda çayla yanıma gelen erlerden Mert’e baktım. “Komutanım çay?”

“Ver bakayım.” Diyerek tepsiden çay aldığımda gülümseyerek yanımdan ayrıldı. Sıcak çay bedenimi yumuşattığında doğmaya başlayan hava ile yavaşça tebessüm ettim.

Kurtuluş bütün sessizliği bozmaya ant etmişçesine pata küte bahçeye geldiklerinde yavaşça kıkırdadım. Yıldırım silahımı bana uzattığında elinden alarak çay bardağını bankın kenarına bıraktım. Erlerin yanına ilerleyen Erdem’i gördüğümde pisçe sırıttım. “Erdem! Bir gelsene!”

“Geliyorum komutanım.” Diyerek erlere son birkaç konuşma yapıp yanımıza geldi. Cebimden çıkardığım telefonu Erdem’e verdiğimde kamerayı açtım.

Gözlerim Kurtuluş üyelerine kaydığında, “Hadi bakalım geçin şöyle.” Dedim bahçenin ortasını işaret ederek. Cebimde kalan hâkî yeşili boyunluğu göz altlarıma kadar çektiğimde hepsi bana uydurarak aynı hareketi tekrarladı. Kalender ve Ertuğrul öne geçerek aralarına benim geçmem için boşluk bıraktılar. İkilinin arkasında açılan Tekin ve Âhi dim dik duruyordu. Ortalarında boş kalan yere ise Yıldırım geçmişti. Silahımı çapraz tutuşa alarak Kalender ve Ertuğrul’un yanına geçtiğimde Erdem saymaya başladı.

Kameraya bakarak deli gibi sırıttığımda art arda bir sürü fotoğrafımız çekildi. Erdem’e teşekkür ettiğimizde Tekin müsaade alarak telefonu eline aldı. Yüzümü kapatan parçadan kurtulduğumda hepsi çoktan boyunluklarını ceplerine atmışlardı bile.

Silahımı boynuma astığımda sağımda kalan Yıldırım’ın ve solumda duran Kalender’in beline sarılarak kameraya doğru gülümsedim. Benim gülmem ile hepsinin yüzüne büyük bir tebessüm oluşmuştu.

Tekin açıyı değiştirip değişik değişik fotoğraflarımızı çekmeye başladığında herkes mutluydu. Yüzümden eksilmeyen gülümsemem ile bakışlarımı kameradan ayırmadım.

Ben Hakkâri’ye gelmeden önceki ön yargılarımı yenmiş ve Kurtuluş’a alışmıştım.

Olan ama olmayan ailem yerine geçen adamlar yüzümde oluşan gülümsemenin baş mimarıydı.

 

Evettt değişik ve yorucu bir bölümdü.

Armin'in geçirdiği anlık kriz ile mavili ruh hastasına veda ettik.

Armin'in kendini katil olarak görmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Armin ve Emek'in bitmek bilmeyen dedikoduları?

Emek'in Armin ve Kalender'i yakıştırmaıs?

Kobra?

Kalender ve Armin sohbeti?

Kalender ve Armin'in yakınlaşması -dosthane-?

Yıldırım ve Samet dostluğu?

Kobra ve Armin'in arasında geçenler?

Armin'in yaralanması?

Hemşire hanımın yardımı?

Hemşire ve Erdem atışması? (Yoksa bir aşk mı doğuyor...)

Kurtuluş üyelerinin birbirlerine alışması?

O zaman karakterlerin kişilik özelliklerinden böyle olsa daha ili olurdu dedikleriniz...

Armin

Kalender

Tekin

Ertuğrul

Âhi

Yıldırım

Pamuk eller yıldıza ballı sütler!

 

08.09.2024

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

Loading...
0%